#Üç Ruh
Explore tagged Tumblr posts
paganizmturkiye · 13 days ago
Text
Üç Ruh
Pek çok kültür insanoğlunun çok yönlülüğünü kabul etmiştir.
Eski Mısırlılar, her biri benlik topluluğu içinde kendine özgü bir konuma ve role sahip olan yedi ruhu tanımışlardır.
Birçok kültür İlahi üçlü kavramını resmetmiştir. Eski Mısırlılar İsis, Osiris ve Horus'a tapınarak kutsal bir üçlüyü onurlandırmışlardır. Eski Keltler üç sayısına çok düşkündü; üç mevsimi, üç elementi ve üçlü bir Tanrıçanın sayısız tezahürünü tanıyorlardı.
Hıristiyanlık Kutsal Üçleme fikriyle üç sayısının kutsal gücünü kabul eder. Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'u temsil eden bu ezoterik kavram, tarih boyunca tanınan ve çeşitli şekillerde adlandırılan birbiriyle ilişkili üç İlahi güç arasındaki dinamik ilişkiyi tanımlar. Tanrısallığı üçlü yönleri olan bir varlık olarak nitelendirdikten sonra, insanları da aynı şekilde tanımlamak küçük bir adım değil midir? Eğer insan Tanrı'nın suretinde yaratılmışsa, neden olmasın?
Feri/Faery Cadılık Geleneği, diğer ruhani kültürlerin yanı sıra Polinezya Huna'sına benzer bir şekilde üç benliği veya ruhu tanır.
Konuşmacı (Konuşan Benlik, Orta-Benlik, Ego) Bu, dünyayla ilişki kurduğumuz enerjik arayüzdür; enerji alışverişi ve başkalarıyla bağlantı kurmakla ve aynı zamanda onlardan ayrı olduğumuzu tanımlamakla ilgilenen katmanımızdır. Analitik, mantıksal, sözel ve kendinin farkındadır. Bu kısım genellikle ego olarak tanımlanır ve genellikle en aşina olduğumuz kısmımızdır.
Getiren (Genç Benlik, Çocuk Benlik, Alt Benlik, Hayvan ruhu, diğer adıyla beden, hayalet, bilinçaltı) Kahuna tarafından Unihipili ve Yahudi mistikler tarafından Nephesh olarak adlandırılan Alt Benlik, Genç Benlik, Çocuk Benlik, çalı ruhu veya getirici, psişikler tarafından genellikle fiziksel bedenden yaklaşık 2.5 cm uzağa uzandığı ve mana veya yaşam gücünü toplamak ve depolamaktan sorumlu olduğu algılanır. Aynı zamanda fiziksel bedenin işlevselliğini korumakla da ilgilidir. Duygusal, sözel öncesi, çocuksu, masum ve cinseldir. İlkel ve hayvan benzeri olan, ancak yine de benzersiz bir şekilde “biz” olan parçamızdır.
Bilinçaltı dürtüler aracılığıyla bir şeye ihtiyaç duyduğunda veya bir şey istediğinde bunu bize söyler. Bunlar bize rüyalarda veya vizyonlarda semboller olarak ya da sadece bir “önsezi” veya yoğun bir his olarak gelebilir.
Getirici konuştuğunda, mesajın karışıklık içinde kaybolmaması için konuşmacının nasıl doğru dinleyeceğini bilmesi önemlidir. Bu nedenle majikal sanatların uygulayıcıları için temel sembolizmi anlamak gereklidir. Sembollerin bilincimizi nasıl etkilediğinin farkında olduğumuzda, getiriciden gelen mesajları daha iyi deşifre edebiliriz ve en az bunun kadar önemlisi, yanıt verebiliriz.
Varlığımızın daha derin bir katmanıyla sözel olmayan bu doğrudan iletişim biçimi, majikal gücü kullanmayı öğrenmenin kritik bir yönüdür, çünkü getirici, üç ruhumuzun üçüncü ve en yükseği olan kutsal daemon ile doğrudan iletişim halinde olan tek parçamızdır.
Kutsal Daemon (Tanrı Benlik, Derin Benlik, Yüksek Benlik, Kişisel Tanrı, Kuş Ruhu, Süper Ego) Pek çok farklı kültür tarafından pek çok isimle anılmıştır. Derin Benlik, Yüksek Benlik, Tanrı(ça) Benlik, İlahi Benlik, Kişisel Tanrı, Aumakua, Neshemah, Kutsal Koruyucu Melek, Dian y Glas, İçimizdeki Mesih, Kuş-Ruhu - hepsi de ruh yapımızın İlahi Kaynakla kişisel bağlantımız olan kısmını tanımlamak için kullanılan terimlerdir. Bu, mükemmel, eksiksiz ve sonsuz olan parçamızdır. Ebedidir ve fiziksel ölümden sonra da hayatta kalır.
Mucizeler gerçekleştiren bu parçamızdır ve onun gücünü dünyaya aktarmak her ruhani uygulayıcının başlıca hedefidir.
Bazen bu ruhun bir kuş, bir yıldız ya da başın yaklaşık 15-20 cm üzerinde asılı duran bir ışık küresi olarak görselleştirilebileceği öğretilir. Kişinin kutsal daemonu kelimenin tam anlamıyla yol gösterici ışığıdır; enkarne olduğumuz süre boyunca deneyimlememiz gereken yaşam derslerine doğru bizi yönlendiren parçamızdır. Daemon aracılığıyla Tanrılarla ve diğer yüksek güçlerle iletişim kurabiliriz ve bu yüzden ilk olarak dua ve dikkatimizi bu ruha yöneltmeliyiz.
Üç Ruhu Hizalama Topraklanın ve merkezlenin. Bilincinizin başınızda kök salmış olduğunu hissedin. Farkındalığınızı alnınızın ortasındaki bir noktaya odaklayın. Bu, konuşmacı için bir bağlantı noktasıdır. Konuşanı düşünürken yavaş ve derin nefes alın… mantığınız, aklınız ve diliniz konuşanın etki alanındadır. Üç derin güç nefesi alın, konuşmacınızın enerjilendiğini ve arındığını hissedin.
Şimdi farkındalığınızın yavaşça bedeninizin içine doğru inmesine ve göbeğinizin yaklaşık 5-6 cm altındaki bir noktada durmasına izin verin. Bu, getirici için bir bağlantı noktasıdır. Bir ritim içinde nefes almaya devam getiricinizi düşünün. Duygularınız, rüyalarınız, anılarınız ve vücut fonksiyonlarınızın hepsi getirici alanındadır. Üç derin güç nefesi alın, getirinizin enerjilendiğini ve arındığını hissedin.
