#ağaçların şarkısı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Havalar tam serinlemeden önce. Bir gece yarısı sokakta seninle yürümemiz gerek. Hafif esen rüzgardan titreyen sokak lambalarının altında. Yavaş yavaş, belki de el ele. Taze biçilmiş çimlerin, rüzgarın ve henüz yeryüzüne veda etmemiş yazdan kalan son çiçeklerin kokusunu çekmemiz lazım içimize. Hiç susmadan çenemiz yorulana dek konuşuruz. Belki de ağzımızı bıçak açmadan gece boyu susarız. Sessizliğin şarkısı fon müziğimiz olur. Ya da bir cırcır böceği çalar bizim jeneriğimizi. Adı ne olur. Onu seven bilir. Hiçbir zaman unutmaman gereken şeyler var. O an sadece zamanla beraber akacağımız ve asla yalnız olmayacağımız. Ağaçların gölgesinde, ateşböceklerinin ışığında, ırmakların şırıltısında, çiçeklerin bizim için gösterdiği yollarda ve toprağın kokusunda her daim beraber olduğumuz. Bunu sakın unutma. Şimdi sana sarılabilirim. Samanyolunun ve tabiat ananın şahitliğinde. Evrenin gözleri önünde. En saf ve en sade halimizle var olalım. Bir olalım. Unutma! İnsanız biz. Sen, ben yok. Biz varız.
Mr. Monarch
#blog#sevgi#art#fyp#şiir#kitaplar#edebiyat#spotify#sarilmak#aşk#geceye bir şiir bırak#geceye bir söz bırak#gecenin sözü#geceye not#saf sevgi#kendimi seviyorum#gerçek sevgi#aşk sevgi#seni seviyorum#zaman#ruh halim#hayat işte#hayatın içinden#yasamak#yazar#yeni bir gün#kendi kalemimden#tuhaf bir kimse#kalemimden dökülenler#benim kalemimden
17 notes
·
View notes
Text
1 Haziran Özet
Yıldız Parkında ailece ilk pikniğimizi yaptık. Püfür püfür esen rüzgar eşliğinde, ağaçların gölgesi altında kitap ve kuran okudum. Tevbe suresinin bu ayetleri sanki bugün Biz ve Siyonistler için nazil olmuş gibi❤️🩹 kızçelerim de resim yapıp oyun oynadı, Ayşe Hümeyra Onur Erol şarkısı söyledi meryemciğim de onu videoya çekti. Ona yüksek sesle kitap okudum, ingilizce telaffuzumun iyi olduğunu söyledi. Umarım gönlümü yapmaya çalışmıyordur.
Biz Yahya Efendiyi ziyaret ederken kızlar resim atölyesine katıldı. Memnun kalmışlar, bir daha gelelim dediler.
Bu arada şu poğaçayı yaptım. Ben içine havuç koymadım, şekeri de bir kaşık ekledim. Lezzeti ve görünüşü çok güzel oldu^^
7 notes
·
View notes
Text
Gece trene bindiniz mi hiç?
Şuan gece saat 20.31, Almanya'da yaşadığım için saat Türkiye'ye göre iki saat geride. Mevsimlerden kış olduğu için hava haddinden erken kararıyor ve bu bence insanların depresif olmasına yetiyor. Hava hep yağmurlu ve soğuk. Dedim ya,burda insan çok depresifleşiyor. Her yer ağaç,orman. İnsana huzur verirken bir yandan karamsarlaştırıyor. En azından ben öyle hissediyorum... Tren hareket ederken kulağımda ki kulaklıktan kulağıma Family Line şarkısı doluyor. En sevdiğim yabancı şarkı. Galiba anlamı fazla güzel olduğu ve dinlerken huzur bulduğum için olabilir. Şehrin ışıkları küçük bir nokta gibi uzaktan parlarken,insanlara bakıyorum. Bazıları fazla yorgun bakıyor, bu bakışı çok iyi tanıyorum... Bazıları fazla dertli bakıyor, fazla düşünceli. Sanki burdan sonra ne yapacaklarını düşünüyorlar. Bazıları yalnızca oturup, gideceklerini yere ulaşmayı bekliyorlar. Tren arada ağaçların yanından geçiyor. Hava bugün alıştığımız o soğuğu ile insanları ürpertirken, trenin içi oldukça sıcak. Eskiden geceyi sevmezdim, fazla karanlık fazla ürkütücü gelirdi. Fakat geceden daha çok çekineceğim dertler, geceden daha çok korkutucu olan acılar edindikten sonra pekte ürkütücü gelmemeye başladı gece. Nihayetinde günün en sevdiğim bölümü oldu. Yinede gece yolculukları benim için hâlâ biraz bunaltıcı. Çünkü kulağımda kulaklık, gözlerim camın ardını izlerken fazla yalnızım. Zihnim düşünmeye fazla müsait. O yüzden düşünüyorum ve düşünüyorum. Sonunda sıra dertlerime, üstünü örttüğüm anılara geliyor. Hiç sevmediğim o yere. Aklımın o saklı kısmına ışık tutuyor zihnim. Fazla yorucu oluyor bunları düşünmek. Kim bilir, şuanda yazarken belki de düşünmekten kaçıyorumdur. Her zamanki gibi, elimden gelen tek şeyi yapıyorum. Kaçmak...
#geceye bir söz bırak#hüzün#spotify#black stories#kalp acısı#yorgunluk#sessiz ve yalnız#hayat işte#aşk acıtır#yalnızlık#aşk acısı#ay benim gece senin#geceye not#geceyedair#iyi geceler
13 notes
·
View notes
Text
32-
İçimde hiç öfke kırıntısı taşımıyordum.
İsyan edeyim, bağırıp çağırayım, hiddet, sinir….
Herşeyi kabullenmenin reddedilemez hafifliği.
Öfke yoksa istek yok, savaşmak yok, intikam yok, his yok… ölü bir beden, hissiz bir ruh.
Gücüm var ancak bunlara harcayacak zamanım mı? Sabrım mı yok? Bilmiyorum.
Herşeyin ilahi bir el ile yönlendirilmesi taraftarı oldum sanki. Olan herşeye de olmayan herşeye de tamam demek.
Sakinlik, huzur, boşvermişlik… havada uçuşan bulutlar, güneşin ve ayın selamlaşması, yıldızların saklambaç oyunları… ağaçların şarkısı, kuşların cıvıltıları, toprağın saf kokusu… hayvanların doğallığı, çimlerin yeşil yeşil gülümsemesi, çiçeklerin böceklerle sevişmesi…
Tüm bunlardan uzak, gecenin karanlığında sessizlikle sımsıkı sarılmalar, yalnızlıkla sohbetler, hislerle sessiz sinema oyunları.
