mavihayaller
mavihayaller
Verbo Carofactum Est.
4K posts
Don't wanna be here? Send us removal request.
mavihayaller · 3 days ago
Text
saçımda küçük kelebekler, kalbimi kurt bastı. benim ağzımı renkli ve yumuşak bir jilet kesti. kendi dilimden akan kanla ıslattım dudaklarımı tekrar ve tekrar tanımadığım bir evde uyandım. hangi odasında lamba patlaktır? bilmem… ve imtina ederim o kalkanı giymeye meydanda beni bekler elinde mızraklı göz altı siyah boyalı tanıdık savaşçılar saçımda kaybolmuş keçiler onları kurt kaptı. benim keyfimi yuttuğum cümleler kaçırdı kaçak yollardan, en yakın sınırdan, denize kıyısı olmayan bir ülkeye. hangi sokağında bıçaklanırım? bilmem… üstü tozlu bir sandıktan, paslanmış bir gümüş çıktı, o gümüşten bir şiir çıktı, şiirde sandığım şeyler var. belki de uyuyabileceğim tek bir gecem var. üstü tozlu çarşafımda. dönmem lazım evime, çünkü; tekrar ve tekrar tanımadığım bir evde uyandım. ipe asılı çamaşırlar, dibe asılmış bir ben, burnumda gider kokusu… sebebini bilmem. bir tank eziyor beni, bir cenk ortasında. şiirde duyamadığım şeyler var. artık kulağımı kesesim var van gogh gibi. kaç rengi daha karıştırırsam, ortaya ben çıkarım? bilmem… konumlandım bir gölgede, güneş bile beni görmüyor burada. siz kuraklığı toprağa yakıştırıyorsunuz ya, bitki örtüm buna alınıyor, sonra herhangi bir günün, herhangi bir saatinde, yağmurla savaşıyor. tekrar ve tekrar tanımadığım bir evde uyandım. önce pencereyi açtım, sonra lambası patlak bir odayı aştım. korkmayın, artık yarasa gibiyim, karanlıkta sendelemem. ama aynada her sabah kendimle savaştım. ben mi kazandım? yoksa ben mi? bilmem… saçımda izli mermiler. bana kim ateş açtı?
2 notes · View notes
mavihayaller · 12 days ago
Text
kartları karıştırmaktan ziyade, desteyi yaktığım günlerdeyim. havadaki tersine santigrat da, bunu iyice tetikliyor. içimde kalbimi kapatan bir çatı, işte o çatı; su sızdırıyor. anksiyetem benim yuvam oldu galiba, uğramadığımda bazen özlüyorum bile. ‘’uyursan donarsın’’ şeklinde bir tabir var ya, o ben de tam tersine işliyor, zihnim donmasın diye uyuyorum ben. öğle vakti, erkenden, sabahları bir daha, metrobüste, arabada, ayakta, bir anda…yorgunluk; tesadüfen tanışıp, acıyıp evime aldığım bir gariban gibi, ekmeğimi paylaştığım ve çok alıştığım… gitmiyor benden! aslında tanımlamayı bırakmıştım kendimi, işte alışkanlık bazen dürtüyor beni içimdeki karanlık madde diyor ki ‘’yaz birader, manyak olursun böyle!’’… birsen tezer-kadın dinliyorum. yeşil reçeteli bir anti-depresan, burada yeşilin altını çizmek isterim göz kalemi ile… orman eskisi gibi karanlıktı başlangıçta, üç patikada ayağımı burktum, üç tane dal gözüme girdi, üç kere yıldırım düştü sığındığım çam ağacına, üç tane kozalak yedim aç kalınca, üç kere sevdim, üç kere de bayılmışım ormanın derinliklerinde. insan bir şekilde ayaklarını ve dizlerini hatırlıyor rem uykusunda olsa bile. ayağa kalkıyor, yürüyor ve ormanı bitiriyor. bir şeyler dikiyor çıplak gördüğü yerlere, çöp görürse alıyor, temizliyor, paklıyor. insan bazen ormanı değil, ormandaki benliğini özlüyor. bazen de yakıyor işte, hem ormanı hem benliğini. çığ ve çığlık, kül ve küllük. yine de nazım’ın dediği gibi; ‘’kurtardım ceylanı avcının elinden ama daha baygın yatar ayılamadı.’’ cigarettes after sex-heavenly dinliyorum. ortasından göl geçen, kuş gözlem kuleleri ile ünlü, roma mimarisinin hakim olduğu, katedralleri güneş kapatacak kadar heybetli, çok yağmur alan, havası temiz bir şehir düşünün. o da elbet yıkılıyor… bir savaş başlıyor, bir sebepten elbet o şehir de yıkılıyor. geriye harabe kalıyor, yıkıntı kalıyor, moloz yığını kalıyor. ama elbet o savaş da bitiyor, o şehir baştan inşaa ediliyor. geçmişini kaybediyor ama kendini asla, var olmaya devam ediyor. o yüzden bir trenin yönünü değiştirmek için önce makas değiştirmek gerekiyor raylarda. bundan korkmak, yani aynı güzergah üstünde yol almak, birbirimizi kandırmayalım dümdüz korkaklık oluyor. her şey ölse yol ölmez. radiohead-no surprises dinliyorum. denk gelmenin ağırlığı, nefis bir hafiflik yaratır gönlümde. güzel bir gün batımına denk gelmek, eski bir dosta denk gelmek, radyoda o şarkıya denk gelmek… kadıköy’den bir kapıdan çıkarken, tam aklımdayken, bir radyo frekansına denk gelmek ağır geldi ama hafif hissettirdi. o radyo frekansını özlemişim. kim bilir kaç gezegen gezdi o sinyal? kim bilir hangi santrale uğradı? dolmayacak bir kuyum var her şeye rağmen, devasa bir pazılın son parçasını yuttum ben, o parça yok oldu. bir taşı eksik bir kaldırım var ciğerlerimde, ayağım takılır düşerim kendi ciğerlerime. delik bir şarap kadehiyim ben, şarap ziyan oldu her gece. bir çizgi eksiğim senden sadece… bir çizgi. ama radyo frekansını ilginçtir özlemişim.yine de kazım’ın dediği gibi; ‘’bir boşluk ki nasıl insanla dolsun?’’ ispanyolca hepinize mutlu bir gece dilerim. peyk-denizdeyim dinliyorum.
4 notes · View notes
mavihayaller · 12 days ago
Text
içimde yığın yığın insan var, vapur bekliyorlar. gazetede yazıyor, denize zift dökmüş biri biraz da asfalt tanıdığım bütün ölüler yaşlanmaktan korkar. çaldığım piyanoyu seviyorsunuz ama ince parmaklarımı sevmiyorsunuz. boğumundan kırılsın, peki kırılsın. içimde yığın yığın insan var, birbirlerini çiğniyorlar. artık reenkarne olmuyor kimse, herkes ağaçtan düşüyor herkes gibi. ve kurt yerini bilmiyor şu an dünya mı burası? yoksa göbeğinde mi elmanın? ve sorunum vapurla değil benim artık, sadece denizle. her şey suyun doğumundan başlasın, peki başlasın. içimde yığın yığın insan var, bir sessizliği kekeliyorlar. tuttuğum dalı aşağı çekerken, gökyüzüne çekiyordum aslında yetişemediğim bir ruhum var, boyum yetmiyor. her gün zeminime daha da yaklaşıyorum baktığında. o zemin sarsılsın, peki sarsılsın. bu arada, demin sarsıldı.
3 notes · View notes
mavihayaller · 20 days ago
Text
ne kadar yaşlandık be fevzi
birileri çıksın umuttan katlanmış kayıkları, nehrimize salsın diye,
ne kadar yaslandık be duvarımıza?
pencereyi aç fevzi,
o pencereyi aç,
ruhun bir bulutu yaramayacak kadar ayaklı,
soluduğumuz metan gazı,
yanımızda sigara yaksalar,
kül oluruz minimum üç cüce gezegene yayılırız.
biz daha bir şehrin,
sabahına şahit olamayız.
ne fırından simit kokusu gelir artık,
ne de yeldeğirmeni’nde martılar konar yola,
sabahın beşinde.
o kitabı yerine koy fevzi,
devrik cümlelerle,
devrilmiş kadınlarla dolu o kitabı yerine koy.
bir sonraki sayfa,
bir sonraki denge kaybına kılavuz olur.
