#memur ilan hürriyet
Explore tagged Tumblr posts
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Uludağ Üniversitesi lisansüstü öğrenci alım ilanı
Uludağ Üniversitesi lisansüstü öğrenci alım ilanı
Uludağ Üniversitesi lisansüstü öğrenci alım ilanı Üniversite yönetimi 2021-2022 eğitim öğretim yılı, Güz dönemi için lisansüstü öğrenci alım ilanı yayımladı. Yüksek lisans ve doktora öğrencisi alımı yapılacak bölümler ve enstitü bilgileri: Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk programı öğrenci alım ve kontenjan bilgileri için Tıklayınız. Eğitim Bilimleri Enstitüsü Kamu Hukuku programı öğrenci…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
yusufserkan · 5 years ago
Text
İskilipli Atıf, şapka karşıtı kitap yazdığı için değil; bu kitapla “halkı isyan ve irticaya teşvik” ettiği için ve Milli Mücadele'de başkanı olduğu Teali İslam Cemiyeti'nin “ihanet bildirilerinden” dolayı, Ceza Kanunu'nun 55. Maddesi gereğince “anayasayı tağyir” suçuyla “vatana ihanetten” asıldı
Geçtiğimiz hafta, bazı belediyeler, bazı basın yayın organları ve bazı siyasiler, 4 Şubat 1926'da vatana ihanet suçundan idam edilen İskilipli Atıf'ı andılar. Bolu'da düzenlenen bir anmada İskilipli Atıf'ın Kuvayi Millliyeci olduğu yalanı bile söylendi.
İskilipli Atıf'ın, “şapka karşıtı kitap yazdığı için asıldığı” iddiasının kaynağı Necip Fazıl'ın, baştan aşağı martaval yığını olan “Son Devrin Din Mazlumları” adlı propaganda kitabıdır.
İskilipli Atıf meselesinin aslı şudur!
İSKİLİPLİ ATIF'IN SİCİLİ
İskilipli Atıf'ın sicili hiç parlak değil. II. Abdülhamit döneminde Meşihat-ı İslamiye Dairesi'nde görevliyken dönemin şeyhülislamı tarafından Bodrum'a sürülüyor. Bodrum'dan başka birinin pasaportu ile gizlice Kırım'a kaçıyor. Meşrutiyetin ilanından bir hafta önce İstanbul'a dönüyor.
Meşrutiyet döneminin en gerici yayın organlarından biri durumundaki Beyanül Hak dergisinde yazılar yazıyor.
Meşrutiyet döneminde Mahmut Şevket Paşa suikastından sorumlu tutularak Sinop'a sürülüyor. Sinop'tan Çorum'a, arkasından Boğazlıyan'a, peşinden de Sungurlu'ya sürgün ediliyor.
İskilipli Atıf'ı aklamak isteyen Necip Fazıl, bu sürgün kararlarını “din alerjisi olan İttihatçıların zulmü” diye yorumluyor.
İskilipli Atıf'ın Teali İslam Cemiyeti
Milli Mücadele'nin başlarında, 19 Şubat 1919'da, İstanbul'da Mustafa Sabri'nin başkan, İskilipli Atıf'ın ikinci başkan olduğu “Müderrisler Cemiyeti” kuruluyor. Bu cemiyet, 24 Aralık 1919'da “Teali İslam Cemiyeti” adını alıyor. İskilipli Atıf, bu cemiyetin başına geçiyor.
İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti, İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit'in “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”nı destekliyor. Ayrıca Milli Mücadele karşıtı “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” ile de ortak çalışıyor. İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucusu Sait Molla, Rahip Frew'e gönderdiği 26 Ekim 1919 tarihli 8. mektupta, Teali İslam Cemiyeti'nin en etkili isimlerinden Mustafa Sabri ile görüşüp anlaştıklarını yazıyor.
Teali İslam Cemiyeti, Trakya, Batı ve Orta Anadolu'da birçok şube açıyor. Özellikle Konya, Niğde, Nevşehir bölgelerinde etkili oluyor. Biga, Gönen yöresindeki Gavur İmam ve Anzavur ayaklanmalarında rol oynayan ve İngilizlerin desteğiyle Kuvayı Milliye'ye karşı cihat ilan eden Ahmediye Cemiyeti'ni destekliyor.
Teali İslam Cemiyeti'nin ihanet bildirileri
Mustafa Sabri'nin başkan, İskilipli Atıf'ın ikinci başkan olduğu Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti'nin öncüsü) 26 Eylül 1919'da Milli Mücadele karşıtı bir bildiri yayımlıyor. Bu bildiride, Kuvayı Milliyecilere “adi eşkıya”, “deli”, “cani”, “kudurmuş haydutlar” ve “aldanmışlar” diye hakaret ediliyor.
İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki “Teali İslam Cemiyeti” ise Ağustos 1920'de Milli Mücadele karşıtı çok ağır bir bildiri yayımlıyor. Tam metni elimizde olan bu ihanet bildirisinin bazı bölümleri aynen şöyle:
Milli Mücadele karşıtı Teali İslam Cemiyeti Başkanı İskilipli Atıf.
“Anadolu'nun masum ve mazlum ahalisine…”
“Birinci Dünya Savaşı'na katıldılar; yediler, içtiler, çaldılar, keyif ettiler, kalan herkes öldü, sefalet, acılar çekti. İmparatorluk parçalandı. Şimdi de Anadolu'da Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları çıktı…”
“Yazık, bin kere yazık ki gerek harp içinde ve gerek Mütarekeden sonra memleket, bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakarlığı göze aldırmayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selamete çıkarmak yolunu idrak edemedi ve hâlâ edemiyor.”
“Millet aldanıyor, aldatılıyor. (…) Kendisini hâlâ aldatmaya çalışan heriflere diyemiyor ki, ‘Ey hainler! Ey Allah'tan korkmayan ve Peygamber'den haya etmeyen mahluklar; savaştınız, başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan etiniz. (…)”
“İngiltere ve Fransa gibi muazzam ve muntazam devletlere meydan okuyorlar. Bu yüzden İngilizleri kızdırıp üzerimize Yunanları musallat ettiler. (…) Bir taraftan Yunanlarla savaşıp diğer taraftan kaçıyorlar. (…) Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.”
“Hem, sizler, ey yalancı ve deni şakiler! Kendi memleketinize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı eşkıyalık ve kötülükleri yapıp, milleti, memleket eşrafını, ulemasını asıp keserek, mallarını yağmalarken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvayı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek milletin hukukunu koruyacaksınız, öyle mi?”
“Bu bagileri, bu asileri, bu eşkıyaları mümkün olduğu kadar az zaman içinde yakalayıp ortadan kaldırmak hepimiz için bir farzdır.”
“Ey kahraman askerler! Savaş yıllarında sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin boş yere ölmesine neden olan birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi. (…) Bugün yine o eşkıyalar, bagilerdir ki, elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına bulandığı halde kalbinize sokularak sizi mahvetmek, evlatlarınızı yetim, eşlerinizi dul bırakmak ve servet ve saadetinizi tamamen çalmak için şeytanın dahi aklına gelmeyen hile ve desiselere başvuruyorlar. Siz, bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvayı şerif ki Allah'ın emridir, okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz, Allah'ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarları, daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları, bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor. Bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak, beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur. (…) Askerler, bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere alet olduğunuz artık yeter…”
İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti bu bildiriyi halk için hazırlamıştı. Bu ihanet bildirisi 30 Ağustos 1920'de Yunan uçaklarıyla Anadolu'ya atıldı.
İskilipli Atıf'ın Teali İslam Cemiyeti, Ağustos 1920'de ikinci bir “ihanet bildirisi” daha hazırladı. Aydınlar için hazırlanan o bildiride de millet, “Kuvayı Milliye eşkıyasını ortadan kaldırmak için yemin etmeye” davet ediliyordu.
İskilipli Atıf‘ın yargılanması ve idamı
25 Kasım 1925'te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edildi. Şapka Kanunu sonrasında Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş, Giresun ve Rize'de şapka karşıtı bazı isyanlar patlak verdi. Bu illere daha çok dışarıdan gelen bazı kışkırtıcılar, “şapka geldi, din elden gitti” propagandasıyla halkı Cumhuriyete karşı isyan ettirmek istediler. Olaylar bastırıldı. İsyanların elebaşları İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanıp cezalandırıldı.
Yargılamalar sırasında şapka karşıtı isyanlarda İskilipli Atıf'ın 1924'te çıkardığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” (Batı Taklitçiliği ve Şapka) adlı eserinin etkili olduğu görüldü. Çünkü İskilipli Atıf, 32 sayfalık bu risalesinde “Şapka takmak küfürdür!” diyor. “Şapka, din ve milliyet göstergesidir!” diyor. “Dolayısıyla şapka takmak Müslümanı dinden çıkarır!” diyor. İskilipli Atıf'a göre “Müslümanlar dinlerine, kalpleriyle ve dilleriyle olduğu kadar, feslerinin sarığı ve püskülü ile de bağlı olmalıdırlar. Bu bağı bozmak, düpedüz dinsizliktir, küfürdür!”
İskilipli Atıf, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitabı nedeniyle 16-18 Aralık 1925'te Giresun İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıyor. Daha önce İçişleri Bakanlığı, 26 Eylül 1925'te 4717 numaralı bir emir ile bu kitabın toplatılıp satışının yasaklanmasına karar vermişti. İstiklal Mahkemesi, bu kararı hatırlatarak İskilipli Atıf'ı serbest bırakıyor. Ancak çok geçmeden İskilipli Atıf'ın, söz konusu kitabını, özellikle şapka karşıtı isyanların çıktığı bölgelere el altından dağıttığı anlaşılıyor. Bu nedenle İskilipli Atıf, bu sefer de Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıyor. (Ocak-Şubat 1926).
Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları yayınlanmıştır. Bu zabıtlara göre İskilipli Atıf, şapka karşıtı kitap yazmaktan değil, yazdığı bu kitabı –kitabın toplatılması ve satılmaması kararına rağmen- özellikle isyan çıkan bölgelere gönderip halkı Cumhuriyete karşı isyana ve irticaya teşvikten ve başkanı olduğu cemiyetin Milli Mücadele'deki ihanet bildirilerinden yargılanıyor.
İskilipli Atıf, savunmasında, Teali İslam Cemiyeti'nin bildirisinin, Mustafa Sabri tarafından hazırlanıp zorla cemiyet üyelerine imzalatıldığını, kendisinin buna karşı çıktığını, hatta sonradan Vakit gazetesinde bir tekzip yayımladığını söylüyor. Bunun üzerine mahkeme başkanı, “Çünkü gördünüz ki bu bildiriler Yunan tayyarelerinden atıldı ve aksi tesir yaptı. Anadolu halkı Milli Mücadele'ye daha fazla destek verdi. Siz de bu kötü durumdan kurtulmak için bunu yaptınız” diyor. Yani, İskilipli Atıf'ın kendini kurtarmak için iki ay sonra tekzip yayınlaması, cemiyetin başkanı olarak ihanet bildirilerinden sorumlu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi, dinlediği çok sayıda şahide, (şahitlerin dinlenmediği iddiası koca bir palavradır, şahitler dinlenmiştir) çok sayıda belgeye dayanarak İskilipli Atıf'ı cezalandırıyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtlarında yer alan 3 Şubat 1926 tarihli idam kararına göre İskilipli Atıf iki suçtan; 1. Basımı ve dağıtımı hükümetçe yasaklanan “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitabı isyan bölgelerine özellikle göndererek halkı isyana ve irticaya teşvikten, 2. Milli Mücadele'de başkanlığını yaptığı Teali İslam Cemiyeti'nin ihanet bildirilerini “sonradan aldığı tertiplere rağmen” Yunan uçaklarıyla Anadolu köylerine attırmaktan Ceza Kanunu'nun 55. Maddesi gereğince “anayasayı tağyir” suçundan idama mahkum ediliyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi, İskilipli Atıf'la birlikte yine Milli Mücadele'de vatana ihanet ettiği ortaya çıkan Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza'yı da idama çarptırıyor. Mahkeme, bu iki idam dışında yargılanan diğer sanıkların bir kısmını 5-10 yıla çarptırırken, çoğunu beraat ettiriyor. Beraat edenler arasında Ömer Rıza (Doğrul), Hafız Osman, Tahirül Mevlevi gibi din adamları da var. Yani, mahkemenin din adamlarını asmak gibi özel bir niyeti yok.
Prof. Dr. Ergun Aybars, “İstiklal Mahkemeleri” adlı kitabında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bu olaylarda ağır cezalara mahkum edilenler şapka giymedikleri için değil, şapkayı bahane ederek gerici ayaklanma çıkarmak, halkı kışkırtmak suretiyle dini politikaya alet edip vatana ihanet ettikleri için mahkum edildiler.”
İşin aslı şu: “Yeni Türkiye” dedikleri yapıya yeni bir tarih yazanlar, tarihi çarpıtarak hainleri kahraman, kahramanları hain ilan ediyor. Kuvayı Milliye karşıtı ve Cumhuriyet düşmanı İskilipli Atıf'ı anmalarının nedeni de bu!
★★★
Öneri: Selim Erdoğan'ın “Sakarya” adlı kitabını okudum. Kitap, Sakarya coğrafyasını herkesin anlayacağı biçimde ortaya koyarak Sakarya Savaşı'nın önemini gözler önüne seriyor. Siz de okuyun derim.