Yaşam. Devam etmekte. Takvim yaprakları o kitaplığın arkasında birikmekte…
Boş, bembeyaz sayfalarla,
sayfalarca…
20 notes
·
View notes
Text
Ait olmadığım bir gezegenin , ait olmadığım bir belediye bankında ağaçların rüzgarla dansını izliyorum. Kulağımda ince ve güzel sesli bir kızın dinlendirici şarkısı çalıyor. Belli ki o da ait değil bu gezegene ondan bu mükemmellik. Derin bir nefes alıp gökyüzüne bakıyorum. İnan gökyüzü de ait değil buralara ondandır bu güzelliği. Rüzgar şuan saçlarımda üstümdeki hüznü,yorgunluğu süpürmeye çalışıyor. Yalnızlığımı bir banka bıraktığım sırt çantama koydum az evvel birazcık daha yalnız kalmak için. Sonra tekrar gökyüzüne bakıp sevdiğim adamın gülüşünü yıldızları birleştirerek çizmeye çalışıyorum. Sevgimizde bu dünyaya ait değil. Çünkü bu dünya eşsiz güzellikleri taşıyamacak kadar yorgun. Bunları düşünürken küçük bir kız çocuğu yeni yürümeyi öğreniyor babasının ellerinde. Bilmiyor henüz bu gezegene ait olmadığını. Bir gün yürümeyi öğrenmişken düşürecek bir adam onu. Tam şimdi ki yaşından yıllar sonra yeniden yürümeyi öğrenecek. İlk dizi kanadığı an gibi ağlıcak. Bu sefer sessizce,kimsesizce. Büyümeyi öğrenmek, yürümeyi öğrenmek gibi dizleri kanatıyor. Sevmeyi öğrenmek, öğle uykusundan uyanmak gibi.
3 notes
·
View notes
Text
AĞAÇLARIN FAYDALARI
Bu videoda ağaçların faydaları nelerdir? sorusunun cevabını aradık. Ağaçların önemi ve faydaları nı bilmek ve muhteşem ağaç manzarası seyretmek isterseniz doğru yerdesiniz. Bu on numara videoyu kesinlikle izlemelisiniz.
*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-**-*-*-*-*-*-*-*
TÜM VİDEOLARIMIZ : https://bit.ly/3jPG40O
OYNATMA LİSTELERİ: https://bit.ly/30Xfkmr
ÜCRETSİZ ABONE OL: https://b…
View On WordPress
#Ağaç Dikmenin Önemi#ağaç manzarası#ağaçlar çiçek açtı#ağaçlar hakkında#ağaçlar hakkında bilmediklerimiz#ağaçların önemi#ağaçların önemi ve faydaları#ağaçların faydaları#ağaçların faydaları nelerdir?#ağaçların iletişimi#ağaçların yararları#ağaçların zikri#ağaçların şarkısı#ağacın önemi#ağacın faydası#ağacın yararı#Dil Tengî - Bir Ağaç Olsam#Fidanlar Ağaca#On Numara#Tohumlar Fidana
0 notes
Text
yerin üstünde,ıslak
tanrım bana zamanı bükmeyi öğret şehrin en güzel yerinde durmuşum ben de bununla meşhurum,burda durup dikilmekle vaktimi bankların üzerine kazıyıp ölümü düşünmekle tanrım,ne ormanlar geçtik seninle,karınca tünekleri üst üste yığılmış cesetler ve pogrom şehrin en temiz yerlerinde şimdi bir toz birikintisidir ölü külleri uçuşur üstümüzde ve geri getiremez kimse halaskargazi’de bir ölü adam şimdi hafızam,yatıyor yerde bu vapurlar beni büyüten,korkuyu ruhumdan atan hepsi birlik olup tuttular cinayetin elinden tanrım,nasıl oldu da izledik bütün bunlar olurken sen de bununla meşhursun işte,öyle durup izlemekle oysa ne sokulgan gelmişti yüzyıl üstümüze sonbahar yorganları gibi sıcak bir sabahta kendimizi karın altına sokup bir kavanoz reçeli isterdik annemizden döksün üstümüze büyük bir grimm masalıydı gündüz yaşantımız ne görürsek görelim kümülatif kabuslarımızda sabahı bilmek bir avuç şekerdi cebimizde nereye döksen peşinden koşar mutluluk tanrım,ne çok şey gizledik senden koltukların arkasına birikmiş ölü böcekler dünyanın üstünde çiçekli bir battaniye,uyusun ve kimse korkmasın diye biliyorum artık bir şeyler hissetmem gerek bütün bu olan bilen etrafımda,büyüyen depremler giderek güneşin arkasına saklanıp gizlice büyüyen gezegenlerden yaşamaya dair dersler almam gerek büyük bir saklambaç çünkü yeryüzü,yüzümüz duvara dönük ilk taşı ağaçların üstüne tünenler atsın nasıl olsa düşerler oldukları yerden bir gün,masal bununla başladı insan bir düşmek şarkısı cennetten yeryüzüne,bitmeyen bir düşmek var tanrım,bana yerimden kalkmayı öğret çünkü çarpınca kafamı toprağa ne yaparım bilmiyorum hazırlıklı olmak istiyorum seni gördüğümde şehrin en güzel yerinde durup denizi izlerken ne gelecekse gelsin başıma,bana öğretmen gerek öğret ki bir şeyler hissedeyim yine
1 note
·
View note
Text
Usulca yağıyor yine yağmur, ben geldim dercesine. Hava hafiften serinlemiş, ağaçların yaprakları dökülmüş yere. Yalnız başıma yürüyorum bomboş sokaklarda. Kulağımda harika bir Cem Adrian şarkısı...
Sonbahar başka, bir başka.