İlahi Ruhunuzun bedeninizin üzerinde gezindiğinin farkında olun. Onu mavi ışıktan bir küre, bir yıldız, bir çiçek ya da alternatif olarak bir kuş olarak imgelemek isteyebilirsiniz. Kutsal daemonunuzun başınızın yaklaşık 15-20 cm üzerinde parladığını hissedin. Bunun İlahi, kutsal ve sizin en iyi çıkarlarınızı gözeten parçanız olduğunu bilin. Ellerinizi başınızın üzerine kaldırın, böylece üzerinizdeki ışığa dokunabilirsiniz. Daemonunuzdan yayılan sedefli bir ışık görmeye başlayın. Bu ışığın üzerinizde ve içinizde parladığını hissedin… yavaşça aşağıya, getiricinize ve sonra yavaşça yukarıya, konuşucunuza doğru aktığını hissedin. Bu kutsal ışığın her hücrenize nasıl nüfuz ettiğini ve şimdi sizi parlak ve ışıldayan bir varlık haline getirerek auranıza nasıl yayıldığını hissedin. Dikkatiniz kutsal daemonunuza odaklanmışken şöyle deyin:
“Üç Ruh da içimde hizalandı Üç ruh da içimde hizalandı Üç ruh da içimde hizalandı Bizler Bir olarak konuşan Üç'üz.”
Kaynak: Storm Faerywolf
Tumblr media
0 notes
shahinelected · 3 months ago
Text
Astral boyutu!
#shahinelected #astral #astralseyahat #boyut #boyutlar #spiritüalizm #spiritual #ruh #enerji
0 notes
fikret-i · 5 months ago
Text
Tumblr media
Yaşım kırk. Son üç yılda bedenim ihtiyarlığın bütün emarelerini gösterdi. Yüzümde kırışıklıklar, oluşan lekeler, ellerimde görünmeye başlayan ihtiyarlık benleri, göz altında mor halkalar...Ağaran ve dökülen saçlarımı saymıyorum bile! Bu durum beni deriiin etkiledi. Kabullenemedim. Ne oluyoruz? Dedim. Haliyle gizlemeye, kapatmaya, iyileştirmeye çalıştım bedenimi. Saç ekimidir, kozmetik ürünlerdir, alternatif tıp teşebbüsleridir... Her ne varsa denedim. Ne geriye döndürebildim, ne de gidişatı durdurabildim. Madem bu tahrip olmaya doğru gidiş her insanın hakikatıdır. Bir kaç yıl önce ya da sonra gelecek olan gelecektir. Gayretime hatime verdim. Olacak olan olsun. Hem sordum kendime: "ne için telaşa düştün? " Dedi nefsim: "el için. El'e nahoş görünmemek için." Yapmacık şekillere girmeye değer mi? El, hakikati görürse ne yapacaksın? Dedim haklısın gerilmeye gerek yok. Seni seven, sana saygı duyan, genç ya da ihtiyar haline bakıp da bir değer addetmez. Zaten birilerine kendimizi beğendirmek çabası kadar stresli ve zor bir durum yoktur herhalde. Allah'ın mümkin varlıklara koyduğu bir kuraldır bu en nihayetinde. Neticesi ölüm olan bir bedenin sureti bir kaç yıl güzel kalsa, ne katkı sunacaktır ki ebedi ahiretimize? Bu ruh, bu bedende kaldığı sürece madden her ne kadar ihtiyarlığa doğru gitsek de manen tövbeyle, istiğfarla genç kalabilecek fırsatlarımız var bizim. Sonsuz bir gençlik için vakit varken ölüm sekeratı uğramadan gayret et Fikret dedim. Ahh ahh! bunda dahi tembellik ediyor. Malesef günsonu sevap hesabımda düne nazaran iyileşme emaresi görülmemekle birlikte günah hanemdeki artış çokça gözlemlenmekte.
72 notes · View notes
kelimelersogukkokuyor · 1 month ago
Text
iki, üç, dört binlerce yalnız ruh yan yana gelince yalnızlık azalıyor mu, artıyor mu?
44 notes · View notes
edapostblog · 2 months ago
Text
Bir bilgeye sormuşlar......
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?"
"Terzimi severim " diye cevap vermiş......
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır..... Ama ötekiler öyle değildir. Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler......
Bir bilgeye sormuşlar......
- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından......
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!......
Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar. "Deneyim" demiş. O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar..... "Hatalarımla" demiş......
Bir bilgeye sormuşlar.....
"Efendim canınız ne istiyor?" Bilge cevaplamış.
"Canım hiçbir şey istememeyi istiyor. Ve devam etmiş.. Bu ruh halinin adı gönül yorgunluğudur."
Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar ya......
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi.....
"Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir.....
İnsanlığa attığın ilk adım budur.
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın..... Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun."......(Ama şahsen ben bunu yapamam ilişiğimi keserim)
Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye?
"Sevmek" demiş.
"Peki sonra?" demişler.......
"Sevilmek" demiş.....
"Peki neden sevmek, sevilmekten önce geliyor?" demişler.
O da demiş ki, "insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir."......
Bilgeye Sormuşlar.....
" İnsan neden dilek diler?"
"İnsan gerçekleşmesi için diler, ama bilmez ki gerçekleştirmek için dilemek gerek."......
Bir bilgeye sormuşlar......
"En mutlu insan kimdir?"
" İşte, o dağdaki çobandır" demiş.
"Neden?" diye sormuşlar. "Çünkü demiş, insan bildikleriyle yaşar, onun bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil.".....
Yorumsuz lütfen!
