#Hasan Sabbah
Explore tagged Tumblr posts
mielli-miella · 8 months ago
Text
Şeytan bile istiyor imza.
1 note · View note
marcogiovenale · 6 months ago
Text
"the night won't end: biden's war on gaza" / fault lines. 2024 [at 'al jazeera english']
As Israel’s bombing campaign continues in Gaza and the humanitarian crisis deepens to catastrophic levels, the Biden administration has not wavered in its support for Israel. United States weapons transfers – from 2,000-pound bombs to artillery shells and tanks – have been a crucial part of the Israeli military campaign. Fault Lines worked with journalists in Gaza to profile three families as…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
tgrailwar-zero · 2 months ago
Note
code cast: ask admin(); Priority
Charlemagne is declaring war on the Solar Cell and it begins in the morning.
There was an attempted assassinated on Charlemagne by the Hasan-i-Sabbah. While they successfully fatally wounded him, he was able to preserve his spirit in his proxy, Carolus-Tilpinus, and has been stabilized using that body as Carolus Rex Magnus.
He has left the hotel he was staying at, stating that his contract with the Lair Servants and the Heavenly Divinity are null. He believes you sent the Assassins after him and he will begin the war in the morning. We know you didn’t get Assassin to do this, but he left before we could say so.
I am sorry we failed to prevent this.
12 notes · View notes
leitoracomcompanhia · 2 months ago
Text
Tumblr media
Hassan, filho de Ali Sabbah
"Quando encontro um homem digno de confiança, falta-lhe ambição e desconfia das coisas do poder; e, quando me aparece um homem pronto a atirar-se ao primeiro cargo que lhe ofereço, a sua prontidão inquieta-me."
Amin Maalouf, "Samarcanda"; pintura de Abu'l-Hasan Sani al-Mulk.
2 notes · View notes
sonicblueartist · 1 year ago
Text
I just learned that assassins become a thing in Persia and Syria. They were muslims and their biggest aim was to destroy the Great Seljuk State. The Assassins, founded by Hasan Sabbah, played an active role in 1090 - 1273. The Assassins, or the Assassin Order, lived in the inaccessible Alamut Castle, on top of a steep cliff.
This is a big thing for me actually. I dunno if you guys knew this already but... yeah.
19 notes · View notes
tamamita · 2 years ago
Note
could one describe hasan-i sabbah as a wizard?
Well no, since he would kill you on the spot if you practiced magic
26 notes · View notes
entelektia · 1 year ago
Text
Hasan Sabbah Kimdir? ve Alamut Kalesi
Tumblr media
Hasan Sabbah'ın Kökenleri ve Eğitimi Doğum Yeri ve Ailesi Hasan Sabbah, 1046-1047 veya 1053-1054 yıllarında Kum, İran'da doğdu. On iki İmam Şiiliği'nin merkezlerinden biri olan bu şehir, Sabbah'ın ilerleyen yıllarda dini eğitim almasında etkili oldu. Babası Ali bin Muhammed, On iki İmam Şiiliği'nin önemli isimlerinden biriydi, ve bu aile bağlamı Hasan Sabbah'ın erken dönem eğitimine önemli bir katkı sağladı. Dini Eğitimi ve İslamî Ilımlılık Hasan Sabbah, babası tarafından On iki İmam Şiiliği'nin öğretileriyle büyütüldü. Ancak, hayatının erken dönemlerinde dini bir öğrenci olarak, İslam dünyasında farklı bir mezhep olan İsmaililikle tanıştı. Kum'dan Rey'e gitmesi ve orada İsmaili mezhebinin etkisi altına girmesi, Sabbah'ın dünya görüşünde önemli bir dönüm noktasıydı. Dinî Eğitim Arayışları ve İsmaililiğe Geçiş Hasan Sabbah, din âlimi olma yolundaki arayışlarında Rey'den ayrılıp Irak'a gitmiştir. Irak'ta, On iki İmam Şiiliği'nden İsmaililik mezhebine geçiş yapmıştır. Bu dönem, Sabbah'ın dünya görüşünü değiştiren önemli bir dönüm noktasıdır. İsmaililik, On iki İmam Şiiliği'nin alt bir mezhebidir ve Hasan Sabbah, bu mezhepte derinleşerek farklı bir perspektif kazanmıştır. Irak Bölgesindeki Etkinlikleri ve Abd'ûl-Melik İbn Attaş'ın Tavsiyeleri Sabbah, İsmaililikle tanıştıktan sonra Irak bölgesi başdaisi Abd'ûl-Melik İbn Attaş'ın dikkatini çekti. İbn Attaş, Sabbah'ın yeteneklerini fark ederek ona Müstansır'ın yanına gitme ve İsmaililik üzerine daha fazla eğitim alma tavsiyesinde bulundu. Bu, Sabbah'ın öğrenim yolculuğunu derinleştirdiği ve İsmaililik öğretilerini daha fazla anlamaya başladığı bir süreçti. İsfahan ve İslam Dünyası Genelinde Propaganda Faaliyetleri Sabbah, İbn Attaş'ın yönlendirmesiyle İsmaililik propagandasını yayma misyonuna devam etti. İsfahan civarında iki yıl boyunca İbn Attaş'ın vekili olarak faaliyet gösterdi. Ardından, Azerbaycan, Musul, Sincar, Rahbe, Şam, Sayda, Sur ve Akka üzerinden 