#turancılık
Explore tagged Tumblr posts
Link
Pantürkist elitizm, Türk milletinin ve kültürünün üstünlüğünü ve birliğini savunan bir ideolojidir. Pantürkist elitizm, Türklerin diğer milletlerden ayrıcalıklı olduğunu ve tüm Türk halklarının tek bir devlet altında toplanması gerektiğini iddia eder.
0 notes
Text
CHP bu ülkenin başına bela partidir.CHP'li arkadaşlar öfkeleniyordur falan ama olsun biz hakikati söylemeye devam ediceğiz.
Muhafazakarlar evrim geçirip Liberteryen oldular ve ülkeye katkiları yadsınamaz az daha zorlasalar solcu olucaklar nerdeyse.
MHP Turancılık,Türkçülük gömleğini çıkarıp Miliyetçi söylemlere geçis yaptı.
Kürt siyaseti "devlet kurtmaktan vazgeçip" demokratik bir çizgide herkes için demokrasi ve eşitlik söylemi ile paradigma değiştirdi..
Sosyalistler Kemalist oldu.
Peki CHP ?
Türkiye laiktir laik kalicak
Sarı saçlım mavi gözlüm
Atam sen kalk ben yatam
100 senedir ayni teşne aynı terane.
He birde bir aynı sofrada rakı içip sonra bir birilerinin kuyularını kazmaya dewamke..
La az daha unutuyordum domuz bağcı Hüda-Par bile değişti.
5 notes
·
View notes
Text
konu nereden nereye geldi
Ülkücülere neden Ülkücü denir? Çünkü Türkçülerin ezelden beri özetle "Kızıl Elma" dedikleri bir ülküleri var. Buna ülkü yerine mefkûre demeyi tercih etmişler başta. Uzak ideal yani. Uzak idealleri de tüm Türklerin aynı çatı altında toplandığı bir birlik yaratmak, Turancılık. Kısacası ülkü=Turan. (Kaynak: Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları)
Ülkü kelimesi çok siyasîleştiğinden, mefkûre de hayli eski olduğundan ben, sabırla bekleyip taş taş ördüğüm hayalime uzak idealim demeyi tercih ediyorum. Hayalim şu dediğimde romantik kaçıyor çünkü. Biraz da tam karşılamıyor kafamdakini. Mesela İstanbul'dan gitmek benim hayalim değil, uzak idealim. Çünkü uzak ideal; ayakları yere basan, acele edilmeyen, zamanı olan ve "Planlı olursam gerçekleşecek, bana bağlı" diyebildiğim şeydir. Of kelimeler her şey ya.
Neyse, kısacası isterim ki herkes uzak ideallerini düşünsün ve onları taslaklayarak yakınlaştırsın bu sene. Tekrar mutlu seneleeer.
4 notes
·
View notes
Text
Türkçüyüm. Türkçülük milliyetçiliktir. Irkçılık ve Turancılık da bunun şumûlüne dahildir. Memleket, ya bu iki temel üzerinde yükselecek ve ya yıkılacaktır.'' (H.N.Atsız)
5 notes
·
View notes
Text
Kemalizm Tahlili-1: Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası | Gazete Patika
Kemalizm Tahlili-1: Türk Komprador Burjuva Siyasetinin İnşası
Türk komprador burjuvazisinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri ezen, gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.
Kerem Yıldırım
“Kemalistlerin yaptığı milli burjuvazi yaratmak değil, bütün devlet imkânlarını iktidardaki komprador büyük burjuva ve toprak ağası sınıflarının gelişip güçlenmesi, palazlanması için kullanmaktır.” (1) (İbrahim Kaypakkaya, Bütün Yazıları.)
“Kemalizm’in muntazam olarak mahkûm edilme ihtiyacı” (2) başlıklı yazımızı, bu yazı dizisinin giriş yazısı olarak takdim etmiştik.
Türk burjuva siyasetinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in güncelliğine karşı, Kemalizm’e karşı yürütülen ideolojik mücadele de kendini yeniden üretmelidir. Egemen sınıflar Kemalizm’in kurucu reflekslerine sarıldığı sürece, Kemalizm’in gerici ve karşı-devrimci niteliğini ortaya sermek de Marksist bir vazifedir.
Bu vazifeyi yerine getirme bilinciyle, Türkiye komünist-devrimci hareketi içinde, Kemalizm’le hem teorik hem de pratik anlamda ilk kez hesaplaşan İbrahim Kaypakkaya, nesnel bir ideolojik referanstır. Kaypakkaya ampirik tarihsel bilgiye ulaşma olanaklarının sınırlı ve zor olduğu bir konjonktürde Kemalizm’i ideolojik-sınıfsal olarak yeniden çözümleme iradesi gösterdi.
Kaypakkaya, Kemalizm’in milli burjuvazinin siyasal temsilcisi olduğu mitolojisini devrimci-komünist bir kavrayışla ve hakikate bağlı kalarak yerle bir etti. Kemalist iktidarın en başından beri Türk komprador burjuvazisinin siyasal temsilcisi olduğunu saptadı. O’nun Türkiye Marksizm’ine en büyük teorik katkısı budur. Keza, Kaypakkaya düşüncesinin en güçlü yanı da bu belirlemedir.
Çünkü Kaypakkaya bu yaklaşımıyla, burjuvazinin bütün kliklerinden kopan ve burjuva siyasetiyle hiçbir biçimde uzlaşmayan bir komünist perspektif üretti. Örneğin milliyetler meselesinde, özel olarak da Kürt sorununda Kaypakkaya’nın pürüzsüz Leninist tahlilinin özgünlüğü bu yaklaşımın ürünüdür. Kemalizm düşman/egemen sınıfın kurucu ideolojisi olarak belirlendiği anda milliyetler meselesinde zihinsel pranga çözülmüştür, bilinç özgürleşmiştir.
Bunlarla birlikte, Kaypakkaya’nın “Kemalizm, bizzat faşizm demektir” savı, siyasal bir belirleme ve propagandist söylem olarak doğrudur ve gerekçelendirilmiş de bir savdır. Ancak bu sav faşizm tahlilinden yoksundur. Yani, Kaypakkaya özel bir faşizm tahlili yaptıktan sonra bu savı ortaya atmamıştır. Bu yoksunluk aynı zamanda Kaypakkaya tezlerinin görece zayıf tarafıdır.
