#çağırma
Explore tagged Tumblr posts
firleyuzela · 1 year ago
Text
~36~ İyi geceler ✨
Tumblr media
2 notes · View notes
aslanburcuyorumu · 13 days ago
Text
Ayetel Kürsinin Hüddamı Seyyid Kendiyası Çağırma ve Davet Etme
Ayetel Kürsinin Hüddamı Seyyid Kendiyas Hz. Çağırma ve Davet Etme nasıl yapılır? Bu uygulamanın derin bir bilgi ve hazırlık gerektirdiği,...
0 notes
dipnotski · 7 months ago
Text
Özgür Türesay – Osmanlı’da Ruh Çağırma (2024)
On dokuzuncu yüzyıl pek çok savaş ve devrimin getirdiği bunalımların yanı sıra teknolojide muazzam ilerleyişin sahnesi de oldu. Telgrafın ve telefonun icadıyla bir arada olmak için aynı mekânda olma gerekliliğini dahi yıkan iletişim teknolojisinin insana her şeyi yapabilme kudreti verdiği zannına düşüldü. Öte yandan, uzakları yakın eden iletişim ve ulaşım devrimlerine rağmen muktedir insanın ölüm…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
paranormalhaber · 2 years ago
Link
Müslüman Cin Çağırma Duası
İslam’a göre cinler, insanlar gibi akıl ve irade sahibi olan ancak gözle görülemeyen varlıklardır. Cinlerle iletişim kurmak isteyenler için Müslüman cin çağırma duası mevcuttur. Bu dua sayesinde cinlerle dostluk kurabilir, onlardan yardım isteyebilir veya onlara sorular sorabilirsiniz. Ancak cinlerle iletişim kurmanın bazı riskleri ve kuralları da bulunmaktadır. Bu makalede, Müslüman cin çağırma duasının nasıl yapılacağını, cinlerin bazı özelliklerini ve cinlerle iletişim kurmanın risklerini anlatmaya çalışacağız.
0 notes
blogwan · 1 year ago
Text
Airportantalyatransfers - Mega+ (2)
Antalya'da profesyonel bir transfer hizmeti seçmek, kolaylık ve rahatlık dahil olmak üzere sayısız fayda sağlayabilir. Antalya özel transfer hizmetleri, havaalanına geldiğinizde sizi havaalanında bekleyen şoförü ile sizi doğrudan gideceğiniz yere götüreceği için sorunsuz bir deneyim sunar. Bu, stresli ve zaman alıcı olabilen toplu taşıma araçlarında gezinme veya taksi çağırma ihtiyacını ortadan kaldırır. Ayrıca özel transfer hizmetleri, konforlu ve ferah bir araç sağlayarak, dinlenmenizi ve gideceğiniz yere yolculuğun tadını çıkarmanızı sağlar. Airportantalyatransfers firması Alanya, Belek, Side, Kemer gibi Antalya'nın çeşitli noktalarına özel transfer hizmeti sunmaktadır. Daha lüks bir deneyim arayanlar için Antalya havaalanı vip transfer hizmetleri mevcuttur. Firmamız VIP transfer hizmetleri vererek şık bir şekilde seyahat etmek isteyenler için üst düzey bir deneyim sunmaktadır. Bu hizmetler, gezginler için kişiselleştirilmiş ve ayrıcalıklı bir deneyim sağlayan havaalanı otel transferlerini ve özel turları içerir. Antalya havaalanı alanya transfer veya Antalya en iyi transfer firması seçerken itibar, müşteri hizmetleri ve fiyatlandırma gibi faktörleri göz önünde bulundurmak esastır. Firmamız, mükemmel müşteri hizmeti ile güvenilir ve uygun fiyatlı transfer hizmetleri sunmaktadır. Şirketin güvenlik önlemlerini araştırmak ve bunların yerel düzenlemelere uygun olmasını sağlamak da önemlidir. Saygın bir transfer şirketi seçerek, seyahat edenler gidecekleri yere güvenli ve rahat bir şekilde varacaklarını bilmenin rahatlığını yaşayabilirler.
1K notes · View notes
nesrin-c · 2 months ago
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
Tumblr media
160 notes · View notes
selcandy · 27 days ago
Text
Sizin de karşınıza çıktı mı bilmiyorum ama Cenk diye bir tip var, kendisi güya “5-6 Şubat gece yarısından sonra Kahramanmaraş’ta deprem olacak” diye tweet atmış zamanında, şimdi de o tweet’in ekran görüntüsünü paylaşarak bu sene 14 Aralık’ta büyük Marmara depreminin yaşanacağını iddia ediyor.
Paylaşılan ekran görüntüsünde asıl takılmanız gereken şey “anaa tarihi bilmiş lan” değil, tweetin “Marmara üzerinde başarılı olamadılar” diye başlaması. Ciddi ciddi depremlerin birtakım güçler tarafından yapay olarak üretildiğini iddia ediyor ki bu bile onun insanların zaaflarıyla oynayan bir şarlatan olduğunu gözler önüne sermek için yeterli. (Nispeten) ortası hariç her bir köşesi deprem bölgesi olan, altından kilometrelerce uzayıp giden koca koca fayların geçtiği bir ülkenin halkı, neden birilerinin yapay deprem üretmesine gerek olduğuna inanır bilmiyorum ama bu adamın bu paylaşımı Instagram’da 7-8 farklı profilde karşıma çıktı, hepsinin de altında inanılmaz yorumlar var.
Herkesin dilinde bir HAARP var öncelikle, açıp da HAARP hakkında tek bir kaynak okumuş mudur deseniz - okumadıkları yaptıkları yorumlardan belli. Yok bir tane gemi geliyormuş da o gemi ne zaman gelse ülkemizde deprem oluyormuş, 14 Aralık civarında gelip gelmediğine özellikle dikkat edeceklermiş - ciddi ciddi tek bir geminin yerin kilometrelerce altındaki bir kırığı oynatacak donanıma sahip olabileceğine inanıyorlar ve bunu takip etmeye mesai harcayacaklarını dile getiriyorlar, kafayı yersiniz. Bu da yetmezmiş gibi, bunun bir ampulden 1 milyon kat daha az güç üretebilen IRI’lerle yapılabileceğini iddia ediyorlar. 23 Watt’ın 1 milyonda biri kadar frekans üretebilen bir IRI, bir tüyü, bir tozu bile yerinden oynatamaz. Bir tozu yerinden oynatmak için çooook sayıda IRI’nin yan yana gelmesi gerekir, bu kadarını da bir gemide yan yana taşıman imkansız. Dahası, HAARP tesisi parası neyse vererek kullanabileceğin bir tesis. Düşünsene sağda solda deprem üretebilen (!) bir tesisi bilime ve jeolojiye gönül vermiş olan herkese açıyorlar böyle, yani resmen “alın kardeşim size gizli silahımızı veriyoruz, denk gelirse, canınız sıkılırsa deprem falan üretirsiniz” diyorlar??? =D
Tarihe gelince; bir senede 365 gün var değil mi? Mesela ben burada 217 insan takip ediyorum, bulalım 148 kişi daha ve her birimize bir gün düşsün, diyelim ki “bence 2025 yılında şu gün falanca deprem bölgesinde deprem olacak.” Eğer bahsettiğimiz deprem bölgesinde deprem olursa ki çok muhtemel, birimizden birimizin tahmini tutmuş olacak. Twitter denen platform zaten astroloji, Tarot, spiritüellik, ruh çağırma gibi temalardan yürüyerek deprem tahmininde bulunan şarlatanlarla dolu. İçlerinden birisinin salladığı tarihin tutması kadar doğal bir şey yok, bu hiç de şaşırılası bir tesadüf değil. Biz bile şurda ayaküstü başarabiliriz diyorum. 730 kişi toplanır önümüzdeki iki yılı komple kapatırız, sonra içimizden biri kendisini “ileri düzey öngörü uzmanı” ilan eder, bunda ne var? (Evet, bahsettiğimiz adam kendisini bu şekilde tanımlıyormuş kıjrkıj).