1078 yılında Kahire'ye ulaştı. Bu süre zarfında İslam dünyası genelinde, özellikle Deylem bölgesinde, İsmaililik propagandasını aktif bir şekilde sürdürdü. Gilân ve Mazenderan'daki Çalışmaları Deylem bölgesi, İslam'ı zorla kabul etmeyen, dirençli ve eski geleneklere bağlı bir halkın kontrolündeydi. Sabbah, özellikle Gilân ve Mazenderan bölgelerinde çalışarak dağlardaki savaşçıları etkilemeye çalıştı. Bu bölgelerdeki faaliyetleri, İsmaililik mezhebinin etkisini artırdı ve Nizârî-İsmaili Devleti'nin temellerini atmaya yönelik önemli adımlarını attı. Alamut Kalesi'nin Kuruluşu ve Özellikleri Hasan Sabbah'ın Alamut'u Seçişi Hasan Sabbah, faaliyetlerini daha etkili bir şekilde sürdürebilmek amacıyla Alamut Kalesi'ni seçti. Bu kale, geniş bir vadiye hakim konumda, büyük bir kayalık üzerine inşa edilmişti. Alamut, stratejik konumuyla ve doğal savunma özellikleriyle dikkat çekiyordu. Alamut'un Coğrafi Konumu Alamut Kalesi, Elburz Dağları'nda, İran'ın Kazvin kentinin yaklaşık 60 km kuzeydoğusunda yer almaktadır. Yüksekliği yaklaşık iki bin metreye kadar çıkan bu kale, yalnızca sarp ve dolambaçlı bir patikadan ulaşılabilen bir konumda bulunmaktadır. Kale Mimarisinin Özellikleri Alamut Kalesi, sadece doğal zorluklarla değil, aynı zamanda mimari özellikleriyle de ünlüydü. Kale, geniş vadiye hükmeden kayalık bir zirvede inşa edilmişti. Rivayete göre, kale Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmişti. Bu efsaneye göre, kral, eğitimli kartalını salmış, kartal bu kayalığa konmuş ve kral da böylece kalenin yapımına başlamıştı. Alamut Kalesi'ne, "kartalın öğretisi" anlamına gelen "Aluh Amut" adı verilmiştir. Savunma ve Tahkimat Hasan Sabbah, Alamut Kalesi'ni ele geçirdikten sonra, kaleyi ele geçirilemeyecek ve uzun süreli kuşatmalara dayanacak bir şekilde tahkim ettirdi. Yüksek kayalıklar, sarp yollar ve sağlam duvarlar, kaleyi dış saldırılara karşı savunmasız hale getiriyordu. Ayrıca, yiyeceklerin uzun süre bozulmaması için özel depolar inşa ettirerek, kaleyi kuşatmalara karşı daha dirençli hale getirdi. Alamut Kalesi'nin İç Yapısı Alamut, Sabbah'ın liderliği altında Nizârî-İsmaili Devleti'nin askeri ve idari merkezi oldu. Sabbah'ın iddialarına göre, Alamut'ta 34 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşamıştır. Kale içindeki yapılar, müritlerin barınması, eğitilmesi ve yönetilmesi için tasarlanmıştır. Alamut, Nizariler'in lideri olan Sabbah'ın merkezi haline geldi ve buradan yönetilen suikastçılar, Haşhaşinler, özel görevlerini gerçekleştirmek üzere eğitildiler. Alamut Kalesi'nin Stratejik Önemi Alamut Kalesi, stratejik konumu ve savunma avantajlarıyla birlikte, Hasan Sabbah'ın liderliği altında Nizârî-İsmaili Devleti'nin merkezi haline gelmiştir. Bu kale, düşman saldırılarına karşı dirençli olmanın yanı sıra, Sabbah'ın eşsiz liderliği ve öğretileriyle de tanınmaktadır. Marco Polo'dan itibaren, Batı'da "Dağın Yaşlı Adamı" olarak anılmıştır. Suikastçılar ve Hasan Sabbah'ın Taktikleri Suikastçılar, Hasan Sabbah'ın önderliğinde özel olarak eğitilmiş bir grup casustan oluşan bir istihbarat ekibidir. Alamut Kalesi'nin merkezinde faaliyet gösteren bu suikastçılar, Hasan Sabbah'ın benzersiz taktikleri ve liderlik stratejileriyle öne çıkarlar. Hasan Sabbah'ın kurduğu tarikatın suikaste dayanan askeri taktikleri, Nizârî-İsmaili Devleti'nin güçlü bir şekilde varlığını sürdürebilmesine katkıda bulunmuştur. Suikastçılar, özel eğitimleri sayesinde düşmanlarını etkili bir şekilde ortadan kaldırma yeteneğine sahipti. Bu taktikler, genellikle gizli ve beklenmedik saldırıları içeriyordu, bu da düşmanları korkutarak ve zayıflatılarak Nizârî-İsmaili Devleti'nin çıkarlarına hizmet etmiştir. Hasan Sabbah'ın liderliğindeki suikastçılar, Alamut Kalesi'nin savunulmasında kilit bir rol oynadı. Kale, stratejik konumu ve sarp coğrafyası nedeniyle doğal bir savunma avantajına sahipti, ancak suikastçılar, içeride ve dışarıda düşmanlarına karşı etkili bir şekilde hareket ederek bu avantajı daha da güçlendirdi. Suikastçılar, Hasan Sabbah'ın emirleri doğrultusunda hareket ederken, düşmanlarını öldürerek ve sabotaj yaparak Nizârî-İsmaili Devleti'nin güvenliğini sağlamak için faaliyet gösterdiler. Bu taktikler, Hasan Sabbah'ın liderliğindeki devletin varlığını sürdürebilmesi ve düşmanlarına karşı etkili bir şekilde direnmesi için kritik bir rol oynadı. 1124 yılında ölen Hasan Sabbah, ölümünden önce halefi olması için Kiya Buzrug Ummid'i seçti. Alamut Kalesi'nin liderliği, onun ölümünden sonra da devam etti, ancak Hasan Sabbah'ın etkisi ve liderliği unutulmaz bir miras olarak kaldı. Read the full article
