#anılar da kaybolmak
Explore tagged Tumblr posts
Text
sonra aramıza şehirler girecek, hiç karşılaşmayacağız. tesadüfler bile bir araya getiremeyecek. sonra belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek..." ya da belki de bunların hiç biri olmadan ayrılmak zorunda kalacağız, zorundalığı bilmesek de oysa, geriye sadece anılar arasında kaybolmak kalacak.
81 notes
·
View notes
Text
Emre,
Bazen gözlerimi kapatıp o anları düşünüyorum. İlk buluşmamız… Bakırköy sahilinde, seninle geçirdiğimiz o ilk gün. Nasıl heyecanlıydım, nasıl mutluydum… İlk kez birbirimizi gerçek anlamda görüyorduk ve her şey o kadar güzeldi ki. Sana okulumu, hayatımdan anılarımı anlatırken kelimelerim bir araya gelmiyordu. Birlikte yürüyüp birbirimize hayatlarımızı paylaştıkça, o kadar huzurlu, o kadar özel hissettim ki… O anlar, sanki ömrümdeki en değerli anılardı. Hala hatırlıyorum, ilk fotoğrafımızı çektiğimizde yan yana, o kadar mutluyduk ki. Seninle olmak, her şeyin ötesindeydi. Ve o kedi… Ne kadar sevimliydi, hatırlıyor musun? O anlar, o basit ama çok özel detaylar, bir ömür boyu unutulmaz kalacak.
O günlerin içinde, Mayıs ayı hayatımın en güzel ayıydı. Şimdi düşünüyorum da, ne kadar değerliydi o günler. Şimdi, o günü, o anları tekrar yaşamak istiyorum. O kadar çok özlüyorum ki… Keşke bir şekilde o zamana dönsem. O günlerde yaşadığımız her şey o kadar özel ve güzeldi ki, o günlerin sıcaklığını, o anların verdiği huzuru şimdi sadece hatıralarda bulabiliyorum. Ama işte, o anların içinde kaybolmuşken, şimdi aramızdaki mesafe, o eski mutluluğu geriye getiremiyor.
Ertesi gün, Eminönü sokaklarını gezdik. O kadar çok şey hissetmiştim ki, her adımda seninle daha çok kayboluyordum. Camilerde dua etmiştim, Allah’ım dedim, bizi ayırma diye. O an, içimden bir şey geçiyordu; hep birlikte olalım, hep birbirimizi bulalım diye dua etmiştim. O gün de sana o küçük hediyeleri vermiştim, kendim çizmiştim, senin için anlamlıydı diye. Ve o kırmızı ip bilekliği… Ne kadar özel, ne kadar anlamlıydı. Bilekliğin anlamı, iki insanın birbirine görünmez bir bağla bağlı olduğu gerçeğiydi. Efsaneye göre, ruh eşleri ayak parmaklarından görünmeyen bir ip ile bağlıdır. O ip, o bağ, o zamanlar çok gerçekteydi, çok canlıydı. Ama şimdi, bilmiyorum… O bağ kopmuş olabilir mi? Ne kadar zor olsa da, içimde bir yerde hala bir umut var. O bağ, belki de hala kalbimizde bir yerlerde.
O gün seçim günüydü, hatırlıyor musun? Arabayı bulamayınca saatlerce otobüs beklemiştik. Hava bir yandan sıcak, bir yandan da bıkkınlık verici bir şekilde sabırsızdı. Yarı yolda tramvayla gelip, yağmurun altında saatlerce yürümüştük. O kadar zordu ki, ama seninle her şey çok daha kolaydı. Yolu kucaklayarak, birlikte yürümek, her şeyin ne kadar güzel olduğunu hissettirdi bana. Zorluklar, o an seninle olduğum sürece anlam kazanıyordu.
Ve sonra Balat… Üçüncü gün… Balat sokaklarını alt üst etmiştik, ne kadar eğlenceliydi. O sokaklarda kaybolmak, keşfettiğimiz her yeni köşe, her yeni dükkan… O kadar güzel bir gündü ki, hiç bitmesin istedim. Ve o plak… O kadar anlamlıydı. Seninle o anı yaşamak, o hediyeyi almak… Hala kalbimde. Seninle olmak her anı değerli kılıyordu. O plak, belki basit bir hediye gibi görünüyordu, ama aslında içinde seninle geçirdiğimiz tüm zamanların bir hatırasını taşıyor.
Şimdi, zaman geçtikçe, bu anılar sadece birer hatıra olarak kaldı. Ve ne yazık ki, o kadar çok şey değişti ki. Aramızda mesafeler oluştu, aradaki bağlar, belki de eskisi kadar güçlü değil. Bu acı, bu boşluk bitmiyor. O kadar çok özlüyorum ki, o günleri, o anları, o zamanları… Keşke bir şekilde o zamana dönsek. Ama biliyorum, belki de artık o bağ koptu. O kadar zor ki bunu kabul etmek, ama belki de yaşamamız gereken şey buydu. Ne olursa olsun, seninle geçirdiğimiz her anı, her anıyı kalbimde saklayacağım.
O günlerin sıcaklığını, birlikte yaşadığımız o güzellikleri unutmayacağım. Her şey değişse de, içimde hep seninle geçirdiğimiz o güzel anların hatırası kalacak.
2 notes
·
View notes
Text
Zaman akıp gidiyor. Her şeyin bir sonu var, diyorlar. Ama bazı şeylerin, özellikle de bazı hislerin, bitmek bilmeyen bir döngü içinde olduğunu hissediyorum. Anılar, hayaletler gibi peşimizden ayrılmıyor. Her köşe başında, her tanıdık mekânda bir iz bırakıyorlar.
Bir pazar sabahı, deniz kenarında yürürken, bir anı zihnimde beliriyor. O eski ağacın altındayım, çocukluğumun kokusu burnumda. Rüzgarın hafifliği ve yaprakların hışırtısı bana bir şeyler fısıldıyor. Bir yandan hayatın basitliği, bir yandan da karmaşıklığı arasında sıkışmış hissediyorum. O an, tüm dünya duruyor gibi. Ama aslında her şey hareket halinde, her şey bir değişim içinde.
Yolculuğumuzda, yanımızdan geçen insanlar var. Kimisi kalıyor, kimisi gidiyor. Ama her biri, bıraktıkları izlerle, bize bir şeyler öğretiyor. Öyle anlar oluyor ki, onların sessizliği bile bize bir hikaye anlatıyor. İçimizde yankılanan bu hikayeler, bazen bizi yıpratıyor, bazen de güçlendiriyor. Her bir adımda, her bir nefeste, o hikayelerin izlerini taşıyoruz.
