#dövmek
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tabiin döneminin meşhur fakihlerinden Kadı Şurayh'ın (ö. 80/699) karısı Zeynep için yazdığı iki şiir:
"Karısını döven bazı adamlar gördüm. Zeyneb'e vurduğum gün, sağ elim felç olsun"
Zeynep güneş, diğer kadınlar yıldızdır. Güneş doğduğunda, diğer yıldızlar kaybolur.
49 notes
·
View notes
Text
otobüste bir kadının yanına oturan erkekler
neyin kafasını yaşıyorsunuz da o iki bacağınızı biri anya diğeri konyaya kadar ayırıp oturuyorsunuz??????
12 notes
·
View notes
Text
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#us ve duyunç#dizini dövmek#Yurttaş olmak#yurttaşlığı satmak#kul ve müşteri çoğaltmak
11 notes
·
View notes
Link
Dünden beri sosyal medyada bir video paylaşılıyor. Aslında video geçen yıla aitmiş ama tahminim seçim öncesi gündem oldu.
Videoda bir kadın Recep Tayyip Erdoğan'ı savunuyor. Savunma gerekçesi de ülkede kat(l)ettiğimiz ilerleme. Bu tezine eskiden doktorların bizi (muhtemelen burada biz ile kastettiği sıradan vatandaş) azarladığını bugün ise doktor dövdüğümüzü gerekçe olarak gösteriyor.
Böbürlene, böbürlene 'doktor dövüyoruz' diyor.
Bu mu kardeşim? Ne oldu haklara, özgürlüğe, eşitliğe? Bu nasıl bir 'demokrasi' anlayışı?
Doktor dövmek mi toplumsal ilerlemenin ölçeği? Daha doğrusu,… 'sadece' doktor dövmek mi? ... Mehmet Alp Yazının devamını okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın
1 note
·
View note
Text
olur olmadık şeylerde beklentiye girdiğim için kendimi dövmek istiyorum
63 notes
·
View notes
Text
Arkadaşlar ben sakin bir insanım normalde ama birini gidip dövmek istiyorsam da haklıyımdır diye düşünüyorum. Ya ben ölücem sinirimden ya birileri elimde kalıcak. Hayırlısı artık :)
47 notes
·
View notes
Text
Araplar eşlerini avrat diye çağırır, manası apış arası demek
Türklerde hânım diye çağırırdı yani evimin sahibi..
İşte aradaki fark.
Rabia Arapça’da “dördüncü” demektir.
Öyle sanıldığı gibi mübarek ve anlamlı bir isim değildir.
Çünkü Arap kültüründe kız çocukları insandan sayılmadığı için, kızı olanlar isim vermez numara verirlerdi.
Vahide isim değildi, birinci demekti. İlk doğan kıza verilen numaraydı.
Saniye ikinci demekti, ikinci kızı olana verilen numaraydı.
Selase ve Bite isimleri üçüncü demekti, üçüncü doğan kızlara verilen numaraydı.
Rabia da dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza verilen numaraydı.
Bizimkiler de Rabia’yı çok mübarek ve çok dini içerikli bir isim zannederler.
Bilmiyorlar ki Araplar, insandan saymadığı ve isim vermeye lüzum görmediği kız çocuklarına işte böyle numara takarlardı,
tıpkı otomobillere takılan plakalar gibi.!
Dünya kurulduğundan beri kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen kültüre sahip tek millet Araplardır...
Bunun esas sebebi ise; tefecilik yapan, fahiş faizlerle verdikleri paraları ödeyemeyen kişilerin kızlarına, karılarına el koyup pazarlayan insafsız ve ahlaksız, Arap egemenlerinin eline düşmesinden korkan Araplar,
yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek bu akıbetten koruduklarını zannederlerdi..
Peki o çağlarda Türk’ler nasıldı ?
Türk’ler kız çocuklarına, hatunlarına değer veren, onları önemseyen, insan yerine koyan, komutanlar ve hakanlar gibi yetiştiren tek tanrılı dine mensup bir milletti.
Ve insan hakları açısından da çağdaş kültürün örneklerini vermiş önder uluslardandı.
Eski Türkçe’de “namus” sözcüğü yoktu çünkü namussuzluk nedir bilmezlerdi !
Türk geleneğinde kadın; arkadaştı, kadın anneydi, kadın sevgiliydi, tek başına bir devletti.
Ne zaman ki Türkler müslüman oldu, Arap kültürü geldi, kadın kadın olduğuna bin pişman oldu.!
Kadın dövmek, maalesef Türklerin Arap kültürüyle tanıştıktan sonra başlayan bir olaydır.
Eski Türk kültüründe, örfünde kadın her zaman el üstünde tutulurdu.
Tarihe geçmiş "Cengiz Han’ın" eşi için söylediği..
“Ben sizin Han’ınızım, bu da benim Han’ım” sözleriyle dilimize yerleşen “Hanım” kelimesi de bunu göstermektedir !
Yâni KADIN EVİN HAN'IYDI.
45 notes
·
View notes
Text
Bu görüşte olanların kuyruk acısı ne ya oluyorum hakikaten. Bunlar din ayagina kadin evinde otursun ve kendini evinde yetistisin edebiyati yapiyor cok sacma. Her kız afedersiniz de başka iş yapmaya mı gidiyor okula bu nasıl bir zihniyet ya. Namusuyla okuyan bir sürü açık ya da tesettürlü kız var. Ne gerizekalica bir düşünce bu ya. Okula gidince erkekler ile el ele tutustugumuzu falan mı düşünüyor bu salaklar. Böyle adamları tekme tokat dövmek istiyorum hakikaten.