Komplo teorilerine yatkın olan zihinleri değiştirmek çok zor. Elle tutulur verilerle bir şeyleri açıklamaya çalışıyorsun, “senin dediğin bilinen kısmı, biz bilinmeyen kısmından bahsediyoruz” diyorlar. Bilinmeyen kısmı bilinmiyorsa sen nasıl oradan yürüyerek sav üretebiliyorsun abi, kimsin sen? Alaska tüm dünyadan gizlediği iyonik silah dosyalarının bilinmeyenlerini bir tek seninle mi paylaştı da bu kadar eminsin kendinden? E bi’ de bir teoriyi çürütebilmen için önce o teoriyi bilmen gerekiyor, “bilinmeyen” kelimesinin arkasına saklandıkları noktada senin de bütün yolların tıkanıyor. Ve beslendikleri en önemli kaynak, insanların bilgisizliği. Hedef kitle “sen ne saçmalıyorsun aq” diyecek kapasiteye sahip olmadığı için bu kadar rahatça oynayabiliyorlar insanların akıllarıyla. Aynı boku Norveç’te vb yiyemezsin mesela; değil sana prim vermek, tedavi olman için aralarında para falan toplarlar. Norveç afaki bir örnek, orada da HAARP tesisi olduğu ve eğitim düzeyi HAARP’ın ne idiğini bilmelerine yettiği için aklıma ilk o geldi.
Elimizde inanılası tek bir gerçek var; biz bir deprem ülkesiyiz. 1924 Erzurum (6,8), 1930 Hakkari (7,2), 1939 Erzincan (7,8), 1942 Tokat (7,0), 1943 Adapazarı (6,6), 1943 Kastamonu (7,7) ve ta o yıllarda yaşanmış bir sürü yıkıcı deprem; bunları da mı 1999 senesinde kurulan kıçı kırık HAARP’la yapmışlar? Zaten bu söylemler Gölcük depremiyle ortaya çıktı fakat bu bilimdeki en yaygın safsatalardan biri zaten: “post hoc ergo propter hoc” yani “bir şey, diğer bir şeyin ardından gerçekleştiyse, o şeyin nedeni ilk şeydir.” Sen tam güneş doğarken bardak kırdın diye güneşin doğuş sebebi senin bardak kırman olmuyor. Gölcük depremiyle HAARP tesisinin kuruluş tarihi denk düştü diye bunu buna bağlamak da, ne bileyim… Zaten insanların en büyük travması haline geldi deprem, bu travmayı nasıl avantaja çevirip bilimsel olmayan söylemlerle herkesi paniğe sürükler bir insan? Ne için? Daha fazla beğeni için mi, daha fazla görüntülenme için mi, ne için?
Şimdi, bilimselliğin işine gelen nedir? “Bilim o kadarrrrr güçlü ve ileride ki artık yapay deprem de üretiyoruz, depremin tarihini, saatini de öngörüyoruz” demek değil midir mesela? Örneğin nükleer silahlar var ve bu gizlenen bir şey değil, ota boka kullanmıyoruz ama kötü niyetle değerlendirilmediği müddetçe aslında bu bilimsel açıdan çok çok büyük bir başarı. Ama adamlar depremler söz konusu olunca hep bir ağızdan diyorlar ki “elimizdeki imkanlarla gelişini öngörebiliriz ama tam tarihini bilemeyiz.” Bilimi reddeden, elinde hiçbir dayanak olmadan hurafe uyduran insanlar o kadar tehlikeli ve o kadar çok ki artık iyice tedirginliğe sürükleniyorum. Bu insanlar bilim okuyanı da sevmezler, inançlı insan da sevmezler (inançlı da “bilinemez” der çünkü) ve ikisiyle de sürekli çatışırlar. İşte bu şarlatanları tam olarak onlar yüreklendiriyor, onlar besliyor, beni anlıyorsunuz değil mi?
Eskiden “panik olsun Allah’ın cahilleri, cehaletlerinin bedeli bu” falan diyordum ama artık çok üzülüyorum ya. Bu insalara yaşattıkları o korkuya gerçekten çok üzülüyorum ama korkmasınlar diye anlatılanları da dinlemiyorlar asla. Dinlemiyorlar çünkü “deprem ülkesiyiz” gerçeği çok iç sıkıcı, inanması zevkli değil. “Amerika yapıyor, Rusya yapıyor” denince; yani mevzubahis depremler olduğunda gerekli önlemleri almaktan aciz olan, yüz binlerce insanının ölmesine müsaade eden yetersiz bir ülkeyi Amerikaların, Rusyaların çekemediği bir ülke gibi yansıtınca, başına gelen en büyük talihsizlikler bile bir ayrıcalık gibi algılanıyor sanırım. Açıp yirmi sayfalık bir makale okumaya, iki saatlik bir belgesel izlemeye erinip altı yedi kelimelik tweetlere itimat etmeyi sürdürdüğümüz müddetçe daha yüz binlercemiz, milyonlarcamız ölecek. “Hala vaktim varken nasıl önlemler alabilirim, kendimi ve sevdiklerimi deprem konusunda nasıl eğitebilirim” demek yerine “gemiyi takip edicem, bakalım gelecek mi piç” dedikçe çatır çatır öleceğiz. Biz bunu bir türlü anlayamadık ey halkım…
29 notes · View notes
amezhu · 2 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
235. BÖLÜM - Cennete Uzanan Köprü - Üç salak geçmiş günlere dönüyor -
Kim bilir, yok olma korkusu mu, yoksa kavurucu sıcak lav mı ama Xie Lian’in tüm benliği suyun içine batırılmıştı.
Xie Lian'ın yavaş yavaş kendine gelmesi uzun zaman aldı.
Uyandığı anda soğuk, sert bir zeminde yattığını fark etti, Mu Qing onun yanına çökmüş, şaşkınlık içinde ona bakıyordu.
Xie Lian'ın görüşü hâlâ hafif kırmızıydı ve o anında ayağa kalktı, “SAN LANG!”
