#ekoköy
Explore tagged Tumblr posts
Link
#Arsa alırken dikkat! #Gayrimenkul sektörünün önemli isimleri #MakbuleYönelMaya, #GökhanTaş ve Av. #AliGüvençKiraz'ın uyarılarıyla #detay #haber için tıklayın...
0 notes
Photo
🥧 Turta çıldırmalarıma bu kez vegan’lık bulaştı... Hakikaten de oldu. Hamuru yumurta ile yapılan gibi sert değildi ama sanırım bu yumurtasız ilk denemem olduğu içindi. Ama kakao, kuru meyvelerle çok daha mutlu, deyip bir şaklabanlık da yapayım 🤸🏾♀️ Neler mi var? Neler yok ki, evde bulduğum her şeyi koydum yine tabi her zamanki gibi doğaçlama oldu; Kakaonun kıvamı için su kullandım ki hiç bir tat farkı olmuyor içiniz rahat olabilir.. kıvamını aldıktan sonra içine çok az bebe bisküvisi koyuyorum ama bunun da pek sağlıklı olmadığını öğrendikten sonra bi hayal kırıklığı yaşadım ama elimdeki paketin sonunu böylelikle tükettim. Sonra köyün incirlerinden azıcık azıcık.. yaptığım fındık ezmesinden azıcık.. Yaban mersini reçeli azıcık. Minik minik 1-2 gün kurusu. Ve servis yaparken de tahin & pekmez aşkı. Pekmez de annemin ellerinden. 🧚♂️ #bizumköy #köy #yaşam #iyigıda #doğalgıda #sağlıklıgıda #şanayaşamköyü #yaşamköyü #ekoköy #rize #fındıklı #vi3e #rizefındıklı #pansiyon #kamp #bostan #tarım #gelenekseltarım #mutfak #turta #tarif #vegan (Şana Yaşam Köyü) https://www.instagram.com/p/B3g5rAUgvQX/?igshid=7ia3p1mp36xt
#bizumköy#köy#yaşam#iyigıda#doğalgıda#sağlıklıgıda#şanayaşamköyü#yaşamköyü#ekoköy#rize#fındıklı#vi3e#rizefındıklı#pansiyon#kamp#bostan#tarım#gelenekseltarım#mutfak#turta#tarif#vegan
4 notes
·
View notes
Photo
NAMAZGAH EKOKÖY #Yerliarama #Video #Komedi #haber #eglence #spor
0 notes
Photo
Bu sabah zakkumların kırmızı çiçeklerinin manzaramızı şenlendirdiği Dalyan’dayız. Hiçbir yükselti izi taşımayan, yeşil bir bitki denizi Dalyan! Ağaçlar yan yana, çalılar yan yana, bitkiler yan yana burada! Bu güçlü doğanın içinde kendini gösteren; mimari anlayışla konulmuş Kaunos Kral Mezarlarının dikey işlenmiş duvarları ve kemerli oyuklarını görmeye gidiyoruz. Eski zamanlardan kalma her şeye saygı duyuyoruz. Akdeniz rüzgârı altında bir dizi tarihi dönemi akropol, tiyatro, hamam, kilise ve kıymetli sütunlarla kaplı Kaunos Antik Kenti’nde görmek nasıl büyük bir zevk bizim için. Eski dünyada yüksek anlamda yürütülmüş el işçiliklerinin en nadide örneklerinden Kaunos. Dalyan’nın en güzel halini de Ağla Yaylasına çıkarak gördük diyebiliriz. Buradan, ânılarımızda yer edecek çok farklı izlenimlerle, çok hoş bir manzaranın tadına varacağımız Dalyan Resort Hotel’e ( @dalyanresortandspa ) geliyoruz. Otelden; Dalyan sahilini pırıl pırıl bir gökyüzü altında, doğaya bakarak, saz bülbüllerini işiterek odamızın balkonundan dahi seyrettiğimizi unutmadan ekleyelim. Burada tabiat bütün mevsimlerde kucaklayıcı! Yakın çevrede bir ekoköy olan Çandır’daki narların hasadından sıktıkları nar suyunun da şifasını aldık biz. Dalyan Resort’un bahsetmeye değer en önemli kısmı ise ekolojik sürdürülebilirliği bir varoluş sebebi olarak görme yapısı üzerine kurulmuş olması. Ekoturizm alanında, sıfır atık ilkesi ile yıllardan beri hakkaniyetli bir tavırla ödüller alıyor @dalyanresortandspa . Günümüz düş��nce sistemindeki paradigmalardan fersah fersah uzakta burası. ‘’��eşitlilikteki birlik’’ kavramının ilkesindeki dengeyi yıllardan beri çok iyi bir şekilde koruyor Dalyan Resort’un ev sahibesi değerli Fulya Hanım. 🌿 Esas tonda yemyeşil gölün ve ağaçların havasıyla dengelenmiş Dalyan Resort & Dalyan Resort Spa’da oda fiyatları -yarım pansiyon- tek kişi 800 Lira, iki kişi 1.200 Lira. Oda genişlikleri 24-40 metrekare arasında değişiyor. Hotel’e 3 yaş üstü, Dalyan Resort Spa’ya da 12 yaş üstü çocuk kabul ediliyor. 📞0 252 284 54 99 Bedensel engeli olanların kullanımına uygun odaları bulunuyor. Evcil dostlarımıza uygun değiller. 👨🌾 Dalyan’a hiç gittiniz mi, önerileriniz varsa yazın🙏🏻 (Muğla dalyan) https://www.instagram.com/p/CUrNQGyMZF_/?utm_medium=tumblr
0 notes
Text
Artvinli bayanlar ekoköy kuracaklar
