#toprak işleri
Explore tagged Tumblr posts
benimgozumde · 1 month ago
Text
2024 Hobi Bahçesi Kurmak İçin En İyi Ekipmanlar ve İpuçları
Doğayla iç içe yaşamak ve kendi yiyeceklerinizi yetiştirmek, son yıllarda daha fazla insanın tercih ettiği bir yaşam biçimi haline geldi. Özellikle pandemi sonrası dönemde hobi bahçeleri, şehir hayatının stresinden uzaklaşmak ve sağlıklı ürünler yetiştirmek isteyenler için popüler bir çözüm sunuyor. Ancak, doğru planlama ve ekipmanlar olmadan bir hobi bahçesi kurmak zorlayıcı olabilir. İşte 2024 yılında hobi bahçesi kurmayı düşünenler için en iyi ekipman önerileri ve ipuçları!
Hobi Bahçesi Nedir ve Kimler Tercih Eder?
Hobi bahçesi, bireylerin küçük ölçekli tarım yapabileceği, sebze, meyve veya çiçek yetiştirebileceği özel alanlardır. Bu alanlar genellikle şehir dışında veya bahçeli evlerde bulunur. Hobi bahçeleri genellikle şu amaçlarla tercih edilir:
Doğal ve organik ürün yetiştirme: Marketten alınan ürünler yerine, tamamen doğal yöntemlerle kendi ürünlerini yetiştirmek isteyenler.
Stres atma: Bahçede vakit geçirmek, doğayla bağlantı kurmak ve fiziksel aktivite yapmak zihinsel sağlığa katkı sağlar.
Aile etkinlikleri: Hobi bahçeleri, ailelerin birlikte vakit geçirebileceği, çocukların doğayı öğrenebileceği harika bir fırsattır.
Eğer siz de bu hedeflerden birine sahipseniz, 2024 yılı, bir hobi bahçesi kurmak için harika bir yıl olabilir.
2024 Yılında Hobi Bahçesi Kurarken Dikkat Edilmesi Gerekenler
Bir hobi bahçesi kurmadan önce, bazı temel adımları atmanız gerekir. Bu adımlar, bahçenizin verimli ve sürdürülebilir olmasını sağlar.
1. Yer Seçimi
Bahçenizin nerede olacağını belirlemek en kritik adımdır. Yer seçerken şu faktörleri göz önünde bulundurun:
Işık durumu: Çoğu sebze ve meyve bol güneş ışığına ihtiyaç duyar. Günde en az 6-8 saat güneş alan bir yer seçin.
Toprak yapısı: Toprağın verimli ve drenajının iyi olması önemlidir. Ayrıca toprağın pH seviyesini kontrol edin.
Su kaynağı: Bahçenizin yakınında bir su kaynağı olması, bitkilerinizi düzenli olarak sulamanızı kolaylaştırır.
2. Hangi Bitkileri Yetiştireceğinize Karar Verin
2024'te popüler olan bitkiler arasında organik sebzeler (domates, biber, salatalık), aromatik bitkiler (fesleğen, nane, kekik) ve meyve ağaçları yer alıyor. Kendi ihtiyaçlarınıza göre seçim yapabilirsiniz.
3. Planlama ve Zamanlama
İlkbaharda ekim yapılacak bitkileri seçin.
Yaz ve sonbahar için hasat planı yapın.
Sulama ve gübreleme zamanlarını takip edin.
2024 Hobi Bahçesi Ekipmanları Önerileri
Doğru ekipmanlara sahip olmak, bahçecilik işlerini daha verimli hale getirir. İşte yeni başlayanlar ve deneyimliler için ekipman önerileri:
1. Bahçe Eldiveni
Fiyat: 150-300 TL Toprakla çalışırken ellerinizi korumak için mutlaka kaliteli bir bahçe eldiveni kullanın. Eldivenler, hem dikenlerden hem de kimyasallardan koruma sağlar.
2. Küçük El Aletleri
Fiyat: Set halinde 500-1000 TL Bir set genellikle şu aletleri içerir:
Kürek
Tırmık
Budama makası
Bu aletler, toprak hazırlığı ve bitki bakımında işinizi kolaylaştırır.
3. Sulama Sistemi
Fiyat: 1000-2000 TL (otomatik sistemler için) Bitkilerinizi düzenli sulamak, onların sağlıklı büyümesi için şarttır. Otomatik sulama sistemleri zamandan tasarruf etmenizi sağlar.
4. Toprak Test Kiti
Fiyat: 300-500 TL Toprağın pH seviyesini ve besin değerlerini ölçmek için kullanılır. Bu bilgiler, doğru gübre seçimi yapmanıza yardımcı olur.
5. Kompost Kutusu
Fiyat: 500-1500 TL Organik atıklarınızı kompost haline getirerek doğal gübre elde edebilirsiniz. Bu yöntem hem ekonomik hem de çevre dostudur.
6. Bahçe Çitleri
Fiyat: 1000-3000 TL Bahçenizi hayvanlardan ve zararlılardan korumak için çit sistemi kurabilirsiniz. Ahşap veya metal çitler estetik bir görünüm sunar.
7. Seralar veya Mini Tüneller
Fiyat: 2000-5000 TL Özellikle soğuk havalarda bitkilerinizi korumak için küçük seralar kullanabilirsiniz. Bu seralar, yıl boyunca üretim yapmanıza imkan tanır.
2024 Hobi Bahçesi Kurmanın Püf Noktaları
Doğru gübreleme yapın: Bitkilerin ihtiyacına göre organik veya kimyasal gübre kullanabilirsiniz.
Zararlılarla mücadele: Zararlı böceklere karşı doğal yöntemler (örneğin neem yağı) tercih edilebilir.
Toprak düzenli havalandırılmalı: Toprağın verimli kalmasını sağlamak için düzenli olarak çapalayın.
Bitkileri düzenli budayın: Daha güçlü büyümelerini teşvik etmek için budama yapın.
Hobi Bahçesi Kurmanın Faydaları
Hobi bahçesi, yalnızca bitki yetiştirmekle sınırlı değildir; birçok fiziksel ve zihinsel fayda sağlar:
Stres Azaltır: Bahçede çalışmak, günlük stresinizi azaltabilir ve ruh halinizi iyileştirebilir.
Fiziksel Aktivite Sağlar: Bahçede çalışmak, günlük egzersiz ihtiyacınızı karşılayabilir.
Tasarruf Ettirir: Kendi ürünlerinizi yetiştirerek gıda harcamalarınızı düşürebilirsiniz.
Ek Gelir Kaynağı Olabilir: Fazla ürünlerinizi satarak gelir elde edebilirsiniz.
Hemen Şimdi 2024 Yılında Hobi Bahçenizi Kurun!
Bir hobi bahçesi kurmak, hem sağlığınıza hem de yaşam tarzınıza olumlu katkılar sağlayabilir. 2024 yılı için hazırladığımız bu rehber ve ekipman önerileriyle işinizi kolaylaştırabilirsiniz. Unutmayın, doğru planlama ve ekipmanlarla bahçecilik yalnızca bir hobi değil, aynı zamanda bir yaşam biçimi olabilir. Daha fazla bilgi ve öneri için Milli Toprak sayfasını ziyaret etmeyi unutmayın! 🌱
yeni başlayanlar için bahçe rehberi, amatör bahçıvanlar, şehirde bahçe düzenleme, küçük ölçekli tarım, doğal yaşam tutkusu
bahçe düzenleme ipuçları, organik gübre kullanımı, otomatik sulama sistemleri, zararlılarla doğal mücadele, kompost nasıl yapılır?, küçük bahçeler için öneriler, sebze yetiştirme rehberi.
2024 hobi bahçesi kurma rehberi, hobi bahçesi ekipmanları, önerileri en iyi bahçe ekipmanları 2024, hobi bahçesi nasıl kurulur?, hobi bahçesi için gerekli malzemeler, hobi bahçesi planlama ipuçları
1 note · View note
dilperisanimmmm · 1 year ago
Text
Böyle havalara da ölürümmmm ölürüm var ya ölürüm
1 note · View note
amezhu · 3 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
232. BÖLÜM - Hünerli zar - Yuvarlanan hep yek kalbi korkutuyor - 4
Mu Qing derin bir nefes aldı ve kabul etti, “…Doğru, Feng Xin’i inciten bendim.
Feng Xin çok öfkelenmişti, “Onun kesinlikle sen olduğunu biliyordum!”
Mu Qing Xie Lian’a döndü, “Ama bunun sebebi Cennet başkentinin işi bitmiş olmasıydı.  O sıra tüm cennet mensupları kaçmak için bir yol arıyordu fakat o hala gitmeyi reddederek orada kaldı ve çağırıldığında da dinlemedi. Eğer kalmaya devam etseydi er ya da geç karma ateşleriyle yanıp kül olurdu, İşte bu yüzden onu sana fırlatmadan önce onu itmeyi planladım!”
“Ama onu bana vermedin, onun yerine kayboldu ve buraya geldi.” Dedi Xie Lian.
“Çünkü yolda küçük bir kaza oldu.” Dedi Mu Qing.
“Ne kazası?”
“Şu cenin ruhu.” dedi Mu Qing, “Aniden bana arkadan pusu kurdu, beni ısırdı onu götürmemi reddederek ısırmayı bırakmadı. Cennet başkenti tekrar şekillenmeye başlamadan önce onu yukarı çekecek şansım olmadı, yani…”
Yani Feng Xin bir şekilde altındaki toprak parçasıyla birlikte buraya taşındı.
Eğer bu doğruysa Mu Qing iyi bir şey yapmaya niyetlenmişti ama yanlışlıkla işleri daha kötü hale getirmiş ve Feng Xin’e ayıp etmişti. Çok tuhaf bir durum.
Xie Lian “Neden bunu daha önce söylemedin…” dedi, Feng Xin de şüpheliydi, “Beni cennet başkentinde ölüme terk etmeyi planlamadığına emin misin? Beni yere yıkmayı ve orada bırakmayı?”
Mu Qing'in yüzü sertleşti ve Xie Lian'a döndü, “Cenin ruhu tüm zaman boyunca onun göğsünde çömeliyordu ve daha sonra kadın hayalet Jian Lan da geldi, Onun yanmasını izlemek yerine uyandıracağını veya Feng Xin'i hareket ettireceğini düşündüm.”
Böylece Xie Lian da anladı. Mu Qing suçluluk duygusundan kurtulmak için gelmişti sonuçta Feng Xin’i iten oydu. Sorumluluk duygusu nedeniyle doğal olarak biraz çaba harcaması gerekiyordu. Tüm yol boyunca gergin ve sabırsız olmasına şaşmamalıydı, muhtemelen Feng Xin’in ölebileceğinden endişelenip korkmuştu…
Ancak bu bahaneler dizisine inanmak zordu. Feng Xin çılgınca onun saçını çekti, “İŞLERİ NE KADAR DA KARIŞTIRDIN! ONLARI ARADIĞIMI BİLMİYOR MUYDUN? EĞER BENİ İTMESEYDİN BELKİ ONLARI BULABİLİRDİM!”
Mu Qing sakince konuştu, “Cenin ruhu, yüzü olmayan beyazın emrinde, yüzü olmayan beyaz onlara kötücül bir şey yapmaz. Ve senle gitmek istemediler, yani geride kalmak sadece zaman kaybı. Onlara binlerce kez seslensen de boşa olurdu, bu yüzden neden ilk önce cennet başkentini terk edip sonra da bir fırsat bulunca onları aramayasın? Ben sadece o anda tüm hepiniz için mümkün olan en iyi kararı verdim.”
Feng Xin onun olduğu kadar sakin değildi, “Mümkün olan en iyi seçimmiş götüm! Senin ailen değil tabi öyle dersin! Bekle, bunu derken ne kastediyorsun? Beni kurtarmaya ve gitmemi sağlamaya mı çalışıyordun?”
Ancak Hua Cheng sözünü kesti, “Bu kadar boş konuştuğunuz yeter, soruma cevap ver; Jun Wu sana ne dedi?”
Mu Qing çenesini kapattı ve biraz tereddütlüydü.
Hua Cheng ona baktı, “Şu an onun emri altında mısın?”
Mu Qing aniden cevapladı, “Öyle bir şey yok!”
“O zaman bu lanetli zinciri açıkla.” Dedi Hua Cheng.
Mu Qing uzun zamandır tartışıyordu, ağzı kurumuştu ve bir süre sonra kısık bir sesle konuştu, “Zaten dedim… bana inanmayabilirsiniz.”
“Daha önce sorduğumuzda ölümüne her şeyi inkar etmiştin ve bunu ancak şimdi kabul ediyorsun, bu yüzden tabii ki sana inanmak zor olacak.” Dedi Feng Xin.
Mu Qing biraz kızmıştı, “Neden inkar ettim acaba? Eğer olup bitenleri sana daha önce anlatsaydım, zaten bana kesinlikle inanmazdın! Bu tavırla kim herhangi bir şeyi kabul eder ki? Her şeyi kabul ettiğim an kendimi hiçbir şekilde açıklayamazdım. Bu yüzden hiçbir şey itiraf etmesem de olurdu!" Ayrıca, Feng Xin'in başına bir şey gelmemesi büyük bir şanstı ama tüm bu olay oldukça utanç vericiydi ve kişiliği gereği bunu itiraf etmek istememesi de normaldi.
Xie Lian tüm zaman boyunca onu sabırla dinlemişti, “Bırak bitirsin.”
Mu Qing, Xie Lian'a baktı ve zorlukla sendeleyerek konuşması bir an sürdü "Bu... Çünkü benden Ekselanslarına zarar verici şeyler yapmamı istedi, ben reddettim, bu yüzden..."