Ancak beklenmedik bir şekilde oturduğu anda Mu Qing pat diye bağırdı, “HAREKET ETME!”
Xie Lian yerden kendini desteklemek için elini uzatsa da eli boşluğa geldi ve dengesini kaybetti, tüm kişiliği neredeyse aşağı devrilecekti. Şaşırdı, Xie Lian sonunda düzgün bir zeminde uzanmadığını anladı.
Bir köprünün tepesinde yatıyordu!
Burası muazzam bir alana sahip bir yeraltı kaya mağarasıydı, kubbesi uçsuz bucaksız gecenin gökyüzüne nüfus ediyor, mağaranın içinde kutsal sayılmayan bir köprü "yüzüyordu".
Köprünün gövdesi taş ama aynı zamanda tahta gibiydi. Sanki binlerce yıl yağmur ve fırtına görmüşçesine hasar almış, korkunç derecede zifiri karanlıktı. Onu destekleyen sütunlar olmadan havanın ortasında asılı, her iki uçtan sonsuza kadar sonsuzca uzanıyordu; başlangıcı bilinmez, sonu öngörülemez ve yönü tam bir gizemdi. Bazı yerler otuz metre kadar genişti, bazı yerler ise o kadar dardı ki, yalnızca bir kişi geçebilirdi.
Bu kırık köprünün binlerce metre altında cehennemin kırmızı havzası gibi yanan ve yuvarlanan kırmızı, sıcak lav havuzu vardı.
Cennete Uzanan Köprü?
Bu üç kelime Xie Lian'ın aklına ilk gelen kelimelerdi.
İki bin yıl önce, felaketin üstesinden gelmek amacıyla WuYong’un veliaht prensi cennete uzanan bir köprü inşa etti. Köprü hala duruyor olabilir miydi?
Zorla yüzü olmayan beyaz tarafından aşağı çekildiğini hatırladı, o halde nasıl bu köprüye gelmişti.
Xie Lian ayaklarının üstünde süründü, “San Lang?”
Mu Qing hala kenarda oturuyordu, “Çağırma zahmetine girme, o burada değil.”
Xie Lian ona döndü, “Nasıl buraya geldik? Yarı yolsa mesafe kısaltma rünü mü aktive oldu?”
“Muhtemelen.” Dedi Mu Qing, “Lav havuzuna doğru düşüyordum ama havada yarı yoldayken buraya gönderildim.”
Zavallı Feng Xin; üçü de düşmüştü ve yukarıda geride kalan sadece oydu. Muhtemelen yine sokaklara lanet okuyordur. Ama Hua Cheng’i bulmak öncelikti; nereye gönderilmişti?
Xie Lian Fang Xin’i ve yan tarafa fırlatılan ve onları kaldıran uzun kılıcı fark etti, onu alarak Mu Qing’e doğru yürüdü. Mu Qing Xie Lian’ın ne yapmayı düşündüğünü bilmeden karanlık bir ifadeyle kılıcı sallayarak ona doğru yaklaştığını görünce aniden gerildi.
Ancak Xie Lian ona kılıcını verdi ve ardından ona elini uzattı, “İyi misin? Eğer kalkabiliyorsan yola çıkmalıyız.” ‌ ‌
Mu Qing kendisine uzatılan ele baktı ve uzun bir sessizlikten sonra başını salladı, “Gelemem. Ellerin ve ayaklarımın her yeri yaralandı.”‌
Xie Lian çömelip bir anlığına onu kontrol etti ve tabii ki Mu Qing’in iki eli de kıpkırmızı, ayakları yanık doluydu bu yüzden muhtemelen yalnızca yavaşça yürüyebilirdi.‌ Bir süre düşündükten sonra Xie Lian “O zaman sana yardım edeyim.” Dedi.
Bir kolunu omzuna uzatarak Mu Qing’i kaldırdı ve böylece bir süre bu şekilde yürüdüler. Birkaç adımdan sonra Mu‌ Qing‌ aniden ağzından kaçırdı, “Neden?”
Xie ‌Lian‌ yanıtlarken etrafı hesaplı bir şekilde tarıyordu, “Ne neden?”
“Benim iyi olduğumu gördükten sonra daha çok şüphelenirsin diye düşünmüştüm.” Dedi Mu Qing.
“Ah, hayır?” diye cevapladı Xie Lian.
“Neden?”
“Çünkü biliyorum.”
“Neyi biliyorsun?”
“Yalan söylemediğini.” Yanıtladı Xie Lian.
“…”
Mu Qing'in ifadesinin ne olduğunu tarif etmek gerçekten zordu.
Xie Lian oldukça önemli bir şekilde söyledi, “Sana inanıp inanmadığımı sormadın mı? Sana inanıyorum. Hepsi bu.”
“…”
“Nasıl söylesem…” Xie Lian başladı, “Sanırım seni uzun yıllardır tanıyorum diyebilirim, yani bu konuda hâlâ oldukça eminim. Sen öyle biri değilsin. Bunu daha önce söylememiş miydim? İnsanların içeceğine tükürebilirsin ama asla onlara zehir atmazsın.”
İlk kısmı duyduktan sonra Mu Qing biraz etkilenmiş gibi göründü ama ikinci yarıyı duyduktan sonra yüzünün yarısı karanlıklaştı, “Bu gereksiz bir örnek, cidden, konuyu daha fazla gündeme getirme. Tükürmek falan öyle bir şey yapmazdım. Bu çok bayağı.”
Xie Lian elini salladı, “Bu küçük detayları umursama. Ayrıca bir milyonda bir ihtimal senin hakkında yanlış yargıda bulunsam bile sen beni ya da San Lang’ı yenemezsin. Seni tek vuruşta hallederiz, yani hiç de tehdit oluşturmuyorsun ahahahaa…”
“…” Mu Qing mırıldandı, “Bilerek yapıyorsun değil mi? Beni ölesiye kızdırmak için çok çabalıyorsun.”
“Öhm, şaka yapıyorum. Her durumda.” Xie Lian gülmeyi kesti, ileriye doğru bakarken Mu Qing’in kolunu sıkıca kavradı, “Eğer gerçekten kötü niyetli bir eylemi yapmayı geri çevirdiysen ve Jun Wu da sana lanetli kelepçeyi geçirdiyse o zaman bunun için kötü bir bedel ödemene izin veremem.”
Sakin bir şekilde şunları söyledi, “ Çünkü yaptığın doğru olandı.”
Mu Qing uzun bir süre ona baktı ve sonunda dişlerini gıcırdattı, “Xie Lian, sen cidden şey gibisin…”
Xie ‌‌Lian‌ anında karşılık verdi, “Boş ver. Benim hakkımda ne düşündüğünü bilmediğimi sanma. Sana burada yardım etmem için hala bana bağlısın, seni bu lav havuzuna atmak istememi sağlayacak hiçbir şey söyleme.”
Mu Qing omuz silkti, “Ve burada, senin hakkında ne düşündüğümü bilmene rağmen beni kurtarıyorsun?”
