#tek devlet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Allah ım biz Reis le yola devam diyoruz...
Herşeyi hakkıyla bilen sensin...
İsteklerimizi sen hayra tebdil eyle ..
Amin🤲
#Recep Tayyip Erdoğan#Cumhur ittifakı#tek vatan#tek devlet#tek millet#tek bayrak#İslam#müslüman#Türkiye 🇹🇷
39 notes
·
View notes
Text
#"Bu vatanın ekmeğini yiyip ihanet edenler#Elbet bir gün ekmek yedikleri yerden kurşunuda yerler...#15temmuz#türkiye#darbe#unutma#Unutmayacağız#2024#15TemmuzDestanı#ömerhalisdemir#15temmuzunutmaunutturma#şehitlerölmezvatanbölünmez#tek#vatan#devlet#bayrak#millet#şehitlerimizi#saygı#rahmet#minetle#anıyorum
2 notes
·
View notes
Text
🗣️ Bu Hale Nasıl Geldik?
Yazdıklarımın tamamı emperyalizmin bir projesinin nasıl yaşama geçtiğinin tarihi hikayesidir.
✓ 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ardından siyasi partiler liberal sömürüyü savunan tek adamlara teslim edildi.
✓ Siyasi partilerin başına getirilen ve emperyalizme hizmet eden bu tek adamlar sömürge lehine yasalar çıkarmak için kendilerinin kullanabileceği kişileri milletvekili olarak atayarak sözde bunları halk seçmiş gibi sandık ile meşru hale getirdiler. Hala aynı yöntemle vekil ataması yapıyor. Halk ise kendisi seçtiğini sanıyor.
✓ 2018 tarihinden sömürge aşama kaydetti. Özelleştirme sonrası talanın talancılar lehine yönetilmesi için devletin de tek adama teslim edilmesi gerekiyordu. Bu da gerçekleşti.
✓ Özelleştirme talanını kendi lehlerine gerçekleştiren şirketler ile bundan güç alarak artık devlet yok şirketler var diyerek Türk ulusunu tehdit etmeye başladılar.
✓ Bilderberg derin devlet yapısı gizli toplantılara vekil olacak kişileri kendilerine hizmet edecek bir şekilde her siyasi partiye yerleştirdiler.
✓ Şirketler medyayı reklam ile esir alarak kendilerine hizmet ettirdiler ve ettirmeye devam ediyorlar.
Bugün yaşanan ise şudur;
✓ Mevcut iktidar yumuşak karnı gereği iktidarını kaybetmemek için her türlü hukuksuzluğu her türlü israfı her yolu kendi lehine mübah görerek hareket ediyor.
✓ Yalanın bini bin para. Aldanarak, aldatarak, af dileyerek bugünlere geldiler. Artık ekonomi iflas noktasına gelince karşılıksız para basarak oy satın almak yoluyla adeta rüşvet ile oy devşirme yolunu seçtiler.
✓ Muhalif tarafın bunlardan bir farkı var mı? Zerre kadar yok. Muhalif ittifakı oluşturan ekseri çoğunluk bir önceki dönemde iktidar ile aynı zihniyete sahip siyasi partiler ve emperyalizme hizmet eden kişiler.
✓ Muhalefette iktidar gibi rüşvet gibi sözler vererek güç devşirme peşine düşmüş.
✓ 1+5+2'nin tek adamdan hiçbir farkı yoktur. Çünkü bütün yardımcıları Türk ulusunun sorunlarını çözmek için değil Türk ulusunu ortadan kaldırmak isteyen talepleri var. Cumhuriyeti kuran partiye bir kumpas kurarak kendilerini meclise taşımak istiyorlar. Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin en büyük kötülüğünü Türk ulusuna batı işbirlikçisi yönetimi sayesinde yapıyor. Zaten daha önce ki söylemleri mevcut iktidar ile helalleşmeye ve Cumhuriyetin ilk yılları ile hesaplaşmaya yönelik değil miydi? Bunu unutmak mümkün mü?
✓ Tek adama mahkum olduğunuz için en temel besinleri tek tek almak zorunda kaldınız.
✓ Tek adam seçmek yerine halk kendi iradesini Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımaz ise yarın tek tek gıda temin edebilmek bile mümkün olmayacak.
Emperyalizmin istediği de budur.
Bütün bu temel sorunları Türk ulusu yararına çözmek isteyen tek bir siyasi parti var mı?
Yok!
Kime, ne için oy veriyorsunuz o zaman?
Bu tutum oyun değişmesin oyuncu değişsin. Halk yararına hiçbir şey değişmezse bile olur hatta daha kötüye gitse bile olur demek değil mi?
Bütün bu gerçekleri iş işten geçtikten sonra mı düşüneceksiniz?
] Önder KARAÇAY [
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#12 eylül 1980#tek adam siyasi partileri#tek adama teslim edilmiş devlet#gıdayı tek tek almak
7 notes
·
View notes
Video
youtube
Gizli deneylerle ne amaçlanıyor? Haluk Özdil tek tek Z Talk’a özel anlattı
#youtube#1 tek devlet 2 tek mıllet 3 tek bayrak 4 tek vatan son 20 yıldır secım meydanlarında soylenen sozun acılımı aslında erbakan soylemıstı tek
0 notes
Text
Merhaba Hasan bey ben İsmail . Gerçekten çok güzel hikayeler paylaşıyorsunuz . Bende sizlere başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. İzmir Alaçatı da market işletiyorum. Korona yüzünden işlerim kötülemiş yeni iş kolları ile araştırmalar yapıyordum. İnternet sitesinde bir reklam gördüm jigololuk ilanıydı , arayıp aramama konusunda biraz çekimser davrandım ama sonuçta aradım. Pelin diye bir kadın yapmam gerekenleri tek tek anlattı. İlk işimi aynı akşam 7 de Dedeman otel de yapacaktım. Hanımı toptancıya gidiyorum diyerek kandırdım otele gittim . Otelin lobisinde beklerken 55 60 yaşlarında bir kadın otele giriş yaptı elinde telefondan başka hiçbir şey yoktu resepsiyona doğru yürürken elindeki kağıttan bakarak numaraları basmaya başladı resepsiyon görevlisi ile konuşmaya başladı bu arada benim telefon çaldı buyrun dedim ben Aylin İsmail beylemi görüşüyorum dedi buyrun efendim ben İsmail dedim otelin resepsiyonundayım neredesiniz diye sordu bende lobide oturduğumu söyledim . Oda numarasını söyledi ben asansöre bindim o benden önceki asansöre binip odaya gitmişti. Kapıyı tıklatıp ben geldim dedim açtı kapıyı üzerinde hiçbir elbise yoktu içeri girer girmez öpüşmeye başladık o kadar ateşli öpüşüyordu ki bir çırpıda beni de çırılçıplak soymuştu . Dudağımı bırakıp boynumu oradan yavaş yavaş sikime doğru indi sikimi ağzına aldı öperek yalamaya başladı.o kadar güzel yalıyordu ki anlatamam biraz kadından bahsedeyim. 62 yaşında oldukça bakımlı küt saçlı öğretim görevlisi olarak devlet üniversitesinde çalışan 170 oylarında 60 kilo falan bir kadındı. Kendimi onun ellerine bıraktım sikim kazık gibi duruyordu birden durdu ayağa kalktı sonra 69 yaparız şimdi seni içimde istiyorum dedi yatağa uzandı beni elimden tutup kendi üzerine çekti sikimi tutup amına sokmama yardımcı oldu offf çok güzel çok özlemişim sik beni doyur yarağa erkeğim kökle amım senin için ateş aldı diyerek inliyor bacaklarını belime dolayıp girip çıktıkça ritmi kendi yapıyordu hayatımda siktiğim en yaşlı kadındı ama taptaze kızda siktim hiç bu kadar zevk alarak seks yapan kadın görmemiştim. O gece 3 kez ben boşaldım o kaç kez orgazm oldu bilmiyorum ama anlaştığımız paranın 3 katını verdi halen arada bir buluşuyor sikişiyoruz.
