#Türkiye’nin Suriye rolü
Explore tagged Tumblr posts
Text
Erdoğan: “Yeni Yapılanma İçin Hakan Fidan’ı Suriye’ye Gönderiyoruz”
2 minutes Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, D-8 Zirvesi dönüşü uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Suriye’deki gelişmeler ve Türkiye’nin bu süreçteki rolüne dair önemli açıklamalarda bulundu. Erdoğan, yeni dönemde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriye’ye gideceğini belirterek, “Yeni yapılanmayı birlikte yapacaklar” dedi. Suriye’ye İnsani Yardım ve Yeni Yapılanma Cumhurbaşkanı…
#D-8 Zirvesi#DEAŞ ile mücadele#Erdoğan#Erdoğan Trump#Hakan Fidan#PKK/YPG ile mücadele#Suriye#Suriye anayasa#Suriye geçiş süreci#Suriye halkı#Suriye&039;de barınma#Suriye&039;ye insani yardım#Suriye’nin geleceği#Suriye’nin yeniden yapılandırılması#Suriyeli mülteciler#Türkiye dış politikası#Türkiye&039;nin sınır ötesi politikası#Türkiye-Suriye ilişkileri#Türkiye’nin dış yardımları#Türkiye’nin Suriye etkisi#Türkiye’nin Suriye rolü#Trump#yeni yapılanma#yeniden imar çalışmaları
0 notes
Text
Suriye’de Yeni Dönem: Muhalifler 300 Bin Kişilik Ordu Kurmaya Hazırlanıyor
Suriye’de Beşar Esad rejiminin devrilmesinin ardından muhalif güçler, yeni bir ordu yapılanması için harekete geçti. Suriye'nin yeni yönetimi, tüm muhalif unsurları bir araya getirerek, ülkenin savunma ve güvenlik yapısını yeniden inşa etmeyi planlıyor. Türkiye’nin danışmanlığı ve askeri desteğiyle oluşturulacak olan yeni Suriye Ordusu’nun, ilk etapta 80 bin, nihai olarak ise 300 bin kişilik bir yapıya sahip olması hedefleniyor. Yeni Suriye Ordusu Yapılanıyor İdlib merkezli olarak başlatılacak ordu yapılanması, güneydeki Dera ve Kuneytra bölgelerindeki grupları da tek çatı altında birleştirecek. Suriye Milli Ordusu (SMO) adı altında şekillenecek bu yapı, yalnızca ülkenin savunmasından sorumlu olmayacak, aynı zamanda bölgenin güvenlik ve istikrarını da sağlamayı amaçlıyor. Türkiye’nin Kritik Rolü Suriye’nin kara, deniz ve hava kuvvetlerinin yeniden yapılandırılmasında Türkiye’nin danışmanlık ve uzman desteği sağlayacağı belirtildi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) beş stratejik noktada varlık göstereceği ve bu destekle yeni ordunun altyapısının hızla tamamlanacağı ifade ediliyor. Yeni Ordunun İlk Hedefi: 80 Bin Asker Ordunun ilk aşamada 70-80 bin kişilik bir yapıya kavuşması bekleniyor. Suriye’li General Ahmed Osman, bu süreçte hızlı bir ilerleme sağlandığını ve bir yıl içinde 300 bin kişilik bir kapasiteye ulaşmayı hedeflediklerini açıkladı. Bu yapılanmanın temel amacı, Suriye'yi dış tehditlerden koruyarak ulusal bir savunma mekanizması oluşturmak. Terör Örgütlerine Karş�� Kararlılık Yeni yönetim, terör örgütleri PKK ve DEAŞ’a karşı kararlı bir mücadele yürüteceğini duyurdu. PKK-YPG unsurlarının Suriye ordusuna katılmasına izin verilmeyeceği açıklandı. Terör örgütüyle mücadele kapsamında, bölgedeki operasyonların kesintisiz devam edeceği ve özellikle PKK’nın etkisiz hale getirilmesi için harekat planlarının devrede olduğu vurgulandı. Rusya ve ABD’nin Çekilme Hamleleri Suriye’deki güç dengeleri de yeniden şekilleniyor. Rusya’nın PKK kontrolündeki bazı bölgelerden çekilmeye başladığı, ABD’nin ise Suriye’deki petrol kuyularındaki askerî varlığını azaltmaya yönelik adımlar attığı bildirildi. Bu gelişmeler, Suriye'de yeni bir askeri operasyonun habercisi olarak değerlendiriliyor. Ortadoğu’da Güç Dengeleri Yeniden Şekilleniyor Suriye'nin yeni yönetimi, Türkiye’nin desteğiyle kurulan ordu aracılığıyla hem iç güvenliği sağlamayı hem de terörist unsurlarla mücadeleyi hedefliyor. Bu yeni yapılanma, Ortadoğu’nun güvenlik yapısını ve bölgedeki güç dengelerini köklü bir şekilde değiştirebilecek bir potansiyele sahip. Suriye’nin geleceği için kritik bir dönemece girildiği bu süreçte, yeni ordu yapılanması bölgede barış ve istikrar için umut vaat ediyor. Read the full article
0 notes
Text
Türkiye küresel krizlerin çözümünde anahtar ülke
https://pazaryerigundem.com/haber/195381/turkiye-kuresel-krizlerin-cozumunde-anahtar-ulke/
Türkiye küresel krizlerin çözümünde anahtar ülke
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası krizlerde oynadığı arabulucu rolü, Türkiye’yi sorunların çözümünde “anahtar ülke” konumuna getirdi. İletişim Başkanlığı, anahtar ülke konumundaki Türkiye’nin çözüm duraklarını derledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, şimdi Sudan ve BAE arasındaki anlaşmazlık için de devrede.
ANKARA (İGFA) – Yapıcı diplomasi faaliyetleriyle bölge istikrarına katkı sağlayan Türkiye, arabuluculuk çalışmalarıyla pek çok krizin çözümünde öncü unsurlardan biri olmayı başardı.
Rusya-Ukrayna savaşı, Azerbaycan-Ermenistan gerilimi, Suriye, Libya gibi kriz bölgelerinde etkili bir diplomasi yürüten Türkiye, son olarak Somali ile Etiyopya arasındaki anlaşmazlığın çözümü için adım attı.
Türkiye’nin, arabuluculuk faaliyetleri kapsamında, 10 Mart 2022’de Antalya’da düzenlenen 2. Antalya Diplomasi Forumu marjında, Rusya ve Ukrayna Dışişleri Bakanlarını bir araya getirmesi, uluslararası kamuoyunda yankı uyandıran gelişmelerden oldu. Türkiye, Rusya ve Ukrayna müzakere heyetlerinin toplantısına 28-30 Mart 2022’de ev sahipliği yaparken, 22 Temmuz 2022’de “Karadeniz Tahıl Girişimi Anlaşması”nın imzalanmasında öncü rol oynadı.
İstanbul’da imzalanan anlaşma, Rusya-Ukrayna savaşının küresel gıda fiyatları üzerindeki etkisinin azaltılmasına yönelik katkısı bakımından uluslararası kamuoyu tarafından takdirle karşılandı. Müşterek Koordinasyon Merkezi de bu kapsamda İstanbul’da tesis edildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 18 Ağustos 2022’de Lviv’i ziyaret ederken savaşın başlamasından sonra iki ülkeyi de ziyaret eden tek NATO ülkesi lideri oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın her iki ülkenin devlet başkanlarıyla tesis ettiği diyalog, Türkiye’yi sürecin en etkin ülkelerinden biri hâline getirdi.
Türkiye, Rusya ve Ukrayna arasında 22 Eylül 2022’de gerçekleştirilen esir takasında arabulucu rolü üstlendi.
Zaporijya Nükleer Santrali’ne ilişkin konuların ele alınması için Rosatom ile Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı arasında yapılan toplantılara da İstanbul ev sahipliği yaptı.
TARİHE GEÇEN ESİR TAKASI
MİT tarafından bu yıl ağustos ayında, ABD, Almanya, Polonya, Slovenya, Norveç, Rusya ve Belarus cezaevlerinde bulunan 26 kişinin karşılıklı değişimini içeren son dönemin en geniş kapsamlı takas operasyonuna imza atıldı. MİT’in koordinasyonundaki esir takası, son yıllarda ABD, Rusya ve Almanya arasında gerçekleşen en geniş kapsamlı rehine değişimi olarak tarihe geçti.
KARABAĞ İŞGALİNİN SONLANDIRILMASI
Azerbaycan, Kafkasya’nın çözülemeyen sorunu Karabağ’daki Ermeni işgaline son verirken Türkiye’nin askerî, siyasi ve diplomatik çabaları belirleyici unsur oldu. Ermenistan’ın sınır ihlalleri ve saldırılarıyla başlayan Karabağ savaşı 44 günde Azerbaycan’ın zaferiyle sonuçlandı. Türkiye, bu süreçte savunma sanayisi ürünleri ve teknoloji transferinin yanı sıra diplomatik girişimleriyle de Azerbaycan’ın yanında oldu.
İSRAİL’E SİLAH VE MÜHİMMAT SEVKİYATINI DURDURMA GİRİŞİMİNE ÖNCÜLÜK ETTİ
Türkiye’nin öncülüğünde 52 ülke ile 2 uluslararası ve bölgesel kuruluş, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nden (BMGK), İsrail’e silah ve mühimmat sevkiyatının durdurulması için ortak tedbir isteminde bulundu. Türkiye’nin öncülüğünde başlatılan ortak mektup girişimine, 52 ülke ile Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı imzacı oldu.
İmzalayan ülkeler arasında Türkiye, Filistin, Bahreyn, Bangladeş, Birleşik Arap Emirlikleri, Bolivya, Brezilya, Brunei Darusselam, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çin Halk Cumhuriyeti, Endonezya, Fas, Gambiya, Güney Afrika, Irak, İran, Katar, Kazakistan, Kırgızistan, Kolombiya, Komorlar Birliği, Kuveyt, Küba, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Meksika, Mısır, Moritanya, Namibya, Nijerya, Nikaragua, Norveç, Pakistan, Rusya, Saint Vincent ve Grenadinler, Sao Tome ve Principe, Senegal, Somali, Sudan, Suudi Arabistan, Şili, Tunus, Umman, Ürdün, Venezuela, Vietnam, Yemen ve Zimbabve yer aldı.
Türkiye, ayrıca İsrail ile Filistin arasında esir takası ve ateşkesin sağlanması için de diplomatik temaslarını sürdüren ülkeler arasında bulundu. Ancak bu süreçler, İsrail’in saldırgan politikaları nedeniyle sonuca ulaşamadı.
SURİYE KRİZİNDE İNSANİ DİPLOMASİ ÖNE ÇIKTI
Türkiye, Suriye krizinin çıktığı günden itibaren sorunun çözümü için diplomatik faaliyetlerini sürdürürken krizin ortaya çıkardığı mülteci sorununa dair ilkeli ve insani politika izledi. Bölgedeki istikrarsızlıktan yararlanan terör örgütlerine karşı önemli askeri harekâtlara imza atan Türkiye, bu sayede sınırlarında bir terör koridoru oluşmasına engel oldu.
Türkiye, Baas rejiminin devrildiği 8 Aralık sonrasındaki süreçte de etkin diplomasi trafiği gerçekleştirdi. Suriye’deki sürecin sorunsuz tamamlanması için 2 önemli aktör Rusya-İran ile görüşmelerini sürdürdü. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Suriye’de 61 yıllık Baas rejiminin devrilmesinin ardından yoğun diplomasi yürüttü.
Suriye’de geçici yönetimin göreve başlamasıyla bölgede, barış ve istikrarın sağlanması için çaba sarf eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Aralık’ta ilk görüşmesini NATO Genel Sekreteri Mark Rutte ile yaptı. Görüşmede, Cumhurbaşkanı Erdoğan, ülkenin, Suriye halkı tarafından yönetilmesi gerektiğini, terörden arındırılmış bir ve bütün Suriye’nin inşası için Türkiye’nin elinden geleni yapmaya devam edeceğini vurguladı.
Aynı gün Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’le de görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Aliyev’e, Türkiye’nin Suriye’de kalıcı istikrarın tesisi için Suriye halkına destek vermeye devam edeceğini söyledi. Aliyev görüşmesinin sonrasında İtalya Başbakanı Giorgia Meloni ile telefonda görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasının ve istikrara kavuşmasının önemini kaydetti.
Telefon diplomasisini Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile sürdüren Cumhurbaşkanı Erdoğan, von der Leyen’e, Türkiye’nin, Suriye’nin terör unsurlarından arındırılması, birliğinin sağlanması, toprak bütünlüğünün korunması, tüm etnik ve dinî unsurlarıyla Suriyeliler’in tamamının barış içinde yaşaması için Suriye halkına güçlü destek vermeye devam edeceğini aktardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Almanya Başbakanı Olaf Scholz ile telefon görüşmesinde de Türkiye’nin terörden arındırılmış bir Suriye hedefiyle çalışmaya devam edeceğini belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’ye gelen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı 12 Aralık’ta Esenboğa Havalimanı’nda kabul etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabulde, Suriye’de faaliyet gösteren ve Türkiye için tehdit kaynağı olan başta PKK/PYD/YPG ile DEAŞ terör örgütleri olmak üzere tüm terörist yapılanmalara karşı Türkiye’nin öncelikle kendi millî güvenliği için önleyici tedbirler alacağını vurguladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suriye eksenli temaslarının bu hafta da sürmesi bekleniyor.
SOMALİLAND KRİZİNDE BARIŞ MASASI TÜRKİYE’DE KURULDU
Afrika Boynuzu ülkelerinden Etiyopya ile Somali arasında bir süredir devam eden Somaliland krizi de Türkiye’nin arabuluculuğunda çözüm yoluna girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ev sahipliğinde Ankara’da bir araya gelen Somali Cumhurbaşkanı Hasan Şeyh Mahmud ve Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed, iki ülke arasında yaklaşık bir yıldır süren krizin çözümü için mutabakata vardı.