1 note
·
View note
Photo
Kapımdan sonrasız gelip geçen Rüzgârın şarkısı dindi! Sustu uğultusu ak ağaçların Bir bıçak kırıldı içimde! Gecenin örselenmiş yüreğinde Ayaklandı içindeki duygular Bir karanfil daha kalktı ayağa…. Oral Abdullah https://www.instagram.com/p/CYl9ZYWsOaI/?utm_medium=tumblr
0 notes
Photo
kalbimin kuşu üzülme sevinç yemiyle besleyeceğim seni ışıldayacaksın Halina Poswiatowska * Hayat kısa, kuşlar uçuyor.. Cemal Süreya * Belki bütün kuşlar uçar, belki değil mutlaka.. Turgut Uyar * Bir kuş olsa mavilik derdi buna. Edip Cansever * Nedir sesindeki öylesi bir hüzünle Kuşun feryat figanı? Der ki, körpeyim daha. Özlemini çektiğim ne? Sylvia Plath * Mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin.. İsmet Özel * Kuşlar uçarlar uçarlar, insanlar vardı sanır.. Cahit Zarifoğlu * Kuşlar mı ki, çok şey denildi şair dilinden.. Ahmet Telli * Uçan kuşlar konsun senin göğüne.. Murathan Mungan * Kuşlar geçiyor, derken; yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.. Orhan Veli Kanık * Günler gelip geçti. Kuşlar gibi uçtu. Mustafa Kutlu * Yüreğinden beyaz kuşlar uçardı yüreğime.. Haydar Ergülen * Ah bu kuş, bu gidişle. Uça uça gök bırakmayacak. Öteki kuşlara.. Cahit Koytak * Konuk et, kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana.. Yılmaz Odabaşı * Ağaç anlatabilir kendini yağmura, hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum. Kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av, uçsa bir ömür boynunda vebal. Birhan Keskin * Kuşlar boşluk boşluk uçtukça. bir şey hızla duruyor.. Edip Cansever * Kuşlar Peru’ya ölmek için uçar.. İlhan Berk * Ah beni vursalar bir kuş yerine.. Sezai Karakoç * Utanın; kuşlar uçuyor, uçaklar düşüyor.. Özdemir Asaf * Kuşlar uçuyor, kervanlar geçiyor, bir iğne deliğinden.. Âsaf Hâlet Çelebi * Bir yastık arıyorum kuş seslerinden.. İbrahim Tenekeci * Siz söyleyin garipliğimi kuşlar.. Cahit Sıtkı Tarancı * Kuşlar gibi yalnız, yapayalnızdım açıkta.. Yahya Kemal Beyatlı * Bir kıyısız zamana kanat vuruyor. Üzerimden uçan bütün kuşlar. Şükrü Erbaş * Sen gökyüzüne baktığın zaman / Kuşlar yakıyorlar kanatlarını Ahmet Erhan * Pencereden tepeler görünüyordu, bulutlar ve birtakım kuşlarla devinen tepeler.. Yakınımdan geçiyordu bazı kuşlar da Edip Cansever * Kuşlar da kaderle uçar.. Cahit Zarifoğlu * Sen gittin gideli kuşlar anlamaz görünür.. Hilmi Yavuz * Uçun kuşlar, uçun burda vefa yok.. Rıza Tevfik Bölükbaşı * Bence sevgilim, Söylendikçe bizim olan bir şarkıdır aşk. Dikey bir şiirdir bütün kuşları aynı anda Havalandıran. Akgün Akova * Gidersen kim sular fesleğenleri? Kuşlar nereye sığınır akşam olunca? Ahmet Telli * Kuşlar gibi cıvıldar, tattırdığın acılar.. Cemal Süreya * Kuşlar kuşların yanına, / Yapraklar yaprakların yanına, / Hiçbir şey yalnız kalmıyor, / İnsandan başka dünyada. Edip Cansever * Bulutlar konuşur Kuşlar uyur Ses uyanır Şimdi kimindir gecenin şarkısı? Turgut Uyar * Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik Ve seninle biz iyi ki Sevmelerin ustasıyız. Edip Cansever * Soluğuma bir küçük kuş tünemiş seninse gölgen yıldız dolu gökyüzünden biçilmiş. Metin Altıok * Bu dünya, yoruldu mu kuşlar konsun diyedir.. Can Yücel * Hasretsiz bir kanat şakırtısına, mavi gökte kuşlar yine uçar mı? Ahmet Hamdi Tanpınar * Hiç birbirine çarpan kuş gördün mü havada. Ama insanoğluna gelince üstelik yerde, neler olduğunu biliyorsun. Ece Ayhan * Kuşlar ölürse yere düşerler, yere düşerler ve onları hep Zehra toplar.. Âh Muhsin Ünlü * Bir çocuğun, kuş olduğunu düşünmeye hakkı vardır. Tabii bu biraz tehlikelidir. Özellikle arka balkonlarda manasızca oturmayı seviyorsa. Emrah Serbes * Ve sen kuş olup gidersin. Tarık Tufan * Takınsam kanat manat, kuş muş olsam seğirtsem.. Necip Fazıl Kısakürek * Kuşlar gelsin hafız; onlara dair kötü hatıraları yoktur gökyüzünün onlar intihar nedir, ihanet nedir bilmezler. Bekir Erdoğan * Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar; Küçücük, ser-sefîd baykuşlar gibi kar Sizi dallarda, lânelerde arar. Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar; Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân!- Son kalan maî tüyleri kovalar karlar Ki havâda uçar uçar ağlar! Cenap Şahabettin * Kuşsuz kalmışsa ağzım gözlerim gülmekten Dostumdan, gökyüzüne sürmeye kuş isterim. Gülten Akın * Bir bakardım eğilmiş su içiyor Gamzelerinden kuşlar. Didem Madak * Her özlediğimde bir tanem Kuşlara bakıyorum. Behçet Necatigil * Gökyüzü karışıksa kuşların işi Ya içim içime sığmıyorsa Ne denir kötüdür insanların gidişi Edip Cansever * ..kuşyemi gibi yalnızdı. Turgut Uyar * Kuşlar toplanmış göçüyorlar; keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Cemal Süreya * Başımada konuyor, konuyor aman martı kuşları. Gözlerimden boşanır hicran yaşları.. Orhan Veli * Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan. Gel artık. Ne olursun.. Yavuz Bülent Bakiler * Yüreğinde ki yaralara kuş olayım her şeyi düzeltip lütufkarca uçayım. Özmen Yıldız * Dön bana ve dinle, kuşlar uçuşuyor içimde.. Erdem Beyazıt * Kuş ölür, sen uçuşu hatırla..Füruğ Ferruhzad * Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen. Ülkü tamer * Yağmur kuşları geçiyor avludan suru suru / Dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni / Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor / Birden suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına.. Ahmet Telli * Geçti artık Göğsümde kuş barınmaz anladım. Metin Altıok * Ben ona dedim ki, bütün kuşlar tünedi. Göğsümdeki tek kanatsın. Şükrü Erbaş * Mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin..İsmet Özel * Yüzünün orasından kuşlar kalkıyor. İlhan Berk * Kuşlarımı koymak için Bir gök resmi bulamadım. Hilmi Yavuz * Duyduk ki, bir daha / Kuş getirmek sınıfa İntihar olmuş cezası / Hal ve gidişat tüzüğünde / Biz kuşları tutmuyoruz ki / Kapıda koyveriyoruz / Dönüp onlar ceplerimize giriyorlar / N'apalım? Ece Ayhan * Kimse beni güneşle tanıştırmayacak kimse beni serçelerin konukluğuna götürmeyecek uçmayı anımsa.. kuş ölümlüdür. Füruğ Ferruhzad * Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını.. Cemal Süreya * Ve saçlarına Ve boynuna Ve omuzlarına Baktım ise Ki bakmışımdır Onlar bir kuşun uçuşunu Sezme derinliğindedir Edip Cansever * Bir kuş kadar olamadım, İki kanat bulamadım. Haydar Ergülen * Ben artık bulunduğun şehirden gittim. İnsan kuş misali.. Sen hâlâ o kalabalık evde olmalısın. Gelip gidenin çok mu bari?.. Üzgünüm Leyla dünya hali.. Behçet Necatigil * Kuş taraçanın kıyısından uçtu bir ileti gibi uçtu kuş küçüktü kuş düşünmüyordu kuş gazete okumuyordu kuşun borcu yoktu insanları tanımıyordu kuş kuş havada ve kırmızı tehlike ışıkları üstünde ve habersizlik yükseklerde uçuyordu ve mavi anları delice deniyordu… Füruğ Ferruhzad * Kuş sürülerinden bir duvar Hangi kuşu çeksem ölüyor avucumda.Edip Cansever * Belki bütün kuşlar uçar Belki değil mutlaka ama bir tanesi mutlaka kalır.Turgut Uyar * Yalnız sana yazıyorum bu şiiri İstersen bir şiir gibi okuma Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu Soğuklar başlayınca havalanıp Millerce yol katettikten sonra Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle. Edip Cansever * Ben ağaçların soyundanım ve bu bayat havayı solumak kederlendiriyor beni. Ölen bir kuş, uçuşu unutmamayı öğütledi bana. Tüm güçlerin sonu, güneşin gerçeği ve ışığın bilinciyle birleşmekten ibarettir!Füruğ Ferruhzad * Öyle güzelsin ki, kuş koysunlar yoluna. Nilgün Marmara * Benden sonra kuşlara iyi bakın. Nilgün Marmara
#nilgün marmara#didem madak#edip cansever#turgut uyar#tomris uyar#cemal süreya#behcet necatigil#füruğ ferruhzad#fridakahlo#edebiyat#tariktufan#ibrahim tenekeci#serdar tuncer#atilla ilhan#ahmet telli#ahmet erhan#ahmet kaya#bedri rahmi eyüboğlu#birhan keskin#melih cevdet anday#ataol behramoğlu#hasan ali toptaş#kemal sayar#murathan mungan#ahmet batman#serkan özel#erdem bayazıt#akif inan#rasim özdenören#cahit zarifoğlu
1K notes
·
View notes
Photo
"Yaşamın temel birimi, ilişki ve etkileşimdir… Bağlantı olmadan yaşam sona erer." diyen David Haskel’in "Ağaçların Şarkısı" kitabı üzerine kısa bir yazı.
