#yaralı bir kuş
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kalbime açtığınız yaralar derin, o kadar derin can acıtacak izler ki, ben her gece ağlıyorum. Sabaha kadar, ağlamak zor ama o kanayan yaranın acısı hiç dinmedi. Neden ki bunu yapıyorsunuz? Zaten yaralı olduğumu görmüyormusunuz?
Kendimi kanatları koparılmış bir kuşa benzetiyorum, kanatlarıml kopararak, bende büyük bir yara bıraktılar; özgür olamama ama nafile bundan da kaçamam ya da uçamam çünkü, o kanatlarım yok...
#kaybolmuş bir kuş#kayboldum#içimdeki karanlık#içimden dökülenler#içimde ölen biri var#öyle bi içimden geldi#olur öyle#canım acıyor#canım yanıyor#sevgisiz çocuk#sevgisizlik#geceyemuhtacbirisi#uykusuz geceler#yaralı#yaralı bir kuş
10 notes
·
View notes
Text
Ben artık şu dünyada sevgi anlayışı olduğuna maalesef ki inanamıyorum. İnsanlar o kadar kötü olmuşlar ki birbirine karşı hüküm kurma derdinde. Sıfır empati... Hayır bide gururla söylemezler mi yedikleri naneleri... Dayanamıyorum artık. Kötü zamana denk gelen insanlar olması beni çok yoruyor. Sanki bir yarışın içindeyiz gibi sıraya diziyorlar birbirlerini
#whatsapp durumları#güzel sözler#anlamlı sözler#aşk#whatsapp sözleri#tumblr turkey#sevgi#şarkı sözü#alıntı#deniz#kaanbubelli#benim kadrajım#kadrajturkiye#kendi kadrajım#kadrajımdan#ben senin yerinde olsam#beni unutma#benzetme#ben ve sen#yaralı#açık yaralar ve dikiş izleri#insan#guzelsozler#hasret#felsefe#yaralasar#bir şeyler#belki üstümüzden bir kuş geçer#geceye bir söz bırak#konser
24 notes
·
View notes
Text
Akşama yemeğim hazır. Pilav ve kurufasulye. Baran da, Umut da çok sever.
Haklısınız.
Kim onlar değil mi?
Baran eşim, Umut oğlum.
Umut sekiz yaşında. Canımın içi, kara gözlü, kıvırcık saçlı, susmak bilmeyen, yerinde duramayan bir çocuk. Hayatımın anlamı...
Geç evlendim ben.
Bizim buralarda alışık bir durum olmasa da, evlenmeden, çoluğa çocuğa karışmadan önce okulumu bitirmek istedim. Hep derim, kız çocukları okumalı, iyi yerlere gelmeli, erkeğin eline bakıp, şiddeti, eziyeti, yokluğu, kader deyip sineye çekmemeli.
Ailem itiraz etse de, inadımı kıramadılar. Laf aramızda, zaten oldum olası, burnumun dikine bir kızdım. Beni Kur'an kursuna yollarlardı, ben sokak aralarında kuşlarla beraber şarkılar söyler, boyumdan büyük hayaller kurardım. Akranlarım, eğlencelerde, doğum günlerinde, düğünlerde, konuşmaya bile çekinirken, ben en güzel elbiselerimi giyer, ter içinde kalana kadar güler, eğlenir, dans ederdim. Arada bir annem beni çekiştirip "Ah be kızım, bir parça hanım hanımcık ol!" dese de, olamazdım. Hanım hanımcık olanların düşleri yoktu, bilirdim.
Ellerime bakıyorum.
Bir zamanlar kınalar yaktığım ufacık ellerim yok artık.
Zaman bir nefeste geçiyor ve sanırım insanın önce elleri yaşlanıyor.
Sanki, bir zamanlar, şu sokaklarda koşuşturan, yaramazlık yapan, "Anne n'olur beş dakika daha oynanayım." diye ısrar eden çocuk ben değilmişim gibi.