Biz bu eksikliği özel olarak tartışmayacağız. Çünkü bu tartışma en nihayetinde siyasal bir tartışmadır. Esas olan Kemalizm’in sınıfsal karakterinin, gerici ve karşı devrimci niteliğinin belirlenmesidir.
Biz bu dizide Kemalizm’in emperyalizmle ve faşizmle ilişkisini, karşı-devrimci ve gerici niteliğini ve bu niteliklerinin sınıfsal dayanaklarını veriler eşliğinde ortaya koyacağız. Keza bu açıdan da ideolojik-tarihsel referansımız Kaypakkaya olacaktır. Meseleyi onun devrimci yaklaşımındaki siyasal tercihini esas alarak açıklayacağız.
Bu yazı dizisi yeni bir perspektif ortaya koyma iddiası taşımıyor ama geleneksel ve güncel devrimci perspektifin siyasal tezlerini güçlendiren olgular eşliğinde, devrimci yaklaşımı hatırlatma iddiası taşıyor.
Yazı dizisinde; emperyalizmin Türkiye’ye girişini, komprador burjuvazinin oluşum sürecini ve bu sınıfın siyasal kopuşlar(İttihatçı ve Kemalist iktidar dönemleri) içerisinde, her dönemde devletin sahibi olduğu gerçeğini ortaya koyacağız.
Bu süreci ortaya koyarken, Türk burjuvazisinin kurucu ideolojisi olan Kemalizm’in de hangi tarihselliğin ürünü olarak biçimlendiğini ve güncellendiğini ele alarak dizimize başlıyoruz.
***
Kapitalist aşamaya geçmesiyle birlikte, Batı Avrupa ülkelerinin Osmanlı ekonomisi üzerinde her zaman etkili olduğunu kabul etmek gerekir. Doğu Akdeniz’in kıyı yörelerine Haçlılar döneminden miras kalan imtiyazlar düzeni kapitülasyonları, Osmanlı Devleti tarafından olduğu gibi devralındı. Zamanla, Anadolu ve Doğu Akdeniz’in diğer bölgelerine eski ticaret yollarını tekrar çekebilmek için mevcut imtiyazlar daha da geliştirildi. (3)
Böylece, Batılı kapitalistler daha güçlenmeden sömürecekleri alanlar hazırdı. Kapitülasyonlar bir yana, Batılı kapitalistlerin Osmanlılardan aldığı bir ödün de 1838 İngiliz ticaret antlaşmasıydı. Bu antlaşmayla Osmanlı İngiliz kapitalizminin yarı-sömürgesi hâline geldi.
1855-1857 arasında İngiliz tüccarlar eliyle imtiyazlı Aydın demiryolu faaliyeti yürütüldü. (4) Aydın-İzmir demiryolu inşası 1857 Eylül’ünde başladı. İngiliz kapitalistlerinin yaptığı demiryolu Osmanlı bürokrat-egemen sınıflarına vergi geliri olarak katkı sağladı. (5)
İngiliz emperyalizmi Osmanlı’dan Amerikan İç Savaşı sona erene kadar pamuk ithal etti. Pamuktan sonra zımpara taşı ve krom ithalatı da başladı.
Hammaddeleri sürekli ve düzenli bir biçimde, en ucuza sağlamak, hammadde üreten ülkeleri ekonomik ve siyasal denetim altına sokmak, emperyalist dış siyasetin başlıca amaçlarından biridir. İngiliz emperyalizmi için Osmanlı, ucuz hammadde alıp sanayi ürünleri sattığı, sermaye ihraç ettiği bir pazardı.
İngiliz emperyalizminden sonra; sırayla Fransız, ABD ve Alman emperyalizmi de Osmanlı pazarından pay almak için, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra rekabete dâhil oldular. 20. yüzyılın başlarına yaklaşırken İngiliz ve Alman emperyalizmi arasında muazzam bir pazar mücadelesi ortaya çıktı.
1899 yılında, Osmanlı hükümeti, Aydın-İzmir demiryolu hattının Anadolu Demiryolu Kumpanyası’na satılması için şirkete baskı yaptığı zaman, İzmir’deki İngiliz kolonisi egemen durumunu Almanlara kaptıracağını düşüncesiyle ayaklandı. Aynı yıl değişen maden yasası nedeniyle İngiliz ve Alman emperyalistleri arasında krom krizi de çıktı. (6) İngiliz ve Alman emperyalizmi arasında; 1941’de, Kemalist iktidar döneminde yeniden yaşanacak olan krom krizi böyle başladı. (7)
Batı Anadolu’da İngiliz emperyalizminin ekonomik üstünlüğü 1890’lara doğru zayıfladı. Buna karşılık Alman emperyalizmi, giderek daha geniş ölçüde bölgenin ekonomik hayatına egemen oldu. Orhan Kurmuş’un ifadesiyle, İngiliz emperyalizmi Osmanlı’yı Alman emperyalizmine terk etmişti. (8)
İttihatçıların Alman emperyalistlerinin yanında, İngiliz emperyalizmine karşı 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na girmesini getiren sürecin iktisadi temelleri böylece atılmış oldu. (9)
İngiliz emperyalizminin Batı Anadolu’da demiryolu inşa ederek ekonomik etkinliğinin başlamasıyla, Osmanlı komprador-işbirlikçi ticaret burjuva sınıfı da tarih sahnesine çıktı. Özellikle demiryolunun yapımından sonra Rum ve Ermeni tüccarlar, Batı Anadolu’nun her yöresinde dükkânlar açarak İngiliz tüccarlardan aldıkları malları satmaya başladılar.
Türk köylüsü, “yabancı” diye nitelendirdikleri İngilizlerle ticaret yapmayı, hem güvensizliklerinden hem de Rum ve Ermeni komisyoncuların kışkırtmaları yüzünden reddetti. (10) Bu durum Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisinin sistemli olarak palazlanmasını sağladı. Kısacası, Osmanlı komprador-ticaret burjuvazisi Rum ve Ermeni tüccarlardan oluştu.