55 notes
·
View notes
Text
Başıboş muhalefet sorunu
Köpek popülasyonu son beş yılda 4-5 kat artmış.
Bu veri de belediyelerin görevini tam manasıyla yapmadığını gösteriyor.
Belediyeler görevini (kısırlaştırma ve rehabilitasyon) layıkıyla yapmış olsaydı bugün bu sorunu konuşmuyor olacaktık.
Bugün bu sorun varsa ne yapılmalı?
Tabi ki önlem alınmalı…
Önlem almak adına TBMM’de bir yasa teklifi hazırlandı.
Yasada neler var?
Kanunun amaçlarına "insan, hayvan ve çevre sağlığı gözetilmek kaydıyla" ifadesi ekleniyor.
Sokak hayvanlarına ilişkin yürütülecek çalışmalarda, "tereddüte mahal verilmemesi, kedi ve köpeklerin sahipli hayvan statüsüne alınabilmesi için Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu kapsamında Tarım ve Orman Bakanlığı veri tabanına kaydedilmesi zorunluluğu bulunduğundan ‘sahipli hayvan’ ve ‘sahipsiz hayvan’ kavramları" açık bir şekilde tanımlanıyor.
Tedavi edilemeyen salgın bir hastalığı veya saldırganlık durumu söz konusuysa uyutulma işleminin uygulanacağı da taslakta açıkça belirtiliyor.
‘Maddeler bu kadar açıkken ve tüm başıboş sokak köpekleri içerisinde bu oran büyük bir ihtimalle yüzde 1 seviyesini de bulmayacakken; bu kopan fırtına da neyin nesidir?‘ sorusu doğal olarak karşımıza çıkıyor.
Kopan fırtınanın birinci nedeni; Gezi Parkı’nda olduğu gibi insanları sokaklara dökerek yeni bir iç karışılıklığı tesis etmeye çalışmak…
İkinci nedeni ise; yasaya göre belediyelerin çalışmak zorunda kalacak olması…
Yasayı hakkıyla uyguladığınızda; zaten hiçbir sorun çıkmayacak.
Zaten büyükşehirler ağırlıklı olarak CHP’li belediyeler tarafından yönetiliyor.
Talimat verin ekiplerinize; yasayı bihakkın uygulasınlar.
Uygulanmazsa sorumlulara hapis cezasını da öngören bu yasadan neden korkarsınız?
Kendi belediyenize ya da çalışanınıza mı güvenmiyorsunuz?
Ya iş yapmaya gözünüz yok ya da ülkeyi yeni bir karışıklığa taşımak istiyorsunuz gibi bir sonuç ortaya çıkıyor…
Aksi takdirde yüzde 1’in altında uygulanabilecek uyutma durumuna odaklanıp, sorunu oluşturan yüzde 99’dan fazlasını gözden kaçırmanın başka bir izahı da olamaz.
Konser vermez, barınak yaparsan sorun çözülür.
Örneğin; İstanbul Büyükşehir Belediyesi tek seferde 553 milyon liralık konser ihalesi yapmak yerine barınak ihalesi yapabilir…
2019’dan bu yana 1 metrekare yapılmamış. Yapılan en son barınak Kadir Topbaş imzası taşıyor.
Üstelik bununla ilgili ödenek alınmasına rağmen…
Maksadı üzüm yemek olan herkes bu konuya böyle bakar.
Ama maksat bağcı dövmek…
Hem de maalesef dışarıdan alınan talimatlarla bunu gerçekleştirmek…
İş yapmaya gözü olan yapıyor.
AK Partili Gaziantep Büyükşehir Belediyesi sorunu çözmüş.
100 dönümlük bir alanı, doğal yaşama uygun biçimde sokak hayvanlarına ayırmış.
Köpekleri ‘sokak hayvanı’ olmaktan kurtarmış.
Hayvan hastanesi yapmış, tedavilerini üstlenmiş.
Yani işini yapmış.
Ve hayvanların ölmesine de gerek kalmamış.
İBB’nin Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nden kat kat fazla bütçesi var.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in yakın dostu Malatya Milletvekili Veli Ağbaba bakın ne diyor; “Hayvanseverleri büyük mücadeleye davet ediyoruz. Sokaklar sizin. Bu mücadele başarıyla sonuçlanacaksa bir araya gelerek sesimizi yükseltelim. Sokaksa sokak. Ne yapacaklar? İdam mı edecekler sizi? Bedel ödemeden bir şey elde edilemiyor. Bu ülke kurulurken bedel ödendi. Mustafa Kemal idamı göze aldı. Memleketi kurtardı. Ayağa kalkın mücadele edin.”
Sahipsiz köpekler ile ilgili yasayı ‘Kurtuluş Savaşı’ ile denk tutan bir yaklaşım…
CHP Eskişehir İl Başkanı Talat Yalaz, yasanın çıkması halinde sokakları yıkmakla, ateşe vermekle tehdit ederek; “İki ağaç kesildi diye sokakları nasıl inlettiysek, aynı şekilde mücadelemizi veririz.” ifadelerini kullanıyor.
Ne güzel siyaset…
Yahu büyükşehir belediyesi sizde, ilçe belediyelerinin büyük çoğunluğu sizde…
Belediyelerine yaptır barınakları, hayvanlar da insanlar da rahat rahat yaşasın…
Ayrıca Türkiye’nin derdi ile dertlenen bir muhalefet anlayışı; bu ekonomik zorluklar içerisinde yeni bir ‘Gezi Vakası’nın ülkeye nasıl bir faturası olacağını düşünür.
