#devrim ve Hilafet
Explore tagged Tumblr posts
zerihcom · 25 days ago
Text
Başarı Tasavvuru -Şam Devrimi ve İzdüşümleri
3 minutes Sakın, adına “geçiş hükümeti” dedikleri şey, bizi şer’i hükümler zaviyesinden, demokratik alana çekmesin! Sakın ha, adına “emirlik” dedikleri şey, bizi Hilâfet’in ikamesinden geri bırakmasın! Sakın ama sakın, “biraz zamana ihtiyacımız var” yanılgısı, bizi devrimin başarısından geri bırakmasın. Yaşar Sami TarhanKaynak: Köklüdegisim.net Başarı Allahu Teâlâ’nın insana verdiği en güzel…
0 notes
onderkaracay · 9 months ago
Text
Tumblr media
🎯 Anayasa Değişikliği Uyarıları 🎯
Türk ulusunun iradesi dışında Anayasa değişikliği yapmaya kalkan niyeti değerli komutanım Naim Babüroğlu'un tespitlerine bakarak çözebilirsiniz.
Bunun taşları Cumhuriyet Halk Partisi kullanılarak meclis aritmetiği oluşturularak döşendi.
CHP'nin tarihi ihanetini herkes anlamak zorunda kalacak.
İyi parti, gelecek, deva ve diğerlerine birde ırkçı terör destekli partiyi eklerseniz hepsi birlikte iktidar ile bir araya getirilmek istenecek.
Çünkü emperyalizmin projesi böyle talep ediyor.
İşte Türk ulusu bu projeyi ve tüm taşeronlarını tarihin çöplüğüne atacak.
Atmazsa kendisini tarihin çöplüğünde bulacak.
Bu kadar net.
Osmanlı hayranlığı bunun içindi.
Kamulaştırma yaparak üretim ve hizmet araçlarının Türk ulusu yararına devlete geçmesi dururken Anayasa dayatmaya kalkmayı izah edemeyiz.
Yine emperyalizmin projesinin bir parçası olan demografik yapı değişikliğini amaçlayan mülteci ve mürteci sorunu dururken, etrafımız savaşlar ile yangın yerine dönmüş iken saçını taramak olur.
Erken seçim talep edemeyen CHP hala bu projenin bir parçası olmaya devam ediyor.
Çünkü kendisinin katkısı ile sunulan meclis bu gücü kötüye kullanmak isteyenlere iştah kabartıyor.
Cumhuriyet çınarının kökünü kestirmek isteyen buna destek vermiş olur.
Cumhuriyet bitmiştir diyen İngiliz uşaklığı kazanır.
İngiliz uşağı olarak hizmete devam etmek isteyenler devlet yönetmeye sürdürülebilir sömürge adına oyuncu değişikliği yaparak devam ederler.
Hazırlıkları deşifre ettim.
Sermaye kazanır Türk ulusu bir daha geri dönmesi çok zor bir yola girer.
Tüm yetkiyi bir kişiye teslim ederken kendi iradesini ayaklar altına alarak us ve duyunc tutulması yaşayan toplum o gün gösteremediği basireti bugün göstermek zorundadır.
Aksi takdirde padişahı önceden hazır edilmiş yaratanın yeryüzünde hakim kılacağı mesih veya mehdi projesine de evet demiş olur kendi sonuna imza atarak. Halife bu kılıkla geri gelmiş olur. Mesih veya Mehdi Anadolu'dan çıkacak diye neden kendini yırtıyor cemaat ve tarikat amigoları.
Bu projeyi çöpe çoktan attık. Siz onu yeniden çöpten çıkarmaya mı destek olacaksınız?
Önder Karaçay
12 notes · View notes
yasamsallik · 10 months ago
Text
Tumblr media
3 Mart 1924’de kabul edilen Üç Devrim Yasasıyla;
1- Hilafet kaldırılmış,
2- Öğretim Birliği Yasası kabul edilmiş,
3- Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
3 Mart 1924 Devrim yasasının kabul edilişinin 100. yılında; Türk Devrimi’nin mimarı Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
#3Mart1924
36 notes · View notes
doriangray1789 · 1 year ago
Text
KEMALİZM..(2 Haziran 2021 de yazmışım)
-KEMALİST ANLAYIŞ VE İDEOLOJİ...
Kemalizm, adını 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Ateşkesi sonrasında, Anadolu'nun işgal edilmesine karşı verilen milli direnişin önderi Mustafa Kemal'den almıştır... "Kemalist" sözcüğü ingilizlerin o devirlerde asağılama amaçlı kullandığı bir terimdi, simdi de Kemalizm bu kalıba sokulmaya calışılmakta. fikir özgürlüğünün yılmaz savunucuları da nedense Kemalizm denince duraksıyor afallıyor, istemezük tavırlara bürünüyorlar. her seyi tartışalım, her fikre yer verelim diyenler şeriat hilafet yeni osmanlıcılık 2. cumhuriyet maşallah ne varsa akıllarda yer edinsin alışılsın diye orada burada tartışırken kemalizmden neden bu kadar korkar oldular acaba? Kemalizm - demokratik ve sürekli çağdaşlaşmaya yönelik ideolojiler bütünüdür. Türkiye'de Mustafa Kemal ve Kemalizm odaklı bölünmenin sınırları artık çok net.Ben bu sınırları üç ana başlıkta tanımlıyorum.Türk siyasi haritasını, bu üç başlık üzerinden değerlendiriyorum. 1.Başlık; Mustafa Kemal'e sevgi ve saygı duyan ama Kemalizm'e mesafeli duran kesim. - Atatürk'ü memleketin kurtarıcısı olarak görüyorlar ama Kemalizm ilkelerine karşılar. -Cumhuriyet ile ilgili tavır sahibi değiller ama demokrasinin tanımında dahi takılıyorlar. -Ulusçuluğa karşı değiller ama kendi anladıkları daha katı milliyetçi ve yayılmacı anlayışa sahip bir ulusçuluk fikirleri var. 2.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem de Kemalizm'e karşı olanlar. -Halifelik ve padişahlığı kaldırdığı için sevgi ve saygı duyabilmeleri söz konusu bile değil. -Sekülerizm, onlar için İslam'a savaş aşmış Jakoben ordusunun fikriyatı. -Ümmetçilik fikri dururken Ulusalcılığı savunmak şöyle dursun, dikkate almaları bile olanaksız. 3.Başlık; Hem Mustafa Kemal'e hem Kemalizm'e sahip çıkanlar. -Büyük ölçüde Türk devrim ve ideolojisini yekpare sayarlar. -Yaşadıkları topluma en uygun siyasal, sosyal ve ekonomik yaklaşımın, Kemalizm olduğunu savunurlar ama bu savunuşun doz'u ikinci bir fikri dinlemek konusunda onlara dezavantaj sağlar. -Bir kısmı Mustafa Kemal'i ve Kemalizm'i olduğu gibi, bir kısmı olması gerektiğini düşündüğü gibi, bir kısmı olmasını istediği gibi, bir kısmı olmadığı hali ile algılar, anlatır ve savunur. -Çok büyük kısmı, Mustafa Kemal'i (benim gibi) eleştiremez. devrin hal ve şartlarını iyi analiz etmelk gereklidir Türkiye'nin son kırk yılını, yüzeysel olarak bile incelerseniz karşınıza merkez sağ parti ve bu partilerin iktidarları çıkacaktır. Türkiye çok uzun süre, yazının 1.Başlığında özetlediğim bakış açısına sahip iktidarlar tarafından yönetildi. Fakat sağ, sol'un imha edilmesinden sonra ilginç bir reaksiyon gösterdi. Sivrilmesi ve keskinleşmesi için gerekli koşullar ve taraflar olmamasına rağmen, sağ tekrar sağ sapma gösterdi.Bu sapma tabii ki doğal bir yöneliş değildi. Türkiye'de 68 kuşağının sosyalist fikrini inceleyin ve günümüze bakın. Göreceksiniz ki sol bile sağ sapmış!****DAHADA SAPACAK**** demedi demeyin
Merkez sağ'ın hızla tekrardan sağ sapması, merkezden uzaklaşması ve yazının 2. başlığında özetlediğim yaklaşıma oturması gerekiyordu.
Bu ikamet değişikliğinin olması için ne gerekiyorsa yapıldı ve başarı sağlandı. Fakat dikkatinizi çekerim, Türkiyede ki siyasi konjonktür her ne olursa olsun Mustafa Kemal ve Kemalizm tarafında, kısmen tarafında veya karşısında saf tutuyor!
Sağ, yeni bir kulvar veya ideolojik yaklaşımı sağlayacak entelektüel birikimden oldukça yoksun. Dönüp dolaşıp varlıklarını, kimliklerini, duruşlarını, ifadelerini yine Mustafa Kemal ve Kemalizm karşıtlığı üzerinden izah etme yoluna gitmek zorunda kalıyorlar.Bu noktada hayati bir tezat mevcut. O da şu; Kendilerine ait pozisyonu, tarihten silmek istedikleri Mustafa Kemal ve Kemalizm üzerinden belirliyorlar.
Bakın Türkiyede sol, bu kadar aciz değildi!Sol, kimliğini kendi argümanları ile ama eksik ama yanlış tanımlama başarısı göstermiştir. '' Peki Kemalizm nedir? '' üç yazıdan oluşacak olan bilgisel serisi ile izah edeceğim.
Fakat başka bir soru ile başlayalım.
Kemalizm ideoloji midir? İdeolojiler, toplumsal gereklilikleri bir çeşit öğreti ile karşılama yoluna giden, kişi ve kurumların davranışlarına yön verebilen, kendi içlerinde tutarlı düşünce sistemleridir. Kemalizm, bu anlamda geri kalmışlıktan kurtulma istemi ile '' çağdaş '' bir toplum özlemine yanıt vermeyi amaçlayan ilerici bir ideolojidir. Kemalizm '' ilerici '' bir ideolojidir!Değişen koşulları dikkate alarak, sürekli ve rasyonel bir yenilenmeyi ve bu yenilenmenin ilkelerini içerir.
Türkiyede ki Kemalist'ler acaba değişen koşulları yeteri kadar iyi analiz edebiliyorlar mı? Ben hala '' Köy enstitüleri açılmalı. '' söyleminde bulunan bir sürü Kemalist ile karşılaşıyorum.
Köy enstitüleri dönemin koşullarına göre bence çok başarılı bir modeldi.