Ege’nin Türk köylüsü Hristiyan tüccarların kölesi hâline geldi. Ağa baskısının yerini Hristiyan tüccar aldı. (11)
19. yüzyılın başına doğru kızışan İngiliz-Alman rekabeti, komprador burjuva sınıfın biçimlenmesinde tayin edici bir rol oynadı. Keza, bu rekabet, ileride yaşanacak olan burjuva siyasal kırılmalara da yön verdi.
İngiliz ve Fransız emperyalizminin acentesi hâline gelen Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisine karşı Alman emperyalizmi, zayıf Türk ticaret burjuvazisi için “can simidi” hâline geldi. Çünkü bu rekabet ortaya çıkana kadar Türk ticaret burjuvazisi, esasen Rum ve Ermeni ticaret burjuvazisine bağımlı bir ekonomik etkinlik sürdürüyordu. Bu nedenle; İttihatçıların ve Türkçülerin Alman sevgisi bu siyasal iktisadi hakikatin bir ifadesiydi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Avrupa emperyalistlerinden en az birine dayanmadan bir şey yapılamayacağı görüşünü taşıyordu. (12)
Tam da bu aşamada, İttihatçılık içinde İngiliz ”liberalizmine” karşı ortaya çıkan milli iktisat düşüncesinden de söz etmekte fayda var. Milli iktisat kavramı 19. Yüzyıl Almanya’sında kapitalist geri kalmışlığa karşı ortaya çıktı. Friedrich List tarafından, İngiliz Klasik Okulu’nun iktisadi yönelimlerine karşı, romantik bir ulusal ekonomik “tepki” muhtevası taşıyordu. (13)
Milli iktisat düşüncesi İngiliz ve Fransız emperyalizminin acentesi olan Rum ve Ermeni komprador-işbirlikçi sınıflarına karşı, Türk ticaret burjuvazisinin iktisadi reaksiyonu olarak İttihatçılar-Türkçüler tarafından savunuldu. Modern Türk burjuva siyasetinin kurucu unsuru olan İttihat ve Terakki Partisi bir “bağımsızlık anlayışı” olarak, İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı Alman emperyalizmini tercih etti.
Özellikle belirttiğimiz üzere, bu anlayış Türk burjuva siyaseti açısından kurucu bir niteliğe sahiptir. İttihat Terakki iktidarından itibaren; 1945’e kadar olan süreçte, yani Amerikan emperyalizminin İngiliz ve Alman rakiplerini elediği döneme kadar, Türk burjuva siyasetinde İngilizci ve Almancı burjuva klikler hep var olacaktı.
Milli İktisat fikri Kemalist iktidar tarafından da, 1935 yılında güdümlü ekonomi kavramıyla güncellendi. Kavramı ilk kez, 1935’te M. Kemal kullandı. Kavramın uluslararası referansı bu kez Alman emperyalistleri değil, İtalyan faşistleriydi. (14)
***
Kemalizm’in ideolojik-siyasal kaynağı; öncelikle 1908 Jöntürk hareketi içinde şekillenen İttihat Terakki’ye, ardından ise Türk Ocaklarına dayanır.
Meseleyi açalım.
1908 Ayaklanmasını kategorik biçimde devrim olarak nitelemek doğru değildir. Çünkü hareketin amacı 1876’da kabul ettirilmiş bir anayasayı geri getirmek ve bu yoldan devleti kurtarmaktı.(15) Özetle I. Meşrutiyetçi Genç Osmanlılarla İttihatçılar arasında temelden bir siyasal yönelim farkı yoktu. Jöntürkler Anayasal-Monarşiyi savunma çizgisini sürdürüyordu.
Hareketin devrimci yönü, daha sonraları, uygulanan siyasetin sonucu girişilen ıslahat(yasal alanda modernleşme hamleleri, kapitülasyonlara karşı mücadele, toprak reformu çabaları ve azınlık milliyetlerin hakları, basın özgürlüğü) ve ıslahatın yol açtığı toplumsal değişiklikle ortaya çıktı.
Lenin Devlet ve Devrim isimli eserinde, 1908’in burjuva devrimi olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor ancak bu devrimin “halk devrimi” olmadığını belirtiyordu. Çünkü Lenin’e göre, bu devrimde, halk kitleleri, halkın büyük çoğunluğu, etkin biçimde, bağımsız olarak, kendi iktisadi ve siyasi talepleriyle ortaya çıkmadı. (16)
Osmanlıcılığın siyasal pratikte işlevsiz olması hareketi kaçınılmaz olarak ulusçuluğa yöneltti. Osmanlı büyük sermayesinin Rum ve Ermeni burjuvazisinin elinde toplanması da, İttihatçıların Türk milliyetçisi bir ideolojik hatta girmelerini hızlandırdı. Türk burjuvazisinin ekonomik temelinin zayıflığının yanı sıra, halkın örgütsüz olması da 1908’i padişah ve tekelci kapitalizm karşısında ılımlı bir burjuva devrim hâline getirdi.
İttihatçılar, hareketlerinin ideolojik yönelimi ve sınıfsal aidiyetleri gereği, iktidarın alınmasının hemen ertesinde halk sınıflarına karşı savaş açtılar.
İttihatçı iktidar, daha baştan feodal-komprador burjuva sınıflarla uzlaştı. Bunun sonucu olarak, halk yığınlarının demokratik mücadelesini bastırmaya yöneldi.
Türk komprador burjuvazisinin yönetimi altına giren İttihat ve Terakki, işçileri, köylüleri ve çeşitli azınlık milliyetleri ezen, gerici bir burjuva diktatörlüğü kurdu. Turancılık ideolojisiyle, Alman emperyalistlerinin Asya’daki yayılma siyasetine hizmet etti.
Bütün ülkeyi saran grev dalgası karşısında İttihatçı iktidar telaşlandı. 1908’in üzerinden bir yıl geçmeden Alman emperyalistlerinin baskısıyla Adliye Vekâletinde danışmanlık yapan Kont Ostrog‘un hazırladığı Tatil-I Eşgal Kanunu’nu çıkarttı. Bu kanunla grevi ve sendika kurmayı yasakladı. 1908 Burjuva Devrimi’yle kazanılan hakları gasp etti.
