#Oyun Bitti
Explore tagged Tumblr posts
isimsizbirsahistannotlar · 3 months ago
Text
"Göremiyorum ama biliyorum, bu son oyundu."
7 notes · View notes
fantazimuzik · 8 months ago
Video
youtube
ψıレdırαψ dïrïεr ☪ Oyun Bitti
0 notes
dislocated-thumbs · 10 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
hi SO. Pathologic 😁😁 this game has taken over my brain for the past like month I have 70 hours ? on Pathologic Classic HD now im on the changeling’s day 3 I believe . here’s some doodles and drawings I’ve done mostly ft. drawing them as Furries because I like how the characters have assigned animals and stuff on the wiki apparently and i want excuses to draw animals (especially bison 🦬
82 notes · View notes
1nilaa · 27 days ago
Text
Bu son perdeydi. '
16 notes · View notes
alperkizilgil · 4 months ago
Text
youtube
DÜNYA GENELİNDE BORSALAR ÇÖKÜYOR! OYUN BİTTİ Mİ? (GG)
0 notes
imagineangel · 1 year ago
Text
oyun bitti prens, prenses ten vazgeçti..
124 notes · View notes
sillagen · 3 months ago
Text
Yan apartmana düğün bitmiş gelin ve damatı evlerine bırakmak için gelmişler yanlarında üç dört tane daha araba hakikaten sizin ne işiniz var oluyor insan. İkisi gelsin direkt eve. Kocaman iki kişi evin yolunu mu bulamayacak. Oyun oynadılar son ses müzik seslerini dinledik. Neyse sonra ağlamaya başladılar. Ayy niye ağlıyorsunuz oluyor insan ya bu kadar kalabalık eve bırakmaya geldiyseniz kesin buralı ikisinden biri. Yani Çin'e gelin olmadı bu kız. Elhamdülillah sonunda ikisi binaya girebildi ve ses bitti
22 notes · View notes
amezhu · 4 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
217. BÖLÜM - Yüzlerce yıllık acı - Binlerce yıllık azap -
Cübbe artık giyildiğinden Xie Lian ile birlikte yakmadıkça yakmak artık bir seçenek değildi. Xie Lian bir öneride bulundu, “Şimdilik cübbeyi giyeceğim. Kanımı emecek değil ya, hem artık Ling Wen de emir veremez.”
Mavi bir duman esintisi oluştu ve artık Ling Wen’in olduğu yerde yalnızca mavi bir daruma bebeği vardı. İfadesi oldukça ciddiydi, sanki kollarında bir parşömen tomarı tutuyor gibiydi. Xie Lian onu alarak cübbesinin kolunun içine koydular ve bu yan odadan sıvışarak ana salona yöneldiler.
Gözleri onu yanıltmıyordu; Ling Wen sarayı öncesinden daha da kasvetli görünüyordu, yerden yükseklere yığılmış rapor tomarları dağları oldukça tehlikeli ve vahim bir haldeydi, sanki her an devrilip altındaki insanları ezerek öldürecek gibiydi. İkisi sarayın derinliklerindeki bir dizi kızıl kapıya doğru hızla ilerlerken herhangi bir muhafıza denk gelmediler.
Daha yaklaşmadan önce Xie Lian titreme hissetti, sesi şok olmuş gibiydi, “…Bu nasıl mümkün olabilir? bu nasıl olabilir?”
Guoshi’ydi. Birisi ona onlar ulaşmadan önce ulaşabilir miydi? Xie Lian aniden kapıyı tekmeledi ve bağırdı, “BIRAKIN ONU!”
Tabii ki Guoshi odanın içindeki tek kişi değildi. Kapı tekmelendikten sonra herkes davetsiz gelen o ikisine bakmak için kafasını çevirdi. Guoshi’nin yüzündeki şok olmuşluk hala duruyordu, “…Ekselansları?”
“…”
“…”
Guoshi, başını tekrar eğmeden önce bir kere daha yukarıya bakmadı, “Sadece bir saniye bekl—bu nasıl olabilir, bu nasıl bir şans?”
Hua Cheng ve Xie Lian’ın da dili tutulmuştu.