Türkiyede her başarının bir cezası olduğu gibi bu başarıyı da cezalandırdılar ve bitti. İki nedenden dolayı bence Atatürkçülük yerine Kemalizm terimi kullanılmadır;
1-)Atatürkçülük artık şemsiye olamayacak kadar çok yıpratıldığı için.
2-)Kemalizm uluslararası dile girdiği için. Kemalizm ideolojisinin temeli, Mustafa Kemal daha genç bir subayken kafasında oluşmaya başlamıştı.
Erzurum kongresi öncesinde, 8 Temmuz sabaha karşı Mahsar Müfit Kansu'ya aldırdığı notları biliyoruz;“Zaferden sonra şekli hükumet cumhuriyet olacaktır. Bu bir...İki, Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icabeden muamele yapılacaktır.Üç, fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.” Kalem, Kansu’nun elinden düşmüştü. Şaşkın “Darılma, ama paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var” dediğinde de, Mustafa Kemal gülmüştü: “Bunu zaman tayin eder, sen yaz...Beş,Latin harfleri kabul edilecek.”
Olayın gerisini Mazhar Müfit Kansu anılarında şöyle anlatıyor: “Paşam kafi, dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile ‘Cumhuriyet ilanına muvaffak olalım, üst tarafı yeter’ diyerek defterimi kapattım.”
7 notes · View notes
gundemarsivi · 1 year ago
Text
Tumblr media
Kapitalizmde Din ve Moda
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/kapitalizmde-din-ve-moda/?amp=1
“Bir ülke karanlıktır, bir sokağı sönükse.”
Özdemir Asaf
Tüketilen emeğin karşılığının ödenmediği bir dünyada yaşıyoruz. Yaşam koşulları her geçen gün daha çok kötüleşmekte. Kapitalist sistemin odağındaki holdingler-tröstler devletin içine öylesine yerleşmişler ki siyasal yapıdaki zayıf karakterli, zaafları olan, egoist, halkına karşı öfke kusan zalimleri yanına çekerek gelirlerini arttırıyorlar.
Karşılıklı kazanca dönüşen sistem kurgusunda arada aykırı sesler yükselse de biri diğerinin zimmetine geçirdiği emtianın dışarıya sızdıracağı kaygısıyla her iki tarafta suskunluğa bürünmekte!
Yasaların bir ya da birkaç kişinin dudağında bulunmasından dolayı da hak arama makamları kapı-duvar durumuna geçmekte! İnsanlık tarihi direnme üzerine gelişmesine karşın: grev; toplu iş bırakma, miting yapma kamu düzenine zarar verebilir kaygısından dolayı yasaklanmıştır.
Özgürlük kavramı içi boşaltılmış olduğundan yalnızca soluk alıp verme düzeyine indirgenmiştir. Kişi kutsal hakları dışında eylemde bulunamaz, camiye gider namazınızı kılabilirsiniz. Ramazan ayında ya da üç aylarda oruç tutmanın önünde hiçbir engel bulunmamaktadır.
Paranız varsa kurban da kesebilirsiniz. Devlet gücünün denetiminde “hilafet bayrağı” açarak yürüyüş yapabilirsiniz. Kendi doğruları içerisinde sarıklı, cübbeli, takkeli zevatı ileride oluşturulacak başka bir yönetim biçimi için gereksinim duyulacak şiddeti demlemek gerekiyor bu arada!
Eğer sosyal yapınız zayıflamışsa, dinsel yönetimin önermelerini ciddiye alarak, öteki dünyada inançlı kişilere sunulacak olan varsıllığa kendinizi hazırlamanız gerekiyor.
Şükürden yana değil de Nietzsche derinliğinde bakıyorsanız “Ben gönlünü müsrifçe harcayanı severim… Ben gönlü yaralıyken bile derin olanı, hiçten bir şeyle yok olanı severim. Ben kendini mahvedebileni severim.“ ve bu özgüven içindeyseniz, yaşama ket vuran tüm yanılsama-aldatma çarkının dişlisine yumruğunuzu sokacaksınız. Unutmayalım “Cesaret bankaya yatırılabilecek bir şey değildir!” der Trevanian, Şibumi adlı yapıtında!..
“Kininize sahip çakacaksınız!”
Söylemini asla boşa almayın. Hatta bu tümceyi unutmamak için bir fiyonk gibi yakanıza takınız. Yalçın Küçük hocamızın bir tümcesini hiç unutmam “Kin insana akıllı işler yaptırıyor.” ve devamında da ”Umudu olanların korkusu olmaz .”
Günlük yaşamımızı çembere alan, yaşamımızı arzu edilene odaklayan MODA bir de var yanılsatma ışığının içinde. Kapitalizmin dinden sonra varlığını borçlu olduğunu en önemli kurumdur bu. Kim ne denli ayırdında bilemiyorum…
Saç kesiminden tutun da günlük giyim kuşamımıza yön verilirken cinsiyet yitimine uğruyoruz. Bakunin’in çok değer verdiğim “Yıkma arzusu aynı zamanda yaratma arzusudur.“ sözünü okuduktan sonra belleğinizde bir dolaştırınız!..
Postmodernizm salatası içerisinde gelecekte kadın-erkek cinsiyeti tekilleşecek; bu doğru mu? Kısmen doğru! Bakımlı erkek, bakımlı kadın; metroseksüel olarak sahnelendi. Dar paça, yüksek kesim pantolonu ve topuksuz çorabı giyen yüz kiloluk erkekler ışıklı caddelerde yürürken kollarında botoks ve silikon dolgulu kadınlar… Bi acayip saç kesimleri…
Tüketim ekonomisi ne istiyor?
Din ve Modanın yüceltilmesini! Görsel yansıması yüksek, ışıltılı bireyler ortalıkta saman dolu kafayla konumlanmakta! Ülkenin-ülkelerin eğitim düzeyi sıfırlanmış, görsel sunumun yan çıktısını da inanç temelli göksel güç…
Kapitalizm sarmalında din ve moda yaşamımızı kalıplara sokuyor…
Ne yazık ki içine girdiğimiz kalıbı bir süre sonra kanıksıyoruz. Ona sığınıyoruz.
Sözü fazla uzatmadan Prof. Dr. Tarık Zafer Tuna‘ya hocamızın ‘Devrim Hareketleri İçinde‘ adlı çalışmanın çok önemli vurgusunu burada alıntılanmak istiyorum:
“Türkiye, Türk Devrimi’nin , Türk Milli Kuruluş Hareketinin eseridir. Osmanlı kayasından çıkarılan, siyasal yönleriyle dip diri bir organizmadır Türkiye… Sultanların kaftanları, tahtları yanına ve Hazine Dairesine konacak müzelik bir süs eşyası değildir Türkiye…”
Biz ulusumuzun varlığı için ömrümüzü verecek kadar vatan severiz. Koşullar olgunlaştıkça yurttaşlık bilinci yükselecektir; kapitalizmin azgınlığını, dinin çürümüş yapısını, modanın evrensel gözboyama düzeneğinin önünü açan her güç yok edilir bir gün! O gün hangi gün?
İnsanın alacası içinde, hayvanın alacası dışında!
04 Ocak 2024
Atina
Anıl Güven
0 notes
yusufserkan · 5 years ago
Text
Sosyalist Rosa Luxemburg'un 1900 yılında yazdığı broşürün başlığıydı bu:
Reform mu? Devrim mi?
Soru hâlâ tartışma konusudur.
Peki…
Cumhuriyet ilanı; reform mudur, devrim midir?
Yanıtı Mustafa Kemal “Nutuk” eserinde ayrıntılı veriyor.
Yola çıktığı kurmay kadro ile aralarında “saltanat”, “hilafet” ve “Cumhuriyet” ilanı konusunda fikir ayrılığı olduğunu uzun uzun anlatıyor.
İlk ayrılık saltanat konusundaydı.
İtilaf Devletleri, 28 Ekim 1922'de Lozan'da toplanacak Barış Konferansı'na Ankara Hükümeti ile birlikte İstanbul'daki saltanat temsilcilerini de davet etti. Ankara bunu kabul edemezdi…
Tam o günlerde Ankara'da Mustafa Kemal'in saltanatı kaldıracağı konuşulmaya başlandı.
Sözü Nutuk'a bırakalım; Atatürk anlatıyor:
-“Rauf (Orbay) Bey, bir gün Meclis'teki odama gelerek benimle bazı önemli konuları görüşmek istediğini ve akşam Keçiören'de Refet (Bele) Paşa'nın bağ evine gidersem daha rahat konuşabileceğimizi söyledi.
Rauf Bey'in teklifini kabul ettim. Fuat (Cebesoy) Paşa'nın da orada bulunmasına izin vermemi istedi. Onu da uygun gördüm.
Refet Paşa'nın evinde dört kişi toplandık. Rauf Bey'den dinlediklerimin özeti şuydu: ‘Meclis, saltanat makamının belki de hilafetin ortadan kaldırılması görüşünün benimsenmiş olduğu endişesiyle üzgündür. Sizden ve sizin ileride benimseyeceğiniz tutumdan şüphe etmektedir. Bu bakımdan Meclis'e ve dolayısıyla millet kamuoyuna güven vermeniz gerektiğine inanıyorum.'
Rauf Bey'e saltanat ve hilafet konusundaki düşüncesinin ne olduğunu sordum…”
“NANKÖR DEĞİLİM”
Mustafa Kemal'in sorusunu şu yanıtı verdi Rauf Orbay:
-”Ben,” dedi, “Saltanat ve hilafet makamına vicdanımla ve duygularımla bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın ekmeği ve nimetiyle yetişmiş, Osmanlı Devleti'nin ileri gelen adamları sırasına geçmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim ve olmam. Padişaha bağlılık borcumdur. Halife'ye bağlılığım ise terbiyem gereğidir. Bunlardan başka, genel bir görüşüm de vardır. Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. O da saltanat ve hilafet makamıdır. Bu makamı ortadan kaldırıp onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felakete ve büyük acılara yol açar. Bu da asla doğru olamaz…”
Atatürk bu sözlerden sonra karşısında oturan Refet Bele'ye fikrini sordu. Şu yanıtı aldı:
– “Rauf Bey'in düşünce ve görüşlerinin hepsine katılırım. Gerçekten de bizde padişahlıktan ve halifelikten başka bir idare şekli söz konusu olamaz…”
Bu kez Atatürk Fuat Paşa'nın düşüncesini öğrenmek istedi. Paşa Moskova'dan yeni döndüğünden durumu, halkın duygu ve düşüncelerini daha yeterince incelemeye vakit bulamadığından söz ederek, görüşülen konu üzerinde kesin bir düşünce ve görüş ileri süremeyeceğini bildirdi ve özür diledi…
MESELENİN ÖZÜ
İstanbul Şişli'de vatanı kurtarmak için yan yana gelen silah arkadaşları Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy (ve onlarla birlikte hareket eden Kazım Karabekir) ile Atatürk'ün yolları böyle ayrıldı.