31 Mart ayaklanmasını fırsat bilen hükümet, ilan ettiği sıkıyönetimle bütün halk ve işçi sınıfı üzerindeki baskısını ağırlaştırdı. Patronlar, işçilerin mücadelelerle elde ettikleri hakları yok etmeye çalıştılar. Birçok işçi kuruluşu kapatıldı.
İttihat ve Terakki hükümeti 1913 yılında devrimci kurumlara ve işçi sendikalarına karşı azgın bir saldırıya geçti. Bütün teşkilatları dağıttı. İlerici gazeteleri kapattı. Sendikaları yasakladı.
İttihatçılar, toprak ağaları ve tefecilerle birleşerek geniş köylü kitlelerini de baskı altına aldılar. Gelirleri emperyalist tekellere ayrılmış olan ağır vergilerle köylüleri sömürdüler. Bir yandan toprak ağalarının mülkiyetini sağlamlaştırırken, diğer yandan da iç pazarı emperyalizme daha fazla açmak ve emperyalizmin geniş halk yığınları üzerindeki sömürüsünü arttırmak için kanunlar çıkarttılar.
Komprador burjuva-feodal diktatörlük milli azınlıklar üzerinde de baskı ve katliam politikası uyguladı. 1915’te yüz binlerce Ermeni’yi katletti, geri kalanlarını da yurtlarından sürdü. Arap ve Kürt milliyetlerine çeşitli baskılar uyguladı.
1911 yılına kadar İngiliz ve Fransız emperyalistlerine dayanan komprador burjuva-feodal iktidar, 1911’den sonra hızla Alman emperyalistleriyle işbirliğini geliştirdi. Talat, Enver ve Cemal Paşa troykası yönetimindeki komprador burjuva- feodal İttihat ve Terakki diktatörlüğü, 1915’te Alman emperyalistleriyle birlikte ülkeyi 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na soktu.
Mithat Cemal Kuntay bu dönemi Üç İstanbul romanında, Sakallı Vasfi karakteriyle özlü bir biçimde betimlemiştir:
“Sakallı Vasfi, İttihatçı olmadığına, en çok, Harb-i Umumi’de yandı. İnsan 1914, 1915, 1916 senelerinde Enver Paşa’nın, Cemal Paşa’nın elini sıkmalıydı.
Vasfi, muhaberede İttihatçı olmadığı için neler kaybettiğini düşünüyordu: Alman markı dolu İngiliz kasası… Kapısı istimbotlu yalı… Apteshanesi kaloriferli konak… Pahalı metres… Viyana seyahati… Berlin ticareti…” (17)
***
Bu yazımızda Türk komprador burjuvazisinin oluşumunu ve Kemalizm’in ideolojik-siyasal öncülü olan İttihatçı iktidarın Türk komprador burjuvazisiyle olan ilişkisini değerlendirdik.
Bir sonraki yazımızda ise İttihatçılık ve Kemalizm’in ideolojik sürekliliği ilişkisini, Türk burjuva devletin kurumsallaşan Türkleştirme ve anti-komünizm siyasetlerini ele alacağız.
Kaynakça
İbrahim Kaypakkaya-Bütün Yazıları, Umut Yayımcılık, sy.391, İstanbul, 2018.
Kemalizm’in Muntazam Olarak Mahkûm Edilme İhtiyacı – https://gazetepatika22.com/kemalizmin-muntazam-olarak-mahkum-edilme-ihtiyaci-153635.html
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 52, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, Yordam Kitap, sy. 100, 1. Baskı, İstanbul, 2008.
Age, sy. 113.
Age, sy. 225.
Türkiye Ekonomisinin Tarihi, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi, sy. 301, 1. Baskı, Ankara, 2003.
Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, Orhan Kurmuş, Yordam Kitap, sy. 231, 1. Baskı, İstanbul, 2008.
Age, sy. 229.
Age, sy. 241.
Age, sy. 137.
Osmanlıların Yarı-Sömürge Oluşu, Tevfik Çavdar, Ant Yayınları, s. 71, 1. Baskı, İstanbul, 1970.
Kemalizm-İdeoloji, Aydınlar ve İktisat; İhsan Ömer Atagenç, Türkiye Notları Yayınevi, sy.89, 1. Baskı, Ankara, 2021.
Türkiye’de İktisadi Düşünce, Kemalizm’in Ekonomi Politiğinde Unutulmuş Bir Sayfa: “Güdümlü Ekonomi”; Kaan Öğüt-Cenk Yaltırak, İletişim Yayınları, sy.183, İstanbul.
İttihat ve Terakki, Feroz Ahmad, Ç: Nuran Yavuz, Kaynak yayınları, sy.33, 7.Basım, İstanbul, 2007.
Devlet ve Devrim, Lenin, Ç: M. Halim Spatar-Celal Üster, Yordam Kitap, sy.57, 4. Basım, İstanbul, 2021.
Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayıncılık, sy.417, 13. Baskı, İstanbul, 2011.
0 notes
Text
ANMA:
FİKİR VE KÜLTÜR HAYATIMDA ÖNEMLİ YERİ OLAN; TÜRK MİLLİYETÇİSİ, TURANCISI
AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU'NUN 19 MAYIS ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ..
BÜYÜK İNSANI,HAYIRLA YAD EDİYOR, RABBİMDEN MAKAMINI CENNET ETMESİNİ DİLİYORUM.
GENÇ ARKADAŞLARIMA ÖNEMLE TAVSİYE EDERİM ESERLERİNİ OKUMALARINI:
ÇAĞLAYANLAR, GÖNÜL HANIM OKUNMASI GEREKEN BAŞ UCU KİTAPLARDANDIR. AŞAĞIDA HAYATI İLE İLGİLİ BİLGİ YER ALMAKTADIR
AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU
• Çağlayanlar
• Gönül Hanım
• Haristan ve Gülistan
• Leyla yahut Bir Mecnunun İntikamı
• Bir Tesadüf
• Beliren Simalar
• Bir Safha-i Kalb
• Bir Damla Kan
• Alparslan
(d. 3 Haziran 1870, İstanbul - ö. 19 Mayıs 1927), Türk yazar ve diplomat.