39 notes · View notes
musfika-hanim · 5 months ago
Text
iki gündür kendi kendime konuşuyorum bu kadar sapığın, caninin olduğunu bilmek, bunlara haberlerde rastlamak, olaylara şahit olmak genç kızlara temkinli olmayı, arkadaş sevgili edinirken dikkatli olmayı öğretmiyor mu? neden böyle ruh hastası tiplere kayıyorlar ya da neden on dokuz yaşında sevgili bulma yoluna gidiyorlar. bir suçlu arama peşinde değilim, sadece çok üzülüyorum ve özellikle genç kızların bu konuda dimağlarının, algılarının açık olmasını istiyorum. herkese güvensiz bakamayız elbette ama ön yargılı olmakta fayda var korunmak açısından. benim de kız evlatlarım var evlenme çağının içindeler. onlarla konuşuyorum kendileri de anlatır dile getirirler. sosyal medya hesaplarından güzel cümleler yazarak mesaj atan, konuşmak isteyen, iltifatlar eden iş güç sahibi de olan insanlar olduğunu ve hiçbirine cevap dahi vermediklerini söylüyorlar. yapılması gereken de bu değil mi? gerçi çoğu genç arkadaş edinirken gayeleri ciddi bir son da değil, gönüllerini eğlendirmek, nefsani haz ve mutluluk. ailede ilgi sevgi görmeyenlerin ufak bir sevgi, sahiplenme gösterisine hemen nasıl aktıklarını görüyoruz. ne söylesek ne kadar konuşsak boş sadece içimizi döküyoruz. ciğeri yanan yandığıyla kalıyor. bir suçlu aramak gerekirse burda en büyük etken ebeveynler. bebeklikten genç insan olana kadar elimiz onların üstünde olmalı, çok fazla baskıcı ve yasaklayıcı olmadan arkadaş gruplarını çevrelerini tanıyarak, takip ederek kendimizden itmeden çok gevşek de bırakmadan. şu dünyada en zor şey ne deseler bir çocuğu manen büyütmek, insan etmek derdim. gerçekten çok zor ve ben şükrediyorum ki sorunsuz üç tane kız evladı yetiştirebildim. hiçbirimiz eksiksiz değiliz onlar da, ben de biz de. ebeveynler açısından şükredilesi en büyük konfor güvenebileceğiniz, arkanızdan iş çevirmeyecek, nereye giderse nerede yaşarsa yaşasın hata yapmayacak evlattır. bu ömürlük bir şükre bedeldir. Allah tüm çocuklarımızı hataya düşmekten, meyletmekten, kötü insanlardan, hasta ruhlulardan muhafaza etsin. onlara karşı ilgimiz ve sevgimiz hep olsun ki mutluluğu dışarda aramasınlar. Allah'ım sen bizi, neslimizi ve gelecek olan nesli de koru. amin.
Allah çocuk yetiştiren herkese çok yardım etsin
31 notes · View notes
duralp-99 · 6 months ago
Text
🫥ES-SELÂM🫥 EY GÜZEL MEMLEKETİM
Tumblr media
◾️Dört fotoğraf...
♦Üç cinayet, ♦Bir ifade özgürlüğü; ♦Bir kişi tutuklandı!!!... ♦Üçü serbest sadece Dilruba tutuklu!
Tumblr media
▪️Akp’nin yeni 'Türkiye yüzyılı' dediği şey, bizden olmayan bertaraf olur mantığı ile ülke yönetmek mi?. ▪️Belki ölçüyü biraz kaçırmış olabilir lâkin nüfusun %85’inin yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşama tutunmaya çalıştığı ve toplumsal ruh sağlığının alarm verdiği bir ortamda artık toplumsal normal budur.!
AŞKLA, GÜVENLE, DUAYLA.. 🌹💙🍀🌹💙🍀🌹💙🍀🌹
30 notes · View notes
amezhu · 5 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
236. BÖLÜM - Kan, çiçeği arzuluyor - Yüzü Olmayan Beyaz'a karşı amansız savaş
Tam o sırada hepsi aynı anda alttan gelen kabarık sıcaklık dalgasını hissetti ve hep birlikte haykırdılar, “DİKKAT EDİN!” ve daha hızlı adımlarla gitmeye başladılar. Yedi sekiz ateş sütunu gökyüzüne fırladı, aşağıya baktıklarında ise artık daha fazla erimiş kederli ruh vardı!
“Feng Xin, Mu Qing’i bana ver!” Xie Lian seslendi.
Tek kelime etmeden Feng Xin, Mu Qing’i Xie Lian’ın sırtına verdi, Xie Lian’in sırtına döner dönmez Mu Qing haykırdı, “Beni hemen yere indir! Ne baş belası!”
“Demene gerek yok!” Feng Xin cevapladı ve yayını geri çıkartıp birkaç kez etrafa atış yaptı. Silahının saldırı gücü Xie Lian’dan daha genişti ve körü körüne atışlar yapıyordu. Oklar lavları patlatıyor, dalgalanmalar yükseklere, havaya doğru uzanıyor ve her yandan çığlık sesleri geliyordu. “İYİ İŞ!” Xie Lian iltifat etti.
“İyiydi, sanırım!” Mu Qing arkadan yorum yaptı.
Kederli ruhlar kin doluydu, bir araya geldikten sonra alevler uçurmak için birlikte çalışarak daha ileri ve uzağa yüzdüler. Birkaç gürlemeden sonra Xie Lian, “Köprünün ilerideki kısmını yakmışlardı, yolumuzu engellemeye çalışıyorlar.” dedi.
Feng Xin küfretti, “Vay anasını, bir araya gelip nasıl da sıkı çalıştıklarına bak, neden insanlara zarar vermek yerine gidip başka bir şey yapmıyorlar!‌ Eğer böyle devam ederseniz affedileceğinizden ve başka bir sekiz bin yıl bu lavdan kaçabileceğinizden şüpheliyim!”
Yayını kaldırdığı an o erimiş kederli ruhların hepsi yine dağıldı. Xie Lian konuştu, “Pekala, daha fazla bağırma, hazır ol! Zıplayacağız! Bir, iki, üç –!!”
Bir’de hızlarını ve güçlerini arttırmaya başladılar, İki’deadımlarını hesapladılar ve Üç’te ayaklarını itip zıpladılar –üç figür köprü arasındaki kırık boşluktan geçerek havaya sıçradı ve diğer tarafa inerek hızla koşmaya devam ettiler. Bu köprü ‘cennete uzanması’ için yapıldığından doğal olarak yukarıya doğru çıkıyordu ama Xie Lian koştukça bir kırlangıç kadar hafifleşiyordu, “Üçümüz böyle bir şey yapmayalı uzun zaman oldu, ha!”
“Yan yana savaşmamızı mı kastediyorsun yoksa canımız için kaçtığımızı mı?” Mu Qing sorguladı.
“İkisi de!” diye cevapladı Xie Lian.
“Bunu açık bir şekilde her zaman yapıyoruz!” Feng Xin haykırdı!
“Cidden mi?” Xie Lian meraklandı.
Ancak bazı şeyler açığa çıktığında, zihniyet tamamen farklı olacaktır. Xie Lian bir süre güldü ama hala gözleri dikkatlice aşağıyı izliyordu, kırmızı bir silüetten hiçbir iz yoktu, kendini kenardan bağırmaktan alamadı, “SAN LANG!!”
Seslenişi geniş ve boş yer altı mağarasında yankılandı ama cevap veren yoktu. Xie Lian’ın dudakları kuruyordu, yaladı. Sırtındaki Mu Qing onun her yeri arayışını izliyordu, bir süre sessizlikten sonra konuştu, “Ekselansları, onu gerçekten seviyorsun, ha?”
“…”
Xie Lian aniden bunu sormasını beklememişti, “ Ah. Ah?... Ah.”
