Tumgik
#Azatlı
yakazakalb · 1 year
Note
Kudüs'e gidip ne yapacaksın?
Kudüs'e gitmeyip ne yapalım diye sorayım sayın anonim ben de size.
Kudüs'e gitmeyecekse bir müslüman, Kudüs'e gidip onlarca peygamberi (aleyhimüsselam) mekanında ziyaret etmeyecek, peygamberimiz (sav)in mîracının hatırasını yâd eylemeyecekse İbrahim, Süleyman, Yahya, Zekeriyya peygamberlerin tevhid mücadelelerine yakînen şahitlik etmeyecek de ne yapacak. Hepsinden önemlisi müslüman kardeşlerinin yanında onların davasına sahip çıkmak için gitmesin de ne yapsın...
Eyfel kulesine, çin seddine, mısır pramitlerine mi gitsin. Evet oralara gidebilir kültür gezisi yapabilir. Ama Kudüs'e gitmek ibadettir .
Hz. Peygamber’in azatlı hizmetçisi Meymûne (r.a.): “Yâ Rasûlallah! Beyt-i Makdis’e gidip gitmeme hakkında bize ne buyurursunuz?” dedi. Allah Rasûlü: “Gidin ve orada namaz kılın!” diye cevap verir. Fakat o zaman orada (Bizans ile Persler arasında) savaş vardı ve bunu dikkate alan Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Şayet oraya gidemez ve orada namaz kılmazsanız, bari oranın kandillerini aydınlatacak yağ gönderin!” buyurdu.” (Ebû Davûd, Salât 14)
Ebû Hüreyre (r.a.) Hz. Peygamber’in (s.a.s.) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“(Namaz kılıp daha fazla sevap almak için) Ancak şu üç mescide yolculuk yapılabilir: Benim bu mescidime, Mescid-i Haram’a ve Mescid-i Aksâ’ya.” (Müslim, Hac, 511)
***
Mescid-i aksanın kurtuluşu demek ümmetin zincirlerini kırması bir ve beraber olması demek diye düşünüyorum... Kudüs'e mescidi aksaya gitmek imkânı olan her müslümanın yapması gerken bir vazifedir.
Rabbim nasip etsin. Rabbim başta Kudüs'ün ve tüm ümmetin özgürlüğünün görmeyi tez zamanda nasib etsin...
14 notes · View notes
yalnzardc · 1 year
Text
ABBASİLERİN İLK HALİFESİ: ES-SEFFAH (H. 132-136)
Abbasoğullarının ilk halifesidir. İsmi, Ebu'l-Abbas Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbâs b. Abdulmuttalib b. Haşim'dir.
Balka civarındaki Hamime'de doğdu. Orada büyüdü. Kufe'de 132 senesinde Rabiulevvel ayında kendisine biat edildi, annesi Rabtatu'l-Harisiyye'dir.
Seffah, Cüdriy'de yüz otuz altı senesinin Zulhicce ayında vefat etti.
MANSUR EBU CAFER ABDULLAH (H. 136-158)
Ebu Cafer el-Mansur; Abdullah b. Muhammed b. Ali b. Abdullah b. Abbas'tir. Annesi, Berberî ve ümmü veleddi.
Doksan beş senesinde doğdu.
Kardeşinin onu veliaht göstermesiyle halife oldu.
mükemmel bir akla sahipti. İyi bir ilim ve edebiyat katılımcısıydı.
Mansur, hicri yüz otuz yedi senesinin başlarında hilâfete geldi.
141 senesinde reenkarnasyon olduğuna inanan Ravendive fıkrası ortaya çıktı. Mansur onları öldürdü.
Abbasilerle Aleviler arasında fitneyi çıkaran ilk kişi Mansur'dur.
Müneccimlere yaklaşan ve yıldızların ilmiyle amel eden ilk halife Mansur'dur. İlk defa onun için Süryaniceden ve diğer yabancı dillerden kitaplar Arapçaya çevrildi.
Yine ilk defa azatlı kölelerini vali olarak atayan ve onları Araplara tercih eden kişidir.
Kadılık için Ebu Hanife'yi -Allah rahmet etsin- dövdüren odur. Onu hapsetti, bundan birkaç gün sonra Zulhicce ayında hacca giderken çölde vefat etti.
Onun zamanında fethedilen yerler :
Taberistan fethedildi.  Kıbrıs gazası yapıldı. Risafe şehri kuruldu.
MEHDİ EBU ABDILLAH MUHAMMED B. MANSUR (H. 158-169)
Mehdi'nin ismi, Ebu Abdillah Muhammed b. Mansur'dur.
Yüz yirmi yedi veya yirmi altı senesinde Eydec şehrinde dünyaya geldi.
Annesi Ummü Musa bintu Mansur el-Humeyriyye'dir.
Mehdi fazlasıyla cömert ve onurlu biriydi. Şekli güzeldi.
Zındık ve ateistlere reddiye için ilk olarak cedel kitaplarını tasnif etmeyi emreden odur.
Mehdi delikanlılık çağına gelince, babası onu Taberistan ve ötesindeki bölgeye emir olarak tayin etti. Orada eğitim aldı.
Sonra babası onu veliaht olarak atadı. Babası ölünce ona biat edildi.
Hicri 169 senesinde vafat etti.
Onun zamanında fethedilen yerler :
Hindistan'dan Erbed,
2 notes · View notes
goceciblog · 2 months
Text
Köylülerin Azmiyle Felaketin Eşiğinden Dönüldü: Edirne'de 10 Bin Dönüm Alan Yandı
Edirne’de çıkan yangın, dört köyün sınırlarını tehdit ederken, köylülerin ve ekiplerin birlikte gösterdiği çaba sayesinde daha büyük bir felaket önlendi. Orhaniye köyünde başlayan yangın, rüzgarın etkisiyle hızla yayılarak Karakasım, Elçili ve Azatlı köylerini de etkisi altına aldı. Yangının neden olduğu zararın boyutu ise köy halkının özverili çalışmaları sayesinde sınırlı kaldı. Edirne’nin…
0 notes
tripuck · 2 months
Link
0 notes
hasanakbal19 · 2 years
Text
MÜJGÂN
Bitmesin dediği ‘’Çile’’, en içli zaman da Müjgân’ı aleviyle kavurmuştu. Kahroluşunun ispatıydı acı hatıraları. Ne yağan yağmur, ne de geceyi örten beyaz ölüm dindirememişti onun acısını. Ruhunun derinliklerinde yaşadığı kıyamet ‘‘Benden’’ soyutlamıştı. İki kişiye yer yoktu o bedende. Kaderin nasipsiz mevsiminde öncesini, sonrasını düşünmeden ve hatta düşündürmeden azatlı kölesi ilan etmişti…
View On WordPress
0 notes
kunyekultursanat · 2 years
Text
MÜJGÂN
Bitmesin dediği ‘’Çile’’, en içli zaman da Müjgân’ı aleviyle kavurmuştu. Kahroluşunun ispatıydı acı hatıraları. Ne yağan yağmur, ne de geceyi örten beyaz ölüm dindirememişti onun acısını. Ruhunun derinliklerinde yaşadığı kıyamet ‘‘Benden’’ soyutlamıştı. İki kişiye yer yoktu o bedende. Kaderin nasipsiz mevsiminde öncesini, sonrasını düşünmeden ve hatta düşündürmeden azatlı kölesi ilan etmişti…
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years
Text
Niğde Azatlı Belediyesi memur alacak
Niğde Azatlı Belediyesi memur alacak
Niğde Azatlı Belediyesi memur alacak Niğde Azatlı Belediyesi memur alımı yapılacaktır. AZATLI BELEDİYESİ İLK DEFA ATANMAK ÜZERE MEMUR ALIMI İLANI Niğde Azatlı Belediye Başkanlığı bünyesinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak istihdam edilmek üzere; “Mahalli İdarelere İlk Defa Atanacaklara Dair Sınav ve Atama Yönetmeliği” hükümlerine göre aşağıda unvanı, sınıfı, derecesi, adedi,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mnsrykt · 3 years
Text
Zeynep Binti Cahş radıyallahu anha
Peygamber aleyhisselamın halasının kızı idi. Şehitlerin efendisi Hamza radıyallahu anh dayısıdır. Bu şerefli soyuna rağmen Peygamber aleyhisselam efendimiz onu azatlı kölesi Zeyd bin Harise ile evlendirmek istedi. Razı olmadı. Bunun üzerine "Allah ve Peygamber'i bir şeye hükmettiği zaman, mü'min erkek ve kadına artık işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz." âyeti indi. Emre uyup evliliğe razı oldu. Bir yıl kadar evli kaldılar. İkisi de evliliği kaldıramadıkları için Zeyd onu boşadı.