Diplomat olarak görev yaparken bir yandan da edebiyatla uğraşmış olan Ahmet Hikmet Bey, başlangıçta Servet-i FünunTopluluğu içinde yer almış, daha sonra bu toplulukla bağlarını kopararak Türkçülük akımını benimsemiş bir yazardır. Hikâyelerini topladığı "Çağlayanlar" adlı kitabı, uyandırdığı milliyetçilik duyguları ile milli edebiyatta önemli yere sahiptir.
1870'de İstanbul'da dünyaya geldi. Babası şair Yahya Sezai Efendi idi[1]. Ailesi dönemin ulema sınıfındandı; dedesi Mora Müftüsü Abdülhalim Efendi idi. Babasını yedi yaşında iken kaybetti, ağabeyinin himayesinde büyüdü. Eğitimine Soğukçeşme Askerî Rüşdiyesi’nde başladı; Galatasaray Sultanisi’nde devam etti. Bu okulda Tevfik Fikret ile tanışıp arkadaşlık kurdu. Edebiyat merak lise yıllarında başladı. İlk eseri olan “Leyla Yahut Bir Mecnun’un İntikamı” lisede iken yayımlandı[2]. 1888'de eğitimini tamamladıktan sonra Hariciye Nezaretinde çalışmaya başladı; bir yandan da Galatasaray Sultanisi’nde öğretmenlik yaptı.
Pire (Yunanistan) ve Poti (Kafkasya) şehbenderliğine vekalet etme göreviyle bir süre İstanbul’dan uzakta bulundu; 1896'da İstanbul'a geri döndü ve eski işine devam etti.
Edebiyata olan ilgisini çeviri yaparak sürdüren Ahmet Hikmet, Fransızca’dan iki çeviri eser yayımladı (tarımla ilgili “Patates”; kadın güzelliği ve cilt bakımıyla ilgili “Tuvalet yahut Letâfet-i Aza” adlı çeviriler). 1896'den itibaren Servet-i Fünun adlı edebiyat topluluğuna katıldı. İkdam ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımladığı yazıları “Haristan” ve “Gülistan” adlı iki eserde topladı. Bu eserlerde hayal ürünü konular işlemekte, anlaşılması güç ağır bir dil kullanmaktaydı.
1898-1908 arasında Galatasaray Sultanisi’nde ders verdi; bir yandan da Hariciye Nezareti’ndeki görevine devam etmekteydi. Bu yıllarda Ahmet Haşim’in öğretmeni oldu.
II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Ticaret ve Ziraat Nezareti’nde yeni bir göreve başladıysa da kısa süre sonra tekrar Hariciye Nezareti’ne döndü. Galatasaray Sultanisi’ndeki hocalık görevini ise Tevfik Fikret bu liseye müdür olunca bıraktı. Darülfünun’da Edebiyat Fakültesi Fransız ve Alman edebiyatları hocalığına başladı. Bu dönemde dil ve konu yönünden eskisinden çok farklı eserler verdi. Artık Türkçülük ve yeni lisan hareketini benimsemişti. 1908 yılında Türk Derneği’nin 1911’de Türk Yurdu Derneği’nin kurucu üyesi olarak hizmet verdi. Türkçülük akımına bağlı öykülerini arı Türkçeciliğe yöneldiği “Çağlayanlar” (1922) adlı kitapta topladı. Tek romanı olan “Gönül Hanım” (1970) Tasvir-i Efkar Gazetesi’nde tefrika edildi. Bu eserde Turancılık ülküsünü savundu.
1913-1918 arasında Peşte Başşehbenderi idi; mütareke döneminde İstanbul'a döndü. Harp malzemeleriyle ilgili bir komisyonun başkanı sıfatıyla Peşte, Viyana veBerlin'de bulundu. 1924 yılında Halife Abdülmecid Efendi’nin baş mabeyinciliğini yaptı.
1926’da Ankara'da Hariciye Müsteşar vekaletini üstlendi, aynı yıl içinde bakanlığın müsteşarı oldu. 1927 yılında İstanbul’da karaciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Maçka Mezarlığı’na defnedildi[3].
Edebi Kişiliği ve Sanat Anlayışı
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, ilk defa, 1896'da Servet-i Fünûn dergisinde yayımladığı bir hikâye ile bu gruba dâhil olmuştur. Daha sonra Türkçülük ve Yeni Lisan akımı etkisinde yazılar yazmaya başlamıştır. Yerli ko¬nuları millî bir dille, sade bir üslupla yazmıştır. Bu ba-kımdan Ahmet Müftüoğlu'nun edebî kişiliğini iki dö¬nemde incelemek mümkündür: Servet-i Fünûn Döne¬mi ve Millî Edebiyat Dönemi.
Ahmet Hikmetin edebiyat merakı daha lise yıllarında başlar. Bu alandaki merakının, aileden gelen bir haslet olduğunu ifade eder. İlk olarak Asır Kütüphanesi neş¬riyatı arasında çıkan "Leyla yahut Bir Mecnunun İntika¬mı" yayımlanır. Daha sonra Fransızcadan Tuvalet ve Letafet ve "Bir Riyazinin Muaşakası" adlarında iki eser tercüme ettiyse de, Doğu ile Batı kültürünün çok fark¬lı olduğunu görerek bir daha eser çevirmez.
Servet-i Fünûn devrinde, İkdam ve Servet-i Fünûn der¬gilerinde yazdığı hikâye ve nesirlerini 1901 yılında Haristan ve Gülistan adlı eserlerde toplar. Bu iki eserinde Ahmet Hikmet Müftüoğlu, daha iyi tesir yapmak, gö¬nülleri heyecanlandırmak için mübalağalı bir üslup kullandığını, ağır ve anlaşılması güç Servet-i Fünûn di¬lini işlediğini ve hayal ürünü konular anlattığını bizzat kendisi söyler. Kendisinin de ifade ettiği sebeplerden dolayı bu iki eseri fazla ilgi görmemiştir.