“Aynen. Seni sadece kendi prensiplerimi takip ettiğim için kurtarıyorum, hepsi bu.” Xie Lian cevapladı, “Ayrıca, sen ise her açıdan ilginç bir şekilde tuhaf olan birisin ve geçmişte seni gerçekten öldürene kadar yumruklamak istediğim zaman oldu, o zamanlar başaramadım ve zamanla umurumda olmadı. Ama ne kadar garip olsan da ya da ne kadar seni yumruklamak istesem de günahların ölümünü gerektirmiyor. Seni kurtarabilirsem tabii ki kurtaracağım.”
Mu Qing'in havası söndü ve birkaç kez homurdandı, ardından bir an sessizlik oldu ve ekledi, “Ekselansları, ben aslında…”
Tam o sırada her ikisinin de ayakları aşağıya doğru meyletti ve her ikisinin de yüzleri aniden renk değiştirdi.
Mu Qing yaralıydı ve zamanında tepki veremiyordu ama neyse ki Xie Lian hala tanrısal bir hızla hareket ediyordu ve ayak parmaklarının ucuna basarak ileriye doğru itti ve otuz adım ileriye hafifçe indi. Geriye dönüp baktıklarında, az önce üzerinden geçtikleri köprünün gövdesi çatlayıp kopmuş ve doğrudan aşağıya düşmüştü!
GÜMBÜR!
Köprünün zifiri karanlık gövdesinin bir kısmı kızıl cehennem havuzuna düşmüştü ve uzun zamandır havuzda yuvarlanmayı bekleyen kederli ruhlar hızla uzandılar ve yüzlerce çift el, sanki onu bu acı denizinden kurtulmak için bir araç olarak kullanmak istercesine yakalamak için savaştı. Ancak sayıları çok fazlaydı. Sakat köprünün o kısmı onları taşıyamadı ve kısa sürede battı. Yukarıdaki iki kişi titreyerek izlediler ve birbirlerine baktılar. Xie Lian yorumladı, "Görünüşe göre bu köprü pek sağlam değil!"
Mu Qing ağzını açıp kapattı, muhtemelen geri dönebileceklerini, daha önce uzandıkları köprünün yüzeyinin oldukça geniş olduğunu ve çökmemesi gerektiğini söylemek istiyordu, ancak o uzantının çökmesiyle artık yol kalmamıştı ve artık geri çekilemezlerdi.‌ İkisi için tek yol ileri gitmekti ama önlerindeki köprünün yüzeyi sanki her köşesinde bir tehlike var, her yeri tuzak dolu gibi değişken bir şekilde bir genişliyor bir daralıyordu, kim bilir bastıkları hangi adım onların düşmesine sebep olacaktı.
Bir kelime etmeden Xie Lian Mu Qing’i sırtına aldı, “Aynı yerde uzun süre bekleyemeyiz yoksa köprü çökebilir. Sıkı tutun,  hızlı bir şekilde bunun üzerinden geçeceğim!"
Söz verdiği gibi Xie Lian gerçekten de uçan adımlarla dışarı çıktı. Ne kadar ileri giderlerse köprü o kadar bunaltıcı bir şekilde darlaştı, hatta en geniş alan bile bir kapıdan geniş değil, en dar alan ise bir kişinin omuz genişliğini geçmezdi!
Ancak böyle tehlikeli bir durumda bile Xie Lian'ın geçtiği hiçbir yerde en ufak bir şey bile hareket etmedi. Ayaklarının altı her seferinde sadece hafifçe eğiliyordu ve her seferinde suyun yüzeyini hafifçe sıyıran bir kırlangıç gibiydi, temas olduğu anda geri çekiliyordu. Eğer orada başka savaş tanrıları olsaydı, hepsi dehşete düşürecek kadar zekice kontrol edilen bu adımlar karşısında şaşkına dönerdi, çünkü aynı şeyi yapabilecek ikinci bir savaş tanrısı yoktu. Bu sadece ruhani güçlere bağlı olmayan ve gün içinde güçlü bir şekilde eğitim almış birinin gelebileceği ustaca becerilerdi.
Birdenbire bir ateş sütunu gökyüzüne fırladı ve Xie Lian'ın önünü kesti. Eğer onun inanılmaz tepkisi ve zamanında frenlemesi olmasaydı, doğrudan ateşin içine girip cayır cayır yanacaklardı. İkili aşağıya baktı. Kim bilir ne zamandan beri, erimiş kayalarla aynı renkte milyonlarca kızgın ruh aşağıda toplanmış, çığlık atıp kıkırdayarak ellerini ikisine doğru uzatmıştı ve bu ateş sütunu onlar tarafından gönderilen bir darbeydi. Kulakları belli belirsiz ağrıyordu ve Mu Qing merak etti, "Ne diye bağırıyorlar?
Xie Lian mırıldandı, “… ‘Bize katılın, burada çürüyerek ölün!’ "‌
Mu Qing korkuyla ona baktı, “Onları anlıyor musun? WuYong dilini konuşuyor olmalılar!”
Xie Lian başını salladı, “En, onlar… Cennete uzanan köprü yıkıldıktan sonra lava düşmüş ve yanarak ölmüş WuYong insanları. Onlarla bulaşmamaya dikkat et.”
“İnsanları aşağı çekerlerse affedilebilirler mi?” Mu Qing sorguladı.
“Hayır.” diye cevapladı Xie Lian, “Başkalarını aşağı çekseler bile affedilemezler. Bu kederli ruhlar asla affedilemeyecekler. Ama, diğerlerinin acı kaderi yaşadığını görmekten zevk alıyorlar.”
Hiçbir zaman affedilemeyeceklerinin ve bu cehennem havzasının azabını çekmelerinin nedeni de tam olarak buydu.
“Ben de bilmiyorum.” Dedi Xie Lian, “Ama muhtemelen… bana söyleyen oydu.”
Tıpkı ceset yiyen farelerin çığlıklarının hatıralarını naklettiği gibi.
O erimiş küskün ruhlar hâlâ düşmedikleri için oldukça hoşnutsuz görünüyorlardı ve bir araya toplanıp fısıldaşarak, el ele tutuşarak yeni bir saldırı darbesi göndermeye hazırlanırken Xie Lian koşmaya başladı. Ateş sütunu anında ortaya çıktı ve zaten çukurlarla dolu olan köprü daha da harap oldu.
Misilleme yapmadan dayak yemeye devam edemezlerdi ve Xie Lian da aşağıya doğru havaya uçurmayı denedi, ancak çok fazla ruhani gücü kalmamıştı, bu yüzden çok uzağa patlatamadı. Mu Qing'in ruhani güçleri daha yeterliydi ve daha uzağa patlatabilirdi, ancak yine de onları biraz ıskaladı. Aşağıdan gelen ateş sütununun neredeyse ayak bileklerini yaktığı birçok zaman oldu ve o kederli ruh kalabalığı büyük bir grup haline geldi, enerjileri muazzamdı ve kıkırdadılar ve güldüler, onları işaret ettiler, gökyüzünde bir gösteri izliyorlar gibi fazlasıyla heyecanlıydılar. İkisi hiçbir şey yapamadılar, çok aşağılayıcı bir durumdu o kadar çok ki Mu Qing'in eklemleri çatladı!