Odanın içinde, Guoshi ve diğer üçü bir masa oluşturmuş, hararetli bir kart oyununun ortasındaydılar, tutkuları ve takıntıları onları çevrelerindekilere karşı körleştirmişti. Diğer üçü derken, insan veya canlı değillerdi, kağıttan kabaca yapılmış kağıttan bebeklerdi, cidden kabacaydı. Kim bilir nasıl manyakça bir büyü onları ayağa kaldırmak ve hatta kart oynatmak için yapılmıştı. Guoshi’ye göre az önceki nidaları kartları eline aldıktan sonraki ağıtlarıydı.
Aslında Xie Lian Guoshi’nin işkence dolu bir sorgulamaya maruz kalabileceğini ve beti benzi atmış olabileceğini düşünmüştü, ama Guoshi’nin hala böyle bir durumda kart oynayabileceği aklına gelmemişti. Gülse mi ağlasa mı bilememişti, tüm bu sahne inanılmaz derecede kıymetliydi.
Nasıl kıymetli olmasın ki? O zamanlar o ve Feng Xin Kraliyet Köşkü'nde ikamet ederken ne zaman Guoshi’yi arasalar on kereden yedisinde kart oynarken buluyorlardı, kart, kart, kart! Sekiz yüzden fazla yıl geçmiş olsa da Guoshi’yi tekrar kart oynarken görmek sanki dün gibi gelmişti. Guoshi'nin yüzündeki çılgın tutku bile aynıydı. Göz kırpmadan kartlarına bakıyordu, arkasına bakmadan konuştu, “Ekselansları, sonunda geldiniz. Ama lütfen önce ilk turu bitirmeme izin verin…”
Xie Lian onun oyun oynarkenki kimseyi umursamama kötü huyunu çok iyi biliyordu. Büyük dövüş holündeki haline kıyasla tamamen iki farklı insanlardı, gerçekten oldukça üzücü bir manzara. Xie Lian onu masadan uzaklaştırmak için yukarı çıktı, “Guoshi, ne zamanı olduğunu sanıyorsunuz? Oynamayı kesin!”
Guoshi’nin gözleri kızardı ve bağırdı, “HAYIR! YAPMAYIN! BIRAKIN BİTİREYİM!!! NEREDEYSE BİTTİ! SADECE BU TUR! BU ELİ BİTİREYİM! NEREDEYSE BİTTİ, BU SEFER KAZANABİLİRİM!!”
“Kazanmayacaksınız, gerçekten kazanmayacaksınız!” Xie Lian haykırdı.
Şükürler olsun ki, bu tur cidden adil ve hızlıca bitmişti, Guoshi kazanacağına dair yemin ederken cidden de kaybetmişti. Elini salladı ve kağıttan oyuncaklar kayboldular, Guoshi sonunda eski sakin haline dönmüştü.
Dengeli bir şekilde oturdu ve ciddiyetle şunları söyledi: “Ekselansları, geleceğinizi biliyordum. Sizi bekliyordum.”
“…”
“Hiç de beni bekliyor gibi değildiniz…” Xie Lian düşündü. Ama tabii ki sesli bir şey söylemedi, yaşlılara saygı yine de sürdürülmeliydi. Guoshi devam etti, “Bir sürü sorunuz olduğunu biliyorum.”
Hua Cheng kenarda kapıya yaslanıyordu, daha ziyade boş zaman öldürüyor gibi görünse de muhtemelen nöbet tutuyordu. Xie Lian da Guoshi'nin önünde düzgünce oturdu ve dengede kaldı, “Evet.”
Biraz duraksamadan sonra Xie Lian sordu, “İlk olarak, doğrulamak istiyorum. Jun Wu… gerçekten de yüzü olmayan beyaz ve Wu Yong’un veliaht prensi mi?”
“Şüpheye gerek yok. O.” Guoshi cevapladı.
“WuYong'un Veliaht Prensi ile hiçbir ilişkim yok, değil mi? Tamamen farklı iki insanız.” Xie Lian sordu.
“WuYong'un Veliaht Prensi ile tek ilişkin senin krallığını yok etmesi, XianLe.”