Çok geçmeden Peygamber aleyhisselam efendimiz, Allah'ın emri ile onu kendisine eş edindi. Allah'ın emri, Cebrail'in şahitliği ile 'Peygamber Hanımı' oldu. Sadaka vermeye düşkündü. Onun sadaka düşkünlüğüne Peygamber aleyhisselamın diğer hanımları da hayrandı. Miskinlerin anası olarak biliniyordu. Gece gündüz ibadetle meşgul l olurdu. Ölüm döşeğinde son vasiyeti şöyle olmuş:
"Ben kefeni hazırlamıştım. Halife Ömer benim için kefen gönderirse, benim hazırladığım kefeni, henüz beni yıkama işini bitirmeden sadaka olarak verin." Peygamber aleyhisselamın hanımları içinde hicretten sonra illk vefat eden, o oldu."
21 notes · View notes
kadertango · 2 years
Text
Ali bin Ahmed bin Said ibn Hazm d. 7 Kasım 994, Kurtuba - ö. 16 Ağustos 1064) Endülüslü-Arap felsefeci, tarihçi, fakih ilahiyatçı ve Şair. İbn hazm ez-Zahiri diye ün yapmıştır. Bir azatlı kölenin torunudur.
Batıda eserleri bir çok dile çevrilmiş. İtalya, Rusya, İspanyolca, Fransızca, Japonya.......
Ne yazık ki Türkçeye bu yüzyılda çevrilmiş. Kitap üç bölüme ayrılmış, İbni Hazm'a göre 10 tanesi, aşkın kaynaklarına, 12 bölüm aşkın araz (belirtilerine) 16 bölüm aşka içeriden gelen bela ve afetlere, son bölüm Endülüs edebiyatı ve İbn Hazm
Erich Fromm" "Sevme Sanatı"Sigmund Freud "Aşkın Psikoljsi" batılı felsefe ve düşünürlere verdiğimiz önemi inşallah doğu kültürüne ve İslam felsefecilerine de verme gayreti yaşarız.
Güvercin gerdanlığı güvercinlerin boynunda bulunan halka biçimindeki tüylerdir. klasik islâm edebiyatında, boyna geçen ve ölünceye kadar çıkmayan 'aşk zinciri'nin sembolüdür. endülüs'lü filozof ibni hazm sevgiye ve sevenlere dair öykü ve şiirleriyle kalbe dokunmuş, insanı başka alemlere götürerek duygu, betimlemeler ile soyut, edebi ve felsefi yönden mantığın dile gelmiş hali diyebiliriz
Kitap kişilik eğitimi için benzersiz bir sanat eseri niteliğini taşımakta, o kadar benzersiz ve eşsiz yazılmış ki bir öykü ve öyküye yazılmış şiir ve kasideden oluşmaktadır. Sayfadan sayfaya geçmek için sabırsızlandım.
Alıntılar
Hemen hemen hiç değişmeksizin çoğu kez aşkın dış güzelliğe bağlanmasını sağlayan neden , ruhun kendisinin bizzat güzel olmasıdır . Bu nedenle ruh güzel olan herşeye hemen tutulur ; güzel ve hoş motiflere karşı bir eğilim gösterir . Güzel bir şey gördüğünde hemen ona bağlanır; biçimin ötesinde , kendisiyle uyuşan bir çizgi ayrımsarsa, işte o zaman birleşme meydana gelir. Gerçek aşk da budur zaten. Şayet, görünenin ötesinde kendisiyle uyuşabilen en ufak bir nitelik göremezse, sevgisi bu dış biçimden daha ileriye geçmez. Sadece bedensel bir arzu olarak kalır. Gerçekte, dış biçimler ruhların birbirlerinden ayrılmış parçaları üzerinde etkin bir çekim gücüne sahiptir.
Bir aşkın benim içimi yakması için, belli bir zamanın geçmesi, benim ona onun bana karşı sürekli bir bağlılık hissetmemiz, hayatın acı ve tatlı bazı şeylerini aramızda paylaşmış olmamız gerekir.
Benim düşünceme göre aşk, ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir. Bu birleşme onların en yüksek temel ögelerinde meydana gelir. Beraberlik ve ayrılığın, varlıkların birleşimi ve ayrışımıyla ilgili olduğunu biliyoruz. Her şekil kesinlikle kendine uygun olan şekli
çağırır; onu arar. bulur. Herşey misli mislinedir. Aramızda karşıtların birbirini ittiğini benzerlerin birbirlerini çektiğini, hemcinslerin birbiriyle uyum sağladığını bilmeyen yoktur.
Niçin aynı durumlar ruhlar için sözkonusu olmasın? Allah Adem 'in eşinde bulacağı ısınmanın nedenini Havva 'nın kendisinden bir parça bulmasında kılmıştır.
Kuşkusuz zevklerin ve eğlencelerin bir sonu var; ama işlenen günahların doğurduğu olumsuz sonuçlar ve onların utancı hiç tükenmez.
En değerli Aşk Yüce Allah'ın aşkında buluşup birleşenlerin aşkıdır.