Etiyopya-Somali Ankara Bildirisi’nde tarafların, görüş ayrılıkları ve tartışmalı meselelerden vazgeçip, ortak refah doğrultusunda kararlılıkla ilerleme konusunda mutabık kaldıkları belirtilerek Türkiye’nin kolaylaştırıcılığında Şubat 2025 sonuna kadar teknik müzakerelere başlamaya ve 4 ay içinde sonuçlandırmaya karar verdikleri kaydedildi. Taraflar, Somali’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterirken Etiyopya’nın denize ve denizden güvenli erişiminden sağlanabilecek çeşitli potansiyel yararları tasdik ettiğini duyurdu. Türkiye’nin arabuluculuğunda atılan adımlarla, iki komşu ülke arasında başlayan ve bölgesel bir krize dönüşen sorun çözüm yoluna girdi.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, SUDAN VE BAE ARASINDAKİ ANLAŞMAZLIK İÇİN DE DEVREDE
Ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde anahtar ülke rolünü sürdüren Türkiye, son olarak Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki anlaşmazlık için de devreye girdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 Aralık Cuma günü Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı Abdulfettah el-Burhan ile telefonda görüşerek Birleşik Arap Emirlikleri ile yaşanan gerilimi çözmek için arabuluculuk yapmayı teklif etti.
Türkiye’nin, Somali ile Etiyopya arasındaki ihtilafın çözümü için Ankara Süreci’ni başlattığını hatırlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sudan ile BAE arasındaki anlaşmazlıkların giderilmesi için de Türkiye’nin devreye girebileceğini, Sudan’da sulh ve istikrarın sağlanması, toprak bütünlüğü ve egemenliğinin korunması ile ülkenin dış müdahalelerin alanı hâline gelmemesinin, Türkiye için temel esaslar olduğunu iletti.
0 notes
Text
Suriye’de Toprak Bütünlüğü ve Türkiye’nin Kritik Rolü
Suriye’deki Parçalanmışlığa Son Verme Fırsatı Suriye’de yıllardır süren iç savaş,ülkeyi derin bir parçalanmışlık ve istikrarsızlık girdabına sürükledi. Ancak son gelişmeler, Suriye’nin bu parçalı yapıdan kurtularak toprak bütünlüğünü sağlaması için fırsatlar sunuyor.Bu süreçte en kritik görev ise Türkiye’ye düşüyor. Türkiye’nin Kaybettiklerini Geri Kazanma Fırsatı Suriye iç savaşının…
0 notes
Text
Çözüm süreci, nedenleri gelişimi ve sonuçları:
2013-2015 yılları arasında Türkiye’de PKK ile yürütülen çözüm süreci, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürt sorununun çözümü için barışçıl yöntemlerle PKK ile müzakere ettiği bir dönemdi. Sürecin neden başladığı, nasıl geliştiği ve neden sona erdiğini aşağıda detaylı şekilde inceleyelim.
Sürecin Başlangıcı ve Nedenleri
Çözüm süreci, çeşitli siyasal, toplumsal ve güvenlik gerekçeleriyle başlamıştır:
1. Kürt Sorunu ve PKK ile Mücadele: Türkiye'de Kürt sorununu şiddet yerine siyasal yollarla çözme arayışı yıllardır gündemdeydi. 1984’ten itibaren silahlı çatışmalar ciddi insan kayıplarına ve toplumsal maliyetlere neden olmuştu.
2. Siyasi İrade: Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, hem uluslararası kamuoyunun desteğini almak hem de iç siyasette Kürt seçmene hitap etmek amacıyla barış sürecine açık bir politika izledi.
3. PKK’nın ve Öcalan’ın Rolü: PKK lideri Abdullah Öcalan, 1999’dan beri İmralı’da cezaevindeydi. Öcalan, barış sürecine liderlik edebileceğini belirtmiş ve silahlı mücadelenin sona erdirilmesi için görüşmelere açık olduğunu ifade etmişti.
4. Uluslararası Dinamikler: Ortadoğu’daki değişimler (örneğin, Suriye İç Savaşı) ve Kürt hareketlerinin bölgesel etkisi, Türkiye'yi Kürt sorununun iç politikada büyümesini engellemek için bir çözüm arayışına itti.
Çözüm Sürecinin Gelişimi:
1. 2013 Nevruz Bildirisi: 21 Mart 2013’te Abdullah Öcalan’ın Diyarbakır’da okunan mektubu, silahlı mücadeleye son verilmesi ve müzakerelerle çözüm çağrısı içeriyordu. Bu, sürecin resmi başlangıcı olarak kabul edilir.
2. Silahların Bırakılması: PKK, Türkiye sınırları dışına çekileceğini duyurdu. 2013 yılı boyunca çatışmalar büyük ölçüde durdu.
3. Akil İnsanlar Heyeti: Toplumun farklı kesimlerini temsilen oluşturulan bu heyet, çözüm sürecine toplumsal destek kazandırmayı amaçladı ve Türkiye genelinde toplantılar yaptı.
4. Görüşmeler ve İmralı Süreci: Devlet yetkilileri, Öcalan ve HDP heyeti arasında İmralı Adası’nda görüşmeler yapıldı. Müzakerelerde, demokratik reformlar, anayasada Kürt haklarına yönelik düzenlemeler ve PKK’nın tamamen silah bırakması gibi konular ele alındı.
Çözüm Sürecinin Sona Ermesi
2015’te çözüm süreci başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun başlıca nedenleri şunlardır:
1. Suriye ve Rojava’daki Durum: Suriye İç Savaşı’nda PKK’nın uzantısı olarak görülen PYD/YPG, Türkiye'nin güvenlik politikalarıyla çelişen bir şekilde güç kazandı. Türkiye, YPG'yi bir tehdit olarak görürken PKK, Rojava’daki kazanımlarını genişletmek için süreci kendi lehine kullanmaya çalıştı.
2. Kobani Olayları (2014): Kobani’de IŞİD’e karşı YPG’nin verdiği mücadelede Türkiye’nin pasif tutumu, Kürt kamuoyunda büyük bir tepki doğurdu. Bu durum, çözüm sürecine olan güveni sarstı.
3. Çatışmaların Yeniden Başlaması (2015): 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra HDP’nin meclise güçlü bir şekilde girmesi ve AK Parti’nin tek başına hükümet kuramaması, siyasi dengeleri değiştirdi. Bu süreçte PKK’nın çeşitli saldırıları ve Türkiye’nin askeri operasyonları çatışmaları yeniden başlattı.
4. Dolmabahçe Mutabakatı: 2015 yılında taraflar arasında uzlaşmaya yönelik bir metin üzerinde anlaşılmış gibi görünse de, Cumhurbaşkanı Erdoğan bu mutabakatı tanımadığını ilan etti. Bu açıklama, sürecin sonlandığını gösterdi.
5. Terör Olayları: 2015’te Suruç ve Ankara’daki terör saldırıları, Türkiye’de toplumsal güvenliği ve barış umutlarını ciddi şekilde zayıflattı.
Sonuç
Çözüm süreci, Türk siyasetinde önemli bir dönüm noktasıydı ancak hem taraflar arasındaki güvensizlik hem de bölgesel gelişmeler nedeniyle başarısız oldu. Sürecin sona ermesi, çatışmaların yeniden başlamasına ve toplumsal kutuplaşmanın artmasına yol açtı. Bugün hala bu dönemin etkileri tartışılmakta ve Kürt sorunu çözümsüz bir şekilde Türkiye gündemindeki yerini korumaktadır.
Çözüm sürecinde akil insanlar kimlerdi?
Türkiye’nin 2013 yılında başlattığı çözüm sürecinde, kamuoyunu bilgilendirmek ve sürece destek sağlamak amacıyla oluşturulan Akil İnsanlar Heyeti, farklı meslek gruplarından, siyasal görüşlerden ve toplumsal kesimlerden temsilciler içeriyordu. Heyet, 7 bölgesel gruba ayrılarak çalışmalarını yürütmüştü. İşte bu heyet ve üyelerinin listesi:
Çözüm sürecinde Akil İnsanlar Heyeti’nin Bölgeleri ve Üyeleri
1. Marmara Bölgesi
Başkan: Deniz Ülke Arıboğan (Akademisyen)
Üyeler:
Kadir İnanır (Sanatçı)
Hülya Koçyiğit (Sanatçı)
Erol Göka (Psikiyatr)
Mustafa Armağan (Yazar)
Levent Korkut (Hukukçu)
Mithat Sancar (Akademisyen, daha sonra HDP Milletvekili)
Yücel Sayman (Hukukçu)
2. Ege Bölgesi
Başkan: Tarhan Erdem (Araştırmacı, gazeteci)
Üyeler:
Baskın Oran (Akademisyen)
Avni Özgürel (Gazeteci)
Hasan Karakaya (Gazeteci, Yeni Akit)
Fadime Özkan (Akademisyen)
Ahmet Gündoğdu (Memur-Sen Başkanı)
Hüseyin Yayman (Akademisyen, gazeteci)
Fuat Keyman (Akademisyen)
3. Akdeniz Bölgesi
Başkan: Rifat Hisarcıklıoğlu (TOBB Başkanı)
Üyeler:
Nihal Bengisu Karaca (Gazeteci)
Hayrettin Karaman (İlahiyatçı)
Öztürk Türkdoğan (İnsan Hakları Derneği Başkanı)
Lale Mansur (Sanatçı)
Erkan Mumcu (Eski Bakan)
Mahmut Arslan (HAK-İŞ Başkanı)
4. İç Anadolu Bölgesi
Başkan: Ahmet Taşgetiren (Yazar)
Üyeler:
Cemal Uşşak (Gazeteci)
Mustafa Kumlu (Türk-İş Başkanı)
Hüseyin Yayman (Akademisyen)
Orhan Gencebay (Sanatçı)
Vahap Coşkun (Akademisyen)
Abdurrahman Kurt (Eski Milletvekili)
5. Karadeniz Bölgesi
Başkan: Yusuf Şevki Hakyemez (Akademisyen)
Üyeler:
Oral Çalışlar (Gazeteci)
Şemsi Bayraktar (Ziraat Odaları Başkanı)
Vedat Bilgin (Akademisyen, daha sonra Bakan)
Hilal Kaplan (Gazeteci)
Muhsin Kızılkaya (Yazar)
Fatma Benli (Avukat)
Yılmaz Ensaroğlu (Akademisyen)
6. Doğu Anadolu Bölgesi
Başkan: Can Paker (Gazeteci, TESEV Başkanı)
Üyeler:
Hayrettin Karaman (İlahiyatçı)
Ayhan Oğan (Sosyolog)
Abdurrahman Kurt (Eski Milletvekili)
Abdurrahim Boynukalın (Gazeteci)
Zeynep Tanbay (Sanatçı)
Cemalettin Başaran (Gazeteci)
7. Güneydoğu Anadolu Bölgesi
Başkan: Yılmaz Ensarioğlu (Akademisyen, İnsan Hakları Uzmanı)
Üyeler:
Gültan Kışanak (Siyasetçi)
Mehmet Metiner (Gazeteci)
Yasin Aktay (Akademisyen)
Murat Belge (Gazeteci, akademisyen)
Cengiz Çandar (Gazeteci)
Ayla Akat Ata (HDP Milletvekili)
Akil adamlar Heyetinin Görevleri
1. Toplumsal desteği artırmak için Türkiye’nin farklı bölgelerinde halkla buluşmak.
2. Kürt sorununun çözümüne dair öneriler ve görüşler toplamak.
3. Sürece yönelik olası eleştirileri ve beklentileri raporlayarak hükümete sunmak.
Heyetin çalışmaları, süreçte toplumsal katılım ve şeffaflığı artırmayı amaçlasa da eleştirilere de maruz kalmıştır. Süreç sona erdikten sonra, bu heyetin etkisi ve sürece katkısı tartışılmaya devam etmiştir.
Dolmabahçe mutabakatının maddeleri:
Dolmabahçe Mutabakatı, Türkiye'deki çözüm süreci kapsamında 28 Şubat 2015'te Dolmabahçe Sarayı’nda açıklanan bir protokoldür. Bu mutabakat, dönemin hükümeti ile Halkların Demokratik Partisi (HDP) heyeti arasında yapılan görüşmelerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Mutabakatın amacı, Türkiye'de Kürt sorununun çözümü için demokratik adımlar atılması ve çatışmaların sona erdirilmesiydi.
Dolmabahçe Mutabakatı’nın 10 maddesi şu şekildeydi:
1. Demokratik siyaset tanımı ve içeriği: Demokratik siyasetin tanımının yapılması ve bu alandaki engellerin kaldırılması.
2. Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutları: Çözüm sürecinin hem ulusal hem de yerel düzeydeki etkilerinin ele alınması.
3. Özgür vatandaşlık tanımı ve içeriği: Vatandaşların hak ve özgürlüklerinin genişletilmesi.
4. Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal ve demokratik güvencelere kavuşturulması: Kadın hakları, kültürel haklar ve çevre sorunlarının çözümüne yönelik düzenlemeler yapılması.
5. Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi: Türkiye’deki farklı kimliklerin tanınması ve bu konuda çoğulcu bir yaklaşım benimsenmesi.
6. Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütler çerçevesinde tanımlanması: Demokratik cumhuriyet ve ortak vatan anlayışının somutlaştırılması.
7. Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa: Yeni bir anayasanın hazırlanmasıyla demokratik dönüşümün güvence altına alınması.
8. Çözüm sürecinin güvenlik ve özgürlük dengesini gözeterek ilerletilmesi: Çatışmasızlığın devamı ve güvenliğin sağlanması için gerekli düzenlemelerin yapılması.
9. Sosyal ve ekonomik boyutlarıyla yüzleşme ve hakikatleri araştırma komisyonlarının kurulması: Geçmişte yaşanan olayların araştırılması ve mağduriyetlerin giderilmesi.
10. Silahların bırakılması ve demokratik siyaset için uygun zemin oluşturulması: PKK’nin silah bırakması ve çözüm sürecinin demokratik temeller üzerinde ilerlemesi.