Yüzü tamamen şaşkınken kulaklarının uçları yavaş yavaş kırmızıya dönüyordu. Onu böyle gören Mu Qing’in nutku tutuldu, bir anlık bir tereddütten sonra konuşabildi, “Seni bilerek korkutmaya çalışıyor falan değilim, ama sana hatırlatmalıyım. Hiç düşündün mü… belki biz köprüye gönderilen tek iki kişiydik ve Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur... değil mi?”
“Bu tamamen saçmalık değil mi?” dedi Feng Xin, “İkiniz burada olduğundan tabii ki başka bir yere gönderildi…”        
Mu Qing’in ne demeye çalıştığını fark etmeden önce çoktan bunları söylemişti bile. Hua Cheng’in başka yere gönderildiğini söylemiyordu, ama… belki, Hua Cheng lav havuzuna düşmüştü.
Xie Lian dudağını yaladı, “B-bu nasıl mümkün olabilir?”
“İmkansız olduğunu düşünme.” Dedi Mu Qing, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur bir yüce hayalet kral, buna şüphe yok, ama yüzü olmayan beyaz da öyle. Ayrıca o yüce hayalet kralların ilk jenerasyonu, TongLu dağının efendisi. Burası onun bölgesi, güçlerinin en kuvvetli olduğu yer.”
Feng Xin, Mu Qing'e deli gibi baktı ve azarladı, “Kapa çeneni! Senin sorunun ne? Böyle bir zamanda iyi bir şey söyleyemez misin? Sana söyleyeyim o Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur!!” Mu Qing gerçekten de bu konuyu durdurdu ama yine de onun aksini ispat etmek zorundaydı. “Sadece her durumda ne yapmamız gerektiğini bir gözden geçirmemiz gerektiğini düşündüm.”
Xie Lian'ın gözlerinin önünde Hua Cheng'in soluk avucundaki anormal derecede parlak kırmızı nokta belirdi ve o da ne diyeceğini bilemedi. Tam konuşacakken aniden durdu ve arkasındaki Feng Xin neredeyse ona çarpacaktı, “O NE?”
Kelimeler dudaklarından döküldüğü anda sormasına gerek olmadığını fark etti.
Önlerinde, havayı çepeçevre saran, yıldızlar gibi parıldayan milyonlarca gümüş ışıltı vardı. Sanki biri gümüş tozuyla dolu bir hazine kutusunu devirmiş gibiydi.
Xie Lian Mu Qing'i yere bıraktı ve ileri doğru yürüdü. Elini uzattı ve diğerlerinden biraz daha büyük bir gümüş ışık parçasını yavaşça hissetti. Ona dokunduktan sonra avucunu kapattı ve yavaşça kendi gözlerinin önüne getirdi.
Diğer ikisi de bakmak için yaklaştı ve Feng Xin mırıldandı, “Bu, bu…”
Mu Qing bunu açıkça söyledi, “Bu hayalet kelebeğin… parçalanmış bir kısmı?”
Feng Xin ona yine öfkeyle baktı, muhtemelen Mu Qing'in aşırı açık sözlü olmasından dolayı onu küçümsüyordu. Xie Lian'ın eli biraz titredi ve hâlâ zayıf bir ışık yayan gümüş kelebek kanadının kırık parçasını sıktı, ardından uzun bir nefes verdi.
Feng Xin kafasını kaşıdı, “İyi yanından bak, en azından lav havuzuna düşmedi. Hala buralarda olmalı, değil mi?”
Mu Qing yan tarafı işaret etti, “O zaman burada birisiyle kavga etti. Büyük bir kavga.”
Xie Lian'ın bakışları işaret ettiği yönü takip etti ve gözleri hafifçe genişledi.
Etraftaki tüm kayalar sayısız keskin bıçağın korkunç yarık izleri ile kaplıydı.
Bu E-Ming kılıcının izleriydi.
Her kılıç darbesi adeta kemiğe kadar saplanıyordu. Xie Lian geçmişte Hua Cheng'in kılıç kullandığını hiç görmemiş değildi ama onun tarzı her zaman kolay ve yavaş, soğukkanlı ve rahattı. Bir silah tuttuğunu söylemekten ziyade, küçük bir bıçakla oynuyormuş gibiydi. Yine de bu bıçak izleri öldürme niyetiyle doluydu. Onunla darbe alışverişinde bulunan kişinin ne kadar yetenekli olduğunu ve bu savaşın ne kadar tehlikeli olduğunu hayal etmek kolaydı.
Xie Lian tek kelime etmeden kontrol etmek için yere eğildi. Köprüde kimsenin düştüğüne dair bir iz yoktu ve köprünün altında toplanan neşeli kederli ruhlar da yoktu, bu yüzden Xie Lian sonunda biraz rahatladı ve sürünerek ayağa kalktı, tek başına kararlı bir şekilde ileri doğru koştu. Arkasında Feng Xin, Mu Qing'i sırtında taşıyarak ona yetişti, "Ekselansları!"
Xie Lian nefesini tuttu, çünkü kendi sert ve endişeli nefes alışını duymak istemiyordu. Nefes alıp vermeyi karıştırmak dövüş sanatlarıyla uğraşan biri için büyük bir tabuydu çünkü bu sadece vücuda gereksiz yük bindirmekle kalmaz, aynı zamanda kalbin ritmini de bozardı. Ama nefesini tutmak bile işe yaramazdı; elleri ve bacakları titriyordu, koştukça onlarca kez neredeyse köprüden aşağı düşecek kadar ayağı takıldı, yere düştü ve yuvarlandı. Feng Xin ve Mu Qing ikisi de ona dikkatli olması için bağırmaya başladılar. Aniden Xie Lian konuştu, “Bu ses ne?”
Xie Lian olduğu yerde ayakta dikildi ve arkasına baktı, “Siz bir şey duyuyor musunuz? Bu bir şeyin sesi değil mi?”
‌ Çatışan silahlar ve çarpışan ruhsal güçlerin gürleyen ve kırılan sesiydi.‌ Cennete uzanan köprünün vücudu bile hafiften sallanıyordu. İlerleyen yolun karanlığında yanan sönen ışıklar vardı.
İleride birileri savaşıyordu!
Xie Lian ileri doğru hücum ederken yarısı sürünürken yarısı tökezledi. Arkasında ‌Feng‌ ‌Xin‌ homurdandı, “Sevgili tanrım, tüm tanrılar ve budalar kutsamalarını versin ki o Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur olsun, yoksa kafayı yiyecek!”
“Saçmalamayı bırak.” Mu Qing fırçaladı, “Biz o tanrılar ve budalarız ve bir bok veremeyiz, sadece ona yetiş. Şu koştuğu engelli yola bak, daha adamı görmeden takılıp düşecek ve eceline kavuşacak!”
