Don't wanna be here? Send us removal request.
Text
içinde kırılan ışıklardan tanıyorum seni. çünkü karanlığın ev sahibiyim, altı ayda bir zam yaparım hatta. pulları dökülmüş balıklar, ötenazi talep eder akvaryumumda. çok yem attım şiirlerime, öldü hepsi. kuruduğu için aşılanmayan bir kavak gibi, gölün kenarındayım. artık ne rüzgar alırım ne de ayılırım. ne yaprak sesi, ne sezen. mitolojide paslanmış oyuncak tanrısıyım, zeus tarafından parktan alındım. içimdeki ışığın kırıldığı yerden tanıyorum kendimi. aynadaki adamı bilirim, altı ayda bir tekrar dirilirim. pullar, balıklar, akvaryumlar, şimdilik öldü hepsi.
1 note
·
View note
Text
yalnızlığın aslında dinozorların neslinin tükendiği güne benzediğini meliha teyze öğretti bana. sonsuz hiçlik duygusu, sonsuz hiçlik duygusu yaşıyor bizim binada, sekiz numarada. kapıcı hayri memlekete gittiğinde, ki meliha teyze anlamaz teknolojiden, televizyonu açamazmış, otururmuş tüm gün pencere dibine. izlermiş sokakta top oynayan çocukları, su salarmış onlara sepetle, beşlik pet şişede. sonra hatırlamazmış, gün boyu neyi izlediğini pencerede. kapıcı hayri memlekete gittiğinde, ona kimse ilaç saatini hatırlatmazmış. yalnızlık aslında, yaşanmış o güzel günlerin, bir daha asla yaşanmayacak olmasıymış. meliha teyze öğretti bana.
2 notes
·
View notes
Text
daha önce çölde çarpışmış paralı askerler satın aldım kendime, beni tutacaklar, seni özlemeyeyim diye. kavak ağacından, hiç çekilmemiş bir fotoğraf yonttum derdime. kalemimin düşeceği güne kadar. ya da yağmurun dineceği. aklıma gelmemen lazım, çok da öfkeliyim kendime. tanış olduğum itfaiyeciler dikey, yataylığımı söndüremezler. ben bu yangını, közden kurdelesi olan bir hediye olarak verdim derdime. kalemim tükensin, ya da yağmur dinsin diye. gözlerine haset, yeşil bir bere aldım, aslında hiç yakıştıramam kendime, babama da gitmezdi, sonsuz öğütleri olan bir balıkçıya benzerdi rahmetli. ben şimdi hangi güzergahı bağışlamalıyım derdime? kalemimin düşeceği güne kadar. ya da yağmurun dineceği. makul bir adam olmadığım ibaresini, önce iflasıma sonra ekledim kendime, yıllar önce… sen konkordatoyu daha çok seversin, ben de daha uygun bulayım derdime. kalemim tükensin, ya da yağmur dinsin diye. ismim ve uyumam pek bir anlam ifade etmez artık, bunu tekrarlıyorum kendime. ama baş harfimi, ismine eklersin çok daha mutlu olursun başka bir dilde. ki ben de zeytin dalı uzatabileyim derdime. kalemimin düşeceği güne kadar. ya da yağmurun dineceği. iflah olmaz bir şiir yazdım kendime, ithaf ettim, iflah olmaz derdime. kalemim tükensin, ya da yağmur dinsin diye.
4 notes
·
View notes
Text
saat; son düzlükte bacağı kırılan tadilatlar
bir terapist bana “oyunu bitirmek için; ya oyuna döneceksin ya da oyun oynadığın yaşa” demişti.
terapist dediğim bizim üzüm nejat, kahvaltıda şarap içer haşlanmış yumurta yanında. ilk sevdiği kadında michelangelo oldu, ikincisinde ninja kaplumbağa. bazı adamlar böyle işte; sevince kendilerini davut heykeli sanarlar, sonradan kazan dairesinde pizza yerine sade poğaça yediklerinde anlarlar;
dünya güzel bir yer olsa içinde insan yaşamazdı.