şiir başka bir şey ifade etmez zaten,
can sıkıntısı ve derin yokluk.
biz fevzi,
dört metrekarede
nasıl oldu da kendimize sadece yük olduk?
5 notes · View notes
mavihayaller · 20 days ago
Text
kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. köklü bir değişiklik ihtiyacı, coğrafyama oturdu. yine... ben bu filmi izlemiştim, beğenmemiştim. köklü kısmı mecaz değil, bir ağacı başka bir ormana taşımaktan bahsediyorum. mevcut toprağımın bu kadar elverişli olması, nasıl ifade etsem; çok canımı sıkıyor. benim ruhum bir süreden sonra, kuraklık talep ediyor, kuruma talep ediyor. alışmamışım ki; çok sevilmek, genetiğimle oynanıyor hissi veriyor bana. kromozom sayım mı değişiyor, ne oluyor asla bilmiyorum; o yatağa huzursuz giriyorum. ben yenilirim korkusuyla misket oynamamış bir çocuğum, düşerim diye bisiklete binmem, boğulurum diye yüzmem, varırım korkusuyla yola çıkmam...  kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. yalnızlık üstüne çok şey yazılmıştır, yalnızlık üstüne yeni bir şey söylemeye çalışmak, aslında baya zaman kaybı. ama etrafındaki bunca insana rağmen, bu bitmeyen, mide bulandırıcı, korkutucu ‘’tek başınalık’’ hissi yok olmuyor. neşter değen bir karın gibi, sızısı geçmiyor. işin en kötü tarafı; benim bu hisse talebim de bitmiyor. arzuluyorum, parti bitsin, herkes evine dönsün istiyorum. ortalığı ben temizlerim... kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. çok fazla sayıda tanığı olan ve çok fazla sayıda sanığı olan bir duruşmanın, hem mübaşiri, hem de yargıcıyım. bekleme salonundaki herkesi tek tek ben çağırmalıyım ve hepsi hakkında hükmü de ben vermeliyim. salonda devasa bir kaos var ve tek sebebi benim. denklemi ve davayı bu hale getiren benim. sustukça duyuluyorum, çığlık atınca da bir desibelim bile ikinci bir kulağa değmiyor. sustuğum şeyleri de ben duyuyorum, çığlığımı da... önceden çığlık atınca sesim çatallaşırdı, alışığım buna. ama artık susarken benim sesim çatallaşıyor. kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. kapıdan çıkasım geliyor, çıkmadan önce maviye boyayasım... bir gemiye binesim geliyor, hemen öncesinde bariton sesimle şarkı mırıldanasım... bir mevsim daha geliyor, geldiğinde çok içesim... sonra bu döngü tekrar geliyor, başlangıç noktasına her şeyi kusasım... kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. kasırgadan karga tüneyemiyor. hiçbir yere...
3 notes · View notes
mavihayaller · 20 days ago
Text
yaşlı ve ispanyol bir eskimo, tavanı izlerken bulur dengesini yaradılışın, bitkinlik sokar çoğu anlamı yuvasına. sen de öylesin, gözlerinle dalınca anlarsın, benim gibi okyanusun, şili’ye bile kıyısının olmadığını. bu mahalleden neden kestaneci geçmez? niye ses duymam, yine ses duymam, içimden başka… buzdan bir evin var diye mi? ya da kendi kış illüzyonumuzda kuzda daldık diye mi? alt komşum şahit… sekiz gibi umrumda değildin ama, saat tam dokuzda özledim iyi mi? yaşlı ve ispanyol bir eskimo, çok değişmiş, sen de, ben de değişmişiz. aslında hiçbir müfredat kalmıyor eskisi gibi. sadece cezalar baki… tek ayak üstünde bekliyoruz, zil çalacak diye bu mahallede niye duyulmuyor kestaneci sesi? aramızda kalsın, artık pek ciddiye almıyorum michelangelo etkisini. güneş çıkar mı sence? çıkarsa da erir mi evim? bazı sorularımı ben sadece sana sorabilirim; katı halden sıvı hale geçen bir yapıya, hala yuva denir mi? bilemedim… sekiz ile dokuz arası; hala üç bin altı yüz saniye mi? çözemedim… alt komşum şahit… ‘’bu aralar istanbul soğuk, sokağa çıkmak için giyiniyorum bomba imha ekibi gibi.’’ dedim de, ‘’çok özledim, sende kaldı fünyem ve pimim’’ diyemedim. yaşlı ve ispanyol bir eskimo, saatlerce tavanı izledi.