2 notes · View notes
tawakkull · 2 years ago
Text
ISLAM 101: Spirituality in Islam: Part 72
Part 2
The manifestation of the Name the All-Outward as Divine religious commandments finds its greatest representative and implementation in the political leader of Muslims, while that of the Name the All-Inward is represented by the spiritual Pole, who is the commander of the realm of spiritual truths. The outward is the manifestation of the inward in the corporeal realm, and the inward is the inner dimension of the outward. If the “All-Hidden Treasure,” which is inward, had not manifested Itself, It could not have been known, nor would all those dazzling beauties throughout the universe have been observed, nor could the meanings in the horizon of the Name the All-Inward have been read. The Treasure of the inward has breathed itself out through the outward, which has consequently become an ornate envelope for the inward. It is a multi-dimensional, splendid envelope, which is described in Imam al-Ghazzali’s famous saying: “It is not probable that there is a universe more beautiful than the present one.”
Despite the clarity of the matter, some deviating ideologies—which have tried to distort even matters that are so clear that there can be no different understanding or interpretation—have separated the outward from the inward and made strange, unreasonable, and religiously unacceptable interpretations of the inward, thus attempting to muddy Islamic thought. Many such distorted interpretations have their sources in ancient Greek philosophy, Indian belief and thought, Hermeticism, and the doctrines of the Sabaeans. Whether knowingly or unknowingly, many of us Muslims have been influenced by such distorted thoughts and approaches and have suffered doctrinal deviations.
Some among the Muslims have labeled with literalism and belittled the manifest commandments of the Qur’an and the Sunna and the sincere, scholarly deductions concluded from these two basic sources by the profound, righteous scholars in the early centuries of Islam. Carried away by the desire to make fantastic interpretations, they have even attempted to give different, unacceptable meanings to the fundamental, explicit rules and principles of Islam. They have regarded Prayer as the way followed by the common people to reach God and claimed that it is not necessary for those who “have followed the way of inwardness and reached God.” They have also looked upon the Prescribed, Purifying Alms with the same distorted approach, considered the Pilgrimage as an attempt by the common people to be united with God, seen Fasting as meaningless suffering, viewed avoidance of the religiously forbidden things as folly, and tried to drive everyone to what is nearly a bohemian life.
Such approaches and considerations were first produced in such currents or centers as Jami’ism, Adhamism, Haydarism, Babaism, Shamsism, Qarmatism, and certain schools of Ismailism, and then transported, to some extent, into some Sufi lodges and madrasas. They have interpreted the Qur’an and Prophetic Traditions arbitrarily, considering even the explicit verses of the Qur’an and Prophetic Traditions as symbolic expressions, interpreting them like interpreting dreams. Such movements of dissent and corruption, which began with Ibn Saba’, were continued in increasing dimensions by Maymun of Ahwaz, and grew into flames with Barqai; they became so great a problem that they shook Islamic life at its foundations with Hasan Sabbah. Finally, everything ended in complete freedom from religious responsibilities.
According to such approaches, the explicit meanings of the Qur’anic verses and Prophetic Traditions are not valid and should never be followed. Continuing with this argument, what we must regard and follow are the inner, esoteric meanings, and only those who are specialists in the esoteric dimension of the Religion can know them. They also claim that believing that God has Attributes means accepting as many gods as the number of Attributes that have been ascribed to Him. All-Glorified He is, and absolutely exalted, immeasurably high above all that they say (17: 43). They also claim—God forbid such claims!—that God is powerful not because He has Power but because He gives others power—I do not even know what they mean by such assertions. They consider other of His Attributes from this viewpoint.