Nerede şimdi, kırık aynasını eline alıp, saçlarını tarayan ve bir sürü pembe tokalar takan küçük kız?
Garip...
Dışarıda inceden bir Eylül yağmur var. Kasvetli havaya rağmen çocukların kahkahaları duyuluyor.
Aralarından Umut'un sesini ayırabiliyorum. En çok da onun sesi geliyor. Eşek herif!
Yine birazdan üstü başı toz toprak içinde gelecek eve, biliyorum. Nefes nefese ayakkabılarını bir kenara atıp, gözlerimin içine bakacak ve "Anne ben acıktım." diyecek. Sonra ben yine dayanamayıp, onu kollarımın arasına alıp, o kirli yanaklarını, gözlerini, saçlarını öpeceğim, boynunu koklayacağım.
Ah oğlum benim!
Ah Umut'um!
Sen niye hep dağ çiçekleri gibi kokuyorsun, her defasında başımı döndürüyorsun.
Anne olduğumdan beri daha kaygılı biri oldum çıktım. Sizde de öyle mi? Hani, Umut eve biraz geç kalsa ya da ne bileyim, camdan bakıp, yakınlarda göremesem, kalbim yaralı bir kuş gibi kanat çırpmaya başlar. "Ya başına bir şey geldiyse..."
Eşim Baran bu halime üzülür, "Yapma canım, kötüyü çağırma." der ama anneyim işte, ne yapayım.
Baran güzel bir adam. Okulun son yıllarında tanıdım onu. Önce arkadaş olduk. Baktık ki, çok iyi anlaşıyoruz, "hadi öyleyse evlenelim." dedik. Baran bana, kucak dolusu papatya ve Ahmet Arif şiiriyle evlenme teklif etti. Papatya, Ahmet Arif, Şiir, Baran, aşk...Kabul edilmez mi hiç!
Tıpkı hayalimdeki gibi bir evde oturuyorum.
Küçücük, mütevazi, duvarları mavi boyalı, bir köşesi kitaplarla dolu ve güllü dallı perdeleri olan bir ev. İnanın, sevgisiz insan sarayda da otursa, mutsuz olur. Çocukluk arkadaşımlarımdan biliyorum. Yarası çok olana, para merhem olmuyor.
Çok gevezelik ettim değil mi?
Ama ne yapayım, oldum olası konuşmayı seviyorum. Kimseyi bulamazsam, kendimle konuşuyorum. Gülmeyin ya! İnsanın kendi kendine konuşması kadar güzel bir şey yok dünyada. Deneyin, bana hak vereceksiniz.
Ha, bir de çok güzel türkü söylerim ben. Arkadaşlar falan bir araya geldiğimizde, ısrar ederler, "Hadi, bir tane söylemeden olmaz." derler.
Dost kırılır mı hiç!
Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzelin derdi serimde tüter
Bu ayrılık bana (bize) ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni
Şu benim sevdiğim başta oturur
Bir güzelin derdi beni bitirir
Bu ayrılık bize zulüm getirir
Geçti dost kervanı eyleme beni
Pir Sultan Abdalım kalkın aşalım
Aşıp yüce dağı engin düşelim
Çok nimetin’ yedim helallaşalım
Geçti dost kervanı eyleme beni...
Bu türküyü her söylediğimde, gözümden iki damla yaş gelir. Neden bilmem ama sadece iki damla yaş! Sanki bu türküde benden bir şeyler var. Sanki, beni incitmişler, canımı yakmışlar, kalbimi kırmışlar da, ben kimselere söyleyeyemişim gibi...
Duvardaki takvime gözüm takıldı şimdi.
8 Eylül 2051
Off! Ben ne vakit otuz beş yaşında koca bir kadın oldum!
Olsun, her yaşın kendine göre bir güzelliği var. İnşallah çocuklarımız da, otuzları, kırkları, elli, altmış, seksen hatta yüz yaşları görür.
