Tumgik
#pantürkizm
yfs-t-t-2623 · 10 months
Link
Pantürkist elitizm, Türk milletinin ve kültürünün üstünlüğünü ve birliğini savunan bir ideolojidir. Pantürkist elitizm, Türklerin diğer milletlerden ayrıcalıklı olduğunu ve tüm Türk halklarının tek bir devlet altında toplanması gerektiğini iddia eder.
0 notes
haytaogluyunus · 6 months
Text
Tumblr media Tumblr media
ANMA:
BUGÜN; 19 MART (1938)
CEDİTCİ HAREKETİN ÖNEMLİ İSİMLERİNDEN
KAZAK TÜRK’Ü; EDEBİYATÇI, EĞİTİMCİ
MAĞCAN CUMABAY BEKENOĞLU’NUN
KURŞUNA DİZİLEREK ŞEHİT EDİLİŞİNİN YIL DÖNÜMÜ.
RAHMETLE ANIYORUM.
Cumabay, Mağcan Bekenoğlu ((25 Haziran 1893 - 19 Mart 1938) – Kazak Türkleri edebiyatının 20.asrın başındaki yıldızlarından biri ve önemli bir şairi.
Doğum yeri Akmola (şimdiki Kuzey Kazakistan ili, Mağjan Jumabayev ilçesidir). Annesi Gülsüm, babası Beken'dir. 1905 - 1910 yılları arasında Mağcan, Petropavl /Kızılyar medresesinde, Arapça, Farsça ve Türkçe öğrenmiştir. 1910 ve 1911 yıllarında Ufa'da Aliye medresesinde, Galimjan İbragimov isminde bir öğretmenden Volga Tatar kökleşik yazar eğitimi almıştır. Rusça, Osmanlıca, Arapça, Farsça gibi çok sayıda dili çok iyi bilmekteydi. Sovyetler Birliği devrinde Ruslar Cumabay'ın bütün eserlerini Türkiye'yi sevdiği ve Türk Birliği anlattığı için yasakladılar. Pantürkçülük (Pantürkizm) yaptığı, Sovyetler Birliğindeki bütün Türkleri bütünleştirip Rusları yıkacağı korkusuyla önce mahkeme kararıyla 10 yıl hapsetme cezası ve ardından Japonya ile hiç bağlantısı olmadığı halde Japon casusu suçlamasıyla Sovyet Rusya yönetiminin kararıyla 19 Mart 1938 yılında 44 yaşındayken kurşuna dizildi. Eşi Züleyha onun bütün eserlerini, arşivini saklamış ve günümüze ulaşmasını sağlamıştır. 1960 yılında Magcan'ın suçsuz olduğu hükmü verilmiş ve aklanmıştır. Türkiye'de Kurtuluş Savaşı yaşanırken Orta Asya'da şehir şehir dolaşarak toplayabildiği para ve değerli eşyaları Atatürk'ün Moskova'ya gönderdiği büyükelçiye teslim etmiştir. Yazdığı "Uzaktaki Kardeşime" adlı şiiri ile Türkiye ve Kazakistan'ın aynı yüreğe sahip olduğunu anlatan vatansever, Türklerin Kazak boyundan bir şairdir.
0 notes
avetruth · 2 years
Text
Serge A. Zenkovsky. Rusya'da Pantürkizm ve müslümanlık (1971)
Tumblr media
Serge A. Zenkovsky. Rusya'da Pantürkizm ve müslümanlık (1971) https://www.avetruthbooks.com/2023/03/serge-a-zenkovsky-rusyada-panturkizm-ve-muslumanlik-1971.html?feed_id=16203
0 notes
utopiatv · 2 years
Video
youtube
*1930, 40 ve 50 yıllara giden Süreç-Mussolini, Hitler, Franko, Salazar Şiddet yükselişte. Ve Stalin...-Türkiye'de ise paralel bir gidiş, TC'nin inşa Süreci...-Nazizm ve Pantürkizm, yan yana, iç içe.-2. Dünya savaşı iklimi, İran'da Soviyetler ve  İngilizler var.-Ağrı İsyanı sonrası Mahabad'a doğru...-Kürdistan Parçalarında hareketlilik, arayı��lar...-Kıtlık Kıran yılları, «33 kurşun» olayı,-Şeyadê Same, ailemizin sürülmesi, Roboski örnegi benzer olaylar.-Tabii ki bu zor yıllarda,Kürdistan'da tarihin  dengbejlerin nefesinden sözle seslerle, ağıtlarla cemaatlerde seslendirilmesi, belleklere kaydedilmesi...
0 notes
paravesiyaset · 2 years
Link
Tumblr media
Pandemi krizi sonrası gelen ekonomik kriz sonrası, tüm dünyada yeni bir paylaşım savaşı yaşanması kaçınılmaz görünmektedir Bu süreçte Türkiye'de de yeni bir sistemin konuşulma zamanı gelmiştir, Elitist bir yönetim altında, tüm inançların özgürce yaşandığı Pantürkizm'dir .
0 notes
etaali · 4 years
Text
Tumblr media
Karabağ'ın işgalinden azadlığına en yakın ülke Rusya iken; en uzak 4 ülke Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan oldu.
28 yıllık işgal sürecinde kılları kımıldamadı. Üç maymunu oynadılar.
Hele Türkmenistan ki, Hazarın öteki yakasından hep Azerbaycan karşıtlığına el düzeltti.
Ki, Kazaklar, daha yenilerde Ermenistan'ın bayrağını dev ışıklarla panoya yansıtıyordu bağımsızlık günü saygısına.
Garabet şu ki, Nahçıvan-Ermenistan-Azerbaycan koridorundan Türk Dünyasına yol inşa eden Pantürkizm, dolmuşa hangi menzili hedefliyor?!
Yada Direniş Marşlarına veda eden Türk-İslam taifesi Lübnan'a çemkirdiği kadar Özbeklere söz biriktirebildi mi?
5 notes · View notes
wozwaldllik · 4 years
Text
Türklüğün doğuşu
Ne var ki Osmanlı tarihinin okutulması, bir Osmanlı bilinci yaratmaya yetmez. Rum, Ermeni, Arnavut ve Arap milliyetçiliği gelişir. Tıbbiye Okulu’nda Arap öğrenciler, milliyetçilik amacı güden bir dernek kurup Türk öğrencileri horlayınca, Türk öğrenciler gizli gizli Karacaahmet Mezarlığı’nda toplanıp dertleşirler ve Türk Ocağı’nı kurarlar. Bu sırada Avrupa’da Orta Asya tarihi ile ilgili çeviriler yapılır. Orhun yazıtları bulunur. “Kutadgu Bilig” ve “Şecere-i Türk” gibi yapıtlar Avrupa’da basılır. Radlof ve Vambery, Orta Asya gizlerini ve Türk kültürü ile ilgili çalışmalarını yayınlar. Leon Cahon, coşkun bir “Türk-Mogol Tarihine Giriş” yapıtı yazar. Bir Türkoloji dalı doğar. Rıza Nur, “Pantürkizm ve Panturanizmi Avrupalı Türkologlar, yani yabancılar doğurmuştur,” der.
   Bu çalışmalar, Türkiye’de ilgi çeker, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Süleyman Paşa yapıtlarında bu kaynaklardan yararlanırlar. Bir Türkçülük akımı geliştiren Rusya Türkleri ile giderek bağlantı kurulur. Rusya Türklerinin Türkçülük akımına büyük etkisi ve katkısı olur. Bir dünya tarihi yazan Harbiye’nin başındaki Süleyman Paşa, genç subaylar arasında Türkçülük tohumları eker. Dünya tarihine ve aynı zamanda Fransız İhtilali’ne karşı ilgi uyandırır.
Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi-1
8 notes · View notes
omurkizil-blog · 6 years
Photo
Tumblr media
Milli Devlet Gazetesi Sayı:57, ss. 13. “‘Büyük Türkiye’ veya ‘Büyük Türkistan’ idraki”. Yazının tam metnine internet sitesinden de ulaşılabilir: https://www.millidevletgazetesi.net/buyuk-turkiye-veya-buyuk-turkistan-idraki/ #turkestan #türkistan #türkiye #türkçülük #pantürkizm https://www.instagram.com/p/Bq7xze5HnNrvgS3mQou4IP9D2znWwe7QIskliw0/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=gubymmmrazd9
0 notes
kelimebulmaca · 3 years
Text
Pantürkizm
Pantürkizm ne demek!