İkinci Meşrutiyetten sonra, zamanın modasına uyarak o da Millî Edebiyat akımına uyar. Bu akıma bağlı ola¬rak yazdığı yazıların büyük kısmını Çağlayanlar (1922) adlı eserinde toplar. Bu eserinde yazar arı Türkçeciliğe yönelmiş fakat bu defa da kelime uydurma ve Servet-i Fünûn'dan kalma hayalcilikten kendini kurtaramamıştır.
Gönül Hanım adlı romanı Tasvir-i Efkâr gazetesinde tefrika edilmiş ve 1970'te kitap olarak bastırılmıştır. Ah¬met Hikmet, yazılarında daha ziyade kelime bulmaya ve üsluba dikkat ettiği için, konulara dikkat etmemiş ve bu yüzden çağdaşları düzeyinde bir edebiyatçı olamamıştır.
Ahmet Hikmet Müftüoğlu, millî duyguları güçlü bir sanatçıdır. 1908'den sonra başlayan Türkçülük hareketlerinin kurucuları arasında yer almıştır. Türk Ocağı gibi oluşumların kuruluşunda görev almış, Türk Yurdu dergisinin yazı kadrosuna girmiştir.
Bu dönemde Türk dili ve Türk milliyetçiliği için yazılar yazar, edebî incelemeler yaptı, konferanslar verir. Darülfünun ve Galatasaray'daki derslerinde hep bu konuları işleyerek öğrencilerini yönlendirme çabası içinde olur.
Ahmet Hikmet, edebiyatımızdaki asıl yerini yazı hayatının ikinci devresinde yazdığı Türkçü ve milliyetçi hikâyeleri ile sağlar. Bu hikâyelerin bir kısmını Çağlayanlar isimli kitabında toplar fakat bir kısmı bazı dergilerde dağınık kalır. Hikâye, roman, makale, monolog türlerinde eserler verir.
0 notes
Video
youtube
Nihal Atsız - Türkçülük ve Turancılık, Üstad Kadir Mısıroğlu
0 notes
Text
Sesli Meram #427 - Yersiz Yurtsuz (25.09.2023)
"Bir dönüşüm içerisinde mutlak, kati, kesin yıkımın dönemeçleri arşınlanıyor. Temel yaşam hakları, barınma ve beslenme gibi konuların toptan taca atıldığı, yaygın medyanın her Ermeni’yi, ister sınır içinde burada kalan, ister Artsakh, Nagorno Karabakh’da kalan isterse de bilfiil Azerilerin yeni icadı Batı Azerbaycan söylemine kurban edilmek istenen o Ermenistan’da olsun hayattan kazılmasının gerektiğine dair yorumlar varken hangi sorun tükenir, hangi yıkıma dur denilebilir ki? Xocalı kırımının onlarca katı insanın can verdiği, Bakü / Sumgayit pogromunun Ermeni kimliğini misal toptan Azerbaycan’dan silip attığı bir zeminde onca yaşanmışlık, toprağa düşen Ermeni’yi saymadan binlerce öz Azeri, Taliş vesair halktan olanın ölümlerini bilmeden, sayıları göz ardı edip, Turancılık hayalleriyle kime ne iyilik getirilebilecektir? Baş efendinin zıvanadan çıkmış gibi saydırıp döktürdüğü Artsakh Ermenilerine yönelik düşmanlaştırıcı tavır, açık aleni Ermeni kimliğine yönelik “çeteci”, “çapulcu” benzeri yakıştırmalarla şuralarda kapı komşunuz olanlar da dahi ötekileştirilirken kim sonlandıracaktır yıkımın parametrelerini nasıl?
Bırak Ermeni’yi bir kenara, Azerbaycan’da savaşa karşı çıktıkları için otuz gün gözetim / tutsak kılınan “Amrah Tahmazov, Nurlan Gahramanli, Afiaddin Mammadov, Nemat Abbasov, Emin Ibrahimov’da” mı bir şeyler anlattırmaz. Halen mi anlaşılmaz. Yönelimin, bir gelecek tahayyülünün toptan çürümeye teslim edildiği zamanlardayız yine, yeniden. Modern ülkenin yeni yüzyılı derken 1915’in karanlığını bir kere daha imal ederek, aynı hattın üstünde yürüyerek bir yarın bina etmeye çalışılıyor. Ahlar biriktirmiş bir coğrafya, bir kere daha kanla, canla sınansın isteniyor. Küçük tefek, yoksun ama bir biçimde modern olanın kıyısında kendi ritmini yakalamış olan bir hayat imecesinin köküne kibrit suyu döküldü, dökülüyor. Amaras Manastırı gibi beşinci yüzyıldan bu yana varlığını sürdüren bir kalıt, yapıt, okulun, Ermeni dilini var eden Mesrop Maştots’un izlerini / var ettiği onca değeri kim sahiden talan edebilir ki? Böyle açık bir kırım / imha tahayyülü karşısında hayatı Türkçe, Ermenice savunamadıkça hiçbir yarın iyilik getirmeyecektir sahiden bunu anlıyor musunuz? Bu da sizlere bir şey ifade etmiyor mu…" sesli meram
podcast image credit: stepanakert ::: marut vanyan ::: x
#sesli meram#durum#günce#hayat ne olacak#söz#demokrasi101#türkiye gerçeği#biyopolitika#anlamak#demokrasi#adalet#özgürlük#akp#yirmibirinciyıl#iktidar#tahakküm etme#yıldırı#zor#güç#sınav#azınlıklar#tehdit#karabasan#düşmanlaştırma#politikmeram#anlam#anarşizan#unutmayacağız#affetmeyeceğiz#nefret söylemi
0 notes
Text
“Kanlarımız sebildir akıtarak hepsini, belirsiz mezarlarda anılmadan yaşarız”
İyi ki geçtin bu dünyadan , Aziz ruhun şad olsun 🇹🇷
#gökhanosmankaraduman#mustafa kemal atatürk#türk milliyetçiliği#türkçülük#hüseyin nihal atsız#polisözelharekat#jandarmaözelharekat#genç atsızlar#şehitlerölmez#şehit aileleri#şehit asker#türk askeri#türkçü#turancılık#özelkuvvetler
25 notes
·
View notes
Link
Sosyalist Pantürkist Elitizm, Türk milletinin ve kültürünün üstünlüğünü ve birliğini savunan, ancak aynı zamanda sosyal adalet ve eşitlik için mücadele eden bir ideolojidir, tarihsel olarak Türkiye'de sosyalist ve Turancı akımların bir arada var olduğu görülmüştür. Türkiye'de sosyalist solun tarihi, 19. Yüzyılda Osmanlı aydınlarının Avrupa'daki sosyalist hareketlerle tanışmasıyla başlar. Ancak bu dönemde sosyalist düşünce, çok sığ ve eksik bir şekilde anlaşılmış ve daha çok devrimci ve isyancı ruha hayranlık duyulmuştur. 20. Yüzyılda ise sosyalist sol hem İttihat ve Terakki hem de Cumhuriyet yönetimleri tarafından baskı altında tutulmuş, ancak yine de siyasi, kültürel ve akademik alanda etkinlik göstermiştir.