İskilipli Atıf'ın gerekçeli idam kararı (3 Şubat 1926). Kararda İskilipli Atıf'ın iki suçtan yargılanıp idam edildiği görülüyor. 1. Halkı isyan ve irticaya teşvik, 2. Milli Mücadele'deki ihanet bildirileri.
1 note · View note
utopianatolia · 7 years ago
Text
Kitaplar...
241) Hans Kohn - Türk Milliyetçiliği
Garplılaşma.k hakkındaki. seri hareket ve tedbirlere ve halk arasındaki islam ananelerinin tahribine muhalif bulunuyordu. Mesela 1924 ilk kanununda Nureddin paşa Bursada Mebus intihap. olundu. Bu adam Türk dervişliğinin ve Sünni mezhebinin köşe 'taşı idi. Hükümet intihabi feshetti. Fakat Nureddin paşa yine intihap edildi. Bu Muhalefet 1925 senesi ilkbaharında rnüsellah bir teşkilat şeklini alıyor. Ve Kürt milli hareketi. ile *Türk hocalarının dini gayeleri ve kuvvetli derviş' .nizamlarile birleşiyordu. Bu hareket, •Ankaranin merkeziyetçi've hür düşünen meyillerile Cumhuriyetcilik taraftarı milliyetçiliğIne karşı müteveccelh bulunuyordu. Kürdistanın serazatlığı seven kabileleri arasında milliyetçiliği tahrik edenlerin • birincisi Bedirhan idi. Onun oğlu Mithat bey 1902 serıesiiide Misırda ve daha sonra Cenevrede,,1908 deri sonra da istanbuida genç Türklerin muhalefetine kadar ilk Kürt gazetesini neşretmiştir. Ayni senede ilk siyasi Kürt cemiyeti tesis olunrnus ve iptidai Kürt mektepleri açılmıştır. Fakat genç Türkler bu hareketi derhal ezmeğe muvaffak olmuşlardır.. 1919 da Bedirhanın iki büyük oğlu tarafından Kürdistanm istiklalini istihdaf• eden bir teşebbüs çabuk hitama ermiş gibiydi. Fakat bu defa da Kürtler Türkiyedeki din taraftarları= kuvvetleriyle birleşmişlerdir. Hükümet şiddetli. tedbirler aldı. Ve kısmen orduyu seferber eyledi ve Şark vilavetlerinde örfi. idare ilan olundu. 
Muntazam seri posta münakaleleri tesis edileceğine ve Türkiye'nin Afganistan'a. zabit ve muallim göndereceğine muvafakat olunuyordu. Muahede-nin ikinci, maddesi şöyle idi: «Akil; devletler, şark milletlerinin kurtuluşunu tanır ve hudutsuz harfi-yetleriyle müstakil olmak haklarını ve istedikleri gibi kendilerini idare etmeği tasdik ederler..› 'üçüncü Üçünce madde dahi Büyük Afganistan devleti bu fırsatla T.ürkiyenin asırlardanberi islima reh-berlik ettiğini ve büyük fetin bayrağını yükselttiğini ve bu bapta muktadabih olduğunu tasdik ve şehadet eder.> 
mütareke...1 2 
Fransızlar, Türkiye ile anlasmağa doğru bir vaziyet gösterdi. Bu cephe değiştirilmesine kısmen Yunanistandaki siyasi ihtilâl sebep oluyordu: Yunanistanda Alman taraftarı olan kral Konstantin 1920 senesi ilk Wanurıunda Venizelos'un yerine geçmişti.Diğer taraftan, Fransada(American Standard Oil) kumpanyasının artan nüfuzu da sebep oluyordu. Bu kumpanya Paris bankalarında, ve matbuatında sermayesi olan(British Shell)kumpanyasına karşı açtığı mücadelede(Bank de Paris) ve (Bank Pays-Bas) nın- ve (Le Matin) gibi gündelik gazetelerin müzaheretini kazanmış ve bu suretle kat'i bir nüfuz tatbiki vaziyetinde kalmıştı. Türkiyeye yardım etmek American Standard Oil kumparıyasının menfaati iktizasandandı; çünkü bu kumpanya Bağdad demir. yolunun bir kısmını murakabe ediyordu. Musul havalisi hakkında dileklerde bulunuyordu. Bu suretle 1921 martında ve ayni senenin 20 ilk teşrininde Fransız hükümeti ile Fransız-Türk itilâfı husule gelmiş olup, bununla Fransız hükümeti: Ankara hükümetini tanıyor  ve- ona Kilikya'yı • iade ediyor ve Fransada kalacak olan Iskende-run havalisi için .resmi lisan olarak türkçeyi ve hususi bir idareyi vadediyordu. 
1913 de mektebe devam mecburi ve parasız kılındı, 1913 - 14 senelerinde 200,777 çocuk ve 41,293 kız resmi ilk mekteplere devam ediyordu. 1518 talebe Darülmuallimlerde vardı. 69 orta mektepte 10,671 talebe, onbir tâli mektepde (idadi mektepleri) 6202 talebe vardı. Şu devlet mek-teplerine iraveten ecnebiler ve bilhassa misyo-nerler tarafından tesis edilmiş olan hususi mek-tepler de vardı. Umumi harb, Türkiye hükümetine, bu mek-tepleri milli devletin kontrolu altına koymak hususunda çok arzu ettiği fırsatı verdi. İlk teşrin 1914 ve eylül 1915 kanunları, Türkiyede bulunan ecnebi mektep ve müessese ve ..hastanelerini devlet rnurakıbesi altına koydu.Türk-çe lisan mecburi kılındı.Tedrisat tamamen devlet mekteplerindeki gibi tedris olunaeakti. Muallimlerin devlet imtihanlarını geçirmesi matlup idi.
Turan hareketinin müessislerinden biri olan Ziya Gökalp şiirlerinin birinde şöyle yazıyordu: "Kanında daraban edem hislerim mazinin akisle-ridir. ecdadımın şerefli hareketlerini tarihin çürümüş, sararmış tozlu sahifelerinde değil, damarımda kalbimde akan kanda okuyorum.Irkımın şeref ve gururu, kahramanlık timsali Cengiz, Atilam indimde İskender ve Sezar’dan aşağı değildirler. Tarihin tetkikinde esrarengiz ve meçhul bir sima olan Oğuz, benim kalbime daha munistir. O,henüz kalbimde yaşıyor ve bütün şeref  ve azarnetile darnarlarımda,çarpıyor. 
Halide Edip, bu kitabında, yeni nasyonalizm hakkında, Panturanilerin toplantı hitabelerinin bi-rinde• gben dinlerken, ruhum pek derinden hare-kete geliyordu. Ecdadımızın varlığı içinde, yeni Türkiyenin kökleşmesi emellerini, nekadar derinden his ediyordum : Musiki, kanımızın en de-rin. kaynağmdan fışkıriyor, ve beni uzaklara g-tarayordu o kadar ki, bugün de onu işidiyor gibiyim• Eğer biz siyasi gayemizin husulu için . halkı kazanmakta ilham kuvvetini haiz olmak istersek hayatın kaynaklarına kadar inmeği öğrenmek mecburiyetinde olduğumuzu his ediyorum.» 
Ziya Gökalptarafından idare edilen genç Türklerden bazıları mümasili fikirleri idrake başlamışlardı. Bu gibi fikirler, evvela Selânikte doğan Türk milliyetçileri tarafından tesis edilen «Genç kaemler» ismin.deki gazetede yer buldu. Bu gazete, yeni bir lisanın yeni, bir edebiyatın doğuşunu. ve temiz Türk medeniyetini suretle ilan ediyordu : «Usar", Arapça, Acemceden istiare edilmiş olan kelimelerden temizlemek mecburiyetindedir. Bu iki lisanın eski edebiyattan alınmış olan mevzulara ve hadiselere hücum edilmek ve yalnız eski Türk lejand ve ananeleri üzerine müesses yeni bir edebiyat ve 'kültüre teşvik edilmek zaruretin-dedir.»  Tekin Alp 
1911 de akdedilmiş olan dördüncü kongresinde şu programı kabul etti "Her vatandaş ırk ve din farkı olmaksızın mutlak hürriyeti iste-mek hakkına ve müsavi haklarla müsavi vazifelere maliktir. Bütün Osmarlılar kanun müvacehesinde müsavi ve imparatorluğun bütün tebaası münasebet ve ehliyetlerine göre devlet hizmetine kabul edilmek mecburiyetindedir. Onuncu maddesinde de şöyle diyordu: "Osmanlı vahdetini temin ve orduyu takviye etmek maksadile im• paratorluğun bütün tebaası hakkında hidematı askeriyeyi mecburi kılan bir kanun müsaaratın tatbike konulacaktır.„ (11) inci madde dini serbestlyi, 12.nci madde kapitülâsyonlarin ilgasını, (13) üncü madde vilâyetlerin herhangi bir siyasi ve idari muhtariyeti aleyhine rrıüteveccih bulunuyordu
(1368) de de Galatasaray lisesi açildi. Bundaki gaye de sivil memur yetiştirmek idi ve Fransızcaya Irfan lisanı olarak büyük ehemmiyet verildi. İslam  dininden dönenler için olan idam cezası kaldırıldı. Köleliğin ilgası prensip itibarile kabul edildi.İslam olmayanların kabul  edilmiyen yeminli ifadelerine ilaveten vesikaya müstenid şahadetleri kabul olundu. Hattı Hümayunun sekizinci maddesi “İmparatorluğunda yaşıyan her dini cemaat ve zümre, tam bir hürriyet Ile dini ibadet, ve ayinlerini ifa edebilirier. Hiçbir kimse, kendi dinine göre Allahına ibadet etmekten men ve taciz edilemez„ ifadesile bütün. dinler için ayin ve ibadet- serbestisini garanti ediyordu. 
Hakikaten Türklerin tamamen avrupalılaşmak istemesi kendilerine mahsus herhangi eski ve büyük bir medeniyete bağlı olmamalarındandır.  (Yeni ilmi araştırmalar, çok eski zamanlarda Türklerin medeniyettleri olduğunu göstermiştir, )
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
seslimeram · 7 years ago
Text
Bir Hayat Bahsi Söz Konusu Edilebilir Mi?
Tumblr media
Bu istikametin hayat ile olan bağlarının kopartılması kesintisizdir. Adı ülke kendisi bir çukuru bildiren şu sahnenin, nasıl her gününün irinle donatıldığı mutlak ve kesintisiz olan ol hiç etme halinden bariz bir kanıtıdır. Hayat artık bu menzilde “mübalağa” bir tanım olarak bildirilendir. Eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk ve hürriyet meselleri kah birer ikişer, kah fırsat bulunduğunda hepsi birden linç edilirken, sıfırlanmaya çalışılırken geriye koca bir hiçlik kalmaktadır. Hemen her şeyde evvel sözün üstü çizilmektedir. Hayat tahayyülü artık bahsi olunmayan bir “mesele” olarak biçimlendirilendir.
Geleceğin şekilsiz, şemailsiz bir omurga üzerinde imal olunması ise kesintisizdir. Hakkaniyet bu topraklarda geçersiz kılınan / bildirilen bir mefhumdur. İstikamet, hayatla olan bağların kesintiye uğratıldığı bir güncellik, cerahatin dört yanı kuşattığı bir yerdir en kestirmeden. Varlığı güç bela tahsis olunan demokrasi mefhumunun hiçleştirilmesi enikonu varlığının hiç addedilmesi bu memleketin hem yolunu, hem güncesini belirlemektedir. Bir yer, bir coğrafyanın cürümler elinde boğulması ol hayat imini imkansız kılmaktadır. Açık ve bariz olan şey bu bahistedir iş bu güzergahta.
Toptan, tek tip bakışın, tek normun, tekilliğin en bariz sorunlu hallerinin birleştirildiği, yara vermekten gayrısını ihtiva etmeyen bir döngü iş bu ülke denilen sahada hayatı zapt etmektedir. Çürüten, gerileten ve bir çukurun dibine doğru insanını yollayan menzildir hayatla bağlarını kopartan. Topyekûn, daimi, devamlı bir güncellik olarak yıkım bu menzildedir hemen her anlamda. Bir istikametin hayatla olan ilintisi bütün bu çürük, pejmürde haller toplamında her gün yinelenen fecaatle, yapılandırılan kuşatma ile “sağlama” alınmaktadır. Yol nereyedir, yol buraya kadardır. Yol edimi, bu kadar itina ve özenle kötülüğe çıkartılandır. Adalet ve eşitlik mefhumları çürümeye, ses ve sözün çeşitliliği bir hülyaya artık dönüştürülmektedir. İstikamet dehşettir, dehşetindir.
Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Yöneticisi, Emma Sinclair Webb “Türkiye’de İnsan Hakları savunuculuğu yapmak meşru bir çalışma olarak görülmüyor. Türkiye’nin sicilinin çok kötü olduğunu düşünüyoruz.” İki temel soruna değinir Emma Sinclair Webb, “Birincisi normal bir haber akışının olmaması sorun. İnsan hakları savuncuları yaşananlardan haberdar olamıyor. Bunlara ulaşmaları engelleniyor. İkincisi insan hakları kurumları, meşru çalışmaları serbest bir biçimde yürütemiyor artık. Her an gözaltına alınma, tutuklanma durumu ile karşı karşıyalar. Bu yüzden serbest hareket edemiyorlar. Özellikle bu koşullarda, Gündeydoğu’daki illere gitmek çok zor artık. Bir şekilde engelliyorlar. Biz bir yıl öncesine kadar Cizre’ye (Cizir) gidip çalışabiliyorduk. Artık oradaki çalışmalarımız engellendiği için bir noktadan sonra çalışmalarımızı yapamadık.”