Tumblr media
⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬ ⏬
Pantürkizm ne demek!
Pantürkizm anlamı nedir? Kelime Bulmaca
0 notes
hetesiya · 4 years
Text
İTTİHAT TERAKKİCİLİK VE KEMALİZMİN TONLARI
Dursun Ali Küçük 
Kemalistler sadece CHP değildir. 1950 ye kadar sadece CHP idi ve her tür CHP nin içindeydi. 1945 den sonra ortaya çıkan DP de kemalisttir. ERbekan ve Türkeş, Süleyman Demirel, Ecevit bunlar sağlı solllu ve islamcı kemalistlerdir. Özü itibarı ile cumhuriyetle anılır. yeşil, beyaz, siyah ve gri kemaliszmi sayabiliriz. BİR ŞEMA ÇİZERSEK: 1-iTTİHAT VE TERAKKİ PARTİSİ Osmanlıcılık-Pan islamizm-Pan türkizm süreçlerini yaşar. Bu üç kesimde itihat ve Terakki partisinin içindedir. Enver ve Talat ile birlikte Pantürkizme yönelirler. Osmanlıcılar-Pan-islamistler Pantürkiz ile birleşiyor. Aynı cephelerde yer alıyorlar.. 2-İttihat ve Terakki partisinin devamı CHP Mustafa kemal samsun ve Anadolu ya padişahın onayı ile gider. vahdetti'in yaveridir. O'nu samsuna İngiliz gemisi getirir. 40 kişi ile birlikte.. Cumhuriyetin kuruluşunda hala CHP yoktur. Osmanlıcılar ve İslamcılar, İttihat ve terakki hareketinin devamı olan CHP de Türk milliyetçileri olarak bir araya gelirler. CHP kurulunca ve Cumhuriyet ilan edilince diğer kesimleri kemalizm yasaklar. Bu kesimler CHP içindedir. Fevzi çakmak, Celal Bayar, kazım Karabekir, Cebesoy vb vb CHP içinde kümelenirler. Mustafa kemal zamam zaman bunlara yönelir. osmanlıcılık ve İslamizm ikinci plana düşer. Türk milliyetçiliği, Türklük be Türkiye öne çıkar. Tatliter bir toplum kurulur. Sınıflar yok başka haklar yok, kaynaşmış ve birleşmiş Türklük var.. kemalizm toptancıdır; yokedici ve tekçidir. Diyanet İşleri başkanlığını kurarak dini devletin denetimine alır. Ecdad unutulmaya çalışılır.. tek parti diktatörlüğü ve bir nevi faşizm kurulur. Kürdistan yeniden işgal edilir. soykırmlar yapılır, inkar ve asimilasyon başlatılır. Kürdistan sömürgelerdeki gibi umumi müfettişler genel valilerle yönetilir. Sıkyönetim ve olağanüstü hal vb sıradanlaştırılır. CHP tek parti diktatörlüğüdür. 3-CHP den türeyen partiler:DP vb CHP ve DP dönemi başlar. DP nin tepesi CHP den gelen kadrolardır. kemalizmin içinde bastırdığkları yeni döneme göre daha büyüyen Kemalistler ve burjuvazi öne çıkar. CHP ve DP Kürdistan sorunu konusunda anlaşırlar. Kimse gündem yapmayacak. devlet poltikasını izleyecekler. Birlikte yok etmeye devam edecekler.. Bu politika günümüze kadar sürmektedir. Kemalizmin yeşili , karası, beyazı, islamı vb vb buna uyar ve devlet poltikasına ve sömürgeciliğe katılıtr ve uygularlar. Kürtler sözkonusu olunca gerisi teferuattır meselesi gibi... 4-1960 Kemalist askeri darbe.. CHP-AP-Türkeş ve Erbekanın partileri.. 5-12 Mart askeri darbesi. Ordu kemalist.. CHP-AP-MHP-MSP ile yola devam.. 6-12 Eylül askeri darbesi-Kemalist ve faşist darbe... Türk-İslam sentezi resmen oturuyor.ANAP Büyük Türkiye patisi, SHP,CHP,DYP, MHP, Refah partisi vb vb 12 Eylükl anayasası olduğu gibi duruyor. Türk-İsİslam sentezi devletin resmi ideolojisi.. tekçilik devam ediyor.. Tek bayrak, tek vatan, tek ulus, tek kültür.. AKP iktidara gelince buna tek dini ekledi. Yeşil Kemaalizm öne çıktı. TC palazlanıyor, burjuvazi vb büyüyor. klasik CHP dönemi gibi işlerin yürüyemeyeceği ortaya çıkıyor.. Yeşil faşizm ve Mustafa kemal gibi Erdoğan tek kişi diktatörlüğü kurmuştur. MHP ve AKP aynılaşmıştır. CHP bunların yedek gücüdür. Her yerde Kürdistan ve Kürtlere saldırmakta anlaşıyorlar.. Cuyhuriyetin kurumlarını yoketmiyorlar. Bu kurumlarda ecdad-yeni osmanlıcık ve Türk-İslamizmi öne çıkarılıyor. kemalist Türkçülükle işi götüremiyorlar. CHP hiç bir zaman toplumun yarısının oylarını alamıyor ve alamaz. Kıbrıs işgali sırasında şövenizm ve ırkçılık dalgası ile %42 sanırım çıktı. Onun dışında hep % 30 larda veya altında seyrediyor. 7-Ordu CHP orduda çoğunluğu 12 Mart darbesi ile kaybetti. Bu süreçten sonra üst komuta ve generallerin çoğu CHP li değildir. Ap,ANAP, AKP li ve MHP lidir. Mustafa kemal ve kendisini 1945 e kadar olan CHP ve TC ile sınırlayan bir CHP asla iktidar olamaz. Bir dıştan baskılar olursa ve devleti ellerine verirlerse o ayrı.. *Kemalizm İttihat Terakkiciliktir. Türkiye Türkçülüğüdür. osmanlıcılar, Pan-İslamistler, pan-Türkistler CHP süreçlerinde yer almıştır. 1945 ile birlikte Kemalizmin ve ittihat terakkiciliği farklı tonları sahnedeki yerlerini almaktadır.. *Kemalizm =CHP diyen ve görenler yanılgı içindedir.zaten 1945 lerden sonra giderek iktidar diğer kemalist çevrelere geçmiştir. Bunlar kemalizmi güncelemiş ve harmanlıyarak kitlenin çoğunu yanına almıştır. İktidar da kilit noktalara yerleşmiştir. Ergenekoncu olarak bilinenler Kemalisttir ama çoğu CHP li değildir. Erdoğan da yeşil Mustafa kemal olmak istemektedir. osmanlıcılık, ümmet vb ide kullanarak. Türk-islam sentezini uygulayarak.. AKP tekçidir. özünde Kemalisttir.Pan Türkist ve Pan islamisttir MHP kmalisttir kemalizmin siyahıdır.Pantürkisttir. Bu günkü CHP Kemalizmin beyazıdır.Onlarda Kızıl Elmacıdır..
0 notes
yfs-t-t-2623 · 10 months
Link
Sosyalist Pantürkist Elitizm, Türk milletinin ve kültürünün üstünlüğünü ve birliğini savunan, ancak aynı zamanda sosyal adalet ve eşitlik için mücadele eden bir ideolojidir, tarihsel olarak Türkiye'de sosyalist ve Turancı akımların bir arada var olduğu görülmüştür. Türkiye'de sosyalist solun tarihi, 19. Yüzyılda Osmanlı aydınlarının Avrupa'daki sosyalist hareketlerle tanışmasıyla başlar. Ancak bu dönemde sosyalist düşünce, çok sığ ve eksik bir şekilde anlaşılmış ve daha çok devrimci ve isyancı ruha hayranlık duyulmuştur. 20. Yüzyılda ise sosyalist sol hem İttihat ve Terakki hem de Cumhuriyet yönetimleri tarafından baskı altında tutulmuş, ancak yine de siyasi, kültürel ve akademik alanda etkinlik göstermiştir.