Hua Cheng onun yerine devam etti, "Yani, bir öfke nöbetinde sana lanetli bir zincir mi taktı?"
Mu Qing konuşmadı.
“Başka bir şey?” Feng Xin ısrar etti.
Hua Cheng'in yüz ifadesinde kayda değer bir şey yoktu: "Az önce söylediğin sözlere yürekten inanıyor musun?"
“…”
Mu Qing sanki büyük bir aşağılanmaya maruz kalmış gibiydi ve soğuk bir sesle, "İsterseniz inanın. Feng Xin'i bayıltmamda bir yanlış anlaşılma var ama ben kimsenin emri altında değilim," dedi.
Feng Xin cevapladı, “Mu Qing… en iyisi doğruyu söylemen.”
Mu Qing onun yüz ifadesini görünce eklemleri çatladı, "Söylediklerim gerçekti! Ne duymak istiyordunuz? Jun Wu'ya teslim olduğumu ve hepinize zarar vereceğimi mi? Aklınızdaki kişi ben miyim? Ekselansları?"‌
Xie Lian'a baktı, gözleri duygusaldı. Xie Lian uzun süre dalgın dalgın ona baktı ama tam konuşmak üzereyken Hua Cheng kollarını kavuşturup önüne kalkan yaptı ve Mu Qing'in gözlerine bakarak sessizce konuştu, "Ekselanslarına böyle bakmana gerek yok. Ne de olsa bir geçmişiniz var."
"Sana sormadım!" diye karşı çıktı Mu Qing, "Ne geçmişi?"
Hua Cheng gülümsedi, "Ne geçmişi mi? Ekselanslarının elinden bir parça ruhani toprak çaldıktan sonra xiulian uygulamak senin için nasıl gitti?"
Gülümsemesi tüyler ürperticiydi ve ses tonu daha da çirkindi. Mu Qing şaşırdı, yüzü soldu ve istemeden birkaç adım geriye doğru sendeledi, "SEN!..."
Mu Qing'in kendisi de Xie Lian'la ruhani topraklar için dövüşme olayının etik olmadığını biliyordu, bu yüzden insanların bunu ortaya döküp parmaklarını ona doğrultmalarından en çok o korkuyordu. Hua Cheng'in ses tonu hafif olsa da güçlü ve acımasızdı.
Mu Qing şaşırmıştı ama Xie Lian da şaşırmıştı. Onun şaşırdığı şey, Hua Cheng'in bu olaydan nasıl haberdar olduğuydu.
Ne Xie Lian ne de Feng Xin dedikoducu tipler değildi ve insanların arkasından doğru ya da yanlışları tartışmaktan ya da herhangi bir şeyi yaymaktan asla hoşlanmazlardı. O sırada Mu Qing'in gidişi onlar için büyük bir şok olmuştu ama bu konuda kimseye bir şey söylememiş ya da şikâyette bulunmamışlardı. O uğurlu toprak parçası için yapılan kavgaya gelince, daha sonra Xie Lian bundan bir daha hiç söz etmemiş ve kimseye de bahsetmemişti. Feng Xin'in de aynı durumda olduğundan emindi.
Bu otuz kadar cennet mensubu, xiulian uygulamak için bir başkasının ruhani toprağını çaldıklarını doğal olarak kimseye gönüllü olarak söylemezlerdi, bu yüzden ya her şeyi tamamen gizli tutarlardı ya da gerçeği çarpıtırlardı. Bu nedenle, Xie Lian daha sonra bu olay hakkında bir daha hiç konuşulduğunu duymadı.
Eğer durum böyleyse, Hua Cheng bunu nasıl öğrenmişti?
Cennet Sarayına birçok casus yerleştirmiş olsa bile, bu olay gerçekten çok uzun zaman önceydi, yaklaşık sekiz yüz yıl geçti ve olaya karışanların çoğu tek bir kelime bile etmedi, yani Hua Cheng'in bu yıllanmış karmaşayı ortaya çıkarması gerçekten mümkün müydü?‌ ‌
Mu Qing sordu, "Ve sen bunu nasıl biliyorsun? Kim söyledi?” Feng Xin'e baktı, sonra Xie Lian'a baktı ve sonunda baktığı kişi yine Xie Lian'dı. Hua Cheng alay etti, "Ekselanslarına bakmana gerek yok, Ekselansları bana böyle şeyleri asla söylemez. Bu, karlı dağın tepesinde ikinizin de bağırdığı bir şeydi, unuttunuz mu?"
Mu Qing'in yüzü solgunlaşıyordu. Xie Lian'ın şaşkınlığı biraz azalmıştı ve terlemesine engel olamadı.
Feng Xin ve Mu Qing birbirlerinin boğazına sarılmaya başladıklarında, sık sık eski kavgaları deliler gibi canlandırır ve çılgınca birbirlerinin ayaklarındaki halıları çekerlerdi, bu yüzden kesinlikle yıllanmış eski pislikleri dinamit gibi paketleyip birbirlerine fırlatırlardı. Hua Cheng'in o sırada bu kadar öfkeli olmasına şaşmamalı. Ama Xie Lian yine de belli belirsiz bundan daha derin bir şey olduğunu hissetti.
Xie Lian'ın aklına başka bir şey daha gelmişti: Kırmızı Kaplı Hayalet ve Sivil ve Savaş Tapınaklarının Yakılması. Hua Cheng, otuz üç göksel yetkiliyi yendiği tek bir savaştan sonra bir gecede ünlenmiş ve alev alev yanan bir ateş ölümlüler diyarındaki tüm tapınak ve mabetleri yakmıştı.
Xie Lian, ruhani topraklar için kendisiyle savaşan cennet mensuplarının sayısını çoktan unutmuştu; unvanları, yüzleri ve söyledikleri sözler bile aklından çıkmıştı. Sadece hayal meyal otuz kişi olduklarını hatırlıyordu.
Peki gerçekten asıl sayı kaçtı?
O zamanki bazı cennet mensuplarının otuz tanesi olabilir miydi?
Eğer öyleyse, bu Hua Cheng'in olaydan uzun zamandır haberdar olduğu anlamına gelmiyor muydu?
Mu Qing'in "O zaman o zamandır bu zaman bu zaman! Her halükarda, bunu hiç düşünmemiştim..." diye homurdanması bir an sürdü.
Tam tartışıyorlardı ki, aniden Xie Lian'ın bacaklarından biri tekmelendi ve bağırdı, “DİKKAT ET!”
Mu Qing bunu hiç beklemiyordu ve anında yere yuvarlandı. Vın, vın ve iki keskin, ürpertici hava üzerinden geçerek duvara çarptı. Mu Qing ayağa fırladı ve göğsündeki ayak izinin tozunu sirkeledi, “BİLEREK Mİ YAPIYORSUN?? İLK ÖNCE SALDIRMAK MI??”
Xie Lian zihni meşgulken cevap verdi, "Üzgünüm üzgünüm, cidden kasıtlı değildi.” Kasıtlı olsaydı, Mu Qing şimdiye kadar duvardaki insan şeklindeki bir deliğe dönüşmüş olurdu. Herkes başını çevirip baktı; duvarın üzerinde iki keskin kılıç saplanmıştı ve kılıçlar hâlâ titriyordu. Feng Xin bağırdı, “KİM VAR ORADA?”
“Orada kimse yok.” Dedi Xie Lian, “Kendi kendilerine hareket ettiler.”
Klink, klank. Etraflarındaki her şeyden öldürücü aura fışkırdı. Duvarlara asıl�� silahlar ağırlaştı, şiddetli bir şekilde sarsıldı, öyle ki tüm oda sarsıntıdan inliyordu.
"Çabuk buradan gidelim!" diye bağırdı Xie Lian.
Yine de beklenmedik bir şekilde, eskiden girişin olduğu yere doğru koştuğunda, Feng Xin bağırdı, "NEDEN ORAYA KOŞUYORSUN? ORADA YOL YOK! Kapı nerede? Bu odanın bir kapısı olamaz mı? NASIL ÇIKACAĞIZ?"
"Eskiden bir kapı vardı!" diye haykırdı Xie Lian, "Ama gitmiş! O kollara ne oluyor? Öldürme niyeti neden aniden patladı?"
Hua Cheng iki parmağını kullanarak kendisine doğru uçan uzun bir kılıcı yakaladı ve fazla güç uygulamadan kılıç kırıldı, parçaları yere düşerken çatırdadı. Konuştu, "Birileri onları kullanmayalı çok uzun zaman oldu ve yalnız kaldılar. İnsanların geldiğini hissettiklerinde öldürmek istediler, hepsi bu."
Diğer ikisi bilinçsizce Mu Qing'e bakmak için başlarını çevirdiler. Mu Qing anında, "BUNUN BENİMLE BİR İLGİSİ YOK!" diye bağırdı.
“Ama,” dedi Hua Cheng, “Bizi buraya sen getirdin.”
“Sadece cenin ruhunu gördüğüm için bu yolu işaret ettim.” Mu Qing karşı çıktı.
Hua Cheng de karşılık verdi, “Yalnızca sen gördün.”
‌Mu Qing’in diyecek hiçbir şeyi yoktu ve yumruklarını sıktı. ‌ Feng Xin konuştu, “Pekala şimdi ne yapıyoruz?‌ Bu silahlar kendilerini sakinleştiremez mi?"
‌ ‌ ‌Hua Cheng cevaplamadan Xie Lian aniden bu tür canavar ve şeytanlarla nasıl yüzleştiğini hatırladı ve mırıldandı, “Mümkün! Ama… öldürmelerine izin vermeliyiz.”
“Ama şu an buradan çıkış yok.” Dedi Feng Xin, “Ve burada yalnızca kilitlenmiş dördümüz varız. Nasıl öldürmelerine izin vereceğiz? Neyi öldürebilirler?”
Tam Xie Lian konuşmak üzereyken, Hua Cheng aniden şöyle dedi, “Üçümüz.”
“Ne üçü?” Feng Xin sorguladı.
“Sadece düzeltiyorum, hepsi bu.” Dedi Hua Cheng, “Burada kilitli olan yalnız üçümüzüz.”
Xie Lian kafasını çevirdi. Tabii ki cephanelikte dördüncü kişi olması gereken Mu Qing yok olmuştu.
Doğruydu. Mu Qing’in durduğu yerden boş havadan başka bir şey yoktu. Feng Xin sersemlemişti, “Bu nasıl olabilir? Az önce orada duruyordu!”
Hua Cheng daha önce böyle bir şeyle karşılaştığından hiç de şaşırmamıştı ve konuştu, “Artık yüzü olmayan beyazın bölgesindeyiz. Herkes onun emirlerine uyar, korkacak hiçbir şeyi yok yani tabii ki istediği gibi insanları götürebilir.”
“…”
Daha önce, Feng Xin'in Mu Qing'e tamamen inanmadığı zamanlarda sarf ettiği sert sözler çoğunlukla öfkeyle söylenmişti, ancak şimdi gerçekten ne diyeceğini bilemiyordu. Sonunda, "Ekselansları, Mu Qing, o, o gerçekten... olabilir mi?" diyene kadar uzun bir süre geçti.
Xie Lian hemen cevap verdi, "Şu anda bu konu hakkında konuşmayalım. Bu silahlar şiddete başvurmak üzere, önce onları sakinleştirmenin bir yolunu bulmalıyız, aksi takdirde lime lime edileceğiz.”
Ardından sırtında taşıdığı Fang Xin'i çıkardı. Ancak Hua Cheng kararlı bir şekilde elini bastırdı.
Xie Lian şaşırarak başını çevirdi ve Hua Cheng'in dikkatle ona baktığını, gözlerinin kenarlarında yavaş yavaş kırmızının yayıldığını gördü.
Karanlık bir sesle, "Gege, kılıcı çekerek ne yapmayı planlıyorsun?" dedi.‌
11 notes · View notes
yakazakalb · 3 months ago
Text
Kardeşim askere gitti geçen ay. Gitmeden önce hazırlıklar alınacaklar vs hep bir koldan halledelim dedik . Ki en küçük numara olunca bütün işleri merasimle yapılıyor. İşlerini bitirdik. O iş arkadaşları ile görüşmek için ayrıldı..biz de bi kaç işimiz daha vardı onları hallettik. Asker beyin görüşmelerinin bitmesini bekleyeceğiz. Merkezde kentsel dönüşüm olduğu için yeni işhanları yapmış belediye. Ama daha kullanılmıyor. Çevre düzenlemesi ile falan çok hoş olmuş. "Aaa" dedim gelin. "İnsan eli değmemiş bi yer buldum galiba. Çok temiz görünüyor. Burada biraz oturup bekleyelim." -Çok da uzağa gidemezdik araba otoparkta olunca oraya yakın bi yerde beklememiz lazımdı. - çimleri yeni ekmişler, güzel de sulanmışlar mis gibi toprak kokuyor. Ben de gayr-i ihtiyarî çime bastım. Sonra da 'ayy kuzum ben sizin canınızı yaktım. Yeni de ekilmişsiniz inşallah ölmezsiniz' diye böyle sesli özür diledim. Oturdum banka. Biraz sonra annem geldi. Löppedenek çimlere basmasın mııı. İçim gitti. Anne bu çimler yeni ekilmiş. Zarar vermiş olmadın mı dedim. Kızım yeni ekilen çimlere basmak iyi olur kuvvetli çıkarlar, güçlenirler dedi. Hımmm dedim. Bilmiyordum. Sonra içimden düşündüm. Benim de üstüme basıp geçenler oluyor. Çok eziliyorum. Güçlenmem için mi oluyor bunca şey...