Tumblr media
11 notes · View notes
teneres · 4 years
Text
Birşeyin hakikatini öğrenmek için O'nun kaynağına, ilk çıkış noktasına inmeniz gerekir. Böylece o şey zaman içinde değişimlere uğramış olsa bile aslını bilir, hakikatine uygun tespitler yapabilirsiniz. İslamiyet içinde bu böyledir. Allah, her evin çatısına bir Kitab indirmeye yahut her insana aynı anda kelamını vahiy olarak ulaştırmaya muktedir olandır. Ancak O, bir elçi seçmiş ve bu elçiyi destekleyen insanlar olmuştur. Bu elçi, direkt Yaratıcı'dan aldığı emirler ve yönlendirmelerle insanları bir yaşam tarzına davet etmiş, bunu da ilk önce kendi benliğinde, ailesinde, akrabalarında ve yaşadığı toplumda uygulayarak örnek olmuştur. Böylelikle günümüzde yaşandığı gibi herkes eline mushafı alıp hırsızın cezası şudur, kadın/erkek şöyle giyinmelidir, savaş/barış şu şartlarda olmalıdır gibi hem %100 uygulanması mümkün olmayan hem de yine tıpkı şuan yaşandığı gibi binbir çeşit görüşün çıkması gibi bir durum yaşanmamış oldu. Elçi (Rasul) gönderilmesinin bir sebebi belki de en önemli sebebi de böylece anlaşılmaktadır. Elçiler, Allah'tan gelen vahyi sadece aktaran(tebliğ) postacılar değil, aksine bunların nasıl anlaşılması gerektiğini açıklayan (beyan) ve uygulayan (usvetun hasene) şerefli kimselerdir. Bundan sonra ise Allah'ın kulları için uygun gördüğü hayat tarzının toplumda sürdürülebilir olması gerekir. Bunun içinde Elçi'ye ilk inanan, devamlı O'nunla beraber bulunup O'nun davasını/misyonunu aynen uygulayan kimseler olmuştur. Bunlar da hem kendi ailelerine hem de isteyen herkese bunu miras bırakmıştır. İşte Ehli Sünnet vel Cemaat'in oluşumu, önemi ve tanımı budur.
Video da ki şahıs, kendi menhecinin (dini anlama ve yaşama metodu) bu olduğunu söyle ispatlıyor; bu inanç esasları ve anlama metodu Şerhus Sunne isimli kitabın sahibi İmam Berbehari'den geliyor. O, İmam Mervezi'nin öğrencisiydi; İmam Mervezi, İmam Ahmed b. Hanbel'in öğrencisiydi. İmam Ahmed, İmam Şafii'nin; İmam Şafii, İmam Malik'in; İmam Malik Abdullah ibn Ömer ibn Hattab'ın azatlı kölesi Nafi'nin; Nafi, Abdullah ibn Ömer ibn Hattab'ın ve O'da Allah'n elçisi olan Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)'in öğrencisiydi. Rasulullah ise direkt Allah'tan öğreniyordu.
İşte akide ve menhecimiz budur.
Dipnot; İmam Malik'ten , Rasulullah'a kadar giden silsile, hadis ilminde "ALTIN SİLSİLE" olarak bilinir. Yani o kanaldan ve kişilerden nakledilmiş hadisler direkt ahkam ve amel noktasında hüccet kabul edilir
9 notes · View notes
caginmumineleri · 6 years
Text
Tumblr media
Emevi döneminde halifelik yapmış olan Ömer bin Abdullaziz kendisine Halifeliği ilk vermek istediklerinde bunu kabul etmek istemedi ancak orada bulunan emirler bunu kabul etmedi ve ona biat ettiler. Evine gittiği zaman azatlı kölesi onu pek kederli ve düşünceli görmüş ve: "Bu halinizin sebebi nedir?" diye sorunca Ömer bin Abdullaziz şöyle dedi: "Doğudan batıya kadar olan Ümmet-i Muhammed'in hukukunu yerine getirme vazifesi bana verildi. Bundan büyük endişe edecek şey olur mu..."
Yönetim ciddi bir sorumluluktur. Tarihimizde Allah'tan korkan yöneticilerin bu sorumluluktan ne kadar kaçındıklarını, mecburen bu sorumluluğu aldıklarında ne kadar hassas davrandıklarını görüyoruz. Peki ya şimdi? Yöneticilerimiz aldıkları sorumlulukların farkındalar mı? Bu işi gerçekten Ümmeti Muhammed’in hayrı için göğüslüyorlar yoksa dünyevi çıkarlar mı güdüyorlar? Bu sorunun cevabını arıyorsak dönüp İslam coğrafyalarına bakalım. Kan revan olmuş, katledilmiş minik bedenler, ırzı kirletilmiş Müslüman kadınlar, yağmalanmış İslam toprakları size gereken cevabı verecektir!
7 notes · View notes
gazetesence · 2 years
Text
60 yıllık eşini av tüfeğiyle vurup intihar etti
60 yıllık eşini av tüfeğiyle vurup intihar etti
İddiaya göre, Havsa İlçesine bağlı Azatlı köyünde oturan alzaymır hastası olduğu öğrenilen Yusuf Akbaş, eşi Hasibe Akbaş (81) ile henüz bilinmeyen nedenle tartıştı. Tartışmanın kavgaya dönüşmesi üzerine yaşlı adam evdeki av tüfeğiyle eşi Akbaş’a ateş etti. Daha sonra aynı tüfekle kendisini vuran Akbaş olay yerinde, eşi Hasibe Akbaş ise sağlık ekipleri tarafından kaldırıldığı Trakya Üniversitesi…
View On WordPress
0 notes
yalnzardc · 1 year
Text
Hz Ali Radıyallahuanh'ın nesebi  :
Hazreti Ali bin Ebû Talib bin Abdülmuttalib bin Haşim bin Abdümenaftır. Ve Emirü'l-Müminin
Hazreti. Ali orta boylu, sarı gözlü, etine dolgun, başının ön kısmı savaşlardan berelenmişti
Şehit edildiği gün altmış üç yaşındaydı. Hilafeti dört yıl, dokuz ay sürdü
Eşleri :
Hazreti Fatımatü'z-Zehra'dan (r.a.) sona birbirinin ardınca dokuz hatunla evlenmişti. Hazreti Fatima'nın sağlığında, hiçbir hatunu ona ortak olmadı.
1. Kilaboğulları'ndan Hizam bin Rebia bin Halid'in kızı Ümmü Mena'yı aldı.
2. Temimoğulları'ndan Halidoğlu Mes'ud'un kızı Leyla'yı aldı.
3. Asım kızı Esma'yı aldı.
4. Bir kişinin Ümmü Veledi olan Ümmü Habib'i aldı.
5. Ebi'l-As bin Rebia'nın kızı Ümame'yi aldı.
6. Hem de Hanifoğulları'ndan Cafer bin Kays'ın kızı Havle'yi aldı.
7. Hem de Ürve bin Mes'ud'un kızı Ümmü Sa'd'ı aldı.
8. Yine Kilaboğulları'ndan İmriü'l-Kays bin Adiyy kızı Ümmü Muhtarı aldı.
Emirü'l-Müminin Hazreti Ali şehit edildiği gün üç hatunu kalmıştı. Birisi Esma, birisi Ümmül Benin ve birisi de Havley'di.
Çocukları :
Emirü'l-Müminin Hazreti Ali'nin Hazreti Fatımatü'z-Zehra (r.a.) ile başka hatunlarından on beş oğlu oldu.
Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, Hazreti Muhsin Hazreti Fatima'dandı. (r.a.). Hazreti Muhsin yaşamadı, öldü.
Hazreti Abbas, Hazreti Cafer, Hazreti Abdullah, Hazreti Osman, Ümmül Benin'dendir.
Abdullah, Cafer ve Osman Kerbela olayında büyük kardeşleri Hazreti Hüseyin'in önünde şehit edildiler.
Üç oğlunun adı da Muhammed'di. Birisi Muhammed-i Ekber ki, Muhammed bin Hanife diye meşhurdu. Ca'fer kızı Havle'dendi. Bu havle, Hanifoğulları'ndandı.
Ve biri de Muhammed Evsat'tı ki Ebû As Kızı Ümame'den doğmuştu.
Ve birisi de Muhammed-i Esgar'dı ki Esma'dandı.