Artvinli bayanlar ekoköy kuracaklar
TOBB Artvin Bayan Teşebbüsçüler Şurası Lideri Hatice Parıltı Ersöz ile hem heyet olarak geliştirdikleri projeleri hem de kendi girişimcilik öyküsünü konuştuk. Hatice Işık Ersöz, uzun yıllardır medyayla uğraşan bir isim. Esnaf kökenli bir ailenin kızı olarak evvel iç giysi üzerine bir mağaza açan Ersöz’ün gazeteciliğe geçiş kıssası ise şöyle: “2007 yılında gazetecilik dalına başladım, 08 Haber’le.…
View On WordPress
0 notes
Text
Ekoköy Findhorn - Findhorn Topluluğu
Ekoköy Findhorn – Findhorn Topluluğu Kolektif Yeni İnsan Yayınları
“Işık saçan bir enerji yayılır ve tüm yaşamı oluşturur. Bizimle; bitkiler, doğa ruhları ya da bu gezegendeki hayatı paylaştığımız insanlar aracılığıyla konuşsa da, tümü arkalarındaki ve içlerindeki derin gerçekliğin yansımalarıdır. Findhorn Ekoköyü’nde mit gerçeğe dönüştü ve bize sadece spiritüalizmin yeni bir formunu değil, yeni bir yaşam ve birlik vizyonu da sundu. Esasen devalar ve doğa ruhları kendi benliklerimize ait yönlerdir. Bizi gerçek kimliğimize, içimizdeki kutsal gerçekliğe yönlendirirler. Ekoköyün hikayesi bu hayatın sayısız biçimde kutlanmasıdır. Bu kutlamaya katılarak hissettiğimiz neşe, kendimizin ve etrafımızdaki tüm yaşamın güzelliğini açığa vurmaya olan bağlılığımızı artırsın.” Ekoköyleri anlatan kitaplar ile, dünyanın değişik köşelerindeki bu göz kamaştırıcı yerleşimlerin hikayelerini yayınlamaya devam ediyoruz. Diğer pek çok şeyin aksine, ekoköyler şaşırtıcı derecede farklılık gösteriyorlar. Zaten koskoca dünyada tıpkısının aynı olsalardı sıkıcı olmaz mıydılar? Findhorn Ekoköyü özel, ilham verici, sıradışı ve güneş gibi çekici bir ekoyerleşke. Üç kişi ile yola çıkmış ve tüm imkansızlıklara karşın ayakta ve birlikte kalmayı başarmış. Büyülü bir hikayesi var, okurken bir parçası olmayı dileyeceksiniz ve belki de kalkıp olan biteni yerinde görmek için İskoçya’ya gideceksiniz.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/genel-konular/ekokoy-findhorn-findhorn-toplulugu/
0 notes
Text
Güneşköy Kooperatifi, Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesi'yle ortadan bölündü
Güneşköy Kooperatifi, Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesi’yle ortadan bölündü
Güneşköy Kooperatifi, Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesi’yle ortadan bölündü :Türkiye’nin ilk ekoköy girişimi olan Güneşköy Kooperatifi, Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesi’yle ortadan bölündü. Güneşköy kurucuları, “Kimyasal kullanmadan kollektif anlayışla temiz tarım yapmaya devam edeceğiz. Ankara’ya en yakın yerden gıda götüreceğiz” diyor. ‘Biz Kimiz. İnci, Ali, Claire, Fikret.’ Güneşköy…
View On WordPress
#ankara - sivas hızlı tren projesi#Ankara-Sivas Yüksek Hızlı Tren Hattı#Balaban Vadisi#ekoköy#Güneşköy Kooperatifi#Yüksek Hızlı Tren
0 notes
Text
Ormanevi’nden bi’ kaç kelam
Bizden herkese selam olsun,
OrmaneviKolektifi'ni kurup yeni bir topluluk niyetimizi yoğurmaya başlayalı8 yıl, amel zamanının geldiğine kanaat getirip kırsala yerleşeli 2.5 yıl oldu.
Bilebildiğimizkadarıyla birer defa geldiğimiz hayatı kendimiz, sevdiklerimiz,değer verdiklerimiz, selamladığımız herkes için, hayatın takendisi için daha hakiki, daha bütün, daha adil, daha çoğul vedaha şenlikli kılmak için niyetlenip ve yani kabul edip, ve yani birbirimize ve güvendiklerimize teslim olup gülümsemeleri kalıcı ve içten kılma şevkimiz bir an olsun azalmadı, ve hatta hayret ediyor insan, daha da arttı (daha ötesi yok sanırdık, varmış!)
Yolculuğun şu kısmına dek binlerce masala konu olacak, binlerce cildi dolduracak muhabbet, öğrenme, mutluluk, farkındalık ve hissiyat ve kotarılmış iş ve yeni fikirler biriktirdik. Baktığımızda görüyoruz gerçi, gittiğimiz yol, nefesimiz tükenip toprak olana dek gitmeye niyetli olduğumuz yolun yanında bir arpa boyu, topu topu... Hem yerelimizde, hem memlekette, hem de dünyada saçılmış ekolojik yerleşke tohumlarıyla beraber büyüdük, çürüdük, büyüdük. Yaşamın tıpkısının aynısı yani.