Link; bit.ly/ağaçların-gizemli-şarkısı
0 notes
Text
youtube
Nilipeğin sağanak yağmurlu şarkısı ve sabaha karşı yağan yağmur birleşince meditasyon etkisi yaratacak bir cümbüş ortaya çıkmış.Gümbür gümbür yağan yağmur tanelerini izlemek büyük zevk,bir de delice ıslanan aşıklar varsa al eline kahveni izle onları.
Bu video 29.05.20 tarihinde ankarada çekilmiş ve düzenlenmiş.Ben bu yağmuru kendi balkonumdan izledim dün.Elimde kahve yoktu,su vardı.İçimden ne güzel yağıyorsun ağaçların üzerine diye geçiriyordum.Aynı zamanda ilk kez gündoğumunu yağmur eşliğinde izledim.Aklıma video çekmek gelmedi hiç,lalkadrajın aklına gelmiş ve bu cümbüşü yapmış.İyi de yapmış ellerine sağlık.
"Yağmurun hatırlattığı her gün canlanıyor bahçede yağmurda yürüdüğüm her yol uzuyor önümde..."
0 notes
Text
🌹��️
FERDİ TAYFUR’UN KÖYE DÖNÜŞ ŞARKISI DİLLERDE
90’ların ortaları... Şehirleşmenin yol açtığı binbir çilenin tam ortasından fırlamıştı Ferdi Tayfur’un “Hadi gel köyümüze geri dönelim” şarkısı. * “Hadi gel köyümüze geri dönelim/Fadime’nin düğününde halay çekelim” diyordu şarkı.
Ağaçların kesilmesinden, taş duvarlardan, iletişimsizlikten, sevgisizlikten falan yakınan şarkı, köydeki güzellikleri anlata anlata bitiremiyordu. *
Korona bir şehir hastalığı... Köyde yok.
Köyde olması, şehirde olmasından çok daha zor en azından.
İşte tam da bu nedenle köye, köylere kaçanlar var etrafımda.
Ferdi Tayfur’un şarkısını armağan ediyorum kendilerine... Giderken yolda dinlemeyi ihmal etmesinler. •&• Ece Üner meselesi - Ahmet HAKAN https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/ece-uner-meselesi-41468616 @hurriyet aracılığıyla
🌹✒️
0 notes
Text
NE YALAN, NE DE KAHPEDİR DÜNYA
Yeryüzü ile görünenin haricinde bir bağımız olduğunu biliyor musunuz?
Bizleri üzerinde barındırması ve besin kaynaklarımızı sağlamanın ötesinde bir bağdır bu. Nasıl ki anneler sadece çocuklarına bakıp, besleyip, büyütenler değildir. Onlardan aynı zamanda kimliğimizi oluşturan aktarımları da alarak doğarız; aynı şekilde Dünya Ana da varlığımızın bir parçasıdır.
Bedenler doğum anı ile beraber, yerküreden bir ışık şablonu çekerler. Bu ışık şablonu, Dünya'nın DNA bilgisini varlığımıza aktarır. “Dünya'nın da mı DNAsı varmış?” demeyin, vardır. Hatta ruhu ve bilinci de vardır. Çünkü o da tekâmülünün hangi aşamasında olduğunu bilemediğimiz bir varlıktır.
Işık şablonu ile aktarılan bilgi, varlığını hayat boyunca her insanın bedeninde sürdürür. Alınan bu destek, İlâhi Plân dahilinde ruhunuzun amacını gerçekleştirmek üzere yeryüzünde kalmanızı sağlar.
Peki bu görünmeyen bağı nasıl mı hissedersiniz?
Meselâ sıkılıp bunaldığınızda kendinizi bir sahil kenarına atmak istiyor musunuz? Dalga sesleri ya da sadece denize bakmak iyi geliyor mu? Ya da bir parka gidip ağaçların altında oturmak istiyor musunuz? Ayakkabılarınızı çıkarıp toprağa basmak?...
İşte doğada geçirmiş olduğunuz vakitten sonra kendinizi daha sakin ve iyi hissetmenizin sebebi, bu ışık şablonun şarj olmasıdır. Topraklanırsınız ve buraya yeniden bağlanırsınız.
Şimdi buraya kadar okuduklarınızı birkaç soruyla derinleştirmek isterim. Peki siz fark ettiniz mi mesela? Doğada felâketler olduğu zaman kalbinizin nasıl Yeryüzü'ne doğru aktığını? Ya da hissetiniz mi ortaya çıkan hasar karşısında canınızın nasıl yandığını? Bir depremin olacağını gördünüz mü hiç rüyanızda?
İşte bunlar hep Dünya ile bağlı olduğumuz içindir.
Üstelik insanoğlu Dünya’nın üzerinde, onun da bir varlık olduğunun farkında olmadan hoyratça yaşarken, onun bize sundukları bitmez... Enerjimizi odakladığımız her düşüncenin kendini gerçekleştirme potansiyeli vardır. Yaşanılan her türlü pozitif ve negatif deneyim, insanoğlunun yoğunlaştığı düşünceler vasıtasıyla da gerçekleşmektedir. Çünkü insana bahşedilmiş en önemli özellik ‘yaratım enerjisi’dir (bu konuyu başka bir yazıda detaylandıracağım). Dünya aynı zamanda, kollektif bilinç ağına sahip olan insanoğlunun düşüncelerinin tezâhür ettiği alandır. Yani Dünya insanı taklit eder.
Ya içinizdeki yangınlar koskoca bir kıtayı yakıyorsa?
Ya içinizdeki fırtınalar kasırgalar yaratıyorsa?
Ya depremler artık, tutunmayı bırakmanız gerekenleri yerinden oynatmaya çalışıyorsa?
Eğer okuduklarınızın küçük bir parçası bile aklınıza yattıysa, her fırsatta tekâmülümüz için görevde olan Dünya'yı suçlamak yerine kendinizi daha çok tanımaya gönüllü olur musunuz acaba? Farkında olduğunuz ya da olmadığınız katı, karamsar, kısıtlayıcı düşünce ve davranışlarınızı keşfederek; korkular, endişeler, öfke ve travmaların etkilerinden özgürleşmek ister misiniz?
Bu konuyu yazmak istedim. Niye mi?