0 notes
tcbabakurt · 5 years
Text
0 notes
ha-kan-kara-yel · 5 years
Text
TURANCILIK AKIMININ HAKLILIĞI
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
***Turancılık akımı, Türk asıllı Turan kavimlerinin varlığını korumak ve diğer saldırgan ırkçı ideolojilere karşı, Türk ve Turan dünyasının haklı ve meşru var olma mücadelesiyle dünya barışını meşru zeminde oluşturabilmenin arayışıdır. Hiçbir biçimde saldırgan bir ırkçılık olmayan Turancılık, bu yönü ile ele alındığında bütünüyle haklılık kazanmaktadır.***
Turancılık denince, insanın aklına on dokuzuncu yüzyılın sonları ya da yirminci yüzyılın başları gelmekte ve Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde, doğu imparatorluklarının çöküşe geçtiği bir aşamada merkezi coğrafyanın yönlendirilmesi çabaları öne çıkmaktadır.
On beşinci yüzyıl sonrasında batı Avrupa merkezli bir sömürgecilik bütün dünyaya yayılmış ve batı ülkeleri yeryüzünün bütün kıtalarını sömürmeye başladığı aşamada, dünyanın doğu bölgesinde üç ayrı imparatorluk bu duruma karşı denge sağlamaya çalışmıştır.
Beşinci yüzyılda kurulan Rus prensliği kuzey bölgelerinde bir büyük doğu imparatorluğu olarak harita üzerinde yayılırken, on üçüncü yüzyılda kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu merkezi coğrafyanın egemeni oluyordu. Daha sonraki aşamada ise Osmanlı Devleti, Asya ve Afrika topraklarında ticaret yolları üzerinden yayılırken, Osmanlının geri çekildiği Doğu Avrupa ve Balkan yarımadası üzerinde, üçüncü bir doğu devleti olarak Avusturya-Macaristan imparatorluğu kuruluyordu. Batılılar, doğuyu Viyana’dan ötesini doğu olarak tanımlarken, her üç imparatorluğu doğu devletleri olarak görüyorlardı.
Yirminci yüzyılın başlarına kadar devam edip gelen bu süreç içerisinde, üzerinde doğu imparatorluklarının yer aldığı dünyanın merkezi coğrafyası üzerinde hiç kimse geleceğe dönük bir arayış içerisine girmiyor, dünya tarihini belirleyen olaylar bir anlamda batının sömürgeci devletleri ile, doğu bölgesinin üç imparatorluğu arasındaki çekişmeler zincirinde belirleniyordu. Birinci Dünya Savaşına kadar devam edip gelen bu durum, bütün dünya savaşa doğru sürüklenirken savaş öncesi çekişmeler ile bozulmaya başladığı için, geleceğe dönük yeni arayışlar evrensel düzeyde siyasetin gündemine gelip oturuyordu.
Avrupa merkezli dünyanın beş yüz yıllık hegemonya tarihinde gündeme gelmeyen, merkezi coğrafya arayışları, Birinci Dünya Savaşına doğru giderken ortaya çıkıyordu. Asya ve Avrupa kıtalarının kuzey bölgelerini kapsayan büyük bir hegemonya alanına sahip olan Rus Çarlığı batılı ülkeler tarafından baskı altına alınamayınca, bu büyük gücü arkadan vurmak üzere Japon İmparatorluğu kışkırtılıyor ve ABD destekli Japon ordusu Asya’nın doğu kıyılarından kıtanın içerisine girerek, Rus Devletini arkadan vuruyordu.
Yirminci yüzyılın ilk yıllarında, batılı güçlerin yenemediği Rus Ordusunu bir doğulu güç olarak Japon imparatorluğu ABD’nin arkadan sağladığı destekler ile askeri yönden yeniyor ve böylece merkezi coğrafyanın kuzey bölgesinde yer alan büyük devlet yapılanması çöküyordu.
Ruslar Avrupa toprağı olan Kiev’de ilk devletlerini kurmalarına rağmen, kuzey bölgesinde Asya’ya doğru yayılmışlar, Hazar göçleri sonrasında bu alanda kurulmuş olan Altın Orda imparatorluğunun dağılması üzerine de, geride kalan hanlıkları ele geçirerek, tam anlamıyla bir Asya devleti haline gelmişlerdir. Hazar uzantısı Türk boylarının dağılması, bir kısmının Avrupa’ya, diğer kısmının da Kafkasya üzerinden Orta Doğu bölgelerine göç etmesi üzerine, Ruslar eski Türk toprakları üzerinde yayılma şansı elde ederek bunu kullanmışlardır.
Batılı devletler Rusya’yı Avrupa kıtasından uzak tutmak için çaba göstermişler, Ruslar Avrupa’ya saldırma noktasına gelince Osmanlıları kışkırtarak Rusların üzerine sürmüşlerdir. Roma İmparatorluğu sonrasında, bir büyük Slav gücü olarak Rus devleti öne çıkarken, dünyanın diğer güçleri bunu önlemek ve Rusların önünü kesmek üzere çeşitli komplo ve senaryolar ile öne çıkmaya ve Rusya’nın hegemonya alanını daraltmaya çaba göstermişlerdir. Avrupa’dan kovulan Rusya Asya topraklarında güçlenince, bu kez de ABD destekli bir Japon saldırısı Asya üzerinden desteklenerek, Rus Çarlığı yıkılmaya çalışılmıştır.
On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru zayıflayan Rus çarlığı, Yirminci yüzyılın ilk yıllarında doğudan gelen Japon saldırısına direnemeyince, Rus Çarlığı yıkılma noktasına gelmiş ve bu büyük ülke Sovyet Devrimine kadar sürecek olan uzunca bir karışıklık dönemine girmiştir.
Merkeze bağlı bulunan büyük toprakları eskisi gibi kontrol etme gücünü elinden kaçıran, Rus Çarlığı Japon Ordusuna da yenilince, Rus milletine dayanan egemenlik düzeni yıkılmış ve bu aşamadan sonra devrimlere yönelen girişimler, Rusya’yı kurtarmaya çalışmış ama bir türlü bu doğrultuda istenen başarılar elde edilemeyince, Rus milliyetçiliği geniş alanları kendi kontrolu altında tutabilmek üzere yeni arayışlar içerisine girmiştir. Dar kapsamlı bir milliyetçilik ile Rusya’nın eski imparatorluk topraklarını merkezi bir düzene bağlayamayacağı anlaşılınca, bunun üzerine Rus milletinin ana unsuru olarak öne çıktığı Slav topluluklarının birlikteliği savunulmaya başlanmıştır.
Yirminci yüzyıla girerken, Rus milliyetçiliğinin yerini Panslavizm’in alması ile yeni bir dönem başlamış ve, Moskova merkezli Rus hegemonyasının gene eskisi gibi imparatorluk toprakları üzerinde devam edebilmesi için, bütün Slav toplumlarını ortak bir çatı altında toplayacak bir Panslavizm akımı, Rus milliyetçiliğinin yeni yüzü olarak dünya kamuoyuna sunulmuştur. Rus milliyetçiliğinin duygusallığı, Slav topluluklarının yaşadığı geniş topraklar üzerinde daha gerçekçi bir politika olarak Panslavizmin ortaya çıkışı ile birlikte aşılmaya çalışılmıştır.
Doğu imparatorluklarının batılı emperyalistler karşısında güç kaybederek çöküşe geçmesi üzerine, bu büyük devletlerin harita üzerinde işgal etmiş olduğu geniş alanların geleceği tartışılmaya başlanmıştır. Avrupa merkezli dünyada batı bölgelerinde modern anlamda devlet yapılanmaları ortaya çıkmasına rağmen, doğu bölgelerinde batıda olduğu gibi çeşitli toplulukların devletleşme olgusu görülememiştir.
Nitekim bu yüzden, Birinci Dünya Savaşı sonrasında doğu bölgelerinin geleceği ile ilgili olarak Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de bir kongre toplanırken, bunun adına "Doğu Halkları Kurultayı" denilmiştir. Merkezi coğrafyanın ötesinde ciddi devlet yapılanmaları bulunmadığı için, bütün Asya kıtasının geleceği ile ilgili düzenlenen uluslararası kongre de, doğu bölgelerinde yaşayan halklar esas alınmış ve bunlar üzerinden doğu bölgelerinde yeni bir siyasal düzen oluşturulmaya çalışılmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında dünyaya yeni bir düzen verilirken, doğu bölgesinin imparatorlukları geride kalmış ve bu bölgede yaşayan halklar esas alınarak, eskisinden farklı bir gelecek oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda Panslavizm ile gelecek arayışının yeterli olamadığı bir aşamada, dünya güçleri Sovyet Devrimini destekleyerek, Panslavizm yerine Pansovyetizmi getirerek, Sovyet Devrimi sonrasında dünyanın merkezi alanı ile doğu bölgelerine yönelik bir ideolojik siyasal yapılanma yaymaya çalışmışlardır.