4 notes
·
View notes
Text
duvarımda çentikler, kendimi sevmeyi denediğim günleri sayıyorum. kabilenden çaldığım mızrakla atıyorum hepsini. toplumdan uzaklaşasım var, bir gökdelende, eksi yedide. şemsiyesi uçtu gençliğimin ıslanıyor, gözlüğü de buğu, ve haliyle herkesi bulanık görünüyor, buydu sanki hak edilen de. ormanda, benim keşfim olan galaksi türü inimde, ısırganla kaplı vücüdum, giyindikçe kanıyor gözeneklerim. söyleyeceklerim bu kadar diye, şiir yazıyorum bir dağın dibinde. tükendiğim konuşuluyor jazz dinlenilen manhattan gecelerinde. kontrbas ardından piyano girince, sorusu olmayan cevaplarımla yüzleştim. elimde iskoç viskisi, geçtiğim her basamağı deldim inerken merdivenden gürültülü ve merhametsiz bir hiltiyle, istesem de tekrar çıkamam sahneye. çünkü elimde iskoç viskisi, geçtiğim her basamağı deldim inerken merdivenden saman kağıdından geçmişimle kapladım çatlak dikiz aynamı çabuk tutuşsun diye, arkasını da görmemeli insan keyfine kurşun sıktığı perşembelerde. üstüme bahis oynanıyor, çimde koşuyorum afrikadan gelen atletlerle. aslında ben sesten bile hızlıydım, seni sevdiğim günlerde. şimdi ise bir huzurevi sakini tarafından geçilme korkusuyla çıkamıyorum evimden. toplumdan uzaklaşasım var, bir gökdelende, eksi yedide.
0 notes
Text
siz kapısına uğradığınız kilisenin, içindeki muma hasetlenir sönene kadar dahil olursunuz ayine sönsün diye dahil olursunuz. niyetiniz hiçbir zaman ibadet değildir, olsa olsa icabet, bir yetim cenazesine.
ben kırbacını beklerim tanrının bir sonraki adım için, bir sonraki gün için, posta arabasındaki bir at gibi beklerim. niyetim hiçbir zaman gitmek değildir, olsa olsa teğet geçmek, sizi.
yağmurdan ortası delinmiş, pas tutmuş çanak antenler var saçlarımın altında ortası delik, bu sinyal nereye gelecek peki? tam ortası pas tutmuş bir beyin var saçlarımın altında.
dolanmaz, tanımaz, hatırlamaz olurum mazotu tamsa mekiğimin hükümdar olurum yıldızlar arasında.
ve bazen şiir sadece egoyla yazılır, harabe de olsa bu dünya benim, tutuşmuşsa metruk binam, kendi karbonmonoksitimden zehirlenirim, kendim.
5 notes
·
View notes
Text
iyi ki adım napolyon değil, yoksa delirirdim. seferler iptal edilmiş adada, öyle duydum. bu sene de şehir ne tornado yaptı, kimse de yol kesmedi geminin güvertesinde. sakınma manevrasına ihtiyacım vardı annecim, dört metrekarelik odamda. sakındım, beş oldu metrekarem. ağzındaki ciklet büyüyor pakize’nin, üfledikçe, balon formunda. onun da adı iyi ki napolyon değil, yoksa o da delirirdi. altı metrekarelik odada. seferler iptal edilmiş adada, öyle duydum. tornavidayla zor açtığım sandıktan nefis bir konçerto çıktı, izbarço ile bağladığım geminin güvertesinde, çipura pişirdim. sızmışım rakıyı içmeden, ayılınca içtim ben de, sonrasında da konçertoyu nihayet dinledim, tekrar sızdım; uzunca bir halat yardımıyla geminin güvertesine. kimse de yol kesmedi. kimse de beni görmedi. ulan beni kimse niye görmedi? çığlık atmam gerekiyorsa sırf bunun için, teessüf ederim tanrım; egom buna müsaade etmiyor, etmez. ben sefer iptal etmem adada, en fazla sakınma manevrası, he o da kendi odamda. dokuz metrekare oldu bu arada... kalbim ile beraber orantılı büyüyor. kaygım ile beraber orantılı büyüyor. sancım karnımda o da büyüyecek yakında, tacım da büyüyecek yerel krallık seçimlerinde haziranda. iyi ki adım napolyon değil, yoksa delirirdim. bir kıtayı uçtan uca geçtim, at üstünde. yorucuydu adı üstünde at üstünde... seferler iptal edilmiş adada, öyle duydum. . bu sene de şehir ne tornado yaptı, kimse de yol kesmedi geminin güvertesinde. sakınma manevrasına ihtiyacım vardı annecim, otuz dört metrekarelik odamda. özür dilerim.