Belki de...
Kendimi güçlü sansam da, çok zayıf yerlerim var biliyorum. Ve insan hep zayıf yerlerinden vuruluyor...
Bi de insan eli değmemiş diye gittik. Dakka bir gol bir. İnsanlar çekirdeklerini çitleyip hunharca batırmayı yine başarmışlar orayı da.
*çimlere dahi kıyamayanlara kıyanların dünyası burası.
Tumblr media Tumblr media
16 notes · View notes
siktiringidinlutfen · 2 years ago
Text
yazıp yazıp siliyorum. bazen değil, çoğunlukla bu hayatın benimle alıp veremediğinin ne olduğunu düşünüyorum. tam bir sene önce. yaşadıklarıma karşı acıyla yakındığım bir yazı yazmıştım. şöyle anlatmıştım kendimi; ‘ben küçüktüm, çocuktum anne. neden büyüyen insanlar çocuklarını dövüyor ki? hatırlarsın anneciğim. bir gün okuldan gelmiştim. ödevlerimi yapıyordum, mutluydum çünkü babam yok, mutluydun çünkü babam yok. geç gelecek ve onun azarını işitmeyeceğim için çok mutluydum. geç gelecek ve sana vurmayacağı için çok mutluydum. ama o çocuğun ne kadar saf bir düşüncesi varmış. ya da korkunun yarattığı bir düşüncenin içindeymiş. her neyse. babam düşündüğümüz gibi eve geç gelmedi. sonra beni yanına çağırdı 'gel oğlum otur ayağımın ucuna.' dedi. sen öylece korkuyla yüzüme baktın. bilirdin her zaman böyle yapacağını, bilirdin beni mahvedeceğini. bilirdin, beni hep böyle köpek gibi ayağının ucuna çağırıp otutturacağını. işleri doğru düzgün yapmazsam dayak yiyeceğimi. bilirdin. ödevlerim de bir yanlış görürse ağlatmaktan bile beter edeceğini bilirdin.. üzülme anne, bedenindeki morluklarla bile ayakta zor duruyordun. nasıl yardım edecektin bana? üzülme anne.. anne onun babalığını hiç görmedim. gerçi sana bile veremediği o sevginin gramını, bana nasıl verecekti ki anne? baba olmak onun için neydi ki? babalık nedir söylesene anne? babalık, saatlerce fiziksel şiddete veyahut psikolojik şiddete maruz bırakmak mıdır? nedir ki babalık? ben bilmiyorum anne.. ben baba olmaktan korkuyorum anne. bazen babası olan çocukları görüyorum, onları sevmediğini düşünen ama elinden geleni yapmak için didinen babaları görüyorum. belki o çocuklar babaları daha iyi olsun isterlerdi. hayalleri, en büyük hayalleri bu olsun. yani belki böyle isterlerdi. ama benim en büyük hayalim bir babam olmamasıydı. anne. çünkü saatlerce sana vuran bir babayı neden isteyesin ki? ama evet. bende bir baba istedim beni kucak dolusu sevgisiyle saracak. fakat gerçekleşmeyecek bir hayal kurmak bana daha çok acı vereceğinden kurmadım. sana kızmıyorum anne, bana iyi bir baba, kendine iyi bir eş seçemediğin için kızmıyorum. kızmıyorum anne. çünkü nereden bilebilirdin? doyasıya aşkla sevdiğin adamın canavarlaşacağını. anne ben, fiziksel olarak büyüdüm. ama ruhen. ben hala babasının ayak ucuna oturan o küçük erkek çocuğuyum.’ artık korkmuyorum anne. baba olmaktan, korkmuyorum. senin eskiden, saçlarımı severken ellerinin titrediğini. gözlerimin içine bakarken, bakışlarına korkunun yerleştiğini. elimi tutarken bile, çekindiğini. hepsini görüyordum. ama yine de sen bir anneydin. ne kadar babama dış görünüş olarak benzesem bile, o şefkat kokan ellerini benden hiç esirgememiştin. o sevgi dolu bakışlarını hiç üzerimden çekmemiştin. o yaralarla çevrili bedenini defalarca beni korumak için, siper etmekten çekinmemiştin. asıl korunması gereken senken anne, beni defalarca korumuştun. sevginin bile seni korkuttuğu zaman, o güzel sözlerini, acıyla biten masallarını. benden esirgememiştin. o güzel yüreğinden öpüyorum anneciğim. üstüne örtülen toprak, seni üşütmesin güçlü kadın.
120 notes · View notes
nesrin-c · 2 years ago
Text
YİĞİT MUHTAÇ OLMASIN KURU OĞAN'A.
Bir zamanlar, beni günahı kadar sevmeyen bir akrabamız vardı.
Yalan yok, ben de onu hiç sevmezdim.
Birbirimizden haz etmemek için sebep çoktu.
Bu akraba, paragöz, çıkarcı, içten pazarlıklı ve gelene "ağam", gidene "paşam" diyen, çok acayip bir herifti. Malı ve mülküyle toplumda yer bulmayan çalışır ve her fırsatta çevresindekileri parasıyla dövmeye kalkardı.
O da benim için ortak tandıklarımıza "Boşverin o Kürtçüyü! Bu yaşa gelmiş, işi gücü, siyaset yapmak, topluma fitne sokmak. Eşek kadar olmuş ama bir evi bile yok." derdi.
Arada bir, onun bu dediklerini bana yetiştirip "Tamer, bilmem kim yine senin için böyle böyle dediler." falan diyenler olur ve "Neden bu adam seni sevmiyor?" diye sorarlardı.
Ben de onlara "Bunda şaşılacak bir durum yok dostlar" derdim. "Bu şahsın beni sevmemesi, benimle aynı masalarda, sohbetlerde, eylemlerde olmaması, hatta hakkımda ileri geri laf etmesi, benim açımdan gurur duymam gereken bir durum. Aksine, ne zaman bu herif beni övmeye başlar, işte o zaman ben kendimden ve gittiğim yoldan şüphe ederim."
***
Yıllar geçip gidiyor ama bu düşüncemde milim değişme yok.
Bizler herkesin sevdiği olmadık.
Olmak istemedik.
Böyle bir derdimiz olmadı.
Çünkü "herkesin sevdiği olmak" demek, en basit tanımıyla, "yavşak" olmak demektir ve yavşaklık bize göre tedavisi olmayan salgın bir hastalıktır.
Düşünsenize bir.
Herkes sizi çok seviyor.
Sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi, laiki, şeriatçısı, ırkçısı, yobazı, devrimcisi, liboşu, magandası, hortumcusu...
İğrenç!
Duruşu olanın düşmanı olur.
Bu böyledir.
Duruşu olanın, anlaşılmama ihtimali, değer görmeme ihtimali, dışlanma, horlanma, kaybetme ihtimali, yavşaklara göre daha çoktur. Çünkü doğrular "insanların en nefret ettikleri şeyler" listesinde hep ilk sırada yer alır.
Yoksa hepimizin onun köyde ne işi var?!
Duruşu olanın işi zordur.
Ama bu onurlu bir zorluktur.
Bu yoldan giden ah etmez, minnet etmez, diz çökmez, biat etmez, aman dilemez.
Duruşu olan insan, geceyarısı, elindeki paslı tenek kutuya vura vura, sokakları gezip, insanları uykudan uyandıran delidir.
Bu yüzden yediğimiz küfrün, hakaretin, linçin haddi hesabı yoktur.
Bu böyledir.
***
Seçimlerdeki halimiz de tamamen bu değil mi?
Bize, yavşaklığın rağbet gördüğü bir ülkede, dik durmanın bedelini ödetiyorlar.
İlle de "Kürt Varlığı" söz konusu olduğunda, birdenbire yalnızlaşıyoruz. Etrafımızda kimse kalmıyor.
Neden?
Çünkü asırlardır bizim buralarda en çok pirim yapan sözler "bayrak, ezan, toprak"tır.
Adam açtır.
Adam açıktadır.
Adam kira ödeyemez, evine, çoluk çocuğuna bakamaz.
Adam vitamin alamaz, et yiyemez, sağlıklı yaşayamaz.
Adamın yarını yoktur.
Adamın evi barkı yoktur.
Adamın hayalleri yoktur.
Ama adama "Bayrak, ezan, toprak" de, ölür de gıkını çıkarmaz.
Dilini tabut yapar, ağzına gömer de, tek tek kelime etmez.
İşte bizler tam bu noktadayız.
Kızıyoruz.
Öfkeleniyoruz.
Sitem ediyoruz.
Gönül koyuyoruz.
Küsüyoruz.
Yine de çok iyi biliyoruz ki, ne yaparsak yapalım, değişen bir şey olmayacak. Çünkü gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenmiş bir kere.
Hatırlarsnız,
biz treni yıllar önce, zamanında elimize geçen o tarihi fırsat olan "Köy Enstitüleri"ni yaşatamadığımızda kaçırdık. Ülkenin bir kısmı kendi çabasıyla kurtulup "halk" olmayı başarsa da, yaşananlar bize geri kalan kesimin halen "ümmet" kaldığını gösteriyor.
Bizim bu ülkede tek derdimiz ümmet kalanlardır.
Bizim için dert olan bu durum, kimileri için de ekmek kapısıdır.
"Allah bereket versin."
Neremizi yırtarsak yırtalım dostlar,
Bu kara günlerden kurtulmanın tek yolu, ne yapıp edip, her koşulda, aklın ve vicdanın etrafında birleşip, kimsee kızmadan etmeden, küsmeden darılmadan, mücadeleye devam etmektir.
Unutmayalım,
Eğer bu ülkede bir parça nefes alınabiliyorsa, bu bizim inadımızın ve inancımızın sayesindedir!
Daha düne kadar Kürtlere yönelik "Dağlarda ne işleri var, gelsinler mecliste siyaset yapsınlar." diyenler, şimdi çıkmış "Mecliste terörist istemiyoruz." diyorlar.
Onlara göre, onlara benzemeyen herkes "terörist" ve bununla kodladıkları ümmet bizi sevmiyor.
***
Sevmesinler.
Eğer bizi, sırf ezilip büzülüp, yalan dolan söylediğimizde seveceklerse, hiç sevmesinler.
Biz değerlerimiz uğruna direnmeye devam ederiz.
Yalnız kalsak da, anlaşılamasak da, hor görülsek de, kovulsak da, biz duruşumuzu bozmayacağız.
Anlaşılsın artık.
Bize bu ülkenin faşistinden, yobazından, başı ayrı, kıçı ayrı oynayanından hayır yok.
Olmasın da zaten!
Sırf böyleyiz diye,
Sırf böyle doğrucuyuz diye,
Barış istiyoruz, daha iyi yaşam koşulları istiyoruz, ekmek, hak, adalet istiyoruz diye
ve
Sırf "Kürde cehennem olan toprak, biz cennet eylemeyiz." diyoruz diye, oyumuz yüzde otuzu-kırkı geçmiyor mu?
Geçmesin, babasını satayım!
Nolur?
***
Elin faşisti bize övgüler yağdırmasın.
Elin yobazı bize alkış tutmasın.
Oy uğruna eğilmeyelim, bükülmeyelim.
Kazanmayı hedeflediğimiz zafer bizi bizden etmesin.
Yiğit muhtaç olmasın kuru Oğan'a.
t a m e r d u r s u n
#tamerdursun
69 notes · View notes
yasamsallik · 2 years ago
Text
Tumblr media
Mutluluk....
Bir çift tatlı sözdür, yumuşacık bir dokunuştur.
Affetmektir, sevmektir, sevilmektir.
Çevreye dağıtılan bir tebessümdür, bir kahkahadır mutluluk.
Mutluluk elimizde olanlara sevinmek, olmayanlar için ise üzülmemektir.
Her zaman bizden daha iyi durumda olanları değil, bizden daha zor durumda olanları düşünmektir.
Birazcık işleri ertelemek, hayatın frenine basıp birazcık yavaşlatmak, kendimize zaman ayırmaktır.
Bir çiçeği gördüğünde ona tebessümle yaklaşmak ve onu sevmek ve koklamaktır.
Bahar yağmuru altında yürümek ve ıslanmak, yağmur sonrası toprak kokusunu teneffüs etmektir.
Eşine veya sevdiğine Seni Seviyorum demek, bir güzel söz söylemek, bir tatlı bakış kondurmak, bir demet çiçek vermektir.
Evladına doya doya sarılıp, kokusunu içine çekmektir.
Bazen bir bardak çay yanında sıcak bir simit ve peynirdir mutluluk.
Mutluluk bir yerde bakış açımızdır;
Pozitif olmak, hep siyah beyazdan ziyade diğer renkleri de görebilmektir.
Her günümüzü son günümüz olarak bilip tüm canlıları sevmek, incitmemek, çevremize güven vermektir.
Olaylar karşısında empati yapabilmektir.
Kış ortasında bile baharı yaşamak, yaşatmaktır mutluluk.
Mutluluk aramakla bulunacak bir şey değildir, onu inşa etmek gerekir...!
~
Doğan Cüceloğlu
31 notes · View notes
onderkaracay · 5 months ago
Text
Tumblr media
🎯 Suriye Politikasında ki Tuzak Nedir? 🎯
Yakın tarihte bu bölgede yaşanan gerçeklere bakarak bunu anlamak mümkün.
İlk önce son günlerde sık sık hatırlattığım bir sözü yeniden bu yazının içine de bir tablo gibi asmak istiyorum.
Önümüzdeki günlerde bu sözün ne anlama geldiğini herkes çok iyi anlamak zorunda kalacak.