Xie Lian nefesini tutmayı tamamen unutmuştu, beş, altı kilometre boyunca sadece kendi düzensiz nefes alışını dinledi. Birkaç devasa dolambaçlı yolu ve nihayet son köşeyi döndükten sonra, parlak beyaz ışık aniden görüşünü doldurdu.
Asılı Cennete uzanan Köprü'nün sonunda, kırmızı giysili bir adam ile beyaz giysili bir adam şiddetli bir savaşa tutuşmuşlardı.
Kırmızı giysili adam ince ve uzun, gümüşi beyaz bir pala kullanıyordu, formu baştan çıkarıcıydı, şimşek gibi çakıp sönüyordu –Hua Cheng’di. Artık gülümsemiyordu, tamamen odaklanmış ifadesi keskindi, yakışıklı ve solgun yanağındaki kanlı bir leke ısıran ayazına canlı bir parlaklık katıyordu. Bu beyaz giysili adam elbette yüzü olmayan beyazdı ve kim bilir nereden gelen bir kılıç kullanıyordu, yüzündeki o yarı gülümseyen, yarı ağlayan, ağlamaklı gülümseyen maske hâlâ yerindeydi. Yalnız, bu maske ile Xie Lian'ın daha önce gördüğü maske artık biraz farklıydı.
Ortadan çatlamıştı.
Bu çatlak göz ardı edilemeyecek kadar önemliydi ve alnın ortasından gözün altındaki yanağa kadar uzanıyordu, sanki her an kırılacakmış gibiydi!
Her ikisi de ayakları üzerinde son derece hafifti, saniyeler içinde saldırmadan önce devriliyorlardı, kötülüğün aurası havada patlıyordu, ancak her bir vuruşları binlerce ton gibi ağırdı, güçleri gökyüzünde patlıyordu. Kılıcın rüzgarına karşı kılıcın aurası, manyakça bir dans, kaotik bir uçuş ve yukarıdaki gümüş kelebekleri de aşağıdaki erimiş kızgın ruhlarla eşleşiyor, dağların çökmesi ve denizlerin devrilmesi gibi birbirlerine feryat ediyorlardı. Her çarpıştıklarında, havuzun içindeki erimiş lav ve alevli ateşler patlıyor, korkunç dalgalar metrelerce yükseğe çıkıyor, hiç kimse yaklaşamıyordu!
Feng Xin ve Mu Qing ikisi de arkalardan geldiler ve bu sahne karşısında kalakaldılar, sanki ayakları yere çivilenmiş gibi bir adım bile atamadılar.
Hiçbir savaş tanrısı yoktur ki böyle bir savaşı izleyip heyecan hissetmesin.
Hua Cheng'in gayet iyi olduğunu gören Xie Lian'ın gergin kalbi nihayet dinlenebildi ve hemen yere yığılıp çığlık atıp bağırmak istedi ama kendini tutmaya zorladı. Yetenekli dövüşçüler çarpıştığında, en ufak bir rahatsızlık zaferi ve yenilgiyi belirleyebilirdi. Üstelik bu, zamanlarının iki Yüce Hayalet Kralı arasındaki savaştı!
Yüzü olmayan beyazın uzağında bir yerde duran başka bir figür vardı, o Guoshi’ydi. Doğal olarak buraya yüzü olmayan beyaz tarafından getirilmişti. Xie Lian ve diğerlerinin geldiğini görünce rahatça nefes aldı ama dikkatsizce bir ses yapmaya da cesaret edemedi. Ancak kim bilir, Hua Cheng çoktan yeni gelenleri fark etmiş, donmuş, buz benzeri odağı yavaşça eridi ve sonunda yüzünde bir gülücük genişledi, “Görünüşe göre yine kaybettin. Ekselansları geldi ve yanında getirdiği kimselerden tek bir kişi bile eksik değil.”
Xie Lian daha fazla dayanamadı ve bağırdı, “SAN LANG!”
Hua Cheng başını eğdi ve cevap verdi, “Gege.” Ardından sesi yine uyarıcı bir tona döndü, “Gege, bir dahaki sefer kendini yine öyle aşağı atarsan, kızacağım.”
Xie Lian da cevapladı, “Bir dahaki sefer sen de yine benimle atlarsan, ben daha fazla kızacağım!”
“…” bunu duyunca Hua Cheng'in ifadesi bir anlığına sanki Xie ‌Lian'ın sözleri gerçekten onu bir anlığına temkinli hale getirmiş gibi sertleşmiş gibi görünüyordu. Yüzü olmayan beyazla yüzleşirken bile hiç böylesine temkinli bir yüz göstermemişti. Yüzü olmayan beyaz içeri doğru itmişti, vurduğu Hua Cheng’di ama konuştuğu Xie Lian’dı, “XianLe, Siz ikiniz bahar rüzgarlarınızın tadını çok fazla çıkarmıyor musunuz, ve beni aşırı küçümsüyor?
E-Ming’in kabzasındaki göz topu Xie Lian’ı fark etti ve çatırdayarak çılgınca dönmeye başladı. Hua Cheng elini çevirdi ve itti ve Xie Lian bir ÇATIRTI duydu!
Ve kalbi küt küt atmaya başladı.
17 notes · View notes
elestirenadam · 6 months ago
Text
Üç değerlendirme.
Burada son dönemde üç şey olmaya başladı:
1-) Kullanıcı adımda "adam" yazmasına rağmen, beni kadın sanıp mesaj atanlar. Sıfatı ve değerlendirmeyi size bırakıyorum. Ama bu başarı, ödül vermeyi gerekiyor.
2-) Eskiden anonimden hakaretler olurdu. Hani onu anlıyoruz, kötü şeyi açık açık söyleyemeyen yüreksizler ama şimdi anonimden arka arkaya mesaj atıp kendi kendine sohbet edenler var. Sanıyorum insanların ruh hali hiç iyi değil.
3-) Biraz yaşı küçük olanların hadsiz sohbet edişleri. Özgüven iyidir ama "saygısızlık" kötüdür. İnsanların ağzından çıkanı kulağının duyması lazım. Yeni neslin gerçekten bu kadar kötü olduğunu düşünmüyordum.
