#Sesler
Explore tagged Tumblr posts
dianaa70 · 11 months ago
Text
sadece içimde bir ses var sürekli kafamın içinde sürekli bir şeyler söylüyor ne yapacak olsam ne düşünsem onun hakkında şeyler söylüyor,hayır,deli değilim.içimde bir kız çocuğu varmış gibi görüntüsü falan yok,sadece sürekli bir şeyler söylüyor işte.ama ben artık onun sesiyle yaşamaktan çok yoruldum,bana iyi gelmiyor,beni kötü etkiliyor.bak duymayayım diyorum çığlıklar atıyor,kalbim acıyor,kimseye bir şey anlatamıyorum,anlatamıyor değilim aslında fark ettim de çok şey anlatmaya çalışmışım.kendimi ifade edebiliyorum ama beni anlamak istemiyorlar.bak,anlamıyorlar da değil,anlamak istemiyorlar.neyden bahsettiğimi de biliyor herkes,sadece bana sağır olmak onları mutlu ediyor.bak,acı çekiyorum,onca insan içinde hemde çıkıpta kimse yardım etmiyor.üstüne bir de o ses var işte,küçük kızın sesi,mesela şu anda yazma bunları okuyan seni deli zannedecek diyor,ama ben artık çok yoruldum, içimde tutmaktan çok yoruldum, deli değilim,böyle düşünmenizi istemem ama illa düşünecekseniz de siz bilirsiniz artık anlatmaya da çakışmayacağım zaten.
11 notes · View notes
jupiterliyazar · 2 years ago
Text
Şimdi hangi yöne dönsem göremiyorum. En azından sesler duyuyordum başlarda, düşünceler görüyordum. Şimdi onlarda kalmadı. Büsbütün elini eteğini çekti. Limanda yalnız başıma gidenler ortasında kaldım.
M.
48 notes · View notes
seslimeram · 1 month ago
Text
Sarmal
Tumblr media
Belirsiz, üstünkörü, salt yalanlardan mülhem acayip bir sarmalın varlığına uyanıyoruz her gün. Ne müştereklerimizin esamesi okunuyor, ne hayatların biricikliğine dair en ufak bir kelama yer bıraktırılıyor. Ne sözün kerametinden dem vuruluyor, ne de elzem olagelen ol toplumsal müşterek halinin muhafaza edilmesine geçit veriliyor. Bütünüyle doğrudan kati ve kesintisiz bir linç döngüsü içerisinde her şeyin, hemen her an yeni bir yıkıma terkine bir hışım çabalanan bir menzile varılıyor. Düzen sahibi olagelenlerin zaten suskunlukları, sessizlikleri içerisinde var edebildikleri her şey bunun da bariz bir kanıtı oluyor. Bir yerin yaşamla olan iltisaklı halinin önüne geçilmesi, vahim olana bunca açık ve doğrudan iznin var edilebildiği bir yerin meselesi olarak o ev artık yaşatan değil çürüten bir sahnenin ta kendisi kılınıyor. Ev çürütüldükçe, yaşama ediminin de önüne yeni yepyeni engeller ve ol vahşi düzenin suna geldiği cerahat yüklemesi var ediliyor. Belirsiz ya da üstünkörü değil, her şeyin yalanlara tutunarak biçimlendirildiği bir tozpembe ülke tahayyülü zikredilirken, yıkıcılık, çürümüşlük, kokuşma herkesin payına düşürülüyor. Bir sarmal ki her yanından irin akıyor. Bir sarmal ki ne şimdi bırakıyor ne yarına dair en ufak bir tahayyüle zemine ihtimal.
Bianet’ten aktaralım: “Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’ndeki 12 katlı Grand Kartal Otel’de kaynağı henüz belirlenemeyen bir nedenle 21 Ocak’ta yangın çıktı.
Adalet Bakanlığı, yangında hayatını kaybedenlerin sayısının 78 olduğunu ve tüm kimliklerin tespit edildiğini bildirdi. Yangın esnasında otelde 238 konuk ve bilinmeyen sayıda çalışan bulunuyordu.
Aynı gün, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), yangınla ilgili Bolu 2. Sulh Ceza Hakimliğince, 5187 sayılı Basın Kanunu'nun ilgili maddesi kapsamında yayın yasağı kararı verildiğini bildirdi. Yayın yasağı, ertesi gün (22 Ocak) kaldırıldı.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülke genelinde 1 gün süreyle “milli yas” ilân etti. Yas ilânıyla birlikte yangında hayatını kaybedenler toprağa verilmeye başlandı.
Yangınla ilgili açıklama yapan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, işletme sahibi dahil dokuz kişinin gözaltına alındığını duyurdu. Yürütülen soruşturma kapsamında 22 Ocak’ta da Bolu Belediye Başkan Yardımcısı Sedat Gülener ve İtfaiye Müdür Vekili Kenan Coşkun gözaltına alındı. Böylece gözaltına alınanların sayısı 11’e yükselmiş oldu.
Ersoy: “İki yangın merdiveni var”
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, otelin 2021 ve 2024 yıllarında tür ve sınıflandırma denetimlerinin yapıldığını, bu denetimler sırasında işyeri açma, çalışma ve yangın yeterlilik ruhsatlarının talep edildiğini söyledi.
Bakan Ersoy, bir gazetecinin “Tesiste yangın merdiveni var mıydı?" sorusuna, “İki yangın merdiveni var,” yanıtını verdi. Ersoy, açıklamasında “Otelin itfaiye tarafından verilmiş yangın yeterlilik belgesi mevcut,” da dedi.