6 notes · View notes
mavihayaller · 24 days ago
Text
nil nehrini geçmiş gibi, bir tane antilop, yutmuş bir parol ağrısı dinmiş, çiçek satmaya meyilli bir kadın karşısına dikilmiş, ben ölmeden önce papatyaları severdim demiş antilop. biliyor musunuz babam da severmiş.
0 notes
mavihayaller · 25 days ago
Text
aslında şunu fark ettim, bunca hengamenin ardından jetonum bitmiş. kafam yerde yürürken, yağmurdan asfalta yapışmış 1789 basımı bir mecmua gördüm, fransa’da ihtilal çıkmış.
hala rüyamda sana koşturan, ardından toprak kaldıran, atlı süvarilerin önüne geçiyorum.
sana haberini veremediğim bir duvar boyadım, guatemala açıklarında. balıkçı teknesinden şarap uzattılar, sarhoş olmuştum kıyıya vardığımda.
aslında şunu fark ettim, bunca hengamenin ardından jetonum bitmiş. o mecmuada kendimi gördüm. bende ihtilal çıkmış.
aslında şunu fark ettim, sarhoş olmuştum kıyına vardığımda.
0 notes
mavihayaller · 27 days ago
Text
kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. köklü bir değişiklik ihtiyacı, coğrafyama oturdu. yine... ben bu filmi izlemiştim, beğenmemiştim. köklü kısmı mecaz değil, bir ağacı başka bir ormana taşımaktan bahsediyorum. mevcut toprağımın bu kadar elverişli olması, nasıl ifade etsem; çok canımı sıkıyor. benim ruhum bir süreden sonra, kuraklık talep ediyor, kuruma talep ediyor. alışmamışım ki; çok sevilmek, genetiğimle oynanıyor hissi veriyor bana. kromozom sayım mı değişiyor, ne oluyor asla bilmiyorum; o yatağa huzursuz giriyorum. ben yenilirim korkusuyla misket oynamam��ş bir çocuğum, düşerim diye bisiklete binmem, boğulurum diye yüzmem, varırım korkusuyla yola çıkmam...  kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. yalnızlık üstüne çok şey yazılmıştır, yalnızlık üstüne yeni bir şey söylemeye çalışmak, aslında baya zaman kaybı. ama etrafındaki bunca insana rağmen, bu bitmeyen, mide bulandırıcı, korkutucu ‘’tek başınalık’’ hissi yok olmuyor. neşter değen bir karın gibi, sızısı geçmiyor. işin en kötü tarafı; benim bu hisse talebim de bitmiyor. arzuluyorum, parti bitsin, herkes evine dönsün istiyorum. ortalığı ben temizlerim... kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. çok fazla sayıda tanığı olan ve çok fazla sayıda sanığı olan bir duruşmanın, hem mübaşiri, hem de yargıcıyım. bekleme salonundaki herkesi tek tek ben çağırmalıyım ve hepsi hakkında hükmü de ben vermeliyim. salonda devasa bir kaos var ve tek sebebi benim. denklemi ve davayı bu hale getiren benim. sustukça duyuluyorum, çığlık atınca da bir desibelim bile ikinci bir kulağa değmiyor. sustuğum şeyleri de ben duyuyorum, çığlığımı da... önceden çığlık atınca sesim çatallaşırdı, alışığım buna. ama artık susarken benim sesim çatallaşıyor. kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. kapıdan çıkasım geliyor, çıkmadan önce maviye boyayasım... bir gemiye binesim geliyor, hemen öncesinde bariton sesimle şarkı mırıldanasım... bir mevsim daha geliyor, geldiğinde çok içesim... sonra bu döngü tekrar geliyor, başlangıç noktasına her şeyi kusasım... kafamda bir kasırga ve havada bir karga var. kasırgadan karga tüneyemiyor. hiçbir yere...