Like other false beliefs and thoughts which have been inherited from ancient philosophers, the so-called “Doctrine of Ten Intellects” is one of their false doctrines. According to this, God first created a First Intellect, and then, through this, a First Soul. When the Soul demanded the perfection of the Intellect, it needed an action, which, in turn, caused the generation of celestial spheres. The movement of these spheres generated coldness, heat, moisture, and dryness. These “four basic elements” caused the coming about of three earthly classes of existent things and/or beings, namely inanimate objects, vegetation, and animals. According to this view, this process continued until humankind came into existence. We seek refuge in God from such corrupt thoughts.
Referring existence to a First Intellect and substituting the Prophets for what some call the Perfect or Universal Men is something that is common to all false systems of beliefs and thoughts. We should add to these two assertions their fully esoteric interpretation of the Qur’an and the Sunna. Furthermore, some other assertions, or doctrines, or practices, such as giving letters meanings that are incompatible with the Shari’a or sound reason, pursuing wonder through abstruse or ambiguous expressions, giving a sense of mystery to whatever they do with ceremonies resembling those of some secret societies, and pretending to do all such things for the sake of the Religion and religious life have deceived the masses, who are unaware of the essential reality of the Religion and religious life.
Their incorrect interpretation of religious worship and obedience and their attitudes giving the impression that they are encouraging sin and immorality have made many people indifferent to good moral standards and religious rules, finally leading to anarchy. Since such approaches corrupt hearts and spirits gradually, those who are unaware of the spirit of the Religion have fallen into this accursed net unawares, and have not been able to recover. What follows are some indications of this dangerous process:
Recognition and choice: Recognizing and choosing the targeted person well as far as their capacity for understanding is concerned. Simple-minded ones who have no correct knowledge of the Religion and are able to be deceived are chosen. Gradual education and training: Conquering the hearts of the audience through gradual education and training. Throwing into doubt: Causing the audience to doubt the truths and cardinal beliefs of the Religion, and directing them to rituals other than the worship of God. Dependence: Making the acceptance of candidates dependent on certain conditions. Holding one’s tongue: Getting candidates to promise that they will never tell their secrets. Persuasion: Persuading candidates that whatever they hear from the leader is a Divine inspiration. Separation: Causing those who are believed to be fully aware of the “esoteric dimension” of the Religion to ignore the apparent meanings of the Qur’an and to abandon the daily religious practices. Complete freedom: Leading candidates to a belief in complete freedom from religious responsibilities. The truth is that, like creation, the Religion has both outward and inward dimensions for the Unique, All-Absolute One is both the All-Outward and the All-Inward. Nothing in and concerning existence is unknown to Him, because He is the All-Outward; He is also the All-Inward, therefore He has full knowledge of whatever concerns humans during their whole lives, decreeing good for the good, righteous ones, and punishment for the evil, sinful ones as declared in: (The will of) God came upon them from where they had not reckoned (it could come) (59: 2).
As mentioned above, the Religion of Islam has both outward and inward dimensions based on its two basic sources, the Qur’an and the Sunna, and on the principles deduced from them by eminent scholars in the early ages of Islam. The Shari’a has rules and principles for perfect spiritual education, and it disciplines people with respect to their feelings, thoughts, attitudes, and actions. In addition, it contains necessary knowledge for the entire life of humans with all its aspects. For example, it provides sufficient rules for human religious responsibilities, such as physical purification, the Prayer, fasting, the Prescribed Purifying Alms, Pilgrimage, and jihad (striving in God’s cause); in addition, daily acts or transactions, such as buying and selling, employment, commerce, business, building and running companies, and administration are covered by the Shari’a, as well as penalties, whether those established by God Himself in the Qur’an, or by the Messenger in the Sunna, or by scholars based on the unchanging principles laid down by the Qur’an and the Sunna. These constitute the outward aspect of the Shari’a. The Shari’a also has rules and principles for the mental and spiritual education and perfection of humans, expressed in certain concepts such as confirmation, belief, certainty, sincerity, knowledge of God, love of God, submission to God, placing one’s trust and reliance in God, commitment and resignation to God, recitations, repentance, penitence, and contrition for errors, reverence and fear of God, patience, contentment, nearness to God, intense love for God, ecstasy, immersion in God, modesty, exaltation and glorification of God. These constitute the inward aspect of the Shari’a. There is no and can never be conflict between the outward and inward aspects of the Shari’a. Rather, the two are dimensions of a single reality and they complement each other.
On the Sufi way, initiates ignore their existence with respect to their egos or annihilate their egos in God’s Existence. They are content with God’s decrees and faithful to their promises, paying no attention to anything other than God and inwardly burning with the yearning to observe the Divine “Face” in the other world. Nothing here is contrary to the principles that have been established by the Qur’an and the Sunna. On the contrary, these are the rules that ought to be observed so that we can lead a life at the level of the heart and spirit. They are originally based on the Qur’an and the Sunna.