Kültür ve Turizm Bakanı Ersoy'a yanıt veren Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, “Burası Bolu Belediyesi sınırları içinde değil, burada yetkili Turizm Bakanlığı'dır. Bakan bu olayın bizzat sorumlusudur. Sorumluluğu atmak için alçak bir şekilde belediyemizi suçlama cüretine girmiştir,” dedi.
TMMOB’un açıklamaları
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Bolu İl Koordinasyon Kurulu, yangına ilişkin yaptığı açıklamada otelde yangın yayılımını engelleyen ve söndüren otomatik Yağmurlama (Sprinkler) sistemi gibi zorunlu güvenlik önlemlerinin eksik olduğunu söyledi.
TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası da yaptığı açıklamada yangın ihbarı ve tahliye süreçlerinde eksiklikler olduğunu söyledi.
2007’den önce yapılan binaların, mevcut düzenlemeler gereği yangın güvenlik önlemlerinden muaf tutulmasının sistematik bir soruna işaret ettiğini söyleyen EMO, bu düzenlemenin değiştirilmesi ve kamuya açık binalarda yangın güvenlik sistemlerinin zorunlu hale getirilmesi gerektiğini vurguladı.
Hazırlanan ön hasar tespit raporunda “ağır hasarlı” olduğu belirtilen otel, bugün mühürlendi.
Mühürleme ile ilgili açıklama yapan Bolu Belediye Başkanı “Kartalkaya’da 80 canımız gitti. Konu ile ilgili hem idari soruşturma hem de adli soruşturma yapılıyor. Ancak aldığımız bilgilere göre; Turizm Bakanlığı yanan binayı apar topar yıkmak istiyor. Daha bilirkişi raporları çıkmamış, incelemeler sürüyor. Yarın soruşturma veya kovuşturma (dava) aşamasında binada keşif, bilirkişi incelemesi gibi çalışmalar yapılabilir. Turizm Bakanlığının apar topar binayı yıkmaya çalışması delillerin karartılması ile sonuçlanabilir. Bu sebeplerle gerekli güvenlik tedbirleri alınmak suretiyle adli ve idari soruşturma ve sonraki süreç tamamlanmadan otel binasının yıkımı durdurulmalıdır,” dedi.
Grand Kartal Oteli’nde meydana gelen yangında hayatını kaybeden 78 kişinin kimlikleri şöyle:
Dilara Ermanoğlu, Alya Turan, Müge Turan, Vedia Nil Apak, Ferda Apak, Eslem Uyanık, Nehir Sarıtaş, Yılmaz Sarıtaş, Doruk Sarıtaş, Ömür Kotan, Bilal Gültekı̇n, Zehra Sena Gültekı̇n, Sümeyye Güner, Bekir Sadık Gültekı̇n, Muhammed Selim Gültekı̇n, Yusuf Sinaneddin Gültekı̇n, Enes Gültekı̇n, Rümeysa Gültekı̇n, Mehmet Cem Doğan, Ayşemin Elif Doğan, Ayşe Maya Doğan, Habibe Çetı̇z, Vedat Çetı̇z, Ahmet Çetı̇z, Sedat Çetı̇z, Esat Çetı̇z, Alican Boduroğlu, Ebru Boduroğlu, Elif Naz Boduroğlu, Mert Doğan, Duygu Doğan, Doğa Doğan, Mavi Doğan, Eren Bağcı, Ceren Yaman Doğan, Lalin Doğan, Müge Suyolcu, Pera Suyolcu, Atakan Yalçın, Derin Yalçın, Atıl Enis Tokcan, Atlas Kaan Tokcan, Kemal Tokcan, Can Tokcan, Demir Tüzgı̇ray, Defne Tüzgı̇ray, Yasemen Boncuk Tüzgı̇ray, Erhan Tüzgı̇ray, Kıvanç Güngör, Kerem Güngör, Burcu Güngör, Pelin Güngör, Nedim Türkmen, Ayşe Neva Türkmen, Ala Dora Türkmen, Yüce Ata Türkmen, Defne Arkadaş, Dila İnal, Ela İnal, Laura Kurtınadze, Feray Kanpolat, Oya Kanpolat, Özüm Karataşlı, Alya Altın, Kübra Altın, Esra Nazı̇k, Seden Nurgül Dayı, Süleyman Dayı, Ela Dayı, Buse Dayı, Yiğit Gençbay, Alp Mercan, Şevval Şahı̇n, Mine Akı̇şli, Şenol Akı̇şli, Gülçin Akı̇şli, Kürşat Yıldız, Nergiz Yıldız.”
Belirsiz, üstünkörü, salt yalanlardan mülhem acayip bir sarmalın varlığına uyanıyoruz her gün. Biteviye bir korku dehlizinin bambaşka evrelerini arşınlıyor insanlık. Sıradan insanın hayatta var olma hakkının zayi olunduğu, cerahatin, sırf cehaletin öncelendiği bir yerde ol zemindeki çürümenin kesintisizliği bir kere daha Bolu, Kartalkaya’daki Grand Kartal otel yangınından sonra çıkagelir. Yetmiş sekiz insanı hayattan kopartan karanlığa dair ne soru, ne sorguya yer bıraktırılır. Doğrudan o facianın sorumlularından değil bahis açmak, bizler değiliz berikiler, berikiler değil onlar diye top çevrilirken, Otelin sahibi olagelen iki insan ile yedi kişinin daha tutuklandığı bir gizli / örtük soruşturma neticesiyle konu kapatılmak istenir. Hiçbir mevzuata uymayan bir hatalar sarmalından mülhem ne kablosu tam ne de asansörü güvenli olagelen, bırakın sadece konumunu, yangın merdivenlerinin kullanımı konusunda dahi pek çok yetersizliğin bulunduğu bir tabut binanın hali bunca bağır çağır meydandayken, o yangın sonrası, bunca can kaybından sonra ah, vah, tühten ötesinin hiç var edilemeyeceği açığa düşer. Hukuk önünde hesap verilecektir, adalet hesabını eksiksiz bir biçimde soracaktır, hükumet kararlıdır vesair beylik cümlelerin bir karşılığın olmadığı yerdir misal o belirsiz, üstünkörü, yalanlardan mülhem acayip sarmal. Sonu hep ölümlere, yıkıma, doymak bilmez bir karanlığa kurban edilen yurttaşlarıyla dopdolu bir sarmal.