Panslavizm Slav kökenli bütün halkları Rus İmparatorluğu sonrasında daha geniş bir Rus milliyetçiliğinin çıkarları doğrultusunda bir araya getirmeye çalışırken, bu bölgenin geleceği ile ilgili olarak batı dünyasında bazı yeni arayışlar da gündeme gelmiştir.
Yıkılmakta olan Rus hegemonyasının sonrası için Ruslar Panslavizm ile yeni yapılanmayı devreye sokmak isterlerken, doğu imparatorluklarının üzerinde yer aldığı merkezi coğrafya alanında yeni Rus hegemonya planlarına karşı alternatif arayışlar da öne çıkmıştır.
Rus imparatorluğu yıkılırken, bu ülkenin sınırları içerisinde yer alan Türk ve Müslüman toplulukların, gelişmiş batılı ülkeler düzeyine gelebilmek üzere yeni arayışlar içine girdiği görülmüştür. Rusya’nın Müslüman toplumlarını bir çatı altında toplamak isteyen Panislamizm akımı ile gene bu doğrultuda bütün Türk topluluklarını bir büyük Türk imparatorluğu çatısı altında toplamak isteyen yeni bir tür Türkçülük Pantürkizm olarak öne çıkmıştır.
1905 yılındaki Japon yenilgisi üzerine Rusya karışmış ve 1917 Sovyet Devrimine kadar karışıklık dönemi devam ederken, Panslavizm girişimlerine karşı, hem Panislamizm hem de Pantürkizm akımları yeni alternatif arayışlar olarak tartışma gündemine getirilmiştir.
Dünyanın en büyük kıtasına egemen olabilme doğrultusunda en geniş devlet yapılanması arayışları pancılık akımlarını da öne çıkarmış, milliyetçiliğin yetersiz kaldığı aşamalarda ortak etnik kökenden gelen, ya da aynı sosyolojik ya da kültürel özellikleri taşıyan toplumlara daha büyük devletler olarak toparlayabilmenin çabaları siyasal gündemde belirleyici olmaya başlamıştır. Milliyetçilik akımlarının böldüğü, büyük imparatorluk alanlarında daha küçük milli devletlerin kurulmaya başlandığı bir aşamada pancılık akımları, birleştirici ve uzlaştırıcı girişimler olarak, daha geniş siyasal yapılanmaların öncüsü olmuştur.
Büyük doğu imparatorlukları çökerken, daralan sınırları eski genişliğinde tutabilmek üzere milliyetçiliğin yetersiz kaldığı bir aşamada ortak özellikler, etnik kökenler, din ve kültürel yapıların eskisi gibi daha geniş imparatorluk coğrafyasında birlikte var olabilmesi için, pancılık akımları alternatif olarak devreye sokulmuştur.
Rusların, Orta ve Ön Asya bölgelerinin birlikteliği için düşünmüş olduğu Panslavizme karşı, ikinci alternatif pancılık akımı, Rusya’nın bu doğrultudaki genişleme arayışlarına karşı Pangermenizm olarak ortaya atılmıştır. Roma İmparatorluğunun dağılmasından sonra bin yıldan fazla bir zaman dilimi içerisinde dağınık bir biçimde yaşayan Germen kavimleri sürekli olarak birbirleriyle çarpışmışlar ve bu yüzden bir araya gelerek İngiltere ve Fransa gibi ulusal birliklerini tamamlayamamışlardır. Batı Avrupa’nın millileşen ulus devletleri sömürge savaşlarına çıkarak yeryüzü karalarında rekabete geçerken, Germen kavimleri sürekli savaşarak birbirlerini kırıyordu. Aynı doğrultuda, İtalya’daki şehir devletleri de bir büyük çekişmeye Akdeniz hegemonyası doğrultusunda girdikleri için, İtalyan ve Alman ulusal birliklerinin tamamlanması gecikiyordu. Paris’te 1871 yılında bir komünist yönetim kurulmasına üzerine, Avrupa burjuvazisi çeşitli önlemler alıyor ve aynı yıl içinde Pangermenizim akımının sonucu olarak Alman siyasal birliği oluşturuluyordu. Böylece, Avrupa’nın doğusunda başlatılmış olan Panslavizm arayışlarına karşı en somut cevabı, Almanlar Pangermenizm akımı ile vererek, Alman milliyetçiliği doğrultusunda doğu Avrupa’da yer alan bütün Germen kavimlerinin ortak bir çatı altında tek bir devlet olarak bir araya gelmesi için girişimlerde bulunuyorlardı.
Alman devleti Pangermenizm ile kendi siyasal birliğini sağladıktan sonra, diğer Germen asıllı kavimleri de kendi yanına çekebilmenin arayışı içine giriyordu. İşte bu aşamada Birinci dünya savaşına giden yolda bir Panslavizm ve Pangermenizm çekişmesi, dünyanın siyasal gündeminin belirlenmesinde etkin bir unsur konumuna geliyordu.
Alman birliğini sağlayan Germenler, batı Avrupa kapılarının kapalı olması nedeniyle kıtanın doğusuna doğru yöneliyorlardı. Orta Avrupa’da kurulmuş olan büyük devlet olarak Almanya dünya siyaset sahnesine ağırlığını koyarken, bir milli politika olarak Ostpolitik denilen doğu siyasetini uygulama alanına getiriyordu.
Merkezi Avrupa’da kurulan Alman devleti, Pengermenizm akımı ile çevredeki bütün Germen devletçiklerini tek çatı altında topladıktan sonra, doğuya doğru açılımı ulusal bir dış politika olarak gündeme getiriyordu. Almanya bütün çabalarına rağmen Hollanda, Avusturya ve Danimarka gibi Germen asıllı batı devletlerini çatısı altında birleştiremiyordu. İngiltere, Fransa ve Amerika üçlüsü Atlantik güçleri olarak Merkezi Avrupa gücü olarak Almanya’nın Pengermenizm akımı yolundan iyice güçlenmesini istemiyorlardı. Almanya Pangermenizm akımı üzerinden ulusal birliğini sağladıktan sonra, Atlantik güçlerinin dünyanın merkezi coğrafyasında etkin bir konuma gelmesini önlemek üzere ikinci bir pancılık akımının öncüsü oluyor ve Müslüman toplulukların yaşadığı topraklar üzerinde Almanya merkezli bir Panislamizm akımını örgütlüyordu.
Alman devleti Pangermenizm ile Avrupa kıtası üzerinde güçlü yapısını oluşturduktan sonra, doğuya açılarak genişleme ve batılı emperyalistler ile rekabet etme aşamasında Panislamizmi ikinci bir siyasal akım olarak kendi öncülüğünde İslam coğrafyasına dönük bir biçimde devreye sokuyordu. Osmanlı ve İran imparatorluklarının sınırları içerisinde yaşayan Müslüman ahaliyi bir araya getirme doğrultusunda Alman ajanları, Alman imparatorunun sünnet olarak, İslam dinini kabul ettiği yalanını, Orta Doğu ve Avrasya coğrafyasında yaşamını sürdürmekte olan tüm Müslüman toplumları etkilemek üzere empoze etmeye çalışıyordu.
Alman emperyalizmi, Panislamizm akımını Doğu Avrupa’dan başlayarak doğuya doğru örgütlemeyi ve İslam toplumları üzerinden bütün Orta Doğu ve Orta Asyayı, bu siyasal akımı kullanarak kendisine bağlamak ve böylece Osmanlı İmparatorluğu ile İran Şahlığını haritadan silmeyi hedefliyordu.
Müslüman olduğu söylenen bir Alman imparatorunun etrafında Panislamizm kullanılarak tüm İslam toplumları bir araya getirilmeye çalışılıyordu. Bir anlamda Alman devletinin dünya hegemonyası, Avrasya kıtasının ele geçirilmesine ve bu doğrultuda İslam dininin aracı olarak kullanılmasına dayanıyordu. Böylece, doğu imparatorlukları çökerken, batılı emperyal güçlerin tam merkezi alana girişi aşamasında, ikinci bir pancılık akımı Panislamizm olarak devreye giriyordu.