Ama dedik ya; başıboş muhalefet…
Başıboş sokak köpekleri yasasından önce; başıboş muhalefet yasası çıkarmak en doğrusu olacak sanki…
HABER7 YAZARI : Ferhat Murat 23.07.2024 08:46
36 notes
·
View notes
Text
Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, tozu almaktır. Allâhﷻ sana sıkıntı vermekle kirini, tozunu alır. Niye kederlenirsin?
31 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
248. BÖLÜM - Ekselanslarının Merak Uyandıran Olayı - Veliaht Prensin Hatırası Kaybolup Gidiyor 3- San Lang iyi bir Gege!
Xie Lian’ın gözleri aniden kocaman açıldı. San Lang onun kuşkulu ifadesi karşısında, "Sorun nedir?" diye sordu.
Xie Lian bunu nasıl kelimelere dökebilirdi ki? Kandırılmış olmanın, daireler çizmek için kandırılmış olmanın utancı, kızgın kanıyla karışan sefalet, doğruca kafasına hücum etti. Avucunu masanın üstüne vurdu, her kelimeyi ve cümleyi ısırarak söyledi: "... yani. Sen. Sendin!"
Masa tablasının bu darbeye dayanması imkânsızdı ve oracıkta kırıldı. Neyse ki meyhanenin ikinci katında onlardan başka kimse yoktu, yoksa çok korkarlar ve dehşete düşerlerdi. Xie Lian’ın elinde herhangi bir silah yoktu ama yumruğuyla vurdu.
Ancak San Lang eskisi gibi koltuğunda oturmaya devam etti ve sadece başını hafifçe eğdi. Bu yumruk arkasındaki duvara çarptı. Taş parçalandı ve düştü. Yine de bir milim bile kıpırdamadı, bunun yerine koluna sarıldı ve bakışlarını çok hafifçe kaldırarak, "Daozhang, bunun anlamı nedir?" dedi.
Xie Lian’ın yüzü son derece sıcaktı ve şu anda yüzünün ne kadar kırmızı olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Diğer elindeki kemikler çatlayıp patlarken, öfkeyle şöyle dedi: "Sen... numara yapmayı bırak. Bana ne yaptığını çok iyi biliyorsun!"
San Lang'ın bakışları biraz daha yükseldi. "Ne yazık ki, Daozhang'a ne yaptığımdan emin değilim, bu kadar öfkelenmenize neden olacak ne yaptım? Lütfen beni aydınlatır mısınız?"
"..."
Bu kişinin masumiyet dolu bir yüzle ona böyle bir şey söyleyebileceğini düşünmek. Ne cevap verebilirdi ki? Güpegündüz böyle şeyler konuşmak? Xie Lian daha önce hiç böyle biriyle karşılaşmamıştı ve o kadar öfkeliydi ki omuzlarından kalbine kadar titredi, yüzü gittikçe kızardı, konuşması tutarsızlaştı ve azarladı, "Kapa çeneni! Senin gibi biri... Ben, ben senin gibi utanmaz birini öldüresiye döveceğim... ahlaksız... aşağılık... sen..."
San Lang iç çekti ve şöyle dedi: "Daozhang, tüm kalbimle gösterdiğim samimiyetin senden böyle bir yanıt almasını beklemiyordum. Ben nasıl utanmaz, ahlaksız ve aşağılık biriyim?"
Xie Lian zorlukla da olsa bir nebze sakinleşti ve şöyle dedi: "Beni daha fazla kandırabileceğini sanma! Elindeki kırmızı iplik senin o... o... olduğunun açık bir kanıtı."
"Öyle mi?" Ama San Lang telaşlanmadı. Elini kaldırdı ve "Bundan mı bahsediyorsun? Bu kırmızı iplikle ilgili bir sorun mu var?"
Kırmızı ipliğe bakınca, Xie Lian sanki delinmiş gibi hissetti. Dedi ki, "Onu gördüm. O zaman, senin... elinde bu kırmızı iplik vardı..."
San Lang, "Ne zaman?" diye sordu.
"..."
Xie Lian bir anda onu öldüresiye dövmek istedi. Cevabı bilmesine rağmen hala soruyor olması çok alçakçaydı!
Ancak açıklanamaz bir nedenden ötürü, ne kadar öfkeli olursa olsun, elini bile kaldırmaya cesaret edemiyordu. Dahası, hareket edememesinin nedeni birinin kontrolü altında olması değildi; aksine, hareket etmesine izin vermeyen kendi bedeniydi!
Tam bu sırada, birkaç kişi yukarıya doğru gürleyerek, "Bu iki onurlu misafir ne yapıyor? Kavga etmeyin ve dilediğiniz gibi bir şeyleri kırıp dökmeyin!"
Xie Lian başını çevirdi ve "Burası tehlikeli! Önce siz..." Kim bilebilirdi ki, o tek bakışla tekrar donakaldı, sersemledi.
Tüm bu insanların ellerinde kırmızı bir ipin bağlı olduğunu düşünmek! Xie Lian hiç düşünmeden, "Ellerinizdeki kırmızı ip de neyin nesi?" diye sordu.
Bir kişi, "Kırmızı iplik mi? Kırmızı ip sadece kırmızı ip değil mi, bunda garip olan ne, büyütülecek bir şey yok... bunda bir şey yok!”
Xie Lian’ın kafası karıştı. Bu yerde, bir kişinin eline kırmızı iplik bağlaması çok normal bir moda trendi olabilir miydi?