Yalanlardan mülhem bir sarmalın varlığına uyanıyoruz. Ne müştereklerimizin esamesi okunuyor, ne hayatların biricikliğine dair en ufak bir kelama yer bıraktırılıyor. Toplumsal çürümenin kalıcılığı, istirahat etmeye gidilen yerde can verenlere dahi ama onlar zengindi ya da varsılların ölümünden bize neyi de beraberinde getirir. Yetmiş sekiz kişinin canına mal olan o facianın sorumlularına dair, otel yönetiminin, bir başka merkezi noktada yine, Bolu’da işlettiği bir otelinden de insanlar gözaltına alınır, pek ço��u tutuklanır. Gel gelelim asıl can alıcı olan, yalanlarla birlikte bir masal sahnesi diye aksettirilen o otellerde hiçbir can güvenliğinin söz konusu edilmemesidir. Grand Kartal’ın hemen dibinde bir tane daha otelin konumlandırıldığı başkaca bir yerin de belgelerde tahrifatlar yapılarak ol ailenin mülklerinden birisi olduğu açığa düşer, yine Kültür ve Turizm bakanının sessizliği ile kuşatılır memleket. Bunlar yöneten katından çıkagelenler bir de sosyal medyada kendi kendilerine kara mizah, güncel konulara ters tepkiler vererek eğlendiklerini zikreden bir güruhun, acılı insanları arayarak hakaret etmeleri, küfürler yağdırmalarının kayıtları ortaya saçılır. Dört başı mamur bir cehennemin orta yerine demirleyen ülke gerçekliğini bir de böyle teyit eder şu sahne. Yalanlar hakikatin önüne set edilir. Çürümüşlüğü örtbas etmeye hamili kart yakınımdır çıkartmasına sahip olan lacivert takım elbiselerin açıktan müdahalesi var edilebilir. Yönetenin, bir biçimde korku devreye girmiş olabilir yani ol karşımızdaki de nüfuslu insanlar dediği yerde zaten olan olmuş, çürümenin bir sonraki aşamasına geçilmiştir. Sorumluların, sorumsuzluklarıyla tüm facialardan kurtulabildiği en ufak bir hesap verme idesinin kalmadığı / bildirilmediği / bırakılmadığı zeminde hayat un ufak edilmiştir. Her günün yıkıma çıkartıldığı, her an bir şeylerin tersine gittiği bir yerde, böyle kılınmış bir zeminde hayatın, müşterek olagelen yaşama idesinin muhafazası nasıl mümkün olacaktır! Devletin, sermayenin, çıkar çevrelerinin gölgesinin değmediği sadece ve yaşama eyleminin doğrudan muhafazasını düşünmeye, karanlığa, bunca nobranlığa, kötülüğe karşı ses etmeye daha kaç sınav vardır, kalmıştır?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2025
Görsel: Geoff MCFETRIDGE - It’s Not Getting Worse It’s A Loop – It’s Nice That
Meramda Paylaşılan Haber
Grand Kartal Otel Yangını - Bianet https://bianet.org/haber/grand-kartal-otel-yangini-303899
2 notes · View notes
gezginkral · 8 months ago
Text
Ne kadar kötü olursanız olun yada hayatın bir köşesinde sıkışmış olsanız bile bazen bir ses bile her şeyi değiştirebiliyor…
Ve bu hayatta bazı ses ve sıcak dokunuşları bulmak veya sahip olmak hiç kolay değil…
2 notes · View notes
uyumsuzunnotlari · 2 years ago
Text
“İnsanlar kendi çıkarları ve kaygılarına öyle sarmalanmışlardı ki, gözlerinin önünde neler olup bittiğini çok az görebiliyorlardı.”
29 notes · View notes
denizeyuruyen · 2 years ago
Text
“Günler damlıyor ama aynı kaba değil,” dedi. Gökyüzüne baktı: Boştu. Hiç bulut yoktu, aslında hiçbir şey yoktu. Çağımızın çıplak güneşi her şeyi yok etmişti, enginliği, bulutları ve kuşları... Maviyi bile yok etmişti, sonra da sırasıyla diğer renkleri, bazı sesleri, kelimeleri ve anlamları. İnsan bu yoklukta yeni bir şey söyleyemez, olsa olsa kendini tekrar ederdi.
- Barış Bıçakçı - Seyrek Yağmur
8 notes · View notes
hicdurmayansaatinenkazi · 2 years ago
Text
"Burası dünya ya hu! Burası, bu kadar işte!"
Bu dünya ve dünyanın solup gitmiş rengi, kirlenmiş suları, susuz ve sevgisiz çığlık çığlığa hayvanları, renkleri sararmış çiçekleri, beton kaplı şehirleri, gürültülü insanları, konuştukları, tartıştıkları, sevdikleri hep bu dünya olan insanları ve bitmeyen kavgaları, uzadıkça uzayan sonbaharı... Biz bu dünyaya ait miyiz ki? Muhabbet, samimiyet, tevazu kayboluyorken içimizdeki hasret öyle büyüyor ki yalnızlığımızla dağ olup ezecek mi bu dünya bizi?