Germen asıllı kavimlerin hemen hepsinin Avrupa kıtasında yerleşik olması nedeniyle Pangermenizmin Orta Doğu ya da Orta Asya’da geçerlilik kazanması mümkün değildi. Bu yüzden Alman hegemonya düzenini doğuya açılarak bütün Asya kıtası üzerinde geçerli kılabilmenin yolu olarak, Panislamizm, Pangermenizmin tamamlayıcısı olarak Müslüman olduğu söylenen Alman İmparatoru öncülüğünde kullanılmaya çalışılıyordu.
Böylesine büyük bir yalana sığınarak Alman ajanları Avrasya coğrafyası üzerinde Ruslara karşı mücadele ederken, Panislamizm sayesinde bütün Müslüman toplumları arkalarına almaya çalışıyorlardı. Böylece, Pangermenizm akımı ile dünya sahnesine çıkmış olan Alman ulus devleti, Panislamizmi kullanarak Müslüman coğrafyası üzerinden merkezi alan imparatorluğu oluşturmaya çaba gösteriyordu.
Almanlar iki pancılık akımı sayesinde hem varlıklarını ortaya koyuyorlar, hem de genişleyerek emperyalizm mücadelesindeki yerlerini almaya çalışıyorlardı. Doğu İmparatorluklarının sınırları içerisinde yer alan geniş toprakların hegemonyasında, Panslavizm ile beraber Panislamizm ve Pangermenizim yarışı, tarihsel konjonktürün gündeme getirdiği bir doğrultuda uygulama alanına geliyordu.
Doğu Avrupa’nın Germen ve Slav topluluklarını kendi hegemonyası altına alma doğrultusunda Rus ve Alman devletleri birbirleriyle yarışırken, bu coğrafya da geçmişten gelen bir yaşam süreci içinde yaşayan Türk ve Müslüman asıllı topluluklar, ister istemez Alman ve Rus emperyalizmleri arasında sıkışıp kalıyorlardı.
Bu aşamada bir Orta Avrupa devleti olarak Macaristan, Alman İmparatorluğu ile Avrasya bölgesi arasında kalıyor ve Ruslar ile Almanlar arasında başlatılmış olan Doğu hegemonyası kavgasında giderek doğu Avrupa koridoruna sıkışıp kalıyordu. Bir orta Avrupa devleti olarak Macaristan, Hazar bölgesinden gelen göçler sonrasında onuncu yüzyılda Tuna nehri kıyılarında, büyük bir imparatorluk yapısında dünya tarihi içindeki yerini alıyordu. Adriyatik denizi ile Baltık denizi arasında yayılan bir doğu Avrupa krallığını onuncu yüzyılda kurmuş olan Macarlar, daha sonraki gelişmeler çerçevesinde bu hegemonyalarını koruyamamışlardır. Avrupa’daki toplumsal olaylar ve sürekli savaşlar yüzünden Tuna kıyısındaki krallıklarını Macarlar uzun süreli olarak koruyamamışlardır. Macar krallığı zayıflayarak geri çekilme noktasına gelince, Osmanlı İmparatorluğu bu devleti işgal ederek iki yüzyıla yakın bir süre sınırları içerisinde yönetmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun geri çekilme aşamasına geldiği noktada da Balkanlar’daki otorite boşluğunu Avusturya İmparatorluğu doldurmaya başladığı aşamada ise, Macarların resmi katılımı ile Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurulmuştur.
Osmanlı ve Rus imparatorluklarından sonra üçüncü bir doğu imparatorluğu olarak ortaya çıkan bu ortak devlet, yirminci yüzyılın başlarına gelindiğinde zayıflamış ve giderek Almanya –Rusya rekabetinin çekişme alanı konumuna düşürülmüştür. Avusturyalıların Germen asıllı olmaları nedeniyle, Pengermenizm çatısı altında yer almaya doğru bir hazırlık Avusturyalılar içinde gelişmeye başlayınca, İmparatorluğun diğer yarısını temsil eden Macar devleti ve Macar toplumu da kendilerine yeni bir gelecek arama noktasına gelmişlerdir.
Hazar İmparatorluğunun son dönemlerinde ilk Macar Devletini sekizinci asırda Hazar gölünün kuzeyinde kurmuş olan Macarlar, daha sonraki aşamada göçler yolu ile orta Avrupa’ya gelerek önce bir krallık sonra da imparatorluk kurmuşlar ama daha sonraki aşamalarda Avrupa’nın ortasına sıkışıp kalarak, diğer büyük devlet oluşumlarının baskısı altında kalmışlardır. Almanlar ile Ruslar arasına sıkışıp kalan Macarlar, kendilerine eskiden olduğu gibi imparatorluk dönemindeki gibi geniş alanlarda özgürlük ve hegemonya aramaya çalışmışlar ama Alman, Rus ve Osmanlı hegemonyalarının baskısı altında kalarak bir türlü, Ruslar ve Almanlar gibi büyük bir siyasal gücü, yeni bir devletleşme oluşumu ile sağlayamamışlardır. Almanlar Pangermenizm ile doğuya doğru açılırken, Macaristan’ı ezerek geçmeyi düşünmüşler, Ruslar ise kendi hegemonyalarını Avrupa ortalarına taşımak istedikleri aşamada Tuna Nehri kıyılarına gelerek Macarların ülkesini işgal etmişlerdir.
Avrupa içi çekişmelerde, Orta ve Doğu Avrupa güçleri arasında sıkışıp kalan Macarlar, bu sıkışıklıktan kurtulabilmek, Panslavizm ya da Pangermenizmin çizmeleri altında ezilmemek üzere, kendileri için yeni bir çıkış yolu aramaya başlamışlardır. Avrupa kıtasına gelince Vatikan’ın etkisiyle Hıristiyan olan Macarlar bu yüzden Türk ve İslam dünyasından uzaklaşmışlar ve Hristiyan Avrupa kıtası içinde eriyip gidince kendi geçmişlerini unutmuşlardır. Avrupa kıtasının ortasında beş yüz yıllık bir krallık kurabilecek kadar ileri giden Macarların, Hıristiyan dinini benimsedikten sonra iyice bu kıta ile bütünleşerek, geçmişlerini ve eski geleneksel yapılarını unutma aşamasına geldikleri görülmüştür.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde Pangermenizm ile Panslavizm, Doğu Avrupa bölgesini ele geçirme yarışına kalkışırken, arada kalıp ezilmemek ve büyük bir savaş içinde fazla insan kaybetmemek üzere Macar aydınları arasında bir arayış başlamıştır. Bu gibi girişimlerin sonucunda Macarlar tekrar eski köklerine döndükleri noktada, Asya kıtasından gelip bu topraklara yerleşme gerçeği ile karşı karşıya kalmışlardır.
Bin iki yüz yıldır Avrupa kıtasının ortalarında yaşayan ve bu bölgede bağımsız devletler ile imparatorluk kuran Macarlar, giderek genişleyen Pangermenizm ile Panslavizm arasında sıkışıp kalınca, bu iki büyük hareket karşısında eriyip yok olmamak üzere; Macar aydınları arasında kendi kökenlerini öne çıkararak ayrı bir akım biçiminde geliştiren yeni bir pancılık akımı örgütlenme aşamasına gelinmiştir. İşte bu akım Panturanizm olarak siyaset sahnesinde öne çıkarken, Macarların tarih sahnesine çıktığı coğrafya esas alınmıştır. Bir orta Avrupa ülkesi olmasına rağmen kendilerini kurtarma doğrultusunda bir Panavrupacılık akımını kurtuluş çaresi olarak görmeyen Macar aydınları, silkelenip kendilerine döndükleri noktada bir Asya toplumu olduklarını kimliklerini ve ulusal yapılarını koruma noktasına hatırlayarak, Panturanizm akımıyla ortaya çıkmışlardır.
Panturanizm, dünyanın merkezi bölgesi olan Avrasya kıtasında Pangermenizm ile Panslavizme dayanan Alman ve Rus emperyalizmlerine teslim olmamak üzere örgütlenmiş bir akımdır. Tarihsel olarak Macarların geçmişi incelendiğinde, bugün Rusya Federasyonu sınırları içerisinde ayrı bir devlet olarak yer alan Başkurdistan ülkesinden geldikleri anlaşılmaktadır. Hazar Denizi’nin kuzey bölgesinde yer alan Başkurdistan ilk Macar Devleti’nin kurulduğu bölge olmuş ve daha sonra göçler yolu ile Avrupa katısına gidilince, ikinci Macar Devleti Tuna Nehri kıyılarında kurulmuştur. Yirminci yüz yılda, dünya savaşları ile yeni bir dünya düzeni kurulmaya çalışılırken, bütün halklar ve toplumlar kendi kimliklerini yeniden gözden geçirmek zorunda kalmışlar, tarih sahnesinde eriyip gitmemek için kendilerine özgü bir çıkış yolu olarak Başkurtistan’ın tam ortalarında yer aldığı Turan coğrafyası hareket noktası olarak benimsenerek, Pangermenizme, Panslavizme ve Panislamizme karşı ayrı bir çizgide Panturanizm, Macar aydınlarının öncülüğünde dünya sahnesinde yerini almıştır.