Bir zaman sonra Xie Lian’in sırtına yaslanan Mu Qing çok zor bir karar vermeye azmetmiş gibi dişlerini gıcırdattı ve birkaç derin nefes aldı, “Unut gitsin, ekselansları… Xie Lian, indir beni!”
Xie ‌Lian‌ cevap verirken hızla koşuyordu, “Ne diyorsun? Sen tatlı canını çok seversin ve ölmekten korkarsın! Böyle bir şey diyecek biri değilsin!”
Aniden Mu Qing’in alnında damarlar kabardı, “Pekala, tatlı canımı sevdiğim ve ölmekten korktuğum için kusura bakma! Zaten her türlü öleceğimden… kararımı değiştirmeden önce acele et ve beni indir!”
“Dalga geçmeyi bırak, daha fazla konuşma, odaklanmamı bozuyorsun.” Dedi Xie Lian, “Şu anda önemli olan en kısa sürede bu köprünün sonunu bulmak.”
“KİM DALGA GEÇİYOR?” Mu Qing haykırdı, “Eğer bu köprü cidden cennete uzanan köprüyse, kim bilir daha ne kadar koşman gerekecek? er ya da geç onlar tarafından devrileceğiz. İndir beni, Ben gidip o gölgeli çöplerin hakkından geleceğim, sen devam et!”
Ardından Xie Lian’ın omzuna hafifçe vurdu ve hızla fırlayarak arkasına indi. Xie Lian arkasına bakıp birkaç adım ona attı ama Mu Qing konuştu, “Gelme, köprünün bu kısmı dar, gelirsen ikimiz de düşeriz!”
Xie Lian yalnızca adımlarını durdurabildi. Mu Qing yine omuz silkti, “Haklısın, benziyoruz. Sen benim garip olduğumu düşünüyorsun, bence sen de oldukça tuhafsın.”
Xie Lian’in gözlerine baktı, “Madem bu noktaya geldik, bunu sana doğrudan anlatabilirim. Senin hakkında pek çok düşüncem var.”
“Ah… pekala… bunu zaten biliyordum. Uzun zaman önce.” Dedi Xie Lian.
Mu Qing soğukça konuştu, “Ah cidden mi? O zaman biliyor muydun, sık sık senin sadece statüne bağlı olduğunu düşündüğümü, Veliaht Prens Hazretleri olmana ve iyi bir şansa sahip olmana rağmen yeteneklerinin benimkilerden çok daha iyi olmadığını?"
“…”
"Ayrıca, tüm bu iyilikleri sadece başkalarına gösteriş yapmak, övgü ve pohpohlamalardan zevk almak için yapmaktan hoşlandığını düşünüyorum. Aslında, bana yardım etmen tamamen bu nedenden kaynaklanıyordu, çünkü ben senin sempati ve nezaketini göstermen için mükemmel bir özneyim. Dürüst olmak gerekirse, şu anda bile bu inançlarımdan bazılarını değiştirmedim. Belki de hiç değişmeyecekler. Onları bir süre bastırsam bile, bir süre sonra yine ortaya çıkacaklar."
Xie Lian bu noktada ter döküp dökmeyeceğini veya ne yapacağını bilemedi, "Bunları bu kadar ayrıntılı bir şekilde kişinin kendisine anlatmaya gerek yok?!"
Yine de beklenmedik bir şekilde Mu Qing sözlerine şöyle devam etti: "Ama yine de çoğu zaman... sana hayranlık duyuyorum."
Xie Lian şaşırmıştı.
Mu Qing cesaretini topladı, sanki biri boynunu sıkıp onu konuşmaya zorluyormuş gibi görünüyordu ve sert bir sesle, "Bu normal değil mi? Sen... kesinlikle... oldukça şaşırtıcı birisin. Ayrıca sen… benden… daha iyi… birisin. Uzun lafın kısası, ben… gerçekten de… senin a-a-arkadaşın… olmayı çok istedim.”
“…”
Xie Lian bir milyon yıldır bu sözlerin Mu Qing’in ağzından döküleceği günün geleceğini hiç hayal etmemişti.
İsteksiz, katı, kekeme olmalarına rağmen bu kelimeler o kadar dürüst, samimi ve duygulu kelimelerdi ki!
Gözleri kocaman açıldı, “Sen…”
Mu Qing sonunda bu sözleri dişlerinin arasından sıkarak çıkardı ve bir nefes verdi, "Xian Le'nin düşüşünden sonraki o olay, doğru ya da yanlış, zor durumda olsam da olmasam da yine de sana bir özür borçluyum."
Xie Lian bir an için afalladı, "...Her şey geçmişte kaldı, o yüzden boş ver. Bunun yerine, önce buradan çıkalım!"
Mu Qing sesini yükseltti, "Bana, eğer şüpheli olsam da benim yapmadığımı bilsen bile, yine de akışına bırakacağını ve beni kurtarmayacağını söyledi. Çünkü benden nefret ediyorsun, bana inanmazdın."
"O mu?" Xie Lian bu "o "nun kim olduğunu anladı.
Mu Qing devam etti, "Ona yardım etmeyi kabul etmemiş olsam da söylediği her şeyi ben de düşündüm. Her zaman içten içe benden nefret ettiğini, beni küçümsediğini düşündüm, bu yüzden ben, ben her zaman... Neyse, aslında bunu düşünmüyorsun. Buna sevindim”
Bir başka ateş sütunu göklere doğru kükredi ve Xie Lian ondan kaçmak için birkaç adım geri çekilerek Mu Qing'den uzaklaştı. Mu Qing'e gelince, öfkesi kabardı ve avucunu köprünün yüzeyine şiddetle vurarak yere yığıldı. Xie Lian’in gözbebekleri küçüldü, “NE YAPIYORSUN??”
Beklendiği gibi köprünün o kısmı Mu Qing’i de yanına alarak çöktü. Mu Qing yarı yolda ona doğru bağırdı, “ÇÖPLERİ TEMİZLEMENE YARDIM EDİYORUM!”
Kırık köprü havuza çarparak yüksek dalgaların kabarmasına neden oldu ve erimiş kederli ruhlar ilk başta onu aşağı çekmeye hazır bir şekilde mutlu bir şekilde üzerine üşüştüler, ancak beklenmedik bir şekilde, gümbürdeyen bir patlama meydana geldi ve büyük bir alanı dağıttı. Hayaletlerin feryatları arasında Mu Qing yıkılmış köprünün ortasında durdu, ruhani ışık onu sararak en parlak haline ulaştı ve alaycı bir sesle, "Sizi gölgelerin derinliklerinden gelen süprüntüler, vicdansız yangınlar çıkarmaktan zevk mi alıyorsunuz? İYİ Kİ GELDİM, ŞİMDİ KAÇMAYIN!!!" dedi.