22 notes · View notes
noksanbiri · 1 year ago
Text
yaaani.
biraz iç dökümü gibi mi olacak? genelde benim iç dökümlerim sayfalarca oluyor ama kendime dönük yapıyorum bunu. gün içinde ne olursa olsun kafamı yastığa koyduğum zaman iki üç dakikada uyuyan insanım. bu huyumu seviyorum. yoksa bazı zamanlar hiç uyuyamayacak olmamı düşünmek korkunç. sabah uyandım ama nasıl uyanmak. biraz gergin sinirli garip bu ruh hali. hiç affedemeyeceğim birisi var. gerçek anlamda var. düşüncemde. her anım değil ama çoğu zaman. gel gitlerle aklıma gelen. insanın savunmasız olması da ayrı bir olay zaten oraya girersem eğer hiçbir zaman çıkamam. neyse kaşlar çatık falan bir bardak çay içtim. bugün hastaneye gitmeyeyim dedim kalabalık olacağını düşünerek ee dedim epeydir gitmediğim Çiğbörek yemeye gidelim. biraz uzak aslında ama abartısız Eskişehir’de olan en iyi Çiğbörek. genelde buraya gezmeye gelenler çarşının göbeğinde olan papağan çiğböreğe gidip yağlı tatsız bir şey yiyip beğenmeyip şehirlerine geri dönüyorlar. bir ananemin çiğböreği bi de Alpu'da olan Mehmet amcanın çiğböreği enfes bir şey. gittik işte. Alpu'ya. ama içimde hala garip bir duygu var. birikmişlik. sinir. nefret demek istemiyorum çünkü ben birisinden nefret edebilecek bir insan değilim ama ona yakın bir his işte. geçmiyor daralıyor beni başka mekanlarda bile. galiba kimseye karşı bu kadar negatif duygular beslemedim. bi yandan da kendime kızıyorum. nedir bu diye. alışık değilim çünkü. sinirlerim. kızarım. yeri geldiğinde bağırırım ama bu bu kadar uzun olmaz. biliyorum kendimi. süre gelen bir şey zaten. galiba böyle de gidecek o insan için bu negatif duygularım. neyse. yedik kalktık çok şükür. markete girelim dedik. eneeee iki tane şekerden tatlı küçük köpek yavruları baktılar baktılar baktılar. girdim ekmek aldım küçük küçük parçalayıp verdim önlerine. ilk başta yerken garip garip sesler çıkarttılar sonra alıştılar herhalde bana normal yemeye başladılar. bırakıp tekrar markete girdim. alacaklarımı aldım kasaya doğru baktım köpek mamaları var küçüklerinden aldım çıktım döktüm önlerine. tabii bunu gören üç beş tane büyük köpeklerden gelenler oldu falan bu küçük miniklere rahat vermediler. bunlarda kaçmadı ama kenarıya doğru çekildi. orada olan iki üç esnafa sordum anneleri yokmuş. gelen giden besliyor dediler. arabaya binerken son bir kez bakayım dedim. ama yemin ederim böyle masum bir bakış olamaz. bak yemin ederim. bunları orada bıraksam kesin bir hafta boyunca aklımdan çıkmazdı. eminim buna. ikiside oturmuş boyunları hafif eğri bana bakıyorlar. geri dönüp attım ikisinide bagaja. kaçırdım yani binevi. getirdim eve yol boyunca ise hiç ses etmediler bi ara durdum iyiler mi diye kontrol bile ettim öyle güzellerdi. bıraktım bahçeye. iki üç kediyle şimdiden kanki oldular bile. kümese girdiler tavuklar biraz sevmedi ama zararsızlar. yaaani yazımı söyle sonlandırayım. sabah uyandığımda içimde oluşan duygular birden bire farklı duygulara evrildi. ben oraya gideceğim de bu yavruları bulup geleceğim eve he? kader biraz da böyle herhalde. şimdi bu küçük yavruları birkaç tane isim türetmenizi isteyeceğim. benim fikrim çok standart ama bir anlamı var. birisinin burun ve vücud kısmı siyah diğerinin ise daha beyaz olduğu için. karabaş - akbaş olsun diyorum. sizlerin fikirleri varsa eğer yoruma yazabilirsiniz. sevgiyle.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
124 notes · View notes
nedememlazim · 1 month ago
Text
Ekşide psikolog ücretleri gündem olmuş. Son bir ayım seans ücretlerine zam yapmak zorunda oluşumun karın ağrısıyla geçti. Evet zorunluluk. Çünkü ben bu işi hobi olarak yapıyor gibi hissetmek istemiyorum, bu his ne bana ne de danışanlarıma iyi gelecek.
Günde sekiz hasta baksa, seans ücreti 2000 tl olsa oh aylık 320 bin tl vay canına filan gibi hesaplar yapılmış. İşin mutfağında olmayan, dışarıdan bakan biri için bu hesap anlaşılabilir. Ama bir de işin iç yüzüne bakalım (shall we).
İyi bir terapi, terapistin danışanına, onun duygularına uyumlanabilmesidir. Tüm dikkatini danışanına verir, onun sadece anlık olarak söylediklerini dinlemekle kalmaz bunları hem kendi teorisine göre anlamlandırır hem de danışanının geçmişindeki örüntülerle ilişkisini kurar. Değişen noktaları fark eder, müdahale etmesi gereken yerleri belirler, bölük pörçük parçaları büyük resme çevirmeye çalışır. Aynı zamanda ilerleyen seanslarda nelerin üzerine düşülmesi gerektiğini not eder. Danışanlarımız için hazırlıklar yaparız, eksik olduğumuz noktalarda kitaplar okuruz, bilgilerimizi tazelememiz gereken yerlerde araştırmalar yaparız. Yani 50 dakikalık bir seansa, en az 1.5 saatimizi ayırırız (ki daha süpervizyondan bahsetmedim). Ve bu 50 dakikanın tamamında tüm dikkatimizi odaklamamız gerekir. Dolayısıyla bırakın günde 8 danışanı, 4 bile fazladır. Benim için maksimum seans sayısı 3, çok nadiren 4 yaptığım da oluyor ama halim canım kalmıyor sonrasında.
Ki eğer popüler değilseniz (popülerlikle iyi bir terapist olmak arasında anlamlı bir ilişki olduğunu sanmıyorum) zaten önünüzde bir sıra olmuyor. Günde 4 danışan göreyim deseniz bakalım onlar görülmek istiyor mu:) Arz ve talep açısından bakıldığında terapi arzının talepten fazla olduğunu, çünkü orta sınıfın can çekiştiğini söyleyebilirim.
Gelelim giderlere. Kira, bağkur, kdv kesintileri, gelir vergisi, muhasebe ücreti bunlar cepte. Serbest meslek şeklinde çalışanlar için ortak giderler. Ama bir de terapist olarak hayat boyu gelişim zihniyetinde olmak gerekiyor. Ne lisans ne yüksek lisans bizi bin bir türlü insan sorunuyla çalışmaya uygun şekilde hazırlıyor. Dışarıdan eğitimler almak zorundayız. Ki birçok psikoloğun bence asıl gelir kalemi diğer psikologlara sattıkları eğitimler. (Eskiden cahildim, bireysel terapi yapardım; şimdi bilgeyim bireysel terapi yapan psikologları sömürüyorum) öhöm. Bunlara bir de süpervizyonu ekliyoruz. Süpervizyon almayan terapiste gitmeyin, bu bayağı güzel bir kıstas olabilir. Çünkü terapi odasında ben ve danışan yalnızız, beni kim denetleyecek. Seans ücretlerini düşünecek olursanız süpervizyon ücretlerinin bundan da fazla olacağını tahmin edersiniz.