HRW Türkiye Direktörü Webb ayrıca şunları ifade eder: “Türkiye dünyadaki diğer otoriter ülkeler gibi değil. Toplumsal muhalefeti Rusya, Azerbaycan gibi ülkelere benzemiyor. Çünkü Türkiye’de yüzde ellilere varan bir muhalefet kesimi var. Rusya ve Azerbaycan gibi otoriter ülkelerde böyle bir şey yok. Bu yüzden Türkiye toplumunun çok komplike toplum olduğu için, insan hakları açısından net bir tablo çıkarmak mümkün değil. Yani Türkiye’de otokratik ve otoriter eğilimleri görüyoruz ama aynı zamanda kitlesel bir muhalefet de var. Aynı zamanda bağımsız insan hakları kurumları, sivil toplum var. Bütün bunları yok etmek zor.” Bir istikametin hayatla olan bağlarının kopartılması bunca bariz kılınandır.
İnsanlar önce evrensel haklarından, önce yaşam ihtimallerinden mahrum / eksik edilmektedir. Bir insan hakları aktivistinin sunduğu, birkaç satırlık cümlede bile bariz kılınan bu haldir. Yaşama düşülen devletli şerhi fecaattir. Her gün biçimlendirilmiş olan öz, yapı ya da mefhum bu ülkedeki hayat ihtimalini derdest etmektedir. Tahakkümün sınırsız imali, yine yeni ve yeniden varlığının sabit olunması bu istikametteki hayat akışının her nasıl yerle yeksan edildiğini de örneklemektedir. Bir istikamette hayata olan ilinti / bağlantı yapılandırılan tehdit, tahakküm nüvesiyle nesnel bir ortaklıktır. Düş kırımı o siyasa sahnesinden evlerimizin ta içine sirayet ettirilendir.
Kötülük almış başını yürümüşken kötüden bariz bir “iyi” temsili çıkartmak çabasına düşülendir. Vardığımız menzil, yaşatıldığımız şu beton orman, içinde kalakaldığımız çukur bu halin, bir sonucu, tezahürüdür. Kesintisiz olarak güncellenen hayatın her evresinde o dönemecinde, her anında yenilenmiş olan bet / fecaat ikilisinin düzenli güncelliğidir. Adı ülke, kendisi çukur olan yerin yönelimi, vardığı istikameti göz önüne getirdiğimizde bu tahlil açık ve yalın olarak kanıtlanmaktadır. Karar Hükmünde Kararnamelerle yapılandırılıp güncellenen şey tam da bu imdir. Sağımız, solumuz önümüz ve ardımız olağanüstü hal öne sürülerek yola çıkartılan, yayınlanmış olan yirmi altı karar hükmünde kararname ile bu halin tescilini sağlar.
Bu sahada emekçiler maaşlarının düzeyi biraz olsun düzenlemeyi hayal dahi etmeyen erkan-ı muktedir, karar hükmünde kararnamelerle yeni işsizler ordusu, yepyeni yaftalanmış kümeler, yığınlar ve geleceksiz hayatlar konumlandırmaktadır. 150 Gazeteci, 500 Avukat, Binlerce Emekçi, 10 Milletvekili, sayısız akademisyen, memur, illa ki potaya dahil edilip ötekisi ilan edilenler ile hayat akışı çalınmakta söz yağmalanmaktadır. Karar Hükmünde Kararnamelerin Cumhuriyeti’nde yurttaşların gözden çıkartılması bunca aralıksız bir o kadar da hazin olanı imlemektedir.
Tumblr media
12 Eylül 1980 Cuntasının izleri üzerinde ilerleyen onun eksik gedik, yarım ve yamalak koyduğunu icra etmeye çabalayan bir buna iman eden ülkenin halidir ortada olan en kestirmeden budur, bu kadardır. Dünyanın sağına soluna mesajlar gözdağı imlenirken endişe etmenin bir adım ötesine artık taşıtmış olan tahliller gerçek kılınırken yol, menzilin bu kısmı, şu tarafında hep daha fenasına iliştirilmektedir. Fatih Polat’ın Evrensel gazetesinde yazdığıdır. “Siyasetin doğru olanı rıza üretimine dayalı olanıdır. İktidarın yüzde 10’luk seçim barajı ve antidemokratik siyasi partiler yasası ile muhalefet açısından zaten demokratik çerçevesi son derecece sınırlanmış bir rıza üretimi sürecini bile yük görerek, keyfi yönetim anlayışının ürünü KHK’ler de ısrar etmesi, ‘Benim iktidarım sizin hayatlarınızdan daha önemlidir’ demekten başka bir anlama gelmiyor.”
Demokrasi kavramı yerine ikame ettirilen ol ucubelik mefhum karar hükmünde kararnamelerle güncellenirken, sabit bir değer addedilirken yolun ol rotanın kötülüğe kesilmesi bu ülkenin halini de göstermektedir. Kürdistan dediği için mecliste ceza alan vekil Osman Baydemir’den, Hırsız Var diye bağıran Gençlik Muhalefeti üyelerinin gözaltına alınmalarına, Yüksel Caddesi’ndeki İşimi Geri İstiyorum diyenlere en kestirmeden o işkence ile verilen yanıttan, fabrikalardaki direnişlere yapılan taciz ve tehditlere biteviye, hep sürekli güncellenen şey bu sahada hayatla olan bağların çürütülmesini göstere gelmektedir kesin olan budur.
Kesin ve kati olan bir tahakküm nesnelliğini var etmektir. Şiddetle bir sesin, sözün dönüşümü, nefretle bir ülkenin ayarlarının bozulması, adaletin göstere göstere açıktan ve aleni yağmalanmasıyla beraber bir ülke ihtimali çöpe atılmaktadır. Hayat bu menzilde lafı edilen ama kendisi görünmeyen, bilinmeyen, sorgulanmayan bir meseldir. Çürütmenin devam kılınması, bu hallerin yekununda yinelene gelmektedir bahis bunun ifşasıdır.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Türkiye Devletinin ol yaptığı savunmada bariz görünendir iş bu mesele. Çözüm süreci olarak addedilmiş olan barış müzakeresinin nasıl paldır küldür sonlandırıldığının detayları paylaşılır, ilk kez doğrudan ve devlet ağzından. Hayat ile olan bağların kopartılması bu defa da düz ovada siyaset yapma hal ve istencini alaşağı ederek, sözünü savunanı terörist olarak bildirerek meydana getirilir. Barış artık meseli bile olunmayandır.
“Hükümetin savunmasında çözüm sürecinin bitmesiyle ilgili kesin bir tarihe yer verilmesi de dikkat çeker. Savunmada, “Suruç ilçesinde sivillere karşı düzenlenen terör saldırıları sırasında 34 kişi hayatını kaybetmiş, 100’den fazla kişi yaralanmıştır. ‘Çözüm Süreci’ bu saldırıdan iki gün sonra, 22 Temmuz 2015’te, iki polis memurunun Ceylanpınar’daki evlerinde terör örgütü PKK/KCK tarafından şehit edilmeleriyle gerçekleştirilen eylemler nedeniyle fiilen sona ermiştir” denildi.” İç hukuk yollarının alenen çürütüldüğü, düz ovada siyaset pratiğinin yerle yeksan olunduğu bir yerde devlet, kendi izin verdiği, izini sürmediği dahası pek çok farklı veri olsa da hala gerillaya ihale ettiği Riha’daki ol saldırı muamması ile kırk yıldır süren yıkımı durdurmayı bir kırk yıl daha erteleme yolunu tercih eder. Bunlar birer hakikattir.
Hayatla olan bağların en kestirme ve doğrudan yıkım artık gerçektir, yegane gerçek. Şimdi, çürük, çarık, eksik gedik bir ülke tahayyül değil yaraları hep deşilen bir sahne, yıkıntıların üstünde yükseltilendir. “HDP’nin Eşbakanı ve milletvekilleri olan başvurucuların toplumun kendi görüşlerini destekleyen belirli bir kısmı üzerinde bir etkiye sahip oldukları kabul edilmelidir. Söz konusu zamanda, başvurucular tutuklanmaya konu ve iddianamede işaret edilen eylemlerini sürdürmüşlerdir. Bu nedenle demokratik bir toplumda başvurucular hakkında soruşturma başlatılması ve tutuklanmaları gerekli ve demokratik toplumun korunması, barış içinde yaşanması, şiddetin önlenmesi ve terör örgütlerine karşı mücadelede başarılı olunması için uygun olmuştur” görüşüne yer verilir. Söz artık hükümsüz kılınandır.
Bir istikametin hayatla olan bağlarının enikonu çürütülmesi gayreti şu örnekler bağlamında yalın bir gerçekliktir, çürümek sahicidir. Boyun eğenlerin, teslim olan, teslimiyetini bildirenlerin, her fecaate eyvallah çekenlerin bile kafi görülmediği üzerinde ol sonsuz bir yok etme halini güncelleme hali hala süreğendir. Müştereklerimizin hali artık aleni, ortadadır. Bütçe görüşmeleri sırasında ekrana yansıyanlardan, sokakta var edilenlere halk özel harekat gibi belirsiz yapılara, bir dolu kepazeliklere bu hal o nihai çürütme güncellenendir. Bir menzilde geleceğin yitimi artık pespaye değil doğrudan hesaplı kitaplı bir mahvın sonucudur o sonuçta paylaştığımızdır.
Cürüm hemhal menzil bu yönetim katının var ettiği hayatla bağları kesme gayretidir yaşatılan / yaşatıldığımız. Kesintisiz cürümler sahnesine dönüşmüş olan bu menzilin dahilinde yapılanların birbirini takip ettiği bir sarmal kuşatmaya devam etmektedir hayatı. DHA’nın haberine göre Gazipaşa İlçe Jandarma Komutanlığı’na bağlı Güney Karakolu ekipleri, Antalya’nın Gazipaşa ilçesinde önceki gün yaptıkları yol uygulamasında bölge illerinden gelen bir yolcu otobüsünü durdurulur.”
“Yapılan GBT sorgusunda 19 yaşındaki Murat Araç isimli gencin sahte kimlik taşıdığı, “örgüt üyesi olmak” iddiasıyla arandığı ve gözaltına alındığı ileri sürülür. Jandarmadaki işlemlerin ardından adliyeye sevk edilen Araç’ın savcılıktaki ifadesi ardından Alanya Emniyet Müdürlüğü TEM Şube’ye teslim edildiği öğrenilmişti. İlçe Emniyet Müdürlüğü’nde işlemleri devam eden Araç’ın saat 18.00 sularında 3’üncü kattan atlayarak intihar ettiği iddia edilmişti. Olayın bir vaka olarak geçtiğimiz sene içerisindeki Kemal Kurkut’un infazı gibi açık / bariz ve belirgin bir yok etme tahayyülü olduğu bir kere daha karşı karşıya bırakıldığımızdır. Bu yer, şu menzil yaşama değer vermeyen en başta çocukların canına kast eden bir uzamdır artık doğrudan.
Murat Araç için terörist diye yazılmasının kolaycılığına kendini kaptırmış ana akım medyanın fark etmediği bir canın nasıl da kolayca harcanabildiğidir oysa. Ağabey İlhan Araç, Mezopotamya Ajansı’na yaptığı açıklamada otopsi ardından kardeşini kısmen görebildiğini belirtir. “Kardeşinin yüzünde ve gözünde morluklar olduğunu söyleyen ağabey Araç, vücudunun diğer kısmına bakamadığını kaydetmişti. Kafasında 16 ile 17 dikiş bulunduğunu bunun otopsiden kaynaklı mı yoksa başka bir şeyden mi kaynaklandığını bilmediğini söyleyen ağabey Araç, davanın takipçisi olacaklarını söyleyerek, “Kardeşimin başına ne geldiyse emniyette geldi” demişti.”
Sahiden de bunca bariz bir düşmanlık istenciyle süreğen bir yok etme şablon değil hakikat kılınır. İyi de hayat her ne haldedir? İyi de bir gencin hayatının ol hesabı her ne olacaktır? İçişleri Bakanı yanıtlanması talebiyle kendisine sorulması üzerine örgüt talimatı ile insanların intihar ettiğini iddia eder. Süleyman Soylu, "Son zamanlarda şöyle bir istihbarat var, buna ait bizim de birtakım tedbirlerimiz söz konusu; özellikle PKK terör örgütü ‘Yakalanacağınız zaman bu konuda böyle davranın’ diye gerek telsiz görüşmelerinden gerekse de bizim özellikle Bingöl Şenyayla’da yakalamış olduğumuz, bizim ‘kütüphane’ diye nitelendirdiğimiz 552 bin dijital belgede net bir şekilde okuduğumuz bir değerlendirmesi var ve bunlar yeni" iddiasında bulunur. Hayat çalınmıştır.