Buraya kadar okuduysanız, Facebook duvarınızda 3-5 saniyede kaybolan içeriklerden bir nebze de olsa fazla vakit ayırmanıza nail olmuşuz demektir herhal. Devam edelim o halde.
Bu yazının amacı, Ormanevi'nde neler olup bitiyor, nereye gidiyoruz, ne düşünüyoruz, derli-toplu bir resmini çizmek. Biraz bakış açımız, biraz ilkeler, biraz üretim-paylaşım-tüketim modelimiz, biraz o, biraz şu.
- Kediye kedi demeyi seven bir topluluktuk, öyle olmaya devam ediyoruz. Olmayana var demiyoruz, olanın ismini kendi çapımızda koymaya gayret ediyoruz.
- "Gerçekçi ol, imkansızı iste" yerine, "İmkansızı iste, gerçekçi ol"u tercih ediyoruz. Aradaki somut farkı bir ara denkleşirsek konuşuruz, sıcak ve hep beraber sabah 8-akşam 9 ter döktüğümüz bir yaz gününün akşamında, verandada ya da merada, misal.
- Emelimizi 'Medeniyeti yeniden inşa etmek, ama bu sefer birazcık daha iyi bi' iş kotarmak =)' olarak tanımlıyoruz. Olur iş mi, evet. Basit mi, hayır. Keyifli mi, çok. Zor mu, çok. Bilebildiğimiz kadarıyla bir defa geldiğimiz bir hayatı vakfetmek için şahane bir emel yani. Bu da veranda muhabbetine iyi gider, yukarıdaki cümleyle beraber ele alırız.
- Geçtiğimiz sene itibariyle yaklaşık 700 kişi/günlük bir gönüllü alımımız oldu. Yıl boyunca her gün ve günde ortalama 2 kişi yani. "Gönüllü" meselesi, dünyanın her yerindeki ekolojik çiftlik ve yerleşkelerin harıl harıl tartışıp "doğru yolu" bulmaya çalıştığı bir mesele. Başlı başına ayrı bir konu yani, ama şu kadarını söyleyelim: Her bir gönüllü, kolektif üyelerinin ve uzun vadeli (iş/yol/yordam bilen) gönüllülerimizin/çıraklarımızın zaman ve kafasının bir kısmını vakfetmesini gerektiriyor. Bu da, özellikle yoğun dönemde (bizim için Şubat-Aralık, 11 ay yani evet) pek mümkün değil. İnsanların kırsalda kolektif bir üretim ve paylaşım deneyimini yaşamasını istiyoruz ve bunun için idealist bir tavırla kendimizden ödün vermeye razıyız, öte yandan bu serüvenin devam etmesini (ve insanlara iyi-kötü deneyim olmasını) istiyorsak, bütün başvurulara olumlu cevap vermemiz mümkün değil. Bu ikisinin dengesini sağlamaya çabalıyoruz kısacası (başvuruların yaklaşık %10'una 'gel' diyebiliyoruz). Bizi ve bizle ilgili olanları ne kadar çok okur, üzerine ne kadar çok düşünür, düşünce ve niyetinizi ne kadar açık sözlülük ve detayla anlatırsanız o kadar iyi. Gönüllü başvurularını TaTuTa'dan almak istememizin sebebi de, bu güzel ağ ve girişimin devamlılığında çorbada bir tuzumuz olsun, isteğimiz. Yaşam bu, karşılıklı almak-vermek. Bereketin de temeli.
- Kırsal yaşam 'doğada olmak' değil, çok daha ötesi. Hele kolektif üretim ve tüketim, hele bir de bunu 'medeniyeti yeniden kurmak' için yapmak, çok hakiki. Bu hakikatin hakkını veren derinliğe inip, o derinlerde kulaç atmaya devam etmek gerekiyor. Sezgilerimiz/duygularımızla aklımızı/planlamayı bu nedenle bir arada tutmaya çalışıyoruz. Galiba beceriyoruz da, öyle gözüküyor. Son derece romantik, ondan iki nebze daha da gerçekçiyiz. İç yönetişim modellerimiz falan, son derece basit ve bir o kadar da karmaşık (karışık ya da bürokratik değil!). Bu mesele üzerine yazmaya çizmeye devam edeceğiz, takipte kalın - veranda muhabbetinde sil baştan anlatmak zorunda kalmayalım sistemimizi.
- Gönüllülük meselesine bir parantezle geri dönelim: 1) Burada iş çok, hem çeşit olarak, hem miktar olarak. Gün 8'den geç başlamaz, akşam 8'den önce bitmez. 'Ben köy çocuğuyum' veya 'öyle böyle değil, çok niyetliyim' veya 'x konusunda uzmanım' diyen pek çok arkadaşın telef olduğunu sevinerek (sevinerek, çünkü insanlara sunabileceğimiz en güzel deneyim bu - bir şeyi gerçekten isteyip istemediklerini sorgulayabilecekleri gerçek yaşantılar sunmak) gördük. 2) Sarıkeçililer'de de öyle imiş, insanın da oğlağın da adı doğduğunda değil, 'ettiğinde' konurmuş. Buraya da geldiğinizde bir gönüllü olarak gelirsiniz, ettiğiniz ameller ve olduğunuz insanı gördükçe adınız konur. Köylerde olduğu gibi aynı, kişinin lafına değil, yaptığına ve olduğu kişiye bakarız, zamanla. 'Biz birbirimize teslim olduk, siz de bize olun' diyoruz ya blogumuzda, boşa bir laf değil o. Bu konuda kafanızda soru işaretleriniz varsa, bizden daha yumuşak 'geçiş' süreçleri ve deneyimler, farklı enerjiler sunan bir çok şahane ekolojik yerleşke var TaTuTa'da, gönlünüze göre bir yer bulacağınıza eminiz.