“…”
Xie Lian nazikçe sordu, “Ama Guoshi, daha önce bana yüzü olmayan beyazın kim olduğunu bilmediğinizi söylediniz. Onun benim yüzümden doğduğundan emindiniz.”
“Ekselansları, o zamanlar hakikaten onun olduğunu bilmiyordum.” Guoshi cevapladı, “Ben anlayana kadar artık çok geç olmuştu. Ve size onun sizin yüzünüzden doğduğunu söylemek yanlış değildi.”
“Bu tam olarak ne anlama geliyor?” Xie Lian sordu, “Ve daha öncekiyle aynı soru – neden XianLe'yi yok etmek istedi?”
Guoshi onun gözlerine baktı, “Sizin söylediğin bir cümle yüzünden.”
Xie Lian şaşırmıştı, “Söylediğim bir cümle mi? Ne cümlesi?”
“Kalp cennette, vücut cehennemde.” Guoshi cevapladı.
“…”
Xie Lian bir süre konuşamadı. Ardından kuşkuyla sordu, “… Bu mu yani?”
“Bu.”
“…Sadece bir cümle?” Xie Lian sorguladı, “Bu cümlenin nesi yanlış?”
Guoshi karanlık bir şekilde cevapladı, “Her şey, her şey bu cümleniz ile başladı.”
Xie Lian Guoshi’nin söyleyeceği şeyin sindirmenin zor olduğunu belli belirsiz söyleyebilirdi, Hua Cheng’i çağırmak istemişti ama Hua Cheng çoktan ona gelip yanına oturmuştu.
“TongLu dağındaki duvar resimlerini gördünüz, değil mi?” Guoshi sordu.
“Evet.” Xie Lian cevapladı, “O duvar resimlerini geride bırakan siz miydiniz?”
“Evet, bendim. Her TongLu dağı açıldığında gizlice sızardım; bir yandan yeni bir hayalet kralın doğmasını engellemek, diğer yandan WuYong krallığı ve WuYong veliaht prensiyle ilgili bilgileri diğerlerine kullanılabilecek her yolla iletmeye çalışmak amacıyla.
Xie Lian ciddi şekilde merak etti, “Neden direkt söylemiyorsunuz? Neden bu kadar dolambaçlı bir yol kullanasınız ki?”
“Ekselansları, Neden artık dünyada hakikaten WuYong krallığını bilen bir kişi bile olmadığını düşünüyorsunuz?” Guoshi sordu.
‌Xie‌ ‌Lian‌ cevap vermeden önce ‌Hua‌ ‌Cheng‌ konuşmuştu, “Bilen herkes temizlendi, değil mi?”
“Doğru.” Cevapladı Guoshi, “Eğer geride bırakılan ipuçları çok bariz olsaydı ya da direkt kelimelerle yayılsaydı ifşa olma tehlikesi altında olurdum. Görenler dünyadan silinebilirdi. Ne kadar insan olduğu önemli değil. Bir şehir kalesi olsaydı bile üç günde dümdüz edebilirdi. Şaka yapmadığımı bilmelisiniz.”
Tabii ki Xie Lian biliyordu. İronik bir şey olsa bile, bir zamanlar Jun Wu’nun düşüp hayalet olmak yerine yükseldiğine minnettardı, aksi halde dünya kaosa sürüklenirdi. Guoshi devam etti, “Bu yüzden hala bu dünyada olanları bilen kişiler olduğunu anlamasına izin veremezdim, ama yine de kabul etmeliyim ki bilen tek kişi bendim. Düşündüm ki yeterince dikkatli ve yeterince cesur insanlar doğal olarak doğruyu keşfedebilirlerdi. Onunla doğrudan savaşmaya gücüm olmadığından, akışına bırakacaktım.”
“Yıllar boyunca saklanıyor, koşuyor ve kendimi iyice gizliyordum. Sekiz yüz yıl önce neredeyse kaçamadığım o zaman hariç beni asla yakalayamadı. TongLu’nun kızıl ormanındaki ilahi tapınakta bıraktığım duvar resimlerini bulduğu için bu sefer yakalayabildi, ek olarak onun gerçek kimliğini tahmin ettiniz bu yüzden benim hala yaşıyor olabileceğimi anladı, ayrıca geride diğer insanların bilmesini istemediği birçok şey bıraktım.”