O anda aslını unutma diye haykırarak o dağı kaldırıp yorgun, bitâp, sukûtuhayal içindeyken pamuklara sardığımız sakındığımız umutla gönlümüzü diri tutmak; bu savaşın içinde yenilen olmayacağımıza inanmak... İşte bundan sonrası bir dalga sesi, bir kuş cıvıltısı, bir çiçek açması, bir çocuk gülmesi, bir gül rengi, bir ilkbaharı
Bundan sonrası anlıyoruz her şeyi bu savaşın nedeni, niyesi, niçini, gayesi...
Ezmiyor bizi. Çünkü dünya da biliyor bir misafirhaneliğini, bir seyrangâhlığını, bir ticarethaneliğini, bir talimgâhlığını ama eni sonu vardıracağı yeri.
Ama unutuyoruz biz bu dünyanın neticesini konuşuyoruz, tartışıyoruz ve yine seviyoruz bu dünyanın kendisini! Aslını unutup bırakmıyoruz neslini!
Tumblr media
4 notes · View notes
unutulanplak · 2 years ago
Text
Sabahları yola çıktığımda sokaklar henüz boşken ve güneş yavaş yavaş kendini göstermeye başladığı anlarda uzun ve boğucu binaların arasında kulağıma gelen kuş sesleri dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair içime bir umut parçası bırakıyor. Herkes uykudayken öyle sessiz öyle sakin dönüyor dünya sanki.. Ta ki o telaş başlayana ve insanlar birbirlerine çarpa çarpa düşe kalka bir yerlere yetişmeye çalışana kadar.
2 notes · View notes
lathanderml · 11 months ago
Text
Sesler - Ursula K. Le Guin
S.22 "Hemen cevap vermedi. Gözlerimin içine baktı, kırk yaşında bir adamın dokuz yaşında bir çocuğa baktığı gibi değil de bir ruhu tartan başka bir ruh gibi. Eğer istersen sana öğretirim, dedi."
S.49 "Halkımın evine hoş geldiniz, dedi Seferbeyi. Gry da, selamım Galva Evi'ne ve insanlarına, saygım ise evin tanrılarına ve atalarına, dedi."
S.50 "Kocanız da buraya o kütüphaneleri görmeye mi geldi? Kitaplarda sanatının ve ruhunun gıdasını arıyor, dedi Gry. Bu sözler üzerine bütün yüreğimi ona ve kocasına vermek istedim."
S.51 "Gry başını yana çevirdi. Ben cahil bir kadınım, dedi o kibar haliyle. Seferbeyi güldü, pek sayılmaz! Yo, gerçekten. Kocam bana bir bir şeyler öğretti, ama benim bilgim sözlerle değildir. Benim marifetim konuşmayanları dinlemektir."
S.52 "Gry cömertliği için Seferbeyi'ne teşekkür etti; o da, yoksullar cömertlik konusunda zengin olur, dedi."
S.55 "İsta elinden geliyorsa Galvamant konuklarına bol bol ikramda bulunur, atalarını utandırmazdı. Eğer bu önemli değilse, önemli olan nedir? Eğer bu şerefle yapılmazsa, şeref nerededir?"
S.56 "Siz Ansullular, biz Dağlılar gibi yapıyorsunuz, dedi Caspro. En güzel yanı konuşmasıydı; keman sesi gibiydi. Bütün ev halkı bir sofrada yiyor. Kendimi evdeymiş gibi hissettim."
S.62 "...Aldlar Ansul'u sadece on yedi yıldır yönetiyor. Memer'in ömrü kadar, dedi Seferbeyi. On yedi yılda çok şey kaybolabilir. Bir nesil, bilginin cezalandırıldığı ve cehaletin saadet olduğunu öğrenerek yetişiyor. Bir sonraki nesil cahil olduklarını bile bilmeyecek çünkü bilginin ne olduğunu bilmeyecekler."
S.64 "Ben yürekliliğe dair görüşlerimi değiştirdim, dedi Seferbeyi. Gand'ın hapishanesindeyken. Bana göre bu bir adamın kendi kendine borçlu olduğu bir şeydi; gurur gibi, kendine saygı gibi. Bunu sadece tanrılara borçlu olduğumuzu öğrendim. Onun da bakışları, mumun sabit sarı alevi üzerindeydi." S.90 "Dinsiz diyorlardı bize. Onlardan öğrendiğimiz bir sözdü bu. İlla bir anlam yüklenecekse, neyin kutsal olduğunu bilmeyen kimse anlamına geliyordu. Acaba hiç öyle insan var mıdır? Dinsiz, sizden farklı bir kutsallığın varlığını bilen biridir sadece. Aldlar on yedi yıldır buradaydı ve hala Ansul'un denizi, toprağı ve taşının kutsal olduğunu, hepsinin ilahi bir canlılıkla dolu olduğunu öğrenememişlerdi. Dinsiz olan biri varsa, o da onlardı, biz değildik, diye düşünüyordum."
S.107 "Bu durum, ondan nefret etmemi zorlaştırdı. İnsanın kendisinden daha g��çlü birinden nefret etmesinde bir fazilet vardır ama daha zayıf birinden nefret etmek alçakça, rahatsız edici bir şeydi."
S.127 "Zorla ileri doğru bir adım attım, sonra ikinci bir adım, ellerimi yumruk yapmıştım. Kelimeleri yüksek sesle okudum: Kırılanı kırılmış onarır."
S.150 "Bir kılıç cesareti vardır, bir de söz cesareti, söz cesareti daha nadirdir, dedi."