Başını arkaya çevirdi. San Lang sanki onun düşüncelerini okumuş gibi, "Daozhang oldukça iyi tahmin etmiş. Birinin parmağına kırmızı iplik bağlamak burada bir gelenektir. Eğer inanmıyorsanız, lütfen aşağıdaki kalabalığa bakın."
Xie Lian bakışlarını meyhanenin alt katına dikti. Beklendiği gibi, sürekli akan insan kalabalığının arasında, üzerlerine kırmızı bir iplik bağlanmış çok sayıda el vardı ve hatta bazılarına epeyce bağlanmıştı. "Bu ne tür bir gelenek?" diye sordu.
San Lang küçük bir gülümsemeyle, "Bu konu Hua Cheng ile bağlantılı." dedi.
"Ah?"
"Çünkü onun eline ve sevgilisinin eline böyle kırmızı bir iplik bağlanmış. Bu yüzden pek çok insan kaderindeki evlilik eşi için dua etmek ya da aşık olduklarını ifade etmek için bu yolu izledi."
Xie Lian şaşkınlık içinde dinledi ve şöyle dedi, "Yani... bu Hua Cheng, oldukça şaşırtıcı bir insan olmalı? Bu kadar çok insanın onu hararetle takip etmesi..."
San Lang, "Muhteşem olup olmadığı, onu kiminle kıyasladığınıza bağlı. Ah evet, Daozhang, yere düşmüş bir şey var gibi görünüyor, incelemek için alabilir miyim?"
Bunun üzerine Xie Lian nihayet tepki vermeye başladı. O ana kadar saldırgan bir duruş sergilemişti ama bu da onun için aptalca bir hataydı ve öfkesi tamamen yok oldu. Elini aceleyle geri çekerek, "Özür dilerim, özür dilerim San Lang, gerçekten... gerçekten çok özür dilerim. Gergin olan bendim ve seni yine yanlış anladım..."
San Lang rahat durmaya devam etti ve bir şey almak için belinden eğilerek, "Zararı yok Daozhang, bu düşürdüğün bir şey mi?" dedi.
Yerdeki dağınıklıktan bir parça altın varak almıştı. Muhtemelen az önce vurduğu sırada Xie Lian'ın kolundan düşmüştü.
Xie Lian tam konuşmak üzereydi ki San Lang'ın altın yaprağı gözünün önünde kaldırdığını gördü ve gözlerini kısarak, "eh, bu altın yaprak oldukça tanıdık geliyor," dedi.
Ne çok aceleci ne de çok yavaş bir tavırla konuştuktan sonra, belinden bir eşya çıkardı. Bu başka bir altın yapraktı.
Birbirinin tıpatıp aynısı olan iki parça altın yaprak!
Xie Lian hiç düşünmeden, "Yani bu gerçekten sana mı ait?" diye sordu.
San Lang, "Ah, gerçekten de bir şey düşürmüştüm, bu yüzden bakmak için iki kat geri döndüm..." dedi.
Bunu duyan Xie Lian yanlış anlayacağından çok korktu ve aceleyle, "San Lang, izin ver açıklayayım" dedi.
San Lang, "Endişelenmenize gerek yok. Daozhang'ın açıklamasını doğal olarak dinleyeceğim."
Xie Lian rahat bir nefes aldı ve şöyle dedi: "Şöyle ki, bu altın varak az önce yolda elime geçti. İlk düşüncem sahibinin dönmesini beklemekti, böylece ona geri verebilirdim ama bir saatten fazla bekledikten sonra kimse gelip bakmadı. Aynı zamanda, gerçekten de..."
Buraya kadar konuştuktan sonra biraz utandığını hissetti. Başını eğdi ve kısık bir sesle şöyle dedi: "Ben de... kendi inisiyatifimle hareket ettim ve yiyecek bir şeyler almak için önce biraz borç aldım. O mantuydu... Parayı daha sonraki bir tarihte faiziyle birlikte geri ödemeyi planlamıştım ama nasıl ifade edersem edeyim, yine de bana ait olmayan bir şeyi sormadan almış olduğum noktasına geri dönüyor. Özür dilerim."
Ancak San Lang, "Daozhang'ın böyle hissetmesine gerek yok. Bu sıradan bir insan tepkisi değil mi? Ayrıca, sizi her zaman yemeğe davet etme niyetindeydim ve sonunda o mantuyu yiyen ben değil miydim? Bu kadar küçük bir şeyin sizi rahatsız etmesine izin vermeyin. Sizce de çok şaşırtıcı değil mi? Kaybettiğim bir şeyin Daozhang'dan başkası tarafından alınmaması ne tesadüf. Bu gerçekten de kaderin bir cilvesi olmalı."
Affedildiğini ve anlayışla karşılandığını gören Xie Lian’ın kalbi rahatladı. "Bununla birlikte, San Lang, sen de dikkatli olmalısın. Yola bu kadar parlak bir şey düşürdüğün halde fark etmedin - bir dahaki sefere bu kadar dikkatsiz olma, tamam mı?"
Bu sırada, kenarda sinmiş olan garsonların tacı, "Bu iki onurlu konuk, sakinleştiniz mi? Eğer sakinleştiyseniz, o zaman bu parçalanmış masanın maliyetini hesaplayalım!"
Xie Lian, "....."
İşler eskisi gibi olsaydı, meblağ ne olursa olsun ödeme sorun olmazdı. Ama şimdi, bir mantu almaya bile zar zor gücü yetiyordu. Ancak San Lang, "Sorun değil, benim hesabıma yaz," dedi.