Hah, kapı çaldı, nihayet benim eşek geldi.
Hadi bana müsade. Gideyim de yine bıktırana kadar onu öpüp koklayayım.......diye, bütün bunları yazmak isterdim ama yazamam. Çünkü ben sekiz yaşındayken öldürüldüm.
Ben Narin Güran.
Cesedi on dokuz gün sonra derede bulunan o elleri kınalı kız.
Büyüyemedim ben. Baran ile evlenemedim ve Umut'um hiç olmadı.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun #naringüran #hepimizincesedinideredebuldular
162 notes
·
View notes
Text
"Öylesine kırılgan, öylesine yaralı ve yuvadan atılmış bir yavru kuş gibi duruyordu ki; yüreğimdeki olanca şefkat ona doğru akmaya başlamıştı."
51 notes
·
View notes
Text
Niçin kazıyorlar araziyi? Kimin üstüne atıyorlar kürek kürek toprağı? Tam takır kuru bakır iliklerim. Raylarca uzayıp gidiyor içimin ıstırabı.
Dağlara bağırsam geri dönmüyor sesim. Denizlere haykırsam enginlerde kilitlenip kalıyor hüznüm. “Erkeler ağlamaz.” diyor; etrafımda kümelenen kuru kalabalık. “Dört göz, bir evlat içindir”. Bırakın da ağlayayım ey eşrefi mahlûkat. Ben bir babayım.
“Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanlar içindir.” diye yazdırdım mezar taşına. Göğsümde kuruyan ırmaklar, alnımda dalsız budaksız ağaçlar. Yokluğun, can evimi oyup bitiren kurt. Gurbette göçebe kuş, mühürlü yalnızlığım. Kırk beş yaşından sonra ölümünle büyüdüm oğul.
Üç aylıktın anneni kaybettiğimizde. Kilitlenip kaldığım girdaptan yumuk ellerin çekip çıkardı beni. Kalbimin en savunmasız olduğu zamanlarda gülüşünle güçlendim hayata karşı. Tenine dokununca sıyrılıp gitti hüznüm ünlemsiz öykülere. Sen büyüdün, ben küçüldüm. Ben büyüdüm, sen küçüldün dalgalar arasında.
Annen bizim kadar şanslı değildi. Her ne kadar üçümüz de sağ olarak çıkarıldıysak da enkazın altından, yirmi iki saat ancak direnebildi yorgun bedeni ölümün kandiline. Hadi, o beni sana, seni bana emanet edip gitti; sen beni kimlere emanet edip de gittin evlat?
Ay karaydı, yıldız karaydı. Yeryüzü kapkaraydı o gece. Ardı ardınca devrilen duvarların altında kar ayazı bir soğuk işliyordu iliklerimize. Ölümün soğuk yüzünü taşıyordu toz toprak ensemize. Ağlıyordun, duyuyordum. Yanına gelmek istiyor, kımıldayamıyordum. İnce bir ses duyuyordum derinlerden. “Ninni yavrum, ninni yavrum.“ Ölmekte olan bir annenin dudaklarından.
Tıpkı annene benziyordu gözlerin. Onunkiler gibi iri ve simsiyah. Onunkiler gibi kıvırcık ve kahverengiydi saçların. İkinizin de yanağınızda gül bahçesi gamzeler açardı gülünce. Onun kadar güçlü, onun kadar inatçıydın hayata karşı. Turkuazı çok severdi. Sen turkuaz renginde alırdın bütün oyuncaklarını.
Ortaokul, lise... Uzayan yıllar ve üniversiteden mezun olacaktın. Kepini havaya fırlatırken fotoğraflarını çekecektim. Oysa… İlkokul sıralarında asılı kaldı sırtındaki mezuniyet cübbesi. Sözüm vardı annene. İnşaat mühendisi olacaktın. İnşaat mühendisi olacak, kolonları yıkılmayan evlerin temelini sen attıracaktın.