-Atatürk, saltanatı kaldırdı ve bu arkadaşları karşı çıktı.
-Atatürk, Cumhuriyet'i kurdu ve bu arkadaşları karşı çıktı.
-Atatürk, hilafeti kaldırdı ve bu arkadaşları karşı çıktı.
Meselenin özü şuydu:
Atatürk devrimciydi.
Bu silah arkadaşları ise reformcuydu. Mevcut düzeni devirmeksizin, statükoyu geliştirerek politik ve sosyal değişimlere ulaşmaktı amaçları… Osmanlı'nın da sonunu getiren Tanzimat kafasıydı bu! Ve…
Devrimciler ile reformcular arasındaki mücadele 1839 yılında ilan edilen Tanzimat'tan beri sürüyordu!
Atatürk, Tanzimat reformuyla tam kurtuluşun sağlanamayacağını bilecek donanımda gerçekçi bir devlet adamıydı. Savaşta kazandığını masada kaybetmek istemiyordu; hedefi tam bağımsız Türkiye idi…
Cumhuriyet ilanı, Türk tarihinin en büyük devrimi oldu.
Tanzimat reformcuları yenildi.
Cumhuriyet devrimcileri kazandı.
Ne diyor K. Marks:
“Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir.”
Cumhuriyet Bayramı'nız kutlu olsun.
4 notes · View notes
operasyon · 2 years ago
Text
10 Kasımda liboşlarla bağlantılı bir kaç tespit yapacağım.
Liboşlar yani Ahmet Altan gibi adamların geçmiş sisteme yönelik eleştirileri genellikle doğruydu.
Sivil siyasetin üstünde bir asker ağırlığı vardı. Demokrasinin eksiği gediği vs... eyvellah.
Yalnız sinsilik şurdaydı.
Geçmiş sistemin hataları nasıl düzeltilecek? Yerine ne konulacak?
Böyle soruları ne kendilerine soran oldu. Ne de yanıtlamak istediler. Hep birlikte rejimi yıkmak istiyorlardı. Yerine ne önerdiklerini sadece kendileri biliyordu.
Sonuçta çoğu fetullahın, yada ab’nin yada abd’nin desteklediği fonlarla yaşadıklarından, onlar ne önerirse, eski rejimin yerine konulacak da oydu.
İyi de fetullah yada ab yada abd bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hasta? İyi bir çözüm önerebilir mi halkın yararına?
Kötü, sorunlu bir şeyi yıkıp yerine daha kötü, daha sorunlu bir şeyi koyacaksan eskisini yıkmanın gereği var mı?
Normalde yok. 
Ama propaganda gücüyle sanki devrim yapıyormuş havası estirdiler. Geldiğimiz hal ortada.
---
Bu noktaya geleceğini gördüğümden liboşların ülkeye tuzak kurduğunu görebiliyordum ama ne yapılabilir?
Göz göre göre olanlar oldu. Çünkü biz dağınıkken onlar derli topluydu. Biz plansızken onların hedefleri yol haritaları çoktan hazırdı.
----
Neden bu girişi 10 kasımda yaptığıma gelince.
Aynı çakalaca tuzak Mustafa Kemal konusunda da sergileniyor.
Tıpkı yıktıkları cumhuriyette olduğu gibi Atatürk’ün eksiğini gediğini, yaptığı yanlışları ortaya sürüp, toplum kesimlerine işte bu adam size şunu yapmıştı. Şu akdar adamınızı astırdı, caminizi kapattı, ezanı türkçe okuttu, alfabenizi yoketti, dersimi yaktı yıktı, mustafa suphileri öldürttü vs vs..
Her ideolojide, her etnik kimlikte kimselerin nefretini çekmesi için bir sürü tarihsel örnek atarlar ortaya. 
Yalnız tamda yıktıkları cumhuriyet gibi Mustafa Kemal’in yerine ne  koyacaklarına dair bir yanıt yoktur!!!
Hadi bütün eleştirileri kabul edelim. Hepsi doğru olsun.
Mustafa Kemal’in yerine ne koyacaksınız? Nasıl bir sistem önereceksiniz?
---
Yanıtı düşünebiliyor musunuz?
Yanıt Mustafa Kemal’i mumla aratacak, çok daha kanlı, çok daha zalim, çok daha yıkıcı, çok daha gerici bir sistem önerisi olacaktır. İşte hilafet, saltanat vs.. bunlara bağlı kanlı diktalar.
Var mı başka demokratik bir alternatifleri?
Yok. Yaptıkları yapacaklarının kanıtı ve zaten yaptıkları da demokrasi de bir yere konabilecek işler değil.
Öyleyse nedir?
Hangi maske içinde olursa olsun Mustafa Kemale karşı olmak gericilerin hizmetinde bir liboş olmaktır. Ahmet Altan olmaktır.
---
Mustafa Kemal de tabi ki eleştirilebilir. Tabi ki sevmeyen sevmez. Tabi ki her tarihsel kişilik gibi yanlışları eksikleri olmuştur. Herkes konuşabilir.
AMA insan hiç olmazsa bu sevgisizliği sergilerken, bu eleştirileri yaparken, kendisinin nerde durduğunun, ne olduğunun bilinçlice farkında olmalı.
Bende bir kişilik olarak onu her şeyiyle tarihsel konumunda değerlendiriyorum ve bence artıları fazla gelen bir adam. Bu yüzden istisna bir adam.
Bu gün tivıtırda da aynı cümleyi yazdım.
İyi ki vardılar.. iyi ki varlar.
Okullarda bu gün nutuklar eşliğinde sıkıcı anlarla anılacak geçilecek olsa da, az sayıda gönlünde adalet taşıyan insanın gönlünde olmaya devam edecek.
0 notes
yorgunb1radam · 7 years ago
Note
Bir insan nasıl Atatürk'ü sevmez
Onlar şey ya, her şeyi bilenler ^^ Her şeyi bilmek için tek bir şey yapmanız gerekir çünkü: ‘Hiçbir şey yapmamak’ .. Cehalet, bilgisiz olmak. Arapça: Cahil, cehalet, cahili cühela vekili ukala. Bilgin olmaz fikrin olur.. iddia eder, tutturur, yargılar, hatta infaz edersin. Nazım haklı beyler, bayanlar, ‘biraz akrep gibisin.Tabii ki herkes Mustafa Kemal Atatürk'ü sevmek zorunda değil, eleştirebilirsin, yanlış yaptığı şeyler olduğunu da düşünebilirsin ama hayatını şu memleketteki insanlara okuma yazma öğretmeye, anlayabilecekleri ve dertlerini anlatabilecekleri yeni bir dil, bir alfabe oluşturmaya adamış bir insanı basit cümleler ve buraya yazamayacağım kadar çok imla yanlışıyla, hiç okumadan eleştirmeye çalışınca komik oluyor. Ortodoks Sünni kesimi var bir de tek dertlerinin hilafet ve arapça ezan olduğunu görebiliriz. Bu adamlara hilafeti ve arapça ezanı ver ama ülkeyi yabancılara peşkeş çek. Gerçi bunu uygulamalı olarak da görmekteyiz. Yunanlı, İngiliz ve diğer yabancı ülkeler gelip ülkene çöreklensin, elektriğini, madenlerini, toprağını, ticaretini, internetini, binalarını onlar sana versin, yapsın, alsın, önemli değil ya da Kurtuluş Savaşını kazanıp bu ülkeye bir millet olma, devlet olma, modern bir ülkede yaşama şansını ver gene önemli değil. Arapça ezan ve hilafet, tamamdır bitti. La bu adam siz anlamını öğrenebilin diye Kuranı Kerimi neden tercüme ettirdi. Mustafa Kemal Atatürk şöyle demiş dinin lüzumluluğu konusunda, “Evet, din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletin devamına imkan yoktur. Yalnız şurası vardır ki, din Allah ile kul arasındaki kutsal bir bağlılıktır. Mutaassıp İslamcıların, din komisyonculuğuna izin verilmemelidir. Dinden maddi çıkar sağlayanlar alçak kişilerdir. İşte biz, bu duruma karşıyız. Buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan kimseler, saf ve masum halkımızı aldatmışlardır. Bizim ve sizin mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir.” Hey gidi hey, 1923 de bu ülkenin okuma yazma oranı %5-8′deydi. Hala da devam ediyor tabi o kadar devrim falan nafile fayda etmedi. Bunlar tarihi bir iki farklı yayını da geçtim, tek bir kitap bile okumadan, bir insan evladı sırf öyle dedi diye her şeye inanırlar. Bir de araya dersimi falan sıkıştırmışlar sos olsun diye sanki çok umurlarında dersim. Siyanürden dersim halkı zehirlendi, hayvanları öldü mahsülleri telef oldu.. Yardıma gittik.. bunların %99′u yardıma gelmemiştir, yardım etmemiştir. Bu cahiller, diğer cahiller gibi; bilmediğini bilen ve bilmediğini bilmeyen olarak ikiye ayrılırlar bir de. Bizim ne yapmamız gerek; Konfüçyüs ne yap diyor? Bildiğini bilmeyene öğret, bilmediğini bilmeyenden de kaç :D Yani çok karşınıza çıkmıştır. Bilmediklerini bildikleri konusunda ısrarcıdırlar, keserler, biçerler, savaş çıkarırlar. Aşık Veysel’in de dediği gibi “İnan sana değil kastım, cahille muhabbeti kestim” .. Neyse konuyu çok genelledim ama İnsanların en zayıf tarafları sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır. “Onlar bir değil, beş değil, yüz milyonlarladır maalesef. Koyun gibidirler, Gocuklu Celep kaldırınca sopasını sürüye katılı verirler hemen” 
117 notes · View notes
ahiskali66-blog · 5 years ago
Text
HAİN ZİHNİYET
Bir sel gelir 1920'li yıllarda. Önüne aldığı birçok âlim ve masum insanı alır götürür. Geriye hiç dokunulmayan, her anımsayışta kanayan ve sessizce konuşulan hikâyeler kalır... İstiklâl Mahkemeleri'nden bahis açıyoruz...