Az önce San Lang'a saldıran açıkça kendisiydi ama San Lang kırıp döktüğü şeylerin parasını ödemesine yardım etmeye gönüllü olmuştu. Xie Lian onun sıcaklığı ve cömertliği karşısında o kadar duygulanmıştı ki nutku tutuldu ve yutkunduktan sonra, "sen....." dedi.
Garson kalabalığında da bir tuhaflık vardı. Dükkânları darmadağın edilmiş olmasına rağmen, daha şık bir masaya geçmelerine yardımcı olmak için neşeyle yanlarına gelmişlerdi. İki kişi bir kez daha masaya oturduğunda, Xie Lian kendini hem suçlu hem de minnettar hissetmekten alıkoyamadı; öyle ki, hiçbir kelime onun nasıl hissettiğini yeterince ifade edemezdi. San Lang endişeli bir ses tonuyla tekrar konuştu: "Daozhang, az önceki konuşmanızı dinlediğimde sanki sizi rahatsız eden bir şey varmış gibi geldi. Sorun nedir? Daozhang, size ne ve kim tarafından yapıldı?"
"..."
Böyle bir şeyi Xie Lian nasıl yüksek sesle söyleyebilirdi? Daha yeni sakinleşmiş olan yüz ifadesi bir kez daha utangaçlıkla kızardı. Yumuşak bir sesle, "...bir şey yok, yanlış bir şey yok" dedi.
Ama San Lang, "Eğer sakıncası yoksa, neden bana anlatmıyorsunuz? Belki San Lang da biraz yardımcı olabilir."
Her ne kadar iyi niyetli olsa da, Xie Lian kendisini kovalanıyor ve köşeye sıkıştırılmış gibi hissediyordu. Yerinde duramayarak çaresizce şöyle dedi: "...gerçekten önemli bir şey değil. San Lang, lütfen artık sormayı keser misin..."
Gerçeği söylemek çok zordu.
İşlerin nasıl olduğunu anlayan San Lang artık zorlamadı ve "Pekala. Önceki konuşmamız nerede kalmıştı? Hua Cheng'le tanışmak mı istiyordunuz?"
Xie Lian dikkatini topladı ve net bir şekilde, "hm. San Lang bir yol biliyor mu?"
San Lang, "Elbette biliyorum. Ama bu birkaç gün içinde Hua Cheng'le buluşmak kolay olmayacak."
"Neden?"
San Lang, yemek çubuklarını kullanarak sebze tabağını büyük bir gülümseme yüzüne yerleştirdi. "Son zamanlarda sevgilisinin biraz rahatsız olduğu ve bu yüzden onlara eşlik etmesi gerektiği söyleniyor. Bunun dışında başka bir şey için zamanı yok."
Xie Lian, bu Hua Cheng'in gerçekten de ılımlı bir kişiliğe sahip, sevgi dolu biri olduğunu düşündü ve ona daha da olumlu bakmaya başladı. "Anlıyorum. Peki, onunla buluşmadan önce ne kadar beklememiz gerekiyor?"
"Üst tahmin olarak beş gün, alt tahmin olarak üç gün. Bence Daozhang, endişelenmeye gerek yok. O zamana kadar neden rahatlayıp biraz mola vermiyoruz?"
Tam Xie Lian kendi kendine kalacak bir yeri olmadığını düşünürken, San lang'ın "Daozhang'ın kalacak bir yeri yoksa, neden biraz benim evimde kalmıyor? Ne de olsa evim büyük ve orada çok fazla insan yaşamıyor."
Xie Lian kendini daha fazla tutamadı ve hafifçe, "San Lang, sen gerçekten... çok iyisin." dedi.
Birini övmek için ilk kez bu kadar açık bir dil kullanıyordu ve biraz utanmıştı ama bunun dışında hislerini ifade etmek için daha iyi bir yol bulamamıştı. San Lang bundan büyük keyif almış görünüyordu ve gülümseyerek şöyle dedi: "Yoksa Daozhang ve ben ilk tanışmamızdan itibaren neden bu kadar iyi anlaşalım ki? Ah evet, sormayı unuttuğum bir sorum daha var: Daozhang'ın yaşı kaç?"
Xie Lian "on yedi" diye cevap verdi.
San Lang, "Ah, on yedi, benden daha genç." dedi.
Gerçekten de görünüşünden yirmi yaşlarında olduğu anlaşılıyordu. San Lang durumu görünce, "madem öyle, o zaman Daozhang bana Gege demeli" dedi.
Xie Lian hâlâ kraliyet ailesindendi, başka hiç kimsenin kendisinden daha asil olmadığı kraliyet majesteleri. Doğrusu, etrafındaki insanlara kardeşlerim diye hitap etmemeliydi, zira böyle bir sıfatı hak edecek çok az kişi vardı. Ancak, bu San Lang gerçekten de Xie Lian’a çok iyi bir his veriyordu ve etrafındakilere hiç kardeş diye hitap etmediği için bu onun için büyük bir yenilikti. Bu yüzden gülümsedi ve "Demek San Lang Gege." dedi.
"..."
Belki de yanılıyordu ama "Gege" dedikten sonra San Lang'ın yüzündeki gülümseme biraz tuhaflaştı.
Bunu tarif etmek çok zordu. San Lang'in sol gözündeki ışık aniden parladı, o kadar sıcaktı ki Xie Lian sanki derisi ısınıyormuş gibi hissetti. Gözlerini kırpıştırdı ve "Sorun ne?" diye sordu.
O korkunç ısı patlaması bir anda kayboldu. San Lang hemen eski haline döndü ve gülümseyerek, "Bir şey yok. Sadece çok mutluydum, hepsi bu. Ailemde benden daha genç kimse yok ve bu yüzden daha önce kimsenin bana böyle seslendiğini duymamıştım."