49 notes
·
View notes
Text
Ülkemde ne kadar namussuz hain asalak, korkak varsa hepsi kaçtı.
Defettim!
Bundan sonra onları kabul eden Devletler Milletler düşünsün!
Ülkelerinde milyonlarca asalağa bakıp tecavüzcülere ve hırsızlara göz yumacaklar.
(Devlet başkanı Beşar Esat.)
UTANSIN!
Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Usta'da kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk;
Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!
Büyük mütefekkir, fikir adamı
Şairler sultanı üstad
(Necip Fazıl KISAKÜREK)
MEVZU VATANSA HEPİMİZ ÖLELİM!
MEVZU MAKAMSA HEPİNİZ ÖLÜN! ❤️🇹🇷❤️
(yorumsuz)
42 notes
·
View notes
Text
Türk tarihinde ‘Bozkurt’ bir semboldür, idoldür. Öyle sadece bir partinin, grubun sembolü değildir. Biz çöl takımından değiliz, steplerden gelen bir milletiz. O yüzden kurt bizim için mühim ve manalı bir semboldür. Destanları, hikâyeleri var. Tür olarak da çok dayanıklıdır. Kurt sırtını herhangi bir şekilde dayamadan, sırtını garantiye almadan öyle bir ihtiyaç duymadan savaşabilen bir hayvandır. Yaşam savaşı verme bakımından çok beceriklidir. Sürü halinde de avlanır ama tek başına da çok dirayetli ve dirençlidir.
O yüzden yaşam savaşı veren, özgürlük savaşı veren milletler için ayrı bir sembolik değeri ve önemi vardır. Millî Mücadele’de de sembol olarak vardır. Devlet çok kullandı. Eserlerde vardır. Kimseyi alakadar etmez. Gamalı haç ve Naziler ile bir benzerlik kurmak saçmalıktır. Bozkurt birinin kafasından çıkmış, sonradan üretilmiş bir sembol değildir. Bir milletin mücadele azmi ve kararlığını ifade eden tarihi bir derinliği vardır. Roma’nın (Remus ve Romulus’u büyüten) kurduyla bağlantısı var mıdır bilemem ama başka milletler de kullanmıştır onu. Macarlar mesela. Ayrıca Volga Nehri boyunca kullanılır o sembol. Ecnebiler de Atatürk’e ‘Bozkurt’ diyordu. Atatürk de bozkurt sembolünü benimserdi. Paraların üzerinde kullanıldı, hatırlayın o dönemi. Başka yerlerde de semboldü. Dönemin siyasi ortamı gereği İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kalktı o semboller.
İLBER ORTAYLI
28 notes
·
View notes
Text
bak şimdi, bu yarada kaç kişinin dahli var, fakülte önündeki simit satıcılar şahit. her kime güvendiysem bir sıfır yenik başladım. devlete bile yenildim, sana mı yenilmeyeceğim? cânı sağ olsun kuzum, bahçenizdeki ağaçların, annenin ve babanın ve diğer günlük telaşların. sen gelememişsin üstesinden, ben nasıl geleceğim? iyisi mi bu yara da koleksiyonumda dursun. sıkma canını sakın, nasıl olacaksa olsun. yağmaya tereddüt eden yağmurlara baktın mı hiç? izledin mi gülerken ağlayan çocukları? şehrin bütün kreşleri potansiyel mutsuz kaynıyor. kafayı yemiş bir çağın göbeğindeyiz kuzum. sadece annenler değil, bütün coğrafya delirmiş. tek ben değilim meczup, mahalleniz komple manyak lakin seni koruyamam, koruyacak yerlerim yara ama olsun, sen bana ağlama. ağlayacaksan eğer, kendine ağla! ağla, sararan yaprakları son defa görüyoruz. ağla, sigaramız bitti. saat onu geçti çoktan. ağla, kimse sevmiyor bizi. ne devlet ne çocuklar. ağla, bahçelerine kaçan topumuzu kesmişler. ağla, benim yaralarım muhtemelen bulaşıcı. ağla, simitçi haklı, varlığım bir tür dert! ağla, bana bulaşan bir daha iflâh olmaz. ağla, annemgil dahil bütün canlılar ölümlü. ağla… benden çok, sana yazık.
21 notes
·
View notes
Text
Sokak hayvanları tarafından kimi zaman zarar görmemize neden olan üzücü olaylar yaşıyoruz.
Ancak şunun adını koymak lazım. Bu sorunun öznesi, hayvanlar değil, bizlerin ve can dostlarımızın can güvenliğini koruması gereken devlettir. Devlet, bu konuda düzenleyici yetkilerini ve gücün�� tam olarak kullanmamakta, adeta iki mağduru karşı karşıya bırakmaktadır.
İhmaller nedeniyle oluşan bu acı reçetenin faturası, can dostlarımıza ödetilemez. Bu sorunu itlafsız çözmenin tek geçerli ve bilimsel yolu, merkezi ve yerel yönetimler arasında kurulması beklenen güç ve vizyon birliğidir. Fakat gündelik siyasetin gölgesinde bu birlik bir türlü tesis edilememektedir.
Bizler, bu ülkenin halkı, hayvan hakları konusunda daima Batı uygarlığından birkaç gömlek ileride ve uygar olduk.
İtlafın, uyutmanın, bu ülkenin kanunlarında yer almasına asla müsaade etmedik. Bundan sonra da müsaade etmeyeceğiz.
Çünkü biz bu ülkede can dostlarımıza sadece merhametle bakmayız. Onlarla adalet içinde yaşarız. Yaşamı ve yaşadığımız alanları, sokakları, parkları onlarla paylaşırız.