Kendimizi bulmak, anlamak için çıktığımız bu yolculukta, sıkça kayboluyoruz. Ama belki de kaybolmak, kendini bulmanın en güzel yoludur. Belki de her kayboluşta, kendimizden bir parça daha keşfediyoruz. Hayatın küçük anlarında, o anların içindeki derin anlamlarda buluyoruz kendimizi.
5 notes
·
View notes
Text
Oturuyorum yatağın üstünde.
Çocuk dondurmasını aldı içten sevinci ve uzun zaman sonra dondurmaya kavuşmanın heyecanıyla.
Geçmişe bakıyorum.
Yaladı çocuk yazın ilk dondurmasını.
Ağrıyan dişime rakı acılarıma şarap basıyorum ağır ağır.
Dondurma yere düştü, ilk dondurma, ilk kayıp oldu.
Kanayan yaranın irini içime akıyor da görmezden geliyor gözlerim.
Çocuk yere düşen dondurmanın başında dikildi gözleri doldu ağır ağır.
Rakı ağrımı kessin, şarap geçmişi unuttursun, kan ise aksın öylece istiyorum çok mu.
Ağladı çocuk, ağır yaşlar aktı gözlerinden.
Çok geliyor hepsi bünyeme, kaldıramıyorum ki bu kadarını.
Yaşlar dondurmaya damladı, sıvılaşışına karıştı da kimse o minik çocuğu bulup ona karışamadı.
Sanma sadece anılar ve dişlerim muzdarip bu durumdan, omuzlarım da sızlıyor, bacaklarım da titriyor, kollarım da üşüyor, o da, bu da, şu da acıyor.
Çeplerini karıştırdı çocuk geriye kalan boş ve tatsız külaha sıkıca tutunarak; para yoktu; yeniden gitse kaşları her daim çatık dondurmacı vermez dondurma, üstüne kızardı belki dalga geçerdi; sindi çocuk külaha, daha o yaşta içine girip kaybolmak istedi.
Ufalanıp küçük olasım geliyor da sanki o zaman daha kolaydı diye düşünüyorum; belki anılarımın getirdiği acılarım daha yoktu oluşmamıştı henüz ama yerine yalnızca kendini düşünen hiçbir zaman yanımızda olmayan fakat sorunları daima üstümüzde olan babam vardı, koşuşturması ve belalı insanları bitmeyen hayat vardı, işliyorlardı ilmek ilmek içime acıyı, belki 20lik diş ağrım yoktu ama yerine dökülen, kendi ellerimle soğukta gözlerim yaşlı titreyerek çekmek zorunda olduğum kanlı dişlerim vardı, belki şarap ve rakı yoktu, o zaman, doğru o zaman da hiçbir şey yoktu diyorum içimden.
Annesine koşmak istedi çocuk en doğal içgüdüsüyle, koşup da anne bir tane daha al demek istedi; yaşlar ardı ardına sıralandı, annesi ona başka harçlık yok, para yok evladım kirayı yatırmadım demişti ama; yaşlar hızlandı, çocuk annesine de gidemedi.
Sarılmanı istiyorum bana, çocukluğumu, gençliğimi, gelecekteki yaşlılığıma kadar al içimden istiyorum, tüm acıların yanında çocukluğumda acıyor benim demek istiyorum, bir parça anne merhameti, bir parça baba koruması bekliyorum işte.
Kimseye itiraf edemediği, henüz neresi olduğunu bile tam kestiremediği bir yer acıdı içinde çocuğun, keşke babam burada olsaydı dedi ama hiçbir zaman çağıramayacağını, çağırsa da nice geleceğim deyip gelmediği günlerde umutsuzlukla hayal kırıklığıyla uyuduğu gecelerin tekrarlanacağını kendi de biliyordu; baba lazımdı işte, annesine, kardeşine, evine, dondurmasına baba lazımdı da gelmiyordu babası temelli işte.
Gözlerim doluyor yine, yılların, senden adeta ustaca sakladığım gecelerin yaşları birikiyor yeniden ama akıtamıyorum ağlamayı hiç beceremediğim zamanlarda olduğu gibi; görüyorsun ya insan en çok bu zamanlarda özlüyor çocukluğunu en azından özgürce dizim acıdı, dondurmam düştü, uyku gelmedi, öcüler yatağıma geldi, karnım doymadı, oyuncağım kırıldı, annem ağladı, annem bu gece de ağladı diye ağlamayı; insan ne çok özlüyor.
Dondurma ucunda bekledi; yokuşun altına doğru akmaya başlamıştı, uzuncaydı yolu, çocuğun göz yaşlarını da peşine katmış gidiyorlardı çocuğun içinde acı bir sıcaklık bırakarak.
Ama ağlayamıyor işte insan, rol yapıyor, içine atıyor, gizli köşelere çekiliyor yaşlar akıtmadan içine ağlayacak hale gelene kadar, içine akan hıçkırıklarda boğula boğula büyüyecek kadar.
Yaşlarını sildi çocuk birkaç yerine henüz mutlu mesut yerken bulaşmış çikolatalı parmaklarıyla, kendi kuruladı o minik gözlerini önceki, ondan önceki, ondan da çok önceki gece olduğu gibi.
Derin nefes alıyorum hafifleyen ağrılarıma.
Derin nefes aldı çocuk hıçkırıklarını yatıştırmak adına.
Kalkıp kendime gelme vakti, çok bile acı çektim diyorum.
Ağlamayıp eve gitme vakti, annem merak etmiştir dedi çocuk.
Kalkıyorum usulca arkamda kalan şişelere, ağrı kesicilere son kez bakarak.
Yürüdü çocuk usulca arkasında bıraktığı dağılmış, erimiş dondurmaya son kez veda ederek.
Yaşlarımı yutuyorum anılar aklıma geldikçe.
Yaşlarını yuttu çocuk dondurmayı gördükçe.
Kendime gelmeliyim.
Eve gitmeliydi.
Annem görürse üzülür, haber etmezsem korkar.
Annesi görürse üzülürdü, geç kalırsa korkardı.
Anne, diyorum, yazık oldu, yazık oldu paralara, göz yaşlarına, akıp giden düşüp beni terk eden dondurmalara.
Anne, dondurma dedi çocuk boynu bükük halde, devamını getiremedi.
Ben getiriyorum anne. Çok dondurma düşürdüm senden habersiz, çok acı altında kaldım, yandım, yıkıldım, acıdım. Çocuğa da, dondurmaya da yazık oldu anne.
7 notes
·
View notes
Text
sonra aramıza şehirler girecek, hiç karşılaşmayacağız. tesadüfler bile bir araya getiremeyecek. sonra belki birimiz öleceğiz, diğerimiz hiç bilmeyecek..." ya da belki de bunların hiç biri olmadan ayrılmak zorunda kalacağız, zorundalığı bilmesek de oysa, geriye sadece anılar arasında kaybolmak kalacak.