1 note
·
View note
Text
çorba kasemde viski ve dinamit, sızmadan önce iç geçiririm. bir yumrukla düşmem, saçlarımın okşanması gerekir
uzun duman alır sigarasından, üflediği yer yeni sönmüş yıldızı gösterir. terk edilmiş bir köyün ortasında köyü terk edememiş bekçi nöbetini tuttuğu rüzgar türbininin kanadı da uçan bir kuşa çarpar eminim. milyon kilometre hızla savrulan kanat milyon kilometre hızla uçan kuşa denk gelir. o an her zaman o ana, aksine şahit olmadı gözlerim. çorba kasemde viski ve dinamit, acaba siz mi, yoksa ben miyim nevrotik?
bir bildiğim yok, genelde geceleri, büyüdüğüm de yok, hala ismimi hecelerim.
paraşüt kalmamış, tek motor da patlamış terk edilmiş bir uçağın içinde, uçağı terk edememiş bir pilot. kamikaze fikriyle süzülen kanadı da uçan bir kuşa çarpar eminim. milyon kilometre hızla süzülen uçak. milyon kilometre hızla uçan kuşa denk gelir. o an her zaman o ana, aksine şahit olmadı gözlerim. çorba kasemde viski ve dinamit, acaba siz mi, yoksa ben miyim nevrotik?
tuhaf duruyor dilekçe yazmak her gün karanlığa, yazılanı silmek ışığı açmaktan daha zahmetli geliyor kulağa.
hikayenin son perdesi belli genelde haziran gibi, ansızın bir akşamüstü, gökyüzü fotoğrafları çekilirken sahilden, bir şarapçı vazgeçerken sinyalinden, sen dışarı çıkacakken ben de eve girecekken, milyon kilometre hızla uçan kuş. milyon kilometre hızla uçan yaralı bir kuşa denk gelir. o an her zaman o ana, aksine şahit olmadı gözlerim. çorba kasemde viski ve dinamit, acaba siz mi, yoksa ben miyim nevrotik?
2 notes
·
View notes
Text
yükünü nereye boşaltır fani? otuz dört ton vazgeçmişlik taşır kalbim kantardan geçemem dimi? baktığım yerde turuncu küçük balıklar kaybolur gece vakti. hiç deniz görünmüyor buradan, göresim de kalmadı gibi sanki. yamalı bir tulumla, adadan kaçtım yüzerek. benim sevmeye bulaştığım her yer, ama her yer; haritadan silindi. bunu söylemem gerekiyor üzülerek. bayraklarını aklıma kazdım, yeşildi olabildiğince baya baya suudi. geri dönmek bunca yoldan sonra, benzin masrafından ziyade, nefis ihtimallerin israfı gibi. oraya yağmur yağacak gibi hissetmiştim… bu sefil kuraklık niye bir ömür sürsün ki? aynasıyla barışması insanın günahtır mı dedi biri? bana iyi gelen şeyleri unuturum periyodik olarak, kendimi bildim bileli. kör bir kahinin laneti gibi, bendeki b12 eksikliği. yazmanın sancısıyla büyüdüm, askerde tekmil verirken memleketim de kuyuydu. ruhumda beslediğim mavi kuş baya delirdi. sonra sancıyı yazmaya başladım, daha da büyüdüm. bir savaş gemisini bir savaş limanına yanaştırdım her gün. bir savaş limanında bir savaş başlattım her gün. bir savaşı başlattım bir savaş gemisiyle. ben gözlerindeki o nefis ışığa barış getirdim iyisiyle kötüsüyle.