İki koca yılı aşkın zaman aralığında hiç olmadığı kadar çok sivilin hayatına kasteden menzilin, bu devletin yenisinin eylediği fecaatler dizisine bir yenisi eklenmiştir, bahsi ancak o örgüt talimatı ile intihar ediyorlar ile geçiştirilir. Bu mudur, bu kadar mıdır? Cizir’de katledilen Taybet İnan’ın kızı Halime İnan’ın tanıklığıdır. “6 saat boyunca o soğuk havada yaralı bir şekilde yerde kaldı. Beyaz bayrak ile cenazeyi kaldırmaya gittiğimde ateş açıldı. Eve gidip sabaha kadar bekledim. Uyuya kalmıştım. Uyandığımda saat sabah 6 gibiydi. Cenazesi belki kaldırılmıştır diye düşündüm. Evden çıkıp tekrardan gittiğimde, annem aynı şekilde yerdeydi. Yanına gidemedim” sözleriyle kelimelere döker.
Bilindik, aşina ve çokca tanıdık bir hayat tahayyülü değil artık bariz belirsiz, muğlak ve bir o kadar da çürüten bir menzilde yaşıyoruz. Yaşadığımızı addediyoruz. Sahiden bunca ağır yara, bir dolu can kırığı, düş kırımı söz konusuyken bu sahnede bir sahnenin varlığı hiç ama hiçbir zaman söz konusu edilebilir mi?
Bir istikametin hayatla olan bağları çürütülürken alenen yağmalanırken burada bir yaşam ediminden söz açılabilir mi? Hala böyle bir şey bahsi edilebilir mi? Sahiden. Bir toprağın, yaşam vaat eden bir toprağın, kendi halinde gündelik bir yaşamın var edildiği bir toprağın artık enikonu yok edilerek, bir çukura dönüşümü güncellenirken bir hayat bahsi söz konusu edilebilir mi? Sahiden...  
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2017
Görseller – Metanoia Serisinden İki Yapıt – Yaşam ŞAŞMAZER – Berlin Art Projects
0 notes
actoker · 7 years ago
Link
Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerinde verilen bir savunmanın tam metnini, bu mahkemelerin hala adalet dağıtılan bir yer olduğu umudu ile yayınlıyorum: Sözlerime 3 yıl önce, 2014’te yayımlanan ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’ isimli kitabımın önsözünden bir alıntıyla başlayacağım. AKP ve Gülen Cemaati arasındaki mafyatik iktidar ortaklığının nasıl dağıldığını anlatan bu inceleme-araştırma kitabımın önsözü şöyle başlıyor: “Türkiye’yi siyasal ve toplumsal olarak beraber dönüştüren iki güç olan AKP ile Gülen Cemaati’nin birlikteliği ve yancı desteğiyle sürdürülen, adına iktidar denilen kanalizasyon patladı. ‘Yeni Türkiye’ denilen garabeti inşa eden, amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğu Makyavelist bir anlayışın hakim olduğu iki güç; AKP ve Cemaat ayrıştı. Her ikisi de sistemin ve toplumun demokratikleşmesini değil, kendi otoritesini hakim güç kılmak üzerinden, içinde örgütlenmeye çalıştıkları devleti ele geçirmek isteyen güç odakları. Uzun vadede söz sahibi tek güç olacaklarını düşündükleri devletin otoritesine bağlılığı sarsılmaz kılmaya çalışan bir anlayışa sahip bu iki odak, gördük ki bir yandan ortak düşmanlarla mücadele ederlerken öte yandan birbirlerini yok etmeye dönük hamleler için malzeme biriktirmişler. Bu malzemelerin kullanılacağı günün yaklaştığı, kanalizasyondaki pis kokunun uzun süredir dışarıya yayılmasından belliydi. Medya köşelerinden yapılan tehditler, el altından yapılan tasfiyeler, zaman zaman sızdırılan telefon konuşmaları, hukuksuzluk üzerine kurulu polis-yargı operasyonlarının, ortak düşmanlardan sonra iktidar bileşenlerini hedef alması yaşanacakların işaretiydi. "SADECE DEVLETİN SAHİBİ KİM OLACAK DİYE SAVAŞILIYOR" Ortalıkta yok edilecek düşman kalmadığına kanaat getirince, devletin sahibinin kim olacağı kavgasına tutuşarak birbirlerini hedef aldılar. Evet ortalığı pislik götürdü, götürüyor. Görünen o ki bir süre daha böyle olacak. Dinin, etik değerlerin alet edildiği bu savaşta tarafların ihtiyaçlarını karşılayan yalanlar, tarafları nezdinde gerçeklerden daha itibarlı. Bu yüzden yapılan savunmalara kimse aldanmasın. Bu savaş, ne demokrasi ve temiz toplum ne de birilerinin iddia ettiği gibi barış ya da sivilleşme için yaşanıyor. Sadece devletin sahibi kim olacak diye savaşılıyor.” Bu satırlar yayımlandıktan sonra, AKP ve Gülen Cemaati arasındaki savaş daha da şiddetlendi. 2007’deki Ergenekon soruşturmalarıyla başlayan sahte bir tarih yazımı sürecinin iktidar ve suç ortaklarının devletin ve ülkenin yağmalanmasında kimin daha çok pay alacağıyla ilgili savaş bir darbe kalkışmasına kadar uzandı. 15 Temmuz 2016’da 250 insanın katledildiği kanlı bir kalkışma yaşandı. Tek failinin Gülen Cemaati olduğuna inanmamız istenen bu kalkışmanın hükümet tarafından önceden bilindiğine yönelik ciddi kuşkular var. Üzerinden bir yıl geçtiği ve çok sayıda soruşturma açılmasına rağmen kuşkular azalmak yerine giderek arttı. İhtiyaç duyulan ‘Kontrollü Kaos’ için yol verildiği zannına kapılmamıza neden olan birçok emaresiyle karanlıkta kalması istenen 15 Temmuz Darbesi son 10 yıla yayılan sahte tarih yazımının da en önemli kilometre taşı oldu. İçinde sıklıkla geçen “demokratikleşme-sivilleşme” sözcükleriyle, yalanlarla kurgulanmış bu sahteliğin tek gerçeği ise darbecilerin katlettiği insanlar oldu. "KONTROLLÜ KAOS" DEMEMİZ BOŞA DEĞİL Darbenin karanlıkta bırakılmak istenen yanlarına dair sorular sormamız, ‘Kontrollü Kaos’ dememiz boşa değil. Kalkışmanın hedefindeki kişi Recep Tayyip Erdoğan henüz ülke kan gölünün ortasındayken niyetini açık eden cümleyi ağzından kaçırmış, “Bu darbe bize Allah’ın bir lütfudur” demişti. Lütuf denilerek kastedilenin ne olduğunu hep birlikte gördük, yaşadık, yaşıyoruz. Hakikati dile getirenlerin, suç düzenine itiraz edenlerin, gasp edilen haklarını talep edenlerin seslerinin kısılıp boğulmaya çalışıldığı ve giderek koyulaşan karanlık günlerden geçiyoruz. Kısaca özetlemekte fayda var. Darbe engellenmesine engellendi ama ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile temel hak ve özgürlüklerin tümü askıya alındı. Onbinlerce insan ‘Darbecilik-FETÖ’cülük’ suçlamasıyla gözaltına alındı, 50 binden fazlası tutuklandı. İşkencelerden geçirilenler oldu. Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) devletin ve toplumun Türk-İslamcı bir biçimde dizaynına hız verildi. ‘Bizden olanlar - olmayanlar’ ayrımının tek ölçüt kabul edildiği kuşkularını haklı çıkaran uygulamalarla kamudan tasfiyeler başlatıldı. 110 binden fazla kamu görevlisi ihraç edildi. Güvenlik, yargı, eğitim gibi devletin temel organları başta olmak üzere kamuda doğan boşluk liyakatin değil biat etmenin temel alınmasıyla AKP kadrolarınca dolduruldu. Yıllarca öğrenci yetiştirmiş bilim insanları, öğretmenler bir anda ‘terörist’ olduklarına hükmedilerek işsiz bırakıldılar. Hakkı olanı geri almak için mücadelesini açlık greviyle sürdürenlere dahi yanıt hapishane oldu. Fiili olarak ortadan kalkmış olan güçler ayrılığı prensibini resmi olarak da ortadan kaldıracak düzenlemelerin yolu OHAL koşullarında, sandık güvenliği olmadan yapılan şaibeli bir referandumla açıldı. Türkiye’de her zaman sorunlu olan, istisnai örneklerle varlığını kanıtlamaya çalışan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, kendilerini iktidarın menfaatlerine memur tayin eden hakim-savcılar eliyle tamamen ortadan kalktı. Tutuklama terörüyle gasp edilen kişi özgürlüğünün ihlali, geçerli 6 milyon oy sahibinin iradesini temsil eden Meclis’in üçüncü büyük partisine de uzandı. HDP’nin eş genel başkanları, milletvekilleri ve yine seçilerek göreve gelmiş birçok belediye başkanı esir edildi. Ve hatta bu tutuklamaların yolunu açan düzenlenmeyi “teröristleri koruyorlar” tezviratı yapılacak korkusuyla onaylayan ana muhalefet partisi CHP’nin bir vekiline kadar vardı tutuklamalar. Bir çok sivil toplum örgütü kapatıldı. Hak savunucuları tutuklandı. Onlarca şirkete el konuldu. Darbenin engellenip demokrasinin taçlandırıldığı söylenen ülkede yazılı, görsel, işitsel yayın yapan onlarca medya organı kapatıldı. Soruşturma, dava, tutuklama tehditleri ve ekonomik baskılara rağmen hâlâ direnmeye çalışan birkaç gazete ve bir avuç gazeteciyi saymazsak hakikati perdelemeden yayın yapan tek bir medya organı ve gazeteci kalmadı. 150’den fazla gazeteci de hapislere tıkılınca Türkiye yeniden ‘dünyanın en büyük gazeteci hapishanesi’ ünvanına kavuştu. Öyle ki; Türkiye tek başına, diğer bütün ülkelerin hapishanelerinde tutulan gazetecilerin toplamından daha fazla esire sahip konumunda. HAPİSTE OLMADIĞI HALDE TUTUKLU OLAN GAZETECİLER Hapiste olmadığı halde tutuklu bulunan, yani sansür ve otosansür kıskacındaki gazetecileri de listeye eklediğimizde tablo daha da karamsar bir hal alıyor. Sansürün koyu gölgesi nedeniyle farklı sermaye gruplarının sahipliğinde yayın yapan çok sayıda medya organı bulunmasına rağmen tek sesli yayıncılık anlayışı tüm ülkeye hakim olmuş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan uykusunda konuşsa canlı yayın yapmak zorunda olan televizyon kanallarında, iktidar komiserleri olmadan siyasal program yapmak da yasak. Medyanın durumu böyle olunca, siyasal eleştiri mecrası olarak sadece sosyal medya araçları kalmış oldu. Eğer erişim engellenmemişse, eğer internet devlet sansürüyle kesilmemişse, eğer AKP’nin kadrolu internet trolleri ve muhbir vatandaşlarının ve savcılarının hoşuna gitmeyecek şeyler yazmamışsanız eleştiri hakkınızı kullanmanın önünde bir engel yok. Ancak, bu hakkınızı kullandığınızı için tutuklanmayacağınızın garantisi de yok. "15 TEMMUZ'DA DARBE ENGELENDİ AMA CUNTA İKTİDAR OLDU" Engellenmiş bir darbe kalkışması sonrasında memleketin içerisinde bulunduğu karamsar tablonun kısa özeti böyle. Aslında bu kadar laf kalabalığını tek bir cümleye sığdırmak da mümkün: 15 Temmuz’da darbe engellendi ama cunta iktidar oldu. Darbe kalkışmasından sonra hazırlanan iddianamelerde Gülen Cemaati’nin amacı şöyle anlatılıyor: “Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm Anayasal kurumları olan Yasama, Yürütme ve Yargı erklerini ele geçirmek ve bu süreç tamamlandıktan sonra devleti, toplumu ve fertleri FETÖ’nün ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek; oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasi gücü yönetmek.” Bir lütuf olarak görülen kanlı bir kalkışmadan bugüne uzanan süreçte ortaya çıkan, biraz önce özetlediğimiz tabloya baktığımızda, iddianamelerde anlatılan bu amacın gerçekleşmediğini kim söyleyebilir? Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm Anayasal kurumları olan Yasama, Yürütme ve Yargı erkleri ele geçirilmedi mi? OHAL ve KHK’ler aracılığıyla devleti, toplumu ve fertleri kendi ideolojileri ve menfaatleri doğrultusunda dizayn etmeye çalışmıyorlar mı? Devleti ve ülkenin kaynaklarını talan etme niyet ve kararlılığında, oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasi gücü yönetmeye çalışmıyorlar mı? İşte bu nedenlerle Gülen Cemaati’nin en büyük yenilgisi olan 15 Temmuz Kalkışması, aynı zamanda en büyük zaferidir. Çünkü, Fethullah Gülen’in idealize ettiği devlet, toplum ve fert modeli 15 Temmuz kalkışması sonrasında hayata geçirilmiş oldu. İnşa süreci hızla devam eden ve demokrasinin yanında yer alan herkesin karşı çıkması gereken sistem kimin elinde olursa olsun, patenti Fethullah Gülen’dedir. Tam da bu nedenle Fethullah Gülen ve cemaati ne istediyse, Recep Tayyip Erdoğan ve AKP hükümeti vermiştir. Şimdiyse, kanlı bir kalkışmanın ardındaki güçlerden birisi olduğu kuşku götürmez bir gerçek olan Gülen Cemaati’nin, FETÖ diye anılan bir canavara dönüşmesinde hiçbir sorumlulukları yokmuş gibi davranıyorlar. Suçlu olduklarını söylemeyelim, gerçekleri anlatmayalım istiyorlar. Darbecilerce katledilenlerin kanlarını ucuz ve sığ bir siyasetin demagoji malzemesi yapıyorlar. Çünkü gücü elinde tutanların tek bir amacı var: Totaliter iktidarlarını her ne olursa olsun sürdürmek. Ve bunun için her türlü kötülüğü yapacak, herkesten vazgeçebilecek bir ruh halinde olacaklar. Uzun iktidar yolculukları, birlikte yola çıktıklarından birer birer vazgeçtiklerinin örnekleriyle dolu bir tarihi barındırıyor. İşlerinin bittiğini düşündüklerini, kullanım süresi dolanları, ihtiyaç kalmayanları geride bırakıp yollarına devam ettiler. Destekçilerinden, işbirlikçilerinden, suç ortaklarından ve hatta dava arkadaşlarından vazgeçtiler. Elbette kalanlara da, saflarına ekledikleri yeni kullanışlılara da sıra gelecek. KORKACAĞIMIZI, SUSACAĞIMIZI SANIYORLAR Medyanın neredeyse tamamını iktidarlarının borazanı haline getirenler, suçlarını ve kötü niyetlerini ortaya koymakta diretenleri ise hapsederek susturmaya çalışıyorlar. Korkacağımızı, susacağımızı sanıyorlar. Bir kez daha yanıldıklarını göstermek için anlatmaya devam edelim… 45 yıllık geçmişi bulunan Gülen Cemaati’nin, ilk 30 yılda tamamladığı devlet içindeki yatay örgütlenmesinin dikey bir gelişim seyri izlemesi ise son 15 yılda tamamlandı. İktidarına gayrı resmi ortak olduğu AKP hükümetinin sağladığı olanaklarla Gülen Cemaati’nin, adeta devleti kendisine paralel hale getirmek için önünde engel kalmadı. Cemaat, polis ve yargı teşkilatları ile ordudaki operasyonel birimlerde hayli güç biriktirmişti. AKP iktidarıyla birlikte stratejik mevki ve makamlara yerleşmek de zor olmadı. Sonrasında ise, ele geçirilmesi planlanan resmi ya da sivil tüm alanlardaki alternatif ve rakip olabilecek aktör, kişi ve kurumlar tasfiye edilerek, kendilerinin önceliklerini belirleyen bir nüfuz alanına kavuşmuş oldular. Doğru ifadesiyle söylersek, Gülen Cemaati’nin devlet ve toplum için en tehlikeli hale gelecek güce erişmesinin en büyük sorumlusu, “Ne istedilerse veren” ve “yaptığı yardımlar için af dileyerek” suçunu da itiraf eden Recep Tayyip Erdoğan ve 15 yıldır tek başına iktidar olan AKP’dir. Dolayısıyla 15 Temmuz kalkışmasının da sorumluları arasındadırlar. Birkaç somut örnekle açıklayacağım ancak öncesinde bir anımsatmada bulunmakta yarar var. Ergenekon ile başlayıp Balyoz, Askeri Casusluk ve başka birkaç soruşturma ile sürdürülen bir dizi kumpas davasıyla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisinden Gülen Cemaati mensubu olmayan çok sayıda subay tasfiye edildi. Tutuklanmaktan kurtulanların terfileri bile çeşitli haysiyet cellatlıklarıyla engellendi. O dönemde başbakan olan Erdoğan, kendisini bu davaların savcısı olarak ilan etmişti. AKP hükümeti de siyasal onay makamı olarak bir yandan hukuksuzluklara suç ortaklığı yaparken, öte yandan kumpasların faillerine yönelik eleştiri ve suçlamalara karşı da kendini siper etmişti. Şimdiyse, o dönemin suç ve günahlarının tüm yükünü Gülen Cemaati’nin sırtına yükleyerek kendi rollerini ve suçlarını gizlemeye çalışıyorlar. O dönemde cemaatin komplolarıyla hapsedilen, AKP-Cemaat ortaklığının medyadaki tetikçileri tarafından infaz edilmeye çalışılan çok sayıda kişi vardı. Bu kişilerden, aralarında gazetecilerin de olduğu bazılarının, AKP’nin suçlarının gizlenmesinin kolaylaştırıcısı/ortağı haline geldiğini, hatta bu dönemin haysiyet celladı olarak sahnede bulunduklarını da belirtmeden geçmeyelim. Konumuza dönersek, Gülen Cemaati söz konusu kumpas davalarıyla TSK’deki terfi listesi ve sırasını menfaatleri ve amaçları doğrultusunda şekillendirerek kendi mensuplarının önünü açmış oldu. TSK'DEKİ TASFİYEDE CEMAATİN YARDIMINA KOŞAN YİNE AKP OLDU, HEM DE ARALARINDAKİ SAVAŞ SÜRERKEN TSK’de Cemaat mensubu olmayan subaylar elbette bu davalarla saf dışı bırakılanlardan ibaret değildi. Kalanların saf dışı edilmesi için Cemaat’in yardımına koşan yine AKP hükümeti oldu. Hem de aralarındaki savaş sürerken. Bakalım neler olmuş… 2012 Mayıs’ında yapılan yasal değişiklikle, askeri personelin 15 yıllık mecburi hizmet süresi 10 yıla indirilmişti. Cemaat böylece, kendilerinden olmayan subaylardan bazılarının ordudan ayrılacağını hesaplıyordu. Öyle de oldu. Kumpas davalarıyla yaratılan korku iklimi ve TSK’nin yaşadığı itibar kaybı nedeniyle istifalar yaşandı. Bu ilk yasal değişiklikten sonra gerçekleşen önemli bazı düzenlemeler ise ilginç bir şekilde AKP ve Cemaat arasındaki savaş başladıktan sonra yapılmıştı. AKP ve Gülen Cemaati arasındaki savaşı bir meydan muharebesine çeviren ve aralarındaki ilişkiyi onarılamaz biçimde koparan 17/25 Aralık 2013’teki yolsuzluk soruşturmalarıydı. Suriye iç savaşında rejim karşıtı olarak çarpışan bazı selefi cihatçı gruplara silah ve mühimmat yardımı yapıldığını kanıtlayan MİT TIR’ları operasyonları da bu süreçte gerçekleştirilmişti. İşte ilişkilerin böylesine kopuk olduğu bir dönemde bazı AKP milletvekillerinin talep, öneri ve oylarıyla gerçekleşen yasal değişiklerle TBMM’de askerlikle ilgili bazı düzenlemeler yapıldı. İlkin 11 Şubat 2014’te Meclis’in çoğunluk gücü olan AKP’nin benimsemesiyle yapılan düzenleme ile TSK’de terfiler 1 yıl öne çekildi. Böylece aralarında çok sayıda Cemaat mensubu olan 4 yıllık albaylar ve 3 yıllık generaller de terfi kapsamında Yüksek Askeri Şura’ya (YAŞ) dâhil edilmiş oldu. Düzenlemeyle aynı zamanda, Cemaat mensubu olmayan ve YAŞ kararlarında terfi alamayan generaller de bu şekilde emekli edilerek TSK dışına çıkarılmış olacaktı. İkinci değişiklik 2 ay sonra gerçekleşti. 12 Nisan 2014’te yürürlüğe giren TSK Yüksek Disiplin Kurulları Yönetmeliği’yle ordudan ihraçları değerlendirmek üzere yeni Yüksek Disiplin Kurulları oluşturuldu. Bu kurulların çalışma esaslarını belirleyen Subay Sicil Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik, irticai faaliyetler nedeniyle TSK’den ihraçların önünü kesiyordu. Bir diğer değişiklik 37 AKP’li vekil tarafından 30 Aralık 2015’te Meclis Başkanlığı’na sunuldu. Bu kanun değişikliğiyle, albaylıktan generalliğe terfi için bekleme süresi 4 yıla indirilmiş oluyordu. Bu şekilde, Cemaat mensubu olan ancak terfi sırası gelmemiş albayların general olmasının da yolu açılmış oldu. Son değişiklik 6722 sayılı TSK Personel Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’du. 1988 ve daha önceki yıllarda Harp Okullarından mezun olmuş subaylar, Gülen Cemaati’nin örgütlüğünün en zayıf olduğu gruplardı. Sözkonusu yasa değişikliği de, orduda hizmet süresini 28 yıla indiren düzenlemeler öng��rüyordu. Böylece Cemaat, kendisinden olmayan subayları en çok syıda bulunduğu üç devreyi birden topluca emekli ederek TSK dışına çıkarmış olacaktı. 15 Temmuz darbesi girişiminin en önemli aktörleri oldukları öne sürülen generaller Mehmet Dişli ve Mehmet Partigöç’ün hazırladığı bu tasarının, bir madde hariç tümünün, yasa kabul edilir edilmez yürürlüğe girmesi öngörülüyordu. 2016 Ağustos Şurası’ndan sonra yürürlüğe girmesi öngörülen ise, Cemaat’in en az örgütlü olduğu 1988 ve önceki yıllardaki mezunları kapsayan üç devrenin birden toplu olarak emekli edilmesiyle ilgili maddeydi. 23 Haziran 2016 gecesi, tasarının Meclis’teki görüşmeleri sırasında AKP Grubu’nun verdiği bir önergeyle, o maddenin de kanun çıktığı anda yürürlüğe girmesi sağlandı. 1985-2003 ARASI 400 PERSONEL TSK'DEN İHRAÇ EDİLDİ, AKP DÖNEMİNDE TEK BİR İHRAÇ OLMADI AKP hükümetinin sınırsız desteğiyle yürütülen kumpas davaları ve yine hükümet eliyle yapılan yasal düzenlemelerle Gülen Cemaati’nin TSK içinde hedeflediği tasfiyeler büyük oranda gerçekleşmiş oldu. Bunların ne anlama geldiğini de 15 Temmuz sonrasında ortaya çıkan tablo gösterdi. CHP’nin hazırladığı, “Öngörülen, Önlenmeyen ve Sonuçları Kullanılan Kontrollü Darbe” başlığını taşıyan, TBMM 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu’nun raporuna yönelik muhalefet şerhini içeren raporundan yapacağım alıntı söylemeye çalıştığımı daha anlamlı kılacak. Raporda yer alan bilgilere göre, kumpas davalarından sonraya rastgelen 2011, 2012 ve 2013 yıllarındaki YAŞ kararlarıyla terfi eden generallerin neredeyse tamamı FETÖ üyesi olmakla suçlanıyorlar. Biraz önce anlattığım AKP hükümetinin yaptığı yasal düzenleme ve değişikliklerden sonraki döneme rastgelen 2014 ve 2015 yıllarındaki YAŞ kararlarıyla albaylıktan generalliğe terfi edenlerin de yüzde 80’ine aynı suçlama yöneltilmiş. Bu arada 1985’ten AKP’nin iktidara geldiği 2003’e kadar Gülen Cemaati mensubu oldukları iddiasıyla toplamda 400 personelin TSK’den ihraç edildiğini, ancak 2003’ten darbe kalkışmasının yaşandığı tarihe kadar ise herhangi bir ihraç yaşanmadığını vurgulamakta yarar var. Uygulanmayan 2004 Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarından da bahsettikten sonra Gülen Cemaati’nin darbe kalkışmasına girişecek kadar TSK içinde böylesine etkili bir güce ulaşmasında AKP hükümetinin azımsanmayacak katkılarını anlatmaya çalıştığım bu bölümü bitireceğim. 25 Ağustos 2004’deki MGK toplantısı yapıldığında AKP iktidardaki ikinci yılını doldurmak üzereydi. Bildiğiniz gibi MGK, en üst düzeyde asker ve sivil yöneticilerin bir araya gelerek, kurula adını veren milli güvenlik konularının görüşüldüğü, tavsiye niteliğinde kararların alındığı bir toplantıdır. Kararları da mutlaka gizli tutulur. Ancak 2004 MGK kararları birkaç yıldır biliniyor. Bugünkü Türkiye’nin inşası sürecine yaptığı katkılarla maruf Taraf gazetesinde 28 Kasım 2013’de manşetten yayımlandı. AKP-Cemaat savaşının ilk dönemlerinde yayımlanan ve çatışmaların daha da şiddetleneceğinin işaret fişeği olan bu haberle birlikte öğrendik MGK toplantısının kararlarını. 