Xie Lian, "Eğer San Lang için bir sakıncası yoksa, o zaman... size nasıl hitap etmeliyim?" dedi.
San Lang'ın gözlerindeki ışık gülerken parladı. Ancak, konuşmasında yine de reddetti, "ah, tabii ki kesinlikle sakıncası yok. Bu Daozhang'ın umursayıp umursamadığına bağlı."
Xie Lian, "Sorun değil, tabii ki sorun değil. San Lang Gege, şimdi evine dönelim mi?"
San Lang çubuklarını yere bıraktı ve "o zaman, şimdi benimle gelin" dedi.
San Lang'ın evi son derece geniş, güzel ve zarif bir malikaneydi. İçeri girdiğinde Xie Lian, xianle kraliyet sarayındaki bazı yerleşkelerle kıyaslandığında hiç de sönük kalmadığını hissetti. Bu da San lang'ın sıradan biri olmadığına dair izlenimini güçlendirdi.
Geceleri yatakta tek başına yatarken, Xie Lian dönüp duruyordu.
Sanki yanında biri yokmuş gibi hissediyor ve ne kadar dönüp dursa da bir türlü huzur bulamıyordu.
Dahası, vücudundaki o gizli rahatsızlıkla, sırt üstü yatmak kalçalarına rahatsız edici bir şekilde baskı yapmak anlamına geliyordu; ancak bu cephede yatmak ona sanki sırtına bir şey baskı yapıyormuş gibi hissettiriyordu.
Sersemlemiş bir haldeyken bir dizi karmakarışık rüya gördü. Hareket etmek istiyordu ama biri onu olduğu yerde sıkıca tutuyordu ve o ses yine kulağının dibinde alçak bir tonda konuşuyordu, bazen bir erkeğin, bazen bir gencin; bazen ona 'Gege, Gege' diyordu; bazen ona 'majesteleri' diyordu, 'korkmayın majesteleri'.
Sonuna kadar şefkatli, sonuna kadar kötü, ama aynı zamanda sonuna kadar ona değer veren.
Sarsılarak uyandı. Giysileri terden sırılsıklam olmuştu. Xie Lian'ın nefesi kesilince yumruklarını sıktı ve öfkeyle yatağa saldırdı. Parmaklarını hafif nemli saçlarında gezdirdi ve "...bu tür şeyleri ne zaman unutabileceğim! Bu utanmaz piçi yakaladığımda kesinlikle unutacağım..."
O anda, bilinmeyen bir zamanda birinin yastığının yanına birtakım giysiler koyduğunu fark etti. Bu kıyafetler de beyaz olmasına rağmen, tarzları hoşuna gitmişti. Kendisine bir ödül verilmiş gibi hissetti ve hızlıca banyo yapmak için evin arka tarafına koştu.
Kıyafetlerini çıkarıp suya girdikten sonra birden boynunda ince gümüş bir zincirin asılı olduğunu fark etti.
Zincirin üzerinde kristal berraklığında bir yüzük asılıydı. Bunu ne kadar zamandır taktığını kim bilebilirdi - her halükarda, bunu tamamen hissetmemiş olması çok garipti: "Benim böyle bir kolyem var mıydı?"
Bu yüzük tek kelimeyle çok güzeldi ve ona bakarken neredeyse transa geçecekti. Ancak yine de ihtiyatını kaybetmedi. Birdenbire yanında bir gümüş parıltısı fark etti ve hemen "kim!" diye bağırdı.
Suya bir darbe indirdi ve sanki çelik bir top fırlatılmış gibi su havaya sıçradı, gürültüyle duvarlardan sekti. Suyun içinden fırlattığı şey bir insan değil de... bir kılıç mıydı?
Xie Lian o sert ve boyun eğmez kılıcı tuttu ve son derece kuşkulu hissetti. Aniden, kılıcın sapındaki gümüş bir yarık, sanki bir gözün açılması gibi, göz küresinin çılgınca yuvarlanmasıyla ayrıldı. Xie Lian daha da şaşırdı.
Bu garip şey de neydi?!
Kılıcın kavisli ağzı uzundu ve sanki canlıymış gibi coşkuyla kucağına atladı. Gafil avlanan Xie Lian buna engel olamadı ve "wah" diye bağırmaktan kendini alamayacağı kadar üşüdü ve tüm vücudu ürperdi.
Ancak aşağı yukarı herhangi bir öldürme niyeti hissetmediği için, Xie Lian bu kavisli kılıcı tehlikeli bulmadı ve onu şiddetle itmeye çalışmanın yanı sıra, ona karşı bir tokatla bulutlara göndermek gibi daha şiddetli eylemlerde bulunmaya niyetlenmedi. Tam o anda kırmızı bir gölge yaklaştı ve tek bir hamleyle kılıcı kaparak uğursuz bir ses tonuyla "İşte buradasın..." dedi.
Bakışlar odaklandığında, San Lang çoktan havuzun kenarında duruyordu ve kılıcı ellerinin arasına sıkıştırmıştı. Yüzünde hâlâ belli belirsiz bir gülümseme olsa da şakaklarında yeşil damarlar belirmişti ve hiç nezaket göstermeden kılıca bir tokat atarak, "buraya gelmene izin verilmediğini söylememiş miydim?" dedi.
Xie Lian, "San Lang Gege, bu kılıç senin... büyülü silahın mı?" dedi.
San Lang ona doğru döndü ve şakaklarındaki yeşil damarlar bir anda kayboldu ve bir kez daha sakin bir havaya büründü. "Bu sadece cahilce bir şey Gege... Gege utanç verici bir şey görmene izin verdi" dedi.