1 note
·
View note
Text
berrak bir telaş akıyor gün bitince damarlarımdan, hüzün denen kemiksiz kemirgene bu kadar kapıldığım için de, özür dilerim babamdan. mezarlığı da ziyaret edemedim epeydir, altı yüz kilometre gidilmiyor bir anda.
sepetle salınmış sandviçi yedim rüyamda, annem bana gülümsüyordu balkondan. çok güzel top oynayacaktık mahallede. teyzeler halı yıkamaya başladı bir anda.
daha fazla cam açmam gerek ruhumda, sevgilim, ben sineklik takamam geçmişime. bakma bu kadar içtiğime, asya’da budist olurum bir anda.
ellerim titriyor artık uyandığımda, süvariydim ben de bir zamanlar. sonra kalbimi kırdı kalbi kırılanlar, palyaçolardan ben de korkmaya başladım bir anda.
8 notes
·
View notes
Text
nuri ben çok yoruldum oğlum. sığmıyorum artık hiçbir yere.
noldu be cevat abi?
lan hiçbir şey yolunda gitmiyor, her şey üst üste geliyor.
ee hiçbir zaman yolunda gitmedi ki hiçbir şey. sen niye alışamıyorsun abi bu duruma?
oğlum araban yolda kalır anlarım. benzin biter, eyvallah. lan ben yolda kalıyorum, benzin yok, lastik zaten beş dakika önce fırlamış gitmiş, ön camı çatlatmış. düşün amına koyayım; benim arabadan fırlayan lastik benim arabanın camını çatlatmış. benzin bitince durmuşum, arkadan da tır çarpmış. tam anlatabildim mi... böyle bir şey işte hissettiğim.
emniyet şeridine çekmedin mi?
oğlum mecaz yapıyorum, böyle bir şey yaşamadım ben. yüreğimdekini anlatıyorum.
ee ben de mecaz yapıyorum. bazen emniyet şeridine çekmek gerek cevat abi. senin hatan burada, talep etmekten vazgeçmiyorsun. yol devam etsin diyorsun. hiç dinlenmiyorsun. bir de ağır salaksın abi özür dilerim.
ne biçim konuşuyorsun lan yavşak?
abi karayollarına çok güveniyorsun sen. yollar kötü abi. çukur var, kasis var, yabani hayvan var çıkar karşına, ışıklandırma zayıf. ama yok sen karşına güzel bir yol çıkınca, amına koyayım diyorsun yola çıkıyorsun.
ne içtin sen?
şunu, tadını da sevdim.
ya oğlum o benim lens suyum solüsyonlu.
abi senin gibi delikanlı lens kullanır mı?
gözlük taktık ne oldu? yılmaz morgül dediniz.
ben demedim abi, kahvedekiler demiştir.
her ne boksa işte.
gözüne ne oldu senin? dün yoktu bu.
dağıldık ya dün ormandan...
eee? çok sarhoştun sen abi? kime salça oldun o halde?
yok be salça olmadım kimseye. kızın evinin önüne gittim.
yenge mi yaptı?
yok ya. evinin önüne gitmeden şevki’ye uğradım telsizleri aldım. telefonlarımı açmıyor ya yengen...
eee abi? nasıl saçma bir şey geliyor merak ettim....
evinin önünde beklemeye başladım, camını açsın bir tane telsizi odasına atayım diye bekliyorum. hücre evi sanki amına koyayım, iki saat açmadı camı dondum. neyse sonra açtı camını, ben de kaldırıp attım telsizi içeri. karşıdan hışırtı gelince başladım konuşmaya işte.
ne dedin abi...