Bize saldırmak isteyen azgın batı çetesinin Ortadoğu bölgesinde dost görünümlü düşmanları, düşman görünümlü dostları var.
Günü geldiğinde birileri birilerini satacak.
Yüz yıl önce ki tecrübeler ve 1991 yılında Irak'ın Amerika tarafından işgal edildiğinde bunu gördük.
Önce Saddam Kuveyt'i işgal etmesi için kışkırtıldı. Bölgenin güçlü ülkesi sensin devrim muhafızların var falan.
Sonra Saddam Kuveyt'i işgal etti.
Sonra sahtekar Amerika Kuveyt'e yardım elini uzattı sizi kurtarabiliriz adı altında Irak'a girmenin bahanesini dost görünümlü düşmanları ve düşman görünümlü dostları sayesinde tereyağından kıl çeker gibi Irak işgal edildi.
Saddam'ı kimse savunmadı.
Bunu neden anlattım?
Bu azgın ve yalan din adına yüz yıl önce ki Anadolu'yu parçalama ve Anadolu'dan toprak koparma hayali hazırlığı içinde olanlar Mustafa Kemal Atatürk ve Türk ulusunun direnişi sonrası kaybetmiş yalnız kinlerini bugünlere saklamış ve büyütmüş bir şekilde Atatürk sonrası içimizden mandacı zihniyetleri satın almak yoluyla bu din adına terörü Türkiye Cumhuriyeti sayesinde koruyarak bugünlere gelmiştir.
İran sonrası hedefte biz varız.
Asıl hedef her zaman Türkler ve Anadolu olmuştur.
Çünkü dünyanın bakir bütün doğal kaynakları Türklerin yaşadığı Anadolu gibi jeopolitik ve stratejik öneme sahip toprakların bize ait olması bu azgınlığı her zaman çıldırtmıştır.
Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında halifeliğin bu topraklara getirildiği günden bugüne bu topraklar da kan ve savaş durmuyor.
Dini kullanarak ve sözde dini bahane ederek bu değerli toprakları batı çetesi ele geçirmek için her türlü hileyi kullanıyor.
Gelelim bugün ki Suriye de düşülen tuzağın ne olduğuna.
İlk tuzak nato ile gerçekleşti.
Sonrasında askeri darbeler peşpeşe geldi.
.
24 Ocak kararları sonrası tanklar yerine bankaları kullanarak özelleştirme talanı ile ekonomik tam bağımsızlığı hedef aldılar yerli tüm taşeronları ile yasal kılıf hırsızlığı yapıldı.
Son yirmi iki yılda ise son proje iktidar hem Cumhuriyet'in tüm birikimlerini satması ve Suriye de tuzağa bizi düşürmesi için bop eşbaşkanı yapıldı.
Projenin ülkemiz dahil 22 ülkenin sınırları değişecek Amerikan dış işleri bakanının ifadesi olduğu halde 22 yıldır üllemizi bu projenin eşbaşkanı hala her türlü hukuksuzluk ve talana rağmen yönetmeye devam ediyor.
Kitle imha silahları din ve medya ile cehalete mahkum edilen toplum bugüne kadar çok kolay aldatıldı.
Suriye'de ülkemiz bir hafta içinde siz yeni Osmanlı olacaksınız havucu ve müslüman ülkelerin halifesi yine siz olacaksınız ikinci havucu ve gazı ile hem sınırlar da mayın kalmadı mülteci adı altında terörün ülkemize sızmasının önü açıldı. Rusya tarihinde ilk kez sıcak denizlere Akdeniz'e inme başarısını bunlar sayesinde gösterdi. Bu projenin bir parçası da buydu. Sonra Suriye'nin kuzeyinde ki terörü topraklarımızı kullandırarak o bölgeye kendi çabaları ile yerleştirdiler. Amerika bize hem dost diyor hem bu teröre silah ve eğitim desteği vererek bize düşmanlık ettiği halde Kürecik ve İncirlik üssü ile gerek Filistin topraklarında işgalci olan terör yapısı istihbarat verilerek hala korumaya devam ediyor.
Sonra gidişatın bir ihanet ve aldatmaca olduğu iç piyasada anlaşılması sonucu Fırat kalkanı vb askeri harekat yapıldı yalnız Rusya engeli sonuç almayı önledi.
Bunun ileride bize saldırı yapılması için biz tuzak olduğunu biz yıllarca yazdık uyardık dinleyen olmadı.
.
Neydi o tuzak?
Suriye topraklarında işgalci devlet durumuna düşürmek ve bununla suçlamak.
Nitekim Rusya ağzı ile konuşan Esad ne diyor mülteci sorununu konuşuruz yalnız ülkemiz topraklarını işgal eden Türkiye Cumhuriyeti bu işgale son vermesi gerekir gibi önümüzdeki dönemde bize karşı kullanılacak suçlamayı dillendirdi.
Rusya ve Suriye yarın kiminle birlikte hareket edecek?
Bunu bizimle birlikte hareket eder diyebilir miyiz?
Diyemeyiz?
Rusya ne ister?
Taviz ister!
Gayriulusal bir zihniyet proje bir zihniyet bugüne kadar olduğu gibi taviz vermeden kendini iktidar da tutabilir mi?
Tutamaz.
Suriye'de görev yapan askerler ile zaman zaman karşılaştığımda soruyorum Suriye'de neler oluyor diye?
Bugün kadar tanımadığım askerlik görevini bırakmış askerler dahil kaç asker ile konuştum saymadım hepsinin ortak tespiti ve sitemi şuydu;
Biz Suriye de neye hizmet ettiğimizi bilmiyoruz.
Çünkü tek adam dışında Suriye politikasının neye hizmet ettiğini kimse bilmiyordu.
Gerçekleri tüm direnenler olarak ayrı ayrı yazarak Türk insanını bilgilendirmeye ve uyandırmaya devam ediyoruz.
Rusya 33 askerimizi vurdu yas ilan edilmedi Filistin topraklarında ki terörün kurduğu bir terör örgütünün bir mensubu öldürülüyor iç piyasada kendi kitlelerini diri tutmak için Türk ulusunun asla sahiplenmediği yas ilan ediliyor.
Kimin nereye hangi projeye hizmet ettiğini buradan görmek mümkündür.
Irkçı ve mezhepçi politikaların bu ülkeye verdiği zararı hiçbir politika vermemiştir.
Osmanlı imparatorluğu da bu sebeple tarih oldu. Selçuklu devleti de!
Türkiye Cumhuriyeti de aynı sonu yaşasın diye mücadele edenler ile mücadele etmeye devam ediyoruz.
Türk Fırtınası kasırgaya dönüştüğü gün bir asır önce ki tüm mandacı zihniyet sahipsiz ortada kalacak.
Mustafa Kemal Atatürk yüzünden Anadolu üzerinde plan ve proje yapanlar Mustafa Kemal Atatürk'ün askerleri Türk'ün türküsünü hep birlikte söylemeye başladığı gün bu niyetlerini sonsuza kadar unutmak zorunda kalacaklar.
Bu çağa Türk çağı dememizin sebebi budur;
Asırlardır silah, düşman ve savaş üreten yeryüzü çetesinin kim olduğunu Türkler sayesinde tüm insanlık öğrenmiş olacak.
Türkler Türk Birliğini kuracak ve bütün dünyada silahların yok edilmesi gerektiği çağı insanlık adına ilk başlatan ulus olacağız.
Bunu silah, düşman ve savaş üreterek dünyanın yaşanmaz bir yer haline bu sebeple geldiğini anlayan her toplum sahiplenecek.
Yurtta barış dünyada barış insanlık siyaseti sayesinde bu zulmü yine Türkler adına beyin savaşları komutanı Mustafa Kemal Atatürk sayesinde kazanmış olacağız.
Önder Karaçay
1 note · View note
seslimeram · 1 year ago
Text
Yalanlar Hayatı Ezip Geçerken...
Tumblr media
Bir tevatür değil, hakikat kılınmış olagelen yalanlarla birlikte hayatın biricikliği ayaklar altına alınıyor. Hepsi hepsi belirli, sınırları bariz bir ömrün var edilebildiği bir gıdım saha, yer, toprak parçasında olmakta olanın cerahati bu hayat kurgusunu tümden, aralıksız bir halde yıkımla dönüştürülmesini imliyor. Bir tevatür değil doğrudan akla / fikre / bedene yönelik politik bir cerahat istemi ve imaliyle yaşama eylemi eksik kılınıyor. Duraksamak nedir bilmeden biçimlendirilmiş olagelen hamleler bütünüyle yaraları hep yepyeni olan yaraları var ediyor. Binbir badirenin ortasında yaşama tutunmaya çalışanların gözlerinin önünde küfelere yepyeni yükler ekleniyor. Tükenmek nedir bilmeyen bir sınama halinin içinde modern zamanların, yenilikçi nam despotik devletleri hayatı hiç kılmaya ant içiyor. Her gün her anlamda bir hayat memat meseline dönüştürülüyor. Bir yazgı bariz bir karar ya da ihtimalmiş gibi bu coğrafyanın her gününde belirgin bir karanlıkla baş başa terk-i diyar ediliyor insanlık. Dünyanın gümbürtüsü içinde geçen yazımızda belirttiğimiz gibi bir karanlık tahakküm evreninde hayat o kapkara halin esiri kılınıyor. Cürümlerle birlikte, bütünleşik yönetimler sayesinde hayatın mahvı eksiksiz kılınıyor.
Bir biçimde yalanların hakikat kılınmasının yolu her gün o mahvı süreğen kılıyor. Burası gibi boyunduruk altına alınmış, her günün ama az ama çok zorluklarla / engellemeler ve bitimsiz bir çıkış / yaptırım haline rehin edildiği yerlerde olagelen tehditlerin gerçekliği, bir biçimde o mahvetme halini de sürekli günceller. İletişim işleri başkanlığı nam yapının bildirdiği / yönergeler doğrultusunda sunulagelen cerahatli akıllar / ön alma hallerinin hep kıyısında yaşamın derdest edilmesi söz konusu edilendir. Yaralayıcı, eksilen, cerahatin tam da ortasında kendi kendine terk olunan insanlık mefhumunun nasıl bilinçle / daimi bir tahakküm nesnelliği ile var edildiği artık afişe olandır. Yalanlar doğru diye bildirilirken ol yalanların hakikat kılınması çabası eksiksiz konulurken, yeniden ve yeniden türetilen kin, nefret ve ayrımcılıkla dışarıya akıl verilirken içteki yaralar çoğaltılır. Tümüyle dünyanın en doğrucu ülkesi savı var edilirken eylenen her hamle, ortaya serilen her çabala bir şekil, bir düzlemde olan bitenin mahva sevkinin de nasıl işlevselleştirildiğini göstere gelir. Hiç ama hiçbir insani mefhumun peşinden koşulmayan, her şeyin aralıksız bir girdap halinde, gümbürtü içerisinde zehir zemberek hallerle boğuntuya konulduğu bir zeminde onca nutuk, o kadar laf, bir dolu fikriyatın boşa heder edilmesi, karşılığının dipsiz bir karanlık kılınmasıdır mesele. Yeni yüzyılında bildik ezberleriyle yol arayan bir menzildeki cürüm bütünleşik hallerin yekununda çıkagelen tablodur mesele.
Sınırın dışında Ukrayna’ya doğrudan saldıran Rusya’nın var ettiği savaşın yirmici ayının geride kaldığı şu günlerde o yıkıcılık hallerine arka kapıdan el açan, bir yana gülücükleri, diğer yana bombaları, insansız hava araçlarını, istihbarat çalışmalarını var eden bir yerden ülkeden meselimiz ortaya çıkabilir. İkili oynamaların paralelinde, kentlerin talan edilmesi sınırlarının hiç edilmesi ve aralıksız zulme bir yandan var ettikleriyle arka çıkan -Türkiye- meselin özünü bildirir. Yalanın, riya ile birlikte işlevselleştirildiği, ticari anlaşmaların ardı kovalanırken, cerahatin bir biçimde yeniden biçimlendirildiği bir kırıma taraf olmasının ne kadar hazin bir sureti / eylemi var ettiği televizyonlarda arada sırada görülen kıyım hali ve bitimsiz bombardımanlardan belirgindir. Bu suçun bir başkasını, Azerbaycan sınırları içerisinde kalakalan geçersiz konulduğu zikredilen Artsakh’ın 2020 yılından bu yana süren istimlak / yok edilmesi sürecinde de görürüz. Yalanların Azerbaycan ile birlikte var edildiği, önce onlar başlattı, otuz bir yıllık intikam, rövanşımız çok ağır olacak diyerekten kurumsallaştırılan bir kin ile önce yıllar sonra bir savaş var edilir. 6000 Ermeni, 4000’in biraz daha üstünde Azeri’nin can verdiği bir kırım hali var edilirken, yerli ve milli medya insansız hava araçlarının isabetinden, baş amirin damadı olagelen bir temsili değil sahiden insanlık suçlusu bir zatın firmasının güzellemelerine yer verilir. Bunların bunca yalanların kıyısında, dokuz ayı aşkın insani ihtiyaçların yok sayılması / esirgenmesi neticesinde daha geçen ay yüz yirmi bine yakın insanın bir günde topraklarından / yurtlarından edilmesinin utancı hangi yana düşecektir ki sahiden? Riya ile yalanların birlikteliğinde cürümler ardılı sıra güncellenirken kim / neyin / ne şekilde hesabını verecektir ki sahiden?
Burnumuzun ucunda devam eden İsrail – Hamas / Filistin meselesinin var ettiği bir başka boyutunu meramımıza Evrensel Gazetesinden iliştirelim: “İsrail'de Hamas tarafından esir alınan İsraillilerin kurtarılması için Savunma Bakanlığı önünde gösteri düzenlendi.