- "Ormanevi Kolektifi'ne nasıl katılırım?" sorusunun ilk cevabı, "Sen bi' defa onu unut bi'" oluyor. Süreç, ilk aşamada 1-2 hafta gönüllü olarak gelmek, sonra 3 aylığına başvurup olumlu cevap almanız durumunda 3 aylığına gelmek, bunun ardından 1 yıl boyunca bir kolektif üyesinin çırağı (eski usül usta-çırak ilişkisi) olmaya başvurmak, o da olursa, bu 1 yılın sonunda kolektif üyesi olmaya başvurabilmek ve (mevcut kolektif üyelerinin tamamının 'Evet, ben bu kişinin kolektif üyesi olmasını istiyorum' demesi halinde) kolektife dahil olmak, şeklinde işliyor. Kabaca ve özetle.
- Kendine yeterlilik, egodan arınarak edildiğinde güzel bir niyettir. Genelde ne anlama geldiği bilinmeden söylenir, ve tam anlamıyla ve hatta kısmen bile gerçekleşmesi çok zordur, uzun sürer. Ormanevi'nin hane olarak kendine yeterlilik skalası, şu anda içinde bulunduğu köyde ve civar yörede en yüksek seviyede (evet, şehirlilerin köylü diye tanımladığı habitus'tan daha kendimize yeteriz). Ama bu bile, kaba ve ama gerçek bir hesapla %30 civarında. Kardeş kurum Anadolu Meraları bünyesinde mera-temelli küçükbaş hayvancılık ve yumurta amaçlı tavuklar işin hayvan kısmı (ayrıca 4 köpeğimiz var). 3-4 çeşit tahıl, 10'dan fazla sebze, 2-3 çeşit meyve ve bunların işlenmiş halini (reçeller, soslar, ezmeler, vs.) üretiyoruz. Bunun ötesinde ve aslında bundan önemlisi, kendi araç-gereçlerimizi yeniden üretmeye, barınaklarımızı kendimiz tamir etmeye, yoktan var etmeye çalışıyoruz. 'Onarıcı' yaşam ve toplulukların en keyifli yanı da bu, bizce.
- Yıl boyunca 25'e yakın kalem üretim gerçekleştiriyoruz. Bunun bir kısmı kendimize, bir kısmını ise "türetici başı temelli mikro-gıda ağları" adını verdiğimiz bir sistemle satıyoruz. Bizi takip edenler farketmiştir, ürünlerimizi pazarlamıyoruz. Gıda ağı modelimiz, tüketicinin de örgütlenerek türeticiye dönüşmesine dayalı. Daha zor ama daha hakiki, bizce. Bu sistemle ve dahil olmak isterseniz neler yapabileceğinizle ilgili bir rehber hazırlayıp 1 hafta içinde paylaşacağız.
- Gıda üretiminde ve tarımda 'sürdürülebilirliği' kıstas olarak almıyoruz. Derdimiz bunun çok ötesinde, onarıcı tarım yapmak. Bu süreçte de oldukça aşama katettik.
- 2.5 senedir yaptığımız tüm harcamalar ve tüm gelirlerimizi, ödün vermeden ve son derece organize olarak, kategoriler halinde kaydediyoruz. Bunları paylaşacağımız zaman da gelecek ama, şimdilik kabaca bir özet yapalım: Kırsala yerleştiğimiz ilk yıl, tarımsal gelirlerimiz, toplam giderlerimizin %75'ini karşıladı. 2. yıl, bu oran (geçtiğimiz seneden ürünlerin satımı bittiğinde) %110 civarına çıkacak.
- Yeni bir medeniyet kuruyoruz dedik ya, gereği olan iç yapılanma ve 'tanımlamaları' da yapıyoruz haliyle. İç ekonomik sistemimiz kendi icadımız ve yurtdışındaki dostlarımız dahil olmak üzere merakla takip ediliyor. Bütüncül Yönetim algoritmasıyla oluşturduğumuz bu sistemi "işkolu temelli özerk iş bölümü" diye adlandıralım şimdilik, detaylarını bunun da paylaşırız ilk fırsatta.
- Yeni bir medeniyet kuruyoruz dedik ya, temel ihtiyaçların karşılanması bunun ilk adımı ama orada takılıp kalmamak da lazım: Sayımız arttıkça sanat da, bilim de, zanaat da artıyor, hayatın bir parçası haline geliyor. Yeni bir medeniyet.
- Çanakkale yöresi ve etrafı, ekolojik yerleşke girişimlerinin sayılarının nispeten yüksek olduğu bir bölge. Biz de bu bölgede 'dağın öte yanında, sınır köyüyüz' bir anlamda. Yerel ekonomiye elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Üretimde yüksek çeşitliliğe gitmemizin sebeplerinden biri de bu.