sana ne oğlum? söyledim işte bir şeyler... romantik bir şeylerdi heralde hatırlamıyorum ki. sonunda cama çık bir yüzün göreyim dedim, karşıdan cevap geldi sen yukarı çık ben de seninkini göreyim diye. kalın bir ses, dedim üşüttü heralde hasta oldu. çıktım yukarı... konuşan babasıymış. öyle işte. lan nuri benim lens kutum nerede?
hangi lens kutun abi?
oğlum şurada duruyordu ya, beyaz küçük yuvarlak bir kutu hani...
o lens miydi abi? ben onu gripin sandım yuttum. dün sabah pazarda çok üşüdüm abi, boğazlarım fena.
boğazına sokayım nuri ya... lens mi yedin amına koyayım?
üzülme abi yakışmıyordu zaten...
1 note
·
View note
Text
benim de kırıldığım bir yer oldu, herkes uyurken, çöp kamyonları mahalleye henüz girerken, çatır çatır etti kalbimde sana dönük iki damar, kimse duymasın diye elimi bastırdım göğüs kafesime. içimdeki kasket kayıp, tıpkı içimdeki köstekli saat gibi. öğle vaktiyle akşamı karıştırır oldum iyice, içim de üşüyor zaten, iyi bilirsin. yolun ince bir ipten geçiyor, düşmek mühim değil, sonunda alkış duymayacak olmak, meşgul ediyor zihnimi. ya da yüzümde patlayacak olan çürük domatesler. sana söyleyeceğim şeyler bitmez, bu şehir bu sise teslimken gözümün içine ışık giriyor diye de gördüğümü asla iddia etmem ben gölgesini kendisine bekçi yapmış küçük bir çocuğum, ışıklar kapanırsa ağlarım ve sadece annemi çağırırım soluk borumdaki yumruyu azarlasın diye. pullarım da döküldü zaten okyanus dibinde, çirkin ve unutkan bir balık gibi uzanıyorum kanepeye. solucan görsem ağzımı açarım, sırf kanca için. belki yukarı çekerlerse gökyüzünü görürüm. dizlerimin üstünde belki bir geçitten geçerim gizlice. kaç kuyudan tek başıma çıkardığımı unuttuğum o zırhı, aynı zamanda çıplak omzumda tuz taşırken, bir durakta ve bir balkonda bıraktım. tabii benim de kırıldığım bir yer oldu, çatır çatır etti bu yaşım. kulağınızı eğilip ağzıma getirmeden duyamazsınız, sadece fısıldayabildiğim gözyaşımı.
2 notes
·
View notes
Text
telgrafın bulunduğu günün ertesi, daha teller bağlanmadı, çatlak ahşap direklere. yani oralar oralara bağlanmadı, santraldeki emekli memur, pıhtı attı öldü, ertesi günün dünüydü. bir deneye kobay olmak varsa kaderimizde, kutuya da gireriz, dışında da bekleriz dedi kedi. daha doğrusu kedinin biri, gözlemci mi olacağız? katılımcı mı? lan biz ölü müyüz şu an, yoksa diri mi? ee sonra atomu parçaladı dedenin biri, ertesi günün dününden bir saat önce, zaman dedi hıza bağlı, yalan yaydan çıkan ok falan. bir cihan harbi çıkarsa da bombasını da yaparız, misyon kaliteli bir füzyon dedi, dedenin biri ya da kedinin biri ölü yok diri… neyse, şehirler harabe oldu kırk beş gibi seneden bahsediyorum kronolojik ve psikolojik sorunu var bu şiirin. neyse, mimari kayboldu, tuhaf bıyıklı zaten firari. sanat eserleri yağma, daha da bomba yağmaz dimi? altyapı çöktü, şehirlere bok çıktı. ertesi günün üç ay öncesinin yarını tam vaktiydi yalnızlığın, bir de şey bendeki tan vakti yalnızlığı. kuzgunlar mezarlığın üstünde çoğunluk. açık denize benzer kadınlarda boğulduk o da soğuk savaşa denk geldi dede dedi şey kedi dedi. aya adım atacak parmak kaldırsın… adım atacak takati kaldıysa? telgrafa pıhtı attırdık tamam. gözledik katıldık.