Ancak Xie Lian sadece daha büyük bir huşu ve saygı duydu. Gözleri parladı ve kırmızı elbisesinin kenarından tutarak, "Hayır hayır hayır, San Lang Gege, sen çok inanılmazsın! Böylesine duyarlı bir büyülü silahı geliştirebildiğine göre!"
San Lang tarafından tokatlanan kılıç, sanki haksızlığa uğramış gibi gözlerini buruşturmuştu.
Xie Lian'ın övgülerini dinleyen kılıcın gözü bir kez daha kendini beğenmiş bir şekilde dönmeye başladı ve sinsice ona doğru ilerlemeye çalıştı. San Lang çok duygusuzca ona bir tokat daha attı.
Bu sefer pes etti ve bir "dong" sesiyle yere düştü ve bir yetişkin tarafından dövülmüş ve yerde yuvarlanıp ağlayan bir çocuk gibi yuvarlandı, yuvarlandı ve yuvarlandı. Sanki Xie Lian’ın kulakları çocuğun feryatlarını duyabiliyordu. Bu manzara kalbini hafifçe sızlattı ve aceleyle ayağa kalkarak, "Bekle, San Lang Gege! Unut gitsin, bir daha vurma. Sanırım o anda sadece yaramazlık yapıyordu ve yanıma gelip beni selamlamak istedi. Onu bu şekilde azarlamaya gerek yok."
Ancak sudan çıktıktan sonra, Xie Lian suyun içinde olan vücudunun çıplak olduğunu hatırladı ve yüzü açıklanamaz bir şekilde tekrar kızardı. Garip bir şekilde suya geri battı. Ancak San Lang daha önce çok doğal bir şekilde arkasını dönmüş ve oradan ayrılmıştı.
Xie Lian aceleyle sudan çıktı ve yeni giysilerini giydi. Giysinin tenine yapıştığı yerden malzemenin son derece ince olduğunu hissedebiliyordu. Sonunda teni rahatsız edici bir şekilde sürtünmeyecekti ve yüreğinde bunun için daha da minnettar hissetti.
Odadan çıkıp misafir kabul edilen şık salona vardığında, San Lang çoktan oturmuş bekliyordu.
Tanrı bilir o kılıcı nasıl terbiye etmişti. Şimdi San Lang'ın belinde dürüstçe asılı duruyordu. İstediği gibi bir o yana bir bu yana hareket etmediğinde, beklenmedik bir şekilde soğuk ve ölümcül bir havası vardı ve önceki yuvarlanma ve öfke nöbeti geçirme halini hayal etmek tamamen imkânsızdı. Xie Lian'ın geldiğini gören San Lang gülümseyerek, "Uyandınız mı? Dün gece iyi uyudunuz mu?"
Xie Lian dürüstçe cevap verdi, "Bilinmeyen bir nedenle gecenin ilk yarısında sürekli rüya gördüm... ama gecenin ikinci yarısında iyi uyudum."
San Lang, "Belki de çok yorgundun" dedi.
İkisi de akıllarına gelen cümleleri kurdular ve birkaç tur sohbet ve tartışmayla gün aşağı yukarı geçti. Öyle görünüyordu ki, Hua Cheng görüşmek için müsait olana kadar zamanlarını bu şekilde birlikte geçirmeye devam edeceklerdi.
Ancak, geceleyin Xie Lian yatakta tek başına uzanırken, bir kez daha kendisini hararetli hissettiren ve rahat edemediği rüyalar gördü.
Rüyalarında bir o yana bir bu yana savruluyor, dayanamayacağı kadar dalga geçiliyordu. Bir sarsıntıyla uyandığında, vücudu yine terden sırılsıklam olmuştu. Öfkeli ve çaresiz hissederek, sakinleşmek için birkaç tur atmayı düşünerek kalkıp dışarı çıkabildi. Ancak, aniden uzaktan, başka bir odadan gelen sesler duydu.
Bu San Lang'ın ana odasıydı. Odanın ses yalıtımı mükemmeldi ve sesler çok yumuşaktı ama Xie Lian’ın beş duyusu son derece hassastı ve bunu yakalamıştı. Sessizce odanın dışına süzüldü.
Kapılar arasındaki aralıktan odanın içine baktı. San lang'ın odada bir koltuğa oturmuş, elinde bir fırça tuttuğunu ve bir şeyler yazdığını gördü. Yüz ifadesi soğuktu, Xie Lian'la karşılaştığında olduğundan tamamen farklıydı. Yanında, siyah giysili ve hayalet yüzlü bir maske takmış, belinden eğilerek alçak sesle raporunu veren biri bile vardı.
Açıklanamayan bir nedenden ötürü, hayalet yüzlü maskeli kişi çok sessiz bir varlığa sahipti, sanki biri onu kazara fark edebilirdi. Xie Lian tam daha dikkatli dinlemek üzereydi ki, o kişi raporunu bitirdi ve sadece "o yaratık uzun zamandır sorun çıkarıyordu" cümle ve ifadelerinin parçalarını belli belirsiz duyabildi.
"Sanırım herhangi bir dua almadan önce bunu halletmeye gitti ve bir kaza geçirdi."
"Bu az önce araştırılan yön." Vb.
Yavaşça saçlarını tarıyordu ki San lang'ın "Şimdi ona eşlik etmem gerekiyor ve kendimi mazur göremem. O yaratığı yarın geceden önce buraya getir."
Hayalet yüzlü maskeli kişi alçak bir sesle, "Evet, bir nefesle bırakılmasını ister misin?" dedi.