5 notes
·
View notes
Text
Fas, tarihi dokusu, kültürel zenginlikleri ve egzotik atmosferiyle her yıl binlerce turisti kendine çeken eşsiz bir destinasyondur. ��öl deneyiminden otantik pazarlarına, göz alıcı mimariden Akdeniz kıyılarına kadar farklı deneyimler sunan bu ülke, her türden gezginin ilgisini çeker. Fas turları, hem tatil hem de keşif dolu bir seyahat arayanlar için unutulmaz anılarla dolu bir serüven vadediyor.
1. Fas'ın Başlıca Şehirleri
Fas’ın önemli şehirleri, kültürel ve tarihi mirasıyla kendine hayran bırakır. Fas turları kapsamında mutlaka görülmesi gereken şehirler şunlardır:
Marakeş: Kırmızı Şehir olarak bilinen Marakeş, canlı pazarları, tarihi sarayları ve ünlü Jemaa el-Fnaa Meydanı ile turistlerin gözdesidir.
Kazablanka: Modern mimarinin yanında Atlantik sahilleriyle tanınan bu şehir, aynı zamanda Fas'ın ekonomik merkezidir.
Fez: Tarihi medreseleri ve UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan eski şehri (medina) ile Fas’ın kültürel kalbidir.
Rabat: Fas’ın başkenti olan Rabat, sakin atmosferi, plajları ve tarihi yapılarıyla dikkat çeker.
2. Çöl Turları ve Doğa Deneyimi
Fas çöl turları, ülkenin en popüler aktivitelerinden biridir. Sahra Çölü'nde deve safarisi yapmak, yıldızlarla dolu gökyüzünün altında kamp kurmak ve yerel Berberi köylerini ziyaret etmek bu turların öne çıkan özellikleri arasındadır. Ayrıca Atlas Dağları’nda trekking yaparak doğanın farklı yönlerini keşfetmek isteyenler için de çeşitli alternatifler mevcuttur.
3. Fas’ın Otantik Pazarları ve Alışveriş Deneyimi
Fas, otantik pazarlarıyla ünlüdür ve bu pazarlar yerel kültürü deneyimlemek için mükemmel bir fırsat sunar. Baharatlar, deri ürünleri, halılar, seramikler gibi el yapımı ürünler Fas pazarlarının vazgeçilmezleri arasındadır. Marakeş ve Fez’deki labirenti andıran pazarlar, ziyaretçilere alışverişin ötesinde kültürel bir keşif yaşatır.
4. Fas Mutfağı ve Gastronomi Turları
Fas mutfağı, baharatların zengin kullanımıyla ünlüdür ve yerel lezzetler, her ziyaretçinin damağında unutulmaz bir tat bırakır. Tagine, kuskus, harira çorbası ve nane çayı, Fas mutfağının başlıca tatları arasında yer alır. Gastronomi turlarında, ziyaretçilere hem yerel mutfakları tanıma hem de geleneksel yemeklerin yapımını öğrenme fırsatı sunulur.
5. Fas Turlarının Avantajları
Fas turları, ziyaretçilere hem rahat hem de güvenli bir seyahat imkânı sunar. Uzman rehberler eşliğinde yapılan turlar, turistlerin ülkeyi derinlemesine keşfetmesini sağlar. Ayrıca grup turları, daha ekonomik seçenekler sunarken bireysel seyahatlerde karşılaşılabilecek zorlukları da ortadan kaldırır. Fas turlarına katılan gezginler, ulaşım, konaklama ve gezi rotalarının önceden organize edilmesinin rahatlığını yaşar.
6. Fas’ı Ziyaret Etmek İçin En İyi Zaman
Fas’ı ziyaret etmek için en uygun dönemler ilkbahar (Mart-Mayıs) ve sonbahar (Eylül-Kasım) aylarıdır. Bu mevsimlerde hava ılıman olur ve çöl gezileri için ideal koşullar sağlanır. Yaz aylarında sahil bölgeleri serin kalırken, çöl bölgelerinde sıcaklık oldukça artar.
7. Fas Turlarında Dikkat Edilmesi Gerekenler
Fas’a seyahat ederken dikkat edilmesi gereken birkaç nokta vardır:
Kıyafet tercihleri: Özellikle kırsal bölgelerde ve dini alanlarda ziyaretçilerden daha muhafazakâr giyinmeleri beklenir.
Dil: Fas’ta Arapça ve Fransızca yaygın olarak konuşulur. Ancak turistik bölgelerde İngilizce de anlaşılmaktadır.
Pazarlık: Pazar alışverişlerinde pazarlık yapmak yaygındır ve alışverişin bir parçası olarak kabul edilir.
Fas Turlarıyla Büyülü Bir Deneyim
Fas, kültürü, tarihi ve doğal güzellikleriyle her köşesinde farklı bir hikâye saklayan bir ülke. Fas turları, gezginlere hem keşfetme hem de dinlenme fırsatı sunarken, unutulmaz anılar biriktirme şansı da verir. Sahra Çölü’nde gün batımını izlemek, Marakeş’in canlı sokaklarında kaybolmak ya da Atlas Dağları’nda yürüyüş yapmak, Fas’ın sunduğu benzersiz deneyimlerden sadece birkaçıdır. fasturizm.com olarak, bu büyülü yolculuğun bir parçası olmanız ve Fas’ın gizemli dünyasını keşfetmeniz için size en iyi turları sunmaya hazırız.
0 notes
Text
Belki de her şeye bu kadar anlam yüklemek yersizdi. Ancak, insanın doğası bu; yaşanan her anın, her hissin bir ağırlığı olsun istiyoruz. Bir sabah uyanıyorsun, günün ilk ışıklarıyla aydınlanıyor dünya, ama ne olduğunu anlamadan akşamın karanlığına karışıyorsun. Gündüzle gece arasında, sanki görünmez bir çizgide yürüyorsun, ve her adımda hatıralarına dokunuyorsun. Belki de bazı şeyler hiç yaşanmamalıydı; o anlık sevinçler, yürekte derin izler bırakan kırılmalar… Belki de bu kadar yoğun hissetmek yerine, hafifçe süzülmeliydik hayatın akışında. Ama yine de oldu, yaşandı ve geçti.