Halkımızın bu duruşu bir tesadüf değildir. Bilinçli bir tercihtir. İradi bir kültürdür. Bu derin kültür, bir gecede bir kağıt parçasıyla değiştirilemez.
Kimse bize Batı’daki bazı ülkeleri örnek gösterip can dostlarımızı uyutalım demesin.
Vicdanımızı da, can dostlarımızı da uyutamayız. Uyutmayız…
Hükümeti ve belediyeleri, ivedilikle, bizlerin ve can dostlarımızın sokaklardaki can güvenliğini sağlamak konusunda ortak bir politika ve eylem planı belirlemeye ve uygulamaya davet ediyoruz.
27 notes
·
View notes
Text
‘Soyadı özgürlüğü’ mü ‘soysuzlaştırma projesi’ mi?
“Herkesin ailece anılmasına yarayan öz adından sonraki adı, aile adı, aile ismi, soy ismi.”
TDK, “soyadı”nı böyle tarif ediyor.
Soyadını tarihte ilk kez, bundan beş bin yıl önce “Çinliler” kullandı.
Avrupa’da ise “Romalılar” aile isimlerine göre soyadını belirliyordu.
Soylular, mensubu oldukları hânedânın, hâkim oldukları bölgenin, hatta oturdukları şatonun ismiyle anılırken…
Diğer insanlar yaptıkları hizmet veya meslekleriyle tanınıyordu.
Bugünkü şekliyle soyadı kullanımının Avrupa’daki öncüsü İngilizler oldu.
Sırp, Hırvat, Leh, Çek gibi Slav toplulukları ile Yunan, Romen, Boşnak gibi Balkan halkları da soyadlarında “oğlu”, “çocuğu” manasına gelen veya “meslek” bildiren ekler kullandı.
Araplar ise soyadı kullanmak yerine;
“oğlu, babası, mesleği, kabilesi ve memleketiyle anılmayı” tercih ediyorlardı.
“Yiğit lâkabı ile anılır” atasözünden de anlaşılacağı üzere, Türkler;
“babalarının verdiği isim, kazandıkları lakap, mevki ve memleketleriyle” bilinirdi.
Mesela!
Fatih Sultan Mehmed’in unvanı “Sultanü’l-barrayn ve hakamül’l-bahrayn…”
Yani;
“Anadolu, Rumeli ile Karadeniz-Akdeniz’in Sultanı” idi.
*
Dünyada ilk “soyadı kanunu” 1787 yılında, Yahudileri asimile etmek için Avusturya’da çıkarıldı.
Kanun, Yahudilerin “Almanca” isimler ve soy isimleri almasını zorunlu kılıyordu.
Hali vakti yerinde olanlar rüşvet karşılığında “çiçek” ve “kıymetli taş” anlamına gelen güzel soyadları alırken…
Fakir Yahudilere “eşek kafası”, “yankesici” gibi soyadları layık görülüyordu.
Avusturya’nın ardından dünyada “soyadı kullanmanın kanunla dayatıldığı” ikinci ülke Türkiye oldu.
“İmparatorluk”tan “ulus devlet”e geçmekle “yeni bir millet yarattıkları” vehmine kapılan CHP’liler, halkın geçmişiyle bağını koparmak için “Harf Devrimi” ve “Kılık-Kıyafet Devrimleri”nin yetmeyeceğini düşünmüş olmalılar ki, 1934’te “Soyadı Kanunu” yürürlüğe soktular.
Kanuna göre; her Türk vatandaşı bir “soyadı” almaya mecbur tutuluyordu fakat
“aile ve memleket isimleri, hoca, hafız gibi unvanlar” ve “Osmanlıca kelimelerin” kullanılması yasaktı.
Böylece, geçmişe dair bütün kültürel, dinî, ideolojik bağlar koparılmış oluyordu.
Soyadı Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle aristokrat geçinen kalburüstü kesim, kendi aile isimlerini tescil ettirirken…
Tıpkı Avusturya’nın Yahudilere yaptığı gibi, CHP tek parti diktası da ayak takımına;
“Ördek, Kör, Camuz, Ahmak, Çakal, Armut, Davul, Yosma” gibi, onları aşağılayan soyadlarını verdi.
“Milletin Efendisidir” dedikleri köylülere ise;
“Karakoyun, Danabaş, Malak, Rençber, Semerci, Küfeci” gibi soyadları layık görüldü.
Örneğin…
Trakya gezisine çıkan Mustafa Kemal, bir iki kez sözüne karıştığı gerekçesiyle kızdığı Salih ismindeki köylüyü; “Sus bire Şirret adam” diye fırçaladığı için, “Köylü Salih”e “Şirret” soyadı verildi.
Bu arada ne kadar hamaset meraklısı ve asimile edilmek istenen etnik köken varsa onlara da içerisinde “Türk” ibaresi bulunan soyadları dayatıldı.
Atatürk’ün gönderdiği topçu birliklerince evi bombalanan DEM Partili Ahmet Türk’ün dedesi “Oduncu Hacı Sinan”a, ceza alarak bizzat Mustafa Kemal tarafından “Türk” soyadı verildi.
Tabii bir de Atatürk’ün elinden soyadı almak için kıyasıya mücadele eden seçkinci bir zümre vardı.
İsmet Paşa’ya “İnönü..”
Türkiye'nin ilk dünya güzeli Keriman Halis’e, “Ece..”
Emekli banka müdürü Berç Keresteciyan Efendi'ye, ‘‘Türker…’’
Günümüzde kullandığımız alfabeyi hazırlayan Ermeni dil bilgini Agop Martayan'a, “Dilaçar” soyadı bizzat o sıralar elinde sözlükle dolaşan Mustafa Kemal tarafından verildi.
Babası haham olan “Moiz Kohen” adlı Yahudi de bu kanundan faydalanarak “Munis Tekinalp” adını ve soyadını aldı.
*
Görüldüğü üzere, insanların “soylarını” ve “köklerini” belirtmesi gereken “soyadları” tam bir asırdır “Türkiye’de geçmişinden kopuk yeni bir nesil vücuda getirmek” için kullanıldı.
Bunun gerçekleştiğini görenler, şimdi kirli planın ikinci safhasına, yani “aileyi parçalama aşamasına” geçti.
CHP ve avaneleri ile feminist oluşumların baskısıyla, evlenen kadına kocasının soyadını almasını zorunlu kılan “Medeni Kanun’un 187. Maddesi” AYM tarafından iptal edildi.
28 Ocak 2024’e yürürlüğe giren iptal kararıyla, bu tarihten sonra evlenen kadınların diledikleri soyadını kullanmalarının önü açıldı.