Ümmü Habib'den Amr adında bir oğlu vardı.
Dört oğlunun adı zikredilmemiştir.
Ve on sekiz de kızı vardı.
İki kızı Fatıma'dandı. (r.a.) Birisi Zeyneb-i Kübra ve birisi de Ümmü Gülsüm'ü Kübra idi.
Öteki iki kızından birisinin adı, Remile'ydi. Birisi Remiletü'l-Kübra, öbürü de Remiletü'l-Suğra idi. Bunlar da Ümmü Said'dendi.
Hazreti Ali (r.a.) öteki beş kızı da azatlı hatunlarındandı.
Kalanı da Ümmü Veled'lerindendi. Bu kızlarının da adları şöyleydi. Ümmü Hani, Müymune, Zeyneb-i Kübra, Zeyneb-i Suğra, Fatima, Umame, Hadice, Ümmü Seleme, Ümmü Şükür, Ümmü Cafer, Hamame, Ümmü Müseyyeb
ve bir de küçücük kızı vardı. Adı Harise'ydi. Ümmü Muhar'dan doğmuştu
Hz Ali Radıyallahuanh'ın şehadeti :
Onu öldürmek üzre Abdurrahman b. mülcem ramazan ayının 17. Cuma gününü kararlaştırdı ve küfe de de beklemeye başladı. Kendisine verdan ve şebib b. nahve adında iki adam da yardımcı olmak üzre anlaştılar.
Hz Ali radıyallahuanh o hün mescide girince Abdurrahman onun ardınca yürüdü ve sırtına zehirli kılıç vurdu. O yakalanırken hz Ali'yi evine götürdüler.3 gün sonra vefat etti.
Onun ardından hz. Hasan radıyallahuanh'a biat ettiler.
6 notes · View notes
pusancatholic · 2 years
Text
Vahim olay! 60 yıllık eşini av tüfeğiyle vurup, intihar etti
Vahim olay! 60 yıllık eşini av tüfeğiyle vurup, intihar etti
Olay, Havsa ilçesine bağlı Azatlı köyünde meydana geldi. 7 çocuk sahibi Yusuf Akbaş ile eşi Hasibe Akbaş, konutlarında yalnız bulundukları sırada ortalarında şimdi belirlenemeyen nedenle tartışma çıktı. Bir müddettir ruhsal tedavi gördüğü belirtilen Yusuf Akbaş, tartışma sırasında meskendeki av tüfeğini alarak eşine ateş açıp yaraladıktan sonra tıpkı silahı göğsüne dayayıp ateşledi. Yaralanan…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
kerbelafaciasi · 3 years
Text
İSYAN
Hani b.Urve’nin İbni Ziyad tarafında dövülüp; ağzından, burnunda kan akar halde hapse atıldığını görenlerin içinde ehl-i beyt taraftarlarından Abdullah b.Hâzım da vardı.
İbni Urve hapse atıldıktan sonra atına binip Müslim b.Akil’in yanına vardı. Durumu ona bildirdi.
Hani b. Urve’nin fen halde dövüldüğü; ağzından, burnundan kan akar halde hapse atıldığı haberi duyunca Murad oğulları kadınları ağlaşıp bağrışmaya, üst baş yırtmaya, kendilerini yerden yere atmaya, ağıtlar yakmaya başladılar.
“-Vah ki vah! Aldanıp aldatılıp gitti. Vah ki vah! Urve’nin oğlu kaybolup gitti” diye bağrışıp ağlaşıyorlardı.
Müslim b. Akil ortaya çıkarak:
“-Ya Mansur emit” diye seslendi.
Yanındakiler de öyle seslendiler.
Bunu işiten Kufeli ehl-i beyt taraftarları da seslendi.
Ya Mansur, emit sesi dört yandan yankılandı.
Bu; ehl-i beyt taraftarlarına “toplanın” alarmı idi.
Halk Müslim b.Akil’in etrafına toplandı.
İçlerinde böyle bir kalkışma sırasında ne yapacakları, nasıl davranacakları iyice öğretilip ezberletilmiş casuslarda vardı.
Müslim b.Akil kurgulanan oyundan habersiz Kinde ve Rebia kabileleri adına bir bayrak bağlatıp bayrağı Ubeydullah b. Amr b. Uzeyr’ül-Kindi’ye verdi.
Ona:
“-Sen piyadeleri al, onların başında bulun” dedi. Onu piyadelere komutan yaptı.
Zamanla kalabalık artınca Temim ve Hemedan kabileleri adına bir, Medineliler adına bir bayrak daha bağlatıldı.
Temim ve Hemdan kabileleri bayrağı İbn-i Sümame’tül-Saidi’ye, Medineliler adına bağlatılan bayrak ise Abbas b.Cade’tül-Cedeli’ye verildi.
Valinin köşküne doğru yola çıkıldığında dört bin kişi kadardılar.
Köşke varınca dört bin kişiden üç yüz kişi ancak kalmıştı. Diğerleri birer ikişer yolda savuşmuşlardı.
Mevcutla köşkü sardıktan sonra yine nida ettiler, halkı yanlarına çağırdılar. Kısa denebilecek bir zamanda her yer halkla doldu.
Fakat bunlar kılıçların parıltısını görünce kaçacak kuru kalabalıktı.
Gelenlerin çoğu İbni Ziyad’ın köşkünü yağma edeceklerini zanneden çapulcu güruhuydu.
Akşama kadar kalabalık arttıkça arttı.
İbni Ziyad Köşkünün kapılarını sıkıca kapattırmıştı ama güçlü bir korku içindeydi.
Köşkün içinde koruyucular muhafızlar dâhil iki yüz kişi kadardılar. Müslim b.Akil ve yanındakilerin köşke girip onları yok etmeleri işten bile değildi.
İçeridekiler damlara çıkmışlar köşkü saranlara taş kiremit yağmuruna tutuyorlardı.
Bu hengâmede Kufelilerden bir kaçı öldü, Müslim b.Akil’de yaralandı.
Bu durum akşama kadar devam etti.
Kuşatılmışlardan halkını çok iyi tanıyanlardan biri olan Şebes b.Rib’i:
“-Siz sabredip akşama kadar bekleyiniz. Bunların hepsi akşama kalmaz dağılır” diyordu.
İbni Ziyad halk kolayca dağılsın, kaçıp gitsin diye kapalı tuttuğu Kufe kapılarını açtırdı.
Sıra Müslim taraftarlarının içine karıştırılmış ehl-i beyt taraftarı gibi görünen, gizliden gizliye çeşitli söylentiler çıkararak halkın moralini bozan, dağılıp gitmelerini telkin eden, sebat edenlerin ailelerine baskı kuran casuslara gelmişti.
İbni Ziyad halkın arasında dolaşıp duran casusların başı durumundaki Kesîr b. Şihap b Husayn’a haber gönderip:
“-Sen ve adamların Mezhıç kabilesinden sizlere yakın olup da bu işe karışanların yanlarına gidiniz. Bir yolunu bularak onları korkutunuz. Müslim’den ayrılmalarını sağlayınız.
Bunu yaparlarsa sorumlu tutulmayacaklarını, aksi tutumda ısrar ederlerse çok kötü şekilde cezalandırılacaklarını, çoluk çocuk ayırmadan ailelerinin yok edileceklerini bildiriniz.