Çünkü şiiri, şarkısı da dahil olmak üzere her fırsatta Dünya’ya yüklenilmesi içime ağır geliyor artık. Görünenin haricinde bir şeylerin de olabileceğine ihtimal verebilsek; kendimize, kollektife ve Dünya’ya olan etkimizi bilerek yaşasak ne güzel olur demek istedim.
...ve “Beni taklit ediyor olabilirmiş” düşüncesiyle, içimizdeki sevgiyi uyanık tutsak, objektif ve affedici olsak, kendimizi, her yere koyulan korku ve endişe mayınlarından korusak... oyun bahçemiz güzelleşse, çiçekler koksa her yerden, rollerimizi sevgiyle oynasak, Dünya’nın da görevini onurlandırsak diye ‘Ne yalan, ne de kahpedir Dünya’ demek istedim işte.
- İpek Görür -
#kişiselgelişim#ruhsalgelişim#enerji#astroloji#bilinç#bilinçaltı#dünya#burçlar#farkındalık#zihin#düşüncegücü#olumlama#bilinçaltıtemizliği#Beden#ruh#ruhsaldanışman#enerjiterapisti#karma#bedendili#kozmos#tekamül#amaç#görev#seçim#insan#ezoterizm#hayatın anlamı#pozitif#pozitifdüşünce#negatif
0 notes
Text
Çok Güzel Bir Hikaye;
Çok Güzel Bir Hikaye; "Viyolonsel" Güneş, yüzüne yeşil yelpaze tutan mahçup bir kadın gibi iri yapraklı ağaçların arkasına saklanırken, muhtelif milletlere mensup bir seyyah kafilesi -sarı otlardan yapılmış evleri arı kovanına benzeyen- bir zenci köyüne girdiler. Kabile reisi, yirmi seneden beri Afrika'nın bu sapa köşesine uğramayan beyazları güzel karşılayabilmek için bütün boncuklarını, fildişiriden yapılmış ziynetlerini taktı, eline, üzerine işlemeli büyük yayını alarak maiyetiyle beraber köyün ortasındaki meydanda bekledi. Birtakım şatafatlı merasimden sonra seyyahlar, reisin kulübesinde istirahat etmekteydiler ki, köyü dolaşmaya çıkmış olan melez tercüman koşarak geldi, elli adım kadar ötede bir Avrupalı tarafından yapılmış olması pek muhtemel olan tahta bir kulübe gördüğünü söyledi. Golf pantolonlarının altına çoraplarını tekrar giymeye vakit bulamayarak hep birden oraya koştular. Tercüman doğru söylüyordu. Bu, intizamsız kerestelerden yapılmış bir yerdi ve önünde vahşi orman çiçeklerinden vücuda getirilmiş bahçemsi bir meydanlık vardı. Yanlarına gelen reis, binanın iki seneden beri aralarında yaşayan bir beyaza ait olduğunu söyledi. Tercümana sordular: - Neredeymiş kendisi?- - Belli olmaz- dedi reis, -o, buradan çalgısını alır çıkar ve ne zaman isterse o zaman gelir!- - Ne çalgısı?- - Büyük... adeta bir timsah yavrusuna benzeyen bir çalgı..- Seyyahlar birbirlerine sordular: - Belki bir harp?..- Reis: - Bir değneğe gerilen at kıllarıyla çalınıyor!- dedi. - Öyleyse bir kontrbas...- - Yahut bir viyolonsel...- - Evet, evet... Herhalde bir viyolonsel.- Seyyahlar, reise tekrar sordular: - O, bu çalgıyı nerede çalıyor?- Elini uzatarak gösterdi: - Ormanda!- - Peki, bizi oraya götürür müsünüz?- - Olmaz, o çalgısını çalarken hiç kimseyi istemez...- Seyyahlar: - Biz uzakta dururuz, kendisinin haberi olmaz!- dediler ve ısrar ettiler. Reis razı oldu. Alacakaranlıkta köyden çıkarak ormana doğru yürüdüler. Yaklaştıkları zaman, kulaklarına tok bir viyolonsel sesi geldi. Alman seyyah biraz dinledikten sonra: - Sonbahar şarkısı!..- dedi. Rus ilave etti: - Çaykovski'nin.- Ormana girince reis durdu ve on adım kadar ileride, geniş gövdeli baobap ağaçlarının altındaki karaltıyı gösterdi: -İşte!..- Dikkatle baktılar ve dinlediler. Gölge hiç kımıldamadan, büyük bir maharetle aynı parçayı çalıyordu. Sesler, birbirine giren yaprakları titreterek dağılırken İngiliz seyyah: - Bu adamın ne olması mümkündür?- diye söylendi. Fransız seyyah: -Bir sanatkar...- dedi, -Ümidi kırılmış bir sanatkar... Hakiki sanatın takdir edilmediğini görerek insanlar-dan kaçan bir talihsiz.- Rus: -Hayır, bu belki cemiyetin haksızlıklarından kurtulmak için buraya gelen birisi ki, sanatı kendisine teselli vasıtası yapmış...- diye, mütalaasını yürüttü. Alman: -Bana kalırsa- diye fikrini söyledi, -bu geniş arazide rahat ve dertsiz yaşamayı, bu basit refahı, medeniyet dünyasının didişmelerine tercih eden bir akıllı.- -Zannediyorum ki- dedi İngiliz, -vahşilerin hükümdarlığını eline geçirmek için kendisine göre bir plan yapan onu sabırla tatbik eden bir açıkgözdür bu ve belki de tehlikelidir.- Gece olmuş ve ay çıkmıştı. Ay ışığı ormanın içindeki ufak bir meydanlığı aydınlatınca, etrafına taşlar dizilen bir toprak yığınına dayadığı viyolonseli gözlerini kapayarak çalan adamı daha iyi gördüler... Siyah, kıvırcık sakallarının çerçevele-iği yüzünde, nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan çizgiler vardı. Alnına doğru dökülen dağınık saçları soluk yanaklarını gölgeliyordu. Seyyahlar sordular: - Hep burada mı çalar?- - Ve o toprak yığını nedir?- - Burada çalar- dedi reis, -karısının başucunda...- - Karısı da var mıydı?- - Vardı ve öldü.- Sustular. -Gidelim!- dediler. -Köye döndüğü zaman anlarız...