3 notes · View notes
mavihayaller · 1 month ago
Text
yaşlı ve ispanyol bir eskimo, tavanı izlerken bulur dengesini yaradılışın, bitkinlik sokar çoğu anlamı yuvasına. sen de öylesin, gözlerinle dalınca anlarsın, benim gibi okyanusun, şili’ye bile kıyısının olmadığını. bu mahalleden neden kestaneci geçmez? niye ses duymam, yine ses duymam, içimden başka… buzdan bir evin var diye mi? ya da kendi kış illüzyonumuzda kuzda daldık diye mi? alt komşum şahit… sekiz gibi umrumda değildin ama, saat tam dokuzda özledim iyi mi? yaşlı ve ispanyol bir eskimo, çok değişmiş, sen de, ben de değişmişiz. aslında hiçbir müfredat kalmıyor eskisi gibi. sadece cezalar baki… tek ayak üstünde bekliyoruz, zil çalacak diye bu mahallede niye duyulmuyor kestaneci sesi? aramızda kalsın, artık pek ciddiye almıyorum michelangelo etkisini. güneş çıkar mı sence? çıkarsa da erir mi evim? bazı sorularımı ben sadece sana sorabilirim; katı halden sıvı hale geçen bir yapıya, hala yuva denir mi? bilemedim… sekiz ile dokuz arası; hala üç bin altı yüz saniye mi? çözemedim… alt komşum şahit… ‘’bu aralar istanbul soğuk, sokağa çıkmak için giyiniyorum bomba imha ekibi gibi.’’ dedim de, ‘’çok özledim, sende kaldı fünyem ve pimim’’ diyemedim. yaşlı ve ispanyol bir eskimo, saatlerce tavanı izledi.
6 notes · View notes
mavihayaller · 1 month ago
Text
gözlerinin içine baktım bir süre sarsıntı kucaklanır mı, kucakladım ben orayı geçtim, paçalarımı sıyırıp kavurucu bir pişmanlık ne söyleyebilirse söyledi gözlerin, duydum bir çölden ne alabilirsem aldım heybeme.
senden seken bir taş gölün dibine düştü yükselmedi göğe, göz görmeye görmeye.
2 notes · View notes
mavihayaller · 1 month ago
Text
kartları karıştırmaktan ziyade, desteyi yaktığım günlerdeyim. havadaki tersine santigrat da, bunu iyice tetikliyor. içimde kalbimi kapatan bir çatı, işte o çatı; su sızdırıyor. anksiyetem benim yuvam oldu galiba, uğramadığımda bazen özlüyorum bile. ‘’uyursan donarsın’’ şeklinde bir tabir var ya, o ben de tam tersine işliyor, zihnim donmasın diye uyuyorum ben. öğle vakti, erkenden, sabahları bir daha, metrobüste, arabada, ayakta, bir anda…yorgunluk; tesadüfen tanışıp, acıyıp evime aldığım bir gariban gibi, ekmeğimi paylaştığım ve çok alıştığım… gitmiyor benden! aslında tanımlamayı bırakmıştım kendimi, işte alışkanlık bazen dürtüyor beni içimdeki karanlık madde diyor ki ‘’yaz birader, manyak olursun böyle!’’… birsen tezer-kadın dinliyorum. yeşil reçeteli bir anti-depresan, burada yeşilin altını çizmek isterim göz kalemi ile… orman eskisi gibi karanlıktı başlangıçta, üç patikada ayağımı burktum, üç tane dal gözüme girdi, üç kere yıldırım düştü sığındığım çam ağacına, üç tane kozalak yedim aç kalınca, üç kere sevdim, üç kere de bayılmışım ormanın derinliklerinde. insan bir şekilde ayaklarını ve dizlerini hatırlıyor rem uykusunda olsa bile. ayağa kalkıyor, yürüyor ve ormanı bitiriyor. bir şeyler dikiyor çıplak gördüğü yerlere, çöp görürse alıyor, temizliyor, paklıyor. insan bazen ormanı değil, ormandaki benliğini özlüyor. bazen de yakıyor işte, hem ormanı hem benliğini. çığ ve çığlık, kül ve küllük. yine de nazım’ın dediği gibi; ‘’kurtardım ceylanı avcının elinden ama daha baygın yatar ayılamadı.’’ cigarettes after sex-heavenly dinliyorum. ortasından göl geçen, kuş gözlem kuleleri ile ünlü, roma mimarisinin hakim olduğu, katedralleri güneş kapatacak kadar heybetli, çok yağmur alan, havası temiz bir şehir düşünün. o da elbet yıkılıyor… bir savaş başlıyor, bir sebepten elbet o şehir de yıkılıyor. geriye harabe kalıyor, yıkıntı kalıyor, moloz yığını kalıyor. ama elbet o savaş da bitiyor, o şehir baştan inşaa ediliyor. geçmişini kaybediyor ama kendini asla, var olmaya devam ediyor. o yüzden bir trenin yönünü değiştirmek için önce makas değiştirmek gerekiyor raylarda. bundan korkmak, yani aynı güzergah üstünde yol almak, birbirimizi kandırmayalım dümdüz korkaklık oluyor. her şey ölse yol ölmez. radiohead-no surprises dinliyorum. denk gelmenin ağırlığı, nefis bir hafiflik yaratır gönlümde. güzel bir gün batımına denk gelmek, eski bir dosta denk gelmek, radyoda o şarkıya denk gelmek… kadıköy’den bir kapıdan çıkarken, tam aklımdayken, bir radyo frekansına denk gelmek ağır geldi ama hafif hissettirdi. o radyo frekansını özlemişim. kim bilir kaç gezegen gezdi o sinyal? kim bilir hangi santrale uğradı? dolmayacak bir kuyum var her şeye rağmen, devasa bir pazılın son parçasını yuttum ben, o parça yok oldu. bir taşı eksik bir kaldırım var ciğerlerimde, ayağım takılır düşerim kendi ciğerlerime. delik bir şarap kadehiyim ben, şarap ziyan oldu her gece. bir çizgi eksiğim senden sadece… bir çizgi. ama radyo frekansını ilginçtir özlemişim.yine de kazım’ın dediği gibi; ‘’bir boşluk ki nasıl insanla dolsun?’’ ispanyolca hepinize mutlu bir gece dilerim. peyk-denizdeyim dinliyorum.
4 notes · View notes
mavihayaller · 1 month ago
Text
yaşam benim için bir saplantı mı, yoksa yaşam çocuk ruhuma saplandı mı? henüz bilmiyoruz. bir inzivadan çıktım… kendi yazdığım karakterlerle bile anlaşamıyorum artık senaryo taslağımda, yirminci sahnede küstüğüm başrolle, henüz barışamadım. doğru bir katarsis sağlayabilecek miyim? henüz bunu da bilmiyoruz. çekingen bir taraftan bakıyorum artık dünyaya. göl yükselecek mi diye beklemiyorum, güneş açacak mı hava durumuna bakmıyorum, yağmurla olan kavgam da bitti, yağarsa ıslanırım, yağmazsa kuru kalırım. kadıköy’de yürürken hala önümdeki insanların tamamını hızlı adımlarla geçmeye çalışıyorum, umarım bunu da kısa sürede düzeltirim. herkesi arkamda bırakmak bir saplantı mı, yoksa arkamda bıraktıklarım çocuk ruhuma saplandı mı? henüz bilmiyoruz… mark fry-roses for columbus dinliyorum. kimseye talep ettiğim seviyede derdimi anlatamıyorum, hem onlara acıyorum, hem kendime, kimse anlayamıyor, kimse anlasın da istemiyorum, sonra herkese kızıyorum, herkese kızdım diye de kendime kızıyorum. çünkü duvarın arkasından balyozla kırıp açtığım küçük bir delikten sesleniyorum insanlara. duvarın arkasından balyozla açtığı küçük bir delikten benimle konuşan kadınla beraber, bu daha da nüksetti. cümle kurmuyorum ben artık derdimi anlatırken, kelimeleri savuruyorum, muhataplarım onları havada yakalasınlar ve belli bir anlam bütünlüğünde birleştirsinler istiyorum. çok yorgunum, diz kapaklarımla alakalı değil