Şimdi, patlamaları nihayet o erimiş kederli ruhlara ulaşabilirdi!
Mu Qing kan kırmızısı avuçlarını kaldırdı, küskün ruhları çılgınca süpürdü, gönlünce öldürdü, o kadar vahşiydi ki, daha aşağıda sadece gösteriyi izleyen kederli ruhlar çığlıklar atarak dağıldılar, her yöne doğru yüzerek uzaklaştılar. Ateş kollarına ve eteklerine bulaşmaya başlamıştı ve Xie Lian yukarıdaki kenardan sarkıyordu, "MU QING? NE KADAR YÜKSEK ATLAYABİLİRSİN?"‌ ‌
Mu Qing bağırdı, “NEDEN SÖYLEYECEK BU KADAR BOŞ ŞEYİN VAR? HALA GİTMEDİN Mİ SEN?”
Xie Lian geri bağırdı, “BU BENİM SORUNUM DEĞİL. HAYATINDA SONUNDA DUYGULU BİR ŞEYLER SÖYLEDİN VE ARDINDAN ÖYLECE ATLADIN, NASIL GİDEBİLİRİM?”
Mu Qing çok öfkelenmişti, “ ‘SONUNDA DUYGULU BİR ŞEYLER’ DERKEN NE DEMEK İSTİYORS…” sözünü bitirmeden ayaklarının altındaki o kırık köprü parçası birkaç çentik battı. İkisinin de yüzü değişti.
Şu anda lav havuzuna gömülecek ve kemikleri havaya karışacaktı!
Mu Qing öncesinde can doluydu ama şimdi yüzü soldu ve kendi kafasını ateşte yanarak ölmeden önce parçalayacak gibi ellerini kaldırdı ve gözlerini kapattı, böylece daha doğrudan ölebilirdi. Xie Lian aceleyle haykırdı, “BEKLEBEKLEBEKLE ACELECİ OLMA! B-B-B-Bİ PLANIM VAR!”
Mu Qing yine gözünü açtı, “ NE PLANI?”
RuoYe en dibe ulaşamasa da yarı yola kadar gidebilirdi, Xie Lian aşağıya fırlattı, “HER ŞEYİNLE ZIPLA! ZIPLA VE YAKALA! SENİ YULARIYA ÇEKECEĞİM.”
Mu Qing’in yüzü daha da soldu, “ZIPLAYABİLSEM BİR YOL DÜŞÜNMEZ MİYDİM?” ardından tekrar kendini ölümüne vuracak cesareti topladı ki Xie Lian haykırdı, “BEKLEBEKLEBEKLEBEKLE! GERÇEKTEN, BEKLE!!! HEMEN BİR YOL DÜŞÜNECEĞİM!”
“PEKALA, KONUŞ, YANİ?”
Bir yol, bir yol. Çabuk, bir yol düşün!
HİÇBİR ŞEY YOLU YOKTU!
İkisinin de dayanma gücünün sonuna gelmişti ve Mu Qing tekrar elini kaldırdı. Ancak beklenmedik şekilde , tam o sırada, başka bir el PAT! Ve onu yakalamadan önce elini tokatlayıp uzaklaştırdı.
Sonra, boş fikirli bir adam Mu Qing'i elinde tutarak sallanarak sıçradı!
Xie Lian beyaz ipek kumaşın diğer ucunun gerildiğini hissetti ve aşağı baktığında hem şaşırdı hem de çok sevindi, "FENG XIN?"
Mu Qing'in üzerinde durduğu kırık köprü parçası lav akıntısının derinliklerine gömülmüş ve fokurdamaya başlamıştı. Beyaz ipek kumaşın uçlarında Feng Xin bir eliyle RuoYe'yi kavrarken diğer eliyle çelik suratlı Mu Qing'i tutuyordu ve ona doğru bağırdı, "Ekselansları, ÇABUK, BİZİ YUKARI ÇEKİN!"
Aşağıda kürek çeken daha fazla Boş Kabuklu mutant vardı ve görünüşe göre Feng Xin de yukarıdan süzülerek onlara biniyordu. Xie Lian'ın soru soracak vakti yoktu ve onları yukarı çekmeden önce aceleyle köprünün biraz daha geniş ve sağlam bir alanını buldu. İkisi istikrarlı bir şekilde yukarı çekiliyordu, ancak aşağıda, erimiş küskün ruhlardan oluşan yeni bir grup yavaş yavaş toplanıyor, kötü niyetle yukarı bakıyor, toplanırken homurdanıyorlardı ve kısa süre sonra başka bir ateş sütunu yükseldi!
Feng Xin ve Mu Qing havada asılı kaldılar, kaçamadılar ve Xie Lian RuoYe'yi kaldırdı ve bu saldırıdan kaçmak için birkaç adım uzaklaştı. Ama köprünün üstündeki hiçbir yer düzgün ve açık değildi yani o darbeden kaçtıktan sonra ancak yapabileceği tek şey yine geri dönmekti. Feng Xin neredeyse ateş sütunundan dolayı yanacaktı, büyük bir öfkeyle bağırdı, “BU KÖPEK B*KLARININ SORUNU NE? İNSANLARA AŞAĞIDAN SALDIRMAK MI, NE REZİLLİK! TÜM SÜLALENİZİ S*KEYİM!”
Xie Lian cevapladı, “EĞER TÜM SÜLALELERİ BÖYLE GÖRÜNÜYORSA HALA S*KMEK İSTEDİĞİNE EMİN MİSİN??”
Kederli ruhlar pes etmemiş, kıkırdayarak pusularına devam etmeye hazır görünüyorlardı. Feng Xin öfkesinin doruğundaydı ve Mu Qing'i havaya kaldırarak, "Tut şunu!" diye homurdandı.
Mu Qing daha önce gerçekten öleceğini düşünmüştü, şoku çok büyüktü, bu yüzden şimdi bile tepkisi biraz donuktu ve RuoYe'ye tutunma emrine uydu. Onu tutmaya gerek kalmadan, Feng Xin bir elini serbest bıraktı ve sırtında taşıdığı uzun yayı ve kim bilir nereden topladığı birkaç tahta çubuğu çıkardı. Çubukları ok olarak kullanarak, yayı bir eliyle tuttu ve kirişi ve yivleri ısırmak için dişlerini kullandı. Oku telin üzerine yerleştirerek istikrarlı bir şekilde geri çekti –FIŞT FIŞT FIŞT FIŞT, dört ok hızla uçtu.
Oklar lav havuzuna saplandı, dalgaların kabarcıkları patladı ve erimiş kederli ruhlar dehşet içinde kendi üzerlerine yuvarlanarak bir kez daha dağıldılar. Feng Xin sonunda tatmin olduğunu hissetti ve küfretti, "ŞUNU GÖRDÜNÜZ MÜ! SİZİ S*KECEĞİM DEMİŞTİM! S*KTİĞİMİN KÖPEK BOKLARI! BU ATA TEK ELİYLE HEPİNİZİ PATLATABİLİR!"‌ ‌
Sonunda üçü birlikte Cennete uzanan Köprü üzerinde durdular. Xie Lian alnındaki terleri çok kez sildi ve hala kalbi hızla çarpıyordu, “Feng Xin, nasıl geldin?”