- Fakat ertesi sabah geri dönen adam, onlara kendi hayatı hakkında hemen hemen hiçbir şey söylemedi. - Bir vapur kazasından sonra buraya düştüm, karım da burada öldü... Ve ben başka yere gitmek istemem- dedi. Seyyahlar yollarına devam etmek için bu garip münzeviyi terk ettiler. Her biri jurnalına başka başka şeyler yazdı, fakat hiçbirisi o adamın asıl hikayesine temas etmedi. İşte o adamın hikayesi: Akdeniz'in yalı şehirlerinden birinde öyle bir genç vardı ki kendisine rast geldikleri zaman, mahcubiyetle başlarını eğen kadınlar, onu çok kere rüyalarında görürlerdi. Ve zerdeva (ağaç sansarı) tüyleri gibi yumuşak olan kumral bıyıkları genç kızların minimini kalplerini gıcıklamaktan geri kalmazdı. Fakat bu gencin, dalgalı saçlarından, lacivert gözlerinden ve bir şark kamçısı gibi kıvrılan vücudundan daha kıymetli bir şeyi vardı: Güzel nişanlısı... Bir zamanlar bütün şehir delikanlılarının hayalini dolduran bu genç kızın, daima düşünüyormuş gibi gergin duran alnı artık bir kardeş busesi için en münasip yerdi. Çünkü o delikanlılar biliyorlardı ki, doğunun donuk pembeliğini taşıyan dudaklar başkasına nasip olmuştur. Ve menevişlerindeki manayı kimsenin okuyamadığı kahverengi gözler yalnız bir kişinin önünde kıvılcımlanacaktır. Bu kız aynı zamanda şehrin en iyi viyolonsel çalanıydı. Oturduğu iskemlede bir ayağını geri uzatıp dolgun göğsünü çalgısına dayadığı zaman, öyle sesler çıkarırdı ki, memleketin ihtiyar ve üstat musikişinasları bile başlarını arkaya çevirerek gözlerini kurulamaya mecbur olurlardı. Genç kız, nişanlısıyla beraber olmadığı zamanlar yalnız viyolonseliyle konuşurdu; ve ona, nişanlısından dinlemek istediği şeyleri söyletirdi. Lakin gafil genç bunu bilmiyor, onun, çalgısını kendisi kadar çok sevmesini kıskanıyordu. Ve bir gün: - Ey sevgilim- dedi, -ey narin vücudunun, ipek saçlarının, donuk pembe dudaklarının değil, bütün ihtiras ve iptilalarının da bana ait olmasını istediğim sevgilim, artık viyolonseli bırak, yalnız beni dinle, yalnız benim kalbimin tellerinde nağmeler bulmaya çalış.- - Aşk ne kadar hodbindir!- Genç kız: - Mademki sen istemiyorsun sevgilim- dedi, -ben artık viyolonsel çalmayacağım... Nağmelerimi yalnız senin sözlerinde arayacağım.- Gözlerinde, sahibi için, yaşadığı ormanı bırakan bir ceylanın garip mahzunluğu vardı. Sanat, ilahi sanat aşka yenilmişti. -Ve aşk ne kadar kudretlidir!- - Lakin sevgilim!- dedi genç kız ve bunu söylerken elleri delikanlının avuçlarındaydı. - Elbet bir gün ihtiyarlayacağız ve ölüm bizi alacak. Eğer o, bana senden evvel gelirse, bil ki tek isteğim, gözlerim hayata kapanırken başucumda bir viyolonsel dinlemektir; bunu bana vaat ediyor musun?- - Evet- diye cevap verdi, -senden sonra yaşamak gibi bir ceza bana mukadderse, kahverengi gözlerinin üstüne yemin ederim ki, başucunda en yüksek sanatkara, en güzel besteyi çaldıracağım.- Bunun üzerine başlar geriye doğru uzandı. Söylediklerinitekit etmek (pekiştirmek) isteyen dudaklar birleşti. - Ve aşk ne kadar ateşlidir!- Heyhat, saadet dedikleri el, insanları okşamakta pek hasistir. Yalnız gülümsemek ve sevişmek için yaratıldıklarını sanan bu gençler de o elin mukadder tokadını yemekte geç kalmadılar. Evlenmişler; birbirlerinin olmuşlardı. Bahtiyardılar. Bahtiyarlıklarını bulundukları yerde hapsetmek istemediler. Onu her tarafa gösterebilmek için, bir gün, şehrin rıhtımında duran gemilerden birine binerek seyahate çıktılar.Gezdikleri yerde her gördükleri şeyin kendilerini sevindirmek için yaratıldığını sanıyorlardı. Deniz onlara bir aşk masalı, ormanlar bir vefakarlık hikayesi anlatıyordu. Bilhassa engini çok seviyorlardı. Bazı yerlerde erkeğin gözleri gibi lacivertleşen sular, bazı yerlerde her ikisinin kalpleri kadar berrak ve şeffaf oluyordu... Ve dalgaların kıvrımlarındaki köpükler, sulara sürünerek uçan beyaz kuşlar gibiydi. Lakin bir gün, ufuklar karardı. Bir fırtına başladı. Öyle bir fırtına ki, tasvirini ancak herkesin kendi muhayyilesi yapabilir. Geminin kaburgaları çatırdamaya başladığı zaman, birbirlerine sarıldılar. Gözlerini kapadılar... Ancak ertesi gün -kendilerini sahilin kumlarına uzanmış bularak yabani otlarla tedaviye çalışan zencilerin arasında gözlerini açtılar. Ve uzak kayalarda parçalanan enkazdan başka canlı bir şey göremediler. Zencilerin sahilden epey içeride olan köylerinde birkaç ay oturup, onların dillerini öğrenmeye başlayınca anladılar ki, burası Afrika'nın en kimsesiz yerlerindendir ve on sekiz seneden beri hiçbir beyaz adam uğramamıştır. Ara sıra sahilde balık tutmaya giden kafileler tekrar söylediler ki, o denizde şimdiye kadar uzaktan geçen bir gemi bile gözlerine ilişmemiştir. Ve artık hissettiler ki -fırtına kendilerini baygın olarak kıyıya attığı zaman- vahşileri orada bulunduran tesadüfe minnettar olmaktan başka yapılacak şey yoktur. Erkek: -Mademki beraberiz- dedi, -ve birbirimizi seviyoruz, yaşayışımızın herhangi bir yerde olması bizim saadetimizi bozmamalı!- Fakat kadın hastaydı... Evet, kadın hastaydı. Günden güne eriyor, sararıyordu. Nasıl bazı ağaçlar yerleri değiştirildiği zaman -usta bir bahçıvan elinde bile olsalar- yaşayamazlarsa, genç kadın da burada yaşayamayacaktı. Erkek bütün kudretiyle çalıştığı, vasıtasızlık içinde bütün çarelere başvurduğu halde, bunun önüne geçemeyeceğini anlıyordu. Onu, sert kokular dağıtan ağaçlar arasında, berrak sulu nehirlerin kenarında gezdiriyor; geceleri, yalnız Afrika'ya mahsus olan parlak ay ışığı altında onun, mavimtırak damarlarıyla bir istiridye kabuğuna benzeyen kulaklarına, yaşamayı tatlı gösterecek, şarkılar söylüyordu. Fakat hepsi neticesizdi ve kadının bir sene daha ömrü olmadığı muhakkaktı. O zaman, bu kısa müddette kadına saadet verebilmek için çareler düşündü, aklına viyolonsel geldi. Belki çalgısı olsaydı o, bu kadar üzülmeyecekti. Ve bir gün, maun ağacından haftalarca uğraşarak yaptığı viyolonselle geldi. -Sevgilim- dedi, -hayatımız çok yalnız geçiyor. Bak, sana bir arkadaş daha getirdim. Seni bir zamanlar bunu çalmaktan menettiğim için ne kadar bedbaht olduğumu bilsen...- Sonra sıkılarak ilave etti: -Hem bana da öğretmeni rica edeceğim.- Genç kadının soluk yüzünde, batan güneşte görülen bir kırmızılık belirdi. Titreyen dudaklarıyla: - Ben öleceğim- dedi, -ve sen, başucumda viyolonsel çalarak vaadini yerine getireceksin...