In short, a religious life is incumbent upon every responsible being, and it is only possible by following the Shari’a. Metaphysical discoveries and spiritual pleasures are favors that come in return for the sincerity of initiates without their demand. Following the Shari’a and reaching a certain level of spiritual life or spiritual profundity are not mutually exclusive; rather, they complement one another as two dimensions of the same reality.
What an initiate first feels of the inward is certain manifestations of the Divine Names and Attributes. This has been called “the inward relative.” So long as an initiate advances toward the end of this spiritual journey, manifestations from the Realm of Divine Essence begin to invade their conscience. This state has been called “the most inward within the inward.” There are many who reach the horizon of the inward, but few can go deep into “the most inward of the inward” and, therefore, few have knowledge of the mysteries of Divinity.
Let us put an end to this highly subtle, ambiguous matter with the comprehensive approach of Bediüzzaman Said Nursi. According to him, the outward dimension of creation is called the mulk (the corporeal dimension of the Divine kingdom), while its inner dimension is the malakut (the absolute, incorporeal dimension of the Divine kingdom). The relationship between a human being and his or her heart is an example of these two aspects or dimensions of existence or the Divine kingdom. With respect to the corporeal dimension, a human being is an envelope and the heart is its contents. With respect to the absolute, incorporeal dimension, the heart is an envelope while the human being is the contents. This same relationship also exists between the Supreme Divine Throne and the universe. The Supreme Divine Throne is a combination of the manifestations of the Divine Names the First, the Last, the All-Outward, and the All-Inward. With respect to the Divine Name the All-Outward, the Supreme Divine Throne represents the mulk and is the envelope of creation, while with respect to the Name the All-Inward, It is the malakut or the heart or contents of creation, and the universe is the mulkor the envelope. Considering the Divine Name the First, the Supreme Divine Throne is indicated by His Supreme Throne was upon the water (11: 7), which points to the beginning of existence. In respect of the Divine Name the Last, the ceiling of Paradise is the Supreme Throne of the All-Merciful, which alludes to the finality of everything. As a result, being the combination of the manifestations or the all-encompassing mirror of the Divine Names the First, the Last, the All-Outward, and the All-Inward, the Supreme Divine Throne encompasses the whole universe.
O God, the Lord of the seven heavens and the Lord of the Supreme Throne, our Lord and the Lord of everything; the One Who sent down the Torah, the Gospel, and the Qur’an; the Splitter of the grain and fruit stone—there is no deity but You! I seek refuge in You from the evil of everything, which You hold by its forelock.
You are the First, without any preceding You; You are the Last, there is none to succeed You. You are the All-Outward, with none being above You; and You are the All-Inward, with nothing more penetrating than You. Forgive us whatever evil we have done, so that You may not call us to account for anything. Surely You are powerful over everything, and ever responsive to calls. And bestow blessings and peace upon our master Muhammad and his Family and Companions, altogether.
3 notes · View notes
thoughttraill · 2 years ago
Text
Hasan Sabbah
Ortaçağ dönemine damgasını vuran pek çok ilginç karakter bulunmaktadır ve bu karakterlerin arasında Hasan Sabbah, oldukça gizemli ve etkileyici bir figür olarak öne çıkmaktadır. Hasan Sabbah, Alamut Kalesi'nin lideri ve Haşhaşin örgütünün kurucusu olarak tanınır. Özellikle Batı'da "Haşhaşinlerin lideri" olarak bilinen Sabbah, tarih boyunca birçok efsanenin ve hikayenin konusu olmuştur. Peki, Hasan Sabbah kimdi ve nasıl bir etki bıraktı?