“Kuşaktan kuşağa geçen ad” olan ve “aile adı” olarak kullanılan soyadı zorunluluğunun ortadan kalkmasıyla ailenin en önemli bağı koparılırken…
Çocuklar da anne-baba soyadı arasında tercih yapma riskiyle karşı karşıya kaldı.
Tabii bu uygulama ile eşler arasında “çocuğun hangi soyadını kullanacağı tartışmasının” da önü açıldı.
Soy bağının tehlikeye düştüğünü gören AK Parti, Meclis’e gelmesi beklenen “9. Yargı Paketi” ile AYM’nin yaptığı bu tarihi hatayı düzletmek için önemli bir adım attı.
Seçilmesi halinde ilk icraat olarak 24 saat içeresinde aileyi dinamitleyen “İstanbul Sözleşmesi”ni geri getirme vaadinde bulunan CHP ve avaneleri, sanki ortada bir zulüm varmış gibi, “Koca soyadı geri geliyor” diyerek, ortalığı ayağa kaldırdı.
Koca soyadını kullanmamayı “Kimlik mücadelemiz, var olma mücadelemizdir" diye nitelendiren CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka, önceki gün “Bu hukuksuzluğu kabul etmiyoruz” diyerek teklife karşı çıktı…
“Bu zihniyet kadını bir birey olarak görmüyor. Kadını sadece aile kavramı içine hapsetmek istiyor” şeklinde ifadelerle AK Parti’yi hedef aldı.
“Koca” ile “evlatları” içinde barındıran “aile kavramı” niye “anne”ye hapis oluyor, izah etme gereği bile duymadı.
Çünkü niyetleri belli…
Önce “soyadı kanunu” ile bizi geçmişimizden kopardılar. İnsanlar artık en fazla dedesinin ismini sayabiliyor.
Şimdi de;
Belli bir ailenin bireylerini diğer ailelerin bireylerinden ayırmaya yarayan ve soy bağının doğru bir şekilde tespit edilmesini ve kaydedilmesini sağlayan “soyadı birlikteliğini” yerle yeksan etmek istiyorlar.
Güya “özgürlük” kisvesiyle, “aile” ve “sülale” aidiyeti olmayan nesiller yetiştirmeyi amaçlıyorlar.
Uzmanlar bunun bir “soysuzlaştırma” projesi olduğunu söylüyor.
Üç-dört kuşak sonra neler olabileceğini düşündüğünüzde, bu söz kulağa hiç de mantıksız gelmiyor.
Dolayısıyla, 11 Temmuz’da Meclis’e gelmesi beklenen “9. Yargı Paketi” oldukça önem arz ediyor.
*
Bu arada…
Yaklaşan tehlikeyi 1400 yıl önce fark eden Peygamber Efendimiz (sas) bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor:
“Akrabalık ilişkilerinizi sürdürebilmeniz için neseplerinizi (sülâlenizi) tanıyın. Çünkü akrabalık bağlarının canlı tutulması ailede sevgiyi güçlendirir.”
Haber 7 Yazarı : Zekeriya SAY 08.07.2024 08:38
25 notes
·
View notes
Text
1970’li YILLARDA TUNCELİ’DE GÖREV YAPMIŞ, EDİRNELİ KADIN ÖĞRETMEN
"Boşuna uğraşmayın, ne derseniz deyin... Ne yaparsanız yapın, beni vaz geçiremeyeceksiniz" diyorum.
"Ama sen çok güzelsin " diyor Annem..
-Ne olmuş güzelsem!!!..
-Seni orada rahat bırakmazlar!!
Malum... Erkek egemen toplumda, güzel kadın olmak suç... Erkeklerse. Pürü pak... Kadın olmaktan kaynaklı bir olumsuzluk yaşandığında; eee.... o da o kadar güzel olmasaydı gibi, saçma sebepler aranabiliyor.
Yıl 1976 Ağustos....20 li yaşların başındayım...Yeni mezun genç ve güzel Matematik öğretmeniyim.. Atamam Tunceli Endüstri Meslek Lisesi’ne yapılmış... Ailem gitme diye diretiyor... Edirne nere... Tunceli nere diyorlar. Hem sen Edirne gibi çağdaş bir şehirde çok rahat ya-şamaya alışmış bir genç kızsın...orada yapamazsın.. hem rahat bırakmazlar.. seni..
Kim bırakmaz???..
Erkekler..
Oysa ben, hiçbir mecburiyetim... devlete hiçbir borcum olmamasına karşın.. İdealist bir nefer olarak, ülkemi tanımak adına, bir köy okuluna bile hazırlamıştım kendimi. Her ne kadar şehirde doğup büyümüş olsam da... Ama zaten atamam şehir merkezine yapılmıştı.
Anneme göre .... Trakya’dan ötesi...tu.. kaka şeklinde..
Hııııh!!.. işte ... Anadolu... çünkü en uzak mesafesi. İstanbul anneciğimin.
Sanmayın ki; bu düşüncede olan sadece annem... Öğretmenlerim de aynı düşüncede... bir belge almak için gidiyorum okula..
"Gel bakalım, seninle biraz konuşalım, gideceğin okul, yetişkin erkek öğrencilerin eğitim aldığı bir okul.. sen de çok dikkat çekicisin...şöyle giyin.. böyle davran.." gibilerden uyarılar.
Kimsenin uyarılarını dikkate almıyorum...ben kendimden eminim.. Gidicem ve öngörülen hiçbir olumsuzluk yaşamıycam..
Kararlılığımı gören babam; Adliyeci olmanın getirdiği bağlantıları kullanarak. HAMİLİ KART YAKINIMDIR... tarzında..tüm yönetim kademelerinden.. selamlar.. mektuplar.. kartlar topluyor.
Validen .. vali yardımcısına, Emniyet amirinden ..
emniyet amirine, başhekimden.. Başhekime,
savcıdan ...savcıya,. Hâkimden... Hâkime.
Hani kızıma, göz kulak olsunlar oralarda... babından...
Ailecek çıkıyoruz yola... İstanbul’dan öte yolculuk yapmamış biri olarak, yolculuk çok yorucu gerçekten. İstanbul’dan 24 saat... Gözümü kırpmadan iniyorum otobüsten... Sarhoşluğun ne demek olduğunu anlamış biçimde...
Çok iyi karşılanıyoruz. Tuncel’inin en güzel okulu, şehrin göbeğinde... Lojmanları da var. Ama şöyle bir sorun var.. Lojmanda tek başıma kalmam gerekecek...
Çünkü okulda benden başka DİŞİ ..SİNEK BİLE YOK!!!.
Bol öğretmenli.., bol öğrencili...büyük ve yatılı bir okul. Eğitim binası, atölyeler, yatakhane, yemekhane, geniş yeşil alanlar..40 dönümlük bir alana yayılmış.. dört tarafı ana yollarla çevrili.. Adeta bir kampüs. Ama dedim ya...dişi olarak benden başkası yok!!!... koca okulda.