2 notes
·
View notes
Text
siz kapısına uğradığınız kilisenin, içindeki muma hasetlenir sönene kadar dahil olursunuz ayine sönsün diye dahil olursunuz. niyetiniz hiçbir zaman ibadet değildir, olsa olsa icabet, bir yetim cenazesine.
ben kırbacını beklerim tanrının bir sonraki adım için, bir sonraki gün için, posta arabasındaki bir at gibi beklerim. niyetim hiçbir zaman gitmek değildir, olsa olsa teğet geçmek, sizi.
yağmurdan ortası delinmiş, pas tutmuş çanak antenler var saçlarımın altında ortası delik, bu sinyal nereye gelecek peki? tam ortası pas tutmuş bir beyin var saçlarımın altında.
dolanmaz, tanımaz, hatırlamaz olurum mazotu tamsa mekiğimin hükümdar olurum yıldızlar arasında.
ve bazen şiir sadece egoyla yazılır, harabe de olsa bu dünya benim, tutuşmuşsa metruk binam, kendi karbonmonoksitimden zehirlenirim, kendim.
5 notes
·
View notes
Text
bavulun boş ama çok ağır güzel dedem benim, bir yerden geri dönmek senin için, ölüm ıslığı, yeni bitmiş bir kavga, herkes yaralı dimi? herkes mi yaralı şimdi? bu kadar çocuk ağlarken içimde, kapıları yumruklayarak herkes yaralıdır şimdi bazen de meçhul. unuttuğun isimleri bir kağıda yaz, unuttuğun yaşamı bir kağıda yaz, güzel dedem benim, sonra o kağıdı cüzdanına koy, eczacı nejla’nın kartvizitinin yanına, ya da yak, tutuşturmak için kamp ateşini. herkes üşüyor dimi? herkes mi üşür şimdi? bu kadar çocuk ağlarken içimde, kapıları yumruklayarak herkes üşür şimdi, bazen de meçhul. sebebini bilemezsin güzel dedem, neresinde kaçırdın o yumağın ucunu, hangi muharebede kaybettin tacını, avucunda mı sıkıyorsun acını? ona yumruk diyorlar, ring ortasına yığılmış parkinson hastası boksörler. herkes bekler dimi? herkes mi bekler şimdi? bu kadar çocuk ağlarken içimde, kapıları yumruklayarak herkes bekler şimdi. bazen de meçhul, şiirin akıbeti.
seni kırk sene önce gördüm güzel dedem benim, kırık tuvalet aynamda, göz altın çukur, güz aldı içim, arada böyle olur. güz alır içim. seni kırk sene önce gördüm. yalınayaksın güzel dedem, yalınayak…
bu kadar çocuk ağlarken içimde, kapıları yumruklayarak güz alır içim.
1 note
·
View note
Text
saat: gündüz 10.12.24
ait olmadığım yollar geçiyor içimden, yollar hep başka yollara kesişiyor elbet, o yollar da başka yollara. ama bu güzergahı sevmiyorum, sevemiyorum, ikna olamıyorum. yine ve yeniden en korktuğum yere geldim; herkese çok uzak ve kendime çok yakınım. burası benim en korktuğum yer.
1 note
·
View note
Text
benim için endişelenme, beni daha tank ezemez, sadece filler. ben de zaten sokağa tükürmem. camım açılmaz ama yaram açılırsa koli bandı boşuna icat edilmedi. topal bir postacı gibi kapı kapı gezmem, mektup okutmak o kadar da keyifli bir şey değil zaten. cep radyomda bir senfoni çalar, çalanı çok beğenirsem bir iskemle çeker otururum zaten bu yüzdendir arnavut kaldırımlar. ki çalanı daha önce çok beğenmişliğim var… hepimiz biliyoruz ki; yağmur da yağar. bir ev de yanar. aynı ana hep denk gelir; sağanak yağış ve sağanak yangın. yanan söner. yanan söner. tanklar, filler ve iskemleler.
1 note
·
View note