- Öğrenmeye başladıktan pek az sonra, ufak parçaları çalabiliyordu. Kadın, hayvan derileri üzerine yazdığı notaları buna meşk ettiriyor, bu da onları alarak yabani ormanda saatlerce çalışıyordu. Öğrendiği parçayı akşam üzerleri latif üstadına tekrar ederken onun ağzından çıkacak bir takdir sayhası (haykırışı) kendisine en büyük iç genişliğini verirdi. Kadın da ara sıra çalıyordu. Ve o zaman bu şekilsiz alet, bu at kıllarından yapılan yay, başka bir düyanın seslerini genç erkeğin kulaklarına, oradan ruhuna götürürdü. Bir gün kadın: - Bak, bu 'Sonbahar Şarkısı'dır- dedi. Ve nağmeleri insanın içine görünmez mayiler halinde akan bir besteyi bitirdikten sonra: - İşte- dedi, -ölürken senden bunu isteyeceğim.- Erkek: - Ver- dedi, -çalışayım...- - Hayır, bunu son günümün yaklaştığını hissettiğim zaman vereceğim...- Ve başka bir notayı uzattı. Bazan üzüntülerin uzattığı, bazan yalancı bir sevincin kısalttığı günler çok çabuk geçti. Ve kadın artık ayakta duramayacak kadar eridi. Gözlerinin esmerleşen kenarlarında, beyaz dudaklarında ölümün tayf halinde dolaştığını genç erkek görüyordu. Belki, evet, belki iki üç günlük ömrü vardı. Fakat hala Sonbahar Şarkısı-nı vermemişti. Birkaç defa, üzerlerinde nota yazılı olan derileri karıştırırken, eline geçen bu şarkıyı bir türlü öğretmiyordu. Ölümün bu kadar yakınında dolaştığından ihtimal ki haberi yoktu. Genç adam onun son istediğini yerine getirememekten korkuyordu: Ya kadın birdenbire ölüverirse? O zaman bu şarkıyı çalamayacaktı. Ve göğsünün üst tarafında pürüzlü bir cismin ağır ağır gezindiğini hissediyordu. Notayı istemek imkansızdı. Bu, hastaya ömrünün sonuna geldiğini belli etmek olacaktı. Bir tek isteği, onun son günlerinin müsterih geçmesi olduğu halde, bu nasıl yapılabilirdi? Nihayet bir gün, gene başka bir besteyi uzatırken, kadının başı kucağına sessizce düşüverdi: Bayılmıştı... Erkek etrafa koştu. Bir toprak çanaktan yüzüne sular serpti. O, gözlerini açar açmaz kuru otlardan ibaret olan yastığının altından -Sonbahar Şarkısı-nı çekerek: - Al- dedi, -ve çabuk öğren. Korkuyorum ki, vakit az kaldı!- Erkek yabani ormana koştu, deriyi bir baobap ağacının gövdesine iliştirerek çalışmaya başladı. Saatler geçti. Akşam oldu. Elinde viyolonsel ve nota ile kulübeye koşan erkek, ağlıyordu. İçinde sönmez bir acı vardı. Ya öldüyse, diyordu, ya yetişemediysem! Kulübeden içeri girince, yatakta, gözlerini kapıya dikerek kendisini bekleyen genç kadının yüzünde bir gülümseme dolaştı, elini uzattı... Elini uzattı ve erkek o eli yakalayıp sakallarından süzülen yaşlara sürerek öperken, kadının gözleri tekrar kapandı. Kadın ölmüştü. Ve erkek bunu hissetti. O zaman deli gibi viyolonsele sarılarak çalmaya başladı. -Sonbahar Şarkısı-nı ona duyurmak istiyordu. Dikkatle baktı, kadının gözleri açılacak mı diye baktı. Hayır, açılmıyordu. Sevgilisinin son isteğini yerine getirememekten doğan bir yeisle yayına daha şiddetle bastı ve parmakları daha içten oynadı. Onun kulübenin civarından uzaklaşmadığını zannettiği ruhuna bu sesi yetiştirebilmek için hırsla çalıyordu. Gözleri, yatakta gülümseyerek yatan ölüye dikilmişti. - İşitmiyor musun, bak, ne kadar aşkla çalıyorum, ne kadar güzel çalıyorum, işitmiyor musun?- demek istiyordu. O zamana kadar bu kulübede çalınan viyolonsel, vahşileri alakadar etmezdi. Fakat şimdi bu şarkı, genç adamın kalbinden ıstırap ve hıçkırık halinde viyolonselin tellerine dökülen bu beste, onları da şaşırttı, donuk hassasiyetlerine kadar işledi ve hepsi koşarak kulübenin etrafına toplandılar. Şimdi kapıda birbirinin üstüne çıkarak çalgıyı dinleyen zenciler, siyah bir üzüm salkımını andırıyordu. Annelerinin yapraktan eteklerine sarılan küçük çocuklar bile susmuşlardı. Ve kulübenin önü ağlayan zencilerle -evet bu bir mucizeydi ve hepsi birden ağlıyorlardı- bir arı kovanının ağzına benziyordu. Genç adam, çalgısıyla beraber toprağın üstüne baygın yuvarlanıncaya kadar çaldı. İki gün sonra ayılınca, vahşiler, kendisini ormana, her zaman viyolonsel çaldığı bir ağacın altına götürdüler. Burada taze bir mezar vardı. İşte bu genç adam, sağlığında dinletemediği parçayı karısının ruhuna duyurabilmek için, bu mezarın başında, senelerden beri viyolonselini çalar. Sabahattin Ali 1928 (Meşale, s. 7, 01.10.1928) Read the full article
1 note
·
View note
Text
Yalnız Ağaçların Şarkısı
0
Yalnız Ağaçların Şarkısı Yaa Gyası Pegasus Yayınları
Tenimizde kesik yok,Ama akıyor kanımız yine de.Biz, ikimiz, bata çıka ilerledik seninle.Sular farklı görünüyor,Halbuki aynı her yerde.Tenimiz aynı ten kız kardeşim.Kim bilebilirdi ki?Ne sen bilebilirdin.Ne de ben. Effia bir yangın gecesinde doğdu. Ormanda yayılan alevler hiç durmadan ilerledi ve yolundaki her şeyi yakıp geçti. Fakat Effia güçlüydü, annesi onu bırakıp kaçmış olsa da hayata tutunmayı başardı. Birkaç yıl sonra yakınlardaki bir köyde kardeşi Esi doğdu. Anne babasıyla birlikte bir süre sevgi dolu, mutlu bir yaşam sürdü. Ama bu iki kardeş birbirlerini hiç görmedi. Effia İngiliz bir valinin karısı oldu, Esi ise Amerika’ya köle olarak satıldı. Fakat onları birbirine bağlayan bir miras nesilleri ve yüzlerce yılı geride bırakarak en sonunda iki gence ulaştı: Marcus ve Marjorie. İkisinin de bildikleri, eski hikâyelere ve efsanelere dayanıyordu. Yıllar önce kopan bağı tekrar bir araya getirdiklerinin farkında değillerdi ama geçmişi anlamadan geleceğe adım atamayacaklarını biliyorlardı. Tekrar gün yüzüne çıkmak için can atan hikâye denizde yarınlara doğru yol alan dalgalar misali hayat bulmayı bekliyordu. “Gyasi, sorunlarla boğuşan yedi jenerasyonun sesine kulak vererek tarihî kurguya sahip bir başyapıt ortaya koymuş.” – Elle “Muhteşem bir yetenek; geçmişin manevi yükünün kişisel mücadeleler, umutlar ve korkular üzerindeki etkisini anlatan masalsı, samimi bir roman. Olağanüstü bir çıkış.