Herkesin korkup köşelerine çekildiği bir zamandır 1920-1927 tarihleri. İstiklâl Mahkemeleri'nin kurulduğu bu zaman dilimi, Cumhuriyet tarihinde en çok tutuklamanın yapıldığı yıllardır. Bu dönemde hiçbir menfi harekete bulaşmadan sadıkane yolunda yürüyenler ne yazık ki mazlum oldular. Üstad Necip Fazıl Kısakürek, 1969 yılında yazdığı 'Son Devrin Mazlumları' kitabının takdim kısmında bu insanlar için "Bu eser, tarih boyunca büyük mazlumlardan sonra 'beklenmesi ve ona eklenmesi' gereken bir bahsi çerçeveliyor. İman ve ideal uğrunda umumi mazlumluk davasının çok yakından, öz hayatımızdan, yakın tarihimizden ele alınması ve hususi planda gösterilmesi..." ifadelerini kullanır. Necip Fazıl, pek çok kalemin yazmaktan çekindiği din mazlumlarından Ulu Hakan Abdülhamit, Şeyh Sait, İskilipli Atıf Hoca, Esad Erbilî Hazretleri, Bediüzzaman Said Nursî ve Dersim mağdurlarının yaşadıklarını şahitlerden de dinledikleriyle cesur bir dille anlatır. Var olan bilgilerin üstüne yenilerinin de eklenmesi gerektiğini düşünen Necip Fazıl, bu büyük bahsin öne çıkan isimlerinin hikâyelerini kaleme alırken gelecek nesillere de yol gösterir: "Siz de ekleyin, dile getirin!"
Bugün Dersim ve 12 Eylül arşivlerini okuyan, şahitlerini dinleyen Türkiye, tarih kitaplarında yer bulamayan İstiklâl Mahkemeleri'ni de yeniden konuşuyor. Zira idamlar neticesinde hapishanelerde hayatı bitirilen ya da sürgüne gönderilen bu insanların hayatları ve geride bıraktıkları hâlâ tarihin karanlık sayfalarında yer alıyor. Üstad Bediüzzaman Said Nursî de aynı yargılama sürecinde idam edilmese de 1926'dan 1934'e kadar insanlarla irtibatı kesilir, kuş uçmaz kervan geçmez bir dağ köyü olan Barla'da göz hapsinde tutulur. Bizler bu dönemin en meşhur şahsiyeti İskilipli Atıf Hoca'nın hayatını Mesut Uçakan'ın çektiği 'Kelebekler Sonsuza Uçar' filminden ve hakkında yazılan kitaplardan az da olsa biliyoruz. Fakat ya diğerleri? Onlar hakkında neler biliyoruz?
Saydığımız isimlerin hikâyelerine geçmeden önce İstiklâl Mahkemeleri'nin tarihçesini kendi şartlarında okumaya çalışmak istiyoruz. Çünkü Millî Mücadele dönemi ve sonrası Anadolu halkı için maddî ve manevî her açıdan zorlu bir süreci içerir. Bu sebeple yurdun dört bir yanında düşmanla mücadele eden Ankara hükümeti, meşru sınırları çizmek için uğraşır. Bu sırada huzur ve güvenliği sağlamak, asker kaçaklığının önüne geçmek, düzenli orduyu kurmak için merkezi otoriteyi gerçekleştirecek bir metot aranır. Otorite için devrim yöntemleri çare görülür. 29 Nisan 1920'de Mehmet Şükrü Bey'in TBMM'ye verdiği önergeyle 'Hıyanet-i Vataniye Kanunu' kabul edilir. Tehdit unsuru sayılan hareketlere karşı daha sıkı tedbir almak isteyen Dr. Tevfik Rüştü Bey, Mustafa Kemal'e İhtilâl Mahkemeleri kurulması için bir öneri verir. Özel kanunla belirlenen mahkemenin adı daha sonra İstiklâl Mahkemeleri olarak değiştirilir. Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa da 14 İstiklâl Mahkemesi kurulması için öneride bulunur ve mahkemeler Temmuz 1921-Ekim 1923 tarihleri arasında çalışır. İlk olarak Kastamonu, Konya, Samsun ve Yozgat'da kurulir ve 17 Şubat 1921'e kadar yaklaşık beş ay kadar çalışır. Bu dönemde casus, bozguncu, eşkıya, hain, asker ailelerine tecavüz edenler en ağır şekilde cezalandırılır. Çerkez Ethem, Atatürk'e suikast, komünist kuruluşlar gibi davalara bakılır. Sonuçta 54 bin insan yargılanır, 1054 insan idam edilir, 43 bin kişi ise sürgün ve hapis cezası alır.
1923'te tekrar açılan ikinci dönem İstiklâl Mahkemeleri, 1927'ye kadar faaliyet gösterir. Bu mahkemelerdeyse asker kaçakları, Kurtuluş Savaşı'nda düşmana yardım edenler ve isyan çıkaranlar yargılanır. Mahkeme, 29 Haziran 1925 tarihinde Diyarbakır'da Şeyh Sait ve 46 destekçisini idam eder. Sonrasında ise Cumhuriyet'in ilanını eleştirenleri, hilafet ve saltanat propagandası yapanları yargılamak için İstanbul ve Ankara İstiklâl Mahkemeleri kurulur. Ulusal otoriteyi sağlamak için kurulan bu mahkemeler bir süre sonra binlerce masum ve mazlum insanın idam edildiği bir yapı haline gelir. Ankara İstiklâl Mahkemeleri'nin Başkanı Ali Çetinkaya nam-ı diğer Kel Ali, savcısı Necip Ali Küçüka ve üyesi Kılıç Ali'dir. İşte bu 'Üç Ali', yapılan birçok haksız yargılamayla hafızalara kazınır. İstiklâl Mahkemeleri'nin en temel özelliği ise yargılananların itiraz yani temyiz hakkının bulunmamasıdır. Mahkemelerde yargılananların birçoğu aynı gün içerisinde tutuklanır, yargılanır, cezalarını alır ve idam edilir. Ali Çetinkaya'nın Ankara İstiklâl Mahkemesi ceza dağılım cetveline göre vicahen, gıyaben ve müeccelen verdiği idam kararlarının toplamı 2470'tir. Salben (asılarak) gerçekleştirilen idamlarda kadrolu olarak görevlendirilen Keskinli Cellât Kara Ali, Tanin gazetesinde kendisiyle yapılan bir röportajda: "Ben Ankara'da 6128 kişinin sehpada ipini çekmişim." der.
Birçok âlim ve münevver insan idam edilirken dillerinde sadece duaları vardı. Geride ise memleketini terk etmek ya da soy ismini değiştirmek zorunda kalan aileleri. Şimdi, mağdur olan binlerce kişiden sadece birkaçının yaşadığı trajediye ayna tutalım...
HEM DİN ÂLİMİ HEM AKTİVİST: İSKİLİPLİ ATIF HOCA
Cellâdı Kara Ali midir bilinmez ama bu dönemde idam edilenler arasında öne çıkan ilk isim şüphesiz 82 yıl sonra mezarı bulunan İskilipli Atıf Hoca'dır. Fatih Dersiamı, medaris müfettişi, Kabataş idadisi Arapça öğretmenliğinin dışında hem fikir üreten hem eylemlere katılan bir aktivisttir o. Aynı zamanda 15 Mayıs 1919 İzmir işgalini Beyoğlu'ndaki İngiliz elçiliğinde protesto eden ilk aydın, Milli Mücadele'yi canı yürekten destekleyen bir vatanperverdir. Bediüzzaman, Mehmet Âkif, Ahıskalı Ali Haydar, Eşref Edip ve Ali Şükrü ile birlikte aktüel yazılar yazar. Batılılaşmayı eleştiren 'Frenk Mukallitliği' kitabını Şapka Kanunu'ndan tam 18 ay önce yazdığı halde, söz konusu kanuna muhalif olduğu gerekçe gösterilerek 7 Aralık 1925'te evinden alınarak Ankara'ya gönderilir. "Baba beni kimlere bırak��p da gidiyorsun?" diye ağlayan kızı Ayşe Melahat, babasını en son o gün görür. 3 Şubat 1926 tarihinin gecesinde İskilipli Atıf Hoca dört sayfalık savunmasını hazırlar. Rivayete göre ranzaya yaslandığında Peygamber Efendimiz'i (sav) rüyasında görür. Resûlullah'ın "Atıf, neden bize kavuşmayı erteliyorsun?" hitabıyla uyanınca savunmasını yırtıp atar. Dört gün içine sıkıştırılan dört duruşmadan sonra 4 Şubat 1926'da eski meclisin önünde Babaeski Müftüsü Ali Rıza Efendi ile birlikte asılarak idam edilir. Yıllarca baskı altında kalan akrabaları da resmî platformlarda İskilipli Atıf'ın adını ağızlarına alamaz, köylerini terk eder. Birçoğu gibi naaşı ve mezarı ailesinden saklanır. Kabri, daha 2009'da eski Hatay Milletvekili Mehmet Sılay tarafından bulunur, cenaze namazı kılınır.