Ancak bu mutabakat, kısa süre sonra tartışmalı hale gelmiş ve uygulanamadan süreç sona ermiştir. 2015 yılının Temmuz ayında çatışmalar yeniden başlamış ve çözüm süreci tamamen sonlanmıştır. Dolmabahçe Mutabakatı, çözüm süreci açısından önemli bir dönüm noktası olarak hafızalarda kalmıştır.
Erdoğan'ın Dolmabahçe mutabakatını tanımama nedenleri nelerdir?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat 2015’te açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı'nı tanımadığını Mart 2015’te açık bir şekilde ifade etti. Erdoğan'ın bu mutabakatı reddetmesinin ve sürecin sona ermesine yönelik tutumunun birkaç temel gerekçesi vardı:
1. "Devlet ile terör örgütü aynı masaya oturmaz" yaklaşımı
Erdoğan, mutabakatın kamuoyuna açıklanma şekline ve sembolik olarak hükümet temsilcilerinin HDP heyetiyle birlikte oturmasına tepki gösterdi. “Devletin terör örgütüyle aynı masaya oturması” imajının kamuoyunda yanlış algılara yol açabileceğini savundu. Erdoğan, bu sürecin sadece hükümetin kontrolünde ilerlemesi gerektiğini ve meşru devletin terörle eşit düzeyde gösterilmemesi gerektiğini belirtti.
2. Silah bırakma çağrısının yetersiz bulunması
Mutabakatın temel unsurlarından biri olan PKK’nin silah bırakma çağrısı konusunda somut adımlar atılmadığına inanıyordu. Erdoğan, silah bırakma çağrısının açık ve net bir şekilde yapılmadığını ve PKK’nin bu konuda güven vermediğini dile getirdi. Bu durum, sürecin ilerleyememesinin önemli bir nedeni olarak görüldü.
3. Milli iradeye vurgu
Erdoğan, mutabakatın kamuoyuna yansımasından sonra “Milli irade her şeyin üzerindedir” diyerek bu tür anlaşmaların halk tarafından tam destek alması gerektiğini ifade etti. HDP’nin bu süreçte kendini devletin eşit bir muhatabı olarak göstermesini eleştirdi ve mutabakatın içeriğini Türkiye’nin üniter yapısını tehdit edebilecek bir hamle olarak yorumladı.
4. Seçim sürecinin etkisi
2015 yılında, Haziran seçimleri yaklaşıyordu. HDP’nin çözüm sürecindeki rolü nedeniyle artan kamuoyu desteği, Erdoğan ve AK Parti için siyasi bir risk olarak değerlendirildi. Dolmabahçe Mutabakatı’nın bu dönemde HDP’nin lehine kullanılacağı düşünülerek eleştirildi. Bu durum, Erdoğan’ın çözüm sürecinden uzaklaşmasına ve milliyetçi tabanın desteğini kazanmaya yönelik adımlar atmasına yol açtı.
5. Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) etkisi
Erdoğan, çözüm sürecinde Dolmabahçe Mutabakatı’nın MGK’da tartışılmadığını ve bir devlet politikası olarak benimsenmediğini söyledi. Sürecin “millilikten uzaklaşarak” farklı noktalara taşındığını düşündüğünü belirtti. Ayrıca mutabakatın "devletin onayı olmadan" hükümetin bazı aktörleriyle yapılmış bir metin olduğu imasında bulundu.
6. Terör örgütünün tutumuna duyulan güvensizlik
PKK’nın çatışmasızlık sürecinde şehir yapılanmalarını güçlendirdiği ve silahlı faaliyetlerine ara vermediği gerekçesiyle güven ortamı sarsıldı. Erdoğan, çözüm sürecinin samimiyetle yürütülemediğini ve mutabakatın uygulanabilir olmadığını düşündü.
Sonuç
Dolmabahçe Mutabakatı'nın ardından Erdoğan’ın bu açıklamalarıyla çözüm süreci resmen olmasa da fiilen sona erdi. Bu durum, 2015 yazında artan çatışmalar ve terör olaylarıyla birlikte çatışmasızlık sürecinin tamamen bitmesine yol açtı. Erdoğan'ın bu tutumu, hem uluslararası kamuoyunda hem de Türkiye'de çözüm sürecine dair farklı yorumlara neden oldu. Bazı kesimler bunu bir strateji değişikliği olarak görürken, diğerleri sürecin baştan itibaren kalıcı bir çözüm üretme kapasitesine sahip olmadığını savundu.
0 notes
Text
SURİYE DOSYASI /// Armağan Kuloğlu : SURİYE'NİN İSTİKRARINDA İDLİP'İN ROLÜ
SURİYE DOSYASI /// Armağan Kuloğlu : SURİYE’NİN İSTİKRARINDA İDLİP’İN ROLÜ
Armağan Kuloğlu : SURİYE’NİN İSTİKRARINDA İDLİP’İN ROLÜ E-POSTA : oakuloglu 4 Eylül 2021, Yeniçağ Gazetesi Suriye sorunu bölgede istikrarsızlık yaratmayı sürdürürken en çok Türkiye’nin başını ağrıtmakta, hatta Türkiye için beka sorunu olmaya devam etmektedir. Suriye’nin kuzeyinde ABD’nin, Irak’tan Akdeniz’e kadar uzanan bir terör devleti oluşturma projesi, Türkiye’nin bölgeye, Fırat kalkanı,…
View On WordPress
0 notes
Text
Askercilik...
Başbakan Binali Yıldırım gazetecilerle sohbet toplantısında askerlikle ilgili konulara da değiniyor.... Askerlik çağına gelenlerin sayısı 585 bin, yoklama kaçağı 570 bin, bakaya (sevk tarihinde askere gitmeyen) 57 bin... Yıllık asker ihtiyacı 365 bin... Bu birikimi eritmek 16 yıl sürüyor...
Geçmişte askerden kaytarmak kolay değildi... Anlaşılan son yıllarda kolaylaşmış, bu yüzden epey birikme olmuş.
Bunun böyle olmasında bedelli askerlik sisteminin de büyük rolü var tabii... Gençler askerliği geciktirebildiği kadar geciktirmek ve parayı bastırıp bedelli yapmak hevesinde...
Bunun sonuçları ne olur? emekli general Nejat Eslen’i dinleyelim:
“Son yıllarda profesyonel orduya geçiş başladı. Askere alınan gençler geri planda tutuluyor. Ancak günün birinde birden fazla cephede savaşmak zorunda kalırsak profesyonel ordu buna yetmez. Günün birinde topyekun savaşa da girebiliriz. O yüzden her erkek Türk vatandaşı kısa da olsa askerlik yapmalıdır. Yurt ve ulus savunmasında kendine düşeni yapacak kadar askerlik mesleğini öğrenmelidir. Öte yandan bedelli yüzünden fakir aile çocukları kendilerini aptal yerine konmuş hissediyor ve askerliği ve yurt savunmasının manevi değeri kalmıyor... Bütün bunlara dikkat etmeliyiz...”
ESAD
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Fırat’ın doğusunda hakimiyet kuran YPG / PYD ile müzakereye oturmak istediğini ama sonuç alınmazsa YPG / PYD’nin kontrolündeki bölgeleri ‘güç kullanarak’ ele geçireceklerini söyledi.
Türkiye eğer YPG’yi etkisiz hale getirmek istiyorsa Esad’ı desteklemek zorunda. Oysa Ankara ne yapıyor? PYD/ YPG’yi himayesine almış ABD ile işbirliği yaparak çözüm arıyor. Bu işbirliğinin PYD’nin sınırımızda devletçik kurmasıyla sonuçlanacağı belli. ABD’nin hedefi bu. Biz de ABD’nin hedefinin bu olduğunu biliyoruz. O zaman?
METEO
Türkiye, son 38 yılın en yağışlı mayıs ayını yaşadı. Ani ve şiddetli yağışlar, başta Ankara pek çok kentte afete dönüştü. Meteoroloji Genel Müdürü İsmail Güneş, şehirleri vuran sellerin nedenini anlatırken diyor ki:
“Şehirlerde nüfus yoğunluğu arttı. Kalabalıklaştıkça vücut ısılarımız ısı adacıklarına yol açıyor. Isınan hava yükselip soğuk havaya çarpıyor ve şiddetli yağış başlıyor”...
Bu durumda kurak yıllarda şehirlerin halkı koşu yapar ve ısınırsa yağmur yağmasını sağlayabilir. Dünya çapında bir keşif bu!
CeHePe
Atilla Aşut dostumuz Birgün’de Saray’ı uyarıyor:
“Bizim abecemizde ‘ha’ diye bir harfin olmadığını; Türkçedeki tüm sessiz harflerin, önlerine “e” ünlüsü konularak seslendirileceğini; CHP kısaltmasının da bu nedenle “Ce-He-Pe” diye söyleneceğini ilkokul bebeleri biliyor bugün.”
Yani Cehape, Mehape yanlış... Cehepe, Mehepe doğru söyleniş...
Atatürk Havalimanı
Star Tv’deki röportajda Nazlı Çelik’in “Atatürk Havalimanı ismi kalabilir” şeklindeki ifadesi üzerine Erdoğan, “Atatürk Havalimanı, İstanbul’da vardı. Birçok yerde de zaten var. Şimdi olmayanı buraya vermek herhalde çok daha isabetli olur ve yeni yeni bazı isimlerle temayüz etmekte de fayda var” dedi..
Kısaca “Atatürk havalimanı artık olmayacak” diyor Erdoğan.
Böylece Türkiye’nin hiçbir yerinde Atatürk Havalimanı olmayacak...
Menderes var Demirel var, Atatürk yok...
Muharrem İnce ise “Eskisini söküyorsan yenisine aynı ismi vereceksin. Taşıma bahanesiyle adını değiştiremezsin” diyor.
Yeni havalimanının adı da Atatürk olmalı...
1 note
·
View note
Text
ÇOK DEĞERLİ BİR SİYASİ BÜYÜĞÜMÜZE AÇIK MEKTUP
Sayın Adnan Oktar'ın tümüyle haksız ve hukuksuz olarak tutuklanmasının ardından bugüne kadar 18 aylık bir süre geçti. Son birkaç aydır devam eden duruşma sürecinde dava dosyasının her yönden bomboş olduğu tüm detaylarıyla ortaya çıktı. Atılan bütün iftiralar, asılsız suçlamalar delilleriyle birer birer çür��tüldü. Öne sürülen iddiaların geçersiz ve gerçek dışı oldukları tek tek, ayrıntılı biçimde gözler önüne serildi. İlk gün ortaya atılan 33 uydurma suçtan tek bir tanesi bile kalmadı. Dosyayı ve iddianameyi inceleyen hukukçular, bilim adamları dosyanın bomboş olduğu gerçeğinde ittifak etti.
Hal böyleyken Müslüman bir kardeşimiz olarak sizden beklediğimiz, kendilerine atılan çirkin ve asılsız iftiralara, yalanlara, uğradıkları zulüm ve haksızlıklara karşı 1.5 yıldır zorlu, onurlu, tarihi bir mücadele veren Müslümanların aklanmasını, bu iftiralardan temize çıkmalarını sevindirici, müjdeli bir olay olarak karşılamanızdı. Bir kardeşleri olarak haklarında olumlu, takdir edici, şevklendirici ve hüsnü zanlı konuşmanızdı.
Ancak siz, henüz davası devam eden, masumiyet karinesine sahip, aleyhinde hiçbir kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan, bugüne kadar hiçbir suça karışmamış, tek bir sabıka kaydı dahi bulunmayan Sayın Adnan Oktar hakkında peşin hükümle, adeta yargısız infaz niteliğinde bir açıklama yaptınız. Süregiden bir davada mahkemeyi etki altında bırakmaya teşebbüs etme hatasına düştünüz.
Ne yazık ki kullandığınız üslup ne size ne de konumunuza hiç yakışmadı.
Oysa, sizin karşı olmanız gereken Müslümanlar değil, asıl bu Müslümanların yıllar boyu hayatlarını vakfederek, canlarını ve mallarını ortaya koyarak en etkili ilmi ve fikri mücadeleyi yürüttükleri ve hepsinin düşmanlığını kazandıkları PKK, PYD, YPG, FETÖ, DEAŞ ve hepsinin üzerindeki İngiliz Derin Devleti gibi Türkiye düşmanı, bölücü şer yapılardır. Asıl bu sinsi ve hain odakları devletimize ve milletimize karşı tehdit olarak görmeniz ve göstermeniz gerekirken, bunlarla mücadele eden Sayın Adnan Oktar gibi yerli, milli ve gerçek vatansever Müslümanları tehdit olarak gösterme yanılgısına düştünüz.
Eğer, gerçekten ortada güya böyle bir tehdit olsaydı zaten herkesten önce Sayın Cumhurbaşkanımız gerekli açıklamayı yapardı. Ancak, bilindiği gibi kendisinin 18 aydır aleyhte tek bir yorum ya da açıklaması olmadı. Dolayısıyla, Sayın Cumhurbaşkanımızın aleyhte hiçbir ifadesi yokken sizin geçmiş yıllarda yaşanan, Bülent Arınç tarzı yersiz ve anlamsız bir çıkış yapmanız ne yazık ki doğru bir davranış olmadı. Vefa, dostluk ve kardeşliğe sığmadı.
Son dönemde, güya Mahkeme üzerinde etkili olduğunu iddia ederek Sayın Adnan Oktar'ın tahliyesi karşılığında 45 milyon dolar talep eden bir haraç çetesinin bu çirkin talebinin REDDEDİLMESİ ve kendilerine hiçbir ödeme yapılmayacağının söylenmesi üzerine, ilginç bir biçimde ortada bir takım aleyhte konuşmalar, umulmadık aksilikler ve terslikler baş göstermeye başladı.