Xie Lian o anda TongLu’nun kızıl ormanlarındaki son ilahi tapınağı, son kalan duvar resimlerini ve en önemli kısımlarının çoktan birileri tarafından yok edildiğini hatırladı. Aynı zamanda Hua Cheng ve onun tapınakta birinin saklandığından şüphelendiklerini ve o kişiyi bulamadıklarını da. Şimdi tekrar düşündükten sonra yüzü olmayan beyazın ilahi tapınağın bir köşesinde saklanmış olma ihtimali vardı.
Xie Lian sordu, “Ama, Guoshi, neden kaçmak ve saklanmak zorundaydınız?”
Guoshi cevapladı, “Tabii ki de, şey… yüzünden”
“İhanet.” Dedi Hua Cheng.
Bu dediği kelime biraz ağırdı, Guoshi ona bir bakış attı ama Hua Cheng’in ifadesi değişmemişti “Ona ihanet ettiniz, değil mi?”
“Oldukça fazla.” Dedi Guoshi, “Bu yüzden.”
Xie Lian’a döndü, “nasıl söylesem, ekselansları…”
“Duvar resimlerindeki her şey doğru. WuYong’un saygın veliaht prensi WuYong krallığının tek ve yalnız güneşiydi. Senin XianLe veliaht prensi olduğun zamanlar, ne kadar şanlı ve yüceysen, o çok kez daha fazlaydı.”
“Ben ve üç akranım, yani dördümüz bir zamanlar onun tebaasıydık. Veliaht prens yükseldikten sonra bizi de yanına aldı ve böylece, çeşitli göksel varlıkların birçok formları ve renklerine tanıklık ettik. Abartısız, cennet aleminin tanrılar denizinde bile güneş gibiydi, o kadar parlıyordu ki yanındakiler rengini kaybediyordu.”
Guoshi konuşurken, bilinçsizce en küçük gülümsemelerden biri belirdi. Xie Lian, ‘ekselansları’ derken Yüzü olmayan beyaz ya da Jun Wu’dan değil, yıllar öncesinin veliaht prensi belirttiğini hissetti.
"Sanırım siz de bana geçmişte benzer bir şey söylemiştiniz." Dedi Xie Lian.
“Öyle mi? İnsanların yaşlandığı zaman hafızaları kötü oluyor”
“Evet. Ama bana onun yükselmediğini, öldüğünü söylediniz."
“Muhtemelen öyle çünkü onun yükselmemesini tercih ederdim.” Dedi Guoshi.
“Bunun nedeni TongLu Dağı'nın yanardağ patlaması mıydı?”
Guoshi sorusuna cevap vermedi ve sadece şunu söyledi: “Ekselanslarının ruhsal gücü çok fazlaydı.”
“Rüyasında WuYong'un geleceğinin bir ateş denizi olduğunu öngördü, bu yüzden insanlarını kurtarmanın yollarını düşündü. Eğer şimdi ben orada olsaydım, bunu yapmasına asla izin vermezdim. Ama o zaman hiçbirimiz olayların onların istediği gibi sonuçlanacağını düşünmemiştik. Biz sadece insanların öleceğini düşündük, kurtarmanın neresi yanlış?”
“Ama, bazı şeyler o kadar kolay değil.”
“Volkanın patlamasının engellenmesi imkansızdı ve kimsenin ölmesini istemedik, tek çözüm göçtü. Ancak etkilenen bölgeler çok büyüktü; bir veya iki kale şehri değildi. Soylular ve sıradan halk için en iyi yol diğer krallıkları istila etmek, yeni yerler almaktı, başka türlü o kadar insanın gelmesine diğer ülkeler izin vermezdi.”
“Ancak ekselanslarına göre bu bir seçenek değildi. Kan yalnızca savaşta dökülmeliydi, bir kere kan akmaya başladığında gözler kırmızılaşacak, insanları şiddete dönüştürecek ve insandan daha aşağı hale gelecekti.