Söylediklerinizde bu sözleri diğerlerine iletsin. Aynı soydan olduğunuz için onlar size inanırlar” diye emretti.
İbni Ziyad yanına bulunan Kufe ileri gelenlerinden Ka’ka b.Şevr, Şebes b.Rib’i, Haccar b.Ebcer ve Şimr b. Zilcevşen’i yanına çağırarak aynı şeyleri onlara da emretti.
Onlarda gizli bir kapıdan çıkıp halkın arasına karıştılar.
İbni Ziyad her ihtimale karşı yanında bulunan Kufe ileri gelenlerinden; kendilerine sadık yakınlarını, azatlı kölelerini toplayıp bir kuvvet oluşturmalarını o kuvveti yakınlarında bulundurmalarını istedi.
İsyancıların bir yolunu bulup içeri girmelerinden onlara karşı orta yerde korumasız kalmaktan korkuyordu.
İbni ziyad yanında bulunan Kufe eşrafına:
“-Sizler halka görününüz. İtaatkâr olanların evlerine dönüp gidenlerin fazlası ile memnun edileceğini söyleyiniz.
Asi olmakta devam edenlerin ise bu ihsanlardan mahrum kaldıkları gibi çok kötü şekilde cezalandırılacaklarını söyleyip korkutunuz” dedi.
Kufe ileri gelenleri söylenenleri yaptılar, halka bol bol vaatlerde bulundular. Karşı çıkanlara da korkuttular.
Bir pencerenin ardından halka ilk hitap eden Kesir b. Şihap oldu. Halka şunları söyledi.
“-Ey insanlar buradan dağılıp ailelerinize kavuşunuz.
Burada durarak, itaatten çıkarak şerri de, günahı da, cezayı da körüklüyorsunuz.
Ceza kapınızı çaldığında ağlaşmayın.
Yaktığınız ateşte yanacaksınız.
Ey insanlar!
Kendiniz öldürtmek için ortaya atmayınız.
Müminlerin emiri Yezid’in askerleri kapınıza dayanmak üzeredir.
Müminlerin emiri nifaka karışmayıp evinde oturanlara nice akçeler vaat etmiştir.
Eğer sizler Müminler emirinin valisi İbni Ziyad ile çarpışırsanız müminlerin emiri ile çarpışmış olursunuz.
Eğer sizler yatsıya kadar dönüp gitmeyecek olursanız iyilikler zürriyetinize bile haram olur.
Müminlerin emiri kapınıza dayanmak üzere olan Şamlılarla yaptığınız savaşta bozulup dağıldığınız da; hastalarınız yerine sağlam olanlarınız, savaşa karışıp da bir yerlere savuşmuş olanlar içinde savaşa karışmayan yakınlarınızı yakalayıp cezalandırmaya, ona asi olmuşlardan yakın, uzak kimseler kalmayıncaya, kökünüzü temelden kurutuncaya kadar bu şekilde hareket etmeye yemin etmiştir” dedi.
Kesir b. Şihap’tan sonra Muhammed b. Eşas ardından Şebes b. Rib’i ve Haccar b. Ebcer’de halka görünüp şunlara benzer şeyler söylediler:
“-Ey Kufeliler! Allah’tan korkunuz. Fitne ve fesat çıkarmaktan beri durunuz.
Ümmetin hilafet asasını yarıp ikiye ayırmayınız. Aksi halde üzerinize Şam süvarileri gelecek, kılıçlarının tadını sizlere tekrar tattıracaklardır.”
Bu sözler toplananların üzerindeki sertliği kaldırdı; yumuşaklık, gevşeklik oluşturdu. Derin ve güçlü bir tereddüt için düştüler.
Tereddüt, ardından güçlü bir korkuya dönüştü.
Sonunda olan oldu.
Kesir b.Şihap Kelp kabilesinden iki bin kişiyi Müslim b.Akil’den ayırıp başka yöne götürdü. Böylece ilk ihanet gerçekleşti.
***
İbni Ziyad azatlı kölelerinden biri ile casusların başına bir haber gönderdi.
Vali bu emri ile casusların halk arasında dolaşmalarını; fısıltılar halinde isyan edenlere karşı Şam’dan askeri birliklerin geldiği, Kufe’ye erişmelerinin yakın olduğu haberini yaymalarını istedi.
Nedense halk içinde kötü haberler, iyi haberlere göre çok daha kolay yayılır ve inanılır.
Fısıltılar halinde yayılan bu sahte haber pek çok kişinin sıvışmalarına, kaçıp gitmelerine neden oldu.
Fısıltılarla gelen bu haber ibni Şihap’ı doğruluyordu.
Pek çok insan Şamlıların kapıya dayanmak üzere olduğuna inandı. Bu da çözülmeyi hızlandırdı.
Bir kısım Kufeliler toplananların içinde bulunan oğullarının, kardeşlerinin, amcaoğullarının yanına gelerek:
“-Görmez misin şuradaki halk Mercane’nin oğluna yetip artıyor. Onun için sizlere gerek yoktur.
Sizler dönseniz de gerçek haceti olanlarınızın; ananızın, babanızın çocuklarınızın, hacetlerini görseniz olmaz mı?” Dediler.
Oğullarının, kardeşlerinin, amcaoğullarının ellerinden tutarak alıp götürdüler.
Kimi kadınlar halkın yanına gelerek, içlerine girerek kendilerini yerden yere atıp bağırdılar, çığrıştılar, yaka paça yırttılar; sonunda kocalarını, kardeşlerini, yakınlarını geri çevirdiler.
Kimileri halk içinde dolanır; yakınlarını, tanıdıklarını arar, bulunca:
“-Yarın Şamlılar gelip karşımıza çıkacak. Senin başkaları için harp meydanına işin ne ola? Geri dön” der; ayrılıp gitmelerini teşvik ederdi.
İbni Ziyad cumaya gelmeyenlerin kaydedildiği o mahut defterin ortaya çıkarılmasını emretti.
Casusların bir kısmı defterde yazılı olanların evlerine gittiler, ailelerine baskı yaptılar. İsyancıları ailelerinin dertlerine düşürdüler. Pek çoğunu evlerine dönmeye mecbur bıraktılar.
Halkın yumuşayıp gevşediğini, kimilerinin korku ile titrediklerini fark eden casusların bir bölümü İbni Ziyad’ın emri ile şehrin kapılarını tuttu.
Dışarı çıkmak isteyenleri bıraktılar. Girmek isteyenleri engel oldular.
Girmek isteyenlerin bir kısmını tutukladılar. Böylece Müslim b.Akil’e dışarıdan destek gelme ihtimali de yok oldu.
Kufe içinde hemen hemen tüm ehl-i beyt taraftarları bilindiğinden daha önceden çeşitli bahanelerle dağıtılmış; aralarındaki bağ kesilmişti.
İçlerinden bazıları Müslim b. Akil’in yanına gitmeye yeltenmiş iseler de Muhammed b. Eşas önlerine gerilip engel olmuş, ısrar edenler tutuklanmıştı.
Müslim b. Akil’in yanında, vakit akşama yaklaştığında beş yüz, akşam olduğunda sadece otuz kişi kalmıştı.
Müslim b.Akil vali köşkü yanındaki mescitte yanında kalan son otuz kişiye akşam namazını kıldırdı. Yanında otuz kişi olduğu halde Kinde Mahallesi kapısına doğru yürümeye başladı.