Yediot Ahronot gazetesinin haberine göre, Tel Aviv’deki Savunma Bakanlığı önünde yaklaşık 200 İsrailli toplandı. Netanyahu hükümetini protesto eden grup, esir alınan İsraillilerin serbest bırakılmasını isteyerek ateşkes talep etti. Eylemde Netanyahu’nun istifası talebi de dile getirildi.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısında 300’ü asker yaklaşık 1500 İsraillinin öldürüldüğü açıklanırken, Gazze’ye götürülen 200 kadar da rehine olduğu duyurulmuştu. Bunların bir kısmı askeri bir kısmı sivil rehineler.
İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, son açıklamasında rehin alınanların sayısının 212 olduğunu bildirdi. Hamas ise dün ABD ve İsrail çifte vatandaşı olan anne-kız iki rehineyi serbest bıraktı.
Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam Tugaylarının sözcüsü Ebu Ubeyde iki rehineyi daha serbest bırakma niyetlerini arabulucu Katar’a bildirdiklerini ama İsrail’in bu kişileri almayı reddettiğini iddia etti.
Ebu Ubeyde, “Katarlı kardeşlerimize, Nourit Yitshaq ve Yokhefed Lifshitz’i de insani gerekçelerle ve karşılığında hiçbir şey beklemeksizin serbest bırakacağımızın bilgisini verdik. Fakat İsrail işgal hükümeti onları almayı reddetti” ifadelerini kullandı. İsrail ise iddiayı kabul etmiyor.”
Bir tevatür değil doğrudan yalanların hakikat kılındığı zeminde, bir tufan kopmaya, cerahat eliyle hayatlar yağmalanmaya devam olunuyor. Netanyahu’nun kumaşının, ol Hamas’ın silahlı kanadından pek de farklı olmadığının açığa düştüğü bir zeminde cürüm üstüne cürüm, ölüm üstüne ölümler var ediliyor. Sadece 22 Ekim-23 Ekim arasında bütün bir gece boyunca üç yüz kadar hedefe bombaların yağdırıldığı, dört yüze yakın insanın canının hiç edildiği bir kırım var edilir. Tek bir günde birkaç yüz insanın hayatlarının aleni bir biçimde çalınmasının dert olunmadığı bir zeminde kurulan her yalandan mülhem cümleyle bir başka cehennem imgesi yenilenir. Bir tevatür değil doğrudan akla / fikre / bedene yönelik politik bir cerahat istemi ve imaliyle yaşama eylemi eksik kılınır. Ortadoğu’nun en kestirmeden hakikatin alaşağı edildiği bir cerahat sarmalına rehin edildiği yere dönüştürülmesinin utancı aralıksız üçüncü haftasına ilerlemektedir. Böylesi bir ince hesap kitapla, Gazze’de tüm alanda sıkışa kalan insanların hayatlarının hiç, hemen burunlarının ucundaki Kfar Azza’dan, Siderot’a, Aşkelon’dan Ashdot ve Tel-Aviv’e pek çok başka yerdeki öteki sanılanların da yok addedildiği bir girdap, insan elli bir yıkım / cendere sahası var edilir iyi de hayat nerede var edilebilecektir ki!
Bianet’ten aktaralım: “İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne yönelik saldırıları bugün itibariyla 17. gününde sürerken, Batı ana akım medyasının da İsrail yanlısı yayınları devam ediyor.
İngiltere merkezli Sky News'in haber programına katılan Filistinli gazeteci ve insan hakları savunucusu Yara Eid, kanalın kullandığı manipülatif ve yanıltıcı dile tepki gösterdi.
Yara Eid 'ahlaki sorumluluğu' hatırlattı
Sunucu Gazze'deki durumu anlatırken İsrailli kayıplardan "öldürüldü" (İngilizce "killed") diye bahsederken Filistinli kayıplar için ise "öldü" ("died") kelimesini kullanınca gazeteci Eid, yorum yapmaya başlamadan önce şunları dile getirdi:
"Neler olup bittiği hakkında konuşmaya devam etmeden önce şunu söylemek istiyorum, neler olduğunu ilk anlattığınızda 'İsrail'de bin 400'den fazla kişi öldürüldü, Filistin'de ise 4 binden fazla kişi öldü' dediniz. Bence bu dili kullanmak çok önemli çünkü bir gazeteci olarak olan biteni haberleştirmek gibi ahlaki bir sorumluluğunuz var."
Filistinliler öylece ölmüyor
Sky News dışında BBC gibi Batı ana akım medyasının kullandığı manipülatif dile dikkat çeken Eid, "Filistinliler öylece ölmüyor, öldürülüyorlar. Aslında son 75 yıldır etnik temizliğe, soykırıma maruz kalıyorlar" ifadelerini kullandı.
Londra'da yaşayan Eid, sunucunun yaşananları "İsrail-Hamas savaşı" şeklinde tanımladığını ancak bunun böyle olmadığına dikkat çekerek şunları kaydetti:
"Bunu bu şekilde çerçevelemek çok yanıltıcı çünkü bu sanki iki eşit güç algısı veriyor ancak İsrail işgalci bir güç. İsrail'in aynı zamanda Gazze'de yaşayan tüm sivillerin ve çocukların canını koruma sorumluluğu var. Fakat görüyoruz ki öldürülenlerin bin 700'ü çocuk! Yani bu savaş aslında Hamas'a karşı değil" dedi.
"Olduğu gibi haberleştirin"
"Hatta İsrailli sözcülerin çoğu, bunun açıkça Gazze'deki sivillere karşı bir savaş olduğunu söyledi" diyen Eid sözlerini şöyle sürdürdü:
"Biz Hamas'sız bir dünya hayal etsek; Batı Şeria'yı düşünürsek, Filistinliler öldürülüyor, toprak hırsızlığı var, etnik temizlik var, hapsetme var. 170'i çocuk 5 bin 200'den fazla Filistinli, şu an İsrail hapishanelerinde bulunuyor. Bu sadece 7 Ekim'de olanları sulandırmak değil, bu 75 yıllık bir işgal, Filistinlilerin etnik temizliği ve soykırım. Ve bir gazeteci olarak neler olup bittiğini haberleştirmeniz ve olduğu gibi söylemeniz gerekiyor."
Manipülasyonda ısrar
Eid'in tepkisi ve konuşmasını gözardı eden sunucu manipülatif söylemine devam ederek bu kez de Eid'e "Hamas İsrail'e saldırı başlattığında bir Filistinli olarak bundan sonra ne olmasını bekliyordunuz?" diye sordu.
Sunucunun yanıltıcı dilini tekrar etmesine şaşıran Eid, sözlerini "tekrarladığı için özür" şunları söyledi: "Bu yanıltıcı çünkü 7 Ekim'deki saldırıyla ilgili olup bitenleri sulandıramazsınız. Hadi 2014 hakkında konuşalım, hadi 2021 hakkında konuşalım. Tüm saldırılar hakkında konuşalım. Gazze hakkında konuşalım."
Bir tevatür değil, hakikat kılınmış olagelen yalanlarla birlikte hayatın biricikliği ayaklar altına alınıyor. İsrail devletinin aradığı fırsatı var eden El Kassam Tugayları / Hamas vs. isimlendirmelerin ardından çıkagelen yegane şey yalanlarla birlikte bir yıkımın sahiciliği olur. Baş efendinin gün aşırı, propaganda faaliyeti olarak Hamas güzellediği bir zeminde cürmün, yıkımlara, nihai anlamda daracık bir menzilde sıkış tepiş hayata tutunan Filistin’in Müslüman, Arap, Ezidi kimliklerinden mülhem yapısının köküne kibrit suyunu dökmek için var edildiği de bir kenarda işlenmeye devam olunandır. Bir tevatür hali değil artık kesintisiz bir güç savaşları içerisinde sıradan hayatların izlerinin ezildiği, yaşamsal ol haklarının talan edildiği bir zamanı arşınlıyoruz. Dün Ukrayna, dün Tigray, dün Artsakh, dün Yemen, dün Rojava ve dün pek çok başka yerde, zeminde var edilmiş olanın her nasıl yeniden imal olunabildiğini İsrail’de, Filistin’de ve onun bir parçası Gazze Şeridi sınırlarında görüyoruz. Bildiğimiz tüm anlamlarıyla barışma mefhumuna sahip, sahi ama sahiden de sahip çıkamayacaksak birlikte, bütün o zorbaların, zorbalıklarında hiç edilmek istenen hayatlarımızla kurbanlık sıramızı bekleyeceğiz. Düşünür müydünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Photo Courtesy::: Amir COHEN – Reuters via The Jerusalem Post
3 notes · View notes
se-a-ser · 2 years ago
Text
nerde o eski faytonlar
bir gün oğlum küçükken elinden tutmuşum araç bekliyorum. minibüs, otobüs, taksi ne olursa... vızır vızır arabalar geçiyor, toz toprak, gürültü, kargaşa
lan dedim o kadar araba boş boş geçiyor bize bir faydası yok! beni boş ver yol boyunca kucağında çocuğu olan anneler, iki büklüm yaşlılar, hastalar, engelliler vs.
o an karar verdim. hem bi araba alıp bu rezillikten kurtulucam hem de böyle mal gibi tek başıma gideceğime yolda gördüklerimi alıcam dedim
sonra Allah nasip etti arabayı aldım. dediğimi de yaptım. özellikle yağmurda işe gidenleri falan aldım. bayanlar yanlış anlar diye pek almadım (var öyle yanlış anlamaya sebebiyet veren y..şaklar) anca öyle yanımda eşim veya annem olursa
milletin "bırak bu işleri" falan demesine aldırmasam da bir süre sonra bıraktım... ben de artık yağmurda çamurda millet perişan halde yürüken ya da araç beklerken tek başına arabasına kurulan mallar ordusunun bir neferi oldum
tabi bu işin riskli tarafları da var. araca binenlerden de zarar gelebilir araç sahibinden de o yüzden kimseyi bir noktadan sonra kınayamıyorsun. bu yüzden hep aklımdan "yahu bir sistem olsa da şu iş güvenli bir hale gelse hatta devlet organize etse" diye düşünürdüm
sadece mağduriyet de değil. mesela tek başına arabayla gideceğine aynı güzergahta 4 arabayla işe giden kişiyle anlaşsan ayda 1 hafta arabayla gitmen yeterli olacak. her şey bir yana trafik de rahatlar
derken yiğidin biri çıktı ve bu uygulamayı yaptı (TAG). üstelik 1 kuruş kâr etmeden. kâr etmek bir yana o kadar reklam verip tanıtımını yaptı
"hatır taşımacılığı" diye geçen kanun maddesinden yararlanarak sistemi tamamen yasal bir platforma oturttu
bugün / yarın ben de aracımı sisteme kayıt edicem derken bir baktım taksici beylerimizin şikayeti üzerinde mahkeme efendimiz sisteme erişimi engellemiş. engellemenin hiç bir yasal dayanağı yok da işte genel olarak taksici esnaf mağdur olmasınmışmış
yahu vatandaşın işi görülüyorsa kime ne taksicinin zararından. her sektör yatırım yapar, risk alır, zamanında iyi para kazanır zamanı geçince yerini yenisine bırakır
o zaman şöyle yapalım. taksiciler de fayton sektörünü bitirdi madem taksileri kaldırıp onların hakkını koruyalım
8 notes · View notes
gundemarsivi · 21 days ago
Text
Tumblr media
Dünya Kalır Mı
✍🏻 Hayrettin Geçkin
I
“Sultan Süleyman’a kalmayan dünya sana da kalmaz” sözü her insana aynı şeyi anımsatıyor mu bilmiyorum.
Sahiden de ne Sultan Süleyman’a kalmış bu dünya, ne Napolyon’a, ne şuna, ne buna!
Zalimleri de ağırlamış, halkının iyiliği için çalışan kimseleri de.
Krallar da göçüp gitmiş, köleler de.
Büyük insanlığın vicdanı olmuş insanlar çok yaşamamış! Nâzım, Deniz, Che…
Eline geçen olanakları insanların iyiliği için kullananlara da kötüye kullananlara da bir süreliğine ev sahipliği yapmış yalnızca.
Dünyanın geçiciliği şarkılara, türkülere, şiirlere, romanlara, öykülere, masallara ve daha nelere konu olmamış ki!
II
Şimdi de dünya zorda.
Dünyanın kendisi zorda!
İnsanın bu açgözlülüğüne, bu vurdumduymazlığına daha ne kadar katlanabilir ki?
Kapitalizm, insanın insanla kardeşçe, barış içinde yaşamasına, insanın doğayla bir sevgili yakınlığı kurmasına izin vermiyor. Bu onun özü, karakteri…
Uluslararası dev tekeller, silah tüccarları, maden şirketleri oluşturduğu merkezi iktidarlar ve işbirlikçileri aracılığıyla bu politikalarını gözü dönmüşçesine sürdürüyorlar.
Yalan makineleri, propaganda aletleri, ajanları, kuklaları daim devrede.
Bakın, Suriye’yi ne hâle getirdiler birkaç gün içinde.
Öyle ki istedikleri gibi şekillendirebiliyorlar dünyayı.
İstedikleri krizi yaratabiliyorlar, istedikleri bölgede savaş çıkarabiliyorlar.
Dünya ateşe verilmiş durumda.
Dünya zorda ve üstelik küçük bir azınlığın dışında dünyanın kimsesi de yok.
Doğaseverlerin, yaşam savunucularının ve “Başka türlü bir dünya mümkündür” diyenlerin dışında dünyanın kimsesi yok.