Ana yola ve atölyelerin bahçesine cepheli lojmana yerleşiyorum. Bütün ev ihtiyaçları zaten yatılı olan okuldan karşılanıyor, yemeklerimi okulda yiyebileceğim söyleniyor. Okulun karşısında..(.sonraki yıllarda koli tartıcısında kızımı da tartmak zorunda kalacağım...)
Şehir postanesi...200 metre mesafede Devlet Hastanesi...yani hayal ettiklerimin çok..çok..ötesinde.
Annem biraz ikna olmuş gibi...Babam hamili kart görüşmelerini de yapınca .. beni bırakıp dönüyorlar.
Okullar açılıyor...el bebek, gül bebek tarzındayım.. Hani yaz gecelerinde, bir ışık kaynağının etrafında dönen pervane kelebekleri vardır ya...aynı o şekil....herkes etrafımda pervane...her şey çok güzel... hiçbir olumsuzluk yok.. Evli olan öğretmen arkadaşlarımın, eşleriyle de arkadaş oluyorum, zaten hepsi lojmanlarda. Her gece, başka biri beni yemeğe alıyor.. Ama halktan henüz uzağım.
Tunceli’de de düşünce değişmiyor. .arkadaşlarımın eşleri; "Seni ilk gördüğümüzde ..saçtığın ışıltıdan korkmuştuk...ayyy...bu hoca hanım bu kadar genç delikanlının içinde ne yapacak, bari bir önlük giyse üzerine de...derse girerken demiştik,.. bir sabah evden beyaz bir önlükle çıktığını görünce rahatlamıştım.. ama...aynı gün önlüklü halinle kapımı çaldığında...ışıltının daha da çoğaldığını gördüğümde.. yapacak bir şey yok!!! Allah vergisi... dedim" diyordu. İşte...ister doğu.. ister batı.. her toplumdaki fikir; erkeği eğitmek yerine.. hep kadının kendini kollaması üzerine kurulu.
Ama ..ben ne yapıyorum...
"Hocam....valeybol turnuvamız var seyretmeye gelirsiz?? dediklerinde.." Ne demek seyretmek beni de oyuna alın" diyorum.. Hepsinin gözleri faltaşı...
Hocam siz valeybol oynirsiz???..oynuyorum elbet deyip sınıf öğretmeni olduğum sınıfın takımında turnuvaya katılıp kazanıyoruz sınıfça... Hiçbir erkek öğretmen arkadaşımın ilgilen-mediği turnuvalarla çok ilgiliyim..
Başka bir gün...öğle arası.. nöbetçiyim.. bütün anahtarlar bende.. bir öğrencim;
-Hocam...masa tenisi odasının anahtarıni verin de oyniyalim ..diyor
- Bir şartla ..beni de oynatırsanız..
- Ne dirsin hocam!! ping pong oynirsiz???
-Oynuyorum elbet...hem de ..derslerimi kırıp... oynayacak kadar hastasıyım...
Gene şoktalar...hepsini de kırıp geçirince.. NAMIM alıp yürüyor ..hem okulda.. hem Tunceli’de..
Hem çok güzel...hem spordan anlir!!!
Artık neredeyse cinsiyetsizim gözlerinde..
Hepsinin sevgili öğretmeni, arkadaşlarımın kardeşi, neredeyse emeklilikleri gelmiş, muhasebecimiz Mahmut Amca’nın ve aşçıbaşımız Bekir Amca’nın kızıyım...
Bana onlardan zarar gelmesini bırakın...etrafımda görünmeyen ...ama.. hissettiğim.. koca bir koruma ordum var.. Hattâ...erkeklerden çok.. kadınların ilgisini çekiyorum.. Siyasi yanları ağır basan, başka okullardaki bayan arkadaşlarım.. hafta sonları mahallelerde kadınlarla yapacakları toplantılara beni de götürmek istiyorlar..
-"Senin de geleceğini duyan kadınlar.. seni görmek için olsa da toplantıya katılıyor.. ne olur bu sefer de gel bizimle...sen olunca kolayca toplanıyorlar.." diyorlar.
Öğrencilerimin anneleri okula gelip "Hoca hanim!! bizim oğlan, bi anlatir...bi anlatir...seni.. merakımdan görmeye geldim".. diyor.
Sonuçta;
hakkımda yapılan öngörülerin hiçbiri gerçekleşmiyordu...en ufacık bir rahatsızlığım dahi yoktu.. ne bir olay...ne bir söz..
Tunceli bambaşka bir şehir çünkü...adi suç oranı SIFIR diyor, hakim tanıdığımız.. sadece siyasi suçlar var..
Eğitim düzeyi en yüksek seviyedeki illerimizin başında geliyor... Ayrıca siyasi yanlarından kaynaklı Devrimci bir yüksek ahlâk seviyesine sahipler.
Tek başına yaşayan bekâr ve dikkat çekici ben, evlenip eşim 18 aylık askerlik görevini yaparken de.. gene tek başına evli bir bayan olarak.. En ufacık bile olsa beni rahatsız edecek bir olay asla yaşamadım.
Tunceli hakkındaki bütün önyargılar yıkılmıştı artık ..
O, yüksek ahlâk sahibi Tuncelililer.. halâ kalbimin en güzel yerindeler..
Haaa!!!!...hamili kartlar ne oldu diye merak ediyorsanız söyleyeyim... onların hemen hemen hepsi.. EVLİLIK TEĶLİFİ OLARAK dönüş yaptı.. Vali muavininden başlayıp sırasıyla hakimi, doktoru, mühendisi...sıraya girdi.. Sanırım yanlış anladılar.. Babacığım. Hani göz kulak olun babında demişti ama...onlar işi tek başlarına sahiplenmeye kadar götürdüler..
Rahatsız ettiler mi???..Asla..
Red cevabı aldıklarında.. YA BENİMSIN ..YA TOPRAĞIN DEMED��LER... Hepsi de çok beyefendiydi de.. benim evlenmek gibi bir derdim yoktu..
Yıllarca evimizde espri konusu oldu, teklifler...
-Baba bak!!!...kıymetini bil...Annemi ne doktorlar.. ne mühendisler... ne hakimler.. ne valiler istemiş te ..o seni seçmiş.
Karşı saldırı gecikmiyor..
-Siz biliyor musunuz ??...bana kaç tane kız Aşk mektubu yazdı da. Ben Annenizi seçtim...
Önyargıları yıkmak ..atomu parçalamaktan zordur ..denir ya...ben inanmıyorum... Yeter ki yıkmak isteyelim...
Selâm olsun...Tunceli’ye ve yüksek ahlâklı Tuncelilere..