bu yorgunluk, göz kapaklarımla alakalı değil bu yorgunluk, kalp kapakçığımla alakalı…bu nedenle buraya geldim, yazıyorum işte. uzun uzun anlatmayacağım; içimi dökecek kimsem yok. bu yüzden bu metin çok kişisel, özür dilerim. nilipek-sandığım dinliyorum. bir savaşın büyüklüğünü ya da şiddetini, tahribatından anlayabilirsin. o toprağın, alınmak istenen o toprağın ne kadar kutsal olduğunu, hava saldırısında kullanılan uçak sayısından ve feda edilen pilot sayısından anlarsın. yaralı çıktım, mutluyum. savaşmaya değerdi. yarın sorarsanız aynısını söylerim; savaşmaya değerdi. iki rengi karıştırıp elde edilen yeni bir renk vardır ya, tam olarak o yeni rengin mucizevi halini, kimseye ispatlamanıza gerek yok. herkes eski halini özler, eski hallerine bilet alın, cebinizden karşılayın, dönsünler, dönsünler istedikleri kimliğe. büyük bir savaş ya da şiddetli bir savaş için, aşırı yorgunum. kusma hissi gitmiyor benden. edebiyat yapmıyorum, mecaz değil… ciğerlerim de bir savaş esiri artık. billie eilish-everything i wanted dinliyorum. büyük büyük cümlelerin, duvarların, balyozların, kadıköy’ün, şarkıların, biraların arkasında, her şeyden bağımsız, bir o kadar anlamsız, can yakıcı ve aşırı isteksizce bir şeyi çok özlüyorum. özlüyorum diye kendime kızıyorum. ve ani nöbetler halinde geliyor bu özlem duygusu; fenerbahçe kontra atağa çıkarken, kapalı piştide yalan kapatırken, serpme kahvaltıda sucukları bütün masaya eşit paylaştırırken, alkolü azaltırken, ya da çok içerken, eski bir şarkı dinlerken, yeni bir şarkı dinlerken çok özlüyorum. hiçbir anlamı olmadığını biliyorum, hiçbir anlamı olsun da istemiyorum. ama bunu kabul ediyorum… ama o denklemden çıktım, inzivadan bir süre önce. içimi dökecek kimsem yok. bu yüzden bu metin çok kişisel, özür dilerim. keşke dünyada kimse üstünü açmasa ve kimse üşümese. ispanyolca hepinize mutlu bir gece dilerim. duman-haykırdım ben dinliyorum.
2 notes · View notes
mavihayaller · 2 months ago
Text
her şey açıklanırsa giz diye bir şey kalmaz, ayrıca her şey de açıklanmaz. felsefeye baktığında, o da zaten zengin işi. benim gecenin köründe mutfağa inip, ekmek arasına macar salamı koyduğum anda, kulağımda debussy varken üstelik, tanımlayamadığım şeyleri, heraklitos da tabii ki tanımlayamaz. bazı caddelerde çöplerin toplanmaması gerekir, dokuyu bozmamak için. sana kaotik görünen o trafik, su satan dayı için cennet bahçesi. herkesin bir son kullanım tarihi vardır. uzattıkça silinen metinler gibi. kara sineğin üstüne böcek ilacı sıkmışım, her yer kapalıyken odada sigara içmişim, aslında hiç tanışmadığım biriyle vedalaşmışım karmik bağ ile dolanmışım zihnim de bir gece vakti… -de bağlacını doğru kullandım, meraklanmayın. yaşantımın aksine…
insanın canı akdeniz çekiyor, hücrelerini dahi üşüten ocak aylarında. kontrolsüz bir turuncu, haliyle gün batımından bahsediyorum. yoğun bir sarhoşluk talebi geliyor peşinden hala iç ve dış dünyamda. sanki çok yakışıklı yaşlanamayacağım. kim bilir… boyum da kısalır belki. bu da benim ayıbım.
felsefenin, akdenizin ve karmik bağın dışında, bir matador, yenilmeden kurtulamaz o boğadan. muletayı sallamak sadece zaman kaybı.