Şimdi ise, hiçbir şey olmamış gibi, hayatın sıradanlığına karışmak zorundayız. Sabahların ışığında kaybolmak, gecenin karanlığında sessizce düşüncelere dalmak… Gözlerimizi kapattığımızda, o hatıralar içimizi kemiriyor; ama sabah olduğunda, sanki tüm o anılar, o ağır hisler bir sis gibi dağılıyor. Fakat ne kadar uzaklaşmaya çalışsak da, geride kalanlar peşimizi bırakmıyor. Anılar, bir gölge gibi her adımımızda bizi izliyor, sessiz bir fısıltı gibi kulaklarımızda yankılanıyor.
Bazen, keşke her şey bu kadar basit olsaydı diye düşünüyoruz. Keşke kalbimizde bu kadar çok iz kalmasaydı, keşke bu kadar çok şey yaşanmamış olsaydı. Ama zaman bize bu seçeneği sunmuyor; biz ise kendimizi, her gün aynı döngünün içinde buluyoruz. Sabahları uyanıyor, günün temposuna ayak uyduruyor, akşamları biriken düşüncelerle uykuya dalıyoruz. Ve her yeni gün, belki de biraz daha silikleşen hatıraların izinde, bir rüya gibi akıp gidiyor. Ama o hatıraların silinmesi, onlardan gerçekten kurtulabildiğimiz anlamına gelmiyor. Belki de sadece üzerini bir örtüyle kapatıyoruz; gecenin karanlığında, o örtünün altından sızan bir ışık gibi beliriyorlar.
Yine de içten içe bir umut taşıyoruz. Belki bir gün, hiç beklenmedik bir anda, hayatın yolları bizi yeniden karşılaştırır. Belki bir akşamüstü, güneş ufkun ardında kaybolurken, o tanıdık yüzü yeniden görürüz. Bir şeyler söylemek isteyip de sessiz kaldığımız anların pişmanlığı, kalbimizin derinliklerinden su yüzüne çıkar. Ama belki de o karşılaşmada hiçbir şey söyleyemeyiz, sadece gözlerimizin ardında biriken yaşları saklamakla yetiniriz. Belki, yalnızca bir bakışla, yılların suskunluğunu paylaşırız.
Ama o gün gelene kadar, yaşam bize kendi ritmini dayatacak. Hayatın akıntısında sürüklenirken, bizler de rüzgarın savurduğu yapraklar gibi, bir oraya bir buraya savrulacağız. Kaybolduğumuz sokaklarda, unutulmuş köşelerde belki kendimizi bulacağız. Ve her seferinde, biraz daha farklı, biraz daha eksik, ama yine de hayatın akışına karışmış olarak, yolumuza devam edece��iz.
Çünkü hayatın döngüsü, ne kadar durdurmaya çalışsak da durmuyor. Sabahlar, geceler birbirini kovalıyor; anılar, düşüncelerin derinliğinde kayboluyor. Ve biz, her günün sonunda, geriye dönüp baktığımızda, belki de sadece bu döngünün bir parçası olduğumuzu kabul etmek zorunda kalıyoruz. Geceyle gündüzün birbirine karıştığı yerde, rüya ile gerçek arasındaki çizgide yürürken, belki de asıl anlam, bu sessiz yürüyüşün kendisinde saklıdır.
#can yücel#hayattan alıntı#zülfü livaneli#özdemir asaf#naruto#ukraine#transformers#artists on tumblr
1 note
·
View note
Text
Sefo Konseri (Ücretsiz)
Türk Pop Müziğinin Sevilen İsmi Sefo'dan Ankara'da İki Ücretsiz Konser
1.Konser
Sefo'nun Unutulmaz Konseriyle Büyülü Bir Akşam! Müzik tutkunları, hazırlıklarınızı yapın çünkü 27 Ağustos'ta saat 20.00'de Gölbaşı Atatürk Sahil Parkı'nda unutulmaz bir konser sizi bekliyor! Türk müzik sahnesinin sevilen ismi Sefo, enerjik performansı ve hit şarkılarıyla sizleri büyülemeye geliyor. Sefo'nun güçlü sesi ve eşsiz sahne şovlarıyla dolu bu gece, müzikseverlere unutulmaz anlar yaşatmaya aday. Genç yaşına rağmen müziğe kattığı derinlik ve samimiyetle dikkat çeken Sefo, hit parçalarıyla kalplerinizi fethedecek. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürecek konserde, en sevilen şarkılarını söylerken dans etmekten ve şarkılara eşlik etmekten kendinizi alamayacaksınız. Gölbaşı Atatürk Sahil Parkı'nın muhteşem atmosferinde gerçekleşecek bu ücretsiz konser, aileler ve arkadaş grupları için ideal bir etkinlik. Piknik alanları, açık hava konseri keyfi ve Sefo'nun enerjisiyle dolu bir akşam sizi bekliyor. Unutulmaz bir yaz gecesinde, müziğin ritmiyle kendinizi kaybetmek istiyorsanız, 27 Ağustos'taki buluşmamıza hazır olun! Bu fırsatı kaçırmamak için tüm müzikseverleri 27 Ağustos'ta saat 20.00'de Gölbaşı Atatürk Sahil Parkı'na davet ediyoruz. Sefo'nun büyülü sesi ve sahne performansıyla dolu bu konseri kaçırmayın. Unutulmaz anılar biriktirmek ve müziğin büyülü dünyasında kaybolmak için yerinizi şimdiden ayırtmayı unutmayın! Not: Etkinlik ücretsizdir ve tüm katılımcılar için açıktır
2.Konser
Sefo ile Unutulmaz Bir Gece: Etimesgut 25. Uluslararası Anadolu Günleri Kültür ve Sanat Festivali Konseri
Etimesgut'un gurur kaynağı, kültürün ve sanatın buluşma noktası olarak bu yıl da büyüleyici bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. 3 Eylül 2023 tarihinde saat 19.00'da Türk Beyleri Kent Meydanı'nda gerçekleşecek olan "Sefo'nun Etimesgut 25. Uluslararası Anadolu Günleri Kültür ve Sanat Festivali Konseri," müzikseverleri unutulmaz bir geceye davet ediyor. Sefo ile Unutulmaz Bir Gece: Etimesgut 25. Uluslararası Anadolu Günleri Kültür ve Sanat Festivali Konseri Ünlü sanatçı Sefo'nun muhteşem sahne performansıyla renk katacağı bu özel etkinlik, geleneksel ve modernin bir araya geldiği bir atmosfer sunacak. Türk müziğinin zengin mirasını günümüze taşıyan Sefo, hit şarkılarıyla ve enerjisiyle izleyenlere unutulmaz bir gece yaşatacak. Etimesgut 25. Uluslararası Anadolu Günleri Kültür ve Sanat Festivali Konseri, sanatın ve müziğin yanı sıra Anadolu'nun zengin kültürel mirasına da vurgu yapacak. Etkinlik boyüunca geleneksel el sanatları sergileri, yöresel lezzetlerin yer aldığı stantlar ve daha birçok etkinlikle katılımcıları Anadolu'nun derinliklerine bir yolculuğa çıkaracak. Bu büyülü geceye katılmak isteyen herkesi 3 Eylül'de saat 19.00'da Türk Beyleri Kent Meydanı'nda buluşmaya davet ediyoruz. Sefo'nun eşsiz performansıyla dolu dolu bir geceye hazır olun! Daha fazla bilgi için festivalin resmi internet sitesini ziyaret edebilirsiniz. Unutmayın, kültür ve sanat dolu bir geceye tanıklık etmek için 3 Eylül'ü şimdiden takviminize işaretleyin! Read the full article
0 notes
Text
İnsan ayrılınca canı bir başka acıyormuş.