0 notes
Text
Esenlikler.
Tumblr hesabımızı kurduk.
Milli kitaplığınızın mimarı olarak, İnstagram gönderilerimizi buraya da atacağız.
Bizi tanımayanlar için şunu diyebiliriz ki:
Biz, Milliyetçi cephenin sahafıyız...
Bizi diğer platformlardan takip edebilirsiniz. Google’a Kürşad Sahaf Yazmanız yeterli...
2 notes
·
View notes
Text
Yiğit bahtsız olurmuş.
Taçsız tahtsız olurmuş.
Namertlerin adı çok,
Mertler ATSIZ olurmuş!
Atsız Ata
#Atsız#atsızata#genç atsızlar#hüseyin nihal atsız#Türk#🇹🇷#🦅#🤘🏻#Turan#Turancılık#Türkiye#Vatan#Sana#Canım#Feda
71 notes
·
View notes
Link
Milletimiz belki de tarihinin en zor dönemini yaşıyor. Siyasi, ekonomik, sosyal, ahlak, din, her konuda bir çürüme ve çöküş dönemindeyiz. Sanki 100 yıl önce Osmanlı'nın çöküş döneminde yaşadıklarının kopyası gibi…
Osmanlı'nın son dönemi de yaşadığımız döneme çok benziyordu. Padişahlar ülkeyi yönetecek bilgi ve yetenekten yoksundu, orduda disiplin yoktu, padişah istediği kişiye paşalık unvanı verebiliyordu, adalet sistemi çökmüştü, medreseler yobazlığın merkezleri haline gelmişti. Osmanlı bu çöküşü 1 günde, 1 ayda ya da 1 yılda yaşamadı. Yaklaşık 300 yıl süren bir çürüme ve çöküş dönemi yaşadı.
Barış Atagün
___
Makalenin tümünü okumak için lütfen bağlantıyı tıklayın.
1 note
·
View note
Text
BÜTÜN TÜRKLERİN BAŞBUĞUNU RAHMETLE ANMA..
BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ
Alparslan Türkeş, 25 Kasım 1917'de Lefkoşa'da doğdu.
Hüseyin Sırrı Bellioğlu'nun önerisiyle Kuleli Askeri Lisesi'ne kaydolan Türkeş, 1936 yılında buradan mezun oldu.
1938 yılında Harp Okulu'nu bitirdi.
1939 yılında piyade asteğmeni olarak atış okuluna girerek buradan teğmen rütbesiyle mezun oldu.
1944 yılında üsteğmen rütbesindeyken Nihal Atsız ve Nejdet Sançar ile birlikte Irkçılık-Turancılık davasından yargılandı ve 9 ay 10 gün mahpus kaldı. 1947 yılında beraat etti.
27 Mayıs 1960 tarihinden kısa süre önce Elazığ'daki birliğinden Ankara'ya atandı ve Albay Talat Aydemir'in tavsiyesiyle Millî Birlik Komitesi'ne (MBK) alındı. Darbeyi planlayıp yürütecek olan 37 kişilik MBK içinde yer aldı. Darbe bildirisini 27 Mayıs 1960 günü radyodan okuduktan sonra ismi sıkça duyulmaya başlandı.
27 Mayıs sonrası Başbakanlık Müsteşarlığı görevini yürüttü.
Bir süre sonra yeni oluşturulan MBK'da ismi geçmeyen Türkeş, büyükelçilik müşaviri olarak yurt dışına gönderildi. Yaklaşık 25 ay sonra, Türkiye'ye döndüğünde burada kalabalık bir "milliyetçi topluluk" tarafından karşılandı.
Türkeş, milliyetçi çevreleri bir araya getirmek için 2 Mayıs 1963 tarihinde Türkiye Huzur ve Yükselme Derneği'ni kurdu.
1965 senesinde Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin başkanı oldu ve bu dönemde kendisini sevenler tarafından Başbuğ ilan edildi.
1969 ve 1973 senelerinde Adana milletvekili olarak parlamentoya seçildi.
1975 yılından sonra "Milliyetçi Cephe" adı verilen koalisyon hükümetlerinde başbakan yardımcılığı görevinde bulundu. Bu dönemde sağ ve sol çatışması arttı.
12 Eylül darbesi sırasında Millî Güvenlik Konseyi başkanı, diğer üç parti başkanlarının teslim olduğunu, Alparslan Türkeş'in de teslim olmasını, aksi takdirde suçlu durumda olacağını belirten bir bildiri yayınladı. 12 Eylül darbesinden sonra 9 Nisan 1985 tarihine kadar 4,5 sene tutuklu kaldı. 12 Eylül döneminde idam cezasıyla yargılanan Türkeş, bu davadan beraat etti.
1987 senesinde siyaset yasağının kalkmasıyla birlikte Milliyetçi Çalışma Partisi'ne girdi ve aynı yıl yapılan olağanüstü kongrede genel başkanlığa seçildi.
0 notes
Text
MİLLİYETÇİLİK ÜZERİNE (Prof. Ahmet B. Ercılasun) 23 Ocak 2021
Sopalı, silahlı milliyetçilik olmaz. Türk milliyetçisi, her Türk’ün hak ve hukukunu korur. Hizipçilik, mezhepçilik, particilik gayretiyle birilerine iltimas yapmaz.