Oltalarımız sırtımızda balığa gidecektik. Fenerbahçe maçlarını izlerken tezahüratta bulunacaktık tribünlerden. Kuşlar gibi göklerde süzülecektik uçurtma uçururken. Mırıl mırıl söylenecektim satrançta sana bilerek çoban matıyla yenilirken. Ata binecek, ok atmayı öğrenecektik sonsuzluğu nişan alırken.
Artık sevmiyorum sonbaharı. Sevmiyorum eylül ayını. Cumartesi günlerini, saat on bir otuz yedileri… Paramparça ettim o turkuaz yağmurluğu. Ne çok isterdim. Eylül ayının cumartesi sabahı sana yağmurluk alabilmek için alış verişe gitmemiş olmamızı. Alış veriş sonrası yanımızdan geçen düğün konvoyundaki maganda kurşunuyla senin değil de benim kurşunlanmamı…
Kiracısıymışız meğer parkların, sokakların. Kiracısıymışız gökyüzünün, ağaçların. Daha iki gün öncesine kadar düşlerimiz vardı. Hayata başkaldıran umutlarımız vardı. Sen ilk maaşını alacaktın. Yaptıramadığımız mezar taşını yaptıracaktık annenin. Sen değil, sağ yanına ben yatacaktım Zahide’nin evlat.
Yıkık, dökük, sönük bir harabeyim başucunuzda artık. Misafirliğimin bitmesini beklerken toprak kokunuzu buram buram içime çekmek. Sabrın manası tam da bu olsa gerek. Kulağımda ölüm çığlıkları, gözlerimde ezberlediğim bir yağmur dalgası. Sağ yanım yıkık kolonlar altında ezik. Sol yanım cani bir magandanın kurşunuyla yaralı.
Bir ihtimal hafifler mi acım? Sanmam. Seni katleden vicdansız bulunup tutuklanırsa söner mi öfkem? Bilmem. Oyuncaklarını sevsem, yorganını üstüme sersem diner mi hasretin, emin değilim. Kovaya sığan okyanus, göz pınarlarım. “Ağaran baş, ağlayan göz gizlenmez.” Bu adamı susturmayın.
Güçlüdür diyorlar babalar. Tok açın halinden anlamaz. Evlat acısı bilmezler. Cesur ve iradeli olurmuş erkekler hüzün baş gösterince. "Deve suyu bağıra bağıra geçer.” dostlar. Aklıselim bulunurmuş yiğitler. “Acılı başta akıl olmaz." efendiler! Yosun kayaya sarılmayıversin bir kere. Bitirir yavuzluğunu. Varlığını imha eder.
Şurası var ya şurası... Elemin gelip de taht kurduğu yer. Kalbimin her atışında yer bitirir beni bu keder. Ölüm iki uçlu bir hançer. Oydukça oyar, göğsümü deler. Gönlüm, yanardağ içindeki ateşi özetler. Canımdan can kopararak bedenimden seni kestiler. Tellal olmuş, haykırır özlem, gövdemi çarmığa çiviler.
Evladın ayağı taşa değse babanın bağrı kan ağlar. Kaybetmişse evladını bir baba herkül olsa da iki göz iki çeşme ağlar. Dokunma bana insanoğlu! Evladı olmayınca bir baba neye yarar?
153 notes
·
View notes
Text
İki kuş, yalnızca kanatları kırık değil, göğüslerine birer ok da saplanmış; sanki kaderlerinde aynı sürüde olmak varmış gibi, aynı yerden, aynı acıyla kanamışlar.
Bir kuş diğerinin yarasını sarmaya çalışmış, diğeri de onunkini.
Birbirlerine sardıkları yaralı kanatlar iyileştirmiş onları.
Ölümü beklemeyi kolaylaştırmış.
24 notes
·
View notes
Text
ne zaman yaralı bir kuş görsem, ne zaman yaralı bir kedi ve ne zaman yaralı bir adam görsem sevgimle iyileştirmek istiyorum onu.