S.193-194 "O zaman duyduğum şeyler ve kullandıkları lisan hakkında bugüne kadar sık sık düşünmüşümdür. İnsanları bir beden, bir yaşam olarak değil de sadece sayı olarak, şekil olarak, zihnin savaş alanında ileri geri oynatılabilecek oyuncaklar olarak görmenin kadınlardan ziyade erkeklere kolay gelip gelmediğini merak etmişimdir. Bu cisimsizleşme onlara zevk veriyor, onları heyecanlandırıyor, sırf eyleme geçmiş olmak için, sayıları ve oyun taşlarını yönlendirmek için herekete geçme özgürlüğü tanıyor. O halde belki de yurt sevgisi, şeref, hürriyet, aslında tanrılar ya da bu oyunda ıstırap çeken, öldüren ve ölen insanlar nazarında kendilerini haklı çıkarmak için bu zevke taktıkları isimlerdir sadece. Yani aşk, şeref, hürriyet gibi sözler gerçek anlamlarından uzaklaşmışlardır. O zaman insanlar bu sözleri anlamsız diye küçümsemeye başlayabilir ve onlara anlamlarını geri vermek için çırpınmak şairlerin vazifesi olur."
S.234 "Denios'un sözleri geldi aklıma ve yüksek sesle söyledim: Her yaprakta bir tanrı vardır; kutsal olanı açık avucunda tutabilirsin."
Tumblr media
0 notes
itearsofabutterflyi · 7 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
4K notes · View notes
kendikendimihapsettim · 2 years ago
Text
23.07.23
3 yıl 4 ay geçmiş yazmayalı. Kocaman bir savaştan çıktım ben ve kazandım da. Peki neden kaybetmiş gibi hissediyorum şimdi. Yine ne oldu? Yoruldum aynı şeylerden. Kafamın içindeki sesleri durdurmanın bir yolu yok mu? Bu fırtınayı göndermenin bir yolu yok mu?
1 note · View note
dianaa70 · 1 year ago
Text
zihnimde sesler yankılanmaya başladı.anılar kilitlediğim odalardan çıkmak için savaş başlattılar.dışarıdan her şey çok normal gözüküyor ama zihnimin içindekilere kimsenin haberi yok.unutamadığım anılar zehirlemeye çalışıyor.prangalarından kurtulup beni hapsetmek istiyor.ne kadar hapsetsen de hissetmiyor musun sanki,diyor kalbim.hissediyorum,hem de hep.yoruyor beni,hissetmek istemeyip de hissettiğim her şey.anılarım bağlandığı zincirleri kırıyor,beni o zincirlere bağlamak için.kalbimse zaten sen kendini de bağladın o anılara diyor.kendini de mahkûm ettin.ben etmedim onlar etti,onlar yüzünden mahkûm edildik biz bu anılara diyemiyorum.gerçekler konuşamadıklarımda saklı.gerçekler zihnimde saklı.gerçekler kalbimde saklı.bense gerçekle yalan arasında kayboldum.
29 notes · View notes
jupiterliyazar · 2 years ago
Text
Sakin suların ardında yalnız kalmış gizli konuşmalar… Kavanoza koyulup atılmış o sesleri kimse duymamış.
M.
21 notes · View notes
seslimeram · 9 months ago
Text
Bir Gezi Meramı
Tumblr media
“Toplanma” kavramının bu farklı boyutu üzerinde çalışmanızın sebebi/motivasyonu neydi?
Çoğu insan gibi ben de Fas ve 2010’da Mısır’da, birkaç yıl sonra da Gezi Parkı’nda olan gösterilerle ilgileniyordum. Artan ve büyüyen ekonomik eşitsizliklere halkın dikkatini çeken Occupy Wallstreet eylemlerini de destekledim. Kitabım 2012-13 yılında, bu tarz toplumsal hareketlerin önemini anlamaya çalışırken şekil aldı. Bazıları Occupy’ın herhangi bir talepte bulunmadığını öne sürse de ben onların kamusal alan için talepte bulunduklarının oldukça aşikare olduğunu düşünüyordum. Berkeley’deki California Üniversitesi’nde, benim çalıştığım kampüste gerçekleşen gösterilerden bazıları, bir kamusal alan olarak üniversitede “hak talebinde bulunuyordu”. Böylece sorular çoğaldı: siyasal talebin bir “talep” olarak anlaşılması hangi biçimde olur? Bu talebin, söze dökülmüş bir eylem ya da önermeler dizisi olması mı gerekir; yoksa bir araya gelen bedenlerin sustuklarında dahi “konuştuklarını” söyleyebilir miyiz? İstanbul’da, Gezi Parkı’ndaki sessiz gösterilerin bazıları oldukça manidardır; özellikle de halka açık toplantılara yasak getirildiğinde. Daha sonra ise, Fransa’daki OHAL’in uzatılmasıyla rassemblement (toplanma) ve manifestation (gösteri) arasındaki ayrımla ilgilenmeye başladım. İnsanların bir araya gelmesi neden bir tehdit unsuru olarak görülüyordu? Demokrasiyi, onu yıkanlara karşı savunmaya çalışırken aslında toplantı yapma özgürlüğünü de savunmaya çalışmaz mıyız? İngilizceden Türkçeye çeviren: M. Taha Tunç
Gezi Direnişi, on bir yıllık bir tahayyül artık. Yok sayılanların, toplum katmanlarında hiç sayılmayanların, devlet için ötekilerin ve tüm o ötekisinin ötekisi olarak anılanların genel kabulden ret yanıtı alanların buluştuğu, birleştiği bir isyanın on birinci yılı. Tümden açık ve afaki bir biçimde daraltılmış bir kalıba dökülmek istenen insanların, kuşatılmaya artık hiç kesintisiz devam olunagelen bir demokrasi tahayyülünün sorgulandığı bir çatının on birinci yılı. Yetti artık ünleminin kimselere dokunmadan, kimseleri çekiştirmeden, sadece ve doğrudan birlikteliği sağlayabilen bir imecenin eseri olagelen Gezi. Judith Butler’ın da değindiği gibi sessizliğin içerisinde bir performansı değil doğrudan hayatın savunulmasına dair kelamın sahiplenildiği ilk doğrudan eylem silsilesi. On bir yıl sonra iş bugün bakakaldığımız bir direniş, yeniden yola çıkma, ihtimalleri salt / sırf doğrudan yana kullanma telaşının hak talebinde bulunabilmenin öncelikli sureti temsilinde her neresindeyiz bunun meselidir bu meram.