Milliyetçilik en kısa tarifiyle milleti sevmek ve onun yükselmesini istemektir. Namık Kemal bir yazısına “İnsan olan vatanını sever.” diye başlıyordu. Aynı şekilde “İnsan olan milletini sever.” de diyebiliriz. Elbette sevme kavramının içinde “korumak, gözetmek, geliştirmek” de vardır. Bir milliyetçi, milletini korur, gözetir, onu geliştirip yükseltmek ister.
“Millet”in ne olduğu konusunda çok yazdım. Bu sebeple o konuya girmeyeceğim. Ancak millet deyince, milletin tarihî ve manevi varlığı yanında milletin tek tek bütün fertleri de anlaşılmalıdır. Sadece fertler değil onların maddi ve manevi bütün varlıkları da anlaşılmalıdır. Dolayısıyla bir milliyetçi, milletinin bütün insanlarını, onların maddi ve manevi bütün varlıklarını da sever, koruyup gözetir, geliştirip yükseltmek ister.
Bu görüş açısından bakarak Türk milliyetçilerinde bulunması gereken özellikleri maddeler hâlinde şöyle sayabiliriz.
1. Türk milliyetçisi, milletini tarihî ve manevi bir varlık olarak görür; dünüyle, bugünüyle ve yarınıyla Türklüğü benimser; bir bütün olarak Türklüğü yükseltmek ister.
2. Türk milliyetçisi, Türk olan her insanı sever ve geliştirmek ister. En ücra köydeki yoksul bir Türk çocuğu da bir milliyetçinin ilgi alanındadır. Tek tek bütün Türkler yoksulluktan ve cahillikten kurtarılmalı, refaha kavuşturulmalı ve asgari bir kültür seviyesine eriştirilmelidir.
3. Türk milliyetçisi, milletinin insanlarının bir kısmını şu partidendir, bu gruptandır diye ayırıp onlara her gün hakaret etmez, bağırıp çağırmaz, sövüp saymaz. Milliyetçinin dili, konuşması bir Türk’e yakışacak şekilde ince, nazik ve kucaklayıcı olur; kaba saba ve dışlayıcı olmaz.
4. Türk milliyetçisi, çeşitli gerekçe ve bahanelerle insanlarının bir kısmını düşman görüp onlara saldırmaz. Sopalı, silahlı milliyetçilik olmaz.
5. Türk milliyetçisi, milletin toprağını, dağını, taşını; suyunu, denizini, gölünü, ırmağını; bitki örtüsünü, hayvan varlığını, zeytinini, çınarını, kuzusunu, danasını korur; onları daha verimli, daha gelişmiş hâle getirmeye çalışır.
6. Türk milliyetçisi, uzak ve yakın tarihten gelen bütün maddi varlıklarını koruyup gözetir. Tarihî camilerini, köprülerini, konaklarını, yalılarını koruyup yaşatır; bankalarını, limanlarını, bütün kurumlarını korur ve geliştirir; onları yabancılara satmaz, kiralamaz, devretmez.
7. Türk milliyetçisi bütün kültür varlıklarını da koruyup geliştirmeye çalışır. Ninni, şarkı, türkü, masal, efsane, destan; zeybek, halay, bar, horon… Müzik aletlerinden yeme içmeye kadar bütün varlıklar ve gelenekler milliyetçilerin ilgi alanına girer. Onları hem özgün biçimleriyle koruma altına alır, hem de bilimin ve teknolojinin getirdiği yeni imkânlarla geliştirir, olgunlaştırır, güzelleştirir.
8. Türk milliyetçisi, eski yeni demeden bütün sanat eserlerini, bütün edebiyat ürünlerini benimser; bütün tür ve üslupların geliştirilmesi; sinema, televizyon, genel ağ (internet) ortamlarına uyarlanması için çalışır.
9. Türk milliyetçisi, milletinin fertleri arasında ayrım yapmaz; fırsat eşitliğinin şartlarını hazırlayarak her Türk’ün önünün açılmasına çalışır. Daha iyi bir yere gelmenin ölçüsü daha yetenekli, daha bilgili, daha çalışkan, kısaca daha layık olmaktır.
10. Türk milliyetçisi, her Türk’ün hak ve hukukunu korur. Hizipçilik, mezhepçilik, particilik gayretiyle birilerine iltimas yapmaz. İltimas yapmanın, başka Türklerin hak ve hukukunun çiğnenmesi demek olduğunu bilir.
11. Türk milliyetçisi çalmaz, rüşvet almaz, yolsuzluk yapmaz; bütün bunların, başka Türklerin haklarını gasp etmek demek olduğunu bilir.
12. Türk milliyetçisi, milletini yükseltmenin yolunun bilimden geçtiğini bilir, ülkesinde bilimin yayılması için çalışır. Ülkenin yönetiminde bulunuyorsa bilimi ana politika olarak benimser. Bilim adamlarının sayısını, seviyesini, maddi refahını yükseltmeyi öne alır.
13. Milliyetçilik, milleti yükseltme ülküsü olduğuna göre her Türk milliyetçisi yetenek ve gücünün yettiği en yüksek yere gelmeye çalışarak yükseltmede pay sahibi olmak ister. Bulunduğu her makamda da görevini aksatmadan yerine getirir. Görev ahlakı Türkçülüğün olmazsa olmaz şartlarındandır!
Kaynak: https://millidusunce.com/milliyetcilik-uzerine/?fbclid=IwAR173N5PPNjNMny2sBD6Ye_jzYUC_Rp5zWqIkcYOCqrq1nepqaPKNu2HJzA3
#milliyetçilik#türk milliyetçiliği#mhp#ülkücü#türkçülük#turancılık#ulusalcılık#ahmet bican ercilasun#milli düşünce#siyaset felsefesi#milli uyanış#felsefe
4 notes
·
View notes
Text
Vefalı Türk geldi yine.
Barış pınarı harekatı kapsamında şehit düşen tüm askerlerimizin acısıyla, kadınımızla, erkeğimizle...
#türk ırkı#türkçülük#türkçü türkiye#türk milliyetçiliği#türkiye#türk milleti#ülkücü gençlik#türk askeri#turancılık#barış pınarı harekatı
85 notes
·
View notes