- Gelen sorulara istinaden: Kolektifin ya da kolektif üyelerinden herhangi birinin 1 metrekare arazisi yok. Yaptıklarımızın tamamını etrafından/kimyasal tarımdan nispeten uzakta, köylünün rağbet etmediği sapa arazileri bedeliyle (kimi zaman para, kimi zaman ürün + para) kiralayarak yapıyoruz.
- Kolektiften bağımsız bir yapı daha var bu arada, Ormanevi Kırsalda Sürdürülebilir Gelecek Derneği. Kardeş kurum o da, ama karar alıcıları, amacı ve işleyişi anlamında ayrı bir bütün.
Halimiz, derdimiz, gülümsememiz budur. Herkese selam olsun.
#ormanevi kolektifi#ormanevi#kolektif#kırsal yaşam#ekoköy#doğal gıda#yerel ekonomi#ekolojik yaşam#doğrudan demokrasi#tatuta#gönüllü
10 notes
·
View notes
Photo
Sevgili "Dede"..bu senin rüyan mı, yoksa gerçekte misin? 🍀🏵️🍁🍃🍒🍖🏞️♥️😊 @pastoralvadiecofarm dünyası 🌸 Fethiye ☎️ 0252-6336627 🌿 📷 @dygcnr #pastoralvadi #pastoralvadiecofarm #çiftlik #farmlife #farm #doggy #wwoof #workaway #ecofarm #ekoköy #ecologicalliving #ecologic #sustainability #sustainableliving #morningpost #morsalkım #fethiye #yoga #yogalife #yogalove #yogaeverydamnday #hathayoga #yinyoga #retreat #inziva #serene #peaceful #dreaming #kucukotellerpastoralvadi (PastoralVadi EcoFarm)
#dreaming#morsalkım#doggy#yoga#yogalife#morningpost#serene#yogaeverydamnday#retreat#yogalove#fethiye#sustainableliving#ecologicalliving#pastoralvadi#workaway#peaceful#ecologic#kucukotellerpastoralvadi#wwoof#farmlife#ekoköy#yinyoga#farm#ecofarm#sustainability#çiftlik#hathayoga#pastoralvadiecofarm#inziva
1 note
·
View note
Text
Yükselen Güneş
Yükselen Güneş Çetin Göksu Yazarın Kendi Yayını – Çetin Göksu
Ekoköy kurmak isteyen gençlerin hikayesi.
Onbinlerce yıllık Anadolu Güneş kültürünü, toplumun geleceği açısından değerlendiren ilk roman.
Ekonomik ve sosyal açıdan çöken köy hayatını, kültürel birikimleriyle birlikte yeniden canlandırmak isteyen gençlerin sıra dışı macerası.
Çağdaş sorunları farklı bakış açısıyla irdeleyen, bilimin ışığında Anadolu köylerinin kalkınması için geliştirilen çağdaş yöntemler.
Geleceğe ışık tutan ´´yeni bir anlayışın yeni bir insanın´´ romanı.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://goo.gl/h8WgUK
0 notes
Text
Kelt topraklarında yeşermiş bir ütopya: Cloughjordan Ekoköyü
Kelt topraklarında yeşermiş bir ütopya: Cloughjordan Ekoköyü
1999’da Dublin Central Otel’de ortaya çıkan İrlanda’nın ilk ekoköyünü oluşturma fikri, Cloughjordan Köyü’nün bitişiğindeki 67 dönümlük arazide meyvelerini verdi. Şimdi Paris’teki COP21 iklim değişikliği zirvesinde, papadan ülke liderlerine kadar hepsinin konuştuğu konu bu. 2009 öncesi burada sadece 1 ev varken şimdi durum çok daha farklı. Şu anda 55 ev, bir işletme merkezi, bir fırın, bir otel ve…
View On WordPress
0 notes
Text
Bir kırsala dönüş hikayesi
Ormanevi'nden Mine yazdı:
Aslında bu yazıyı yazmak için güneşli bir günü bekliyordum. Bizim hayattaki masaya geçecek, kahvemi alacak, açık havada keyifle yazacaktım. Lakin Mart’ın gelmesiyle birlikte yağmur durmadı. Durmasın, geç bile kaldı, o ayrı. Durum böyle olunca, içeride, soba başında yazıyorum kırsala dönüş hikâyemi. Soba da fena ambiyans yaratmadı hani…
Hep bilindik hikâye aslında. Ofis, plazalar, günün üçte birinin dört duvar arasında geçmesi, güneşi görememek, tüketmekten tükenmek, yaptığın işlerin sonuçlarını somut şekilde görememek, yaratıcılığının, hayal gücünün, sezgilerinin günden güne körelmesi, doğadan ve kendinden git gide kopmak… Benim güzel bir işim vardı gerçi, doğa koruma alanında çalışmamdan ötürü ara sıra doğaya dokunabiliyor, nefes alabiliyordum. Yine de İstanbul’da yaşamak, her sabah Kadıköy’den Levent’e geçmek, elimdeki kitabın en heyecanlı yerinde, yani hiç müsait olmayan bir zamanda ‘müsait bir yerde’ inmek, okuduklarımın etkisi hala sürerken ve arkadaşlarımla uzun uzun sohbet etmek isterken bir ‘günaydın’la yetinip outlook’u açmak, dışarıda olmayı deli gibi isterken yalnızca camdan bakmak, bütün bunlar ancak belli bir süre yapabileceğim şeylerdi. Belli bir süre diyorum çünkü yaptığım iş de, tanıdığım insanlar da, İstanbul’da yaşamak da bana çok şey öğretti, asla yapmamalıydım demiyorum bu nedenle. Lakin hayat uzun bir yol ve bazen bir dönemecin önünde durup karar vermeniz gerekiyor. Benim için, uzun zamandır merak ettiğim o dönemece girmenin zamanı gelmişti sadece.