Şahsınızı tenzih ediyoruz fakat 18 aydan bu yana, ortada bir oyun ve kumpas olduğunu bilen ne siz ne de hiçbir Ak Partili kardeşimiz aleyhimizde hiçbir demeç vermediğiniz halde, bir anda anlaşılmadık bir biçimde yaptığınız konuşmanın, bizden red cevabı alan söz konusu haraç çetesine mensup bazı kişilerin kızgınlık anıyla aynı zamana denk gelmesi ister istemez tedirgin edici bir durum meydana getirdi. Özellikle, 18 ay bekleyip de dosyanın bomboş olduğunun ayyuka çıktığı şu günlerde aleyhimizde mesnetsiz ithamlar içeren bir üsluba başvurmanız zihinlerde soru işareti oluşturdu. Elbette, bu olaylar arasında bir bağlantı olduğunu iddia etmiyoruz, sadece iki gelişmenin de eşzamanlı olmasına şaşırdık. Zira, bu haraç çetesinin sizi böyle bir ifadeye zorladığına inanmıyoruz, çünkü sizin hiç kimsenin oyununa gelmeyecek kadar dürüst ve aklı başında bir insan olduğunuzu biliyoruz. Ancak, bu durum haliyle bizi tedirgin etti.
Değerli Bakanımız, evet Celal Ülgen'in bize karşı olan aleyhteki tutumunu anlıyoruz. Ancak, sizin aynı çizgideki konuşmanıza bir türlü anlam veremedik. Celal Ülgen yıllardır Sayın Cumhurbaşkanımıza, Ak Parti'ye karşı olmasıyla, ateist-materyalist sol görüşü savunmasıyla tanınan bir kişi. Onun bize karşı kullandığı aynı üslupla bizim aleyhimizde beyanda bulunmanızı kardeşlik hukukuna yakıştıramadık.
Ayrıca, bizim güya devleti ele geçirmek gibi bir çaba içinde olduğumuzu belirtmişsiniz. Sayın büyüğümüz, bu zatıalinize hiç yakıştıramadığımız çok yakışıksız bir ifade. Sizin gibi aklı başında bir abimizin bunları söylemesine hiç anlam veremiyoruz. Biz 150 kız, 100 erkekle devleti nasıl ele geçirelim. Devlet, vatan, millet zaten bizim, daha nesini ele geçireceğiz. Asıl devlet bizi ele geçiririr, biz devletin evlatlarıyız.
Dolayısıyla, vefa ve kardeşlik hukukuna uygun düşmeyen söz konusu konuşmaları sehven yaptığınızı düşünüyor ve en kısa zamanda düzelteceğinizi umuyoruz.
Bu İtibarla, Bazı Önemli Gerçekler Hakkında Tekrar Hatırlatma Yapmanın Faydalı Olacağını Düşünüyoruz.
Sizin De Çok İyi Bildiğiniz Ve Takdir Edeceğiniz Üzere:
– Daha siz ortada yokken Ak Parti'ye en güçlü desteği veren ve Hükümetin ideolojik zeminini oluşturan kişi Sn. Adnan Oktar'dı.
– Sn. Adnan Oktar, ilk günden itibaren Ak Parti'ye güzel, kaliteli bir vitrin oluşturdu. Sayın Erdoğan Belediye Başkanı seçildiğinde sağında ve solundaki kişiler Adnan Bey’in arkadaşlarıydı.
– Sn. Adnan Oktar, eserleriyle, konferanslarıyla, ilmi ve fikri faaliyetleriyle tüm Türkiye ve dünya çapında Darwinizmin-Materyalizmin yıkılmasına, evrim teorisinin bilimsel olarak yerle bir edilmesine vesile oldu. Bu sayede, sizin daha bu konulardan haberiniz bile yokken Ak Parti'nin felsefi ideolojik zeminini oluşturdu.
– Adnan Bey'in başlattığı ve Kuran mucizelerinin, iman hakikatlerinin, Darwinizm ve materyalizmin geçersizliğinin anlatıldığı yıllar süren yoğun, kapsamlı, yaygın, sistemli, akılcı ve etkili tebliğ faaliyeti sonucunda önceden halkın %70'inin Darwinizme inandığı ve dine mesafeli durduğu ülkemizde dindar bir toplum ve dindar bir nesil gelişti. BUGÜN ADNAN BEY'İN VESİLESİYLE TÜRKİYE'DE DARWİNİZME İNANANLARIN ORANI %5 BİLE DEĞİL.
– Yoksa, eskisi gibi Darwinizmin, materyalizmin yaygın kabul gördüğü, temel eğitim politikası olarak benimsendiği bir ülkede dindar bir hükümetin siyasi başarı kazanabilmesi asla mümkün olmazdı. Bu gerçeği başta DOĞU PERİNÇEK olmak üzere birçok önemli düşünür ve kanaat önderi de açık bir şekilde dile getirdi.
– Dolayısıyla, Adnan Bey ülkemizde inançlı, dindar bir toplumsal zemin oluşmasına vesile olduğu için Ak Parti hükümeti iktidara geldi, siz de bu sayede milletvekili ve bakan oldunuz.
– Ne var ki, 11 Temmuz operasyonuyla Adnan Bey’in yıllardan beri süren ilmi ve fikri desteği kesilerek Ak Parti'nin sürekli kan kaybetmesine ve gerilemesine neden olacak uğursuz bir sürecin de düğmesine basılmış oldu.
– Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarına yapılan operasyonla bu önemli desteğin kesilmesi Ak Parti oylarının %30’a kadar düşmesine yol açtı. Son seçimlerde Ankara, İstanbul gibi büyük şehirler ONLARCA YILDAN SONRA bir anda ŞOK BİR BİÇİMDE Ak Parti'nin elinden çıktı.
– Muhafazakar Ak Parti tabanıyla modern, özgür, batılı yaşam tarzını benimseyen toplum kesimleri arasında herkesin itibar ettiği bir köprü rolü oynayan Sn. Adnan Oktar ve arkadaşlarının engellenmesi sonucunda İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde ve sahil kesimlerinde Ak Parti oyları daha önceden görülmemiş bir biçimde düştü. Bunun farkında mısınız?
– Normal şartlarda, seçim sonralarında belirsizlik ortadan kalktığı, istikrar ve güven ortamı oluştuğu için her zaman döviz kurlarında gerileme, ekonomide iyileşme eğilimleri görülür. Ancak ADNAN BEY'İN TUTUKLANMASININ HEMEN ARDINDAN BİR İLK DAHA GERÇEKLEŞTİ: Seçimlerin yapıldığı Haziran ayında dolar kuru ortalama 4.63 TL. seviyesinde iken 10 TEMMUZ'DA KABİNENİN AÇIKLANMASI VE HEMEN ERTESİ GÜNÜ YAPILAN 11 TEMMUZ OPERASYONU SONRASINDA DOLAR 4.97 REKOR SEVİYESİNİ GÖRDÜ. Adnan Bey'in tutuklandığı 11 Temmuz tarihini müteakiben başlayan ve aralıksız tırmanan bu EKONOMİK KRİZ sonucunda birkaç hafta içinde DOLAR TARİHİ REKORU OLAN 7.24 TL SEVİYESİNİ GÖRDÜ (KARA CUMA). Bu, yılbaşına göre yaklaşık %70, bir önceki aya göre ise %36 gibi akıl almaz bir artıştı. GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ, BAZI ÇEVRELERCE 2018 AĞUSTOS AYINDA MEYDANA GELMİŞ GİBİ GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILAN EKONOMİK KRİZ, GERÇEKTE ADNAN BEY'İN TUTUKLANDIĞI 11 TEMMUZ'UN HEMEN ARDINDAN PATLAK VERMİŞ VE GÖRÜLMEMİŞ BİR HIZLA TIRMANMAYA DEVAM ETMİŞTİR.
– Türkiye, Ak Parti hükümeti ve Sayın Erdoğan aleyhinde yıllardan beri bu şer planları ince ince hazırlayan ve sinsi bir biçimde uygulamaya koyan İngiliz Derin Devleti'ni ve oyunlarını deşifre eden yine Sn. Adnan Oktar oldu. Ne var ki Adnan Bey ve arkadaşları İngiliz Derin Devleti ile mücadele ederken siz istemeden ve farkında olmadan İDD'nin safında yer aldınız.
– Türkiye’nin güneydoğu sınırında PYD-YPG adı altında dev bir PKK devleti kuruldu. Adnan Bey PYD-YPG'nin PKK'yla aynı kanlı terör örgütü olduğunu söylediğinde ilk başta bazı hükümet üyeleri buna karşı çıkıp PYD'nin müstakil demokratik bir oluşum olduğunu iddia etmişti. Şimdi ise PYD'nin terör örgütü PKK'nın Suriye kolu olduğunu görüp anlamayan kalmadı. Sonuçta, ADNAN BEY HER ZAMAN YOL GÖSTERİCİ OLDU. Ülkemiz, devletimiz ve hükümetimiz aleyhinde gelişen sinsi ve potansiyel tehlikelere karşı hep önceden dikkat çekip uyardı, en akılcı çözüm önerilerini sundu.
– Müslümanlar arasında mazlum, masum hatırı sayılır bir kitle var. Yıllar boyunca, gazinolarda, diskolarda eğlenen, dans eden, plajlarda bikiniyle gezen, denize giren, dekolte giyinen kişiler bu mazlum Müslümanları haşa küçük görüp onlarla kendilerince alay ettiler. Bizim ultra modern görünümümüzün ve söz konusu sosyal faaliyetleri yapmamızın en önemli nedeni ise, önceden Müslümanları böyle asosyal, ezik, içine kapalı gören, rahat ve özgür dünyanın güzelliklerinden, modernizmden mahrum olduklarını, her zaman da mahrum kalacaklarını düşünen bu kişilerin Müslümanlara gıpta gözüyle bakmasını sağlamaktı.
Sözde evrimle, tesadüfler sonucunda meydana geldiklerini sanan, ahiret inancı olmayan ciddi bir kesimde Müslümanların, inkar edenlerin sahip oldukları dünya nimetlerine, imkan ve güzelliklere asla sahip olamayacağı fikri hakimdi. Biz de Müslümanlara kibirli ve üst perdeden bakan bu düşünceyi kırmak için bu faaliyetleri yaptık. Müslümanların da bu güzellikleri helal dairesinde çok daha üst boyutta yaşayabileceğini, asıl güzelliğin İslam'da olduğunu, dünyada ve ahiretteki en güzel imkanlara, nimetlere ve güzelliklere asıl Müslümanların layık olduğunu, İslam'ı yaşayanların da rahatlıkla gülüp eğlenip dans edebileceğini, modern ve dışa dönük olabileceğini gösterdik. Müslümanların belini büküp kendilerince onlarla alay edenlere bir ders vermek, onların Müslümanları manen ezmelerini, hor görmelerini engellemek için bir nevi tedbir olarak böyle bir modeli uyguladık.
Bu uygulamanın hikmetlerini ve faydalarını görüp anlamak, ÖNYARGILI VE YÜZEYSEL DEĞİL, ANCAK DERİN BİR BAKIŞ AÇISIYLA mümkün olabilir. Yoksa, kimse dansın, dekoltenin, meraklısı değil! Özellikle de belli kesimler tarafından yadırganacağını, eleştiri ve kınama oklarının, bilinçsiz ve ölçüsüz saldırıların hedefi olacağını bile bile... Nasıl ki Sayın Adnan Oktar'ın bilimsel ve kültürel faaliyetleri sonucunda Darwinizm ve materyalizmin beli kırıldı ve artık ayağa kalkamıyorsa, önceden MÜSLÜMANLARLA ALAY EDEN BOZUK ZİHNİYET DE BU MODEL VE FAALİYETLER SONUCUNDA EZİLMİŞ OLDU. Böylelikle amaç da yerine gelmiş oldu. Sonuçta, zahirinde bazı kimselerin karşı olduğu bu olayın batınında derin bir amacı ve anlamı vardı. FAYDASI GÖRÜLDÜ, NETİCESİ ALINDI, BUNDAN SONRA DA DAHA FAZLA DEVAM EDİLMESİNE GEREK KALMADI.
Özetle, hayatını Allah yoluna adamış, tüm vaktini İslam'a ve Müslümanlara hizmet etmekle geçirmiş, her daim Müslümanlara destek olmuş, onların yolunu açmış, başarı ve zaferlerine vesile olmuş, Türk-İslam Birliği'ni, Kızıl Elma'yı savunan yerli, milli bir insana nasıl böyle görülmemiş zulümler yapılır, nasıl böyle olmadık çirkin iftiralar atılır diye sormak, araştırmak yerine bu olumsuz sözleri sarfetmenizi hayretle karşıladık. Geceli gündüzlü emek verip Ak Parti'nin bugünlere, sizin de o makama gelmenize vesile olan bir kişiye bunları söylemenizi hiç yakıştıramadık. Bir takım art niyetli ve maddi çıkar peşindeki kişilerin, "Tayyip Bey sizin üstünüzü çizdi" şayialarının ortalıkta dolaştığı bir dönemde böyle bir demeç vermenizi son derece yadırgadık. Güzel bir vesileyle bunu telafi edeceğinizi umuyoruz.
Aksi takdirde, böyle gerçeklere aykırı ADALETSİZ ÜSLUPLAR, YARGISIZ İNFAZLAR GAYRETULLAHA DOKUNUR. Bir insanın dilini bağlayıp kilitli bir hücreye koyduktan sonra gıyabında olumsuz sözler sarfetmek samimi, dürüst, saygın bir insana yakışmaz. Sayın Adnan Oktar hakkında bu tür ifadeler kullanmak kimseye itibar kazandırmaz. Zamanında Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Adnan Menderes gibi isimler de çok kötü sözlere ve karalama girişimlerine maruz kaldılar. Ancak onlar kendilerine karşı söylenenlerle değil, bu eziyetler karşısında gösterdikleri sabır, yiğitlik ve kararlılıkla tarihe geçtiler.