Çoğunluğun yanıltılarak, eksik gedik konularak, her gün ama her bir gün biraz daha açık bir biçimde köşeye kıstırılıp da köle kılındığı bir zeminde, bu ülkenin yurttaşlarının olmaz denileni var edebilmesinin cüretidir Gezi her şeyden önce. Alacağımız Var kısa makalesinde değindiğimiz gibi bir tahayyülün ehven olandan alıkonulana dair bir isyanın ta kendisidir Gezi. “Sözü anlamlandırabilmek için illa her şeyi mot a mot anlatmak yerine bazen dolaylı bazen başka şeylerle ilintileyerek ilerlemenin bir nevi mecburiyet olarak zikredildiği bir yerde hayat ne yandadır onun düşüncesini cismanileştirebileceğimiz ve tanımlandırabileceğimiz bir meskenin kendisidir limanlar.
Kendiliğinden harekete geçen, yol alan, iz süren yeni rotalar belirleyen akıl bütünlüğü için, imece için gözden kaçırılmaması gereken bir zemindir limanlar. Söz eylenirken, edilgen tavırlardan sıyrılıp bir şeylere tenezzül etmenin hiç de korkulacak bir şey olmadığı ortaya bir kere daha çıkarken, bozuk plak gibi kendini yineleyenin, her dem ezberden okuduğu yıkımla fecaatin övgüsüne karşı meram belki aksettirilmeyenleri, önemsenmeyenleri fark ettirecektir.
Ötekileştirilme vesilesiyle toplum katmanlarını kestirmeden soyutlanmaya ve düşünmemeye sevk eden erk karşısında halklar için Haziran Direnişi’nden bu yana geçen süre dahilinde pek çok farklı detay önümüze serildi. Kah apar topar örtbas etmeler gerçekleştirilirken kah aba altından sopalar sallanıp durulurken, kah anayasal haklarımız söz konusu bile edilmezken müsamaha / tolere değil hak olan birçok şey iptal edilirken, gasp edilirken, kıyılırken bir şeylere ayabilmek ve fark edebilmek mümkün olmuştur. Liman olarak atfetmeye çalıştığımız yapım yahut ta mesken bütün bu denk getirilenleri tartışabileceğimiz, sonuca ulaşabileceğimiz bir mahalin adıdır. Tek anlatmaya çalıştığımız budur.
İddialı vecizlerin, dolu dolu görünen cümlelerin birbiri ardına paslandığı, içeriğinin tam da nail olduğumuz, tecrübe ettiğimiz karanlığı görünür kılan bir sonuca evirildiği bir zaman diliminde sözü yeniden kotarmak, yola çıkabilmek elzem olandır. Tüm yalınlığıyla ve olanca gerçekliğiyle beraber. Dün olan bitenin geçip gitmiş olarak değerlendirilenlerin bir bakarsınız sekiz sütuna manşet edildiği yerde ertesi gün hiçbir esamesinin okunmamasıdır ezcümle paylaştığımız.
Hayatın bunca abluka altına alındığı, dijital gözetleyiciler ile kolaçan edildiği, kolluk kuvvetine olur olmadık akla zarar ne kadar hak varsa tahsis edildiği bir yerde, bu ülkede bir çok şeyin henüz başlangıcında olduğumuz bahsinin özetidir. Gördüğümüz, bildiğimiz ve artık nail olduğumuz yaşadığımız yerde hiçbir şekilde farklı bir bakışımın, sözü savunmanın mümkünatının zayıflatılmasıdır. Muhalif olmanın, bir yerlerde sözü yeniden kotarmanın, dile getirdiklerinden bilmediğimizi varsaydığımız nice yeni şeyi öğrenebilmenin bütün bunları üst üste koyarak farklı bir tecrübeyi tanımlandırmanın, oluşturmanın kırmızı çizgilere dokunmak olarak bir şekilde duyurulduğu yerde vahametten kurtulma çabasına daha kaç vardır.
Her gün başka bir şekilde başlanan yollar kat edilen, aşıldığı söylenen şeylerden sonra karşılaştığımız gri duvarları, ağır laf ebeliklerinde tecrübe ettirilenleri ve anlaşılmazlığı ne yana koymalıdır hangi yana? Al bir kaya.. düzeylerinde her günü meteor yağmuruna tutup duran erk-muktedir-iktidarın görece hakaretlerinin, had bildiriminden çok azarlarının ve paralelinde ortaya çıkan hiddeti daha fazla yüceltiminin mabadında suskunluk elzem midir? Nedir, nicedir. Hakkın tanziminden çok yerle yeksan edilerek, hiçleştirilerek daha fazla tahakküme zeminin arandığı bir yerde adaletin varlığından dem vurabilir miyiz? Levinas’dan yaptığımız alıntıda bahsedildiği üzere bir şeylerin ayırtına varabilmek, onun ne kadar körü körüne sahip çıkıldığını ifşaa ederek, kıyasıya eleştirerek söz konusu edilebilir bir mefhumken daha kaç gün her şeyi en başından anlatmamız gerekmektedir. Dilleri çatallaştıkça, had bildirimlerinden, laf salatalarından alenen uluorta eylenen kıyımlara, had bildirimlerine alkış tutmalara, zemin hazırlamalara, bilakis göz yumma hallerine varan bir düzlemde demokrasi hangi paketle gelecektir?”