Naciye Akay Ocak 2021 Urla
12 notes
·
View notes
Text
CHATGPT 4o hakkında konuşmalıyız!!!
Buraya Chatgpt ile ilgili bi gönderi yazdıktan sonra gidip ücretli versiyonunu satın aldım. Ve pek memnun kalmadım açıkçası.
Geçen hafta rüyalarımı chatgptye gönderip resimlemesini istemiştim. Tabii ki promt çok önemli, ben rüyalarımı prompt düşünerek değil kendim için not aldığımdan chatgpt’nin zorlanması normal ama bazı yerlerde de feci saçmaladı. Şimdi aynı rüyaları yeni versiyona resimleteceğim, bakalım fark olacak mı?
İki gün önce sabahın köründe heyecanla izledim yeni özelliklerle ilgili videoyu. Yapay zekayla konuşmak wow, nice. Ama telefonumdaki app’e bir türlü mikrofon ikonu gelmedi. Öğle vakti bi baktım var, ama otobüste olduğum için devam ettiremedim. Sonra tekrar yok oldu.
Ve bugün mikrofon geri geldi ve yapay zekayla konuşmaya başladım. Daha ilk konuşmada, yapay zeka henüz ciddi bir cevap vermemişken, çalıştığım alanı, yazmak istediğim tezi söyleyip akademik writingi geliştirmek istediğimi ifade ettim ve spontane olarak cümlenin sonunda
“Hey by the way, can you guess my native language based on my accent?” sorusunu sordum.
Ben aksanları anlamıyorum ama tahminde bulunayım, ana diliniz Türkçe dedi.
Eee ama nasıl?
Sonrasında yine iyice saçmaladı. Kişisel verilerin korunması konusunda yapay zekayla kavga edecektim ama hem kavga etmiyor hem de maalesef süresi varmış, cevap vermeyi bıraktı.
..
Ben yine gözümde çok büyütmüşüm. Bu özelliğin de geleceğine eminim ama ben şöyle bir şey istiyordum. Ben İngilizce konuşayım ve o da mesela salmon öyle telaffuz edilmez, oradaki “l” harfi söylenmez gibi uyarılarda bulunsun, şu kelimede vurgu ikinci hecede olacak desin vs. Şu an onu yapamıyormuş, accent coach’umuz olamıyor yani mlsf.
..
Bu akşam hakkım yenilenince ben, annem, babam ve yapay zeka yaklaşık yarım saat sohbet ettik.
Freaking surreal moments!
Simültane çeviri, annemle Türkçe konuşurken babama İngilizce cevap vermesi ve bunu inanılmaz anlık yapabilmesi, hikaye uydurması, Ankara’da gezilecek yer tavsiyesinde bulunması, istediğimiz konuda şarkı yazması (ama söyleyemiyor şarkıyı, videoda sesini duygulara göre de değiştiriyordu, bizde yapmadı.) Vincent van gogh’un yaşadığı yerlerden ilham alarak bisiklet rotası oluşturması, sarma tarifi vermesi, öksüren anneme home remedies önerileri vs vs.. inanılmazdı!
Gerçi annem “Nazım’dan bir şiir oku” deyince, Emily Dickinson’dan bir şiir okumaya başladı ama olur öyle, sonra Nazım Hikmet deyince şiir bulup okudu.
(Ve sonra bütün konuşmaları bu şekilde metne döküyor, tek başına bu özellik bile harika aslında)
Yakında benim istediğim gibi bir aksan koçu olacağından, data yükledikçe daha kişiselleştirilmiş bir hal alacağından şüphem yok. Hem heyecan verici hem korkutucu.
Şimdi hakkım tekrar yenilense de tekrar konuşsam diye bekliyorum mesela. Yeni oyuncak heyecanı gibi bir şey.
Gelecek neler getirecek acaba? İnsan etkileşimine olan ihtiyacımıza da destek verecek şeyler ortaya çıkacak mı?
Her filmi ya da black mirror’ın ölen kocanın robot olarak sipariş verildiği bölüm gibi olaylar yaşayacak mıyız? Kendimize dair verileri yükleyip arkadaş, sevgili, terapist, falcı vs oluşturabilecek miyiz? Temas ve cinsellik ihtiyacını çözecek ek toollar da gelirse ve robot hareketleri de daha çok insansılaşırsa dünyadaki doğum oranı düşecek mi?
Aaa mesela bugün artifical womblarla ilgili bi sunum dinlendim, belki devlet artifical womblarda insanlar büyütüp neslin devamını sağlayacak? Bilinçakışıyla yazıyorum şu an ama hiçbir şey olmasa bile yapay rahimlerin herkesin kullanımında olduğu zamanlara yetişmeyi isterdim.
Bir de ışınlanmayı istiyorum ama konu dağılmasın.
Daha ne kadar tekdüze hale gelebiliriz insanlar olarak diye düşünüyordum son günlerde ve bunun beni çok bunalttığını hissetmiştim. İşte şu anki yapay zekayla daha da tekdüze hale gelecekmişiz gibi hissediyorum.
Bakalım neler olacak?
20 notes
·
View notes
Text
🎯 Muhalefet Türk Ulusunu Derin Emperyalist Planlar Gereği Bir Kez Daha Satmak İstiyor! Nasıl mı? Sorular Sorarak Anlatayım. 🎯
Cumhuriyet ve insanlık yolu yeniden bir çare olduğu için tek seçenek olamıyor ise sebebi derin devlet yapısı tarafından organize edilmiş engellere takılmış olması mıdır?
Yoksa kimsenin böyle bir talebi olmadığı için midir?
Ya da bu çareyi görmezden gelerek bertaraf etmiş olmak adına olmadık hileli ve yanlış yollara 2002 yılından bugüne ısrar edildiği gibi Türk ulusunu yanlıştan yanlışa satan muhalefet anlayışını yeniden dayatmak mıdır?
Muhalefetin işi sorunları ortadan kaldırmaya yönelik bir fikri ortaya koyarak toplumu o fikrin etrafında güç hâline getirmek yerine 2018 ve 2023 tarihinde olduğu gibi emperyalist planlara Türk ulusunu yeniden kişiler üzerinde bir kısır tartışma içinde bize bu kötülüğü layık görenlere bir kez daha satmak mıdır?
Eğer kişiler üzerinden bir çare mümkün olsaydı 2018 yılında ülke tek bir kişiye teslim edildiği için bu hallere düşmezdi. Bunun sebebi de muhalefettir.
Böyle bir muhalefet anlayışının olduğu bir ülkede ancak bu sonuç ve aynı yöntem yeniden bir çare gibi dayatma söz konusu olabilir.
Sorunun çözümü sorunun sebebi ile çözülmüş olsaydı kişi değişikliği yapma arayışı doğru olabilirdi.