Onlar da olmazsa, o “şarabi eşkıyalar”!
Bu gidişle dünya kalır mı?
Dünyayı sona doğru yaklaştıran yalnızca insanın insana eziyeti değil.
Savaşlar değil yalnızca.
İnsana yaşam sunan su, hava, toprak, en genel ifadeyle doğa, yine insan tarafından bilinçsizce kullanıldığı ve kirletildiği için iklim krizleri çok yakıcı biçimde gündeme girmeye başladı. Bu alanda da kriz durmadan derinleşiyor. Buzullar çözülüyor, ekosistem dengesini kaybediyor. Felaketler pek çok yerde, pek çok biçimde kendini göstermeye başladı bile.
III
İki gün önce Çanakkale Ziraat Mühendisleri Odası’nda yaklaşık üç saati bulan bir etkinlik gerçekleşti. Etkinliği İda Dayanışma Derneği düzenlemişti. Konuşmacı Prof. Dr. Murat Türkeş’ti. Alanında dünyada birkaç kişiden biri Murat Türkeş! İklim değişikliği mücadelesi ve uyumun politik ekonomisi, BMİDÇS Paris Antlaşması ile diplomatik ve ideolojik boyutları ve gelinen nokta dâhil pek çok konuda anlaşılır ve etkileyici bir sunum yaptı. İşin geleceğe yönelik boyutları, ülkelerin hangi düzeyde ve nasıl sorumluluklar alması gerektiği konuşuldu, çözüm önerileri üzerinde duruldu. Sorular ve yanıtlar konuyu her yanıyla açığa kavuşturdu.
Bir şey gözümden kaçmadı ama: Acı duyarak anlattı bütün bunları Murat Türkeş. Sorulara sevgiyle yanıt verdi. Sık sık insanın dünyada olup bitenleri ve bunlara karşı alınması gereken önlemleri anlama ve bilme mecburiyetine getirdi sözü. “İnsan kardeşlerim, dünyanın sizden başka kimsesi yok,” demek istedi.
Salonda çok az sayıda insan vardı.
15, 20 kişi… O kadar!
Kendime küserek izledim Murat Türkeş’i.
IV
Etkinlikten çıkınca boynumu dünyaya doğru uzattım, gökyüzüne doğru daldırdım yüzümü. Boğaz’ı uzun uzun süzdüm. Kaz Dağları’na doğru bakamadım. O saatlerde orada ağaç katliamı sürüyordu.
Düşündüm, hak verdim: İnsanların böyle etkinliklere ayıracak ne zamanı vardı, ne Kaz Dağları’ndaki “vahşi madenciliğe hayır” diyecek halleri… Herkesin önemli işleri vardı çünkü.
Dünya bir başına dönüyordu.
Ah dünya dedim kendi kendime.
Dünya kimin umurunda!
Hayrettin Geçkin
0 notes
tferyal · 1 month ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Atatürk'ün rakı içtiği zannedilen meşhur fotoğrafı ve rakı kadehi zannedilen ayranın hikayesi.
Arama motoruna "Atatürk rakı içerken" yazdığınızda karşınıza fotoğraf çıkar. Bilmemekten kaynaklı, rakı sofralarında kullanılan bir fotoğraftır bu. Hatta "Atatürk rakı içerken" diye tablolar satıldığını da görürsünüz. Şimdi gelelim fotoğrafın hikayesine.
Gördüğünüz fotoğraf Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği kurulması çalışmalarının ilk günlerinde çekildi. Atatürk Orman Çiftliği gördüğünüz gibi hiçliğin ortasına kurulacaktı.
Devletin kalkınmasının köyden başlatılması gerektiğine inandığı için üreten köylüye “Milletin Efendisi” diyen Atatürk, köylüye örnek olması bakımından birbirinden farklı iklim ve coğrafyaya sahip bölgelerde serbest çalışan örnek çiftlikler oluşturmuştur.
Atatürk bu çiftlikleri memleketin kurak arazisinde, çetin ve verimsiz şartlar altında iyi mahsuller alınamayacağı fikrine karşı kurmuştur. Atatürk, Türk köylüsüne Anadolu’nun en kötü, en verimsiz yerinde bile tarım yapılabileceğini göstermek için Ankara’nın bataklık bölgesinde Orman Çiftliği’ni kurmuştur.
Falih Rıfkı Atay, Orman Çiftliğinden bahsederken herkesin bu sarı, yalçın ve kısır toprak çölü karşısında yarı ümitsiz olarak düşünürken, Atatürk’ün şehrin yanı başında sulak, ağaçlıklı bayındır bir yer yapmaya karar verdiğini yazmaktadır.
Atatürk’ün çiftlikleri kurmasındaki maksadın en olmayacak sanılan yerde insan azmi ve himmetinin neler yapılacağını göstermekten ibaret olduğunu söyleyen gazeteci Yunus Nadi şöyle anlatıyor:
“Biz Ankara’ya gittiğimiz zaman orada fesleğen ve kadife çiçeğini bile bulamamıştık. Tabiatın kabiliyetsizliği üzerinde çok ısrar olunarak bu kurak sahalarda bol bir yeşilliğin yaratılması zor ve hatta imkânsız gibi görünüyor ve gösteriliyordu.
Şimdiki orman çiftliğinin o zaman dere kenarlarındaki bodur söğüt ağaçlarından başka yeşilliği yoktu… Bu kurak ve kıraç görünen Ankara’yı bütün Anadolu yaylası için numune olacak şekilde bir yeşilliğe boğmak medeni vazifesini yapmaklığım lâzımdır diye düşündü. Türk vatanını az zamanda cennete çevirebileceğini düşünüyordu.”
Çiftliklerde sulama tesisleri kurularak doğru sulamanın nasıl yapılacağı, verimsiz toprakların nasıl ıslah edilip düzenleneceği, en iyi verimin nasıl elde edileceği, zirai makinelerin nasıl kullanılacağı, doğru gübrenin nasıl atılacağı Türk köylüsüne uygulamalı olarak gösterilmiştir.
Çiftlikler bulundukları bölgelerdeki köylüye iyi bir örnek, ziraat eğitimi yapan kurumlar için iyi bir laboratuvar, ziraat eğitimi almak isteyenler için de iyi bir okul olmuştur.
Atatürk, elbette bu çiftlikleri mal mülk edinmek için değil, Türk köylüsüne örnek olsun, Türkiye kalkınsın diye satın alıp bayındır hale getirmiş, amacına ulaştığını gördüğü zaman da çiftliklerin tamamını hazineye bağışlamıştır.
Aradan beş yıl geçmiş, Orman Çiftliğinin kurulduğu alan şenlenmiş, ağaçlanmış, ilk ürünler elde edilmeye başlamıştı. Atatürk bu değişimi devlet büyükleriyle paylaşmak için bir davet verdi. İşte o davette konuklara çiftlikte üretilen yerli ve milli ürünlerden ikram edildi. Havanın sıcak olması nedeniyle çiftlikte üretilen yoğurttan yapılmış ayran servis edildi.
Atatürk, konuklarıyla birlikte bu ayrandan içerken "rakı fotoğrafı" diye bilinen fotoğraf çekildi. Yalnız fotoğrafta Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi de var. O kısmı servis edilmedi tabi ki.
İşte o fotoğraf bu fotoğraf.
5 Mayıs 1931 tarihli Cumhuriyet gazetesi fotoğrafı paylaşmış ve Atatürk Orman Çiftliği'nin geçen yıl düzenlenen kuruluş yıldönümü davetinde çekildiğini ve "ayran" olduğunu yazmıştır.
Hatta ertesi günkü gazetede de aynı fotoğraf var ve ayran içtikleri belirmiş. 6 Mayıs 1931.
Son olarak, Atatürk'ün içki içmediği iddiasında değiliz. Ancak burada içtiği şey ayrandır.
Tarihçi/Yazar: Ümit Doğan
1 note · View note
adl1bbed · 2 months ago
Text
Bölüm 80: Geri ödenmeyen iyiliklerin karşılığı ölümle alınacak
Xie An akşam yemeğinden sonra yalnız başına mülküne döndü. Masasını üstündeki parşömene bakarken uzun bir iç çekti.
Qi Yan onun işe koyulmasını önlemek için içeri hizmetçi kızları da almıştı.
Bu el yazmasını bile hizmetçilerden oluşan kalabalığın önünde vermişti. Şimdi ne yapmalıydı?
Xie An bunun üzerine uzunca bir süre kafa yorduktan sonra parşömeni Nangong Wang'a teslim etmeye karar verdi. Gökyüzü tamamen karardığında, parşömeni düzgün bir şekilde sardı ve Nangong Wang'ın malikanesine gitti.
Haber kaynağının dediğine göre, Nangong Wei aktif şekilde Luo'nun kuzeyinde yardım sağlamakla meşguldü. Savaşın alevleriyle zarar gören iki kale şehrini düzgünce onarmakla kalmamış, kendi malikane deposundaki tüm mal varlığını da satmıştı.
Bir yıllık tımar arazisini halk tarafından yaygın olarak kullanılan bakır paraya, eşyalara ve malzemelere çevirmişti. Bunlar, kurbanların ailelerine ve komşu vilayetlerdeki felaketle karşı karşıya kalmış halka dağıtılmıştı.
Sadece bu kadarla da kalmıyordu. Nangong Wei, ölen halk için mezar kazan askerlere katılmıştı. Beş yüz bin insanın cesedi, sayısız derin mezara gömülmü��tü. Nangong Wei bu kurbanlar için bir zanaatkar tarafından mezar taşına kazınmış on bin karakter ile bir anıt dikmişti.
Üzerlerine toprak atıldığı gün, Majesteleri adına üç hayvan adayarak bir anma töreni düzenlemişti. Bir kez eğilerek saygısını sunmuştu.
Halktan ölen insanların cenaze işlemleri bittiğinde bile, Nangong Wei oradan ayrılmak için acele etmemişti. Kale şehirlerini yenileyen ve harap olan evleri restore eden mimarları denetlemişti. Ayrıca halkı oraya geri taşınması için cesaretlendirmeleri amacıyla diğer vilayetlerin yetkili makamlarına kendi eliyle yazdığı mektuplar yollamıştı...
Nangong Wang, iki numaranın işleri bu kadar güzel bir şekilde halledeceğini asla beklemiyordu. Görünüşe göre yerli halk minnetle gözyaşı dökerek ortak bir fikir içinde Nangong Wei'ye övgüler yağdırmıştı.
Nangong Wang, İmparator babasını anlıyordu. O en çok yaygın fikre önem verirdi.
İmparator babasının iki numarayı artık sevmemesi amacıyla o kötücül planı yürütmek için çok büyük sıkıntılardan geçmişti. Bu şekilde gerileyeceğini beklemiyordu.
Nangong Wang'ın her ne kadar bir süreliğine Cariye Ya yüzünden keyfi kaçsa da, taht hâlâ kalbindeki en önemli şeydi.
Malikanesindeki danışmanlar birkaç gün boyunca tartışmış, fakat kimse Nangong Wang'ı tatmin eden bir plan bulamamıştı.
İşte o zaman Qi Yan'ın sağladığı faydaları hatırlamıştı. Onunla karşılaştırıldığında, malikanesindeki bu danışmanlar neredeyse işe yaramazdı. Xie An'ın Qi Yan'ın malikanesine olan ziyaretinin arkasında yatan sebep buydu.
Nangong Wang, Xie An'ın geldiğini duyduğunda bir hizmetçi kıza onu çalışma odasına almasını söyledi.
"Ekselanslarına selamlar."
"Mm, işler halloldu mu? Qi Yan ne dedi?"
Xie An kendini hazırlayıp cevapladı, "O konuda... bu kulun siz Ekselanslarına getirmesi için bir el yazması hazırladı."
"Ah? Göster."
"Anlaşıldı."
Nangong Wang, Qi Yan'ın dahice bir tür plan hazırladığı düşünüyordu, bu yüzden de sevinçle parşömeni yuvarlayarak açtı. Fakat üzerindeki karakterleri okuduğunda yüzünün rengi değişti.
"Bunun anlamı ne?"
Xie An başını yere vurdu. Bir anlığına doğrulmaya cüret edememişti.
Nangong Wang soğukça homurdandı, "Fazilet sahibi olmadığımı mı söylüyor? Ya da... en büyük teklifi mi bekliyor?"
"Bu kul... bu kul söylemeye cesaret edemez."
Nangong Wang Qi Yan'ın yazdıklarını yırtıp atmak istedi, fakat biraz düşündükten sonra kenara bıraktı, "Kalk ve anlat."
"Anlaşıldı."
Xie An buraya gelmeden önce meseleleri zaten iyice düşünmüştü, Ekselanslarına Qi Yan'ı öneren kişi oydu. Aynı telin üstündeki çekirgeler gibilerdi.
Eğer Ekselansları Qi Yan'dan tatmin olmazsa bile statüsünden dolayı ona bir şey yapmazdı. Bundan zararlı çıkacak kişi Xie An olurdu...
Nangong Wang ona konuşma şansı verdiğinden, Qi Yan'ın lehine birkaç şey söylemeliydi.
"Bu kulun fikrine göre, Qi Yan başta içtenlikle sadakatini gösterdiğinden dolayı siz Ekselanslarının kişiliğini tanımış olmalı. Kesinlikle o şekilde düşünmez."
"O zaman en yüksek teklifin verilmesini mi bekliyor?!"
Xie An başını daha da yere gömdü, "Bu kulun Qi Yan hakkında edindiği izlenime göre o şekilde de olmayabilir."
"Ne o zaman?"