Hasan Sabbah, 1050 yılında İran'ın Rey şehrinde doğmuştur. İyi bir eğitim almış ve felsefe ile ilgilenmiştir. Özellikle İsmaili mezhebine bağlı olan Sabbah, Nizârî İsmaililik hareketine liderlik etmiştir. İsmaililik, Şii İslam'ın bir koludur ve İsmaili mezhebi, imamların soyundan gelen İmam İsmail'e özel bir önem atfeder. Hasan Sabbah da bu mezhebin lideri olarak, örgütünü güçlendirmek ve hedeflerini gerçekleştirmek için önemli adımlar atmıştır.Hasan Sabbah'ın en önemli başarılarından biri, Alamut Kalesi'ni ele geçirmesi olmuştur. Alamut Kalesi, bugünkü İran topraklarında bulunan ve stratejik bir konuma sahip olan bir kaledir. Sabbah, bu kaleyi ele geçirerek bölgedeki siyasi ve askeri gücünü artırmış ve Haşhaşin örgütünü buradan yönetmiştir. Haşhaşinler, zamanlarının en tehlikeli suikastçıları olarak bilinirler ve Sabbah'ın liderliği altında önemli suikast eylemlerine imza atmışlardır.Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, siyasi amaçlarını gerçekleştirmek için korku taktiğini kullanmışlardır. Örgüt üyelerine, ölümle sonuçlanabilecek görevler verilir ve bu görevleri başarıyla tamamlayanlar cennete gitme vaadiyle ödüllendirilirdi. Buna karşılık, görevlerini yerine getiremeyenler ya da örgütten ayrılmaya kalkanlar ise ölümle cezalandırılırdı. Bu yöntem, hem düşmanlarını korkutmak hem de örgüt içindeki itaati sağlamak için kullanılan bir stratejiydi.Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, özellikle Haçlı Seferleri döneminde Batı Hristiyanları arasında büyük bir korku ve dehşet yaratmışlardır. Haşhaşinler, düşmanlarına karşı suikastlar gerçekleştirerek etkili bir şekilde savaşmışlardır. Sabbah'ın liderliği altındaki örgüt, hedeflerine ulaşmak için cinayetleri bir araç olarak kullanmış ve bu sayede rakiplerini sindirmiş ve korku salmışlardır.Hasan Sabbah'ın etkisi sadece siyasi ve askeri alanda kalmamıştır. O aynı zamanda bir düşünürdür ve felsefi görüşleriyle de dikkat çekmiştir. Sabbah, öğrencilerine gizemli bir eğitim verir ve onları felsefe, bilim, sanat ve ahlak konularında yetiştirirdi. Bu eğitim, öğrencilerinin düşünsel yeteneklerini geliştirmelerini sağlamış ve Haşhaşinlerin entelektüel bir elit olmalarını sağlamıştır.Hasan Sabbah'ın etkisi ve Haşhaşinlerin faaliyetleri, zamanla mitolojiye ve efsanelere konu olmuştur. Örneğin, "Haşhaşin" kelimesi günümüzde uyuşturucu anlamında kullanılsa da, aslında Haşhaşinlerle ilişkisi bulunmamaktadır. Bu yanlış algı, Hasan Sabbah ve örgütü hakkındaki efsanelerden kaynaklanmaktadır. Öte yandan, Sabbah'ın "Cennet Bahçeleri" olarak bilinen güzel ve gizemli yerlerde gençleri eğittiği iddiası da efsaneler arasında yer alır.Hasan Sabbah, 12. yüzyılda ölmüştür, ancak onun ve Haşhaşinlerin mirası ve etkisi hala günümüzde tartışılmaktadır. Sabbah'ın liderlik yetenekleri, siyasi stratejileri ve etkileyici kişiliği, tarihçiler ve araştırmacılar tarafından incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Onun hikayesi ve etkisi, Ortaçağ dönemine ve siyasi entrikalara ilgi duyanlar için hala büyük bir ilgi kaynağıdır.Sonuç olarak, Hasan Sabbah gizemli bir figür olmasına rağmen, tarihte önemli bir etki bırakmış bir liderdir. Alamut Kalesi'nin lideri ve Haşhaşinlerin kurucusu olarak, siyasi arenada güçlü bir pozisyon elde etmiştir. Onun liderliği, suikast eylemleri ve korku taktiği, düşmanlarına büyük bir korku salmış ve Batı dünyasında efsanelere konu olmuştur. Bugün bile Hasan Sabbah ve Haşhaşinler hakkında yapılan araştırmalar ve tartışmalar devam etmektedir. Onun felsefi ve düşünsel yaklaşımları, öğrencileri üzerindeki etkisi ve eğitim sistemi hala merak edilen konulardır.Hasan Sabbah'ın etkisi, sadece siyasi ve askeri alanda değil, aynı zamanda kültürel ve sanatsal alanda da hissedilmiştir. Haşhaşinler, çağdaşlarından farklı bir yaşam tarzı benimsemişler ve güzellik, estetik ve sanatın önemini vurgulamışlardır. Bu nedenle, Hasan Sabbah ve örgütü, Ortaçağ İslam dünyasında ilham verici bir figür olarak kabul edilmiş ve edebiyat, şiir, müzik ve mimaride de yansımaları olmuştur.
Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, tarihte sadece bir dönemin figürleri olarak değil, aynı zamanda daha genel anlamda güç, liderlik, fanatizm ve örgütlenme konularında da önemli birer örnek olarak değerlendirilebilirler. Onun liderlik tarzı ve örgütlenme yetenekleri, günümüzdeki liderlik çalışmaları ve stratejileri üzerinde de düşünmemizi sağlar.