7 gün 24 saat herkesin gözleri önünde olan, evleri, yerleri, mekanları belli olan insanları gece baskınıyla türlü eziyet ve hakaretler eşliğinde toplayıp sıkıştırılmış kelepçeli ellerinden kanlar akarak nezarethanelere atıp ortada hiçbir suç, somut suç delili ya da suçüstü olmadan günlerce aç, susuz, uykusuz gözaltında tutmak; hayatında karakol, emniyet, cezaevi görmemiş gencecik kızları belki bu işkencelerden yılarak Müslümanlar aleyhinde yalan ve iftira atarlar beklentisiyle en ağır suçları işlemiş katillerin, canilerin, travestilerin arasına atmak bir kahramanlık ya da başarı değil tam aksine İNSANLIK ADINA UTANÇ VESİLESİDİR. Biz sizin gibi bir Müslüman kardeşimizden asıl bu kanunsuz, hukuksuz insanlık ayıbını, bu görülmemiş vahşeti kınamanızı beklerdik.
Bugün ülkemizde bu tür insanlık dışı, vahşet derecesindeki uygulamalar halkımızı son derece tedirgin etmektedir. "Acaba yarın başıma ne gelir, kapıma kim dayanır" diye sürekli kaygı içinde yaşayan, biraz imkan bulunca hemen yurt dışına yerleşmeyi planlayan, gelecek korkusu ve güvensizlikten her türlü girişim ve yatırımdan kendini uzak tutarak ekonomik çöküşü tetikleyen bir kitle günden güne büyümektedir.
Bu felaketi önleyecek tek çözüm ise Müslümanların, şer odakların kışkırtmalarına kapılarak birbirleriyle uğraşmadan, tam aksine kardeşlik ruhuyla birlik ve beraberlik içinde hareket etmeleri, devlet, vatan, millet ve İslam düşmanlarına karşı elbirlik mücadele etmeleridir.
Zatıalinizden de bu birbirine düşürme oyununa gelmeden, yüzeysel değerlendirmelerden kaçınıp derin düşünerek baskı ve zulüm altındaki Müslüman kardeşlerinize sevgi, şefkat ve adaletle yaklaşmanızı, onlara sahip çıkmanızı bekliyoruz. Yanlış gördüğünüz, düzeltmemizi düşündüğünüz, eleştirdiğiniz konuları da doğrudan Kurani delilleriyle emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker üslubunca hatırlatmanız ve uyarmanız gerektiğini düşünüyoruz.
Müslüman Müslümanın kardeşidir. Cenab-ı Allah Kuran'da şöyle buyurmaktadır:
"Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin." (Hucurat Suresi, 10)
"İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur." (Enfal Suresi, 73)
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
Teknik ve Bilim Araştırma Vakfı
#adnan oktar#tbav#vakfı#harun yahya#kardeşlik#dostluk#samimiyet#aslanlar#kedicikler#celal ülgen#33 suç dosyası#açık mektup#siyasiler#mektup#erdoğan#ak parti#bülent arınç#terör örgütü#pkk#ypg#daeş#fetö#darwinizm#evrim teorisi#adnan hoca#a9tv
0 notes
Text
0 notes
Text
İmamoğlu: Bölgesel İş Birliği Kaçınılmaz
Türkiye Belediyeler Birliği ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ev sahipliğinde düzenlenen Orta Doğu ve Kuzey Afrika Barış ve İş Birliği Başkanları (ODKA) Toplantısı, farklı ülkelerden belediye başkanları ve diplomatik temsilcilerin katılımıyla İstanbul’da gerçekleştirildi. Toplantıya Türkiye’nin yanı sıra Filistin, Irak, Ürdün, İran, Mısır, Libya, Suudi Arabistan ve Kırgızistan gibi ülkelerden önemli şehirlerin yöneticileri katıldı. İBB’nin ev sahipliğinde düzenlenen bu etkinlikte, bölgesel barışa katkı sağlama ve kentlerin refah düzeyini artırma hedefleri ön plandaydı.
Başkan Ekrem İmamoğlu, açılış konuşmasında, Gazze, Suriye ve Ukrayna’daki krizlerin, komşu bölgelerdeki istikrarsızlıkların diğer ülkelerin güven ve refahını da doğrudan etkilediğini hatırlattı. İmamoğlu, savaşın yıktığı kentlerin yeniden inşasına destek olma konusundaki kararlılığını şu sözlerle dile getirdi: “Sevdiklerini ve evlerini kaybederek Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin, ülkelerine döndüklerinde yeni zorluklarla karşılaşmaması gerekiyor. İBB olarak, gönüllü geri dönüşleri desteklemek ve Suriye’nin yeniden inşası için her türlü iş birliğine açığız. Eğitim, zanaatkarlık ve belediyecilik konularında katkı sağlamaya hazırız.”
Toplantının ana teması, "Barış İnşasında Şehirlerin Rolü: Fırsatlar ve Zorluklar" başlığıyla düzenlenen oturumlarla ele alındı. Konuşmacılar arasında; - Bağdat Belediye Başkanı Ammar Mousa Kadhim, - Ramallah Belediye Başkanı Issa Kassis, - İsfahan Belediye Başkan Yardımcısı Kamal Heidari, - Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar yer aldı. İstanbul’un yanı sıra Mersin ve Kilis gibi Suriyelilerin yoğun olarak yaşadığı şehirlerin yöneticileri de toplantıya katılarak yerel yönetimlerin deneyimlerini ve çözüm önerilerini paylaştı. İstanbul’un Rolü İstanbul, yaklaşık 2 milyon Suriyeliye ev sahipliği yaparak bölgedeki en büyük göçmen nüfuslarından birine destek sağlıyor. İmamoğlu, şehirlerin barış ve iş birliği süreçlerindeki önemine vurgu yaparak, uluslararası dayanışmanın bölgesel sorunların çözümünde kilit rol oynayacağını belirtti. Bu tür toplantılar, yerel yönetimlerin sadece kriz yönetiminde değil, aynı zamanda refahı artıracak geleceğe yönelik stratejiler geliştirmede de etkili olduğunu gösteriyor. ODKA Toplantısı, gün boyu devam eden oturumlarla barış inşasında yerel yönetimlerin fırsatları ve zorluklarını tartışmayı sürdürdü. Read the full article
0 notes
Text
S-400 VE F-35 KAYNAKLI YALAN VE DEDİKODULAR
28.05.2019 / ANAKARA Erdem sahibi olmak ve dürüst davranmak her başarının ilk anahtarıdır. Eğer bunlar birinde yoksa, bilin ki, o insan yalancı ve hırsızdır. Dahası bu kötü özelliklerini saklamak için de dedikodu üretmektedir. Özellikle İstanbul’un başkent olmasıyla birlikte, Osmanlı imparatorluğunda, Anadolu ve oranın bilinen tarih öncesinden beri esas yerleşiği olan Türkler hep ihmal edilmiştir, horlanmıştır ve aşağılanmıştır. Osmanlı imparatorluğu kendi kendini batırdığında, Balkanlarda onlarca devlet kurulmuştur ama Anadolu yarımadasında tek bir devlet kurulmuştur. O da hep horlanan, aşağılanan Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Hiçbir yatırımın, bayındırın olmadığı, çiftçinin en fazla bire iki aldığı, “onbeşlilerin” kalmadığı savaşa gidenin gelmediği, küçük büyük demeden kadın kız gözetilmeden herkesin ırzına geçildiği, katledildiği bu çorak topraklarda bütün sefalete rağmen tek bir devlet kuruluyor ama Osmanlının tüm parasını aktardığı balkanlarda onlarca devlet kuruluyor. Neden acaba? Ben Osmanlı tarihine ve İnkılap tarihine bu gözle bakıldığını henüz görmedim. Yanıtını çok kısa bir şekilde vereceğim: Devleti kuran Mustafa Kemal’in kişisel özelliğinden kaynaklanır bunun sırrı. O da üstün insani erdemlere sahip olması, dürüstlükten milim şaşmaması, geçiniz halkı, yakın çevresine bile yalan söylememesi ve hırsızlık yapmadığı gibi hırsızı affetmemesidir. Bir acı kahvenin pişirilemediği zamanlar çok olmuştur. Akşamları mideye bir şey girmeden yatıldığı vakayı adiyedir. Ama çalma çırpma yoluna hiç gidilmemiştir. Sefaletin kol gezdiği, hastalıktan kırılmayanın olmadığı topraklarda, borçsuz ve çokça üreten bir medeniyet yaratılmıştır, kendi silahını, uçağını, tankını yapar olmuştur. Halktan ödünç alınan her şey geriye fazlasıyla ödenmiştir ama her şeyin bol olduğu son 15 yılda neredeyse 600 milyar dolar borçlandırılmıştır bu millet. Bu kısa girişten sonra başlıkta verdiğim konuya değinmek istiyorum. Gerçekte hiç yazmak istemediğim konulardandır bunlar. Çünkü hem “bu silahların” uzmanı değilim hem de bu tür konular, günümüzde, daha ziyade siyasallaşmış durumdadır. Yani üzerinde onlarca yalanın döndürüldüğü konulardır. Uzun yıllar savaşan biri olarak başkalarının kanı ve canı üzerinden pazarlık yapılmasından, siyaset üretilmesinden hoşlanmam ve bunu insanlık haysiyetine aykırı bulurum. Ne var ki, günümüzde hiçbir şey bilmeyen siyasetçilerin en çok yaptığı da budur. Çünkü kendilerine bir şey olmayacaktır. Çünkü bunların seçmen tabakası “olmayan” kahramanlıklarının okşanmasını isterler ama gerçekte olan ise korkaklıklarının okşandığıdır. Niye olmayan kahramanlık diyorum; çünkü bunlar bırakınız savaşmayı, askerlik yapmaktan bile kaçanlardır. Buna gerekçem ise, günümüz gerçeğinde meclis genel kuruluna sunulan ve Türk ordusunu dahası “Ordu-Millet” kavramını bitireceği her halinden belli olan askerlik yasasının durduk yerde gündeme gelmemesi, seçmen etkisi ile olmasıdır. Oysa asıl olan aklın okşanması olmalıdır, değil mi? Bizim kahramanlara ihtiyacımız yok, dâhilere var. Patriot füzesi kendimi bildim bileli var. ABD ordusunda 1980’li yılların başında hizmete girmiştir. Sovyetlerin S-200’lerinin üzerine üretilmiştir. S-200 füzeleri 1967 yılında hizmete girmiştir ve herkesin yıkmak için uğraştığı Suriye bu silahlar ile her türlü pisliğin yaratıcısı olan İsrail’in hava saldırılarına karşı koyabilmektedir. Sovyetler, Patriotlara karşı olduğu düşünülen S-300 füzelerini ise 1970’li yılların sonunda üretmiştir. Aslında tarihleri incelendiğinde sanki Patriotlar S-300 karşılığıymış gibi görünüyor. Konu bu değil. Gelelim Türkiye’deki bu tür hava savunma sistemlerine. Nike-Hercules, Hawk ve Rapier gibi sabit rampalı sistemler ile tek kişinin kullandığı Stinger ve benzerlerinden oluşan sistemler mevcut idi. Bunlara hava savunma topçusunun çeşitli çapta silahları ile birlikte 20 ve 35’lik Oerlikon bataryalarını da eklemeliyiz. Ancak bunların hiçbirisi günümüz savaşlarında etkin değildir. Çünkü bunlara düşman tepenize geldiğinde işe yarıyorlar. Düşman uçağı daha havalanır havalanmaz veya füzesini ateşler ateşlemez tespit etmek ve vurmak gerekiyor. Nike-Hercules ve Hawk füzeleri zamanla yerlerini yerli üretim Hisar füzesine bırakmıştır. Yukarıdaki basit bilgiler hiçbir şeyi açıklamaz. Asıl önemli olanın üzerinde siyaset yapılan ve onlarca yalan söylenen, dedikodu üretilen kısmıdır. Benim daha öğrenci iken bildiklerimi, bu ülkeyi öteden beri “yönetmek” isteyenlerin bilmemesi kadar acı bir şey olamaz. Zaten onların “bir şeyleri bilmek” ilgi alanı değilmiş, bu da en açık hali ile görüldü. ABD ve yandaşlarının 1991 yılında hedef seçtiği Irak’a yaptıkları birinci körfez savaşı vardır. Bu savaşa girmemiz istendi. Siyasi otoriteler girmek için can attı ama Türk ordusu buna kurumsal tepki gösterdi ve genelkurmay başkanı tereddüt etmeden istifa etti. Türk ordusunun savaşa girmek istememesinin altında yatan birçok nedeninden birincisi hava savunma, ikincisi ise NBC korunma sistemlerinin olmamasıdır. Çünkü Irak düşmanlarına SCUD türü füzeler ile taarruz etmekten hiç çekinmiyordu. İyi de ediyordu. Peki, ülkeyi yöneten siyasiler buna bir çözüm buldu mu? Hayır. Tamam, 1991 yılında bunu çözemezsiniz, 1992 yılı bu işi çözmenin ilk adımı olsaydı ya… Olur mu? Sorunlar çözülürse kime yalan söylenecek? Kime karşı mağdur rolü oynanacak? Bu tür silah sistemlerinin, anılan tarihe kadar, ülkede üretilmemesi veya edinilmemesi de ayrı bir konudur. 2003 yılında ikinci körfez savaşı da kapımızı çalmakta gecikmedi. ABD Türkiye’yi yanında görmek istedi. Yine, bir şekilde, savaşa girilmedi. Askeri gerekçe daha değişik değildi, aynıydı. Peki, bunda bir şey yapıldı mı, yani geçtim 2003 yılını 2004 yılında bir şey yapıldı mı? Hayır, yine yan gelindi ve yatıldı. Yan gelip yatmanın gerekçesinin yukarıdaki ile aynı olduğunu düşünüyorum. 