“Yine de WuYong Krallığı birlikler gönderdi. Askerlerin gittiği yerlerde tek canlı bir ruh bırakmadılar. Amaç WuYong insanları için ‘temiz arazi’ olduğundan generaller diğer krallıkların vatandaşlarının katledilmesi emrini vermişti, ne kadar çoksa o kadar iyiydi, kanlar nehir gibi aktı, cesetler dağlar gibi yükseklere kadar yığılmıştı.
“Ekselansları bunu öğrendiğinde çok sinirlendi. Hepinizin gördüğü gibi savaş alanında yükseldi ve WuYong askerlerini cezalandırdı.”
Xie Lian bunun genç Jun Wu ile ve aynı zamanda yüzü olmayan beyazla ilgili olduğunu anladığında oldukça ilgisini çekmişti. Guoshi devam etti, “Ancak kızgın olan sadece o değildi. Tüm bu olay aynı zamanda WuYong'un soylularını ve bazı kesim insanları da kızdırdı. Çoğu ilahi tapınağa gitti ve ekselanslarına şunu sordular; biz sadece hayatta kalmak istedik. Daha fazla yere ihtiyacımız vardı, başka şansımız olmadığından diğerlerini işgal ettik, bu nasıl yanlış olabilir?”
“Bu meselenin etkisi bizim beklentilerimizi tamamen aştı, gittikçe daha ciddi hale geliyordu ve çoktan bazıları onun kutsal heykellerine saygısızlık yapılması için çağırılar yapıyor, tapınaklarını yakıyordu; ama ekselansları yine de buna göğüs germişti.”
“Dedi ki; eğer işgal edilen WuYong krallığı olsaydı onu savunmak için ölüme bile atlar, düşmanın krallık sınırına bir adım bile atmasına izin vermezmiş. Ancak kendisi olsaydı ala başkalarını işgal etmezdi. Önceden herkese savaşı terk etmelerini ve o bir şey inşa edene kadar beklemelerini önermişti –Cennete Uzanan Köprü.”
Guoshi yavaşça devam etti, “Ölümlüler diyarında artık onlara yer yok, o yüzden bir süreliğine onlara koruma olması için insanları cennete götürelim. Bu fikir pratik olarak imkansız olsa da dördümüz ekselanslarına tüm kalbimizle inandık ve yapabileceğine ikna olduk. Daha doğrusu, çabaladığı her şeye var gücümüzle destek olacaktık. Tabii ki diğer cennet mensupları aynı fikirde değildi.          Tüm cennet alemi buna karşı çıktı, ama ekselansları buna da dayandı.”
“Aynı anda üç şeyi üstlendi; cahil ve homurdanan WuYong insanları ve soylularının şikayetleri, cennetteki tüm tanrıların aralıksız öfkesi; ve o devasa Cennete Uzanan Köprü.”
Ancak Hua Cheng homurdandı, “Karşı mı? Muhtemelen buna sadece karşı çıkmıyorlardı.”
Guoshi yavaşça başını salladı, “Önemsiz bir muhalefet olsaydı, bunun bir önemi olmazdı. Ama…”
Xie Lian neler olduğunu belli belirsiz tahmin edebiliyordu ama yine de sordu, “Ama?”
Guoshi konuştu, “Köprüyü tamamen inşa etmek korkutucu ruhsal güçler ve muazzam derecede zaman gerektiriyordu, bu yüzden ekselansları rahatsız edilmemeliydi. Bir yere gitmeyi, bir şeyler yapmayı ve inanlarının dualarını dinlemeyi bıraktı. Yalnızca bir şeye odaklandı.”
“Ancak yalnızca bir şey yapan bir tanrı inananlarını sürekli tutamazdı. İlk gün köprü ile meşgul oldu, insanlar hala ona minnettardı ve onu hatırlıyordu; ikinci gün, üçüncü gün, dördüncü gün de aynıydı. Bir ay, iki ay hala onu hatırlıyorlardı ve ona minnettarlardı. Ancak zaman uzadıkça böyle devam edemezdi.”