"Qi Yan'ın mütevazı bir geçmişi var. Bir günlük imparatorluk sınavını geçmek için on yıl boyunca sıkı çalıştı, fakat politikaya katılamayan bir Fuma olarak atandı. Kalbinde çok miktarda öfke olmalı. Size bağlılığını gösterdi, işler bittiğinde Fumaların politikaya katılabilmesi için meclisin yönetmeliğini değiştirmenizi umuyor olmalı. Bu kul, Qi Yan'ın böylesi dahiyane bir plan sunduktan sonra siz Ekselansları tarafından değer göreceğini düşündüğünü sanmaya cüret ediyor, fakat altı ay boyunca ona sırt çevrildi... Tıpkı denildiği gibi, 'fakir bir talebenin inatçı yapısı vardır'. Basit bir şekilde dile getirilirse, memnuniyetsizliğini ifade ediyor."
Nangong Wang'ın sessiz kaldığını gören Xie An, bu fırsatı devam etmek için kullandı, "Jiang Taigong'un düz kancayla balık tutma hikayesinde olduğu gibi, daha kabiliyetli insanların daha tuhaf tavırları olur."
Ç/N: Zor bir yaşamı olan yaşlı bir adamın ziyarete gelen İmparatorun ilgisini çekmek için kasıtlı olarak balık tuttuğu kancayı düzleştirmesini konu alan ünlü bir masalmış.
Nangong Wang'ın öfkesi neredeyse silinmişti, "Qi Yan gerçekten olağanüstü bir yetenek, sadece..."
Qi Yan'ın planları fazla acımasızca ve hainceydi. Yanındaki yastıkta uyuyan kişiyi bile bundan muaf tutmamıştı. Nangong Wang, Qi Yan'ın o günkü kayıtsız tavrını hâlâ hatırlıyordu, o yaşayan insanlar onun için birer karıncadan fazlası değilmiş gibiydi.
Sonunda o kurbanlarla beraber ailelerini de öldürmüş olsa da, Qi Yan'ın sakin kötülüğü Nangong Wang'ın güvenini sarsmıştı.
"Boş ver. Bu meselenin ardından gitmeyeceğim ama kesinlikle kendimi alçaltıp gönüllü şekilde onunla görüşmeyeceğim de. İmparator babam batıl inançlara sıkı sıkıya bağılıdır. Bu devrilmekte olan bir aracın uyarısı, iki numaranın göklere karşı çıkabileceğine inanmıyorum!"
... ...
Fuma malikanesinin içinde, parlak bir inci yatak odasını kaplayan nazik bir ışıltı yayıyordu.
Qi Yan yatakta uzanıyordu, bedeni bu şeyin ışığıyla kaplanmıştı. Yan tarafına dönerek masanın üzerindeki ışık kaynağına baktığında, Nangong Jingnu ile geçirdiği zamanlar zihninde belirdi.
Jingjia sekizinci yılın on ikinci ayının sekizinci gününde, gelinini almak için gittiği yolda onu taşıyan at, karın üzerinde hızla koşuyordu.
Ding You'nun verdiği ilacı almış olsa da, yatak odasını kızıl kana boyamayı planlamıştı. Nangong Jingnu ile birlikte kendini de yıkıma götürmek için hazırlığını yapmıştı.
Duvağı kaldırdığı an, öncesinde karşılaşmış olduklarını fark etmişti.
Caddede şiddet sergileyen baskın genç efendi ile İmparator tarafından sevilen meşru Prensesi bağdaştıramamıştı.
Onunla etkileşim kurdukça Nangong Jingnu'yu kandırmanın olağanüstü derecede kolay olduğunu anlaması çok sürmemişti. Basit ve kibar biriydi. Kalbinin etrafında hiç duvar örülmemişti.
Onun söylemesine gerek olmadan, Nangong Jingnu kendi isteğiyle "centilmenin anlaşması"nı öne sürmüştü. Kendine acı çektirerek yaptığı hileler de onun üzerinde etkiliydi.
Takdir ederek Nangong Jingnu'yla oynamıştı. Onu sadık hizmetçilerinden ayırmıştı. Defalarca kez kandırarak gözyaşı dökmesine neden olmuştu. Onu teselli ederek kendisine tüm kalbiyle güvenmesini sağlamıştı, ardından da evinin ve eşyalarının yarısını yakmıştı...
Yuhuacong atında bir problem olduğunu fark ettiğinde açık bir şekilde atlara boyun eğdirme gücü olmasına rağmen canını riske atarak acımasızca Nangong Jingnu'nun kendisiyle bu oyunu oynamasını sağlamıştı.
Nangong Jingnu'nun mizacını iyice anlamıştı. Her ne kadar Fuma Prenses malikanesinde güçsüz ve çaresiz görünse de, gerçekte Ekselansları Prenses çoktan seve seve onun dediklerini dinleyip söylediklerini yapacak seviyeye gelmişti.
Böyle bile olsa, ona karşı komplo kurmaktan geri durmamıştı. Arkasından komplo kurmayı bir an olsun bırakmamıştı.
Bir milyon üç yüz bin yaşamın hiçbiri Nangong Jingnu yüzünden son bulmamıştı, fakat içindeki acıyı boşaltmak için bu günahı ona dayatmıştı.
O kadar soğukkanlı ve haindi ki bununla kendisi bile başa çıkamıyordu. Sırf bu yüzden bayılmıştı. Lakin uyandığında gördüğü ilk insan, başında bir gece ile bir gündüz boyunca bekleyen Nangong Jingnu olmuştu.
Yine ağlamıştı. Fakat, gözyaşlarını görmekten giderek daha da çok korkmaya başlıyordu.
Düşmanının kızının zavallı bir şekilde ağlamasını görmenin sevinç verici olması gerekmez miydi? Ama o kristal berraklığındaki gözyaşları, onu kendi ruhunun pisliğiyle yüzleşmeye zorlamıştı.
Onun üzerine atılmış, ardından da yemin edercesine şunları söylemişti: Seni kesinlikle iyileştireceğim, sana herhangi bir şey olduğunu görmek istemiyorum...
Xiahe içeri daldığında ve onları istemeden gerçekleşen müstehcen pozisyonda gördüğünde, çok utanmıştı.
Sinirlendiği belliydi, fakat sessizce Xiahe'nin gitmesine izin vermişti. Malikanenin asıl efendisi oydu, ama yine de...
Malikaneden ayrılırken onu izleyen ve at arabalarından oluşan uzun kuyruk, nefes almasını zorlaştıran ezici bir baskı gibiydi. Gözünü bile kırpmadan finansal kaynaklarının çoğunu ona vermişti.
Qi Yan eskileri düşünmeyi bıraktı. Kollarını bedenine sararak kıvrıldı.
Göğsünde parçalayıcı bir acı bulunuyor, gözyaşları sessizce akıyordu...
Wei Krallığı'nın kale şehirleri Çimenli Ovalara birer çivi gibi çakılıydı, ana vatanını kırık parçalara bölüyordu.
Çimenli Ovalardaki sayısız kayıp ruh hâlâ huzur bulamamıştı. Göklerde dolanıyor, izliyorlardı!
Bayin, "Qiyan Agula" adını kullanmıştı. Wei Krallığı'nın meclisi tarafından hedef alınacağını açık bir biçimde bilse de bunu yapmıştı.
On yıldan fazla süre önce "ölmüş" Anda'sını aramaktan başka ne sebeple olabilirdi ki?
Bayin zor geçen birkaç ay boyunca beklemişti, fakat Agula ortalıklarda gözükmemişti. Küçük ordusuyla düşman bölgesinin derinlerine sızmasının nedeni buydu, Erihe'nin başını doğudan almak içindi.
Ne tür bir çaresizlik içindeydi de böyle bir karar almıştı?
Agula'nın yaşamının çoktan son bulduğu çıkarımını yapmış olmalıydı. Kesin ölümü göze alarak Chengli kabilesinin intikamını bu yüzden almıştı.
Qi Yan ıstırap içinde birkaç kez çabaladı, ardından yumruğunu sıkarak birkaç defa göğsüne vurdu. Yastığının altına uzanarak bir şişe çıkardı, Ding You'nun kendisi için özelleştirdiği yeni ilaçtı.
Ding You şöyle demişti: Bu yolda yürümeye karar verdiğine göre, bir şeyler üzerinde fazla düşünme. Fiziksel durumun haddinden fazla düşünmene izin vermiyor.
Burnuna tuhaf bir koku doldu, ardından ağzına hafif bir tatlılık yayıldı. Qi Yan debelenmeyi bıraktı, göz kapakları ağırlaşmıştı.
Ekselansları, ne olursa olsun Wei Krallığı'nın borçlu olduğu her şeyi geri almak zorundayım.
Size borçlu olduklarımı ise... kendi yaşamımla geri ödeyeceğim.
Eğer.
Eğer bu can da borcu ödeyemezse, bir sonraki hayatımda ödeyeceğim...
... ...
Qi Yan'ın kendi malikanesine yerleşmesinin üçüncü gününde, Nangong Jingnu Qi Yan'ın geride bıraktığı kitabın bir kısmını ezberlemeyi bitirdi. Dikkati dağılarak bir iç geçirdi.
Qiuju Nangong Jingnu'nun yanında iğne işi yapıyordu, "Ekselansları, sorun nedir?"
"Fumalar Prensesleri doğum günleri ve tatillerle beraber sadece ayın ilk ve on beşinci gününde görebilir. Ne tür bir kural bu?"
Qiuju dudaklarını büzdü, "Bu hizmetçi bir şey demeye cüret edemez... yalnızca yüzyıllardır süregelen bir şey."
"Ben saraya bir gezintiye çıkacağım."
"Anlaşıldı, bu hizmetçi derhal gidip at arabasını hazırlayacak."
Nangong Jingnu gittiğinde doğrudan Nangong Rang'ı sordu, fakat bir hadım onu Cariye Ya'nın yatak odasına yönlendirmişti.
İmparator babasının ana odada Cariye Ya ile touhu* oynadığı gören Nangong Jingnu, kalbinin biraz sıkıştığını hissetti.
Ç/N: 投壶 oklar uzaktaki bir kaba fırlatılır
Kendi düşüncelerine fazla daldığı için kendini suçluyordu. Hadımın dedikleri dinlememişti.
"Çocuğum mu gelmiş? İmparator baban Jiya ile touhu oynuyordu, sen de katılmak ister misin?"
Nangong Jingnu'yu süzerken Jiya'nın güzel gözleri parlamıştı.
Agula'nın meselesiyle ilgili yeterince soru sormuştu. Qi Yan diye bir takma ad kullanıyordu ve Wei Krallığı'nın sınavlarından "İki Birincilik ile Bir Çiçek" unvanını kazanmıştı, fakat önündeki bu kişinin Fuması yapılmıştı.
Nangong Jingnu da Jiya'nın bakışlarını fark etti. Buna karşılık olarak hiç tereddüt etmeden abartılı bir şekilde gözlerini devirdi.
Bu hükümdarlıktaki tek meşru Prensesti. İmparator babası başarıyla bir İmparatoriçe seçmediği müddetçe, onun gözünde Arka Saray'daki tüm kadınlar birer metres olarak kalacaktı. Wei Krallığı'nda metreslerin statüsü çok düşüktü ve bir oğul dünyaya getirmemiş olanlar hizmetçilerle aynı seviyedeydi.
Meşru kız evladın bir metrese saygı göstermesi güzel olurdu, fakat yapmazsa da kimse bir şey diyemezdi. Eğer Nangong Jingnu erkek olsaydı, tam aksine Jiya'nın ona saygı göstermesi gerekirdi.
Elbette, Nangong Rang bunu hiç de uygunsuz bulmamıştı. Sevgi dolu bir şekilde şöyle dedi, "İmparator baban birkaç tur kaybetti, çocuğum yeteneklerini göstererek İmparator babası için bir şehri geri almak ister mi?"
"Bu kızınız İmparator babamın eğlencesini bölmeyecek. Bu kızınız bugün saraya, büyük arşive girmek için izin almaya geldi."
- - Ç/N: Bahsedilen oyun şöyle bir şey
Tumblr media
0 notes
rayhaber · 2 months ago
Text
Nurdağı-Musabeyli Ayrımı-Gaziantep Yolu İhalesi Sonuçlandı
Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) 5. Bölge (Mersin) Müdürlüğü, 04 Ekim 2024 tarihinde düzenlediği, 2024/934466 KİK numaralı “(Nurdağı-Musabeyli) Ayrımı-Gaziantep Yolu km: 0+000 – 53+645 Arası Toprak İşleri, Sanat Yapıları, Köprü ve Üstyapı İkmal İnşaatı” ihalesini sonuçlandırdı. İhale Bilgileri ve Sonuç Yaklaşık maliyeti 2.617.171.695 TL olarak belirlenen ihaleye toplam 15 firma katıldı. İhale…
0 notes
karaca2508-blog · 4 months ago
Text
Ağustos Ayı İş Cinayetleri Raporu!
Tumblr media
Ağustos ayı iş cinayetleri raporuna göre, yedisi çocuk işçi olmak üzere, en az 165 çalışan, iş cinayetlerine kurban gitti!. Türkiye’de iş cinayetleri artarak devam ediyor. Çocuk ve genç çalışanların ölüm oranlarındaki artış, yüksekten düşme ve elektrik çarpması gibi basit önlemlerle engellenebilecek ölümler, meslek hastalıkları, can almaya devam ediyor. Çocuk işçi ölümleri, mevsimlik tarım işçiliği, çobanlık, besicilik gibi işkollarında yoğunlaştı. Genç işçi ölümleri ise özellikle sanayi, inşaat ve moto kuryelik gibi sektörlerde arttı. Çocuk ve genç çalışanların ölüm oranlarındaki artış, yüksekten düşme ve elektrik çarpması gibi basit önlemlerle engellenebilecek ölümler ve, meslek hastalıkları, bir kader değil, iş cinayetidir!