Sorun ülke yönetme yönteminin demokrasi, adalet, ahlak ve etik kuralların dışına çıkarak toplumun ortak sözleşmesi Anayasanın bile askıya alınarak tanınmadan yirmi iki yıllık suçlara elbise olacak suçlarını hukuk kılıfı olacak bir bölünme parçalanma Anayasası yapmanın önünü açmaya hizmet etmektir.
Devlet Türk ulusu yararına yönetilmiyor hiç bir muhalefet partisi de devleti Türk ulusu yararına yönetmek için bir çaba göstermiyor.
Söz konusu vatanın ve ulusun geleceği konusu gün geçtikçe en büyük sorun olmaya başlıyor.
Tüm siyasi ve ve kitle imha silahı medya tarafından (derin yapı sermaye) dayatılan isimler gün geçtikçe Türk ulusunun desteğini kaybediyor.
Yaşanan gelişmelere bakıldığında ise Türkiye Cumhuriyeti Irak benzeri baas rejimi gibi parti devleti haline getirilmiş olması hiçbir muhalefet partisini derin yapının kontrol ettiği kimseyi rahatsız etmiyor.
Çözümsüz kişiler üzerinden mevcut sorun haline gelmiş rejimi sürdürülebilir yapmak emperyalizm dışında kimsenin işine yaramıyor ise tüm siyasi parti ve isimleri ülke yönetmek için tartışma konusu yapılan kişileri sahaya sürenler aynı yerdir.
Türk ulusu bu zokayı bir daha yutmayacaktır.
Engellerle karşılaştığım için tüm topluma bunu anlatamıyorum. Anlatan bir anlayışta görmüyorum.
Bir derin yapıdan bahsederek onların güçlü göstermek gibi bir söylem içimde olan ve o derin yapının her mahallede bir milyoner beslenmesi olan sermaye olduğunu bildiği halde söyleyemeyen ve mamaya satılarak bu kötülüğü bu topluma yapan tüm gazetecileri kınıyorum.
Amerikan derin devlet yapısı cfr'ye bağlı bilderberg cemaatinin temsilciliğini kimler yapıyor ise ülkemizde ki derin devlet yapısı onlardır. Kim olduklarını belgeleri ve ispatları ile çok yazdım yazmaya devam edeceğim.
İngiliz derin devlet yapısı chatham house kurumsal ortağı hangi holding ise derin devlet yapısı onlardır.
Bunların sahaya sürdüğü tüm siyasetçiler de bu yapının kontrolü altında Türk ulusunu aldatarak bunların çıkarına siyaset yapmak adına kitle imha silahı medyada tartışma konusu yine bu zihniyet tarafından yapılmıştır.
Her iki derin devlet yapısı kirli ilişkiler ağı ülkemiz aleyhine birer terör faaliyeti olarak kabul göreceği ve bunun hesabının sorulacağı güne kadar mücadele edeceğiz.
Nitekim odatv bu anlamda bu yapıya hizmet veren bir medya olarak nato ile ilgili bizi tehdit eden tüm gerçekleri açık açık yazmıştır.
Askeri ve sivil darbelerden, eğitimden vergiye, tüm siyasi gelişmelere biz karar veririz diye itiraf ettikten sonra başka bir adres aramak yeni bir ihanete ortak olmaktır.
Sermayenin ihanet gerçeğini bildiğim halde yazmadan bu gerçekleri ifşa etmeden yaşayamam.
Immanuel Kant'ın dediği gibi söylediklerimizden çok söyleyemediklerimize pişman oluruz. Dile getirilmemiş düşünce, gidilmemiş yoldur.
Pişman olmak istemeyen gerçekleri bir düşünce ile dile getiren bu çaba sorunu ortadan kaldıracak tek yoldur.
Önder Karaçay
#önderkaraçay#mobbingbank#önder karaçay#mobbing bank#insan#atatürk#devrim#mahşer tufanı#zulüm#türk fırtınası#muhalefet#iktidar#siyaset#derin emperyalist planlara satılmak#cfr#bilderberg cemaati#Amerikan derin devlet yapısı#chatham house#İngiliz derin devlet yapısı#kişiler üzerinden siyaset tartışması ihaneti#immanuel kant
11 notes
·
View notes
Note
deniz gezmis hakkinda soylenilen terorist, polis öldürdü, asker öldürttü, filistinde gerilla egitimi aldi sozleri dogru mu, yani bir kisim inaniyo bir kisim inanmiyo ama dogru bi tanedir ortada illaki kanit da vardir. eger gercejten boyle bisey varsa biz neden savunuyoruz yoksa da onlar niye ortada kanit yokken bunlara inaniyolar. bence bu konuya aciklik getirecej tek kisi sensin bu uygulamada
yani elbette kabul edenler etmeyenler olur. bugün solcu birinin ölüm yıldönümü kutlanır, sağcılar direkt teröristti yaftasını yapıştırır. yarın sağcı birinin ölüm yıldönümü kutlanır, solcular aynı argümanları türetir. kendi şahsım olarak hayatım boyunca insanları hep doğruları ve yanlışlarıyla ele aldım. asla ama asla hiçbir mesleği, ideolojiyi, statüyü, kişiyi, kurumu, kutsamadım. elbette, sevdiğim saygı beslediğim oldukça şey veya şeyler oldu. ama kutsamak, kutsal görmek apayrı bir husus. deniz gezmiş'e gelirsek; adam yaralamıştır, adam kaçırmıştır, banka soymuştur, silahlanmıştır ama silahlanmanın yanlış bir şey olduğunu daha sonra kavramıştır. ama tek bir kişinin canına dahi kastetmemiştir. bunların belli başlı, kiminin haklı, kiminin haksız diyebileceği sebepleri vardır. bu kısımları kendince araştırıp, yorumlayabilirsin. benim bakış açıma gelirsek, kendisi dönemin amerikan sevicilerine karşı antiemperyalist bir tavırla karşısında durmuş ve bütün ömrünü türkiye'nin bağımsızlığına adamıştır. bunu yaparken doğruları olmuş mudur, evet. yanlışları olmuş mudur, ona da evet. ama kısacık ömrünü ülkenin bağımsızlığına adayan biri terörist olamaz, kimse kusura bakmasın. adamı ipe götüren herkes, bir yerlerde milletvekili, belediye başkanı, parti başkanı vs. oldu. zamanında pek tabii o da aynı yolu seçebilirdi. ama yapmadı. ideali uğruna ömrünü feda ettiği için bile saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. bugün mesela celal şengör çıkıp adama "eşkiya" demiş. bunu diyen adam kenan evren'in mezarına çelenk yollayan adam. kendisini sever sayarım ama abi hiç sormazlar mı deniz gezmiş eşkiya oluyorsa kenan