Kesintisiz kılınanın cerahatli temsilini anlatmaya bu satırlar yeterli gelmeyecektir belki de. Gezi Direnişi sonrasında her günü yeniden bir esir alma, tehdit etme, tahakküme tam ve eksiksiz riayet sarmalı olarak biçimlendiren bir iktidar pratiğinin hedef kıldığı her şey hayatın aleniyetteki savunusunun da imkansızlığa aleni rehin edilmesini göstere gelir. Bu mudur, bu hallerle midir, yepyeni anayasa çalışmasını gerçekleştirecek ülke! Gezi Parkını muhafaza etmeyi ancak ve kata planlarına bağlı kalarak var edebilmiş, binbir tehdidi yine yeniden sunabilmiş olagelen bir aklın eyleyeceği herhangi bir şey sıradan için doğrudan bir umudu var edebilir mi? Demokrasi sahiden neydi ki? Gezi Parkından, Akbelen Ormanlarına, İkizdere, Kaz Dağları, Bergama'dan Kozak'a, Dersim'den Artvin'e ve Turgutlu'ya pek çok sahnede, Hidroelektrik Santrali projesinden, altın madenciliğine, toprağın alt üst edilip, doğanın geri dönülemeyecek talanlara rehin edilmesine, süreğen kılınan cendere halini var ederek mi yenilenir ülke? On bir koca yıl sonra varılan merhalenin utanç verici sureti de mi bir şeyleri aksettirmez, halen dank ettirmez!
Artı Gerçek’ten aktaralım: “Gezi eylemlerinin üzerinden 11 yıl geçti. Türkiye’nin birçok yerinde anmalar düzenlenirken eylemler sırasında öldürülen ailelerin de adalet arayışı sürüyor. Bu ailelerden biri de Okmeydanı'nda polisin sıktığı gaz fişeğiyle vurulan ve tedavi gördüğü hastanede 269 günün ardından 15 yaşındayken ölen Berkin Elvan’ın ailesi.
Berkin Elvan’ın öldürülmesi Türkiye’yi yasa boğarken anne Gülsüm Elvan acısı ve oğlu için yürüttüğü adalet mücadelesi adeta akıllara kazındı. Gülsüm Elvan’la 11 yıllık Gezi eylemlerini, Gezi’de yakınlarını kaybeden ailelerle olan bağlarını, hukuk mücadelelerinde dosya avukatlarından seçilmiş ve vekilliği hukuka aykırı bir şekilde düşürülmüş tutuklu Can Atalay’ı ve elbette Mart ayında ölümünün 10’uncu yılına giren Berkin’i konuştuk. Anne Gülsüm Elvan’a sorduğumuz sorular ve verdiği yanıtlar şöyle oldu:
Gezi eylemlerinin üzerinden 11 yıl geçti. Bu 11 yıl içerisinde adalete erişiminizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin için ne anlam ifade ediyor bunca zaman?
Avukatımızın çabasıyla hukuk mücadelemizi bir yere kadar getirdik. Biliyorsunuz başlarda katili ortaya çıkarmadılar. Biz görüntülere ulaştık ve katili kanıtladık. Mahkeme heyeti kararın görülmesine iki duruşma kala değişti. Süreç zor ilerledi. Kasten adam öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet alması gerekirken 16 yıl 8 ay bir ceza aldı. Yeterli mi? Hayır, çünkü katil hâlâ dışarıda. Bu benim canımı çok yakıyor. Can Atalay ile bu mücadeleyi vermiştik ama Can hala içerde."
Gezi davasından tutuklanan ve hakkında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) verdiği iki ayrı hak ihlali kararı olan Can Atalay’ın tahliye edilmemesine karşın vekilliği Meclis kararıyla düşürüldü. Hakkında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı olan Osman Kavala ve onlarca insan hala Gezi davasından kaynaklı tutuklu. Toplumun bir kısmı uygulanmayan AYM ve AİHM kararlarını tartışıyor. Siz genel tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
"Gezi’de binlerce insan yer aldı. Ama içlerinden onlar seçildi. Osman Kavala sadece Gezi’ye destek verdi, başka bir şey yamadı. Ahmet Atakan hakkında bir soruşturma açılmazken Osman Kavala ağırlaştırılmış müebbet aldı. Bakın Ali İsmail’in (Korkmaz) katillerinin tamamı ceza almazken Çiğdem Mater gibi isimlere 18 yıl ceza verildi. Katiller içeride değil. Hepsi dışarıda. Bütün bunların yanında sekiz tane çocuk öldürüldü.
Bu insanlar neden içeride bilmiyorum. Adalet bakanı, meclis başkanı çıkıp açıklamalar yapıyor bunlar tatmin edici değil. Bahsi geçen kişiler neden içeride? Ellerinde silah yoktu. Çiğdem çekemediği belgesel için tutuklandı. Can avukat. Mine aynı şekilde mahkemelerine girip çıkıyordu. Bu haksızlık işte. Bir gerekçe yok. Canımız çok acıyor. Katiller dışarda benim oğlumun ölümünün üzerinden 10 yıl geçti. Ben çocuğumun mezarına gidemiyorum. Çünkü gidip diyemiyorum ki, “Oğlum, adaleti yerine getirdim, hesabını sordum diyemiyorum.” Ama Gezi bu ülkenin en değerli direnişiydi. Yapacakları AVM’ye herkes gidemezdi ama o parka herkes gidebilir. Gezi ak bir direnişti."