5 notes · View notes
mavihayaller · 2 months ago
Text
her şey açıklanırsa giz diye bir şey kalmaz, ayrıca her şey de açıklanmaz. felsefeye baktığında, o da zaten zengin işi. benim gecenin köründe mutfağa inip, ekmek arasına macar salamı koyduğum anda, kulağımda debussy varken üstelik, tanımlayamadığım şeyleri, heraklitos da tabii ki tanımlayamaz. bazı caddelerde çöplerin toplanmaması gerekir, dokuyu bozmamak için. sana kaotik görünen o trafik, su satan dayı için cennet bahçesi. herkesin bir son kullanım tarihi vardır. uzattıkça silinen metinler gibi. kara sineğin üstüne böcek ilacı sıkmışım, her yer kapalıyken odada sigara içmişim, aslında hiç tanışmadığım biriyle vedalaşmışım karmik bağ ile dolanmışım zihnim de bir gece vakti… -de bağlacını doğru kullandım, meraklanmayın. yaşantımın aksine…
insanın canı akdeniz çekiyor, hücrelerini dahi üşüten ocak aylarında. kontrolsüz bir turuncu, haliyle gün batımından bahsediyorum. yoğun bir sarhoşluk talebi geliyor peşinden hala iç ve dış dünyamda. sanki çok yakışıklı yaşlanamayacağım. kim bilir… boyum da kısalır belki. bu da benim ayıbım.
felsefenin, akdenizin ve karmik bağın dışında, bir matador, yenilmeden kurtulamaz o boğadan. muletayı sallamak sadece zaman kaybı.
5 notes · View notes
mavihayaller · 2 months ago
Text
çorba kasemde viski ve dinamit, sızmadan önce iç geçiririm. bir yumrukla düşmem, saçlarımın okşanması gerekir
uzun duman alır sigarasından, üflediği yer yeni sönmüş yıldızı gösterir. terk edilmiş bir köyün ortasında köyü terk edememiş bekçi nöbetini tuttuğu rüzgar türbininin kanadı da uçan bir kuşa çarpar eminim. milyon kilometre hızla savrulan kanat milyon kilometre hızla uçan kuşa denk gelir. o an her zaman o ana, aksine şahit olmadı gözlerim. çorba kasemde viski ve dinamit, acaba siz mi, yoksa ben miyim nevrotik?
bir bildiğim yok, genelde geceleri, büyüdüğüm de yok, hala ismimi hecelerim.
paraşüt kalmamış, tek motor da patlamış terk edilmiş bir uçağın içinde, uçağı terk edememiş bir pilot. kamikaze fikriyle süzülen kanadı da uçan bir kuşa çarpar eminim. milyon kilometre hızla süzülen uçak. milyon kilometre hızla uçan kuşa denk gelir. o an her zaman o ana, aksine şahit olmadı gözlerim. çorba kasemde viski ve dinamit, acaba siz mi, yoksa ben miyim nevrotik?
tuhaf duruyor dilekçe yazmak her gün karanlığa, yazılanı silmek ışığı açmaktan daha zahmetli geliyor kulağa.
hikayenin son perdesi belli genelde haziran gibi, ansızın bir akşamüstü, gökyüzü fotoğrafları çekilirken sahilden, bir şarapçı vazgeçerken sinyalinden, sen dışarı çıkacakken ben de eve girecekken, milyon kilometre hızla uçan kuş. milyon kilometre hızla uçan yaralı bir kuşa denk gelir. o an her zaman o ana, aksine şahit olmadı gözlerim. çorba kasemde viski ve dinamit, acaba siz mi, yoksa ben miyim nevrotik?
3 notes · View notes
mavihayaller · 2 months ago
Text
siz kapısına uğradığınız kilisenin, içindeki muma hasetlenir sönene kadar dahil olursunuz ayine sönsün diye dahil olursunuz. niyetiniz hiçbir zaman ibadet değildir, olsa olsa icabet, bir yetim cenazesine.
ben kırbacını beklerim tanrının bir sonraki adım için, bir sonraki gün için, posta arabasındaki bir at gibi beklerim. niyetim hiçbir zaman gitmek değildir, olsa olsa teğet geçmek, sizi.
yağmurdan ortası delinmiş, pas tutmuş çanak antenler var saçlarımın altında ortası delik, bu sinyal nereye gelecek peki? tam ortası pas tutmuş bir beyin var saçlarımın altında.
dolanmaz, tanımaz, hatırlamaz olurum mazotu tamsa mekiğimin hükümdar olurum yıldızlar arasında.
ve bazen şiir sadece egoyla yazılır, harabe de olsa bu dünya benim, tutuşmuşsa metruk binam, kendi karbonmonoksitimden zehirlenirim, kendim.
8 notes · View notes