Kapıya vardığında yanında on kişi kalmıştı.
Kinde kapısından çıktığında ardında kendisine yolu tarif edecek, gideceği yolu gösterecek bir kişi dahi bulamadı.
Müslim bu durumu görünce son derece üzüldü. Nasıl bir tuzağın içine çekilip düşürüldüklerini o an fark etti. Nereye, hangi yöne gideceğini dahi bilmiyordu.
Rastgele, Kufe’nin eski sokaklarına doğru yürümeye başladı.
Bu ara fena halde susadı. Bir ev görünce su istemek için kapısını çaldı. Kapıyı Eş’as b.Kaysın azatlılarından Tav’a isminde bir kadın açtı.
Kadın Esed’ül-Hadrami ile evlenmiş ondan Bilal isminde bir oğlu olmuş, oğlu ile birlikte bu evde yaşıyordu.
Kadının oğlu halk ile beraberdi, henüz eve dönmemişti.
Müslim, kadına selam verdikten o da selamı aldıktan sonra:
“-Allah rızası için bana su içir” dedi.
Kadın ona bir tas su verdi.
Müslim öylesine bitkin idi ki kapının eşiğine oturmaya mecbur kaldı.
Kadın:
“-Eğer suyu içtin ise kalk evine git. Burada, kapı eşiğimde oturman doğru olmaz” dedi.
Fakat Müslim cevap vermedi.
Müslim’in hali kadının dikkatini çekmiş, normal dışı bir şeylerin olduğunu fark etmişti.
Kadın tekrar:
“-Ey kişi! Suyunu içtin ise burayı terk et. Nihayet ben dul bir kadınım” dedi.
Müslim yine sessiz kalınca kadın yine:
“-Süphanallah! Ey Allahın kulu! Benden Allah’ın adını verip su istedin, bende verdim.
Kapımın eşiğinde oturmak sana ne iyilik getirir, ne de helal olur” dedi.
Müslim:
“-Ey Allahın kulu kadın!
Vallahi gidecek yerim olsa idi dediğini yapardım. Benim bu şehirde ne gidecek yerim, ne bir konutum, neden sığınabileceğim bir kabilem var.
Sen bana; bu günden sonra, mahşere kadar sevabı sana yetebilecek bir iyilikte bulansan, hayır dualarımı alsan olmaz mı?” Dedi.
Kadın:
“-Ey Allah’ın kulu! Benden istediğin iyilik nedir?” Diye sordu.
Müslim:
“-Ben Resulallah’ın amcasının oğlu Müslim b.Akil’im.
Ben ehl-i beytin efendisi Aliyyu’l-Murteza’nın oğlu Hüseyin b. Ali’nin sizlere gönderdiği elçisiyim.
Şu kavim bana ihanet etti.
Gel dediler geldim. Otuz bin kişi biat etti de gördüğün gibi aç, susuz orta yerde bırakıldım” dedi.
Kadın:
“-Sen Müslim b.Akil isen içeri buyur” dedi.
Evinde ayrı bir odayı Müslim için dayadı döşedi.
Akşam yemeği hazırlayıp:
“-Buyur ye” deyip ikram etse de Müslim yemedi.
Bu sırada kadının oğlu Bilal geldi.
Kadın Müslim’i ona bildirmek istemedi.
Çünkü ağzının gevşek olduğunu, sır tutamadığını biliyordu.
Oğlan halk arasında tutum davranışları bozuk bir kişi olarak tanınırdı.
Bilal anasının birine hizmet için girip çıkar gibi sık sık yan odaya girip çıktığını görünce anasına:
“-Vallahi sende bir iş vardır. Sen benden bir şeyleri gizli tutuyorsun” dedi.
Annesi:
“-Git sen kendi işine bak. Kendi işinle uğraş. Bana da bir şey sorma” dedi ise de dinletemedi.
Kadının oğlu ısrar ettikçe etti. Üstüne düştükçe düştü.
Sonunda kadın:
“-Yavrucuğum! Sana vereceğim sırrı kimseye söylemeyeceğine, sır olarak içinde tutacağına yemin verirsen o zaman söylerim” dedi.
Kadın yemini aldıktan sonra oğluna Müslim b Akil’in kendilerine sığındığını, yan oda da misafir ettiğini haber verdi. Oğlan da sustu ve yattı.
0 notes
ah-val · 3 years
Text
Kardeşlik Hakkı İçin! (1)
Cahiliye Arapları kabileler halinde ve bir kısmı itibarıyla da göçebe hayatı yaşıyorlardı. Akrabalık bağlarının çok güçlü olduğu bu topluluklarda kabileler arası savaşlar, iktidar ve hakimiyet kavgaları büyük kaos ve kargaşaya, kan davalarına sebebiyet veriyordu. Güçlü ve kalabalık kabileler, zayıflara saldırıyor, eli kılıç tutanlar öldürülüyor, malları yağmalanıyor, kadınları ve çocukları esir ediliyordu. Aralarında birliği, beraberliği, adaleti, güveni ve nizamı temin edecek merkezî bir idare ve hukuk sistemi de yoktu. Daima güçlü olan haklıydı. Neticede kabile olgusunun ve savaşların hâkim olduğu bir ortamda, sınıf ve statü farkına sahip bir anlayışın gelişmesi de kaçınılmazdı. Onun için Cahiliye toplumu hürler, köleler, cariyeler, azatlı köleler ve mevâlî gibi farklı sosyal katmanlara bölünmüş çok parçalı bir yapı arz ediyordu.
Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), asabiyet anlayışının ve onun beraberinde getirdiği farklı sosyal problemlerin yaşandığı böylesi bir ortamda neşet etmişti. Müslüman olmadan önce birbirine azılı düşman olan ve yüz yıldır birbirleriyle savaşan Evs ve Hazreç kabileleri, O’nun rehberliği sayesinde kardeş ve dost olmuşlardı. Medine’ye hicretten sonra Muhacir ve Ensar arasında kurulan kardeşlik akdiyle de bir arada yaşayacak farklı topluluklar kaynaştırılmış ve birbirine en yakın dostlar haline getirilmişti. Kur’ân’ın beyanıyla bu, onlara Allah’ın büyük bir ihsanıydı: “Hep birlikte Allah’ın ipine (dinine) sımsıkı sarılın! Bölünüp parçalanmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz de Allah kalplerinizi birbirinize ısındırmış ve onun lütfu ile kardeş olmuştunuz…”1
Allah Resûlü, üst kimlik olarak, şirkin yerine imanı/tevhidi, ırkçılık, hürlük, kölelik ve menfi milliyetçilik gibi duyguların yerine de kardeşlik olgusunu koymuştu. Böylece O, farklı ırk, kabile, sosyal statü ve kültürlere mensup sahâbîleri, “iman kardeşliği” potasında eritmiş ve âdeta bir vücudun uzuvları haline getirmişti. Ardından da bu kardeşliği hem sürdürmeleri hem de gelecek nesillere taşımaları adına kardeşlik hukukunun temel prensiplerini ders vermiş ve kıyamete kadar yaşatılmasını “Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun!”2 buyurarak ashabına ve onların şahsında ümmetine emanet etmişti.
Allah İçin Sev ve Sevdiğini Söyle!