21 notes
·
View notes
Text
"Öylesine kırılgan, öylesine yaralı ve yuvadan atılmış bir yavru kuş gibi duruyordu ki; yüreğimdeki olanca şefkat ona doğru akmaya başlamıştı."
58 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Uçmayı öğrenmeden göçmeye mecbur kalmış yaralı bir kuş gibi kalbimiz, bu yüzden kanadı kırık serçe ürkekliğimiz...
Elimi kalbime koyuyor ve diyorum ki; Allah'ım mekan senin, sen toparla...
Aynı konuma, aynı insanlara, aynı eşyalara tutunup durmayı istiyoruz. bir yandan da bundan sonsuz şikayet ediyoruz. bir yandan da alışkanlıklarımızı değiştirmekten ödümüz kopuyor. Çünkü vazgeçmek zor bir eylem.
Yaşamak isteyip yaşayamadıklarının,
Yapmak isteyip yapamadıklarının,
Bütün güzel ihtimaller gözünün önünde yitip giderken kurtarmak isteyip de elin kolun bağlı bir köşede durmak zorunda olmanın verdiği bir kırgınlık vardır. Bu kırgınlığın bir "kırılma sesi" vardır.
Bu his, bu ses; insanı uykusundan uyandırır.
____________🌺💞🌸______________
🎀
26 notes
·
View notes
Text
_____/// AYM Başkanı Zühtü Aslan'ın Konuşma metninde yer alan bir DERVİŞ hikayesi.....
"Giydiğimiz cübbelerin anlam ve önemini çok iyi anlatan meşhur bir kıssa vardır.
.....Yaralı bir kuş Hz. Süleyman’a gelerek KANADINI bir DERVİŞİN kırdığını söyler. Hz. Süleyman dervişi hemen çağırtır ve yargılamaya başlar.
Derviş kendini şöyle savunur: “Efendim, kuşu avlamak istedim. Önce kaçmadı, teslim olacağını düşünüp üzerine atladım, bu esnada KANADI KIRILDI.” Müşteki kuş bu sözlere hemen itiraz eder ve şöyle der:
“Avcı olsa hemen kaçardım. Onu derviş kıyafetinde gördüğüm için kaçmadım. Derviş olmuş birinden bana zarar gelmez diye düşündüm.”
Hz. Süleyman bu sözleri haklı bulmuş ve ceza olarak dervişin KOLUNUN KIRILMASINA hükmetmiş. Ancak yaralı KUŞ bu karara da İTİRAZ etmiş ve demiş ki: “Efendim, kolunu kırarsanız iyileşince yine aynı şeyi yapar.
Siz en iyisi ÜZERİNDEKİ DERVİŞ HIRKASINI ÇIKARIN Kİ, BENİM GİBİ KUŞLAR BUNDAN SONRA ALDANMASIN.”
____!!!! Sevgili Türk Milletinin asil evlatları sizde bu derviş hırkası giymiş soytarılara dikkat edin.
Hırkası olan herkesi Derviş zannetmeyin...
Onlar "Atatürkçüyüm, Türkçüyüm, Dinciyim, vs diye söze başlayıp AMMAAA ile devam edenlerdir...
23 notes
·
View notes
Text
İnsan annesine sığınırken, benim sığınacak bir annem hiç olmadı. Bir annem var ama o beni hiç anlamaz, anlamak istemez...
#aile#yaralı bir kuş#kaybolmuş bir kuş#kaçıncı kayboluşum#kayboldum#gecenin karanlığı#geceyedair#acı#sevgisiz çocuk#sevgisizlik
3 notes
·
View notes
Text
Yaralı bir kuş gibiyim uçmaya çalıştıkça canım yanıyor.. Ama pes edersem ölürüm .
15 notes
·
View notes
Text
Kapı Eşiği
evi oldum sol yanından yaralı bir salyangozun
Ağaç anlatabilir kendini yağmura,
hiç değilse fısıldayabilir-bunu biliyorum.