Panturanizmin siyasal bir akım olarak tarih sahnesine çıkışı, emperyal bir hegemonya arayan Macar emperyalizminin girişimleriyle değil aksine, Panslavizm ya da Pangermenizm gibi iki emperyalist akımın çekişme ve çatışma alanı ortasında kalarak yok olmamak üzere, Macar aydınlarının gündeme getirmiş olduğu bir ulusal var olma ve kendini savunma refleksidir. İmparatorlukların çöktüğü bir aşamada, belirli bir bölgede topluca yaşayan insan gruplarını bir araya getirmek, ya da kendi devletlerinin eski imparatorluk alanlarındaki siyasal gücünü koruyarak yola devam etme çabasında olan emperyal politikalar kendi pancılıklarını bölge halklarına dayatınca, Slav ya da Germen asıllı olmayan Macarların tarihsel köken arayışları gündeme gelmiştir. Macarlar Hıristiyan kimlikleri yüzünden uzaklaştıkları Türk dünyasına geri dönünce kendi gerçek kimliklerini görmüşler ve bütün Ural-Altay halkları gibi Turan bölgesinin Türk asıllı kavimlerinden olduklarını anlamışlardır.
Hazar imparatorluğu gibi bir büyük Türk devletinin uzantısı olarak göçler yolu ile Avrupa kıtasının ortalarına gelerek bin yılı aşkın bir süredir bu bölgede yaşamlarını sürdüren Macarlar, Alman ve Rus emperyalizmlerinin ayağının altında kalmamak üzere, yüzlerini doğuya dönerek kendileri için bir çıkış yolu aramaya yönelmişlerdir. Bu nedenle, tarih sahnesine çıkmış oldukları bölgenin adını öne çıkararak, Ural-Altay bölgesinden ortaya çıkmış olan halklara Turani kavimler demişler ve kendilerini de Turan toplumları içerisinde sayarak, Panturanizmi kendi kökenleri ile tarihsel geçmişlerine en uygun yol olarak görmüşlerdir. Bir orta Avrupa milleti olarak Macarlar köklerine döndükleri aşamada, tıpkı Almanlar gibi bir doğu politikasını öne çıkarmaya çalışmışlardır. Almanların Ostpolitik adını verdikleri milli doğu politikasına paralel bir çizgide Macarları da doğu politikalarına Turanizm adını vererek, Panturanizmin öncülüğünü yapmaya çalışmışlardır.
Turancılık, Slavcılık, Germencilik ve İslamcılık akımlarına karşı bir ulusal savunma ya da alternatif arayışı olarak gündeme geldiği aşamada, Macaristan’da Turan Cemiyeti kurulmuş, ayrıca bu doğrultuda başka örgütlenmelere gidilerek Macarlar ile beraber Avrupa kıtasının Türk asıllı toplulukları ile yakın ilişkiler geliştirilmeye çalışılmıştır.
Tarihteki adı Fin-Ogur göçleri olan toplumsal hareketlilik süreci içerisinde, Hazar bölgesinden Avrupa’nın çeşitli bölgelerine yayılmış olan Türk asıllı toplumlar olan Bulgarlar, Finliler, Estonlar, ve Çekler ile yakın ilişkiler kurularak, Germen ve Slav asıllı kavimlere karşı bir Turan birlikteliği Panturanizm çizgisinde sağlanmaya çalışılmıştır. Macaristan bu aşamada, Avrasya’daki Rusya ve Almanya hegemonya arayışının alternatif merkezi haline gelince, Macar aydınları ülkelerinden kalkarak Orta Doğu ve Orta Asya yollarına düşmüşler ve kendilerinin de içinden çıkmış oldukları Turan coğrafyasının yeni dönemdeki durumunu tespit etmeye çalışmışlardır.
Macarlar kendi gelecekleri açısından çok korktukları bir Almanya ve Rusya savaşı sırasında savaş alanının ortasında kalarak yok olmak istemedikleri için, kendilerinin Turan adını verdikleri bölgedeki Türk ve Müslüman asıllı halkların durumlarını da belirlemeye çalışmışlardır. Önceliği kendi anavatanları olan Başkurdistan’a veren Macar aydınları, bu bölgenin iç Asya tarafında kalması ve bu yüzden geri dönme ve yeni bir göç mekânı olması açısından yetersiz kaldığını belirleyince, ön Asya coğrafyasının en cazip bölgesi olan Anadolu yarımadası ile de yakından ilgilenmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğunun da bir Türk devleti olması yüzünden, bu bölgeye kendilerini daha yakın hisseden Macarlar, bir büyük savaş sırasında Turan bölgesine geri dönüş istikametinde Doğu Anadolu bölgesini kendileri açısından yerleşmek için uygun bir bölge olarak görmüşlerdir. Bu doğrultuda üç yüz den fazla Macar aydını, Osmanlı ülkesine gelerek, Anadolu yarım adasını karış karış gezmişler ve bu ülkeyi, bir büyük savaş sırasında yeni yerleşme alanı olarak belirlemişlerdir. Asya kökenli bir halk olarak kendi geleceklerini Avrupa ‘da değil, tarih sahnesine çıktıkları topraklarda aramaya başlayan Macar aydınları sahip oldukları tarih bilinci ile dünyanın yeniden biçimlenmesi aşamasında hem kendi açılarından hem de dünya dengeleri yüzünden etkin olmaya çaba göstermişlerdir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya ile birlikte hareket eden Macarlar, doğuya doğru yöneldikleri aşamada Panturanizmi daha da geliştirmişler ve Bulgarlar ve Osmanlılar gibi iki önemli devlet ile, batı Avrupalı Atlantik güçlerine karşı ortak bir savaş içerisinde yer almışlardır.
Atlantik emperyalizmi İngiltere ve Fransa üzerinden dünyanın merkezine dönerek, Avrasya kıtasını ele geçirmeye yöneldiği bir aşamada, dünyanın doğusunda yer alan Turan bölgesinin halkları bir araya gelerek kendi anavatanlarında daha güçlü bir çıkışın arayışı içinde olmuşlardır.
Macar aydınlarının orta Avrupa bölgesinde başlattıkları Turan kökenli kavimlerin gelecek arayışı, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu üzerinden Kafkasya ve Hazar bölgesine kadar ulaşmış ve bu doğrultuda Panturanizm akımı Panslavizm, Pangermenizm ve Panislamizm akımlarına karşı Türk asıllı toplulukların geleceği açısından devreye girmiştir.
Dünyü savaşları ile dünya düzeni yeniden kurulmak istenirken, Slav ve Germen asıllı toplumlara karşı Turan asıllı kavimler bir araya gelerek birleşmek zorunda kalmışlardır Ural-Altay, ya da Turan denilen bölge kökenli olarak dünya sahnesine çıkmış olan bütün Türk asıllı kavimlerin ortak bir gelecek arayışı olarak Panturanizm, en batılı ve gelişmiş Turan toplumu olan Macaristan’da dünya sahnesine çıkmış olması bir rastlantı değil, aksine tarihsel sürecin ortaya çıkardığı bir siyasal birikimin sonucudur.
Macarlar, Turan bölgesini yeniden keşfederlerken tarih sahnesindeki Türk varlığını sorgulayarak, geleceğin dünyası için Panturanizmi bir çıkış yolu olarak görüyorlardı. Turanizm, Macar milleti üzerinden bütün Turan kavimlerinin ve Türk dünyasının yeniden ayağa kalkışının bir anlamda yeni simgesi olarak öne çıkıyordu.