Bu konunun tekrar gündeme getirilmesiyle ‌Feng‌ ‌Xin‌ hemen kafasını kavradı, “Nasıl mı geldim? Üçünüz de atladınız, ne yapacaktım? Neredeyse deliriyordum! O uçurumun dibine kadar dolaşmanın bir yolunu bulabildim sonra tüm yol boyunca buraya sürüklendim. Tüm gürlemeler ve seslerden sonra ikinizi buldum. İkiniz lav havuzuna atlayarak ne yapıyordunuz? Delilik!”
Mu Qing sonunda kendine geldi ve haykırdı, “Aşağıya sürüklendim.”
Feng Xin'in tüm yol boyunca küfürler ettiğini hayal eden Xie Lian cevapladı, “Tamam tamam tamam, sakin olun. Ne olursa olsun, sen gerçekten bir tanrının lütfusun, büyük bir yardımdın! Ne derler bilirsin, bazen insanlar cidden… cidden iki yakasını bir araya getirmek için bir insana ihtiyaç duyarlar, gerçekten!”
Üçünün de korkudan ödü patlamıştı ve kendilerini toparladıktan sonra çelikleşmiş yüzlerle nefes nefese kalarak etrafta dolaşmaya cesaret edemediler. Feng Xin Mu Qing'i sırtında taşıdı ve Cennete uzanan Köprüden aşağıya doğru sıçramaya devam ettiler. Bir süre sıçrayıp gördüklerini birbirlerine anlattıktan sonra Xie Lian, Feng Xin'in de Hua Cheng'i görmediğini öğrendi ve yüreğinin sıkışmasına engel olamadı. Hua Cheng neredeydi? Aramaya devam etmek için köprüde ilerlemeye devam edemezlerdi.
Tam o sırada Feng Xin, sırtına binmiş olan Mu Qing'e, "Bu arada, az önce haykırdığın o sözleri biraz duydum. İlk kısmı öfkelendiriciydi, seni dövmek istememe neden oldu ama sonunda seni küçük piçin tüm bunları gerçekten kalbinde düşündüğünü hayal etmemiştim!" dedi.
“…”
Mu Qing'in yüzü tamamen karardı. Feng Xin, Xie Lian'a döndü, "Sana daha önce söylememiş miydim? Bu adamın duyguları derin haremin küskün cariyelerinden bile daha çarpık, tamamen akıl almaz!"‌ ‌
“…” Xie Lian, Mu Qing'in yüzünün artık tamamen örtüldüğünü görebiliyordu ve sinirle elini ona salladı. Feng Xin tamamen habersizdi ve Mu Qing'e döndü, “Ekselansları ile arkadaş olmak istiyorsan öyle desene! Sırf Ekselanslarının seni hor gördüğünü ve artık arkadaş olamayacağınızı düşündüğün için etrafta dolaşıp insanları iğneleyerek hasta ediyorsun, beyninin ne düşündüğünü gerçekten bilmiyorum?"
Xie Lian pes etti ve el salladı, "Küçüklüğümüzden beri böyle değil mi? Artık onu azarlama, bak yüzü kıpkırmızı oldu."
Mu Qing daha fazla dayanamadı ve kükredi, "LANET OLSUN! CİDDEN LANET OLSUN!! SUSAR MISINIZ ARTIK?"
Tumblr media
Xie Lian ona, "Feng Xin'in kelime dağarcığını yakalamış gibi görünüyorsun. Ayrıca küfretmek de pek iyi bir şey değil," diye hatırlattı.
Feng Xin, "Kendin söyledin, E-ekselanslarının a-a-arkadaşı olmayı çok istiyordun!" diye söze girdi.
Mu Qing'in dişlerini gıcırdatarak kekelemesini bile bilerek taklit etti ve Mu Qing'in yüzü vahşileşti, eli kılıcını bulmak için çoktan sırtına gitti. Feng Xin ekledi, "Pekala, şimdi her şey açığa çıktı. Her neyse, şunu unutma: Ekselansları seni asla bu kadar pis düşünmedi. Çizgiyi aştığın ve kızdığı o zaman dışında, ama ondan sonra, benim önümde senin hakkında tek bir kötü söz söylemedi! Sen, bundan sonra düzgün bir insan gibi davran, kendini düzgünce ifade et, eğer yine iğneleyici konuşursan sana bağıracağım!”‌
Mu Qing ilk kısmı başını sarkıtarak dinledi, dudakları mühürlenmiş konuşmuyordu, ama ikinci kısmı dinlerken gözlerini devirdi, “Zaten bana yüzyıllardır bağırmıyor musun?”
Xie Lian “Mu Qing, sen cennet mensubusun, ifadelerine dikkat etmelisin, tamam mı? Öylece gözlerini deviremezsin, eğer inananların bunu yakalarsa hakkında bir şeyler düşünebilirler.” Diye hatırlattı.
“Lütfen.” Dedi Mu Qing, “Bu adam tüm gün üst cennette küfürler savuruyor.”
Feng Xin hıhladı, “Çünkü hakediyorsun.”
“Benimle eski kavgaları gündeme getirmeyi bırak.” Dedi Mu Qing, “Sen de bir oğul sahibi olmak için Majestelerini terk etmedin mi?”
Feng Xin’in alnındaki damarlar da ortaya çıktı ve kollarını sıvadı, “Kavga mı arıyorsun?”
Mu Qing küçümseyerek güldü, “kendinle kavga et. Eğer ekselanslarına bütün gün benim hakkımda saçma sapan konuşan sen olmasaydın bana yukarıdan baktığını ve tuhaflaştığımı düşünmüş olduğunu düşünür müydüm?”
Konu yine yasakların içine gömülmek üzereydi ki Xie Lian konuştu: "Böyle bir zamanda birbirinizin kirli çamaşırlarını ortaya dökmeseniz olmaz mı? Birbirinizi incitmenin ne anlamı var..."
Mu Qing yine gözlerini devirdi, "Ayrıca, şu haline bak, o zamanlar çıldırmıştın. Ne olmuş soygun yaptıysa? Ben Ekselanslarının yerinde olsaydım, o noktada on sekiz varlıklı, önde gelen haneyi soyardım ve gözümü bile kırpmazdım. Ve senin yardım eli olduğunu, ne olduğunu sormak için Ekselanslarının peşinden koştuğunu düşünmek."
Xie Lian'ın alnından ter boşandı ve arkasına baktı, "Bir saniye, benimkini de havalandırmaya gerek yok? Her halükarda, San Lang'i bulun, San Lang'i bulmama yardım edin! Hahahaha..."‌ ‌
22 notes · View notes
dolunay66 · 1 year ago
Text
Sen beni çağırma, ben sana göre değilim…
Balık sürüsünü önüne katıp,
Kayalıklara süren bir çobanım ben.