Ancak, Hasan Sabbah ve Haşhaşinler hakkında yapılan araştırmalarda ve kaynaklarda dikkatli olunması gerekmektedir. Zira efsaneler ve mitler, gerçeklerden ayrılmış ve tarihi kaynaklara dayanmayan hikayeler ortaya çıkmış olabilir. Bu nedenle, onun hakkında yapılan çalışmalarda objektiflik ve tarihçi kaynaklara dayanma önemlidir. Sonuç olarak, Hasan Sabbah ve Haşhaşinler, tarih boyunca ilgi çeken ve merak uyandıran bir figür olmuşlardır. Onun liderlik yetenekleri, siyasi stratejileri ve etkileyici kişiliği, bugün bile araştırmacılar, tarihçiler ve sanatçılar için bir ilham kaynağı olmaktadır. Hasan Sabbah'ın yaşamı ve etkisi, Ortaçağ döneminin karmaşık siyasi atmosferindeki önemli bir köşe taşı olarak değerlendirilebilir ve tarihçiler tarafından incelenmeye devam edecektir.
2 notes · View notes
dog-uncrushed · 8 months ago
Text
Tumblr media
Hasan-i Sabbah
0 notes
zonerobotnik · 11 months ago
Note
I already do.
[I have studied religions and mythology from a scientific perspective, I have read every religious work I could get my hands on.
I have a vastly different relationship to religious themes than you.]
Yeah, like how you're perfectly comfortable talking about religion and I am not.
[Ghosts of religious figures for an instance.
Just imagine the spectre of the witch hunters like Heinrich Kramer or Pierre de Lancre.
Or religious cult leaders like Hasan-i Sabbah.
How such people react to being ghosts and in the spirit world and not in heaven.]
I wouldn't even DREAM of including real people in my works, because I'd be terrified of misrepresenting them, especially religious figures.
[Can't you see the appeal?]
Not at all. Nope. In fact, I am very uncomfortable about it.
[Deeply religious people being proven wrong in the afterlife is hilarious.]
But trying to write them is not. It's anxiety-inducing.
[Hell, do you have any idea how many stories there are about ghostly apparitions of nuns, monks and priests in Europe?]
They're certainly fascinating, but I don't write about real-life people. Ever.
[This is a marvelous theme that has to be explored.]
Then explore it yourself and leave me out of it.
0 notes
actnaturalpresents · 11 months ago
Text
0 notes
webseriesviral · 2 years ago
Photo
Tumblr media
Real Life History & Inspirations Explained In 2016, the movie Assassin's Creed was released, based on the concept of the hit action-adventure video game of the same name, and just like its predecessor, the film also has ties to real history and events. The first Assassin's Creed game came out in 2007 and follows Desmond Miles, a man who uses a machine called an Animus to access the memories of his ancient ancestor in 1191. By doing this, Miles unravels a major conflict between the Order of Assassins and the Knights Templar, and as his assassin ancestor, must fight for relics called Pieces of Eden and kill nine of his enemy targets. While the first Assassin's Creed game was rooted in the Third Crusade, later iterations of the game explored other global conflicts. When it comes to the 2016 movie, this theme remained the same. In the film, Michael Fassbender's Cal Lynch is kidnapped by the Abstergo company and forced to connect with his 15th-century ancestor in order to find the Apple of Eden. Set between the present day and the Granada War, Assassin's Creed maintains the same historical roots as the video game and in fact, is based on real events. Though Assassin's Creed 2 never happened, that film would have also done the same with a potential Cold War setting. SCREENRANT VIDEO OF THE DAY SCROLL TO CONTINUE WITH CONTENT 4 The Real Life Assassins Who Inspired Assassin's Creed First and foremost, Assassin's Creed has an array of assassin characters, all of whom connect to a specific historical time and group. Specifically, the assassins are representative of the real-life Order of Assassins, or simply. the Assassins. The Order of Assassins were a Nizari Isma'ili group, active between 1090 and 1275 CE, with the specific task of killing enemies of the Isma'ili state. Led by Hasan-i Sabbah, the order was located in fortresses throughout present day Iran and carried out a series of murders targeting major Christian and Muslim Crusader leaders. In this way, the Order of Assassins posed a significant threat to powerful authorities of the time. Among the larger Order of Assassins, only one specific group, the fida'i, actually completed the killings ordered by Sabbah. They typically committed their murders in public to enforce a state of terrorism and often used weapons such as daggers, nerve poison, or arrows. Some Assassins were deemed so loyal that they would willingly jump to their death if ordered, paralleling Assassin's Creed's "leap of faith" action. Although the real Order of Assassins were wiped out during the Mongol Invasion of Persia, the video game supposes how the group would continue on throughout history if they had survived. 