ŞEYH ESAD ERBİLİ HAZRETLERİ
Anne ve baba tarafından seyyid olan Erbilli Şeyh Esad Efendi'nin dedesi Şeyh Hidayetullah Efendi, Mevlânâ Halid-i Bağdadi Hazretleri'nin Erbil Halifesi'dir. Hem Nakşî hem de Kadiri icazeti alan bir âlimdir. 1883'de İstanbul'a gelir. Fatih Camii'nde ders okutur. Ünü kısa zamanda yayılan Erbilî Hazretleri'ni Abdülhamid Han'ın damadı Halid Paşa saraya davet eder, sohbetlerinden istifade eder. İstanbul'da bütün tarikatları aynı çatı altında toplayan heyetin isteğiyle Şeyhler Heyeti'nin reisi seçilir. Cumhuriyet'ten sonra bir kenara çekilir, zikir ve ayini terk eder. Yalnız ilmî ve dinî sohbetler yapar. 1925'te İstiklâl Mahkemeleri ile başlayan rüzgâr onu da içine alır. Zira 1930'da özellikle Nakşîler aleyhinde kampanyalar başlar. Menemen olayında ise bir numaralı suçlu olarak gösterilir. Başlarına gelecekleri fark eden oğlu Ali Efendi babasına, "Babacığım, ben havayı beğenmiyorum. Etrafımızda uğursuz gölgeler dolaşıyor. Evimiz ve sokağımız tarassut altında. Bir tedbir alalım. Mesela köşkteki kalabalığı dağıtalım, onları memleketlerine gönderelim. Biz de göz önünden silinelim." der. Esad Erbili Hazretleri ise acı bir tebessümle şu cevabı verir: "Allah'ın takdiri neyse o olacaktır. Bana öyle geliyor ki, ok yaydan çıkmış ve hakkımızda karar alınmıştır. Yani tedbir zamanı geçmiştir." 23 Aralık 1930'da tutuklanır, Menemen'e sevk edilir. İdam talebiyle yargılanır fakat o sırada yaşı 90'ı geçtiği için yürümekte bile zorlanıyordur. Cezası müebbede çevrilir. Oğlu Ali Efendi ise idam edilir. Üremi tedavisi için Menemen'e askerî hastaneye gönderilir. Tedavisi devam ederken 4 Mart gecesinde vefat eder. İddialara göre damar içi enjeksiyon ile zehirlendiği söylenir. Cenazesi ailesine verilmez, Menemen'de defnedilir.
MEVLEVÎ İBRAHİM HAKKI EFENDİ
Boranın ortalığı kavurduğu bu dönemin başka bir şehidi de Mevlevî İbrahim Hakkı Efendi'dir. Erzincanlı Mevlevî Şeyhi İbrahim Hakkı Efendi, vaaz ve eserleriyle halk arasında çok sevilen bir ilim adamı, Sultan Abdülhamit ve Reşad döneminde saray vaizidir. 1915'de Erzincan ve çevresinde topladığı Mevlevî gönüllüleriyle gittiği Kanal Savaşı'ndaki mücahitlerdendir. Cevval biri olarak bilinir. Atıf Hoca'nın idamından 4 ay sonra Erzincan'a gelen İstiklâl Mahkemeleri, Ankara'dan aldığı emirle İbrahim Hakkı Efendi'yi arar ama bulamaz. Gıyabında gerçekleşen tek celsede, asılarak idam kararı çıkar. Bu sırada Kemah'taki köyünde olan İbrahim Hakkı, askerlerin geleceği gün rüyasında Peygamber Efendimiz'i (sav) görür ve ailesiyle helalleşir. Sabah ezanı okunduktan sonra namaza durur. İkinci rekâtta secdede ruhunu Rahman'a teslim eder. Hakkında arama emri bulunduğu için oğlu babasının vefatını jandarmaya haber verir. Seyyar mahkeme doğrulatmak için bir heyet gönderir. Mezarın açılmasını isteyen askere köylü karşı çıkar ama beş gün önce defnedilen cenazenin yüzü açtırılır, köylüye onaylatılır. Kefeniyle birlikte çıkarılan cenaze kurulan darağacında asılır. Kemah Nahiye Müdürü'nün "Adamcağız zaten ölmüş niye asıyorsunuz?"sorusuna verilen cevap şöyledir: "Mahkeme asılarak idamına karar vermiş. Biz kararı yerine getiriyoruz."
'VERGİ DE VERECEĞUZ, SERPUŞ DA GİYECEĞUZ'
Rize'de ise başka bir vahim tablo vardır. Modernleşmenin simgesi olan şapkayı giymek istemeyen kentin kıyıları bomba altında bırakılır. Bu görev ise Balkan Savaşları'nın ünlü Hamidiye zırhlısına verilir. İki gün süren top atışından sonra Rize'ye gezici İstiklâl Mahkemesi gelir. Top atışıyla ölen ve yaralananların dışında 143 kişi bu mahkemede yargılanır. Bir günde yapılan yargılamada 8 kişiye idam cezası verilir ve infazlar gerçekleştirilir. 55 kişi de farklı hapis cezalarına çarptırılır. Bu ailelerin birçoğu korkudan soyadlarını değiştirir. Köylüler o gün söyledikleri bir deyimle yaşananların ironisini de ortaya koyar: "Atma Hamidiye atma, vergi de vereceğuz, serpuş da giyeceğuz."
'BENİM ADIM MAŞALLAH!
ŞAPKA GİYMEM İNŞALLAH!'
Kurtuluş Savaşı'nda kahramanlığıyla bilinen Maraş'ta ise Cuma namazından sonra halk şapkayı protesto eder. Halkı kuşatan asker camiye sığınanları teslim alır. Tutuklanan 63 kişi zincirlenerek Adana'ya sevk edilir. Mahkûmlar öyle bir haldedirler ki biri düşse hepsinin canı yanar. Adana'da kaldıkları hücrede ise hayvan bile barınamaz. Bu muamele sebebiyle tutuklu Maraşlılar, Milli Mücadele döneminde başlarına taç ettikleri mahkeme reisi Kılıç Ali'ye "Şimdi bizi bu pislik kuyusuna atmayı nasıl reva görüyorsunuz?" der. Kılıç Ali'nin cevabı ise "Sabırlı olunuz, yakında hepinizi kurtaracağım." olur. Ama tutukluların birçoğu idam edilir. Aralarında ise ağzından eksik etmediği 'Maşallah' kelimesiyle bilinen Maşallah Ali Efendi'ye son kez şapka giyip giymeyeceği sorulur. Ali Efendi şehadet getirdikten sonra şöyle der: "Benim adım Maşallah! Şapka giymem inşallah!"
Habere Necip Fazıl'ın tavsiyesiyle başladık, bu süreci anlatan ve başka da söze gerek bırakmayan bir cümlesiyle bitirelim istiyoruz: "Bunların hikâyesini anlatmak ve dinlemek bile bana giran geliyor, azap veriyor. Zulüm gölünün neresinden bir bardak veya bir yüksük su alınsa tahlilleri birbirinin aynı çıkar."
KAYNAKÇA: Necip Fazıl Kısakürek Son Devrin Din Mazlumları, Mehmet Sılay-İskilipli Atıf Hoca, Ahmet Turan Alkan-İstiklâl Mahkemeleri ve Sivas'ta Şapka İnkılâbı Duruşmaları, M. Çetin Baydar Şapka
İstiklâl Mahkemeleri'nde idam edilen tek kadın
İstiklâl Mahkemeleri'nde birçok insanın şapka yüzünden asıldığı bilinir ama biri var ki onun hikâyesine akıl sır erdiremiyor insan.
24 Kasım 1925'te Kahramanmaraş'ta kurulan 23 darağacında bir de kadın vardır: Şalcı Şöhret Bacı. Erzurum'da yetim çocuklarına bakmak için el işi şal örüp çarşıda satan bir annedir o. Devlet birden şapka giymeyi emredince, yayılan dedikodularla birlikte Maraş halkı protesto amacıyla şehir merkezine doğru yürüyüşe geçer. O esnada kadınlar hamamından çıkan Şöhret Bacı'ya "Senin oğlanlar hükümeti taşa tutuyor, git onlara sahip ol." der biri. Fevri bir kadındır Şalcı Bacı. Bohçasıyla hamamdan dışarı fırladığı gibi hükümet konağının önüne gider. Asker ve halk arasında sürtüşme olduğunu görünce evlatlarını aramaya başlar. Bulamayınca, oğullarını askerlerin teslim aldığını düşünür. Annelik duygusuyla bağırarak bohçasındaki takunyaları askerlere fırlatır ve şapka hakkında kötü sözler sarf eder. Ne olduğunu anlamadan tutuklanır, yargılanır ve 22 erkekle birlikte asılır. Rivayete göre, "Ben hatun kişiyim, şapkayla ne işim olur?" dese de dinletemez kimseye. İdam edilirken kadın olduğu anlaşılmasın diye başına çuval geçirilir. Bu süreçte idam edilen ilk ve tek kadın olur.