Ağustos Ayı İş Cinayetleri
Daha 16 yaşındaydı!
Tumblr media
Konya’da, Karapınar Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi 16 yaşındaki, Eren Dağ, çalıştığı sondaj firmasıyla, Akören mevkisine gitti. Dağ, burada, bir tarlada kuyu açmak için, sondaj çalışması yapılırken, elektrik akımına kapıldı. Ereğli Devlet Hastanesi’ne kaldırılan Eren Dağ, doktorların tüm müdahalesine rağmen, kurtarılamadı. Dağ’ın abisi, Musa Dağ’ın da, aynı iş yerinde çalıştığı öğrenildi. 16 yaşında, gençliğinin baharındaydı!
Tumblr media
Niğde’nin, Selçuk mahallesinde, yapımı devam eden 15 katlı inşaatın 9. katında, alçıpan işi yapan, 16 yaşındaki Osman, dengesini kaybederek düştü. 19 Yaşında, Hayata Veda Etti!
Tumblr media
Konya'nın Kulu ilçesinde, inşaatta, elektrik işleri yapan 19 yaşındaki, Muhammet Ali Kılıç, 5. kattan, asansör boşluğuna düşerek, yaşamını kaybetti! Yalova'da iş cinayetleri Yalova'da, Beşiktaş Tersanesinde çalışan, 22 yaşındaki Doğanay Kurt ve, 33 yaşındaki Mehmet Kesik, gemide boya yapma işlemi için “boom” adı verilen, insan kaldırma platformuna bindi. Yaklaşık 15 metre yükseğe çıkan işçiler, sepetin bağlantı noktasında yaşanan kopma nedeniyle, zemine düştü. İşçiler, olay yerinde yaşamlarını kaybettiler. Emekli olduğu halde çalışmak zorundaydı!
Tumblr media
Zonguldak'ın Kilimli ilçesine bağlı, Bölüm Mahallesi’nde ruhsatsız işletilen maden ocağında çalışan 54 yaşındaki Ayhan Yılmaz, 6 saat göçük altında kalarak, yaşamını kaybetti. Ayhan Yılmaz’ın, 10 yıl önce, özel bir maden ocağından emekli olduğu, ancak emekli maaşının yetersiz olması nedeniyle, madencilik yapmaya devam ettiği öğrenildi. Evinde, Torunlarıyla Vakit Geçirmesi Gerekirken...
Tumblr media
Evinde oturup, torunlarıyla vakit geçirmesi gerekirken, ekonomik zorluklar nedeniyle, zor şartlar altında çalışan, 61 yaşındaki Faruk Özer, Aksaray’da, asfalt çalışması sırasında, greyderin altında kalarak, yaşamını kaybetti! İhmaller Zinciri!
Tumblr media
İstanbul, Tuzla, Tepeören Mahallesi’nde bir villanın alt yapı çalışmalarında, kanal döşemesi için kazı yapıldığı sırada, işçilerin kanal borusu temizliği yapmak için, 6 metre yüksekliğindeki alana indikleri sırada toprak kayması meydana geldi. 2 işçi göçük altında kalarak hayatını kaybetti. İhmal Kazası Daha!
Tumblr media
Hakkari Yüksekova’da, çalıştığı yüksek gerilim hattında, elektrik kesilmediği hâlde, kesildiği şeklinde gelen, yanlış bilgi üzerine, çıktığı elektrik direğinde, akıma kapılması sonrası, direkten düşmesi sonucu meydana gelen iş kazasında, 45 yaşındaki Ali Doğrul, hayatını kaybetti. İş Makinalarının altında kaldılar!
Tumblr media
İstanbul, Sarıyer'de, bir inşaat alanında, yük indiren hafriyat kamyonunun yanında bulunan, 44 yaşındaki inşaat işçisi Abdülkadir Doğan, kamyonun yan yatması sonucu altında kalarak, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Karaman, Çoğlu köyünde bulunan taş ocağında, kum yükleme işi yaptığı sırada, iş makinesinin devrilmesi sonucu altında kalan, 55 yaşındaki Mehmet Ovalı, hayatını kaybetti.  
Tumblr media
Kütahya'nın, Domaniç ilçesine bağlı, Muhacırlar köyünde bulunan maden ocağının girişinde meydana gelen olayda, yük taşıyan iş makinesinin, gaz telinin kopması sonucu, sürücü kontrolü kaybetti. Kontrolden çıkan iş makinesi, ocak girişinde bulunan, 41 yaşındaki Erkan Dibekli’nin üzerine devrildi. İş makinesi ile duvar arasında sıkışan Dibekli, tüm müdahalelere rağmen, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
İzmir, Bergama’nın, Ürkütler Mahallesi’nde bulunan, Rüzgar Enerji Santrali şantiyesinde çalışan, 47 yaşındaki Vural Meydan, iş makinesiyle, 100 metrelik uçurumdan yuvarlanarak, hayatını kaybetti!   Yüksekten Düşerek Can Verdiler!
Tumblr media
İstanbul, Şişli'de, yıkılan alışveriş merkezinin yerine yapılan, rezidans inşaatında çalışan işçi, kalıpları söktüğü sırada dengesini kaybederek 10 metre yüksekten düştü, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Batman, Organize Sanayi bölgesinde bulunan, tekstil fabrikası inşaatında çalışırken, yüksekten düşen, Ali Kizar, kaldırıldığı hastanede, iç kanama sonucu, yaşam mücadelesini, kaybetti.  
Tumblr media
Denizli’nin Acıpayam ilçesinde, devam eden bir inşaatta çalışan, 42 yaşındaki inşaat işçisi Ramazan Soy, 4. katta çalıştığı esnada, dengesini kaybederek zemine düştü ve yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Çorum, Bahçelievler Mahallesi’nde devlet hastanesinin önünde yaptırılan, poliklinik inşaatında çalışan, 38 yaşındaki Soner Arslan, inşaatın ikinci katından beton zemine düşerek, hayatını kaybetti!  
Tumblr media
Erzincan, İnönü Mahallesinde bulunan, 3 katlı okul inşaatının çatısında çalışan, 58 yaşındaki Safa Celep, dengesini kaybederek zemine düştü. Tedavi altına alınan Celep, yapılan müdahaleye rağmen, kurtarılamadı.  
Tumblr media
Diyarbakır'ın, Yenişehir ilçesi, Şehitlik Mahallesi’ndeki bir inşaatta çalışan, asansör ustası, 25 yaşındaki işçi, 13. kattan asansör boşluğuna düşerek, olay yerinde yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Osmaniye'nin Kadirli ilçesi, Cemalpaşa Mahallesi’ndeki bir inşaatın, 4. katında çalışan, 36 yaşındaki, Rıdvan Çalkovan, dengesini kaybederek, beton zemine düştü. Sağlık ekiplerince hastaneye kaldırılan Çalkovan, müdahaleye rağmen kurtarılamadı.  
Tumblr media
Şanlıurfa’nın, Bozova ilçesi, Atatürk Barajı’nda, saha güvenlik görevlisi olarak çalışan, 44 yaşındaki, Serdar Bağıran, dengesini kaybederek yüksekten kayalık bir alana düşerek, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Aydın’ın, Nazilli ilçesine bağlı, Pınarbaşı Mahallesi, 677. sokak üzerindeki bir inşaatın, 3. katında çalışan, 30 yaşındaki, Sezai Altındağ, dengesini kaybederek, metrelerce yükseklikten toprak zemine düştü. Olay yerinde yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Mersin’in, Erdemli ilçesine bağlı, Akdeniz Mahallesi, Yunus Bey Caddesindeki, bitme aşamasına gelen 8 katlı bir inşaatta, çelik kapılarını takmaya gelen, 50 yaşındaki Muhyettin Akar, 6. katta dengesini kaybedip, asansör boşluğuna düşerek, olay yerinde yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
İstanbul, Maltepe, Çınar mahallesinde, 4 katlı bina inşaatında çalışan 53 yaşındaki Mustafa Aydın, merdivene, el arabasıyla kum döktüğü sırada, dengesini kaybederek, asansör boşluğundan zemine düştü. Olay yerine gelen sağlık ekipleri, inşaatın zeminine düşen Mustafa Aydın’ın, olay yerinde hayatını kaybettiğini tespit etti.  
Tumblr media
Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde, bir binanın çatısında, onarım işinde çalışan, 61 yaşındaki, Rıza İpek, dengesini kaybedip çatıdan düşerek, hayatını kaybetti!  
Tumblr media
Konya'nın, Meram ilçesi, Küçük Kovanağzı Mahallesi, Taşkıran Sokak’ta, 6 katlı bir apartmanın inşaatında çalışan, 43 yaşındaki Mustafa Bitmiş, 5. kattan, dengesini kaybederek düştü. Olay yerine gelen sağlık ekiplerince, hayatını kaybettiği bildirildi.
Tumblr media
Erzincan, İnönü Mahallesinde bulunan, 3 katlı okul inşaatının çatısında çalışan, 58 yaşındaki Safa Celep, dengesini kaybederek zemine düştü. Tedavi altına alınan Celep, yapılan müdahaleye rağmen, kurtarılamadı.   Elektrik Akımına Kapıldılar!
Tumblr media
Tekirdağ’ın, Malkara ilçesinde bulunan, bir GSM şirketine ait direkte, bakım ve onarım yapmak için, direğe çıkan Tarık Baş, elektrik akımına kapılarak, hayatını kaybetti!  
Tumblr media
Tekirdağ, Hayrabolu, Alpullu Caddesi’nde yaşanan, elektrik arızasını gidermek için bölgeye gelen, Trakya Elektrik Dağıtım personeli, Tayfun Öztürk, çıktığı elektrik direğinde, akıma kapılarak, yaşamını kaybetti!  
Tumblr media
Hakkari Yüksekova’da, çalıştığı yüksek gerilim hattında, elektrik kesilmediği hâlde, kesildiği şeklinde gelen, yanlış bilgi üzerine, çıktığı elektrik direğinde, akıma kapılması sonrası, direkten düşmesi sonucu meydana gelen iş kazasında, 45 yaşındaki Ali Doğrul, hayatını kaybetti.
Tumblr media
Düzce’de bulunan, bir metal fabrikasında çalışan, 43 yaşındaki, Serdar Bozok, elektrik akımına kapılarak, olay yerinde yaşamını kaybetti!
Tumblr media
16 yaşındaki çocuk işçi, elektrik akımına kapılarak yaşamını kaybetti Konya’da, Karapınar Mesleki Eğitim Merkezi öğrencisi 16 yaşındaki, Eren Dağ, çalıştığı sondaj firmasıyla, Akören mevkisine gitti. Dağ, burada, bir tarlada kuyu açmak için, sondaj çalışması yapılırken, elektrik akımına kapıldı. Read the full article
0 notes
akilfikirgezegeni · 5 months ago
Text
Tumblr media
Zamanın su gibi aktığı şu dönemde (çünkü zamanın artık bir şeye takılmadan yol alması mümkün değil... Her bir uyaran Zaman Nehri'nin debisini biraz daha hızlandırıyor.) seni uyutmaya, aynı şeyleri yaparak rutine boğmaya, özgür seçimler yaptığını düşünmene, haz odaklı bir yaşam sürmene, gençliğin ve ölümsüzmüş gibi hissetmenin yalancı çoban hikayesine inandırmaya çalışıyor. Dikkat edersen seni ekrana, reklama boğup; olduğundan daha iyi, daha güzel, daha genç hissetmeni düşündüren ne kadar silahları varsa hepsiyle yükleniyorlar sana... Düşünmeni, sorgulamanı, istemeyip, gerçekte o kadar yokken çok şeylerin sahibi olabileceğini, istersen her şeyi elde edebileceğini, senin özel, güzel ve muhteşem yaşaman gerektiğini tekrar tekrar dönen sonsuz videolarla, sözcüklerle dikte ediyorlar. Sadece istemenin yettiği sanal bir mutluluk gerçekliği yaratarak bir ömür sürecek rüyalar görmeni istiyorlar. Her gün kullandığın kelime sayısına bile müdahale ediliyor. Ve sen bunun farkında bile değilsin.🤷🏻‍♂️ Aynı şeyleri izleyerek, aynı sözcüleri kullanarak, aynı işleri yaparak, aynı düşünen bir kitle inan bana işlerine öyle yarıyor ki... Bu söylediklerimi dünyanın belirli bir bölgesi, ülkesi, yönetimi için söylediğimi düşünürsen yanılırsın! Maalesef dünya tek tip insanlığa yuva olmaya başladı bile! Fakat bir türlü dizginleyemedikleri bir şey var ki, o da henüz doğanın kendini zincir altına aldırmadığı. Bunu aksi fırtınalarla, yer sarsıntılarıyla, heyelanlarla, dev tsunamik dalgalarla da belli ediyor. İnsan gibi manipüle edilemeyen doğa hâlâ kendini koruma güdüsüne sahip. O zaman ne yapmalı? Güneş gibi parla, toprak gibi üret, deniz gibi bereketli ol, kuş gibi özgür, karınca gibi çalışkan ol. Rüzgar gibi ne zaman ne kadar eseceğini, ağaç gibi o rüzgara nasıl yön verebileceğini bil... "En iyisini istemeye devam et! En kötüsüne hazırlıklı ol"! İçaforiz
0 notes