Ve bir nokta daha, bunu da hesaplamalara katmıyoruz. Eski danışanlardan aldığımız ücretler... İlk danışanımla bundan dört sene önce 50 tl ile başlamıştım. Zam yapsam yapsam ne kadar yapacağım. Hem vicdanen hem de terapi ilişkisinin bir parçası olarak çok yüksek zamlar yapamıyoruz (he yapan var mıdır vardır ama bazen bu, danışana daha gelme demek gibi olabiliyor). Özellikle enflasyonun çılgın attığı dönemde kazandığım giderlerimin yanında kuş gibi kaldı. Şu anda da evet seans ücretini yükselttim ama eski danışanlarımla yükseltebileceğimin bir sınırı var.
Ve iyi bir terapist olmak gerçekten iyi bir ruh haline sahip olmaktan geçiyor. Lamı cimi yok. Yardım edebilmek için önce kendimize iyi bakmalıyız. Bu yüzden kendim de terapi alıyorum, düzenli spor yapıyorum, ruh sağlığıma iyi bakmaya gayret gösteriyorum. E bunlar da masraf, kabul edelim ya da etmeyelim:) evet kendim için de yapıyorum bunları ama kesinlikle mesleki tarafı da var.
Gelelim canım yaz dönemine... Hesap yaparken sanki on iki ayın her haftası aynı sayıda seans yapabilecekmişiz gibi yapılıyor. Ama dünyada yaygın olarak gözlenen ve benim de yıllardır deneyimlediğim durum, güneş yüzünü göstermeye başladığı gibi yaprak dökümü gerçekleşiyor. Danışanlar teker teker bırakıyor. Eğer kış aylarında günde üç seans yapıyorsanız günde tek seansa düşmesi işten bile değil. Dahası, eğer hasta olursak ya da en basitinden 1 hafta tatile çıkmak istersek direkt ücretsiz izin babında oluyor çünkü seans yapmıyoruz ve dolayısıyla kazanmıyoruz. Danışanların iptalleri, resmi tatiller vb. Derken evdeki hesabın çarşıya uymayacağı kesin.
Epey uzun uzun yazmışım. Ama sanırım terapistliğin popüler olmadığım müddetçe asgari ücretle ortalama bir memur arası kazandırması gerçeğiyle barışmam gerekiyor. Cidden şu anki kazancım bana bu işi kendimi oyalamak, hobi amaçlı yapıyormuşum gibi hissettiriyor. Belki beklentilerimi güncellemeliyimdir. Bu sandığım prestijde bir iş olmayabilir ve azıcık aşım kaygısız başım deyip hayatıma devam etmeliyimdir. En azından çalışma saatlerini kendim seçebiliyorum. Bu da güzel bir özgürlük.
8 notes · View notes
guzyazi · 3 months ago
Text
Yaşamayan Müze: Aşiyan Kabristanı
Geçenlerde Aşiyan Kabristanı’na girdim. İlk kabir Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, birkaç sıra sonra Yahya Kemal var, yıllardır gitmediğim halde tüm çarpıklığına rağmen şıp diye bulduğum Orhan Veli, Turgut Uyar, Edip Cansever, Attila İlhan… İnanılmaz bir deneyim orada olmak. Bence zaten Aşiyan Mahallesi -Adını şu an Yeni Edebiyat Müzesi olan Tevfik Fikret’in evi Aşiyan Müzesi’nden alıyor- Türkiye’nin en güzel noktası ve mezarlıksever biriyseniz, o dinginlik ve yaşamın kendisini zıddıyla hissetmek size göreyse, oranın ruhunu Boğaz havası eşliğinde solumalısınız. (Ruh kelimesi bence daha yerinde kullanılamazdı.)
Orhan Veli’yi ararken İlhan İrem’in kabrinin yanından geçtim. Çok dikkat çekiciydi çünkü birtakım nesnelerle doluydu. Başında da kitap okuyan genç bir kadın vardı. Bir ritüelin içinde gibiydi. Rahatsız etmemek için başımla selam verdim, tebessümle selamımı alıp bana iade etti. Hippiye benziyordu, hikayesini merak ettim ama Orhan Veli’ye yürüdüm.
Orhan Veli’nin mezar taşı, ünlü ressamımız Abidin Dino tasarımı. Pembe granitten yapılmış, oldukça sade bir anıt. Üzerinde yalnızca,
“Orhan Veli
1914-1950”
yazıyor.
Türk şiirinden kafiyeyi atan avangart şair için, kafiye onu mezar taşında buldu ifadesi sıklıkla kullanılıyor.
Mezar taşı zamanla kimliğinden çıkarılıp katledici bir restorasyonla özünden uzaklaştırılınca, Ekrem İmamoğlu duruma el atmış ve taşı Dino çizgisine geri döndürmüş.
Kabir, son derece süssüz hatta düz. Öğrencilerim bunu yadırgadılar ve neden böyle olduğunu sordular. “Basitlik, sadelik ve aleladelik; çünkü o bir garip.” cevabını verdim. Garip akımının ilkelerini oluşturan ve ana hatlarını bu üç kelimelik manifesto üzerine kuran, belediyenin açtığı çukura düşüp dört gün sonra beyin kanamasından talihsizce hayatını yitiren şair için aklıma başka şey yatmıyor.
“Ölüm Allah’ın emri
Ayrılık olmasaydı.”
Tumblr media Tumblr media
Not: Kabristanda kimlerin olduğu bilgisine bir Google aramasıyla ulaşın derim. Neden müze olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
19 notes · View notes
tarikbinziyad · 8 months ago
Text
`damlalar` - nurettin topçu
âlem, üç şeyin mecmuundan ibarettir:
varlık, düşünce ve hareket.
bunların hepsini kendinde toplayan insan, üç şeyin peşinde olmak için yaratılmıştır: hakikatın, hayrın ve güzelliğin.
insan ruhunda bu üç şeye götüren üç yeti vardır: zekâ, duygu ve irade.
zekâ üç yerde kullanılır:
kazanmada, hilede, ilimde.
duygunun üç dünyası vardır:
sanatın, rüyanın ve sevdanın.
irade, üç âleme sığınma kuvvetidir: hemcinsine, kendi samimiyetine ve allah'a.
bu üç yetinin birlikte ve ahenkli olarak barındığı kalp, üç şeyin mahfazasıdır:
aşkın, ümidin ve imanın.