Ne zaman başladı doğaya kaçma merakım bilmiyorum ama 3 yıl kadar önce Jack Kerouac’ın Zen Kaçıkları’ndan baya’ etkilendiğimi hatırlıyorum. Hatta o zamanki yöneticime gidip pat diye ‘ben dağa kaçıcam’ deyince kadıncağız ciddiye alıp üzülmüştü. O gün bu gündür aklımdaydı hep doğada yalnız başıma yaşama düşüncesi. Sonradan anladım ki yalnız başına yaşamak öyle her yiğidin harcı değilmiş.
Beni harekete geçiren şeylerden birincisi benim çok kolay gaza gelen bir insan oluşum, ikincisi ise etrafımda hayal ettiğim şeyleri yapan insanların oluşuydu. Her ne kadar Durukan (Ormanevi’nin ilk sakinlerinden) bunu bir kaçış olarak değil, bir seçim olarak nitelendirmeyi tercih etse de, yaptığı şey benim ‘kaçış’ planlarıma uyuyordu. İşi bıraktı, kuzeni ve iki arkadaşıyla birlikte dedelerinin köyüne yerleşti, kendine yeterliliğin olduğu, üretken bir yaşam kurmak için harekete geçti. Bu da bana cesaret verdi, hayal ettiklerimin gerçek olabileceğini gösterdi, ilham oldu. Evet, Ormanevi dağ tepesinde ya da orman içinde değildi ve evet Durukan yalnız da değildi ama benim hayal ettiğim ‘sade’ yaşam burada hâkimdi. Üstelik benim hesaba katmadığım bir şeye daha sahipti burası, ‘şenlikli’ bir yaşam. Hele bir de kırsalda yaşamın düşündüğüm kadar kolay olmadığını, hatta hiç kolay olmadığını ve kolektif şeklinde üretmenin keyfini gördükçe yalnızlık fikri cazibesini yitirmeye başladı.
Velhasıl gelip gitmeye başladım bizim Ormanevi’ne, nasıl oluyormuş bu işler diye. Her gelişimde dönüş çok zor oluyordu, şu anda bizi ziyarete gelen arkadaşlarımın buradan döndüklerinde söylediği gibi (Bir arkadaşım döner dönmez istifa etti!). Her dönüşümde şehirde yaptıklarım daha bir anlamsız geliyordu. Sokaklarda dip dipe, birbirinden gereksiz şeyler satan dükkânlar, gökyüzüne bakmak için başımı her kaldırdığımda göz göze geldiğim dev reklamlar, telaşlar, koşuşturmacalar, rekabet, karmaşa, kirlilik… Bense sadelik istiyordum, yalnızca sadelik.
Kırsala yerleşmeye karar verdikten sonra yaklaşık bir sene daha çalıştım. Bu süre içinde aldığım her giysiye ‘bunu köyde giyebilir miyim’ gözüyle baktım. Kredi kartımı iptal ettim, borçlarımı kapattım. Kenara az biraz para koymaya başladım ama göz korkutmasın, gerçekten az. Nasıl ve nereden başlayacağımı bilmiyordum ama zamanı geldiğinde ‘yol’un karşıma çıkacağından emindim. Ve çıktı da. İşi bırakmadan birkaç hafta önce, 3 ayımı geçirdiğim Gündönümü Çiftliği’nin sahibi sevgili Aysun Sökmen’le kesişti yolumuz.
İneklerle tanışmam bu çiftlikte çalışmaya başlamamla oldu. Öncesinde pek tanımadığım inekler hakkında çok ilginç şeyler öğrendim burada. 160 inek, başka bir deyişle 160 ayrı kadın, 160 ayrı karakter… Her birine yaklaştığında ayrı tepki veriyor, kimi hemen yanına gelip tanışıyor, kimi uzaktan uzunca bir süre sadece göz ucuyla süzüyor. Kiminin saçı düz kiminin kıvırcık, kimi ‘balık etli’ kimi atletik, kimi sakin kimi agresif, kimi naif kimi muzip… Karakteri her ne olursa olsun, inekler genel olarak çok meraklı ve çok eğlenceli hayvanlar. Bizim sahip olmadığımız bir mizah anlayışına sahip olduklarını düşünüyorum. Kaptırmışken inekler ve bakmakla sorumlu olduğum buzağılarla ilgili daha çok şey yazmak isterim ancak bu yazımın konusu bu değil. Bu nedenle ineklerle olan maceralarımı başka bir yazıya saklıyor ve bir fotoğrafla noktalıyorum bu kısm��.