San Lang fırçayı bir kenara bıraktı ve yazdıklarına baktı. Yazdıklarından pek memnun görünmüyordu ve buruşturup bir top haline getirerek bir kenara fırlattı. Ancak o zaman yavaşça ve ağır ağır, "Birkaç nefes bırak, o şeyi tükürsün, sonra yavaşça çirkin kafasını ez." dedi.
Bu sözleri söylerken yüz ifadesi ve ses tonu insanın içini ürperten türdendi. Ancak, beklenmedik bir şekilde, Xie Lian buna rağmen herhangi bir tiksinti veya ihtiyat hissetmedi. Hayalet maskeli kişi sözsüz bir onaylama sesi çıkararak oradan ayrıldı. Xie Lian hemen oradan uzaklaştı ve kendini sakladı.
Xie Lian odasına döndükten sonra bir daha uyuyamadı.
Birkaç tur ileri geri volta atarak düşündü: "San Lang tam olarak nasıl bir insan? Hangi yaratıktan bahsediyordu?"
Duyduklarına bakılırsa, uzun zamandır sorun yaratan ve felaketlere neden olan bir yaratık tarafından önemli bir şey yutulmuş gibiydi ve San Lang çok kızgındı. Ancak şimdilik ona eşlik etmek zorunda olduğu için, o yaratığın kafasını ezmek için kendini mazur göremedi.
Düşünceleri bu noktaya ulaştığında, Xie Lian kendini çok utanmış hissetti. Bu San Lang, ona gerçekten de son derece içten davranmıştı.
Birden aklına bir fikir geldi: neden burada böyle boş boş otursun ki? Ayrıca, şimdilik Hua Cheng ile görüşemeyecekti ve iyi bir Gege olan San Lang için bir şeyler yapmayı da sürekli düşünüyordu. Neden bu yaratığı yakalamasına yardım etmesin?
Bu anlık bir karardı. Bu şekilde karar verdikten sonra, Xie Lian hemen arkasına bir mektup bıraktı; San Lang Gege, endişelenme, Xie Lian gitti ve geri dönecek vs. Ardından, bir sıçrayışla, bu zarif malikaneyi sessizce terk etti.
MXTX yazar notu; [Xie Lian’ın] hafızasının tuhaf gezintisi hakkındaki bu ek bölümün bir bölümü daha var. Aslında yazmayı bugün bitirmek istiyordum ama kelime sayısı hayal ettiğimden daha fazlaydı, bu yüzden yarın devam edecek!
Veliaht Prens ona Gege diye seslenince HuaHua çok sevindi.
E-Ming kasten banyoyu gözetlemeye çalışmıyordu! E-ming iyi bir çocuktur! Sadece daha önce sık sık Xie Lian ile banyo yaptığı için bugün büyük bir beklentiyle gitmişti. Dayak yiyeceğini kim bilebilirdi ki?
---
o saçlar :3
#hua cheng#xie lian#tian guan ci fu#hualian#heavenlyblessing#heaven official's blessing#feng xin#jun wu#jian lan#ling wen#pei su#pei ming#yushi huang#ban yue#hexuan#shi wudu#shi qingxuan#quan yizhen#ming yi#yin yu#lang qianqiu#mu qing#nan yang#xuan zhen#xianle#xianle trio#crown prince of xianle#xianle era
17 notes
·
View notes
Text
Üzülme"der Hz. Mevlana ve devam eder: Bir yandan korku, bir yandan ümidin varsa, iki kanatlı olursun. Tek kanatla uçulmaz zaten. Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır. Allah sana sıkıntı vermekle, tozunu, kirini alır. Niye kederlenirsin? Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz. Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi, yontulmayı göze almalıdır.
54 notes
·
View notes
Text
Az önce Koç üniversitesinde okuyan bir kızın vlog’unu izledim . Paranın aq ,1 Mayısa girerken fena kuruldum zenginlere yarın Mercedes lastiği ısırıp zengin dövmek istiyorum
30 notes
·
View notes
Text
Bazı acılar faydalıdır. Önce üzer sonra her şeyi daha iyi anlamamızı sağlar.
Mevlana diyor ki, "Sopayla kilime vuranın gayesi, kilimi dövmek değildir. Onun tozunu, kirini almak için vurur ona."
Bazen de hayat bizi sarsar, silkeler. Kirimizi, tozumuzu almak için.
#postlarım#my post#arists on tumblr#tumblr postları#postlarim#keşfet#geceye dair#music#aşk sevgi#edebiyat#sevgi#sevgili#sevmek#tumblr yazılı post#aşk#gerçek aşk#acı#aşk acıtır#aşk acısı#aşk ile#aşka dair#aşk sözleri#anlamlı sözler#artists on tumblr#spotify#mesafe aşkı#mevlana#barış manço#anlamlı yazılar#anlayış
30 notes
·
View notes
Text
bugün birisi bana sarıldıgı icin onu dövmek istedim
16 notes
·
View notes
Text
Böyle reels çeken oğlanları halk arasında çala çala dövmek dedikleri gibi dövesim geliyor.
Türkiye'de çoğu kız aksam ezanı olmadan eve giriyor. Sen ne anlatiyon be abicim ya diyor insan ya. Araba sürmeyi ise erkek çocuğu gibi bebeyken öğrenmiyor. Sen çevre yolunu bosver mutfak veya oturma odası ile kendi odasi arasindaki duygusal geçiş ve belli etmemeyi görsen cevre yolunu boş verirsin. Odalar arası çağ atlar bi kız çağ.
57 notes
·
View notes