AHISKALI
0 notes
nusidar · 6 years ago
Text
11 Temmuz 2019 19:45 Güncellendi بسم الله الر حمن الرحيم Hz. Ali'ye göre Kur'an'ın manası besmelededir… ki Besmele harfleri 19, tekrasız 10, bunun 9'u mukattaa harfleridir. Besmeledeki üç isimden الرحمن ELReHMaN ismi üç ayrı Hurufu Mukattaat الٓرٰ حٰمٓ نٓ ELR HM N Rahman hem isim hem Mukattaat ve hem ilk Mukattatı açılımdır. Bu açılım nüzul sıralamasına göre 29 sure başlarındaki 30 Hurufu Mukkataat için geçerli bir kuraldır. Açılımları ile birlikte aşağıda 30 Hurufu Mukattaat nüzul sıralamasına göre verilmiştir... "Rasûlüllâh (S.A.V.) Hazretleri Kur'an-ı Mecidinde (29) sûrenin evvelinde gelen "hurûf-u mukatta"ın âsârı ve havassı vardır. "Sırrı Meknûn"u ve "Mecrûn"u vardır. Hâk Teâlâ Hazretlerinin ilm-i ledunünde dilediği kimseler eğlam eyler. Nitekim Kelâm-ı Kadîm'inde: وٓالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِهٖ İlimde kökleşmiş olanlar biz ona inandık, derler. [Ali İmran suresi; Ayet: 7] buyurmuştur." (Muhyiddin-i Arabi Dürrü Meknun S. 255) Havassı vardır. 30 Hurufu Mukattaat, Kur'an'da ismi/bahsi geçen 30 Peygamber ile ilişkilidir. Herbirinin anahtarı bir Peygamber elindedir… Hurufu Mukattaat'ın olumlu/olumsuz eserleri vardır; Dürrü Meknun, Celcelut ve Divanı İrfan… Q, Altı esas/Kader Esası ile ilgilidir. Bunun birçok olumsuz eserleri vardır… ELR, Mushafta 9. Sırada yer alan Tevbe suresinin son iki ayeti ile ilgilidir. Olumsuz eserleri vardır. 19, hem olumsuz hem olumlu sayıdır: 9/128-129 9+128+129=266 (19x14) … ama olumlu sayı 9'dur... ELR, Sadece Besmele harfleri ve Hurufu Mukattaat harfleriyle Allah'ın 1+99 isimleri ile ilgilidir. On satırdır. Onar isimdir. Her bir satır, B harfi ile başlayan bir isimle başlar ve Mim harfi ile biten bir isim ile biter. Besmele gibi... ELMS, 7. Sure olan Araf suresi/Kur'an'ın 7 harf üzere inmesi ile ilgilidir. Olumsuz eseri ve olumsuz 19 sayısı vardır. Olumlu sayı 7'dir: Nitekim Kur'an القرءان kelimesi 7 harftir. Hem Muhammede verilen 7'dir: 15/87 ÆSQ, celcelut kasidesindeki sır ve ilim ile ilgilidir. Son beyti şöyledir: Muhammedin amcası oğlu Ali sözleridir. Halklar için ilimlerin sırrı (celcelette) topladı… ELM, Divanı İrfan'daki yüzlerce İlahi isimler ile ilgilidir… ELM, Peygamberler için kullanılan Allah'ın isimleri ile ilgilidir... HM, Cevşen(nin ilk on ismi) ile ilgilidir… HM, Hurufu Mukattaat ile ilgilidir. Aşağıda Mushaf sıralamısına göre 30 Hurufu Mukattaat'ın şimdilik özeti verilmiştir. Mekke dönemi ile başlar… Sura üfleme olan Nafh ile biter. نٓ : نور ١ ءادم قٓ : قلم ٢ ادريس صٓ : صادق ٣ نوح الٓمٓصٓ : المصحف ٤ هود يٰسٓ : يا سيد ٥ صالح كٓهٰيٰعٓصٓ : كربلا هلاك يزيد عاشوراء صابر ٦ ابراهيم طٰهٰ : طلبه هجرت ٧ لوط طٰسٓمٓ : طلع سد مغرب ٨ ذوالقرنين طٰسٓ : طائفة سياست ٩ لقمان طٰسٓمٓ : طريقة سلسلة مزمل ١٠ اسماعيل الٓرٰ : الرجال ١١ اسحاق الٓرٰ : الرحيم ١٢ يعقوب الٓرٰ : الرشيد ١٣ يوسف الٓرٰ : الرحمن ١٤ ايوب الٓمٓ : المرسل ١٥ اليسع حٰمٓ : حروف مقطعة ١٦ ذوالكفل حٰمٓ : حليم مظهر ١٧ شعيب حٰمٓ : حديث موسى ١٨ موسى عٓسٓقٓ : علم سر قصيدة ١٩ هارون حٰمٓ : حبشستان مجمع البحرين ٢٠ خضر حٰمٓ : حجة ملك ٢١ اشمويل حٰمٓ : حرب مرتد ٢٢ داود حٰمٓ : حكم ملك ٢٣ سليمان الٓرٰ : الرقيم ٢٤ يونس الٓمٓ : المعنى ٢٥ الياس الٓمٓ : المسيح ٢٦ عزير الٓمٓ : المحراب ٢٧ زكريا الٓمٓرٰ : المريد ٢٨ يحيى الٓمٓ : الميثاق ٢٩ عيسى الٓمٓ : المعجزة ٣٠ محمد Nüzul Sıralaması N : Nûr 1 Adem Q : Qelem 2 İdris S : Sadiq 3 Nuh ELMS : ELMuShef 4 Hud YS : Ya Seyyid 5 Salih KHYÆS : Kerbela Herc Yezîd Æaşûra Sabir 6 İbrahim TH : Talebe Hicret 7 Lut TSM : Tulæ Sed Meğrib 8 Zülkarneyn? TS : Taife Siyaset 9 Lokman TSM : Terîqet Silsile Muzzemmil 10 İsmail ELR : ELRrical 11 İshak ELR : ELRrehîm 12 Yakub ELR : ELRreşîd 13 Yusuf ELR : ELRrehman 14 Eyyub ELM : ELMursel 15 Elyesa HM : Hurûf Muqetteæet 16 Zülkifl HM : Helîm Mezher 17 Şuayb HM : Hedîs Mûsa 18 Musa ÆSQ : Æilm Sir Qesîde 19 Harun HM : Hebeşistan Mecmeæelbehreyn 20 Hızır? / Yuşa? HM : Huccet Melik 21 Samuel HM : Herb Murted 22 Davud HM : Hukm Mulk 23 Süleyman ELR : ELR 24 ELM : ELMeæna 25 İlyas ELM : ELMesîh 26 Üzeyir ELM : ELMihrab 27 Zekeriya ELMR : ELMuRîd 28 Yahya ELM : ELMîsaq 29 İsa ELM : ELMuæcize 30 Muhammed. Mushaf Sıralaması (Özet) الٓمٓ مكة الٓمٓ مدينة الٓمٓصٓ خلافة الٓرٰ مدينة الٓرٰ شام الٓرٰ عراق الٓمٓرٰ قرطبا الٓرٰ قاهرة الٓرٰ استانبول كٓهٰيٰعٓصٓ فترة طٰهٰ انقلاب طٰسٓمٓ طيب طٰسٓ طيب طٰسٓمٓ طيب الٓمٓ مدينة الٓمٓ شام الٓمٓ كوفه الٓمٓ استانبول حٰمٓ دبرنوش حٰمٓ شاذنوش حٰمٓ عٓسٓقٓ كفشططيوش وقطمير حٰمٓ يمليحا حٰمٓ مكثلينا حٰمٓ مثلينا حٰمٓ مرنوش قٓ قرءان نٓ نفخ ELM Mekke ELM Medine ELMS Hilafet ELR Medine ELR Şam ELR Irak ELMR Kurtuba ELR Kahire ELR İstanbul KHYÆS Fetret... TH Devrim TSM Tayyib TS Tayyib TSM Tayyib ELM Medine ELM Şam ELM Küfe ELM İstanbul YS Mehdi S İsa HM… ÆSQ Eshabı kehf ve Kıtmir Q Kuran N Nefh. ... Altı Mukattaat/Yedi Elif Sıralaması Beraet ب B Yunus الٓرٰ ELR Hud الٓرٰ ELR Yusuf الٓرٰ ELR Rad الٓمٓرٰ ELMR İbrahim الٓرٰ ELR Hicr الٓرٰ ELR Nahl ا E * Onüç Mukattaat/Kırk Elif Sıralaması Bismillahirrehmanirrehîm بسم الله الرحمن الرحيم Kuran’da 1 ve 9 numaralı Fatiha ve Beraet/Tevbe sureleri ب B=Ba yani nokta ilmi harfi ile başlar. 114 sure içinde kırk sure de ا Elif harfi ile başlar… (1- Fatiha ب B Bakara الم ELM Ali İmran الم ELM 2- Enam ا E Araf المص ELMS 3- Yunus الر ELR Hud الر ELR Yusuf الر ELR Rad المر ELMR İbrahim الر ELR Hicr الر ELR Nahl ا E 4- Kehf ا E 5- Enbiya ا E 6- Ankebut الم ELM Rum الم ELM Lokman الم ELM Secde الم ELM 7- Sebe ا E Fatir ا E 8- Muhammed ا E Feth ا E 9- Kamer ا E Rahman ا E Vakıa ا E 10- Münafikun ا E 11- Hakka ا E 12- Nuh ا E 13- Tekvir ا E İnfitar ا E 14- İnşikak ا E 15- İnşirah ا E 16- Alak ا E Kadr ا E 17- Zilzal ا E 18- Karia ا E Tekasür ا E 19- Fil ا E 20- Maun ا E Kevser ا E 21- Nasr ا E) Başında ب B ve ا Elif harfi bulunan sureler listendiğinde Berat başındaki B harfinin ardından kesintisiz olarak yedi Elif gelir. Bunlardan 6’sı mukattaat olurken ب الر الر الر المر الر الر ا B ELR ELR ELR ELMR ELR ELR; Fatiha başındaki ب B harfinin ardından kesintili 1’er 2’şer 3’er 4’er ve 7’şer olarak 21 yerde kırk ا Elif gelir. Bunlardan 13’ü mukattaat olup toplamları 41 harftir الم الم المص الر الر الر المر الر الر الم الم الم الم ELM ELM ELMS ELR ELR ELR ELMR ELR ELR ELM ELM ELM ELM. ... Kırk Elif başında B harfinin bulunmasının birçok sebebi var. Kuran’ın ilk harfi B harfidir. Nüzul sıralamasına göre ilk mukattaat noktalı harf N=Nûn’dur. ...
0 notes
zerihcom · 27 days ago
Text
Şam Zorbasını Devirdiniz, O Halde Ondan Sonra İslami Yönetim ve Hilafet Devleti Dışında Hiçbir Düzeni Kabul Etmeyin!
Şam Zorbasını Devirdiniz, O Halde Ondan Sonra İslami Yönetim ve Hilafet Devleti Dışında Hiçbir Düzeni Kabul Etmeyin! Allahu Ekber Allahu Ekber Allahu Ekber, La İlahe İllallah… Allahu Ekber, Allahu Ekber ve Lillahi’l Hamd. Tiranların tahtları sarsıldı ve suçluların saltanatları yıkıldı. 14 yıldır süren büyük fedakârlıklarının ardından Suriye halkı, 8 Aralık 2024 Pazar günü Allah’ın lütfu…
0 notes
onderkaracay · 3 years ago
Text
Tumblr media
🌔 Yakın Tarihin Küresel Planları
Bugün ki yaşadığımız yıkımın ilk planı 24 Ocak 1980 tarihinde alınmış kararlardı. O kararların kısa izahı şudur; milli üretim ekonomisi bitirilecek, özelleştirme ile bir milletin ve devletin tüm varlıklarına yetki faşizmi aracılığı ile el konulacaktı.
Peşinden bu kararların uygulanması için 12 Eylül 1980 askeri darbesi yapıldı.
1983 sonrası siyasi partiler yasası sayesinde bu yıkımın altyapısı ve tüm sömürge düzenleri kuruldu.
2002 tarihine kadar çoğu gerçekleşmiş asıl darbeyi vuracak son müdahale bir proje partisinin iktidara getirilmesi olacaktı.
Dinci bir ideolojinin içinden çıkan bu proje partisi gömlek değiştirerek bu talanı gerçekleştirmeye soyundu.
Liyakat sahibi kadrosu olmayan bu yapı kullanılmaya çok müsait bir yapıydı.