Elimi ayağımı bir kaya kesmemişse eğer,
O günü yaşanmamış sayarım.
Denizin dibinde bulduğum midye kabuğunu,
Kolye yapar takarım boynuma.
Ah, sen bana pahalı mücevherler hediye edersin şimdi…
Sen beni çağırma, ben sana göre değilim…
Yüzümdeki şnorkel izini komik bulursun.
Tuzlu denizlere has bir kırmızılık vardır gözlerimde, parmaklarım her daim buruş buruş…
Dokunmak istesen, güneşin kavurduğu tenim sana hoyrat gelir!
Sen Ege’nin soğuk sularını özlersin,
Beni ise ılık suları avutur Akdeniz’in.
Sen beni çağırma, ben sana göre değilim!
Sen durağan toprağa aitsin,
Ben ise her daim değişken denizlere.
Sen güvensin, ben güvensizlik…
Sen idealsin, ben bilinmezlik…
Beni çağırma, ben sana göre değilim!
Zaten hiç çağırmadın ki…
ÖZLEM BAŞARAN ORAL
Tumblr media
78 notes · View notes
etheromanie · 16 days ago
Text
"hemen değil ama zamanla anlıyordun ki, bir hayattı kaybettiğin, kendi hayatına bitişik bir hayat, bir komşu yaşam öyküsü. o gidince hayatlarınızın yabani bitkiler gibi yıllarca birbirine doğru büyüyüp iç içe geçtiği yeri, bu müşterek alandaki şahsi hikâyeni, yani onun yanındaki seni de kaybediyordun. karşılıklı oturduğunuz masaları kaybediyordun mesela. sadece ona anlatacağın şeyleri kaybediyordun. onu bir sabah kahvaltıya çağırma ihtimalini. ondan ödünç alacağın ve vermeyi unutup unutup sonunda el mecbur senin ilan edilen giysileri. günlerdir içini kemiren bir meseleyi gecenin bir vakti kapısını çalıp anlatma şansını ve onun verdiği akılla belli bir yönde alacağın kararları. yüz yıldır tanıdığın birine iç rahatlığıyla şımarma, kızma, surat asma, bozuk çalma, onunla kavga etme hakkını. birinin sen leb demeden leblebi diyecek olmasını kaybediyordun. o, seninkilere dolanmış köklerini söküp alırken, seni de yerinden ediyordu. aynı bahçenin çiçekleri olmak böyle bir şeydi."
8 notes · View notes
rayhaber · 1 month ago
Text
Güney Kore'de 607 Bin Araç Geri Çağrılıyor
Güney Kore’de Araç Geri Çağırma Süreci Güney Kore Arazi, Altyapı ve Ulaştırma Bakanlığı, bazı araç modellerinde tespit edilen parça ve sistem hataları nedeniyle geri çağırma işlemleri için resmi bir tebligat yayımladı. Söz konusu tebligat, Hyundai Motor, Kia Corp. ve GM Korea’nın bünyesindeki toplamda 10 farklı modelde 607 bin 502 aracın geri çağrılacağını duyurdu. Tebligatta belirtilen sorunlar…
0 notes
hisboslugu · 7 months ago
Text
kendin için gittin, kendin için kaldın. gitmek istesen kalır mıydın? ya da gitmek istemesen gidebilir miydin? sen sarıldın, yattın yastık gibi. lav olup dökülen de sensin, yeter diyen de dağ gibi patlayan. yor kendini, kal kendine. orman mı yanıyor, yansın. çağırma itfaiye.
21 notes · View notes
odamdaboceksesleri · 8 months ago
Text
bütün sözlerinizi alın koynunuza. tutamayacağınız sözleri sarın sarmalayın. iyice benimseyin. manası olmayan tonlarca kavganın içinde buldum kendimi. sağ çıkamadığım tonlarca kavgadan aldığım yaraları dahi görmedin. iyice saklarım, merak etme anne. aynada tanıyamadığım bir suratla saatlerce bakışıp iğrenmekten sıkılmış bir beden gibi dur, acı haline. varım anne görmüyor musun? yazamıyorum. susuyorum. peder gibi. bilirsin. ona benziyorum. ne acı. çocukların elleriden tutup bir uçurumun kenarına götürdüm. katliam değil. sonsuzluğa bir adım kala bulutları pamuk şekere benzetiyorlar. bir karga uçuyor,bütün şekerleri delip geçti. çocuklar ağlıyor. hepsi teker teker atlıyor. bu uçurum apatman olsa özge derdim bu çocuklara. silahtan çıkan mermiler gibi birer birer yere düşüyorlar. o mermi kafanda kalsaydı yasin derdim. aşağıda bir çiçek var. o çiçek mor olsa gökhan derdim. yasemin diyor füsun. ben o çiçeğe didem derim. pişman oluyorum. benim elimden tutsaydı. bende bir şeye benzeseydim diyorum. kargalar uçuşuyor. karga sesleri kulaklarımı çınlatıyor. çağırma! duyamıyorum. uykum geliyor. kargalar hâlâ tepemde. uyursam leş mi olurum? ceset olacakken leş oluyorum. oluyorum bir şeyler. ertelenmiş günlere pişman oluyorum. yahu leş oluyorsun! tut şimdi sözleri. alın konunuza bu gerçeği uyutun. ölüm ölüye uzak. ölüm kargaların peşinde. kargalar iki yüz yıl yaşarla kandırılmış bir çocuk ol. ölüm uzak de.
20 notes · View notes
1siirsever · 9 months ago
Text
Bu kadar yürekten çağırma beni
Bir gece ansızın gelebilirim
Beni bekliyorsan, uyumamışsan
Sevinçten kapında ölebilirim
Belki de hayata yeni başlarım
İçimde küllenen kor alevlenir
Bakarsın hiç gitmem kölen olurum
Belki de seversin beni kimbilir
Kal dersen, dağlarca severim seni
Bir deniz olurum ayaklarında
Aşk bu özleyiş bu, hiç belli olmaz
Kalbim duruverir dudaklarında.
Ya da unuturum kim olduğumu
Hatırlamam belki adımı bile
Belki de çıldırır, deli olurum
Sana kavuşmanın heycanıyle
Aşk bu, bilinir mi nereye varır
Ne durdurur özlemini, seveni
Bakarsın ansızın gelebilirim
Bu kadar yürekten çağırma beni.
.
Ümit Yaşar Oğuzcan 🌸
21 notes · View notes
huzunluyol · 3 months ago
Text
İnsan var, Merhametli, duyarlı, vicdanlı.
İnsan var, kör sağır ve taştan kalpli..
"İnkar edenlerin durumu, çağırma ve bağırmadan başkasını duymayarak haykıran gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.
Bakara 171
Tumblr media
19 notes · View notes
yagmur-lar · 3 months ago
Text
Yıllar sonra öğrendim ki
Bağırıp çağırma gerek yok,
Sesini duymak isteyene fısıltın yeter.
12 notes · View notes