Turancılık Macaristan’da ortaya çıktıktan sonra bütün Türk dünyasında hızla yayılırken Osmanlı İmparatorluğu içinde de tartışılmaya başlanmış ve Türk asıllı Osmanlı toplulukları içinde çok hızlı bir biçimde etki sağlayarak, imparatorluk sonrası dönemde, bir Türk devletinin kurulmasına giden yolda önemli bir ölçüde katkı sağlamıştır. Osmanlı’dan Türkiye’ye geçerken, Turancılığın getirdiği uyanış ile Türkçülük akımı devreye girmiş ve bu akımın hızla örgütlenmesi sayesinde, ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Türkiye cumhuriyeti çağdaş bir devlet olarak kurulmuştur.
Ön Asya ve Orta Asya bölgelerini içine alan, Hazar ve Kafkasya merkezli alana, Turancılık akımı sonrasında Turan bölgesi adı verilmiştir. Güneyinde İran’ın yer aldığı , Turan coğrafyası, Hazar denizinin iki yakasında bir araya gelerek Çin seddine kadar uzanan bütün Türk toplumlarını içine alacak bir düzeyde gelişmeler göstermiştir.
Orta Asya, Kafkasya, Hazar, Ön Asya ve Balkanlar gibi bölgelerde yaşamlarını sürdüren Türk asıllı topluluklar, daha sonraki aşamada Avrupa’daki Turani kavimler ile bir araya gelebilmenin yollarını Panturanizm akımı sayesinde bulabilmişlerdir.
Bu yönü ile Turancılık, Slav, Germen, Latin ve Anglosakson halklarına karşı, Turan bölgesinden tarih sahnesine çıkan Türk asıllı toplulukların var olma ideolojisidir.
Bu yönü ile de, ciddi bir haklılık temeline sahip bulunmaktadır. Dünya haritasında yer alan bütün uluslar ve halklar gibi, Turan halklarının da var olma ve yaşamlarını sürdürme hakları bulunmaktadır.
Batılı ya da Avrupalı uluslar kendi çıkarları doğrultusunda bir dünya hegemonyası oluşturabilmek için dünya savaşlarını gündeme getirirken, tüm diğer halklar gibi Turan kavimleri ve toplumları da kendi varlıklarını koruyabilmenin ve güvence altına alabilmenin yollarını arayacaklardır. Macar aydınlarının bu alanda öncülük yaparak öne çıkmalarıyla, Germen ve Slav asıllı toplulukların yeni emperyal düzenler oluşturarak, Turan asıllı kavimleri yok etme projeleri önlenebilmiştir. Bu gerçek de, Turancılığın emperyalist amaçlı saldırgan bir ideoloji değil, Rus, Alman, Latin ya da Anglosakson kökenli toplumların saldırganlığına karşı tamamen savunmacı bir çizgide haklılık gösteren bir yaklaşım olduğunu açıkça göstermektedir.
Turancılık akımı, Türk asıllı Turan kavimlerinin varlığını korumak ve diğer saldırgan ırkçı ideolojilere karşı, Türk ve Turan dünyasının haklı ve meşru var olma mücadelesiyle dünya barışını meşru zeminde oluşturabilmenin arayışıdır. Hiçbir biçimde saldırgan bir ırkçılık olmayan Turancılık, bu yönü ile ele alındığında bütünüyle haklılık kazanmaktadır.
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
0 notes
yenicagkibris · 6 years
Text
Anti- Taksimci Türk Milliyetçileri -2- Ulus Irkad
https://wp.me/pXsHy-Ko1 TAKSİME KARŞI BİR BAŞKA TÜRK MİLLİYETÇİSİ TALAT TAŞER Talat Taşer de siyasal görüşü Atatürkçülükle Pantürkizm arasında bir tayf çizen anti taksimci bir çerçeve çizmekteydi. Maalesef 1953 yılında bazı Kıbrıslıtürk liderlerin onu İngilizle işbirliği yaparak Türkiye’ye sürgün etmeleri trajedisini yaşar. Talat bu kumpası Türkiye’de hayatı boyunca unutmayacaktır. Talat’ın çok aşırı bir Türk milliyetçisi olduğu ve adanın Türk olmasını savunduğu ama taksime karşı olduğu, bu bakımdan Dr İhsan Ali ile uyuştuğu makalelerinden görülmekteydi. İşte Talat’ın bu görüşleri, taksimci olan Kıbrıslıtürk liderliğinin kendisine karşı gizlice kumpas kurmasına sebep olur. Bazı Kıbrıslıtürk liderlerin kendisine kazık atarak onu İngilizle birlikte Kıbrıs’tan sürgün etmelerini Talat hayatı boyunca hiç affetmedi. Bu tepkisinden de olacak hiçbir zaman artık Kıbrıs’a gelmedi (Eski Baflı, Mağusa’da ikamet eden Ergün Sever Bey’in bana geçenlerde verdiği bilgiye göre 1977 yılında Kıbrıs’a gizlice gelmiş,u.ı.). 1953 yılı öncesinde arada sırada Türkiye’ye gidip gelen Talat Taşer, 1948 yılındaki Türkiye ziyaretinde TC uyruğuna geçmiş fakat bunu gizli tutmuştu. Kendisinden hoşlanmayan liderliğin, anti-taksimci görüş ve yazılarından dolayı, kendisini İngiliz’e ispiyonlamasıyla Müstemleke İdaresi tarafından  adayı terketmesi istenir...Türkiye’de İzmir’de bir gezisi sırasında karşılaştığı bir istihbaratcı polisin verdiği bilgilerden sonra gerçeği öğrenen Talat, hüsrana uğrayıp kıbrlsıtürk liderlerine karşı büyük bir tepki duyar.Kendisi gammazlanarak sürgün olma gerçeğini öğrendikten sonra olayın şokundan Özker Yaşın’a şunları anlatıyordu: “O gece sabaha kadar uyumadım. Öteki gün trenle İzmir’den Ankara’ya dönerken, yol boyunca hep beş yıl önce iki Kıbrıslı liderin bana attıkları kazığı, hayatımı değiştiren  acı olayları düşünüp durdum. Hele Ankara’da yaşadığım beş yıl boyunca , kendisini lider belleyip her türlü özveride bulunduğum .......’ün yaptığını hiç affedemiyorum. Kendi kendime, zavallı budala Talat, diyordum. Herif seni bozuk para gibi harcayarak evinden, yurdundan etti. Oysa sen Ankara’ya geldikten sonra onu kollamak, liderliğini kabul ettirmek için ne zor işlere giriştin. Hiçbir maddi karşılık beklemeden, o adamı mutlu ettirmek için ne zor işlere giriştin. Hiçbir maddi manevi karşılık beklemeden, o adamı mutlu etmek için çok çalıştın. Ey Baflı Talat Efendi, sen dünyanın en enayi adamlarından biri imişsin! Kompartımandaki diğer yolculardan utanmasam hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım. Öğrendiğim acı gerçek beni fena halde yaralamıştı. Yüreğimde müthiş bir kin birikmişti. Düne kadar en yakın dostlarımdan biri saydığım ........’ü  şimdi en büyük düşmanım görüyordum. İzmir’den bindiğim motorlu tren Ankara Garına girerken: Ankara Ankara güzel Ankara Seni görmek ister her bahtı kara Senden yardım umar her düşen dara Marşını mırıldanmaya başlamıştım. Artık kararımı vermiştim………’ün Ankara’daki en büyük muhalifi ben olacaktım. ......... “başı dara düştüğünde” benden bundan böyle hiçbir yardım görmeyecekti.”(Nevzat ve Ben, Cilt -2-,sf.576). Dalkavukluğu sevmeyip açıkça liderliğin taksim politikalarını eleştiren ve adanın tümünde Kıbrıslı Türklerin haklarının olduğunu savunan, ulusalcı görüşü benimsediği halde “Taksim” tezine karşı olan Talat Taşer, 1953 yılının sonlarına doğru, doğup büyüdüğü kent Baf’tan ve vatanı Kıbrıs’tan sürgün edilmişti. Sürgün kararının verilmesinden sonra, Kıbrıs Türk liderliğinin ciddi bir harekette bulunmadığı da bilinmektedir...  