Allah Resûlü’nün, İslam kardeşliğinin toplumda yerleşmesi ve gelişmesi adına tavsiye ettiği önemli prensiplerden ilki, mü’minlerin birbirini Allah için sevmesi ve bunu birbirlerine ifade etmeleridir. Zira sevgi, imanın bir araya getirdiği insanları, hakiki kardeş kılacak ve kaynaştıracak en etkili iksirdir. Bir gün Efendimiz’in yanında oturan bir sahabî, mescide gelen bir şahsı göstererek ‘Ey Allah’ın Resûlü! Ben bu şahsı çok seviyorum!’ der. Allah Resûlü, ‘Peki! Bunu kendisine söyledin mi?’ buyurur. Sahabî, ‘Hayır!’ diye cevap verir. Efendimiz, ‘O zaman git ve Allah için kendisini sevdiğini söyle!’ buyurur. Bunun üzerine adamın yanına giden sahabî, ‘Seni Allah için seviyorum!’ der. Din kardeşinden bu sevgi dolu hitabı duyan sahabi de ona ‘Beni, rızası için sevdiğin Allah da seni sevsin!’3 diye duada bulunur.
Efendimiz, o sahabînin şahsında bütün müminlere “Bir kimse din kardeşini Allah için sevdiği zaman bunu ona söylesin!”4 ilkesini verir. Bu sünnet, inananların arasındaki ülfet ve muhabbeti artıracağı gibi hem imanın hem de İslam kardeşliğinin tadını tatmalarına da vesile olur.5
Allah Resûlü, kardeşlik duygularını pekiştiren/besleyen bu sevginin öneminin anlaşılması ve yaygınlaştırılması için ötelerdeki karşılığını da bildirir: “Allahu Teâla kıyamet gününde şöyle ilan buyurur: ‘Celâlim hakkı için birbirini sevenler nerede? Ben hiçbir gölgenin olmadığı bugün, onları Arş’ımın gölgesi altında gölgelendireceğim.”6 Yine Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) bu çetin günde Cenab-ı Hakk’ın yedi grup insanı, Arş’ın gölgesi altında barındıracağını müjdeler ve bunlar arasında “Allah için birbirlerini karşılıksız sevenlerin yanında “sırf O’nun rızası için bir araya gelip-dağılan kimseleri” de sayar.7 Bir diğer hadislerinde de “onların nurdan minberlerden üzerinde ağırlanacağını” ifade eder.8
Kardeşine Vakit Ayır, Ziyaret Et ve İlgilen!
Kardeşlerin birbirini sevmesi, sorumluluğun başlangıç noktasıdır. Asıl olan sevginin irtibata ve ilgiye dönüşmesidir. Bu sünnet, mü’minleri hem birbirine kaynaştıracak hem de toplumda yalnız kalmalarının ya da kendilerini sahipsiz ve kimsesiz hissetmelerinin önüne geçecektir. Bunun içindir ki Allah Resûlü, karşılıklı ziyaretleşmelerin, salih bir amel olduğunu ifade eder: “Allah (celle celâluhu) buyurur ki ‘Benim için birbirini seven, benim için bir araya gelip oturan, benim için birbirini ziyaret eden ve birbirine ikramda bulunanlara muhabbetim hak olmuştur.”9
Allah Resûlü, bu tür ziyaret ve ilgilenmelerin önemini geçmiş ümmetlerden bir misal verir ve şöyle anlatır: “Bir gün bir adam köyde yaşayan bir din kardeşini ziyarete karar verir ve yola çıkar. Derken yolu yarıladığında, Allah (celle celâluhu) kendisine bir melek gönderir. Melek, ona ‘Nereye gidiyorsun?’ diye sorar. Adam ‘Şu köyde bir din kardeşim var. Onu ziyarete gidiyorum.’ der. Bu sefer melek ‘Peki’! Onda bir alacağın mı var.’ diye sorar. Adam ‘Hayır! Ben onu sadece Allah için seviyorum ve ziyaret etmek istiyorum.’ der. Bu kez melek ‘Ben, sana Allah’ın gönderdiği bir meleğim. Şunu bil ki senin onu sevdiğin gibi Allah da seni seviyor.’ der.”10
Ashâb-ı kiram bu sünneti yaşama ve yaşatma hususunda dikkatli davranır ve çevrelerini de uyarırlardı. Abdullah İbn-i Mes’ud bir gün arkadaşlarına, “Birbirinizle buluşup dertleşiyor ve ilmî müzâkereler yapıyor musunuz?” diye sorar. Onlar da “Bunu hiç terk etmiyoruz.” diye cevap verirler. Bunun üzerine İbn-i Mes’ud “Peki! Onun haricinde birbirinizi arayıp soruyor musunuz?” diye sorar. Onlar da “Evet birbirimizi zaman zaman ziyaret de ediyoruz. Hatta bir kardeşimizi birkaç gün görmesek şehrin uzak bir yerinde de otursa onu gidip ziyaret ediyoruz.” derler. Bunun üzerine İbn-i Mes’ud, “Sizler böyle devam ettiğiniz sürece hep hayır üzere kalırsınız.”11 buyurur.
Kendin İçin İstediğini, Kardeşin İçin de İste!
Allah Resûlü, Kur’ân’ın belirlediği “Mü’minler kardeştir!” ilkesini hayata geçirme adına meseleyi imanla da irtibatlı ele alır ve “Sizden biri, kendi şahsı için istediğini kardeşi için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş olmaz.”12 buyurur. Kardeşliğin, imanın hayata ve ilişkilere yansımasının en önemli göstergelerinden birisi olduğuna vurgu yapar. Bir yönüyle kardeşliğin gerçekleşebilmesini ve yaşanır hale gelmesini de bu anlayışın/ahlakın kazanılmasına bağlar. Kaldı ki kendi için istediğini başkası için de düşünüp istemeyen bencil ruhlar, kardeşliği yaşayıp yaşatamaz. Bu açıdan böyle bir anlayışın imanla ilişkilendirilmesi, meselenin iman kadar önemli olduğunu gösterdiği gibi bu ufuk yakalanmadan toplumda birlik ve beraberlik olgusunun da yerleştirilemeyeceğini ifade eder.
Kaldı ki “emniyet ve emânet” kelimeleri ile aynı kökten gelen “iman ve mü’min” kavramları, Allah’a inanmanın yanında insanlara emniyet ve güven vermeyi de ifade eder ki hadiste üzerinde durulan çizgi yakalanmadıkça kimse birbirinden emin olamaz ve güven ortamı da oluşturulamaz. Dolayısıyla Allah Resûlü “kendini düşündüğü kadar başkalarını da düşünen” kimselerin gerçek manada imanı elde edeceğine dikkat çeker ve kardeşliğe vurgu yapar.
Kardeşinin Yardımına Koş!