�� – Phil Klay “Mükemmel bir ilk roman… Bitirdikten sonra uzun bir süre etkisinden çıkamayacaksınız. İnsanlar kurgunun okura bir şeyler katabileceğinden bahsettiklerinde işte tam da bu tür kitaplardan bahsediyorlar.” – Marie Claire “Yalnız Ağaçların Şarkısı muhteşem bir hikâye… Gyasi yalnızca bir kişiyi ya da zamanı anlatmak yerine, peş peşe gelen sekiz jenerasyonun hikâyesini dile getiriyor.” – Los Angeles Review of Books “Aileye, tarihe ve ırkçılığa dair baş döndürücü, unutulmaz bir hikâye. Yalnız Ağaçların Şarkısı büyük bir çabanın ürünü ve karşı konulmaz bir eser.” – Buzzfeed “Zekice… Yazar, karakterlerin toprak kulübeli köylerden Harlem’in caz kulüplerine ve Gana’nın yaldızlı sahillerine uzanan yolculuğunu, yaşadığımız yerin ve kaderin bizi nasıl şekillendirdiğini nefes kesici bir dille anlatıyor.” – Oprah.com “Muhteşem bir başarı; edebiyatta yeni, güçlü bir sesin habercisi.” – St. Louis Post-Dispatch “Etkileyici… Gyasi üstesinden gelmesi inanılmaz derecede zor bir konuyu ele almış: yüzyıllara uzanan, birbirleriyle bağlantılı kısa öykülerden oluşan bir destan… Gyasi büyük bir sahneyi bir avuç cümleyle tasvir etmek konusunda şairane bir yeteneğe sahip.” – The Christian Science Monitor “Merhamete dair bir roman… Yaa Gyasi, unutulanların ve susturulanların öyküsünü alışılmadık ve güçlü bir şekilde dile getiriyor.” – NPR “En son ne zaman bir kitap için ‘muhteşem’ sıfatını kullandığımı hatırlamıyorum… Yaa Gyasi’nin Yalnız Ağaçların Şarkısı romanı ender rastlanan bir şaheser: dünya tarihini merkezine koyan ve çok daha küçük bir konuyu kapsayan bir yapıt.” – Brooklyn Magazine “Muazzam… Harika… Mutlaka okunması gerek.” – San Francisco Chronicle “Gyasi’nin eşsiz hikâye anlatma becerisiyle birlikte kitap, köleliğin acımasız gerçeklerine ve yüzyıllar boyunca nesiller üzerinde bıraktığı duygusal çöküntüye dair okura farklı bir bakış açısı sunuyor… Sonucunda, karakterlerin kaybetmeye ve direnmeye dayanan öyküleri gittikçe ağırlaşan, acımasız, dokunaklı bir yük halini alıyor.” – The New York Times “Samimi, dokunaklı… Yalnız Ağaçların Şarkısı’nın konusuna ve anlatımına hayran olmamak mümkün değil.” – Michiko Kakutani “Gyasi’nin tarihsel gerçekleri aktarışında ve şiirselliğinde Toni Morrison’ın etkisi hissediliyor; Morrison’ın tek bir hadiseyle köleliğin manevi ve duygusal yansımalarına olağanüstü bir şekilde ışık tutma becerisine sahip… Irkçılığın bu ülkede nasıl bu kadar yaygınlaştığını hiçbir roman bu kadar iyi anlatmamıştır.” – Megan O’Grady “Baş döndürücü… Gyasi ilk romanındaki sıra dışı zenginliği bizlere zekice bir anlatımla sunuyor. On sekizinci yüzyılda geçen bölümler masalsı bir dille aktarılırken, modern çağda geçen bölümler gerçekçi bir bakış açısıyla göz kamaştırıyor ve tüm bunlar her nasılsa mucizevi bir şekilde üç yüz küsur sayfaya sığıyor. Gerçekten büyüleyici.” – The Washington Post “Çarpıcı… Konusu ve olay örgüsü geniş bir yelpazeye sahip. Yalnız Ağaçların Şarkısı unutulan ya da hiçbir zaman dile getirilmeyen hikâyelere, devam etme arzusuna dair bir günümüz uyarlaması.” – Miami Herald “Dokunaklı, harika, olağanüstü bir kitap… Yalnız Ağaçların Şarkısı yürek parçalayıcı, dâhiyane bir edebî eser.” – Bustle “Harikulade… Yalnız Ağaçların Şarkısı son zamanların en güzel, en değerli okumalarından biri olabilir.” – Meredith Turits “Büyüleyici… Cezbedici bir ilk roman… Yaa Gyasi heyecan verici derecede yetenekli bir yazar.” – The New York Times Book Review “Yürek parçalayıcı… Yaa Gyasi’nin cesur romanı Yalnız Ağaçların Şarkısı olağanüstü insanların değişen öyküsü.” – Atlanta Journal-Constitution “Çok iyi, büyüleyici… Her bölüm zekice işlenmiş bir olay örgüsüne ve heyecanlı, hatta muhteşem bir hikâyeye sahip.” – Vulture “Dokunaklı, ilgi çekici… Gyasi son derece yetenekli bir yazar.” – The Dallas Morning News “Toni Morrison, Edwidge Danticat, Assia Djebar ve Bessie Head gibi yazarların izinden giden Gyasi tarihi hem irdelediği hem de baştan yazdığı muhteşem bir eser kaleme almış.” – Paste “Yalnız Ağaçların Şarkısı, Yaa Gyasi’nin Toni Morrison’ın edebî mirasçısı olabileceğini açıkça ortaya koyuyor.” – Vogue “Muhteşem… Canlandırıcı, harika, zekice bir anlatım.” – Zadie Smith “Sanırım hayatta gerçekleşmesi mümkün olan şeyleri bir kez daha hatırlamak için bu kitabı okumam şarttı. Sanırım yetenekli bir edebî deha ile müthiş bir konu bir araya geldiğinde neler olacağını unutmamam gerekiyordu. Yalnız Ağaçların Şarkısı herkes için bir esin kaynağı.” – Ta-Nehisi Coates “Bu kitabı ne kadar sevdiğimi anlatmam mümkün değil.” – Michele Norris “Etkileyici, ilgi çekici, aydınlatıcı.” – The Boston Globe “Müthiş bir başarı.” – Los Angeles Times “Elimden bırakamadım.” – Roxane Gay “Destansı, baş döndürücü, sürükleyici, unutulmaz.” – Entertainment Weekly “Harika bir öykü.” – Trevor Noah, The Daily Show “Mükemmel.” – Minneapolis Star Tribune “Harika… Afrikalıların farklı ülkelere göç etmelerine ve bunun günümüze yansıyan etkilerine dair dikkat çekici bir anlatım.” – The Root
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara devamı burada => https://sizekitap.com/edebiyat/yalniz-agaclarin-sarkisi/
0 notes