15 Temmuz darbe girişiminden 12 yıl önce yapılan bu MGK toplantısının konusu, Gülen Cemaati’nin gelecekte yaratacağı tehlikeye işaret ediyormuş. Bu nedenle toplantıda, “Fethullah Gülen Grubunun Faaliyetlerine Karşı Alınması Gereken Tedbirler” başlığıyla, Cemaat’e karşı bir eylem planı hazırlanması tavsiye kararı olarak dönemin TSK yönetimi tarafından AKP hükümetine bildirilmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ve 5 ayrı bakanın yanı sıra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ve MGK’nin diğer asker üyeleri olan kuvvet komutanları Aytaç Yalman, Özden Örnek, İbrahim Fırtına ve Şener Eruygur tavsiye kararının altındaki imzaların sahipleriydi. GÜLEN CEMAATİ BİZZAT AKP TARAFINDAN TEHDİT LSİTESİNDEN ÇIKARILDI Önerinin sahibi olan TSK, karar uyarınca oluşturulacak eylem planı çerçevesinde Gülen Cemaati’nin yurt içi ve dışındaki faaliyetlerinin hassasiyetle takip edilerek, ileride yaratabileceği tehlikelere karşı radikal tedbirler alınmasını öneriyordu. Bu tavsiye kararlarında imzası bulunan komutanlardan üçünün kumpas davalarında tutuklandığını anımsatıp hükümetin neler yaptığını anlatarak devam edelim. Haberin Taraf Gazetesi’nde yayımlanmasından sonra AKP’nin de seçmen tabanını oluşturan muhafazakar kamuoyunda oluşan tepkiler üzerine hükümetten peş peşe açıklamalar yapıldı. Açıklamaların ortak noktası; kararların tavsiye niteliğinde olduğu ve hükümetçe yok sayılarak hiçbir zaman uygulanmadığıydı. Dönemin Başbakan Başdanışmanı olan Yalçın Akdoğan twitter hesabından, “2004’teki MGK kararı hükümet tarafınan yok hükmünde kabul edilmiş, hiçbir bakanlar kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır” açıklamasını yapmıştı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da “10 yılda MGK’de kabul edilen hiçbir şey hayata geçirilmediği gibi biz; dindarları, dini grupları mağdur edecek hiçbir şeyi hayata geçirmedik. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin işlevselliğini biz ortadan kaldırdık” demişti. Arınç’ın açıklamasında, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne vurgu yapılması da önemli. Zira, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, devletin iç ve dış tehdit olarak belirlediği grupları tanımlar. Gülen Cemaati de 2010 yılına dek bu belgede, devlet güvenliğine yönelik iç tehdit grupları arasında sayılıyordu. Ancak, Arınç’ın da vurguladığı üzere Gülen Cemaati, bizzat AKP hükümeti tarafından tehdit listesinden çıkarıldı. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, 2004 MGK kararlarının uygulanmaması üzerine bakın nasıl bir tespitte bulunmuş: “İfade edilen çeşitli saiklere rağmen 2004 MGK kararının, siyasi ve hukuki yönlerden zamanın iktidarınca tedbirler yönünden değerlendirilmeyişi, Gülen Cemaati’nin sadece Türk Silahlı Kuvvetleri’ni değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve kurumlarını da işgal etme sürecine ivme kazandırmıştır.” "HAYIR KANDIRILMADINIZ, AKSİNE BİZİ KANDIRAMYA ÇALIŞTINIZ" MİT’te üst düzey yöneticilik yapmış olan Öneş’in devletin dinci bir örgüt tarafından işgal edilmesi sürecinin önemli sorumlularından biri olarak AKP hükümetini işaret ettiği açıklaması böyle. AKP hükümetinin konuyla ilgili yaptığı ve bir suç itirafı olan açıklamaları da ortada. Cemaat kendilerini hedef alana dek uyarı ve eleştirileri dinlemeyip, devleti tüm kurumlarıyla birlikte bu çeteye teslim eden, suçlarına ortaklık yapanlar şimdi “kandırıldıklarına” inanmamızı istiyorlar. Hayır kandırılmadınız. Aksine, birlikte kandırmaya çalıştınız. Yıllardır bunu söylememize rağmen,Cumhuriyet Gazetesi’nden örgüt, bizlerden FETÖ’cü çıkarmak için beyhude bir çabaya girişen Türkiye yargısının “kandırıldık” açıklamasını yeterli görerek şüpheliler hakkında herhangi bir soruşturma açmadığını da belirtelim. Şimdi yargının AKP eliyle Cemaat’e nasıl teslim edildiğine bir göz atalım. CHP’nin 15 Temmuz kalkışmasıyla ilgili hazırladığı raporundan yine bir alıntı yapacağım. Darbe girişimi sonrasında, Gülen Cemaati’nin hatırı sayılır bir ağırlığı olan yargı teşkilatından birkaç bin hakim-savcı “FETÖ’cü oldukları” gerekçesiyle ihraç edildi. Birçoğu tutuklandı. CHP’nin raporu, ihraç edilen yargı mensuplarının kadrolaşmalarına dair çarpıcı tespitler içeriyor. Raporda darbe sonrasında KHK’lerle ihraç edilen yargı mensupları arasında kıdemi en eski olanın 1980’de mesleğe girdiği belirtiliyor. 1980’den AKP’nin iktidara geldiği 2002’ye kadar, farklı hükümetler tarafından toplamda 7 bin 672 hakim ve savcının ataması yapılmış. Bunlar arasından darbe kalkışması sonrasında ihraç edilenlerin sayısı bin 210 kişi. Oransal olarak ifade edersek, 23 yıllık bir süreç içinde göreve başlayan yargı mensupları arasında FETÖ bağlantısı olduğu iddiasıyla ihraç edilenlerin oranı yaklaşık yüzde 16. Şimdi bir de AKP’nin iktidar olmasından sonraki dönemlere bakalım. Raporda 2003-2010 yılları arası ilk AKP Dönemi olarak adlandırılmış. Bu dönemde ataması yapılan 3 bin 637 hakim-savcıdan ihraç edilenlerin sayısı bin 255 kişi. Oransal ifadeyle, toplam atamalar içinde ihraç edilenlerin payı yaklaşık yüzde 35 olan bu dönemin adalet bakanları ise Cemil Çiçek, Mehmet Ali Şahin ve Sadullah Ergin. Yargıdaki vesayete son verdiği demogojisi yapılan 2010 Anayasa Referandumu sonrası ile AKP’ye yönelik yolsuzluk soruşturmalarının yapıldığı 17/25 Aralık 2013 tarihleri arası ise raporda ikinci AKP Dönemi olarak incelenmiş. Bu dönemin adalet bakanları ise yine Sadullah Ergin ve Bekir Bozdağ. Bu iki bakanın döneminde ataması yapılan 2 bin 876 hakim/savcıdan bin 192 kişi ihraç listelerine girmiş. İhraçların toplam atamalar içindeki payı ise yaklaşık yüzde 42. AKP’nin Cemaat’le ortaklığının sona ermesinden sonraki , 2014’den 15 Temmuz 2016 darbesine kadar geçen süre ise üçüncü AKP Dönemi başlığı ile ele alınmış. Adalet Bakanı ise yine Bekir Bozdağ. AKP – Cemaat savaşının şiddetlenmesi nedeniyle bu dönemdeki yargı atamalarında Cemaat payında belli bir düşüş göze çarpıyor. Atanan 2 bin 281 Hakim-savcıdan 582’si ihraç edilmiş. Yani yaklaşık yüzde 26’sı. AKP’nin bu üç dönemine dair toplam sayıları kıyaslamalı olarak verirsek; 1980-2002 arasındaki 23 yılda yargıdaki Cemaat kadrolaşması yaklaşık yüzde 16’iken, AKP’nin kesintisiz olarak hükümet olduğu 2003-2016 arasındaki 14 yılda ise bu oran yüzde 35 olmuş. Bu 14 yılda ataması AKP tarafından yapılan 8 bin 794 hakim-savcıdan 3 bin 29’u ihraç edilmiş. Oransal ifadesiyle toplam atamalar içinde FETÖ bağlantısı nedeniyle ihraç edilen yargı mensubu yüzde 35 olmuş. AKP hükümetinin kendisini suçtan muaf tutmak için sığ bir kurnazlık örneğiyle, FETÖ adına yürütülen soruşturmalarda milat olarak kabul ettiği 17/25 Aralık 2013 sonrasındaki döneme ilişkin ihraç oranları bile 1980-2002 arasındaki dönem ortalamasının üzerindedir. Geçen haftaya kadar Adalet Bakanı olan Bekir Bozdağ’a ayrıca bir parantez açarak bu konuya nokta koyalım. Bekir Bozdağ, AKP hükümetinin 14 yıllık iktidarında Adalet Bakanı olarak görev yapan 4 isimden biri. 24 Mart 2011’de Meclis’te yaptığı konuşmada Fethullah Gülen’den “Bu ülkenin yetiştirdiği değerli bir kıymet, bilge bir insandır. Herşeyi açıktır” diye bahseden Bozdağ, 9 Haziran 2012’de de “Muhterem Hoca Efendiye Antalya’dan selamlarımı iletiyorum” mesajını kişisel twitter hesabından paylaşan kişidir. 15 Şubat 2012’de de CNNTURK televizyon kanalında katıldığı bir programda, “Yargıda cemaat örgütlenmesi var mı?” sorusunu “böyle bir şey mümkün olmaz” diyerek yanıtlayan da Bekir Bozdağ’dır. Cemaat ile aralarındaki savaşın başlangıç zamanlarında, 15 Ağustos 2013’te, “Cemaat’le AKP arasında bir fitne ateşi yakmayı başaramayacaklardır” şeklindeki twitter mesajının sahibi de Bekir Bozdağ’dır. Yargıda Cemaat’in örgütlenmesi olduğuna yönelik iddialara “mümkün değil” yanıtını vermiş olan Bekir Bozdağ’ın 2013’ten günümüze kadar uzanan bir Adalet Bakanlığı serüveni var. Bu 4 yılda 15 Temmuz darbesine gelene kadar Bozdağ, toplam 3 bin 614 hakim-savcı ataması yapmış. Yani AKP’nin 14 yıllık iktidarında gerçekleştirilen toplam 8 bin 794 atamanın yüzde 41’ini Bakan Bozdağ 4 yılda yapmış. Yargıda Cemaat örgütlenmesini mümkün görmeyen Bozdağ’ın atamasını yaptığı hakim-savcılardan bin 228’i, yani yaklaşık yüzde 34’ü FETÖ’cü oldukları iddiasıyla ihraç edilmiş. Bu sayı ve oranların bize söylediği şudur: Bekir Bozdağ, yargının Cemaat’e teslim edilmesinin baş sorumlularından birisidir. Ancak bizler FETÖ’cü suçlamasıyla hapsedilmişken, Bekir Bozdağ görevinin değiştirilesine karar verildiği geçen haftaya kadar Adalet Bakanı sıfatıyla Hakim-Savcılar Kurulu’nun başındaki kişi olarak, kendisi tarafından ataması yapılan yargı mensuplarının teşkilattan ihraçlarını yönetiyordu. MİT'E SIZDILAR 15 Temmuz darbesini saatler önce haber aldığı halde kanlı kalkışmayı engelle(ye)meyen Hakan Fidan’ın müsteşarı olduğu Milli İstihbarat Teşkilatı’nda (MİT) durum ne imiş ona da bakalım. Meclis 15 Temmuz Darbesini Araştırma Komisyonu’na ifade veren isimlerden birisi de bir önceki MİT Müsteşarı olan Emre Taner’di. İfadesinde, görev yaptığı 2005-2010 yılları arasındaki dönemi kast ederek şunları söyledi emekli Müsteşar Taner: “Benim çalıştığım dönemde MİT’e FETÖ’nün sızması sıfıra yakındır. İstemezseniz almazsınız. İyi incelersiniz almazsınız. Ondan sonrasını bilemem. Daha sonraki yönetim cevaplayacaktır. Şimdi, ‘70-80 kişi MİT’ten FETÖ bağlantılı diye ayrıldı’ dendiği zaman dahi yadırgamamak mümkün değildir. Geçmiş döneme ait değildir. Belki 2,3,5 kişi olabilir. Ona bir itirazımız yok. Ama son dönemde bu girmelerin daha rahat ve net olduğuna dair bir izlenim vardır. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. MİT, devlet kurumları içerisinde FETÖ anlamında ve diğer yıkıcı örgütler anlamında en temiz kalmış örgüttür.” Cemaat’in MİT’e sızmaları konusunda açık bir biçimde Hakan Fidan’ı suçlayan eski müsteşar Taner’in, MİT’in FETÖ bağlamında “en temiz kalmış örgüt” olduğu düşüncesi ne kadar doğruyu yansıtıyor bakalım. Meclis 15 Temmuz Komisyonu’na ifade vermeye dahi gitmeyen ya da gitmesine izin verilmeyen MİT Müsteşarı Hakan Fidan, talep üzerine, MİT’teki FETÖ bağlantılı personelle ilgili bir rapor gönderdi. Cemaat kumpasıyla, Ergenekoncu olduğumuz yalanıyla tutuklanıp birlikte hapsedildiğim “eski örgüt arkadaşım” gazeteci Müyesser Yıldız, Oda TV isimli haber portalında bu raporun içeriğini anlatmış. MİT’in raporuna göre; 17 Aralık 2013’ten 15 Temmuz 2016’ya kadar olan 2,5 yıllık dönemde 181, darbe kalkışmasından sonraysa 377 personel hakkında işlem yapılmış. Yani, “devletin temiz kaldığı” iddia edilen kurumunda toplam 558 personelin FETÖ bağlantısı tespit edilmiş. Bunlardan 167’si kamu görevinden çıkarılmış. Sözleşme feshi ya da istifa gibi nedenlerle de 70’inin teşkilatla ilişiği kesilmiş. TSK/Emniyet personeli olan 272’sinin geçici görevlendirilmesi de sonlandırılmış. Toplamda 509 MİT personelinin teşkilatla ilişiği kesilmiş, kalan 49 personelle ilgili çeşitli işlemler sürerken, 5 kişinin de göreve iade edildiği belirtilmiş. Bahsedilen 558 personelden kaçının, Hakan Fidan’ın müsteşar olarak atandığı 2010’dan sonra MİT’te göreve başlayıp başlamadığına ilişkin bir bilgi yok. Ancak, eski müsteşar Emre Taner’in, Cemaat’in MİT’e yönelik sızmalarıyla ilgili halefi, müsteşar Hakan Fidan’ı suçladığını bir kez daha anımsatalım. Hakan Fidan’a yönelik suçlama ya da kuşkularını dile getiren sadece eski müsteşar da değil. Başbakan Binali Yıldırım da kuşkularını dile getirenlerden biri. Anlatalım... İhbarcı Binbaşı O.K.’nin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan soruşturmada verdiği ifadesinde, 15 Temmuz 2016 günü saat 14:00’de MİT’e giderek darbe yapılacağını söylediğini artık hepimiz biliyoruz. Ancak MİT Müsteşarı Hakan Fidan, yapılan ihbarın darbe kalkışması olmadığını ısrarla söylemeye devam ediyor. Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar da, Müsteşar’ın karargaha gelerek, MİT’e bir hava operasyonu yapılarak kendisinin kaçırılmasına yönelik bir plandan bahsettiğini söyleyerek Hakan Fidan’ı doğrulayan bir ifade vermişti. Orgeneral Akar, her ne kadar “Daha büyük bir planın parçası olduğunu değerlendirdik” dese de, MİT’e ihbar yapılmasından yaklaşık 7 saat sonra tanklar sokağa indi. Savaş jetleri Meclis’i bombaladı. Her ne kadar başarısız kılınmış olsa da 250 kişi darbecilerce katledildi. Çünkü, savaş helikopterleriyle MİT’e askeri operasyon düzenlenip Müsteşar Hakan Fidan’ın kaçırılmak istendiği planın, bir darbe kalkışmasının parçası olduğunu anlamamışlar. Ya da bizi inandırmak istedikleri bu. Şimdi biz bunları, kuşkularımızı söyleyip, yazdığımız için hapisteyiz. Ama böyle bir planı, bir darbe kalkışmasının parçası olduğunu anlayabilecek kapasitede olmadıklarını itiraf edenler, orduyu ve MİT’i yönetmeye devam ediyor. Darbe kalkışması başladıktan sonra birkaç saat süreyle, Hakan Fidan’a kimsenin ulaşamadığını biliyoruz. Üstelik, Müsteşar Fidan’ın ne Başbakan Binali Yıldırım’ı ne de kendisine “Sır Küpüm” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı darbe ihtimaline karşı neden bilgilendirmediği de sırrını koruyor. 2 Ağustos 2016 gecesi, CNNTürk ve Kanal-D televizyon kanallarının ortak yayınına konuk olan Başbakan Binali Yıldırım, “MİT Müsteşarına bana neden haber vermediğini sordum. ‘Başbakanın, Cumhurbaşkanının haberi yok. Nasıl olur? dedim.’ Genelkurmay Başkanına söylemeniz doğal ama Başbakana da söylemeniz gerekirdi’ dedim. Cevap veremedi” demişti. Yani Başbakan da darbe kalkışmasında MİT’in sadece istihbarat zaafiyeti yaşamadığının altını çiziyordu. Başbakan da Yıldırım, kalkışmadan 1 yıl sonra, kendisiyle yapılan söyleşide kuşkularımızı arttıran bir bilgiyi satır aralarına sıkıştırıyordu. Hürriyet gazetesinin “15 Temmuz Yıldönümü” ekinde Fikret Bila’nın Başbakan Yıldırım’la yapılmış bir söyleşisi yayımlandı. Söyleşide Yıldırım, Ankara ve İstanbul emniyetiyle yapmış olduğu görüşmeler sonunda 15 Temmuz’da bir darbe kalkışmasıyla karşı karşıya oldukları kanaatine ulaştığını anlatıyor. MİT Müsteşarı Fidan’la kalkışma başladıktan 2 saat sonra 22.30 – 23.00 arasında iletişim kurabildiğini belirten Yıldırım şöyle devam ediyor: “Bilgiler bize intikal etmedi, ne bana ne de Cumhurbaşkanına. Müsteşar da (Hakan Fidan) o anda söylemedi. O anda darbeyle ilgili de bir şey söylemedi. Ben kendisine sordum, ‘Darbe oluyor, ne yapıyorsun?’ dedim. ‘Yok’ dedi. ‘Bir şey yok, normal. Biz çalışıyoruz’ dedi bana. Oradaki iş farklı bir şey” MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Başbakan Yıldırım’a “Bir şey yok, Normal” dediği saatlerde neler olmuş ya da neler oluyormuş bir anımsayalım. Saat 21:00: Darbeciler Genelkurmay Karargahını ele geçirerek komutanları esir almışlar. Kendilerine direnenlerle de çatışmaya başladıkları için silah sesleri duyulmaya başlamış. Saat 22:00: Genelkurmay karargahında silah sesleri duyuldu ve helikopter dışarıda bulunanların üzerine ateş açtı. Saat 22:05: Genelkurmay başkanının uçuş yasağı emrine rağmen, Ankara’da savaş jetleri ses duvarını aşarak uçuş yapmaya başlamışlar. Saat 22:28: İstanbul’da tanklar, Boğaz Köprülerini kapatmış. Saat 22:35: İstanbul Atatürk ve Sabiha Gökçen Havalimanları darbeciler tarafından işgal edilmiş. Tüm bu gelişmeler ilk önce sosyal medyadan, kısa süre sonra da ulusal yayın yapan televizyon kanalları tarafından duyurulmaya başlanmış. Başbakan Yıldırım’ın, Müsteşar Fidan’la konuştuğunu söylediği saatlerden kısa bir süre sonra da, 23:00’de MİT’in Ankara Yenimahalle’de bulunan genel merkezine savaş helikopterleriyle saldırı düzenlendiğini de belirtelim. Ama Hakan Fidan’ın, Başbakana söylediğine göre ise “bir şey yok, normal” EMNİYETTEKİ FETÖ'CÜ POLİS SAYISI İHRAÇ EDİLENLERİN ÇOK ÜZERİNDE Başbakanın da dediği gibi “Oradaki iş farklı bir şey” gerçekten de. Ve o farklı şeyin ne olduğu sorusunun yanıtını aramaya devam edeceğiz. Çünkü, canlarını ortaya koyarak bir darbeyi engellemeye çalışanların yaslı aileleri başta olmak üzere herkesin gerçekleri bilmeye hakkı var. Gülen Cemaati’nin devlet içindeki kalelerinden biri de, kuşku yok ki polis teşkilatı. Cemaat mensubu polislerin Ergenekon, Balyoz, Devrimci Karargah, KCK, Şike, Oda TV ve benzer bir çok kumpas soruşturma ve davalarındaki ortaya çıkan rolleri bu iddiamızın tek başına kanıtı. 15 Temmuz sonrasında 13 binden fazla polis FETÖ bağlantısı iddiasıyla meslekten atıldı. Büyük çoğunluğu tutuklandı. Ancak, Emniyet Teşkilatı’ndaki cemaat mensubu polis sayısının, bu rakamın çok daha üzerinde olduğunu belirtmek gerek. Cemaat’in Polis teşkilatındaki örgütlenmesi 1980’li yılların başına kadar uzanıyor. Dolayısıyla bundan sadece AKP iktidarı sorumlu değil. Ancak AKP iktidarı döneminde ortaya çıkan, polis adaylarının girdiği sınavlarda kopya çekilmesi ya da soruların sınavdan önce Cemaat’in dershanelerine sızdırılması olaylarına yönelik etkin soruşturma yapmamaları, eleştirileri kulak arkası etmeleri kendilerini tek başına sorumlu kılıyor. Birkaç örnekle açıklayalım: -26 Ağustos 2007’de yapılan ve Türkiye genelinde 71 binden fazla adayın katıldığı polislik sınavı sorularının önceden çalındığı ortaya çıktı. Konunun medyaya yansımasından sonra sınavda kopya çekildiği, Cemaat kast edilerek, soruların önceden belli gruplara verildiği iddiaları ortaya atıldı. Dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, sınav sorularının önceden bazı kişilerce bilinmesi veya sınava giren adaylara verilmesinin mümkün olmadığını iddia etti. -Beşir Atalay’ın iddialı açıklaması 8 ay sonra çürüdü. 13 Eylül 2009’da yapılan Polis Meslek Yüksek Okulu sınavı soruları, sınavdan birkaç gün önce Cemaat’e ait FEM Dershaneleri’ne sızdırılmış ve bazı öğrencilere yanıtlarıyla birlikte dağıtılmıştı. Konu medyaya yansıyınca 60 binden fazla adayın girdiği sınav iptal edildi. -Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ara kademe amir açığını kapatmak için 5 Mart 2012’de yaptığı ve 50 binden fazla polisin katıldığı sınavda kopya çekildiği belirlendi. Kazanan adayların 68’inin akraba olduğu belirlenen sınavda Cemaat’in teşkilat içinde en güçlü olduğu personel, istihbarat ve kaçakçılık birimleri ile Başbakanlık Koruma Müdürlüğü ve Bakanlık Özel Kalem Müdürlüklerinde çalışan 485 kişinin 85-90 aralığında puan aldıkları belirlendi. 2011’de yapılan aynı sınavda da kazanan adayların tümünün hatalı olduğu mahkeme kararıyla tescillenen 19 soruya doğru yanıt verdikleri ortaya çıktı. 1980’lerde polis okullarına girenler arasında örgütlerine eleman devşiren Cemaat, AKP iktidarı dönemindeyse önceden çaldıkları sınav sorularıyla kendi elemanlarını doğrudan Emniyet Teşkilatı’na sokuyordu. Sınavların yapıldığı dönemde şikayet konusu olan, medyada haberleştirilen bu olaylarla ilgili AKP hükümeti eleştirileri kulak arkası etmeyi tercih etti. Cemaat’in kendilerini hedaf aldığı 17/25 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmalarından sonraysa bu sınavlarla ilgili adli ve idari soruşturmalar açıldı. Darbe kalkışmasına girişip kendi halkına silah sıkan ordu ile yargı, Polis Teşkilatı ve MİT’teki durum ve AKP hükümetlerinin sorumluluğuna dair buzdağının görünen yüzünde var olanların özeti böyle. Şurası kesin ki, Gülen Cemaati AKP iktidarda bulunduğu 14 yıl boyunca herhangi bir engelle karşılaşmadan nihai hedefine doğru yol almaya devam etmiştir. Hatta AKP’ye dönük niyetlerini de açık eden 7 Şubat 2012’deki MİT soruşturması ve 17/25 Aralık yolsuzluk operasyonlarına rağmen caydırıcı bir engelle karşılaşmak bir yana, sistem içindeki kazanımlarını koruyup, büyütmeye devam etmiştir. Büyüyen tehlikeyi görerek AKP’yi eleştiren ve uyaranlara hükümetin verdiği yanıtların toplamını tek bir alıntıyla özetlemek mümkün. Dönemin AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 20 Şubat 2012’de NTV kanalındaki mülakatında, Cemaatin devlet içindeki örgütlü gücüne yönelik eleştirilere şöyle yanıt vermişti: “Cemaat devleti ele geçirmiş, devlete sızmış diyorlar. Bunlar kargaları güldürür. Bu paranoyaları bir yana bırakalım.” "HERKESİN CEMAATE BİAT ETTİĞİ DÖNEMDE KİTABIMIN ADI 'İMAMIN ORDUSU' İDİ" Anımsatmadan geçmek istemediğim bir anekdot daha var. 2011 yılı Gülen Cemaati’nin gücünün doruğunda olduğu zamanlardı. AKP iktidarı mensuplarının, medyanın büyük çoğunluğunun, şimdilerde en cevval FETÖ düşmanı olduğunu kanıtlama çabasıyla herkesi tutuklayan yargı mensuplarının ezici çoğunluğu, ne Fethullah Gülen’den ne de Cemaat’inden adıyla dahi bahsedemiyorlardı. Korkuyorlardı. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’ye yaptıkları gibi o dönemde de devletin kudretli gücü Cemaat’e menfaatleri gereği biat ediyorlardı. O zaman da, Cemaat kumpasıyla tutuklananlar arasındaydım. Nedeni ise bugün olduğu gibi yine bir mesleki faaliyetti. Cemaat’in polis ve yargıdaki örgütlü çetesinin, Ergenekon sürecindeki soruşturma ve davalardaki rolünü irdelemek niyetinde olan bir kitap çalışması yapıyordum. Herkesin Cemaat’ten korktuğu, biat ettiği, adını bile anamadığı o dönemde kitabımın adı “İmamın Ordusu” idi. Recep Tayyip Erdoğan ise dönemin başbakanıydı. Ve “Bazı kitaplar bombadan tehlikelidir” diyordu. Hapiste tutulan gazeteciler için, şimdi de sıkça yaptığı gibi o zaman da, “Gazeteci değil, Teröristler” diyordu. Elbette böyle bir beklentimiz yok ama Erdoğan kitaplarla, yazarlarıyla, gazetecilerle arasındaki ilişkiyi kriminal düzeyde tutmak yerine okuyup, dinleyip, anlamaya çalışsaydı, kuvvetle muhtemel bugün hiçbirimiz burada olmayacaktık. Dahası Erdoğan okuyan birisi olsaydı, Salvador Allende’nin Şili’nin Faşist cuntacılarına söylediği; “Tarih bizden yana ve tarihi haklılar yazar” sözünden de haberdar olacaktı. "SÖYLEDİKLERİM SAVUNMA DEĞİL, AKSİNE İTHAMDIR" Evet, tarih bir kez daha bizden yana. Dolayısıyla ne Cumhuriyet Gazetesi’nden bir illegal örgüt ne de bizlerden terörist çıkaramayacaksınız. Buraya kadar anlattıklarımdan anlamışsınızdır. Söylediklerim savunma veya ifade değil. Aksine ithamdır. Çünkü; Bu siyasi operasyonun kanuni kılıfını hazırlayan metnin başında “iddianame” yazması, çöp muamelesi yapılması gereken bu utanç vesikasını hukuki kılmıyor. Tıpkı, öncesi ve sonrasıyla bu siyasi operasyonda görev ve rol üstlenen kimi kişilerin adlarının önünde hâkim – savcı yazmasının kendilerini hukukçu kılmadığı gibi. Bizlere yönelik bu operasyon; düşünce ve ifade hürriyetini, basın özgürlüğünü hedef alan bir pogromdan başka bir şey değildir. Ve kimi yargı mensupları da bu pogromun linççileri olma görevini üstlenmişlerdir. Gelişmiş demokrasilerde yargı, hukukun evrensel normlarıyla hareket eder. Adaleti sağlamakla görevli denetleyici bir güçtür. Ancak Türkiye’de yargının kimi mensupları, bizatihi adaletin mezar kazıcıları olmuşlardır. Demokrasinin denetleyici bağlarından koparılmış bir sistem inşa etme peşindeki diktatörlük heveslilerinin iktidarda olduğu bir ülkede, siyasi ve entellektüel bir sefalet içinde kıvranan yargının bu hali elbette şaşırtıcı değil. Hukuktan; hak, adalet, vicdan ve liyakati çıkardığınızda geriye kalan ne ise, Türkiye yargısı şu an odur. Yaşadığımız tecrübelerden yola çıkarak gayet iyi biliyoruz ki hak, adalet, hukuk, insanlık çağrıları size ulaşmıyor. Dolayısıyla, hiç bir talebim de olmayacak. Ancak, sizi bir zırh gibi kuşatan üzerlerinizdeki cüppelerin, insan hayatından ve özgürlüğünden yapılmış olduğunu söylemekle yetineceğim. "CUMHURİYET GAZETESİ'NDE ARADIĞINIZ ÖRGÜT, SİYASİ PARTİ KILIĞINDA ÜLKEYİ YÖNETİYOR" Cumhuriyet Gazetesi’nde aradığınız örgüt, siyasi parti kılığında ülkeyi yönetiyor. Sahibinin sesi olmuş medyası da bu organize kötülük örgütünün yalanlarını gerçekmiş gibi sunuyor. Suçlarını perdeleyip, kötülüğün yaygınlaşıp sıradanlaşması görevini yerine getiriyor. Yani örgüt propagandası yapıyor. Çünkü en bilinen hakikat tüm çarpıklığıyla bir kez daha karşımızda duruyor: Suç dünyanın en güçlü zamkıdır. Siyasi iktidar, bürokrasi, yargı, talancı sermaye ve sahibinin sesi olmuş medyayı birbirine yapıştıran da bu zamktır. Bu kirli düzen, bu suç hanedanlığı hep sürecek zannedenler yanılıyorlar. Tarihin sayfalarını karartan tüm diktatörlüklerde olduğu gibi, kinlerinin ve hırslarının doymak bilmez açlığıyla yol almaya çalışanlar her zaman kendi sonunu hazırlar. Taşlarını kendi döşedikleri cehennemlerine vardıklarındaysa o görkemli küstahlıktan, akılları kör eden kibirden eser kalmaz. Kimsenin kuşkusu olmasın, tüm kişi ve kurumlarıyla organize kötülük örgütünün bu ablukası da dağıtılacak. Çünkü bu ülkede; - Demokrasi düşmanlarına inat, kalıcı ve yaygın bir demokrasi için mücadele edenler var. - Hukuku katledenlere inat, hukukun üstünlüğünü savunmaya devam edenler var. - Menfaat düzenlerini sürdürmek için savaşı ve ölümü kutsayanlara inat, barışı ve yaşamı esas kılmaya çalışanlar var. - Çocukları katledenlere, pedofilleri koruyanlara inat çocukların düşlerini gerçek kılmak için çabalayanlar var. - Ve hakikati boğmak isteyenlere inat gazetecilik yapmaya devam edenler var. Gazetecilik faaliyetlerimin suç olarak gösterilmeye çalışıldığı bir operasyona karşı söyleyeceklerim bundan ibarettir. Ve hiçbir şekilde savunma değildir. Ki bunu gazeteciliğe ve mesleğimin etik değerlerine hakaret sayarım. Çünkü gazetecilik suç değildir. KIZIMA BIRAKACAĞIM BU MİRASTAN GURUR DUYUYORUM Gazetecilik faaliyetlerini suçlama konusu yapmak, totaliter rejimlerin ortak özelliğidir. Tecrübemle biliyorum ki mesleki faaliyetlerim nedeniyle her siyasal iktidarın ve her dönemin yargısının “kötüsü – suçlusu” olmayı başardım. Kızıma bırakacağım bu mirastan gurur duyuyorum. Biliyorum, bu iktidarın da, yargısının da benimle ilgili sorunları var. Çünkü gazetecilik yapmaya çalışıyorum. Bugün, Türkiye’de yaygın bir şekilde olduğu gibi siyasal iktidara, çeşitli güç odaklarına değil hakikatin gücüne sırtımı dayayarak gazetecilik yapıyorum. Çünkü, Türkiye gibi demokrasiyle sıkı bağlar kuramamış ve giderek daha da totaliterleşen rejimlerde gazetecilik yapmak demenin çizgiyi aşmak demektir. Ve gazetecilik hizaya gelerek yapılmaz. Hizaya gelerek yapılanın adına da gazetecilik denmez. Eğer icazetle yazıp söylersen, onursuzluğun acizliğiyle ezilirsin. Bu yüzden söyleyeceğim o ki, dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikati boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek. KAHROLSUN İSTİBDAT, YAŞASIN HÜRRİYET Bu karanlık günlerde ihtiyacımız olan daha fazla hakikat kaybı değil. Her şeyden çok ve daha fazla gerçeklere ihtiyacımız var. Bu yüzden hakikate kendimden daha fazla saygı duymaya da, inkarcı biat kadrolarına dahil olmayı reddetmeye de devam edeceğim. Bunun için bir bedel ödemek gerektiği ortada. Ama sanmayın ki bu bizi korkutuyor. Ne ben, ne de dostları olmaktan onur duyduğum “Dışarıdaki Gazeteciler”, her kim olursanız olun hiç birinizden korkmuyoruz. Çünkü zorbaları en çok korkutanın cesaret olduğunu biliyoruz. Ve zorbalar da şunu bilsin ki, hiçbir zalimlik, tarihin akışını engelleyemez. Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!
1 note · View note
memurlarsoruyor · 4 years ago
Text
Ankara Çankaya Belediyesi 7 İşçi Alacak
Ankara Çankaya Belediyesi 7 İşçi Alacak
Ankara Çankaya Belediyesi 7 İşçi Alacak Ankara Çankaya Belediyesi 7 İşçi Alacak memurlarsoruyor
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Chevening Yüksek Lisans burs duyurusu
Chevening Yüksek Lisans burs duyurusu
Chevening Yüksek Lisans burs duyurusu Birleşik Krallık Dışişleri, Milletler Topluluğu ve Kalkınma Bakanlığı tarafından finanse edilen Chevening yüksek lisans burs programı başvurlarının başlamış olduğu ve 2 Kasım 2021 saat 12.00’ye kadar devam edeceği Ankara Büyükelçiliği tarafından bildirilmiştir. İlgililer, detaylı bilgi ve başvuru yapabilmek için www.chevening.org/turkey internet sayfasını…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Hitit Üniversitesi işçi alacak
Hitit Üniversitesi işçi alacak
Hitit Üniversitesi işçi alacak Hitit Üniversitesi işçi alımı yapacaktır. Türkiye İş Kurumu ÇORUM ÇALIŞMA VE İŞ KURUMU İL MÜDÜRLÜĞÜ HİTİT ÜNİVERSİTESİ ÇORUM EROL OLÇOK EĞİTİM VE ARAŞANESİ GÜNDÜZ BAKIMEVİ Yayınlanma Tarihi: 19.08.2021 Çalışma Şekli Daimi / Deneme Süreli Son Başvuru Tarihi 23.08.2021 İşveren Statüsü Kamu Pozisyon 1 Genel Hususlar ve Özel Şartlar TALEBE BAŞVURACAK ADAYLARIN…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
İzmir TCMB Geçici 2 engelli işçi alacak
İzmir TCMB Geçici 2 engelli işçi alacak
İzmir TCMB Geçici 2 engelli işçi alacak İzmir TCMB Geçici 2 engelli işçi alacak memurlarsoruyor
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
İstanbul Personel Yönetim Aş. 12 İşçi Alacak
İstanbul Personel Yönetim Aş. 12 İşçi Alacak
İstanbul Personel Yönetim Aş. 12 İşçi Alacak İstanbul Personel Yönetim Aş. 12 İşçi Alacak memurlarsoruyor
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Elemanı Alım İlanı
İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Elemanı Alım İlanı
İstanbul Kültür Üniversitesi Öğretim Elemanı Alım İlanı İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörlüğünden: 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve Öğretim Üyesi Dışındaki Öğretim Elemanı Kadrolarına Yapılacak Atamalarda Uygulanacak Merkezi Sınav ile Giriş Sınavlarına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin ilgili maddelerine göre aşağıda belirtilen akademik birimlere karşılarında belirtilen…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Çankırı Çardaklı Belediyesi 2 zabıta memuru alacak
Çankırı Çardaklı Belediyesi 2 zabıta memuru alacak
Çankırı Çardaklı Belediyesi 2 zabıta memuru alacak Çankırı Çardaklı Belediye Başkanlığı’na zabıta memuru alımı yapılacaktır. ÇARDAKLI BELEDİYE BAŞKANLIĞINA İLK DEFA ATANMAK ÜZERE MEMUR ALIM İLANI Çardaklı Belediye Başkanlığı bünyesinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak istihdam edilmek üzere; Belediye Zabıta Yönetmeliği hükümlerine göre aşağıda unvanı, sınıfı, derecesi, adedi,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Elemanı Alım İlanı
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Elemanı Alım İlanı
Altınbaş Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Elemanı Alım İlanı Altınbaş Üniversitesi Rektörlüğünden: 2547 sayılı Kanun ve Öğretim Üyeliğine Yükseltme ve Atanma Yönetmeliği’nin ilgili maddelerine göre Üniversitemizin akademik birimlerine öğretim üyeleri alınacaktır. Başvuru Koşulları: Adayların, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunundaki genel koşulları ve kadrolarının karşısında belirtilen özel koşulları…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Niğde Azatlı Belediyesi memur alacak
Niğde Azatlı Belediyesi memur alacak
Niğde Azatlı Belediyesi memur alacak Niğde Azatlı Belediyesi memur alımı yapılacaktır. AZATLI BELEDİYESİ İLK DEFA ATANMAK ÜZERE MEMUR ALIMI İLANI Niğde Azatlı Belediye Başkanlığı bünyesinde, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak istihdam edilmek üzere; “Mahalli İdarelere İlk Defa Atanacaklara Dair Sınav ve Atama Yönetmeliği” hükümlerine göre aşağıda unvanı, sınıfı, derecesi, adedi,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 3 years ago
Text
Sinop Türkeli Belediyesi 5 geçici işçi alacak
Sinop Türkeli Belediyesi 5 geçici işçi alacak
Sinop Türkeli Belediyesi 5 geçici işçi alacak Sinop Türkeli Belediyesi geçici işçi alımı yapılacaktır. Türkiye İş Kurumu SİNOP ÇALIŞMA VE İŞ KURUMU İL MÜDÜRLÜĞÜ TÜRKELİ BELEDİYE BAŞKANLIĞI Çalışma Şekli Geçici / Tam Zamanlı Son Başvuru Tarihi 28.06.2021 İşveren Statüsü Kamu Pozisyon 5 Genel Hususlar ve Özel Şartlar TALEBE BAŞVURACAK ADAYLARIN DİKKATİNE: A) Kuraya Tabi Talebe İlişkin Genel…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
memurlarsoruyor · 4 years ago
Text
Van Belvan Ulaşım Geçici 7 İşçi Alacak
Van Belvan Ulaşım Geçici 7 İşçi Alacak
Van Belvan Ulaşım Geçici 7 İşçi Alacak Van Belvan Ulaşım Geçici 7 İşçi Alacak memurlarsoruyor
Tumblr media
View On WordPress
0 notes