Berkin’in avukatlığını üstlenen Can Atalay ile yollarınız nasıl kesişti?
"Berkin hastanedeyken Can Atalay sürekli gidip geliyordu. Ben tabii o zamanlar pek kendimde değildim. Düşünün tam 269 gün boyunca aklım sadece bir yerdeydi. Ardından Gezi’nin 1’inci yıl dönümü geldi çattı. Ben Can Atalay’ı o gün avukat olduğunu öğrendim. O günden sonra da hiç kopamadık. Bizim için sadece bir avukat olmadı. Kızlarıma ağabey oldu, bazen onları alıp dışarıya çıkarıyordu. Aileden biri oldu bizim için çok değerli."
Berkin’den bahsetmek ister misin?
"Ben daha yeni yeni çocuğumun iyi halini hatırlıyorum. Hep yoğun bakımdaki hallerini hatırlıyordum. Koşmalarını iyi hallerini yeni yeni hatırlıyorum. 14 yaşında bir çocuktu. Oğluma mezuniyet töreni için kıyafet almıştım giyemedi çocuğum. Hala orada duruyor. Berkin’in bardağı, bir tabak yemeği, sandalyesi var ama kendisi yok. Onun yaşındaki çocuklara bakıyorum. Acaba diyorum nasıl olacaktı, bunun gibi mi olacaktı diye düşünüyorum hep. Ben hayal kuramıyorum artık. Her şeyimizi yok ettiler. Berkin neşemdi. Erken aldılar çocuğumu. Acımı bile yaşatmadılar. Şu anda ben yargılanıyorum. Ben çocuklarımla her gün çıkıyordum Gezi’ye, hakkımızı, ülkemizi, çocuklarımızın geleceğini savunmak için."
Gezi’de yakınlarını kaybeden ailelerle ilişkiniz nasıl, iletişiminiz sürüyor mu?
"İlk başlarda olduğu gibi sürekli iletişim halindeyiz. Her bir aile farklı şehirlerde. Çok sık yan yana gelmesek bile biz çok büyük güçlü bir aileyiz. Şartlar ne olsun. Her gün de araşır konuşuruz."
On bir yıl sonra, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Hasan Fırat Gedik, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ahmet Atakan, Medeni Yıldırım ve Berkin Elvan. Derin, kalıcı bir boşluk, isimlerin, hikayelerin orta yerinde kalakalan cevapsız sorular, hiç ama hiçbir türlü gelemeyen / tutulamayan yaslar. Adalet zaten, birkaç sene evvel yazdığımız gibi, ne siz sorun ne onlar anlatsınlar! “Katilleri günlük yaşamlarına devam ederlerken, katiller faili meşhurlar cumhuriyetinde kollanmaya devam edilirken işgüzarlık olarak değerlendirilir çünkü bir çocuğun hakkını savunmak. On dokuz yaşında sopalarla, tekmelerle, hiç bitmeyen bir öfkeyle saldıranların vesikası ayan beyan ortadayken susun denilmektedir. Susun ve biat edin!. Kentin sokakları Ali İsmail Korkmaz diye çınlarsa birilerinin makamlarında neden buna müsaade ettiklerinin hesabı sorulacaktır çünkü. İki arada bir derede çemkirdikleri Gezi Direnişi’nde buluşan, birbirlerini gören, tanıyan, dilini önemseyen, çözüm geliştiren, tartışan ve yitirilenlerin adaletini aramaktan hiçbir zaman vazgeçmeyecek insanlara olağanüstü hal ile karşılıktır çünkü bu ileri demokrasi. Her şeyi dört dörtlük yapmayı çok iyi bilenlerin ellerinden gelen; bu hırsızları katilleri arsız ve uğursuzları korumaktır çünkü yegane becerileri halka karşıtlıklarıdır.”
Gezi Direnişinin üstünde on bir yıl geçti. Tahakküm, tehdit, tahayyül edilenin ötesindeki bir rehin alma faktörü artık olağan sabitimiz kılındı. Yepyeni ülke şiarı dillendirilirken ol Gezi’yi var eden isyana meramın karşılığının çok da güzel alındığını!!, daha beter bir ülke için duraksamadan yola devam olunduğu, en son yerel seçimler sonrasında ortaya çıkan o normalleşme / yumuşama bahsinin hemen ertesinde Kürd özgürlük hareketine / siyasetine karşıtlıktan görmek mümkündür. Genel geçer değil, ezel ebet bir halde, devletin milletine, yurttaşına karşı sorumluluklarını göz ardı ettiği bir yerdeyiz. Ne hak hak, ne hukuk hukuk kılınıyor. 2013 yılından bu zamana geçen süre içerisinde bırakalım bir hak tanımını, özgür irade mefhumunu, adil, eşit bir ülkeyi her gün bir başka sapağa / çıkmaza yollanan bir ülke gerçek kılınıyor. Bunca cerahatin ortasında hayatı, belki de uzun zaman sonrasında ilk defa hayatı geri kazanan bir halkın karşısında, zorbalık rejimi kendini belki de en güncel haliyle çıkarta geliyor. Adaletin tükenişine sahne kılınan bir yerde hayatın ederi, anlamı, yansısı eksik kılınır. Bunca zaman sonrasında eldeki ümidi de çarçur etmeye devam diyen bir muktedirin var ettiği her açmaz, en başta da o adaleti çalarak suna geldiği ülke denilen sahne bir cehennemdir. Ayırtına varıyor musunuz. Direniyor, itiraz ediyor musunuz!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Afişet - Kofti Anarşist
2 notes · View notes
kafamkarmakarisikk · 2 years ago
Text
kafamın içerisindeki sesleri susturmak çok da kolay değildir, bu yüzden kafam hep karmakarışıktır.
0 notes