Komünizm ile mücadele adı altında bu topraklar üzerinde ki hesaplar için kullanılan bir cemaat bu anlamda bu boşluğu doldurdu.
1 Mart tezkeresinde sadece iktidarı dizayn etmek yetmeyince muhalefetin dizaynı söz konusu oldu ve gerçekleşti.
Sonra milliyetçileri kendi aralarında bölmek gerekiyordu. İktidarın yanına biri yamandı. Dizayn edilen ve içine sayısızca küresel işbirlikçi sızdırılmış ana muhalefet partisinin yanına da yine küresel çizgide bir milliyetçi parti dizayn edilerek aynı yere hizmet eden iki kutuplu, aynı Amerika'da olduğu gibi bir düzen kurulmak istendi.
Devlet için kurşun atanda kurşun yiyende bizdendir diyen işbirliçi de sahaya sürülüyor şimdi.
Oysa kurşun attıran kurşun yemesi için kullananların taşeronları milliyetçi gibi gösteriliyordu.
İki kutuplu siyasi dengeyi bozacak bir siyasi parti daha vardı. Kırk yılda terör ile halkta bir karşılık buldu. Açılım ile muhatap alınarak büyütüldü.
Federasyon pazarlığı yapacak ve ittifakların hangisi bunu kabul ederse ona destek vererek siyasete yön verecek bir güç olarak hazırlandı.
Her iki ittifak 1921 Anayasasını referans alarak ülkeyi federasyona götürecek bir sürece küresel planın bir talebi olarak milletin karşısına geçip milletin aleyhine siyaset yapıyorlar.
1921 Anayasasında daha devrim yapılmadığı için laiklik yok, hilafet var, etnik bölünme ve federasyon var. Cumhuriyet daha ilan edilmemiş.
Buradan anlaşılıyor ki hedef Cumhuriyeti yıkmak, laikliği ortadan kaldırmak, federasyon ile ülkenin bölünmesinin önünü açmak istiyorlar.
Ekonomisi, kültürü, yaşam biçimi zayıflatılır iken susanlar, göz yumanlar destek olanların Cumhuriyeti yıkmaktan başka ne hedefi kalmış olabilir.
Hayat pahalılığı ile halk neler yaşadığını bile anlayamaz durumda iken bu durumu emperyalizmin çıkarına hizmet edecek bir Anayasa hazırlığı vatana ve millete ihanettir.
Bütün bu hain planları tarihin çöplüğüne atacak olan basiretini kaybetmemiş olan insanlarımız bir araya gelerek bu ihaneti de yenecek başarıyı gösterecektir.
Türk milleti tarihin verdiği bir vizyon ve misyonu sahiptir.
Satılanlar ve kandırılmış olanlar olabilir, hatta onlar bugün en önemli makam ve mevkilerde olabilirler. Bu durum herkesin satılacağı ve kandırılacağı anlamına gelmez. Gün gelir her şey bir anda tersine döner.
Türk milleti dip dalga bir millettir. Yapması gerekeni son anda bile yapabilir. Yapmak zorundadır. Aksi takdirde kendi sonunu kendi getirmiş bir millet olur.
Ulus devlet ve ulus millet tek çözümdür. Küresel sömürgenin önünde ki en büyük engel olduğu için hedeftir.
][ Önder KARAÇAY ][
1 note · View note
origamidenkuslar · 8 years ago
Text
Misal ben devrimci olsaydım, her koşulda devrimi düşünseydim ve devrim için yaşasaydım, haksızlığı ortadan kaldırmak, mücadelemi sonuna kadar sürdürmek, gelir eşitliği sağlamak gibi hayallerim ve heveslerim olsa idi muhakkak ki baş ucu kitabım Ali Şeriati’nin Ebuzer’i olurdu.
‘’Ve açıktır ki, çok geçmeden zihinlerde sorular, sorular ve sorular canlanacaktır: Öyleyse neden halife Osman ipek giyiniyor? Darul hilafe’de en leziz yemeklerle donatılmış sofralar kuruluyor? Öyleyse neden Abdurrahman b. Avf’ın malı yığıldığında minberdeki halifeyle halk arasında engel oluşturacak ve altın külçeleri miras paylaşımında baltayla kırılacak kadar çoktu? Öyleyse neden hilafet şurasında yer alan Zübeyr’in her gün çalışarak kazandıklarını ona getiren tam bin kölesi vardı? Öyleyse neden halifenin akrabası ve Şam Valisi Muaviye Yeşil sarayı inşa ediyordu? Etrafındakilere, dalkavuklarına, şairlere ve tüm yaptıklarını onaylayan alim ve sahabelere efsanevi yardımlarda bulunuyordu. Öyleyse neden Allah’ın kitabına, Peygamber’in sünnetine, Ebubekir ve Ömer’in uygulamalarına sadık kalacağını taahhüt eden Osman sadece Kayser ve Hüsrev’in sünnetine uyuyordu? Öyleyse neden? Öyleyse neden?’’
2 notes · View notes
tur-an53-blog · 7 years ago
Photo
Tumblr media
“Bugün Türkiye mahvolsa bile, Kaşgar’dan İstanbul’a kadar konuşulan Türk diliyle, tekrar bir Türk İmparatorluğu kurarlar. Hazar Denizi’nin güneyindeki İran Türkmenlerinden geçecek olan silsile, müstakbel Cermenlikten, müstakbel İslavlık’tan daha sağlamdır. Arada hiçbir sınır, hiçbir tabii engel yoktur. Bu Türk İslamları, Çinden ta Moskova’ya kadar uzanır ve Ural dağlarından itibaren milli bir bütünlük gösterirler. Artık bugün, her siyaset adamı itiraf eder ki; Rusya Türklerinde bir miliyet hissi uyanmıştır. Bir edebiyat, bir sanayi, bir ticaret vardır. Bunlar yarın için bir devrim hazırlayacaklardır. ….. Bunlar, istilacı Napolyon gibi bir dünya seyahati yapmadılar. Bastıkları toprakları yüzyıllarca yönettiler ve oralara temsil nişanlarını basarak bütün ülkeleri İstanbul yönetimi altında toplamaya çalıştılar. Dünyanın yegane cihangiri Türklerdir. Şarlmanlar, Şarlkenler, Napolyonlar birer aktördürler. Bir ihtiyar Macar’ın dediği gibi: Onların hayatlarına karşılık, Türkiye’nin yüzyılları vardır.” Prof. George White - Hilafet Siyaseti ve Türklük Siyaseti
0 notes
yusufserkan · 5 years ago
Text
Bizi yanlış yola sevk eden kötülükler biliriz ki çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir…” (Atatürk, Adana, 16 Mart 1923)
Bugün 15 Temmuz; Atatürk'ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ne, onun kurumlarına; meclisine ve ordusuna yönelik FETÖ darbesinin yıldönümü… 15 Temmuz konuşulurken bazı şeyler nedense hiç konuşulmuyor. Mesela FETÖ'nün “biat kültürüne” dayanan “bir cemaat” yapılanması olduğu konuşulmuyor. FETÖ'nün özünde “din istismarı” ve “Allah'la aldatmak” olduğu konuşulmuyor. FETÖ'nün, laikliğin içinin boşaltıldığı yıllarda gittikçe büyüyen cemaat-tarikat bataklığında filizlendiği ve Atatürk'ün kurduğu Laik Cumhuriyet'i içeriden yıkmak için örgütlendiği de konuşulmuyor.
Atatürk, Milli Mücadele yıllarında ve Cumhuriyet döneminde din istismarıyla, “dincilikle” bizzat mücadele etmek zorunda kaldı. Atatürk, tarihten aldığı derslerle “bağımsız” ve “laik” bir Cumhuriyet kurdu. Eğer o “bağımsız” ve “laik” Cumhuriyeti koruyup geliştirebilseydik FETÖ darbesini yaşamazdık.
MİLLİ MÜCADELE VE SONRASINDA “DİNCİLİK”
Milli Mücadele'de yurtsever din adamlarının yanında işbirlikçi ve hain din adamları da vardı. Öyle ki, 3 Haziran 1919'da Albay Bekir Sami Bey, “Yunan ordusu padişahımızın emriyle geliyor, saygıda kusur etmeyin” diye propaganda yapan 4 hocayı kurşuna dizdirdi.
Rahip Frew ve Sait Molla adlı iki sözde din adamı el ele vererek Milli Mücadele'ye karşı gizlice çalıştılar. Atatürk'ün Nutuk'ta açıkladığı 12 mektuba bakınca “molla” ve “papazın” işgalci İngilizlere uşaklık ettikleri anlaşılıyor.
26 Eylül 1919'da, Mustafa Sabri'nin başkan, İskilipli Atıf'ın ikinci başkan olduğu Müderrisler Cemiyeti, Kuvayı Milliyecileri “adi eşkıya”, “deli” ve ”cani”, “kudurmuş haydutlar” diye adlandıran bildiriler yayımladı.
10 Nisan 1920'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah'ın –padişahın da onayladığı– Milli Mücadele karşıtı “ihanet fetvaları” yayımlandı. Fetvalarda, “Padişahtan izinsiz olarak istilacılara karşı direnen milliyetçileri tek tek veya topluca öldürmek dinin gereği ve görevidir. Bu uğurda ölenler şehit, öldürenler gazi sayılır” deniliyordu.
Atatürk, şapka devrimi hakkında halka bilgi vermek, halkla konuşmak için 23 Ağustos 1925'te Kastamonu ve İnebolu gezilerine çıktı. 30 Ağustos 1925'te Kastamonu'da yaptığı konuşmada, “Efendiler, ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır” dedi. (Foto: Atatürk, 1 Eylül 1925'te Ankara'ya dönerken.)
14 Mayıs 1920'de Beyazıt Meydanı'nda, Hafız İsmail Efendi, Kuvayı Milliye'yi yok etmek için kurulan Kuvayı İnzibatiye'yi irşad vaazı verdi. İsmail Efendi vaazında, “Yarabbi sen bizi ıslah et! İçimizdeki vatan ve İngiliz düşmanlarını atalım” dedi.
12 Temmuz 1920'de Damat Ferit hükümetinin Adliye Nazırı Bosnalı Ali Rüştü Efendi, Yunan taarruzunun başarısı için dua edilmesini istedi.
12 Ağustos 1920'de Edirne Selimeye Camii'nde Edirne Müftüsü Hilmi Efendi, Yunan ordusunun başarısı için dualar okudu, Venizelos'u övdü.