Kuş nasıl tarif edecek; konsa yeryüzünde av,
uçsa bir ömür boynunda vebal.
Ve kimim ben, düşe kalka dolaşan
yorgun ruh, dolaşık gönül, som gurur?
Ve kim, beni omzumdan öpüp o siyah
yolculuğa çağırır?
birhan keskin
16 notes
·
View notes
Text
Vuruldu bir kuş kendinden büyük mermi ile. Boyanmamalı göğsü iki damla kan ile. Kanadı kırılsa düşmemeli göğün gözünden iki dirhem bile. Vuran geleceğiyle, vurulan yaralı geçmişiyle.
38 notes
·
View notes
Text
Hiçbir şey elinde değildir insanın:
Ne gücü,ne güçsüzlüğü,ne de yüreği.
Açtığını sansa da kollarını,gölgesi bir haçtır onun.
Paramparça olur avucunda sımsıkı tuttuğu mutluluk.
Bir garip,bir acılı boşluktur günleri.
Mutlu aşk yoktur.
Bir başka kader için giydirilmiş,
Silahsız askerlere benzer hayatı.
Çaresiz,kararsız kaldıktan sonra akşamları,
Neye yarar ki sabahları erkenden uyanmaları.
Söyle bunları bir tanem,tut gözyaşlarını.
Mutlu aşk yoktur.
Güzelim,sevgilim,kanayan yaram benim.
Yaralı bir kuş gibi taşırım yüreğimde seni.
Ve onlar bakarlar bilmeksizin,geçerken biz,
Tekrarlayıp ardımdan benim ördüğüm sözleri:
Ve apansız ölürler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur.
Vakit yok artık öğrenmeye hayatı.
Ağlasın birlikte yüreklerimiz gün ışıyıncaya dek.
Küçümencik bir şarkı için bile nice mutsuzluk gerek.
Bir ürperişi bile nice pişmanlıkla ödemek.
Bir ezgi için bile nice gözyaşları dökmek
Mutlu aşk yoktur.
Hüsranla bitmeyen aşk yoktur.
Yara açmayan aşk yoktur kalpte.
İz bırakmayan aşk yoktur insanda.
Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da.
Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
İkimizin aşkıdır bu gene de.
Louis Aragon,Mutlu Aşk Yoktur
#mutlu aşk yoktur#louis aragon#elsa#yoktur#hiç bulaşma#şiir#ispanya iç savaşı#internationalism#uluslararası birlikler
4 notes
·
View notes
Text
sen böyle yaralı, heybetli ama her an devrilecekmiş gibi, bütün acılarınla çırılçıplak bir hâlde karşımda dururken ben ağlamamak için gözlerimi kaçıracağım senden. titreyen ellerimi arkama saklayacağım, sana doğru bir adım atacağım. öfkelenip üstüme de yürüsen ben gayri ihtiyari de olsa geriye bir adım bile atmayacağım. sen bir geliyorsan ben beş geleceğim. sen bir ağlıyorsan ben bin ağlayacağım ama acı içindeyken kendini kaybetmene izin vermeyeceğim. usul usul geleceğim yanına, sokulacağım sana, sarılacağım. belki birkaç yarana denk gelip canını yakacağım. bir şey demeyeceksin biliyorum ama ben hissedeceğim, hep hissettim. saçlarını seveceğim, yaralarını saracağım, en çok bu mu acımıştı sana söz en çok onu öpeceğim. her daim ağrısından şikayet ettiğin şakaklarına bahşedeceğim ilk öpücüğümü. çocukken kapı arkalarında hangi yaran ağlattıysa seni, sana söz, ben de ağlayacağım o kapının arkasında ama sensiz. şimdi yasla başını göğsüme, dinlen biraz. belki kuş koyamam yoluna ama ben çok güzel çiçek ekerim.
18 notes
·
View notes