#ayrılık#sevmek#hüzün#gözyaşı#karantina#dram#aşkacısı#güçlükadın#dayanmak#aşıkolmak#hayaletmek#hüzünlenmek#anılar#anılar da kaybolmak#hasret#hayat#beklentiler#aile#hüsran#hayal kırıklıkları#gündüzler#geceler#sevda#yağmur#müzik#şarap#sarhoşluk#gözleri#gülüşü#pişmanlık
11 notes
·
View notes
Text
Yine o günlerden biriydi. Gözlerimin en ufak bir değişikliği dahi özlem ile aradığı o monoton günlerden… Ve her zaman ki gibi kalabalıktı İstiklal. Yürümüyor, sürükleniyordum sanki. Eminim ki havadan bakıldığında İstiklal, içinden insan akan bir nehre benziyordu . Ki bir çoğu o nehirde boğulmuş, yüzmeyi çoktan bırakmış, akıntıyla savruluyordu. Evet, yorgun görünen fakat aslında ölmüş olanlar vardı içlerinde. Gogol’un yazdığı bir romanın ismi gibi: ‘‘Ölü canlar’’ dışları deri, içleri boş. Çürümüşler. Görebiliyorum, çünkü keskin burunlar değil, keskin gözler alabilirdi onların tükenmişlik kokusunu. Saşırmıyordum. Nihayetinde insanlık, ölerek hayatta kalan bir türdü. Öldükçe yaşayan, yaşadıkça öldüğünü unutan tuhaf bir tür.
İnsan, zaman denen harçlığını harcamak için gönderiliyordu dünyaya ve meteliksiz kalıncaya dek sürüyordu bu serüven. Tüm dünyada olduğu gibi İstiklal de zengin olduğunu sananlarla doluydu. Fakat bir zengin vardı elbet. Zamandan yapılmış damlalar yağarken üzerimize, o şemsiyesini açmış, yarattığı sınav sistemini fark edebilecek düzeydeki bilinçleri bekliyordu. Ya da biz global boyutta bir saçmalık türetiyor, kendi düzenimiz için inanç denen yularları kullanıyorduk. Her neyse işte! Düşünmek başımı ağrıtıyor. Fakat tüm bunları düşünmeyecek kadar da aşağılık ve bayağı bir insan olmayı da kabullenemem ki.
...
İş çıkışı saatiydi galiba. Beş küsur… Vitrinler kapitalistlerin, lokantalar annesizlerin, kafeler, işsiz ve öğrencilerin işgalindeydi. Herkesin bir gayesi var besbelli. İlerliyor, acele ediyorlar. Ama görebiliyorum: yolculukları hep mecburi. Fark etmemek mümkün değil: yüzlerine bir ıkınma hali yapışmış. Belli ki umulanlar ile yaşanılanlar arasındaki uçurum onları kendilerine düşman etmiş, önce mimarı oldukları sisteme, sonrada aynalara küfürler savurur olmuşlar.
Köşe başındaki kuruyemişçiden biraz çiğdem doldurdum ceplerime. Hani şu fazladan tuzlu olanlarından… Yasaklanmalı bence. Esrardan çok daha fazla bağımlılık yaptığına dair bahse girebilirim. Onları emerek ve parçalayarak yürüyorum. Nereye gittiğinin bir önemi olmayınca, yürümeyi seviyor insan. Ulaşılması gereken bir yer varsa eğer zor gelir yürümek. Dağlar tırmanılmak istenmez ama zirveler hep ulaşılmak istenir. Yürüdüm. Zirveler umurumda olmadan yürüdüm.
Yol bitti. Ara sokaklar başladı. İstanbul’un kılcal damarlarına daldım. Kontrolüm altındaysa kaybolmak, kaybolmayı seviyordum. O suç ve saklambaç kokan arka sokaklarda gezindim durdum. Yorulmadım, ama bir ara durdum. Gözüm kadının birine takıldı. Ağlıyordu. Şaşırmadım. Kadınların özelliklerinden birisi de istedikleri zaman ağlayabiliyor olmalarıydı. Erkeklerse ağlayacak kadar üzüldüklerinde döktükleri şey göz yaşından çok, kan olurdu. Bir başkasının kanı… Ancak mazoşist ya da duygusalsa eğer kendisininki…
Durdum ve inceledim onu. Yalnız değildi. Yanında pezevengi vardı. Karnına yumruklar savuran bir pezevengi… Kadının yüzü ona rakı sofrası ve kumar parası sağlıyordu ya, belki de bu yüzden hedef olarak onun karnını seçmişti. Bir zamanlar ona can veren de bir kadın karnıydı oysa. İnsan böyleydi işte. Kendisini meydana getiren yüceliği çabuk unutuyordu. Şerefsiz herif, bir de küfrediyordu. Zaten o küfürleri uygulasınlar diye para alan bir kadına… Ne saçmalık ama. Ve göz göze geldik kadınla. Yardım mı istiyordu, def olmamı mı, anlayamadım. Düşünmedim yerdeki boş bira şişesini elime alırken. Onu havada savurup adamın ensesinde parçalarken zerre düşünmedim. Düşünseydim de pek bir şey değişmezdi. İyice baktım. Kan yoktu önümde. Bilinci kapalı, yere yüzü koyun uzanmış bir pezevenk vardı. Sayemde sadece bir birayla sızabilen ilk pezevenk oldu. Kadına hiç bakmadan, ellerimi ceplerime saplayıp uzaklaştım oradan. Aslına bakılırsa ona bir iyilik yapmadım. Muhtemelen hayır. Adam ayılınca onu bulacak, belki de bu sefer yüzünü yumruklayacaktı. Beni soracak, kadın bilmiyorum deyince bir daha yumruklayacaktı.
Onun gibi adamları tanırdım. Pezevenk olmalarına gerek yoktu. Şiddeti, kelimelerden daha etkili bulmaları, kendilerinin de sadece bu dili anladıklarındandı. Bildikleri tek dil acıydı. Azı ile para kazanır, çoğu ile ölür, öldürürlerdi.