Talat Taşer’e, 23 Eylül 1953 tarihinde İngiliz hükümetinin aldığı sürgün kararı, Baf polisi tarafından kendisine bildirildiği söylenir...Talat Taşer, 23 Ekim, 1953 tarihli “Halkın Sesi” gazetesinde kendisiyle yapılan bir mülakatta şunları söylüyordu: (...) “Tek emelleri müstemleke hükümetinden menfaat koparmak olan birtakım kimselerin benim hakkımda ilgili makamlara mütemadiyen jurnallar yağdırdıklarını biliyorum.” Baf halkının sorunlarıyla ilgilenip, bu sorunları “Halkın Sesi” gazetesinde yansıtan Talat Taşer, 1950’li yıllarda merkezin kulağı olmuş ve gazetelere haber kaynaklı makale yazıları yazmıştı... Kıbrıs’tan sürgün edilirken 43 yaşında olan Talat Taşer için muhalif bir gazete ise şunları yazmıştı o yıllarda: “”Talat Taşer’in ikamet tezkeresinin yenilenmemesi memnuniyet uyandırmıştır” (24 Ekim 1953, İstiklal Gazetesi). Türkiye’ye sürgüne gönderildiği ilk zamanlarda çok sefil bir hayat geçiren Talat Taşer’in, bir müddet işsiz ve parasız dolaştığı söylenmektedir. Talat Taşer, Kıbrıs’taki liderliğin kendisine yardım elini uzatıp, Türkiye’deki tanıdıkları vasıtasıyla iş bulacağını zannediyordu, ama yanılmıştı. Yardımına liderliğin yerine,Mersin’deki akrabaları yetişti ve dayısı Dr. Eyyüp’ün (1920’lerde Baf Kavanin Meclisi üyesi) karısının akrabalarından Kıbrıslı İzzet Bey’in Ankara’da  çalıştırdığı “Tarhan Kitabevi”ni (Ankara Kızılay’da bulunuyordu, u.ı) devralarak, 1954 yılından 1968 yılına kadar bu kitabevini çalıştırır. Dönemin devlet büyükleri veya geleceğin umut vaat eden genç politikacılarıyla sık sık temas kuruyordu.Bülent Ecevit de bunlardan biriydi. “Tarhan Kitabevi”, o dönemlerde üniversite eğitimine giden genç Kıbrıslı Türklerin  de bir uğrak yeriydi... Ölümüne dek, sürgün edilmenin ve kendisiyle ilgilenilmemesinin hiddetini taşıdı içinde. Bu yüzden de Kıbrıs Türk liderlerine karşı büyük bir öfke besledi. “Taksim” politikalarını benimsemediğinden ötürü, son zamanlarında daha fazla Dr. İhsan Ali’nin savunduğu Kemalist Sol,anti-taksimci politikaları savunmaya başlamıştı. Anlatıldığına göre; 1964 yılında Kıbrıs’taki Toplumlararası Olaylar nedeniyle, Ankara’da ikamet mecburiyetinde kalan bir Kıbrıslı Türk liderle (Sürgün edilmesinin başlıca sorumlularından biri olarak da onu sayıyordu) bir işyerinde karşılaşmış ve o içindeki hiddet ve öfkeyle onu tokatlamıştı. 1973 yılında, Numan Ali Levent’in “Halkın Sesi” gazetesinde yazdığı bir makalede, Talat Taşer’in, Kıbrıs Türk Liderliği’nin ajanları tarafından sürekli olarak takip edildiği şüphesini taşıdığı belirtilmişti... Baf’taki ve Stavrogonno’daki ev ve bağlarını sattıktan sonra, Küçük Esat’ta bir ev almış, sonraları  Çerkez asıllı bir hanımla evlenmişti. 1968 yılında, “Sapanca Gölü”nün yanında bir ev satın alarak oraya yerleştiği söylenir... 1980’li yılların sonuna kadar, bu evde yaşayan Talat Taşer, sürgün edildikten sonra hiçbir zaman Kıbrıs’a gelmemiştir ( Yakınlarından olan Ergün Sever Bey onun 1977 yılında Kıbnrıs’a sessizce gelip ziyarette bulunduğunu ve geri döndüğünü nakletmiştir,u.ı.). Öldüğü zaman “Kıbrıs Postası” gazetesinde bir anı dizisi yazan Özker Yaşın, Talat Taşer’i “Kıbrıs’ın Yüzbaşı Salahaddin”i diye nitelendirmişti. Doktor İhsan Ali’yi, Süleyman Şevket’i ve Talat Taşer’i bir efsane gibi anlatan Baf entellektüeli (aslen Karpaz’ın Kaleburnu Köyü’nden) dedem Hamza Erdoğan bu yazdığım bilgileri bana daha elli yıl önce sankide beynimde ezberlemem için devamlı anlatıyordu. Bu insanların o dönemlerin birer aydını olmaları dolayısıyla anılmaya ve unutulmamaya hakları vardır diye düşünmekteyim. Yurdunu katıksız bir sevgiyle seven ama 1954 yılında sürgününden sonra yurdunu ziyaret edemeyen, dedem Hamza Erdoğan’ın çok yakın arkadaşı Talat Taşer, Kıbrıs’ın unutulmayacak, Baf’ıyla ve Kıbrısıyla özdeşleşmiş bir aydınıydı. Dedemle birlikte hem onun, hem de diğer aydın arkadaşlarının önünde saygıyla eğiliyorum... DEVAM EDECEK -
0 notes
yenicag · 6 years
Text
Anti- Taksimci Türk Milliyetçileri -2- Ulus Irkad
Anti- Taksimci Türk Milliyetçileri -2- Ulus Irkad
TAKSİME KARŞI BİR BAŞKA TÜRK MİLLİYETÇİSİ TALAT TAŞER
Talat Taşer de siyasal görüşü Atatürkçülükle Pantürkizm arasında bir tayf çizen anti taksimci bir çerçeve çizmekteydi. Maalesef 1953 yılında bazı Kıbrıslıtürk liderlerin onu İngilizle işbirliği yaparak Türkiye’ye sürgün etmeleri trajedisini yaşar. Talat bu kumpası Türkiye’de hayatı boyunca unutmayacaktır. Talat’ın çok aşırı bir Türk…
View On WordPress
0 notes
fatfursen · 6 years
Text
Osmanlı Devletini Dağılmaktan Kurtarma Fikirleri
OSMANLICILIK (İTTİHADİ ANASIR) ; Din- dil ve ırk farkı gözetmeksizin herkesi Osmanlı vatandaşı sayma anlayışına denir. 2. Mahmut başlattı. NAMIK KEMAL, ZİYA PAŞA , SİNASİ önemli savunucularıdır. Bu doğrultuda Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve 1. Meşrutiyet ve 2. Meşrutiyet  ilan edilmiştir. 1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı’ da bulunan tüm azınlıklar gittiği için bu akım tamamen sona ermiştir.
ÜMMETÇİLİK (İSLAMCILIK); 2. Abdülhamitin dış politikasıdır. 2. Abdülhamit bu politikayla özellikle Orta Afrika’da İslamiyeti yaymıştır. Bu politika dünya Müslümanlarını halifenin sancağı altında toplamayı amaçlamıştır. 1. Dünya Savaşı sırasında Arapların İngilizlerle iş birliği yapması sonucu önemini yitirmiştir. 3 Mart 1924′ te çıkarılan bir kanunla Halifelik kaldırılmıştır. Mehmet Akif Ersoy ve Sait Halim Paşa önemli savunucularıdır. 
TÜRKÇÜLÜK (PANTÜRKİZM) ; 19 yy ikinci yarısından itibaren Rusya’nın Panslavizm politikasına karşı Rusya’daki Müslümanların birleşerek oluşturduğu fikir akımıdır. Yusuf AKÇURA, İsmail GASPIRALI, Halide Edip ADIVAR, Fuad KÖPRÜLÜ, Zeki Velidi TOGAN, Ahmet AĞAOĞLU ve Ziya GÖKALP önemli temsilcilerdir. Osmanlı içindeki Türkleri bir bayrak altında toplamayı amaçlayan fikir akımıdır. Cumhuriyetin kuruluş felsefesidir. İstanbulda Türkçülük Derneği kuruldu Yusuf AKÇURA tarafından. Yayın Organı Türk Yurdu’dur. Osmanlı Devletinin toprakları dışındaki Türklerle birleşme düşüncesine TURANCILIK denir
BATICILIK ; Lale Devrinden beri uygulanan fikir akımıdır. Celal Nuri ve Tevfik FİKRET önemli temsilcisidir. Ya batılılaşırız, ya MAHVOLURUZ  prensibi ile hareket etmişlerdir.
FEDERALİZM (ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK) ; Prens Sebahattin tarafından savunuldu. Eyalet sistemini getirmek istedi. Merkezi yönetimin yetkilerini azaltıp yerel yönetimin yetkilerini arttırmak istemiştir.
0 notes