3 The Granada War: Assassin's Creed Movie's Real Life Conflict The Assassin's Creed movie was filmed in Spain and revolves around Cal Lynch in the current day, and his ancestor, Aguilar de Nerha in 1492. Historically, the film is based around the Granada War and Aguilar's position within it. In particular, when Aguilar is accepted into the Assassin Brotherhood, he is given the task of protecting the prince of Granada and his family from the Templar Order. While the film includes a quest to find the fictional Apple of Eden, which is in the possession of Sultan Muhammad XII, the roots of the conflict are mostly tied to reality. Related: Netflix's Assassin's Creed Must Avoid The Movie's 1 Big Mistake The Granada War was a ten-year conflict between Catholic Isabella and Ferdinand of Castile and the Muslim dynasty of Granada. As the last remaining Muslim state in the Iberian Peninsula, Granada was a target for its Castilian neighbors, and as the prosperous area struggled due to civil wars, Castile took its chance and began seasonal attacks on Granada for the next decade. Ultimately, Castile won this conflict, annexing Granada into itself. This war is a perfect fit for the Assassin's Creed franchise film as the conflict has a basis in religious differences wherein the Order of Assassins and the Knights Templar each have a historically accurate side to fight for. 2 The Real Life Muhammad XII of Granada In Assassin's Creed, Muhammad XII of Granada is the father of Prince Ahmed, who Aguilar is ordered to protect throughout the film. Additionally, Muhammad has the Apple of Eden which modern-day Abstergo is after, and which Aguilar eventually retrieves, and later, hands off to Christopher Columbus. Although Muhammad's role in the end of Assassin's Creed is reliant on his possession of the Apple, in real life, he played a major role in the conflict between Castile and Granada. Overall, Muhammad XII of Granada was the last Muslim ruler of Granada and the Iberian Peninsula. Muhammad XII first became the Sultan of the Emirate of Granada in 1482 when he succeeded his father due to overwhelming court intrigue and unrest. However, Muhammad's reign was cut short the following year when, trying to make a name for himself, attempted to invade Castile and was captured. Later, after making a deal with the Castilian Catholics, Muhammad returned to his throne in 1487, wherein Granada was slowly taken by Castile. In 1492, Muhammad XII was forced to surrender Granada to Castile, and he was consequently exiled to Morocco. 1 The Real Life Tomás de Torquemada & What Happened To Him According to Assassin's Creed, Muhammad XII's enemy was not Isabella and Ferdinand of Castile, but Tomás de Torquemada, the first Grand Inquisitor of the Tribunal of the Holy Office, otherwise known as the Spanish Inquisition. In the film, Tomás leads the Knights Templar along with the Inquisition and kidnaps Prince Ahmed so that Muhammad XII will offer up the Apple of Eden in exchange. Although Tomás did not play a role in the real Knights Templar, or have a connection to the Order of Assassins, his villainy was certainly real, which is why he appears both in Assassin's Creed and the 2009 game Assassin's Creed II: Discovery. As previously mentioned Tomás de Torquemada led the Spanish Inquisition from 1483 to 1498. The Inquisiton used all methods of torture and murder to convert Spanish citizens to Catholicism, meaning Tomás was an arbiter of painful and cruel death. In particular, he used a public ritual, the auto-da-fé, which included a procession that often ended in death by burning. Eventually, Tomás retired to a monastery and held his position as Grand Inquisitor until his death in 1498. All in all, the separates histories of Tomás de Torquemada, Muhammad XII, and the Order of Assassins all intersect to create the foundation of Assassin's Creed. [ad_2] Read More
0 notes
paraspandaras · 4 years ago
Text
... Bilinç seviyesi ne kadar düşerse fanatiklik o kadar artar. Kısacası ben insanlığı iki temel gruba ayırırım. Birinci grupta neyin ne olduğunu bilen bir avuç insan vardır. Diğer gruptaysa hiçbir şeyin farkında olmayan kitleler. Birinci grup liderlik etmek, ikinci grupsa onları izlemekle yükümlüdür. Birinci gruptakiler anne babalara, ikinci gruptakiler de çocuklara benzer. İlki hakikate asla ulaşılamayacağını bilir, ikinci ise ellerini uzatarak hakikate koştuğunu sanır. Bu durumda ilk gruptakilerin diğerlerinin zihinlerini masallarla, hayal ürünü hikâyelerle doldurmakdan başka çaresi var mıdır? Yalan söyleyip kandırmaktan başka ne gelir elinden? ...
(Vladimir Bartol - Alamut)
32 notes · View notes
aklingolgesi · 4 years ago
Text
TARİHİN İLK SUİKAST TİMİ: HASAN SABBAH VE HAŞHAŞİLER | MESELE
TARİHİN İLK SUİKAST TİMİ: HASAN SABBAH VE HAŞHAŞİLER | MESELE
Dönemin süper güçlerinden olan Büyük Selçuklu’ya bir avuç adamla kafa tutmuş ve Sultan Melikşah,  Nizamülmülk gibi devlet büyüklerine yapmış olduğu suikastlarla bir döneme damga vurmuştu. Tarihin ilk suikast örgütünü kuran “Şeytani Zeka”nın sırlarla dolu hayat hikayesi: Hasan Sabbah               Haşhaşiler örgütünü kuran ve ölene kadar liderliğini yapan Hasan Sabbah tarihteki ilk suikast…
Tumblr media
View On WordPress
5 notes · View notes
frjunior · 4 years ago
Text
Kimdir Hasan Sabbah?
"Sır saklamayı iyi bilir ama sonra da bu sırrı sana karşı kullanır."
Tumblr media
7 notes · View notes