Arkamdan bağırdı: ‘‘Ne yaptın lan? Sen kendini ne zannediyorsun?’’ diye. Durmadım. Cebimden birkaç çiğdem çıkarıp dişlerimin arasında kırdım. Yine bağırdı. Bu sefer duymadım. Kılcal damarlarından sızıp atar damarına daldım İstanbul’un.
Taksim’e dek yürüdüm. Sırıtıyordum. Günüm, bir nebze de olsa monotonluktan uzaklaşmıştı çünkü. İki bira alıp bunu sahilde kutlamayı düşündüm. Vazgeçtim. Sabit bir yerde durup birkaç bira içince düşünmeye başlıyordum. Yalnızlığı, geleceği, parasızlığı ve hayatı düşünüp de kendime acı çektirmenin bir anlamı yoktu. Hem derinliği dikkate almadan düşünmek, içsel bir intihara sürükleyebiliyordu insanı. Hele ki acemiyse, hele ki hiçliğine ulaşacak kadar farkındalık içeriyorsa şuuru... Düşünmemeliydim. Bu, insan olmanın temel prensiplerine aykırı olsa da şimdilik yapmamalıydım bunu. İsterik bir mutsuzluğu ve içinden çıkılamaz soruları çağırmanın vakti değildi. Fakat beyin denen asiliği ne denli kontrol edebiliyordu ki insan? Kahretsin ki düşünecektim elbet. Çoğu onunla övünse de beyin, adına bilinç denen durdurulamayan bir güç taşıyordu. Ve bu kontrolsüz güç, namlusunu kendisine döndürebiliyordu bazen. Ve kendisini vurmadan da kurtulamıyordu inşa ettiği sanrılardan. İşte böylece, -ki gerçek uğruna- bireyin kendini kurban ettiği bir ritüele dönüşüyordu düşünmek. Of... Düşünmemek üzerine düşünüp kendimle çelişmiş olmam ne saçma şey ama. Her neyse işte.
Cüzdanımı yokladım. Tam otuz iki lira… Bu rakam, her zaman gittiğim o salaş mekanda dört bardak votka demekti. İlk üçünü kendime, dördüncüsünü ise -eğer şansım varsa- hali hazırda sarhoş olmuş bir kadına ısmarlayacaktım. Sonrası birkaç saat uykusuzluk ve bir yatakta iki kişilik yalnızlık demekti. Elde kaldı iki lira. İki yuvarlak demir… Muhtemelen biri simit, diğeri peynir alacaktı. Kadın mı? O çoktan gitmiş olacaktı.
_
Uyandım. Şükürler olsun ki kendi yatağımdayım. Kafam benim değil sanki. Baş ağrısı değil bu. Beyin travması geçiriyorum galiba. Zihnimi kurcalıyorum. Gecenin yarısı yok. Diğer yarısı ise bulanık. Yatakta doğruluyor, odada gezdiriyorum gözlerimi. Dağınıklık gözüme, keskin bir ter kokusu ise burnuma çarpıyor. Ve bir kadın… Tamamen çıplak. Sırtını bana dönmüş uyuyor. Hala hatırlamıyorum. Belki de geceye dair hatırlamam gereken tek şeyi hatırlamıyorum. Kahretsin! Zorluyorum kendimi. Yok... Hiçbir şey yok. Şaşırıyorum. Üç bardak votka bana bunu yapamaz ki. Buna eminim işte. O an kafamın içinde bir yerlerde bir ışık yanıyor. ‘‘Tekila.’’ diyorum kendi kendime. Tabii ya. Dolaptaki yetmişlik Olmecayı hatırlıyorum. Dibini görmüş olmalıyız. Aksi taktirde böylesi bir kafa yaşayamazdım. Ve görüyorum onu. Yere uzanmış. Ağzı açık. Yere kusmadığına göre bitmiş. Kahretsin!
Büyük ihtimalle birazdan uyanıp ücretini isteyecek kadının sırtını izliyorum. Çok güzel görünüyor. Yüzü neye benziyor acaba? Merak ediyorum. Bir önemi var mı? Sanmıyorum. Birden yüzünü dönüyor bana. İrkiliyorum. Ama o gülüyor. Yüzü morluklarla dolu. Ama hala gülüyor. ‘‘O kadın!’’ diyorum şaşkınlığımı gizlemeye gerek duymadan fısıltı ile. O kadın. Pezevengini bir birayla sarhoş ettiğim kadın… Yüzü bir anahtar gibi, geceye ait saklı tüm kapıları açıyor ve tüm anılar çarpıyor yüzüme. Hazırlıksız yakalanıyorum onlara. Ama her şeyi hatırlıyorum sonunda.
İşe bak. Dört bardak votkayı da ben zıkkımlanmışım. Sonra karanlıktan o çıka gelmiş. Bir şeyler sormuş bana. Bense: ‘‘Üzgünüm. Sadece dört sigara ve iki liram var.’’ demişim. Koluma girmiş yine de. Sigaraların ikisini eve yürürken yakmışız. Diğer ikisini ise gecenin sonuna saklamışız. Ama iki lirayı ne yaptım, hala hatırlamıyorum. Bahşiş bırakmış olmalıyım. –küfür gibi– Her neyse işte…
…
37 notes
·
View notes
Text
Kaybolmak...
Hayat sanki saklambaç oynuyor gibi tüm o güzellikler saklanıyor ve bizden bulmamızı istiyor. Hayatın öyle oyunları var ki tüm o neşe ve kendini yeniden doğmuş his arayışı kaybolmamızı sağlıyor. Her arayışta kayboluyoruz ve işte o an bazı şeyler eksik geliyor. Geçmişte yaşadığımız bazı hisler, anılar ve mutluluklar bize kaybettiğimizin hissini veriyor. Tekrar bulamayacağımıza inanıyoruz. Bir kayıp ne kadar da her şeyi değiştiriyor. Üzüntü, keder, mutsuzluk ve bir türlü atamadığımız stres. Her birimiz kaybettiklerimizin verdiği duygulara yenik düşüyoruz.
Zaman geçtikçe yaşlanıyoruz. Bize verilmiş olan süre her saniye geçtikçe azalıyor. İnsan nelerin azaldığının farkında değil. Farkında olsaydı eğer şuan herkes dururdu. Yürüyorlarsa, oturuyorlarsa ve her ne yapıyorlarsa sadece öylece bırakırlardı, çünkü yaptığımız her hareket bizi bitiriyor. Kayboluyoruz. Kaybolmak öyle bir şey ki o kadar insanın önünde görünmez olmak gibi. Soluduğumuz her nefes boşaymış gibi. Karışık oyunları olan bu hayatın her birinde yenildiğimizin farkında değiliz, sevdiğimizde tüm o verdiğimiz çaba ve değer sevilmediğimizde ve istediğimiz olmadığında nasıl yetersiz geliyorsa, belki de yaptığımız her şey yetersizdir.