Ağustos 1920'de İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti'nin yayımladığı bir bildiride Atatürk'e, silah arkadaşlarına ve Kuvayı Milliyecilere ağır hakaretler edildi; milliyetçilerin yakalanıp öldürülmelerinin “farz” olduğu belirtildi.
Bu fetvalar, dinsel bildiriler ve dinsel telkinler sonunda Anadolu'da Milli Mücadele karşıtı pek çok isyan çıktı. Bu isyanların elebaşlarının “dini” bayrak yaptıkları görüldü.
İşgalci İngilizler de Milli Mücadele'ye karşı “din silahını” kullanabileceklerini gördüler. Örneğin 25 Aralık 1919'da İngiliz Baştercümanı A. Ryan, raporunda aynen şöyle diyordu: “Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz gerçek ideali dinmiş gibi davranacak çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız.”
Milli Mücadele'de güya “dini nedenlerle” vatan savunmasına karşı çıkan zihniyet, Cumhuriyet döneminde de Türkiye'yi çağdaşlaştıran devrimlere karşı çıktı: Şeyh Sait İsyanı, Menemen Olayı, Arapça ezan olayı ve şapka devrimi karşıtı bazı kalkışmalar, “hep din ve şeriat sözleriyle” halkın kandırılmasıyla gerçekleşti. Öyle ki 1923'te kurulan Cumhuriyet, 1925'te Şeyh Sait İsyanı'yla “din” kullanılarak yıkılmak istendi. Bu nedenle yeniden İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Dini siyasete alet etmek “vatana ihanet suçu” sayıldı.
Atatürk, halkın “dinle kandırılmaması” için “dinin anlaşılması” gerektiğini düşündü. Bunun için Kuran'ın Türkçe tercüme ve tefsirini yaptırmaya karar verdi. TBMM, bu iş için bütçe ayırdı.
Ordu ile siyaseti ve din ile siyaseti ayırmak
Cumhuriyet'in ilan edildiği günlerde ordu ile siyaset iç içeydi. Şöyle ki, milletvekili olan yüksek rütbeli komutanlar aynı zamanda orduda görevliydiler. Ayrıca mecliste bir “Genelkurmay Bakanlığı” vardı. O sırada din ile siyaset de iç içeydi. Şöyle ki, hem İstanbul'da din ve dünya işlerini birlikte yürüten bir halife hem de Ankara'da mecliste bir “Şeriat Bakanlığı” vardı.
Atatürk, ordu ile siyaseti ve din ile siyaseti birbirinden ayırmak için 1924 başında harekete geçti. 1 Mart 1924'te TBMM'yi açarken yaptığı konuşmada aynen şöyle dedi: “Milletin genel yaşantısında orduyu siyasetten ayırmak ilkesi, Cumhuriyet'in daima önem verdiği bir ilkedir. Bunun gibi inanıp bağlanmakla mutlu olduğumuz İslam dinini yüzyıllardan beri alışageldiği gibi bir siyaset aracı haline düşmekten kurtarıp yüceltmenin pek gerekli olduğu gerçeğini görüyor ve biliyoruz…”
3 Mart 1924 Devrim Kanunları'yla hem din ile siyaset hem de din ile ordu birbirinden ayrıldı.
“Şeriat ve Vakıflar Bakanlığı” kaldırıldı. Onun yerine “Diyanet İşleri Başkanlığı” kuruldu. Halifelik kaldırıldı, halife sürgün edildi. “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ile eğitim öğretim birleştirildi. Tüm okullar -vakıflara, dinsel kurumlara, cemaatlere bağlı okullar- Eğitim Bakanlığı'na bağlandı. Medreseler kapatıldı. Darülfünun'a bağlı bir ilahiyat fakültesi ve belirli sayıda imam-hatip okulu açılmasına karar verildi.
Siyasetin bir parçası olan “Genelkurmay Bakanlığı” kaldırıldı. Onun yerine “Genelkurmay Başkanlığı” kuruldu. Atatürk, meclisteki komutan milletvekillerinden ya meclisi ya kışlayı tercih etmelerini istedi.
Türkiye'yi laikleştiren devrimler
Cumhuriyet'in özü laiktir. Ancak Türkiye'de 1923'te Cumhuriyet ilan edildiğinde henüz “laik” değildi. Cumhuriyeti laikleştirmek için 1924'te halifelik kaldırıldı. 1928'de anayasanın 2. maddesindeki “Devletin dini İslam'dır” ifadesi anayasadan çıkarıldı. Anayasanın 16. maddesindeki “vallahi” diye biten yemin “söz veririm” diye değiştirildi. Anayasanın 26. maddesindeki “Meclis dinsel hükümleri yerine getirir” maddesi anayasadan çıkarıldı. Bu anayasa değişikleri 1928 tarihli ve 1222 Sayılı kanunla kabul edildi. Böylece Cumhuriyet'in anayasası “laikleştirilmiş” oldu. 1931'de laiklik CHP'nin 6 ilkesinden biri oldu. 1937'de de laiklik anayasaya girdi.
Cumhuriyetin laikleşmesi için birçok devrim daha yapıldı.
1924'te “Şeriat Mahkemeleri” ve Yargıtay'daki “Şeriat Dairesi” kaldırıldı. 1925'te tekke ve zaviyeler kapatıldı. 1925'te memurlar ve mebuslar için Şapka Kanunu kabul edildi. 1926'da Medeni Kanun kabul edildi. 1926'da alafranga takvim ve saat kabul edildi. 1927'de medeni nikah zorunlu kılındı. 1928'de yeni harfler kabul edildi. 1935'te hafta tatili cumadan pazara alındı. 1935'te din adamlarının ibadethaneler dışında dini kıyafet giymeleri yasaklandı. 1930-1934'te kadınlara siyasal haklar verildi.
Atatürk'ün bu laikleştiren devrimlerinden hiçbiri “din düşmanlığı” değildi. Öncelikle devletin dini olmaz; devletin dini adalettir, eşitliktir. Saltanat, hilafet, Arap harfleri, fes, eski saat ve takvim, tekke ve zaviyeler, hafta tatilinin cuma olması, kadınların toplumdan dışlanması gibi kurum ve uygulamaların hiçbiri İslam dininin şartı/farzı değildir. Bunların tamamı İslam tarihi içinde ortaya çıkmış siyasi, sosyal, kültürel uygulamalardır. İşte Atatürk Cumhuriyeti, artık modası geçmiş bu eski kurum ve uygulamalara son verdi. Laik Cumhuriyet, Atatürk'ün bir ütopyası değil, tarihin, çağın, aklın zorlamasıydı.
Atatürk şöyle diyor: “Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar, ilmin çağdaş medeniyete sağladığı esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve uygulanır…”
Ayrıca Cumhuriyet döneminde camiler açıktı. Ezanlar -Türkçe- okundu. Dini bayramlar kutlandı. Kuran Türkçeye tefsir edildi; halkın dinini, diyanetini anlaması sağlandı.
Medeniyet tarikatı ve din perdesi
Atatürk “Laik Cumhuriyet'in” özüne “aklı” ve “bilimi” yerleştirdi. Hurafelere, safsatalara savaş açtı. Örneğin tekkeleri, zaviyeleri kapattı. Çünkü bu kurumların akılcı düşünmeye ve bilimsel gelişmeye engel olduğunu gördü.
Atatürk, 31 Ağustos 1925'te Çankırı'da aynen şöyle dedi: “Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti her alanda yol gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz. Biz, medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız. Tekkelerin gayesi halkı meczup ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız abdal ve meczup olmamaya karar vermiştir. Biz medeni dünya ailesi içinde bulunuyoruz. Her bakımdan medeniyetin bütün icaplarını uygulayacağız.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 17, s. 298,299)
Atatürk, 1925'te muhafazakar bir Anadolu kasabasında, Çankırı'da, halkın gözünün içine bakarak “Tekkeler kapanmalıdır. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç değiliz” diyordu. Maalesef Atatürk'ten sonra Türkiye'yi yöneten siyasiler, buna benzer bir duruş sergileyemediler. Örneğin, “Biz Fetullah cemaatinin yol göstermesine muhtaç değiliz” diyemediler. Tekkeleri, zaviyeleri tekrar açtılar. Tarikatları, cemaatleri besleyip büyüttüler.
1925 tarihli ve 677 Sayılı kanunla tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı. Şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, muskacılık yasaklandı.
Atatürk, 30 Ağustos 1925'te Kastamonu'da tarikatlara, cemaatlere karşı halkı şöyle uyardı: “Bugün ilmin ve fennin, bütün kapsamıyla medeniyetin yaydığı ışık karşısında filan ve falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler, ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve istediğini yapmak insan olmak için yeterlidir.” (Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 17, s. 294)
Ancak Atatürk'ün bu açık uyarısına rağmen, Atatürk'ten sonra Türkiye'de “falan ve filan şeyhin yol göstericiliğinde maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanlar” yetişti. Atatürk'ten sonraki siyasetçilerin de yardımıyla “Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi” oldu. İşte onlardan biri de Fetullah'tı. Asıl soru şudur: Fetullah'ın yol göstericiliğinde “maddi ve manevi mutluluk arayacak kadar ilkel insanları” bu ülke nasıl yetiştirdi?
Atatürk, 16 Mart 1923'te Adana'da halka şöyle seslendi: “Bizi yanlış yola sevk eden kötülükler biliriz ki çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir…” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, C.2, s. 131) Atatürk'ün tarihten aldığı bu dersi, Atatürk'ten sonrakiler de almış olsaydı 15 Temmuz hiç yaşanmazdı.
Demem o ki, FETÖ zehrinin panzehiri daha çok din istismarı, daha çok yobazlık, daha çok biat kültürü, daha çok tarikatçılık-cemaatçilik ve daha çok Atatürk düşmanlığı değildir; FETÖ zehrinin panzehiri, daha çok akıl ve bilim, daha çok uygarlık ve gerçek laikliktir; FETÖ zehrinin panzehiri Atatürk'tür. Öyle olduğu içindir ki, 15 Temmuz sonrasında AKP Genel Merkezi'ne Abdülhamit fotoğrafı değil, ATATÜRK fotoğrafı asılmıştır.
15 ve 16 Temmuz 2016'da AKP Genel Merkezi'ne asılan Atatürk fotoğrafı.
1 note · View note