“Volkan henüz patlamamıştı ama ekselansları bir şey yapmıyor ve güçlerini sessizce saklıyordu. İnsanlar onun eskisi kadar güçlü olmadığını düşünmekten ve artık kendilerini ona adamayı bırakmaktan başka bir şey yapamadılar. Böyle bir zamanda kaçınılmaz olarak yeni bir tanrıya tapılacaktı.”
“WuYong krallığının nüfusu çok fazlaydı, zenginlik bol olduğundan inananların inançlarının güçleri de oldukça güçlüydü. Majestelerinin o zamanlar nasıl zenginleştiği göz önüne alındığında bu açıkça görülüyordu. Bu güce ve varlığa uzun zamandır ağzının suları akan çok fazla cennet mensubu vardı, bu yüzden…”
Xie Lian anladı.
Konuştu, “bu yüzden… cennet mensupları bu avantajdan yararlandı, WuYong veliaht prensinin birlikleri geri çekerek düşüşünden bunalmış kırgın ve memnuniyetsiz WuYong insanlarını kullanıp onları baştan çıkarttılar, inananları ve ruhsal güçlerini bölüştüler… doğru mu?”
15 notes · View notes
isimsizbirsahistannotlar · 1 month ago
Text
Her bitiş bi' başlangıç falan değildir. Her bitiş bi' bitiştir... Şunu da unutmayın; tarih yalnızca mutsuzları yazar.
2 notes · View notes
toprakh · 3 months ago
Text
Tumblr media
Ben hep yalnızdım galiba... Taa küçücük çocukken başladı bu yalnızlık. Mahallede bir iki arkadaşım vardı sadece. Onlarla da onların zoruyla çıkıp oynardım. Tek başıma oyunlar oynamayı daha çok severdim. Okula başlayınca da samimi bir iki arkadaşım oldu,diğerleriyle çok muhatap olmazdım. Sabah erken giderdik okula ve evde ilk babam uyanırdı. Sabah namazı vaktinde uyuduğuna hiç şahit olmadım. Mekanı cennet olsun. Beni babam uyandırırdı. Sessiz sessiz kalkardım, kimse uyanmasın diye parmak uçlarıma basa basa hazırlanıp kahvaltı yapmadan harçlığımı alır çıkardım evden. Kimseye yük olmayı da pek sevmiyorum,bu ailem olsa dahi. Anneme, bana kahvaltı hazırla demeyi hiç düşünmedim bile. Çok erken gidiyorduk çünkü okula. Niye uyansın kadın. Okulda kek meyve suyu idare ederdim. Öğlen gelince yemeğimi yiyip yine çekilirdim köşeme. Hele kışları sobanın yanında belli bir yerim vardı benim,kimse oturmazdı oraya. Ya ödev yapardım ya da oyun oynardım kendi halimde.
Lisede il merkezinde evli olan abimin evinde kaldım. Zaten çok konuşkan bir tip değilim, bir de başkasının evinde kalıyor olmak iyice sıkıntıya sokuyordu beni. Mahallede zaten arkadaş ortamı yok. Okulda da sürekli şiir gecesi düzenleyen bir grubumuz vardı onların dışında kimseyle pek muhatap olmazdım. Zaten herkes kendi aleminde. Kimisi zengin çocuğu, kimisi okulu dersi pek takmayan tipler. Kafama göre olmayan kişilerle zaten mümkün değil merhabadan öteye geçemem.