Kaybolmak… İnsan şuan kaybolduğunun farkına varabilir mi? Bazı şeylerin yokluğunu hissetiğimizde insan nedense birilerinin yolu göstermesini bekliyor. Biri yolu gösterse bile tek başına yürüyeceğimizi bilmemiz gerekiyor. Yalnız bir şekilde. İnsan o an ne için çabalıyor? Her birimiz karanlıktaysak güneş neden her gün doğuyor? Belki de kendimizi her gün avutmamız gerekiyor ve tabii ki diğer insanları da. Her birini kucaklamamız gerekiyor, büyük bir ironiyi kabul edip bir yerine birlik olmamız gerekiyor ve derine baktığımızda herkes birer kayıp ve arayışta. Bazı insanların şanslı olduğunu düşünmeyin, sahip olamadıklarınıza o sahip diye o da aynı şekilde başkasında olan ama kendisinde olmayan şeylere sahip değil. Eğer bu kadar aynıysak bizi farklı kılan nedir? Birbirimizin çok ortak yönü olması belki de her birimizin yolu ayrı olmasıdır. Hayat gibi. Herkesin hayatı farklıdır ve insanların bunu kabul etmesi neden bu kadar zor? İnsan kendisini sürekli kaybederken kontrolünü, duruşunu ve ona dayanan her şeyi iterken, insanların birbirlerini sürekli itmesi ne kadar da kolay? Neleri ittiğimizin farkında mıyız? Bir başkasının acılarını, mutluluğunu, hayallerini, fikirlerini ve iyi olan her şeyini. İnsan her biriyle aynıyken birbirlerine güvenememeleri ne kadar saçma. İnsan nedense farkında değil, kendisi gibi birilerini isterken oysa karşındakininde ne kadar kayıp olduğunu göremez. Ne yazık ki insanlar birbirlerini taşıyamazlar. Bu insanların ne kadar zayıf ve zor olduklarını gösterir. Bizim her şeye karşı zayıflığımız var. Evrene, dünyaya, hayvanlara ve tüm insanlara. Her şeyin fazlasına ve azına gelemediğimiz gibi, neyin az ve fazla olduğunu da bilemiyoruz. Hep ikili yaşıyoruz. Her şeyin zıt ve eş anlamlısını yapıyoruz. İnsan kaybolduğunda kendini kazanmışta oluyor. Bir şeyin farkında olduğumuzda bunu kararlaştırıp değiştirme şansımız oluyor. İnsan eni sonunda farkına varıyor, ne kadar güç ve geç olsa da son geldiğinde her şey bitiyor. Tüm o anlamsız ve olumsuz gelen her şey aynı yere gidiyor. İnsanın bunun farkına varması gerekiyor. Bu yıl neler kaybettiysek bu bize verilmiş bir hediye, çünkü karanlık her olduğunda tekrar güneşin doğacağı gibi, insanların aydınlığı bulması gerekiyor.
İnsan bu yeni yılda her zaman farkına varamadıklarının farkına varması dileğiyle…
25 Aralık 2017
#insan#insanlar#felsefe#hayat#felsefi düşünce#aralık#aralık ayı#kaybolmak#kayıp#düşünce#düşünce metni#hayaller#dünya#evren#insan olmak#kaybetmek#kazanmak#iyilik#blog#blog yazısı#köşe#köşe yazısı#tumblr#tumblr yazısı#yazılar#osadecebiri
16 notes
·
View notes
Text
Karanlıkta gürlüyor şelale
Bilen bilir, bilemez beni
Konuşmadıklarınız da gerçek değil mi
İhtimallerin heyecanına üzülüyorum, ihtimallerin
Sırtımı verdim resimlere
Anılar telefonda duruyolar
Peşimi bırakmıyor yükselişlerin
Her şey benimle ilgili değil ki
İhtimallerin heyecanına üzülüyorum
İhtimallerin heyecanına üzülüyorum
Kaybolmak işten değil ellerimde
Zeminler kıpırdıyor yerlerinde
Kendimce bir olayların içindeyim, içinizde
Ve ihtimallerin heyecanına üzülüyorum
İhtimallerin heyecanına üzülüyorum
0 notes
Text
Karanlıkta gürlüyor şelale Bilen bilir, bilemez beni Konuşmadıklarınız da gerçek değil mi İhtimallerin heyecanına üzülüyorum, ihtimallerin Sırtımı verdim resimlere Anılar telefonda duruyolar Peşimi bırakmıyor yükselişlerin Her şey benimle ilgili değil ki İhtimallerin heyecanına üzülüyorum İhtimallerin heyecanına üzülüyorum Kaybolmak işten değil ellerimde Zeminler kıpırdıyor yerlerinde Kendimce bir olayların içindeyim, içinizde Ve ihtimallerin heyecanına üzülüyorum İhtimallerin heyecanına üzülüyorum
0 notes
Text
Artık Olmayan Güller Gülümsediler
Yıllar önce, bir sonbahar sabahı çocukluğumun en güzel günlerinin geçtiği evimizi satmak üzere o küçük sahil kasabasına gittiğimde tüm anılar görüntüleri, sesleri ve kokularıyla birlikte canlanarak karşıma çıkmışlardı. Bir daha asla geri getiremeyeceğimi bildiğim geçmişim olanca duygu birikimiyle benliğimi kaplamış, hüzün önüne geçilmez bir biçimde yüreğime çökmüştü. Yitip gitmiş zamanlara ait kırık dökük harabeler arasında bir hayalet gibi dolaşırken sahile vuran dalgaların köpüklerinde, denize uzanan kayalıkların üzerinde uçuşan martıların çığlıklarında ve rüzgârın uğultusunda geçmişin yankılarını bulmaya çalışmıştım.
Kokular, ah o kokular, en çok da onlar içimde uykuya dalmış olan parçalarımı canlandırmıştı; kumsalı kaplayan yosunların kokusu, tutundukları dallarda umutsuzca sonbahara direnen hanımellerinin kokusu, kepenkleri indirilerek bir sonraki yaza kadar yalnızlıklarına terk edilen evlerin bahçelerindeki incir ağaçlarının kokusu ve ellerimi üzerlerinde gezdirdiğimde hemencecik avuç içlerime siniveren biberiyelerin kokusu…
Baktığım her şeyde gördüğümün ötesinde bir şeyler görmenin ve hatırladıkça canlanan anıları zihnimde yeniden yaşayıp fiziksel varlığımla onlara dahil olamamanın kederini öylesine yoğun hissetmiştim ki sonradan bu duyguları kağıda döktüğümde yazdıklarım okuyan pek çok kişiye “mantıksız” gelmişti.