üç şeyi sevmeyen ruh, ölü odaları gibi karanlıktır:
çocuğu, tabiatı ve zalimle kavîden başkasına itaati.
üç kişiye acıyınız:
zenginlikten sonra fakir düşene, şerefli iken zelîl olana, cahiller arasında kalan âlime.
üç nesneden her yerde kaçmalıyız:
yersiz şiddetten, açlık bırakmayan tatminden, kendimize çevrilmeyen tehditten.
üç kişiden korkunuz:
merhametsizden, müraîden, mürtekipten.
üç musibetten uzaklaşınız:
zulümden, zelzeleden, 'bilirim' iddiasında olan cahilden.
üç kişiye el uzatınız:
hastaya, garibe, muhitinde anlaşılmayan bedbahta (bu yüzden kalabalığın arasında yalnız yaşayana.)
üç türlü davranış kaba ve sahtedir:
kendini belli eden sanat, nümayişçi ahlak, kendine güvenen dindarlık.
üç şey saadetin sırrıdır:
tevazu, kanaat ve ölümün eşiğinde sık sık dinlenme zevki.
dünya üç şeyle cennet olur:
elden, dilden ve gönülden vermekle; allah'ın kullarını ta'n etmeyip affetmekle; zalime zulmetmeyip hidayet yolunu göstermekle.
üç kişi karanlıkta kalmıştır:
aşkından çok talâkatını kullanan, imanını iddia yapan, aklın meyvasından lezzet almayan.
üç hâkimin hükmünde hata aranmaz:
kalbin, kaderin, ölümün.
üç yerde insan kendini tanır:
tövbede, zalimin kahrı altında, son nefesinde.
hayatın manası üç yerde hakkıyla anlaşılır: aşk ile birleşen ümidde, vecd ile yapılan ibadette, yeri yurdu unutturan seyahatte.
gözyaşının üç yerde lezzetine doyulmaz: vuslatta, mağfirette, merhamette.
üç yerde insan allah ile sohbettedir: kalabalıktan incinmeyen yalnızlıkta, bir ümidsizin yüzünü ümidle güldürdüğü yerde, zalimin zulmü kendinden şükür taşırdığı anda.
insanlar içinde kendini bilenler şu üç kişidir: rüzgârı bile incitmeyenler, kendi adlarını söylemekten utananlar, allah'ın emaneti olan insanlara katı katı gözlerle bakmayanlar.
üç türlü insan allah'tan uzaktır:
rahatlarını hesaplayarak hizmetten kaçanlar (hizmet ehli olmayanlar), duygulu olduklarını ileri sürüp de sefalet sahnelerinden uzak duranlar, sefil ruhlarda feyz arayanlar.
üç türlü insan allah'ı göreceğinden müjdelenmiştir:
saf kalpler, gecenin karanlığında güneşi bulanlar, ölümü hayatta iken bütün hareketleriyle birleştirmiş olanlar.
üç şeyin hududunda durmasını bilmelidir: isteklerin, aklın, hayatın.
üç şeyden ayrılınca diğer üç şeye geçmede acele etmelidir:
insanlardan ayrılınca ibadete, hareketten çıkınca huzura, dünyaya vedâlaşınca uhrâya.
15 notes · View notes
85-ee · 3 months ago
Text
Birkaç gündür veya birkaç zamandır ruh halim iyi değil. Bunu buraya neden yazıyorum onu da bilmiyorum. Sadece kalbim kırık ve düzelmiyor. Kendimi seviyorum, hem de çok evet, ama bana bu yetiyor mu bilmiyorum. “Dokunsam ağlayacak,” dedikleri gibiyim, kendi kendime ağlama nöbetleri yaşıyorum. Sadece kalp kırıklığından mı oluyor bu? Üç yıldır anksiyete krizleri yaşıyorum, hiçbir şey yokken, hayatım mükemmel giderken, bin anda en mutlu olduğum anda gelip beni buluyor, neden ben demiyorum veya niye böyle. Ama cidden ben kendime ne yaptım da böyle oldum?
8 notes · View notes
musfika-hanim · 13 days ago
Text
iki sene öncesi bu güne gidip o günü tekrar hayal etmeyi hiç istemiyorum. keşke o günün dehşeti akıllarımızdan gitse. onca senelik ömrü hayatımda yaşamadığım bir korkuydu. ve bu korku saniyeler sürmedi günlerce yaşadık defaatle devam ettikçe sarsıntılar ruh halinin alt üst olmasıyla yaşadık. üç ay kızlarla oturma odasında uyuduk. bir aydan fazla başımızı örterek kıyafetlerimizle uyuduk. hergün aile grubunda konum bilgisi vererek yatıyorduk. evin dışında depremzedelerle muhatap olduk aylarca, ne hikayeler dinledik nelere şahit olduk. günlerimiz nasıl geçti çok iyi biliyorum. feci bir endişe, korkulu ve çaresiz bir ruh hali.. Allah tekrarını ve benzerini yaşatmasın, yaralar hâlâ iyileşmiş değil insanlar ne halde görüyoruz. Allah onlara yardım etsin.. her sene bugüne geldiğimizde bugünü mü konuşacağız diyorum keşke unutsak her şeyi ama imkansız. onca acı onca kayıp..
8 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 5 months ago
Text
Tumblr media
Şu memlekette yaşayıp da yorgun olmamak mümkün mü?
Beden yorgunluğu dediğinden ne olacak, iki-üç dinlenmeyle geçer, ama ben aslında vatan yorgunuyum!
Ruh yorgunuyum, gönül yorgunuyum, hayat yorgunuyum; öğrenmek, bilmek, anlamak, anlamamış gibi yapmak, düşünmek, hissetmek, tanımak, tanık olmak, katlanmak, anlayış göstermek, görmezden gelmek, üzerinde durmamak, idare etmek, üzülmemiş görünmek, alışmak, alışamamak, sabretmek, katlanmak, beklemek yorgunuyum.
Tam da artık bu memlekette hiçbir şey şaşırtamaz beni sanırken, her seferinde yeniden şaşırmak yorgunuyum...!
Murathan MUNGAN
Tumblr media
Bir insana bağlı olmakla,
bağımlı olmak,
kıskanmakla,
saplantılı olmak,
onunla yaşamakla,
onsuz yaşayamamak ve
bir insanı sevmekle, severek öldürmek arasında çok kalın bir duvar vardır….
Ve o duvarın üzerinde şu yazar;
“İnsan sevdiğine ASLA kıyamaz…!!!
Tumblr media
13 notes · View notes