2012 yılına geldiğimizde, kendim için konuşuyorum, 15-20 yaş birden yaşlandım. Niye mi? Hiç olamayacak bir cümleyi bir haber yazısında okudum. Hep birlikte AKP genel başkan yardımcısı ve parti sözcüsü olan Mahir Ünal’a kulak verelim: Bir konuşmasında “Biz 2012’de Türkiye’nin hava savunma sitemi olmadığını fark ettiğimizde…” diye başlayan cümleler dizisi vardır. Ayrıntılar için BURAYI tıklayınız. Devletin bir işleyişi vardı. “Vardı” diyorum artık olmadığını düşündüğümden böyle yazıyorum. Devlet bürokrasisi, her yeni iktidar olan siyasiye, ilgi alanıyla ilgili olarak sunumda bulunur. Türk Ordusunun yetkili makamları 2002 yılında iktidar olan mevcut iktidar partisine de bu sunumu yapmıştır. Sunumda hava savunmasından ve NBC korumasından da bahsedilmiştir. Ama değişen bir şey olmadığını tam 17 yıldır, öncesini de hesaba katarsak 28 yıldır görüyoruz. Çünkü kendilerine politikacı denen kişiler, nedense, her şeyi uzmanından bile daha iyi biliyor. Buna yapacak bir şey yok, ne yazık ki… 2002 yılında iktidar olan parti 2012 yılında bunu öğreniyorsa, aradan geçen zaman içinde ne yaptı veya bunlar ülkenin sorunlarını çözmek için iktidar olmadı mı diye sormayacağım. Yanıtı belli. Türkiye’nin sorunlarını çözmeyenler acaba neyin peşinde iktidar oldu diye de sormayacağım. Onun da yanıtı belli; kendi siyasi menfaatleri uğrunda çabaladılar, “çalışıp” durdular. Belli olmayan ise neden sürekli yanal hareketler yapıldığı ve halkın oyalandığıdır. Diyelim ki 2012 yılında bu işi öğrendiler ve bu işi çözmeye kalktılar. Evet, bir yere gelinebilirdi hatta istenen silah sistemine de sahip olunabilirdi, hem de yerli üretim ile… Çünkü ellerinin altında Hisar, Toros serisi füzeler ile Korkut silah sitemleri var. Bunlar ROKETSAN ve ASELSAN üretimidir. Ama yapılmadı. Niye? 28 yıl evveline gidildiğinde bu işe o gün başlansaydı, Türkiye Patriot ve S-400 türü hava savunma sistemleri gibi bir sistemi üretmiş ve diğer ülkelere satıyor olurdu. Dikkat edin olabilirdi demiyorum, olurdu diyorum. Çünkü ortalık yerde, yukarıda ismini verdiğim, ulusal silah sanayinin dünya çapında üretim yapan şirketler var. İlginçtir, bu şirketlerin hepsi de Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfına aittir. Demek ki, neymiş? Yanıtını siz verin. Ama ne yapıldı? Önce Çin’den alınmak istendi. Anlaşma sağlandı. NATO ve ABD’den gelen baskı ile bundan vazgeçildi. Oldu mu sana uluslararası itibar sıfırlanması? Derken tek kişinin kararı ile Rusların S-400 sistemi bir anda alınıverdi. Bunda Rus uçağının düşürülmesinin ve Rusya’dan özür dilenmesinin, bunun yanında uçak düşürme sonrasında istenen NATO yardımının NATO’da karşılık bulmaması da etkendir. Ne oldu da beşinci madde yürürlüğe konulsun istendi, anlaşılmadı. Yine olsun yine düşürürüm diyenler sustu, kaldı. Oysa Rusların herhangi bir taarruz tehdidi olmadığı gibi hareketlenen askeri birlikleri de yoktu, sadece ekonomik yaptırımlar uygulandı. Bu arada ABD kongresi Patriot satışının önündeki engelleri kaldırdı. Şu anda S-400’den kaynaklanan büyük bir uluslararası siyasi ve ekonomik baskı var. Sonucun ne olacağını hep beraber göreceğiz. Değerlendirmem S-400’den bir an evvel kurtulmak istendiğini ama bir türlü bir yerlere gönderilemediği yönünde. Çünkü ülkenin acilen 200 milyar dolara ihtiyacı var ve para Batı’da. Gelinen noktada, ABD ekonomik ve siyasi baskının yanında F-35 baskısı ve şantajı da yapmaktadır. Büyük olasılıkla parasını ödediğimiz uçaklar bile verilmeyecektir. Eğitim için verilen dört uçak Türkiye’ye verilmiş değildir. Onlar Türkiye’nindir ama teslimatı yapılmamıştır. Sadece eğitim için verilmiştir. Son zamanlarda “Batı Türkiye’ye saldırmak ve işgal etmek istediği için hava savunma sistemi almamızı istemiyor, kendisi de satmıyor” dedikoduları dolandırılıyor ortalık yerde. İyi, soralım o zaman. F-16’lar niye verildi ve Türkiye’de üretimi sağlandı? Devam edelim; Batı’nın en gelişmiş uçağı olan F-35 için niye 100+16 adetlik satış anlaşması Türkiye ile yapıldı? Dahası Türkiye F-35’lerde üretici konsorsiyumunun en önemli ülkelerinden biridir, niye böyle bir yola girildi? Dedikoduları kimlerin uydurduğunu bilemem ama inananları görmekteyim. Kendilerine bu soruları sorsunlar ve yanıtlarını arasınlar. Hiçbir akıllı devlet, kendi kendini yok etme yeteneğine sahip bir millete karşı fiziki güç kullanmaz. İşte böyle yemler, ülke içinde proje adamlar ve gruplar üreterek birbirine düşmesini sağlar. Biz birbirimizi yemeyi bıraktığımızda o korkulan bölünme, işgal, istila, saldırı, o, bu olmaz. Biz birbirimizi yemedikçe hiçbir sorun yaşamayız. Ha denirse ki biz birbirimizi yer miyiz? Derim ki, ya ne yapıyoruz şu anda? Bu arada, kişisel fikrimi soracak olursanız, özetle yanıtlayayım: Rusların da, Batının da, hırsızların da, yalan söyleyenlerin de, dedikodu üretenlerin de canı cehenneme. Sanırım özlü biçimde anlattım. Bu ülkenin LAİK CUMHURİYETE inanan evlatları onların ürettiklerinden daha iyilerini yapacak bilgi ve beceridedir. Yeter ki “gölge edilmesin.” Bu işler inşallahla, maşallahla, tespih çekerek, boş yere dudak kıpırdatmalarla, milyarlarca rekât namaz kılmakla, bir ömür boyu oruç tutmakla olmaz. Bu işler bilimle olur, bilimle. O bilimin de ne hale getirildiğini yeni milli eğitim yasa taslağı ile görüyoruz. S-400’lerin kullanılmaya başlandığında F-35’lerin sırlarına erişeceği söylenmektedir. Ben de tam tersi olan “madem öyle, bu durumda F-35’ler de S-400’lerin sırlarına erişecektir” hükmünü vererek bu kaynak kodlarına erişme kısmını açmadan kapatayım. Çünkü bu oldukça uzun ve uzman görüşü gerektiren bir konudur, ayrı bir başlık altında yazılmayı hak ediyor. Son sözüm, dürüstlük ve erdemin parlatılması milletin hayrına olacaktır. Read the full article
0 notes
Photo
TÜRKİYE, NATO’YA NİYE GİRDİ?
Mavi Vatan’ın 31 Mart seçimleriyle ne ilgisi var?
Türkiye, NATO’ya niye girdi? Evet önemli bir soru.. Ama çok daha önemli üç tane daha var? 1- Darbe girişiminde NATO’nun Brüksel’deki karargâhının rolü neydi? 2- NATO, Ege ve Doğu Akdeniz’in korumasını Yunanistan’a neden verdi? 3- Irak ve Suriye savaşlarının en cafcaflı anlarında NATO, Patriotları niçin söküp götürdü? Son dönemde NATO çok tartışılıyor.. Sahi bütün kirli işlerin içinden neden NATO çıkıyor? Türkiye’yi korumak için mi yoksa tökezletmek için mi var?
BÜTÜN ZAMANLARIN EN BÜYÜĞÜ Türkiye önemli bir seçime hazırlanıyor.. Şunun şurasında ne kaldı? Seçimlere rağmen Türkiye’yi içine kapatamadılar.. 90’lı yıllardaki gibi kapatamazlar da zaten.. “Mavi Vatan”ı duymuşsunuzdur.. Öyle sıradan bir tatbikattan söz etmiyoruz.. Denizkurdu tatbikatlarının 2-3 katı bir şeyden bahsediyoruz.. Ege, Akdeniz ve Karadeniz’de eş zamanlı olarak gerçekleştiriliyor.. 103 savaş gemisi, savaş uçakları, helikopterler, füze sistemleri.. Yok yok yani.. Senaryo gereği düşman adalarına çıkarmalar yapılıyor.. Tam da seçimlere giderken oldu mu şimdi bu? Türkiye kimlere mesaj veriyor böyle?
YUNANİSTAN HOP OTURUYOR HOP KALKIYOR Mavi Vatan tatbikatını en yakından izleyen ülke Yunanistan.. Her akşam bir başka özel yayın.. Konu Türkiye’nin yaptığı tatbikat: -“Ege’de Türkiye’den habersiz kuş uçurtamayız..” -“Ankara, Atina’ya ince mesajlar gönderiyor..” -“Yerli silah sistemleri ile bütün dünyaya ‘artık bağımsızız’ demeye getiriyor..”
“BU ORDU ARTIK SAVAŞAMAZ” Millî Savunma Bakanı Hulûsi Akar’ı eleştirenler var.. Var da icraata bakmak lazım.. “Şöyleydi, böyleydi” diyerek atıp tutmakla olmuyor bu işler.. FETÖ temizliği bütün hızıyla devam ederken “TSK zayıflıyor” demeye getirenler var.. Ama durum hiç de öyle değil.. Bakan bey 3 yıldır hep şu vurguyu yapıyor: -“TSK, FETÖ’den arındıkça güçleniyor..” Hulûsi Akar fazla da konuşmuyor, eleştirilere cevap vermiyor.. Aman Allah’ım Hulûsi Akar için yazılanların yüzde 1’i bile İlker Başbuğ için söylenseydi.. Neler olurdu tahmin bile edemiyorum.. Ama TSK’nın 10 yılda nereden nereye geldiği apaçık ortada..
İSRAİL, MISIR VE BAE DE GÖRDÜ Tek Yunanistan da değil.. Mavi Vatan’ı ellerinde mercekle izleyen başka ülkeler de var.. Türkiye’yi kuşatmaya çalışan cepheyi burada defalarca yazdık.. İsimlerini ezberlediniz.. Doğu Akdeniz’i babalarının malı gibi kullanıyorlardı.. Birer ikişer kovuldular.. Hâlâ şaşkınlık içindeler: -“Ah be şu 90’lı yıllar bitmeseydi..” -“Türkleri ne güzel kandırıyorduk..” -“İçerideki adamlarımız da (FETÖ) gitti..Tühhhh.." “Türkiye, Karadeniz’e hapsedildi” diyenler Mavi Vatan tatbikatını izleyebilir.. Durum pek öyle eleştirdikleri gibi değil..
KUZUM, SAHİ SİZ KAÇ HAREKETLİ HEDEFLE SAVAŞIYORSUNUZ? 31 Mart seçimlerine nasıl bakalım biliyor musunuz? -Türkiye’yi kuşatmaya çalışanlarla.. -Dünya süper ligine çıkarmak isteyenlerin mücadelesi olarak.. Mavi Vatan acaba neden 90’lı yıllarda yapılamadı? Elinde borularla dolaşan İlker Başbuğ acaba neden planlayamadı? Bakın Türkiye kaç cephede aynı anda var olma mücadelesi veriyor: -İçeride yüzlerce terör operasyonu.. -Kuzey Irak’ta Kandil dâhil PKK’nın inleri kuşatıldı.. Kıpırdayamıyorlar.. -Suriye’deki terör koridoru 3 noktadan kesildi.. -Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve İdlib harekâtları ile güney sınırları kontrol altına alındı.. -Mavi Vatan devam ederken, 15 ülkeyle de doğuda kış tatbikatı eş zamanlı gerçekleştirildi.. -1800 rakımlı dağlarda Türkiye’nin piknik yapmadığı çok iyi görüldü.. -Doğu Akdeniz’de petrol platformları koruma altına alındı.. -Yunanistan’ın Ege şımarıklıklarına “bak evladım böyle yapma” türünden cevaplar verildi.. -Kabil Havaalanını kim koruyor biliyor musunuz? Evet bildiniz, Türkiye.. Türkiye çekilirse iki günde kapanır.. Terör yuvasına döner.. Kimse de ilgilenmez.. Sahi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı acımasızca eleştiren CHP lideri Kılıçdaroğlu neden hiç bu konulara girmiyor?
31 MART TATBİKAT DEĞİL Sadece bunlar da değil.. Katar, Kosova, Somali’de yapılanları yazsak bu sütunlara sığmaz.. Aden Körfezi, Türkiye sayesinde korsanlardan arındı.. NATO her fırsatta Türkiye’ye bel altı vuruşlar yapmaktan bıkmadı.. Ama Ankara, NATO’daki sorumluluklarını hiç aksatmadı.. İyi niyetle de devam ediyor.. Bir taraftan da ekonomik olarak tam bağımsız olmaya çalışıyor.. Yarın 5’inci nesil savaş uçakları havalanınca Fransa, İngiltere, Rusya ile aynı lige çıkmış olacak.. Türkiye dünya devler ligine hiç bu kadar yakın olmamıştı.. MHP lideri Devlet Bahçeli bu yüzden “beka” diyor işte.. “Martın sonu bahar” diyenlere gelince; 17 yıldır elde ettiğimiz kazanımları cebimizden almakla kalmayacaklar.. -Bağımlı.. -Terörle oyalanan.. -Kandil’den yönlendirilen.. -Ekonomik krizlerle boğuşan.. -Ege ve Doğu Akdeniz’e çıkamayan.. -“Suriye size bataklık” denilerek kandırılıp, bombaların Ankara, İstanbul, İzmir’de patlatıldığı.. -FETÖ’nün yeniden yeşermesine izin verilen bir TÜRKİYE arzuluyorlar.. Emin olun böyle.. 31 Mart seçimlerine hiç bu kadrajdan baktınız mı?
Batuhan Yaşar – Türkiye Gazetesi – 6.3.2019
0 notes
Text
Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'ye "Nazi rejimi" benzetmesi
Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen ‘Akdeniz’de istikrar, güvenlik ve Türkiye’nin negatif rolü’ başlıklı oturumda Libya, Suriye, Gümrük Birliği, insan hakları, Kürtler, göç konusu ve Türkiye’ye AB ülkeleri tarafından silah satışları konuları tartışıldı. Oturumda geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Ankara’da bir araya gelen Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik…
View On WordPress
0 notes
Text
Trump kafa attı!