Din kardeşliğinden kaynaklanan haklardan biri de ihtiyaç anında imkanlar ölçüsünde iyilikte ve takvada yardımlaşmaktır. Kur’ân,“… Siz iyilik yapmak, fenalıkta sakınmak hususunda yardımlaşın, günah işlemek ve başkasına düşmanlık hususunda ise birbirinizi desteklemeyin…”13 buyurur ve yardımlaşmanın genel sınırlarını belirler. Allah Resûlü de hem kardeşliğin bir gereği hem de içtimaî bağları güçlendirme adına yardımlaşmaya teşvik eder: “…Kim, kardeşinin ihtiyacını gidermek için yardımına koşarsa, Allah da ona ihtiyaç anında yardım eder. Kim bir Müslümanın bir sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini giderir…”14 Bunun yanında Allah Resûlü’nün verdiği bir diğer esas ve müjde de şudur: “Kul, kardeşine yardımcı olduğu sürece Allah da onun yardımcısıdır.”15
Yardımlaşma ve dayanışma sosyal hayatın bir gereğidir. Yardıma muhtaç olduğu zaman diliminde birbirlerine destek olmayan kimseler bir vahdet teşkil edip toplum olamazlar. Halbuki iman birliği, içtimaî vahdeti de gerektirir. Ancak yardımlaşma da ahlâkî ve hukukî kurallar çerçevesinde yapılmalıdır. Aksi takdirde yapılan yardımın bir değeri olmayacağı gibi, insanın omuzuna dünyevî ve uhrevî sorumluluk da yükler. Mesela Kur’ân zulmü yasakladığı gibi zalime meyledip ona yardımcı olmayı/destek olmayı da yasaklar: “Ey iman edenler! Kim olursa olsun zulüm ve haksızlık yapanlara asla güvenip bel bağlamayın; onlara, duygu ve düşünce planında dahi kesinlikle meyletmeyin; yoksa cehennem ateşi size de dokunur. Unutmayın ki sizin Allah’tan başka hiçbir dostunuz yoktur. Öyleyse kendinize başka bir dost aramayın. Aksi takdirde ilâhî inayetten mahrum kalırsınız!”16
Kardeşinin Derdiyle Dertlen!
Allah Resûlü, kardeş ilan ettiği müminleri birbirlerinin dertleriyle de dertlenmeye teşvik eder ve şöyle buyurur: “Müslümanların işleriyle/dertleriyle dertlenmeyenler onlardan değildir.”17 O, verdiği bu ölçünün yanında herkesin anlayacağı bir misalle bu hususta kardeşliğin taşınması gerektiği noktayı da belirler: “Müminler, birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhametli davranmada ve birbirlerini korumada, gözetmede ve kollamada bir vücudun uzuvları gibidir. Vücudun bir uzvu bir hastalığa mübtela olduğu zaman diğer uzuvlarda ona dert ortağı olur ve bu sebepten dolayı uykusuzluğa ve ateşe maruz kalırlar.”18 Dolayısıyla kardeşlikte bu hedefi yakalayan hakiki müminler, kardeşlerinin ıstırabını hisseder ve çektiklerine ortak olur; sıkıntılarına çare bulmaya çalışırlar.
Bir sefer esnasında Allah Resûlü, sağa sola bakınan bir bedevinin genel halinden muhtaç olduğunu hisseder ve ashabına, “Kimin yanında fazla hayvanı varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin.” buyurur. Bu hadiseyi anlatan Ebu Said el-Hudrî, “Resûlüllah, bazı mal çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki bu, bizde hiç kimsenin herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı kanaatini oluşturdu.” der.19
Maddi-manevi desteğe ihtiyaç duyduğunda onu derdiyle baş başa bırakmaz, terk etmezler.20 Zira Allah Resûlü’nün beyanıyla “Müminin, mümine karşı durumu, birbirine omuz vererek bir binayı oluşturan tuğlaların misali gibidir.” Hatta O, müminlerin bu dayanışma ve kaynaşmasını ifade ederken parmaklarını birbirine kenetler.21
Allah Resûlü’nden bu ruh ve şuuru alan ashab-ı kiram çok kısa zamanda bu anlayışı îsâr hasleti ile daha da zirveye taşır. Îsâr, kendisi ihtiyaç içerisinde olan bir kimsenin, kardeşinin ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarından önde tutması, Allah rızasını ve mükafatını umarak onu kendi nefsine tercih etmesi demektir. Öyle ki Kur’ân onları bu kardeşlik ufku ve fedakarlıklarıyla da takdir eder: “… Hatta onlar kendileri ihtiyaç duysalar bile kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler…”22 “Kendileri ihtiyaç duydukları halde yiyeceklerini, sırf Allah’ın rızasına ermek için fakire, yetime ve esire ikram ederler.”23
Abdullah İbn-i Ömer, saadet asrında zirvede yaşanan îsâr ruhunu şöyle özetler: “Biz öyle zamanlar gördük ki içimizden hiç kimse kendisinin altın ve gümüşe, herhangi bir Müslüman kardeşinden daha çok hak sahibi olduğunu düşünmezdi. Şimdi öyle bir devirdeyiz ki altın ve gümüşü, mümin kardeşimizden daha çok seviyoruz.”24 Ashab-ı kiram birbirinin manevi dertleriyle de ilgilenir; birbirlerine hayırhah olurlardı Selmân-ı Fârisî bir gün kardeşi Ebu’d-Derdâ’yı ziyaretinde kendisini tamamen ibadet u taate verdiğine ve ailesini ihmal ettiğine şahit olunca “Senin üzerinde Rabbi’nin hakkı vardır, nefsinin hakkı vardır, ailenin hakkı vardır. Böyle yapmamalı her hak sahibine hakkını vermelisin!” diyerek uyarır. Hatta, gece ibadetini daha çok yapmasına engel olduğu için Allah Resûlü’ne durumu anlatan Ebu’d-Derdâ’ya Efendimiz, “Selman doğru söylemiş!” buyurur ve onu tasdik eder.25 Hz. Selman, kardeşlik hukukuna riayet için Hz. Ebu’d-Derdâ, Şam’a hicret ettikten sonra da Medâin’den yaya olarak yola çıkıp kendisini ziyaret edip dönmüştür.26
Yazar: Dr. Selim Koç
Dipnot:
1. Âl-i İmrân Sûresi, 3/103
2. Buhârî, Edeb 57; Müslim, Birr 9/28 (2563)
3. Ebû Dâvud, Edeb 122
4. Ebû Dâvud, Edeb 122; Tirmizî, Zühd 54
5. Bkz. Buhârî, İman 9; İkrah 1; Edeb 42; Müslim, İman 15/67 (43)
6. Müslim, Birr 12/37 (2566)
7. Bkz. Buhârî, Ezan 36, Zekât 16, Rikâk 24; Müslim, Zekât 31/91 (1031)
8. Bkz. Tirmizî, Zühd 53
9. Mâlik, Muvatta, Kitabu’ş-Şear 5 (1731); Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned (22030)
10. Müslim, Birr 12/38 (2567)
11. Dârimî, Mukaddime 51
12. Buhârî, İman 7; Müslim, İman 17/71 (45)
13. Mâide Sûresi, 5/2
14. Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 15/58 (2580); Ebû Dâvud, Edeb 46
15. Müslim, Zikr ve Dua 11/38 (2699); Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, II/252 (7461)
16. Hûd Sûresi, 11/113
17. Taberânî, Mu’cemu’l-Evsat, V/270
18. Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 17/ 66 (2586)
19. Müslim, Lukata 5/18 (1728); Ebû Dâvud, Zekât 33
20. Bkz. Müslim, Birr 10/32 (2564)
21. Buhârî, Salât 88; Müslim, Birr 17/65 (2585)
22. Haşr Sûresi, 59/9
23. İnsan Sûresi, 76/8
24. Heysemî, Zevâid, X/285
25. Bkz. Buhârî, Edeb 86
26. Buharî, Edebu’l-Müfred, s. 127 (346)
https://www.peygamberyolu.com/kardeslik-hakki-icin-1/
1 note · View note