“Yaşlı çınarın yanından geçerek köşeyi döndü, yolun sağındaki iki katlı evin önüne park etti. Bir süre arabadan inmeden eve baktı; ahşap tırabzanlara, eğimli çatıya, merdivenlere, bahçe parmaklıklarına dolanan kuru sarmaşıklara… Yavaşça indi, kapıya yürüdü, kilit zorlanmadan açıldı, sararmış çimler üzerindeki bahçe taşlarına basarak ağır adımlarla yürümeye başladı. Ön taraftaki ıhlamur ağacı olduğu yerde salınarak eski bir dost gibi selamladı onu, soğuklara dayanan biberiyeler kıpır kıpır oldular onu görünce, dev saksıdaki kaktüs dikenlerini içine çekti, artık olmayan güller gülümsedi, arka bahçe onun ayak sesleriyle irkildi, defne uykusundan sıçradı, ortancalar bir an da olsa çiçek açtı…
O sırada gözü evin alt katındaki bodrum penceresine ilişti, merdivenlere yöneldi, son iki basamağı tek bir adımda indi, küçük bir omuz darbesiyle kapıyı itti. Alçak tavanlı bodrum katı küf ve rutubet kokuları yayarak ‘Nerelerdesin?’ diye sordu ona. Duvarlardaki balık ağları, örümcek ağları arasında yırtıklarını gizlemeye çalıştılar. Odanın tam ortasındaki küçük kayık biraz kırgın bir ifadeyle süzdü onu, üzerindeki ‘Kiraz’ resmi ve yazısı yıllara direnmenin gururu ile gösterdi kendini. Camlardaki turuncu perdeler ise tüm solgunluklarına karşın fırfırlarını ön plana çıkararak kıpırdandılar...”
Kim ne derse desin yaşadıklarımı ve duyumsadıklarımı yazmıştım ben. Kendimi arafta kalmış gibi hissettiğim o anlarda çoktan kaybolduğunu, artık var olmadığını bildiğim geçmişim yoğun bir yağmur bulutu gibi üzerime çökmüş ve ben onu hatırladıkça canlanıp bir sağanak gibi üzerime yağmaya başlamıştı. O geçmişe ve o anılara sahip olmayan birine hiçbir şey ifade etmeyen görüntüler, sesler ve kokular yarattıkları çağrışımlarla başka bir boyutun gerçeklerine taşımışlardı beni; tasasız günlere, ağustosböceklerinin bitmeyen şarkılarına, ıhlamur ağacının altındaki çay sohbetlerine, gülleri budayan babama, anneannemin kurabiyelerine, gün doğarken balıkçıyla topladığımız ağlara, sıçrayan istavritlere, Cep Fotoroman”lara, Vita tenekelerinden sarkan pembe sardunyalara, rüzgârda püfür püfür uçuşan çarşaflara, annemin şile bezi elbiselerine, açık hava sinemalarına, çıkınca gazoz içtiğimiz hamam sefalarına, geceleri renkli ampullerin aydınlattığı tahta iskemleli çay bahçelerine, gökyüzünde kayan yıldızların ardından tutulan dileklere, “Hadi gelin de bir kahve içelim!” diye balkonlardan seslenen komşulara, mutfak pencerelerinden yayılan sigara böreği kokularına, yoldan geçen kısık sesli galetacıya, küçük bakkalda yaldızlı ambalajlarda satılan Nestle gofretlere, çitlembik ağacının üzerine kazınmış masum aşklara…
Tüm bunları paylaşabileceğim birinin olmaması acıtmıştı beni; paylaşabilmem için o yeri, o zamanı paylaşmış olmak gerekiyordu çünkü… Geçmiş kaybolmuyordu, ama geçmişi birlikte yaşayan insanlar anılarıyla beraber göçüp gidiyorlardı dünyadan ve anlamlar da yok oluyordu o zaman; aynen evimizi satmaya karar verdiğinde annemin “Bir yeri o yer yapan insanlarmış meğer...” dediği gibi.
Belki benim gibi geçmişten gelen görüntülerle, seslerle ve kokularla dolaşan birileri vardır hâlâ. Alışkanlıkları, özlemleri, anıları ve hayalleriyle birlikte arafta kalmış gibi yaşıyorlardır hayatı kimi zaman. Belki derin hüzünlere kapıldıklarında, tutundukları dallarda sonbahara direnen hanımelleri misali geçmişlerine tutunuyorlardır onlar da. Kimbilir belki geleceğe dair kurdukları düşlere geçmişin görüntülerini, seslerini ve kokularını katıyorlardır. Ve belki yaşadıkları âna yapışma iddiasıyla o ânın içinde kaybolmak yerine zamana tüm boyutlarıyla sahip çıkmaya çalışıyorlardır.
Biliyorum; geçmiş hatırlayınca, gelecek düşleyince anlam kazanıyor. An ise ikisinin arasında, bir ıhlamur ağacının altında oturup çay içmek gibi, martıların “Hoşgeldin” demesini duymak gibi ve artık olmayan güllerin gülümsediğini hissetmek gibi bir şey…
5 notes
·
View notes
Note
Yine ben geldim abi, izbe kuyularda dolanan o kız. İçmek isteyipte meyhane sofrası kuran sonra içmeyi bilmediğini hatrlayıp yine onu anan. Hüzün kaybolmak bilmedi üzerimden, onu unutmakta düşünmemekte zorlanıyorum yine. Abi daha 21 yaşındayım, geçecek biliyorum ama 4 sene oldu be. Unuttum diyorum yine bir yerde bir hatıra sıvışıp karşıma çıkıyor. Hiçbir şeye mecalim kalmadı. Şuan gülüp eğlenmek yerine, sessizliklerde intihar süsü veriyorum düşlerime. Güzel ailen ve sen birbirinize emanetsiniz.🌿
Geçen yıl o kadar çok anonime cevap yazdım ki hangisi hangisiydi. Tahmin etmem güç :/ Ama şöyle diyelim.Anılar daimi olsa da bazen pas tutar ve pas her zaman kötü bir şey değil. Yerini tecrübeye bırakan bir anıya dönüştürmeni dilerim. Ailem ve benim için iyi dileklerine teşekkür ederim. Detaylı yazmak istersen direk mesaj yoluyla konuşa bilirsin. Kimlikleri açık etmek gibi bir huyum yoktur. Görüşmek üzere...
0 notes