Bir şekilde lise bitti. Üniversiteyi de Hatay' da okudum. İlk defa başka bir şehirde ailemden hiç kimse olmadan tek başıma yaşamaya başladım. Başlarda çok zorlandım, arkadaşların her biri ayrı şehir ve ayrı kültüre sahip. Hatay zaten başlı başına medeniyetler beşiği. Bir çok kültürün yaşam şeklini bir arada yaşadığım yıllar oldu üniversite. Eskiye nazaran biraz daha kalabalıktı hayatım. Ama taa çocukluktan bu yana kendime dahi itiraf edemediğim bir çok şey vardı kafamın içinde. Ve bunu kabullenmek için de demekki bazı şeyleri yaşayıp kendime gelmem gerekiyormuş. Belli yaşları geçmek,belli sıkıntılara katlanmak, belli acıları yaşamak gerekiyormuş.Kendime geldim mi peki? Tam olarak geldiğimi düşünmüyorum. Ama benim içimde başka bir yaşam arzulayan bir ben var, bunu biliyorum. Peki ne benim istediğim,arzuladığım,kafamın içinde sakladığım şey? Daha modern bir yaşam mı? Hayır. Daha zengin bir hayat mı? Kesinlikle hayır. Daha deli dolu, hiçbir şeyi takmayan bir insan olmak mı? Hayır. Galiba en önemli isteğim benim inancıma ve değerlerime hiç olmazsa saygı duyan, değer verdiğim şeyleri rahat bir şekilde paylaşabileceğim birilerinin var olduğu bir ortam.İnsan hep iyi yönlerini paylaşmak ister, ama ben kötü yönlerimi,eksiklerimi,yanlışlarımı kısaca her şeyi paylaşabileceğim bir ortam aradım. Çoğu insan iyi yönlerinizden, güzel huylarınızdan ziyade kötü yönlerinizi akılda tutup, zamanı gelince çok kötü bir şekilde kullanıyorlar. Şu ana kadar böyle bir ortamı yakalayabilmiş değilim malesef. Çoğu zaman yalnız kalıp kendi kendine muhakeme yapmak dahi bir çok insanla muhatap olmaktan daha iyi geliyor bana. Bu zamana kadar yaşadıklarıma "vardır bunda da bir hayır" demekten başka çarem yok galiba. En büyük pişmanlığım, hak etmeyen insanlara karşı fazla tolerans göstermiş olmam,fazla sabır göstermiş olmam. Olmuyorsa oldurmaya çalışmış olmam. En önemlisi de kendime haksızlık etmiş olmam.
#H.
13 notes · View notes
efekanyucel · 4 months ago
Text
Yapboz çözüldü, oyun bitti.
11 notes · View notes
benimsadeceben · 4 months ago
Text
Oyun bitti, maskeler indi şimdi hesaplaşma vakti
19 notes · View notes
birguzelllincirkini · 5 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Babalar ve Kızları.
Şu güzelim manzarada az kahve içelim dedik.
Yan masada bir baba ve kızı tartışıyordu.Anlaşılan uzun zaman aradan sonra bir araya gelmişler.
Kız İstanbul'da yaşayan bir dansçıymış.
Babasına aslında ne kadar başarılı işler yaptığını hatta Zeynep Bastık tarafından taktir edildiğini falan söylüyordu .
Sonra bir anda hareretli tartışma.
Benim sana ihtiyacım yok,yurt dışına gidicem ,Sen zaten hiç bir zaman hayatıma giren insanları sevmedin..Ereni hiç taktir etmedin bak arabası var uluslar arası bir şirkette çalışıyor falanlar.Heryeri geziyor Bu hayata canım acıdığında hiç bir zaman anne demedim hep baba dedim falanlar.Senden artik bir beklentim yok cart curt..
Baba ise ben senin eğitimin için nelere katlandım iyi bir iş iyi bir kariyerin olsun diye.Kaç defa okul değiştirdin nerde bir it kopuk var aldın bana getirdin.Madem ki hayat benim dedin al yaşa dedim.Şimdi mızmızlanma seçimlerinin bedelini öde falan
Neyse kahvemiz bitti ve kalktik.Baktım kızın yanında birde minak bir kız var,5-6 yaşlarında,konuşulanlarla ilgilenmiyormuş gibi yapip kendi kendine oyun oynuyor.
O minik kızın yalnızlığını nedense içime dokundu..
Onu bunu bilmiyorum ana herkes ürememeli
12 notes · View notes
leilamirze · 2 years ago
Text
Oyun bitti aşko başa dön🦦
70 notes · View notes
senaldemir · 2 years ago
Text
baharı severdim geldi bak nerdesin, bitti mi oyun?
70 notes · View notes
isimsizbirsahistannotlar · 2 days ago
Text
Şimdilerde ise sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Eskisi gibi gelmiyorsun aklıma. Unutuyor muyum artık yoksa?...
1 note · View note