Gelelim Ormanevi’ne. Çiftlikten ayrılmamla Durukan’a yazdım, kırsalda yaşayabileceğim ve çalışabileceğim, bildiğin bir yerler var mı diye. Bu arada onlar çoğalmış, 5 kişilik bir kolektif olmuşlar. Durukan kolektifle konuşmuş ve aldıkları ortak kararla beni kolektife dâhil olmak için davet ettiler. Yönetim kurulunda olduğum Ormanevi Derneği’ne de proje yazacak ve finansal işlerle ilgilenecek birileri gerekiyormuş hem, o boşluğu da doldurmuş olacaktım böylece. Kolektif yaşam daha önce deneyimlediğim bir şey değildi. Her ne kadar üniversitedeki öğrenci evlerinde kalabalık güruhlar halinde yaşadıysak ve harcamalarımız dâhil birçok şeyimiz ortak olduysa da ortada birlikte çalışarak ve birlikte üreterek, birlikte kazanma durumu yoktu. Üstelik üniversitenin üzerinden beş sene geçmiş ve ben çoktan bireyselliğe alışmıştım. Bütün bunlara rağmen heyecanlandırdı beni kolektif yaşam fikri. Ayrıca kırsalı ve doğayı, tek başıma ayakta kalacak kadar da tanımıyordum. Dolayısıyla davetlerini kabul ederek göçtüm bu kez de Ormanevi’ne…
Hikâye burada yeni şekillenmeye başlıyor aslında. ‘Giriş’ kısmı böyleydi, bundan böyle deneyimleyeceklerim, başıma gelecekler, buraya yazacaklarım ise hikâyenin ‘gelişme’ kısmını oluşturacak. Yaşadıkça da yazacağım, paylaşacağım deneyimlerimi. Şimdilik her şey güzel gidiyor. Üretmek, sağlıklı yiyip içmek, toprakta çalışmak, Pan’la (yavru köpeğim) vakit geçirmek, doğadan aldığım ilhamla yazmak, çizmek, bisiklete atlayıp dağ tepe gezmek, en önemlisi de bunca yıldır özlemini duyduğum özgürlüğü dibine kadar hissetmek, bunların hepsi çok güzel. Bir de sobada çay demlemek…
Esen kalınız.
Ormanevi'nden Mine
5 notes
·
View notes
Text
Bir Kırsala Dönüş Hikâyesi
Aslında bu yazıyı yazmak için güneşli bir günü bekliyordum. Bizim hayattaki masaya geçecek, kahvemi alacak, açık havada keyifle yazacaktım. Lakin Mart’ın gelmesiyle birlikte yağmur durmadı. Durmasın, geç bile kaldı, o ayrı. Durum böyle olunca, içeride, soba başında yazıyorum kırsala dönüş hikâyemi. Soba da fena ambiyans yaratmadı hani…
Hep bilindik hikâye aslında. Ofis, plazalar, günün üçte birinin dört duvar arasında geçmesi, güneşi görememek, tüketmekten tükenmek, yaptığın işlerin sonuçlarını somut şekilde görememek, yaratıcılığının, hayal gücünün, sezgilerinin günden güne körelmesi, doğadan ve kendinden git gide kopmak... Benim güzel bir işim vardı gerçi, doğa koruma alanında çalışmamdan ötürü ara sıra doğaya dokunabiliyor, nefes alabiliyordum. Yine de İstanbul’da yaşamak, her sabah Kadıköy’den Levent’e geçmek, elimdeki kitabın en heyecanlı yerinde, yani hiç müsait olmayan bir zamanda ‘müsait bir yerde’ inmek, okuduklarımın etkisi hala sürerken ve arkadaşlarımla uzun uzun sohbet etmek isterken bir ‘günaydın’la yetinip outlook’u açmak, dışarıda olmayı deli gibi isterken yalnızca camdan bakmak, bütün bunlar ancak belli bir süre yapabileceğim şeylerdi. Belli bir süre diyorum çünkü yaptığım iş de, tanıdığım insanlar da, İstanbul’da yaşamak da bana çok şey öğretti, asla yapmamalıydım demiyorum bu nedenle. Lakin hayat uzun bir yol ve bazen bir dönemecin önünde durup karar vermeniz gerekiyor. Benim için, uzun zamandır merak ettiğim o dönemece girmenin zamanı gelmişti sadece.
Ne zaman başladı doğaya kaçma merakım bilmiyorum ama 3 yıl kadar önce Jack Kerouac’ın Zen Kaçıkları’ndan baya’ etkilendiğimi hatırlıyorum. Hatta o zamanki yöneticime gidip pat diye ‘ben dağa kaçıcam’ deyince kadıncağız ciddiye alıp üzülmüştü. O gün bu gündür aklımdaydı hep doğada yalnız başıma yaşama düşüncesi. Sonradan anladım ki yalnız başına yaşamak öyle her yiğidin harcı değilmiş.
Beni harekete geçiren şeylerden birincisi benim çok kolay gaza gelen bir insan oluşum, ikincisi ise etrafımda hayal ettiğim şeyleri yapan insanların oluşuydu. Her ne kadar Durukan (Ormanevi’nin ilk sakinlerinden) bunu bir kaçış olarak değil, bir seçim olarak nitelendirmeyi tercih etse de, yaptığı şey benim ‘kaçış’ planlarıma uyuyordu. İşi bıraktı, kuzeni ve iki arkadaşıyla birlikte dedelerinin köyüne yerleşti, kendine yeterliliğin olduğu, üretken bir yaşam kurmak için harekete geçti. Bu da bana cesaret verdi, hayal ettiklerimin gerçek olabileceğini gösterdi, ilham oldu. Evet, Ormanevi dağ tepesinde ya da orman içinde değildi ve evet Durukan yalnız da değildi ama benim hayal ettiğim ‘sade’ yaşam burada hâkimdi. Üstelik benim hesaba katmadığım bir şeye daha sahipti burası, ‘şenlikli’ bir yaşam. Hele bir de kırsalda yaşamın düşündüğüm kadar kolay olmadığını, hatta hiç kolay olmadığını ve kolektif şeklinde üretmenin keyfini gördükçe yalnızlık fikri cazibesini yitirmeye başladı.