ABD Başkanı Trump’ın YPG’ye ağır silah verilmesine yönelik kararı, Suriye’de bir Kürt devleti kurulmasına kesin desteğini ifade ediyor. ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass’ın şu mesajı da ilişkilerin tuzu biberi oldu: “Trump yönetiminin Suriye Kürtlerini silahlandırdığını görmek güzel. (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan) ziyaretini iptal ederse, otoriter yönetimi ve Suriye’deki yararsız rolü göz önüne alındığında büyük bir kayıp olmaz.” Türk - Amerikan ilişkileri hiçbir zaman bu kadar dibe vurmadı... Sadece ABD mi? Bir Alman diplomatının şu sözlerinin de altını çizelim: “Almanya-Türkiye ilişkileri 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiçbir zaman bu kadar kötü olmadı...” İç politikada puan toplayacağız diye ona buna hakaret etmeye... Gücümüzle orantısız tehditlere... Ardından geri adım atarak durumu toparlamaya dönük ilkel dış politika sonucu... Ne çevremizde ne de Batı’da dostumuz kaldı... Dostları ve komşuları tarafından yok sayılan, bölgedeki ve dünyadaki etkisini tamamen yitirmiş bir ülkenin bulunduğu yerden bir adım ileri gitmesi mümkün mü? Şimdi de ABD, YPG’yi tam teşkilatlı ordu haline getiriyor. Stratejist Cahit Dilek şöyle diyor: - Devlet varsa ordu vardır, ordu oluşturuluyorsa devlet olacak demektir... Bu ordunun Suriye’de işi sağlama aldıktan sonra Türkiye’nin Güneydoğu’suna yöneleceğini söylemek kehanet değildir.
CÜBBELİ
Cübbeli Ahmet Hoca, internette dolaşan videoda konuşuyor, aynen şöyle diyor: “Kadınlar duymasın ama sizin işinize yarar, ‘en çok salavat getiren cennette en çok huriye sahip olur’... Beleş iş yok! Yatana saman yok! Tamam? Salavata devam, huriler bol... Resulullah öyle buyurdu. Tabii şimdi kadınlar bunu duymasın, ahirette zaten o damarları alınacak onların o sinir damarları, kıskançlık damarları alınacak yoksa cennette de başımıza bela olurlar...” Medyada adı “ünlü hoca”, “din adamı” vs. diye geçen birinin sözleri bunlar... Din böyle mi der gerçekten? Bu zat din adamı mı? Merak ettik...
PALLİS
Taha Akyol sütununda Yunanlı politikacı Alexander Pallis’in 1937’de yazdığı “Yunanlıların Anadolu Macerası” adlı kitabından alıntı yapmış. Pallis der ki: “Mustafa Kemal ve Venizelos Balkanlar’da kendi kuşaklarının yetiştirdiği yegâne devlet adamlarıdır. Hemen herkes, Mustafa Kemal’in dünyanın en büyük devlet adamlarından biri sayılmasının sebeplerini bilir. En yüksek derecede bir askeri ve siyasi dehanın bir araya gelmesiyle, önce memleketini yok olmaktan kurtarmış, sonra da yeniden kurmayı başarmıştır.” Atatürk’ü düşmanları tanıdı, bizim tarihçi geçinen müptezeller bir türlü tanıyamadı... Bir de Atatürk’e hakareti tepeden özendirenler var ki... Onlar yine suskun...
OĞUZ
Cumhuriyet gazetesi internet yönetmeni Oğuz Güven, Savcı Mustafa Alper’in ölümüyle ilgili haberin başlığı nedeniyle gözaltına alındı. Gözaltı süresi 7 güne uzatıldı. Söz konusu başlık şöyle: “İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Başsavcı Mustafa Alper’i kamyon biçti” Başlığı yeterince duyarlı bulmayabilir, etik açıdan eleştirebilirsiniz... Nitekim başlık bir süre sonra değiştirilmiş. Ama hapis nereden çıktı? Gazetecinin attığı başlıkta seçtiği kelimeler yüzünden hapsedilmesi herhalde dünya basın tarihinde bir ilk... Bu ülkede bir dinci gazete iki günün biri insanları hedef gösterir. O insanlar arasından vurulup ölenler olmuştur. Bu gazete hakkında bir soruşturma açıldığını bile duymamışızdır. Şimdi bir başlık yüzünden 7 gün gözaltı... El insaf...
ADA
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Çin’de bulunan Yunanistan Başbakanı Çipras ile görüşüyor. Görüşmede darbeci subayların iadesi dahil birçok konu ele alınıyor. Fakat Yunanistan işgali altındaki 18 adamızdan hiç bahis yok. 2004 yılından sonra Yunanistan işgaline uğrayan bu adalarla ilgili olarak “gizli anlaşmayla verildi” iddiası da vardır. Türk tarafının ısrarlı sessizliği neden? Yoksa o iddia doğru mu?
JEST
Albay Orkun Özeller tüm milletin gönlünde taht kurdu. Adeta efsane oldu. İncirlik üssündeki madalya töreninde Amerikalıların verdiği madalyayı reddeden Orkun Özeller şöyle dedi: “Madalyayı verenler benim düşmanım olan YPG (PKK) ile işbirliği içindedir. Onurum, bu madalyayı kabul etmeme müsaade etmiyor.” Acaba Kara Kuvvetleri Komutanlığı sırasında Amerikalılardan madalya alan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar da böyle bir jest yapar mı? Bekleniyor benzer bir jest...
2 notes
·
View notes
Text
Dünya Mülteci ve Göç Kongresi
ÖZET SONUÇ BİLDİRGESİ
Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avrupa, Uzak Doğu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın 24 ülkesinden 258 konuşmacı 14-17 Ekim 2019 tarihleri arasında Gaziantep Üniversitesi ev sahipliğinde yapılan Dünya Göç Kongresi’nde buluştu. 55 farklı panelde dünya ve Türkiye’deki göç olgusunda yaşanan gelişmelerin tartışıldığı şu sonuçlara ulaşılmıştır.
Sunumlarda, 3000’ün üzerinde Suriyeli öğrencisi olan Gaziantep Üniversitesi’nin Suriyeli öğrencilerin yükseköğretime kazandırılmasında üstlendiği örnek rolün önemi vurgulanmış ve yeni kurulan Göç Enstitüsü’nün çalışmaları ve gelecekteki planlamaları anlatılmıştır.
Kongrede, Suriyeli sığınmacılar ve mülteciler meselesinde genelde Türkiye’nin, özelde Gaziantep kentinin ve Gaziantep Üniversitesi’nin dünyaya bir rol model olduğu ifade edilmiştir.
Dört gün devam eden kongre, uluslararası paydaş kurumlar ve katılımcılar arasında işbirliğini güçlendirmiş ve ortaklıklar geliştirilmesine altyapı hazırlamıştır.
Göç çalışmaları alanında akademiyle politika üretenler, saha çalışanları ve gerçekleştiricileri arasındaki iletişim eksikliğinin ve koordinasyon eksikliğinin büyüklüğüne değinilmiş, başarılı bir göç ve mülteci politikasının sürdürülmesinde bu işbirliğinin acil gerekliliğine vurgu yapılmıştır.
Kitlesel göçe dair sorunların önemli bir bölümü güney yarım kürede yani gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülke ve bölgelerde yaşanmaktayken, bu alandaki araştırmaların büyük bölümünün kuzey yarımküreden yani sanayileşmiş Batılı ülkelerden geldiğinin altı çizilmiş ve bunun da üretilen bilgilerle sahadaki gerçeklik arasında bir boşluğun oluşmasına neden olduğu dile getirilmiştir. Bunun için göçe dair indirgemeci ve saha gerçekliğiyle uyuşmayan tutumlardan uzak durulmasının önemi vurgulanmıştır.
Daha nitelikli ve saha gerçekliğiyle uyuşan bilimsel çalışmaların yapılabilmesi ve bunun akabinde gerçekçi politikalar ve uygulamalar için Ortadoğu’ya dair bölge dillerine hakim uzmanların yetiştirilmesinin bir zaruret olduğu tespiti yapılmıştır.
Göç ve mülteciler üzerine çalışan üniversiteler başta olmak üzere, farklı kurumların ve kuruluşların, eğitim, sağlık, güvenlik, istihdam gibi alanlarda insani yaşam ve uyum süreçlerini yönetmek, hizmet vermek ve desteklemek için yürüttükleri çalışmalarda birbirleriyle entegre ve koordineli olmalarının gerekliliği ön plana çıkmıştır.
Akademik yapılar, merkezi ve yerel yönetimler ve göç alanında faaliyet yürüten birimlerin erişimine açık bir digital bilgi ve veri platformunun kurulmasının kaynak israfının, yanlış ve eksik bilgiyle malul çelişkili sonuçların ve yanlış politikalar üretilmesinin önüne geçeceği ifade edilmiştir.
İstihdamın, göçmen ve mültecilerin yeni bir yaşam inşasındaki merkezi rolü önem taşımaktadır. Beşerî sermaye kaybının önlenmesi için önceden kazanılmış bilgi, beceri ve yetkinliklerin değerlendirilmesi gerekmektedir. Mültecilerin eksik belge, bürokratik sisteme dair bilgisizlik, dil yetersizliği gibi nedenlerle akademik ve mesleki denklik süreçlerini tamamlayamadıkları ve mesleklerini icra edemedikleri ortaya konulmuştur. Bunların giderilmesiyle göç ve uyum sürecinin daha sağlıklı yürütüleceğine vurgu yapılmıştır.
Üniversite, STK’lar, ticaret ve sanayi odalarının ortaklığıyla istihdam süreçlerinde kırılgan gruplara yönelik programların oluşturulmasının gerekliliğine vurgu yapılmıştır.
Göç ve uyum alanında uzman hizmet sağlayıcılarının eksikliği dile getirilmiştir. Bu alandaki açığın giderilmesi için eğitimli hizmet sağlayıcılarını yetiştirecek bölümlerin üniversitelerde bir an önce açılmasının gerekliliğine değinilmiştir.
Erken çocukluk eğitiminden başlayarak yükseköğretimi de içine alacak şekilde, mültecilerin eğitim sistemine erişiminin planlaması gerektiği üzerinde durulmuş, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanarak kayıp nesillerinin oluşmasının engellenmesi önerilmiştir.
Dünyanın birçok bölgesindeki mültecilerin sağlığa erişiminin yönetimini geliştirmek için çalışan kurum ve kişilerin işbirliğinin desteklenmesi ve sağlık haklarının savunulmasının önemi ortaya konulmuştur. Sağlık alanında, göçmen ve mültecilerin takiplerinin ve kayıtlarının ilk yardımın ötesine geçmesi ve sağlık çalışanlarının eğitilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Mültecilerin ve göçmenlerin fiziksel sağlıklarının yanı sıra ruhsal sağlıklarına yönelik tarama ve destek hizmetlerinin yaygınlaştırılması gerektiği belirtilmiştir. Bu çerçevede çocukların yaşadığı savaş ve göçe dair ağır travmaların tedavisi için psiko-sosyal destek verilmesinin aciliyeti dile getirilmiştir.
Dil, kültürel farklılıklar ve benzeri durumların sağlıklı hizmet alınmasını engellediği dikkate alınarak SIHHAT projesi gibi Suriyeli sağlık çalışanlarının istihdamına ve içerilmesine yönelik uluslararası paydaşlarla yürütülen çalışmaların arttırılması gerektiği belirtilmiştir.
SONUÇ OLARAK…
“Göç” tüm insanlığın meselesidir. İnsan onuruna uygun bir yaşamın inşası, göçe dair politikaların tüm paydaşların katılımıyla, tüm dünya ülkelerinin etik ve ahlaki sorumluluk almasına bağlıdır.
Bugün mazlum milletler dünyadaki güç mücadelesi nedeniyle yaşadıkları yerden zorunlu göç yollarına düşmektedirler. Gelecekte zorunlu göçün olmadığı, insanların serbestçe dolaşabildiği bir dünyayı birlikte kurma temennisi dile getirilmiştir.
Bu kongrede tartışılan tüm başlıklar tek bir çağrıyı yinelemiştir:
Bireysel ve toplumsal düzeyde sorunun değil, ÇÖZÜMÜN parçası olmak için çaba sarf edilmelidir.
Kaynak : https://www.hku.edu.tr/haberler/dunya-multeci-ve-goc-kongresi/
0 notes
Text
Türkiye eroin yakalayan ülkelerin başında geliyor
Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, 2005-2010 ile 2017-2022 dönemleri Birleşmiş Milletler Narkotik Kontrol Kurulu Üyesi ve önceki başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy, Türkiye’ye ilişkin rakamların yanı sıra Orta Doğu ülkelerindeki uyuşturucu mücadeleye ilişkin verilerle ilgili bilgi verdi.
Sahte captagon üretimi ve kaçakçılığının Orta Doğu’daki uyuşturucu ile mücadeleyi ciddi biçimde etkilediğini belirten Prof. Dr. Sevil Atasoy, “Captagon tabletlerinin bir bölümü Orta Doğu pazarlarına ulaştırılmak üzere Türkiye’ye ve Suriye üzerinden Lübnan’a kaçırıldı” dedi. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise 2011’de uyuşturucuya bağlı 105 ölüm gerçekleşirken 2019’da bu sayının 9 kat artarak 945’e çıktığını söyledi. Ülkemizin yatarak tedavide başarılı olduğunu belirten Tarhan, buna rağmen yüzde 70 oranında hastanın rehabilitasyon ve sosyal entegrasyonu ile ilgili çalışmaların yetersizliği nedeniyle taburcu olduktan sonra yeniden kliniğe geri döndüğünü kaydetti.
Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşkesi Senato Salonunda düzenlenen basın toplantısında Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, 2005-2010 ile 2015-2022 dönemleri Birleşmiş Milletler Uyuşturucu Kontrol Kurulu Üyesi, önceki dönem başkanı Prof. Dr. Sevil Atasoy, Birleşmiş Milletler (BM) Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu (INCB) tarafından oluşturulan 2019 Raporunu dünya ile aynı anda paylaştı.
Dünyada haşhaş üretimi artıyor! Haşhaş üretiminin giderek arttığını söyleyen Prof. Dr. Sevil Atasoy, “Dünya genelindeki morfince zengin haşhaş hasadı 44 bin hektardan yaklaşık 61 bin hektara yükseldi. Bu yükselişte Türkiye’nin önemli bir payı var. Ülkemiz bir önceki yıla göre % 90 artış gerçekleştirdi ve halen elinde dünyanın en büyük morfince zengin konsantre haşhaş kapsül stokunu bulundurmakta ve Avustralya ve Fransa ile birlikte dünya morfin ihtiyacının % 88’ini karşılıyor” dedi.
Uyuşturucu sevkiyatına yeni yollar eklendi Prof. Dr. Sevil Atasoy uyuşturucu nakil yolları ile ilgili şunları söyledi; “Son yıllarda geleneksel Balkan Yolu’na Suriye Arap Cumhuriyeti, Irak ve Güney Kafkasya ülkelerinden geçen yan yollar eklenmiş olsa da, Balkan Yolu hala Afganistan’dan İran’a, Türkiye ve Balkan Ülkeleri üzerinden Batı ve Orta Avrupa’ya afyon, morfin ve eroin taşınmasında başlıca güzergâh olmayı sürdürüyor.”
Avrupa’dan daha fazla eroin yakalıyoruz Atasoy, “Eroin kaçakçılığı dendiği zaman Türkiye’nin adı mutlaka geçiyor. Bunlardan bir tanesi son BM Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nin raporunda söz konusu edilen Balkan Yolu ülkemiz üzerinde geçen yoldur. Yakalamalar dendiğinde yine en fazla eroin yakalayan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye’de yakalanan eroin Avrupa ülkelerinin tamamında yakalanan eroinden çok daha fazla” dedi.
Denetlenmeyen madde kaçakçılığında artış var! Sentetik opioid tramadol kaçakçılığındaki artışa ve nedenlerine değinen Atasoy, “Sahte “captagon” imalatı ve kaçakçılığı Orta Doğu ülkelerinin tamamını ciddi biçimde etkiliyor. Bu ülkelerden bazıları sadece hedef piyasalar değil, kaynak da olmaktalar. Ülkemizin de içinde bulunduğu bölgenin bir diğer sorunu uluslararası denetimde olmayan sentetik opioid tramadol kaçakçılığı ve kullanımında gözlenen artış. “Captagon” ve tramadol kaçakçılığının artışına bölgenin bazı yerlerindeki çatışma, fakirlik, ekonomik fırsat yokluğu katkıda bulunuyor” dedi.
Prof. Dr. Sevil Atasoy sözlerini şöyle sürdürdü: “Sahte “captagon”un üretimi ve kaçakçılığı Orta Doğu’daki uyuşturucu ile mücadeleyi ciddi biçimde etkiliyor. Başta Lübnan ve Suriye Arap Cumhuriyeti olmak üzere, gerek iç piyasa gerekse Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerine kaçırmak amacıyla captagon imal eden yasadışı laboratuvarlar olduğuna dair işaretler var. Bu captagon tabletlerinin bir bölümü Orta Doğu pazarlarına ulaştırılmak üzere Türkiye’ye ve Suriye üzerinden Lübnan’a kaçırıldı. İran ve Ürdün’ün amfetamin kaçakçılığında kaynak ülke olduğu ileri sürülüyor.” Prof. Dr. Sevil Atasoy, Orta Doğu ülkelerindeki uyuşturucu mücadeleye ilişkin verilerin yanı sıra rapordaki Türkiye’ye atfedilen bölümlere ilişkin bazı çarpıcı bilgiler verdi:
• Türkiye geçmiş yıllarda olduğu gibi gerek bölgesel gerekse uluslararası düzeyde gerçekleştirilen pek çok eğitim ve operasyonda yer aldı. Örneğin yeni psikoaktif maddelerin, sentetik opioidlerin ve esrarın kaçağa kaydığı yollarla ilgili 19 bin 500 narkotik personelinin yer aldığı ve 11 ton uyuşturucunun yakalandığı, 579 kişinin tutuklandığı Orta Asya merkezli Kanal-Center operasyonunda Türkiye gözlemciydi. • • Eroin eşdeğeri olarak hesaplandığında, dünya genelinde opiyatların % 39’u İran, % 26’sı Afganistan, % 14’ü Pakistan ve % 7’si Türkiye tarafından yakalandı. • • Bölge piyasalarının önemli bir sorunu olan cannabis reçinesinin (esrar) kaynağı Afganistan. Esrarın % 90’ı kara ve deniz yoluyla Pakistan üzerinden, % 10’u doğrudan Afganistan’dan İran’a girdi. İran’dan çıkartılan esrarın % 55’i Arap Yarımadasındaki ülkelere, % 25’i Türkiye ve Güney Kafkaslara sokuldu. Prof. Dr. Sevil Atasoy: “Bu yılki rapor gençler üzerine odaklandı”
Prof. Dr. Sevil Atasoy, bu yılki raporun, gençler üzerinde odaklanarak uyuşturucu maddelerin kontrolünün küresel görünümünü incelediğini belirterek “Devletlere uluslararası insan hakları standartlarına ve normlarına tam bağlı kalarak uyuşturucu bağlantılı sorunların çözümlerine yönelik tavsiyelerde bulunuyor” dedi.
Bu yılki raporda tematik bölümün gençlere ayrılmış bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Sevil Atasoy, “Gençlere yönelik madde kullanımını önleme ve tedavi hizmetlerini iyileştirme başlığı altındaki bölümde şu anda gençler arasında uyuşturucu kullanımını önlemek için uygun müdahalelerin mevcut olduğuna işaret ediyoruz. Uluslararası düzeyde kontrol altında olan maddeler arasında Cannabis (esrar) hem ergenler hem de yetişkinler arasında en önemli rolü oynamaya devam ediyor” dedi.
Prof. Dr. Sevil Atasoy’un açıkladığı rapora göre, gençler (15-24 yaş grubu) arasında psikoaktif maddelerin kullanımı üzerinde yoğunlaşılması büyük önem taşıyor. INCB, psikoaktif maddelerin gençler üzerindeki etkilerinin yetişkinler üzerindekilerden farklı ve belirgin olduğunu vurguluyor.
Madde kullanımına başlama yaşı endişe oluşturuyor Raporda, “Psikolojik, sosyal ve duygusal gelişimlerinden dolayı gençler özellikle söz konusu maddelerin uzun vadeli etkilerine karşı daha fazla savunmasız oluyor. Araştırma, ilk kullanım yaşı ne kadar erken olursa, yetişkinlikte madde kullanım bozukluğu gelişme olasılığının da o kadar yüksek olduğunu gösterdiğinden, madde kullanımına başlama yaşı en büyük endişe kaynağını oluşturuyor. INCB ergenlik döneminde sağlığın korunmasının halk sağlığının daha iyi olmasına ve ekonomiye ve topluma tahmin edilenden fazla yarar sağladığına dikkat çekiyor. Madde kullanımı ve madde kullanımı bağımlılığı gençlerin gelişimlerini olumsuz etkileyebilir. Ergenlik döneminde gelişimlerinde yaşanacak eksiklikler yaşam boyu peşlerini bırakmayacak olumsuzluklara ve hayatları için zararlı sonuçlara yol açabilecektir” denildi.
Alkol ve tütün kullanımını Cannabis ve diğer maddeler takip ediyor INCB Raporunda çocuklar ve ergenlerin alkol ve tütün kullanımının psikoaktif madde kullanımına başlamalarıyla yakından bağlantılı olduğu belirtiliyor. Çoğunlukla alkol ve tütün kullanımını, cannabis (esrar) ve diğer kontrol altındaki maddelerin kullanımı takip ediyor. Çocukları ergenlik dönemine kadar takip eden profil araştırmalarında 16-19 yaş grubunda alkol, tütün ve cannabis (esrar) kullananların erişkinlikte opioid ve kokain kullanma ihtimalinin yükseldiğini ortaya koyuyor.
Dünyada en fazla afyon üretilen ülke Afganistan Raporda Avrupa, Orta Asya ve Afrika’da ele geçen opioidlerin hemen hemen tamamının menşeininAfganistan olduğu belirtilerek “2018 verilerine göre dünyada en fazla kaçak haşhaş ekimi yapılan ve afyon üretilen ülke Afganistan’dır. Afganistan aynı zamanda dünya çapında en büyük cannabis reçinesi kaynaklarından biridir ve sınırları içinde sentetik uyuşturucu kaçakçılığında artış yaşamaya devam etmektedir” denildi.
Raporda Afganistan’dan Avrupa’ya uyuşturucu kaçakçılığının ana güzergâhı olan Balkanlar’da birçok yeni hattın kendini göstermeye başlamış bulunduğu, bu hatların bazılarının Suriye ve Irak ile Güney Kafkasya ülkelerini kapsadığına dikkat çekildi.
Avrupa’da kokain kullanımı artıyor Rapora göre, Avrupa’da saflık derecesi yüksek kokain miktarı ve kullanımı artıyor. Birçok Avrupa ülkesinde 2018 ve 2019 yıllarında rekor seviyede kokain ele geçirilmesi, kokain kaçakçılığında artış olduğunu ortaya koyuyor ve bunun sonucu olarak da Avrupa’nın genelinde saflık derecesi yüksek kokain miktarında artış yaşanıyor. Kokain, Güney ve Batı Avrupa’da daha yaygın olmak üzere en fazla karşılaşılan yasa dışı uyuşturucu olarak karşımıza çıkıyor.
Avrupa’da en fazla ele geçirilen esrar Esrar Avrupa’da en fazla ele geçirilen ve kullanılan uyuşturucu olmaya devam ediyor; bazı Avrupa ülkelerinde eroinin yerini fentalin alıyor. Avrupalı yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 29’u hayatlarının bir döneminde en az bir kez uyuşturucu kullanmış. En çok kullandıkları uyuşturucu ise esrar. Esrarın kullanım çokluğu diğer uyuşturuculara göre beş kat daha fazla.
Toplantıda Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise “Gençlerde uyuşturucu madde kullanımındaki gelinen nokta ve alınması gereken önlemler” başlığı altında görüşlerini paylaştı ve son gelişmeleri aktardı.
Metamfetaminler şizofreniye yol açıyor Madde kullanımlarının bireylerdeki etkilerine değinen Tarhan, “Opioidler çok etkili ağrı kesiciler olarak da biliniyor. Hastalar bu ilaçları zorla doktorlara yazdırarak aşırı ve kontrolsüz kullanımla birlikte bağımlı hale geliyorlar. Bu madde ABD’de büyük krize neden oldu ve sağlık kongrelerinde konuşulan bir konu haline geldi. Türkiye’de yoğun kullanımı söz konusu olan metamfetaminler dikkat eksikliğini gideriyor, çocukların ders çalışırken daha konsantre olmalarını sağlıyor ama bunların da aşırı kullanımı şizofreniye yol açıyor” dedi.
Tarhan: “Hastaların yüzde 70’i taburcu olduktan sonra kliniğe geri dönüyor” 2011’de uyuşturucuya bağlı 105 ölüm gerçekleşirken 2019’da bu sayının 9 kat artarak 945’e çıktığını belirten Tarhan madde bağımlılığı tedavisinde uyguladıkları yöntemlerle ilgili şunları söyledi: “Yatarak tedavi yani detoks süreci olarak adlandırdığımız dönemde Türkiye oldukça başarılı. Ancak hastaların yüzde 70’i detoks dönemini tamamlayıp taburcu olduktan sonra rehabilitasyon ve sosyal entegrasyonları ile ilgili çalışmaların yetersizliği nedeniyle yeniden kliniğe geri dönüyor.”
Biz bilim ortağımız NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’nde kurduğumuz AMATEM biriminde tedavi takip sistemi oluşturduk. Doğrulama laboratuvarlarımızda uyguladığımız ve yüzde 98 kesinlik sunan ileri toksikolojik testlerle kullanım ölçümleri gerçekleştiriyoruz. Böyle bir teste tabi tutulan kişinin kullandığını inkâr etmesi ve kaçışı mümkün olamıyor çünkü kullandığı tespit edildiğinde denetimli serbestlik kapsamında yargılanacağını biliyor. Risk gruplarında erken tanı ve tedavi uyguluyoruz. Madde kullanımının önlenmesiyle ilgili çalışmalarda, verilmek istenen mesajlarda çok dikkatli olunması gerekiyor. Burada kullanmayan kişilerin de aklında yer edinmesini, merak uyandırmasını sağlayacak mesajlardan uzak durulması, negatif yaklaşımlar yerine pozitif anlatımlarla ilerlenmesi gerekiyor.”
Tarhan: “Ebeveyn çocuğunun uyuşturucu kullandığını ancak 2 yıl sonra anlıyor!” Ebeveynlerin çocuklarındaki uyuşturucu kullanımını ancak 2 yıl sonra anlayabildiğini belirten Tarhan, “Çocuk sürekli yalan söylüyorsa, ders performansında ciddi düşüşler yaşanıyorsa ve otokontrol mekanizması zayıfladığı için sıra dışı davranışlar, günlük yaşamında sürekli hatalar yapıyorsa bu durumdan şüphelenilmeli ve uzman yardımı alınmalıdır” dedi.
Bağımlılık ve Koronavirüs benzerliği Prof. Dr. Nevzat Tarhan, madde bağımlılığının insandaki etkisinin Korona virüsü ile aynı olduğunu belirterek “bağımlı bireylerde bağışıklık sistemi düştüğü için tıpkı virüslerden etkilenenlerde olduğu gibi hayatını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar” dedi.
source https://www.kocaali.com/gundem/turkiye-eroin-yakalayan-ulkelerin-basinda-geliyor-h14910.html
0 notes