Velhasıl gelip gitmeye başladım bizim Ormanevi’ne, nasıl oluyormuş bu işler diye. Her gelişimde dönüş çok zor oluyordu, şu anda bizi ziyarete gelen arkadaşlarımın buradan döndüklerinde söylediği gibi (Bir arkadaşım döner dönmez istifa etti!). Her dönüşümde şehirde yaptıklarım daha bir anlamsız geliyordu. Sokaklarda dip dipe, birbirinden gereksiz şeyler satan dükkânlar, gökyüzüne bakmak için başımı her kaldırdığımda göz göze geldiğim dev reklamlar, telaşlar, koşuşturmacalar, rekabet, karmaşa, kirlilik… Bense sadelik istiyordum, yalnızca sadelik.
Kırsala yerleşmeye karar verdikten sonra yaklaşık bir sene daha çalıştım. Bu süre içinde aldığım her giysiye ‘bunu köyde giyebilir miyim’ gözüyle baktım. Kredi kartımı iptal ettim, borçlarımı kapattım. Kenara az biraz para koymaya başladım ama göz korkutmasın, gerçekten az. Nasıl ve nereden başlayacağımı bilmiyordum ama zamanı geldiğinde ‘yol’un karşıma çıkacağından emindim. Ve çıktı da. İşi bırakmadan birkaç hafta önce, 3 ayımı geçirdiğim Gündönümü Çiftliği’nin sahibi sevgili Aysun Sökmen’le kesişti yolumuz.
İneklerle tanışmam bu çiftlikte çalışmaya başlamamla oldu. Öncesinde pek tanımadığım inekler hakkında çok ilginç şeyler öğrendim burada. 160 inek, başka bir deyişle 160 ayrı kadın, 160 ayrı karakter… Her birine yaklaştığında ayrı tepki veriyor, kimi hemen yanına gelip tanışıyor, kimi uzaktan uzunca bir süre sadece göz ucuyla süzüyor. Kiminin saçı düz kiminin kıvırcık, kimi ‘balık etli’ kimi atletik, kimi sakin kimi agresif, kimi naif kimi muzip… Karakteri her ne olursa olsun, inekler genel olarak çok meraklı ve çok eğlenceli hayvanlar. Bizim sahip olmadığımız bir mizah anlayışına sahip olduklarını düşünüyorum. Kaptırmışken inekler ve bakmakla sorumlu olduğum buzağılarla ilgili daha çok şey yazmak isterim ancak bu yazımın konusu bu değil. Bu nedenle ineklerle olan maceralarımı başka bir yazıya saklıyor ve bir fotoğrafla noktalıyorum bu kısmı.
Gelelim Ormanevi’ne. Çiftlikten ayrılmamla Durukan’a yazdım, kırsalda yaşayabileceğim ve çalışabileceğim, bildiğin bir yerler var mı diye. Bu arada onlar çoğalmış, 5 kişilik bir kolektif olmuşlar. Durukan kolektifle konuşmuş ve aldıkları ortak kararla beni kolektife dâhil olmak için davet ettiler. Yönetim kurulunda olduğum Ormanevi Derneği’ne de proje yazacak ve finansal işlerle ilgilenecek birileri gerekiyormuş hem, o boşluğu da doldurmuş olacaktım böylece. Kolektif yaşam daha önce deneyimlediğim bir şey değildi. Her ne kadar üniversitedeki öğrenci evlerinde kalabalık güruhlar halinde yaşadıysak ve harcamalarımız dâhil birçok şeyimiz ortak olduysa da ortada birlikte çalışarak ve birlikte üreterek, birlikte kazanma durumu yoktu. Üstelik üniversitenin üzerinden beş sene geçmiş ve ben çoktan bireyselliğe alışmıştım. Bütün bunlara rağmen heyecanlandırdı beni kolektif yaşam fikri. Ayrıca kırsalı ve doğayı, tek başıma ayakta kalacak kadar da tanımıyordum. Dolayısıyla davetlerini kabul ederek göçtüm bu kez de Ormanevi’ne…
Hikâye burada yeni şekillenmeye başlıyor aslında. ‘Giriş’ kısmı böyleydi, bundan böyle deneyimleyeceklerim, başıma gelecekler, buraya yazacaklarım ise hikâyenin ‘gelişme’ kısmını oluşturacak. Yaşadıkça da yazacağım, paylaşacağım deneyimlerimi. Şimdilik her şey güzel gidiyor. Üretmek, sağlıklı yiyip içmek, toprakta çalışmak, Pan’la (yavru köpeğim) vakit geçirmek, doğadan aldığım ilhamla yazmak, çizmek, bisiklete atlayıp dağ tepe gezmek, en önemlisi de bunca yıldır özlemini duyduğum özgürlüğü dibine kadar hissetmek, bunların hepsi çok güzel. Bir de sobada çay demlemek…
Esen kalınız.
1 note
·
View note