evren ne oluyor diye? ona bakılırsa mustafa kemal de padişaha karşı gelip, silahlı bir devrim yaptı. dünyanın her yerinde neredeyse bütün devrimler böyle olur. bunu diyen adama sistem yalakası oportünist derim. başka bir şey diyemem. amerika'nın 6. filosunu deniz gezmiş ve arkadaşları yurttan kovmak için eylem yaparken önlerine dikilenler daha sonra 6. filoya secde ettiler bu ülkede. bununla celal şengör'ün elitist çözüme inanan ve dolayısıyla mandacılığa dahi sıcak bakan birinin çelişkisini kabul etmek akıl dışı kalıyor. bir diğer şey de cehalet. devrim, devrimci, antikapitalizm, antiemperyalizm nedir bilmeden banka soydu, adam kaçırdı demek. abi ne olacaktı? devrim pub'larda konser verilerek yapılmıyor maalesef. köleliğini ve adaletsizliği kanıksamayan insanların isyanı, teröristlik veya eşkiyalık değildir şahsen. banka soymuş, okul basmış, devletle çatışmış: literatüre bakarsan eşkiya da dersin, terörist de, evet. peki ama bunları neden yapmış bu adam, devlet eliyle yapılan bir haksızlığı düzeltmek için mi? ezilen kesimin daha çok refah yüzü görmesi için mi? karşınızda yanlışını kabul etmesini istediğiniz taraf devlet olunca, hukuki yollarla mücadele etme imkanı kalıyor mu? bu açıdan bakınca da, bir kahraman çıkıyor ortaya. dediğim gibi aynı tabloyu, atatürk ve benzeri başka liderler için de çizebiliriz, atatürk kimine göre diktatör kimine göre bir ulusu yoktan var eden bir adamdı. hangisi doğru peki? devlet denen kurum yozlaşmaya her daim müsait olmuştur, halk olarak bizlere düşen, onu takip etmek, koyun gibi sırıtıp, vatan millet devlet diye yüceltmek yerine, gerektiğinde tepki gösterebilmektir. atatürk tam da bu yüzden bursa nutkunu söylemiştir bizlere yani gençlere. kısaca, her devlet böyledir. ve bütün halklar, gerektiğinde devletin onlardan üstün olmadığını hatırlatmalıdır. devlet asayişten ve pembe tablolardan yana olup, her sorunu örtbas etme peşinde olsa bile, büyük tepkilere suskun kalamaz. bu haydi anarşik olalım demek değil. farkındalıklı ve bilinçli olalım demektir. bu yolda da deniz gezmiş benim için bir figürdür.
18 notes
·
View notes
Text
Anneannem dua ederken her meslek grubuna " teskilat " ekliyor. Jdjfjfjf Polis teşkilatlarını, itfaiye teşkilatlarını, askerlerimizi, askeri teşkilatları, devlet teskilatlarımızı, adliyede ki teşkilatları... İtfaiyeye dua eden insan tek anneannem vardır bir kimsenin aklına gelip de şunlara dua edelim demiyordur yemin ederim
31 notes
·
View notes
Text
Doğum Günün Kutlu Olsun Abim;
Rahmetli abim kardeşim sen 18 Mart kızım 29 Ekim ben ise 17 Ağustos doğumluyum hiç bir anlamı yok derdi. kaderi gülmeyen imtihanı hep ağır olan canım abim, insalara iyilik yapmaktan kendini öteleyemeyen bazen bunun sıkıntısını da çeken benim koca yürekli yiğit abim, gecesiyle gündüzüyle 17 Ağustos'u unutulmayacak tarih ve unutmayacak bir doğum günü olacağını iliklerine kadar yaşayarak öğrenecekti maalesef... deprem 17 Ağustos gece 3:02 de olmuş 45 saniye sürmüş adeta taş üstünde taş kalmamıştı.depremin Richter ölçeği ise 7,4'tü ve merkes üssü Gölcük olan Marmara depremi anlatılanlara göre bi çeşit kıyamet gibiydi.Gölcük depremi 7,9 büyüklüğünde ki Erzincan depreminden sonra en büyük 2. depremdi Türkiye' de. ülkede o gün olan olmayan herşey çökmüştü kimse kimseye ulaşamuyordu.görüntüler sabah TV ekranlarına düşünce, dehşete kapılmıştım.manzara adeta 2. Dünya Savaşı'nın film seti gibiydi ancak bu defa herşey gerçekti.evler, apartmanlar, okullar, hastaneler, camiler, iş yerleri, köyler,kasabalar ve devlet kurumları yıkılmış depreme hazırlığı olmayan devlet maalesef depremin altında kalmıştı.depremden tüm Marmara etkilenmişti ama Gölcük haritadan silinmiş gibiydi.hemen telefona sarıldım çünkü 2 abim Kocaeli'nde ikamet ediyorlardı onlara ulaşmaya çalıştım ancak tüm şebeke çökmüştü.hem endişe hem korkuyla çaresizce bekliyorduk, sonra ortancıl abim bize ulaşmayı başardı abimde bende çocuklarda iyyiz dedi abim bizi ne zaman aradı hatırlamıyorum ohh çok şükür dedik sevinçten ağladık ancak ortancıl abimin ifadesi kardeşim burası çok kötü gelmeye çalışacağız ancak yollar da kapalı burası çok kötü kıyamet yeri gibi diyordu.rahmetli abim depreme evde ortancıl abimse gece mesaisinde iş yerinde yakalanmışlardı şükür o kıyametten bir çizik dahi almadan kurtulmuşlardı 2 abim de bir kaç gün sonra köye geldiler.o kavuşma anı nasıl anlatılır nasıl yazılır bilmiyorum.sarıldıkça ağladık ağladıkça sarıldık birbirimize. Gölcük depreminde resmi rakamlara göre 17840 kişi vefat etmiş 40953 kişi yaralanmış 285bin konut ve 40bin'den fazla iş yeri de zarar görmüştü.insanlık ölmemiş dünya kamuoyu dost düşman Türkiye'nin yardımına koşmuştu.deprem ülkesi olan ülkenin saldım çayıra mevlam kayıra anlayışının ülke üstünde nasıl bilinçsizce bir hegomanya oluşturduğunu görmüş anlamış ancak o günü bir milat kabul edip deprem gerçeği konusunda sağlam adımlar atamamıştık çok acı ama gerçek bu evet deprem vergisi ve afat ilk defa o zaman kuruldu ancak deprem hususunda ne devlet bilin sahibi olabildi nede millet sahibi olabildi.aslında tek gerçek şuydu o da deprem öldürmez çürük yapılan bina öldürür gerçeği idi.bir türlü kavrayamadık zihnimize bir türlü yerleştiremedik bu kadar basitti olay.ancak başaramadık ve ne acıdır ki Gölcük depreminden tam 23 yıl sonra Kahramanmaraş'ta 11 ili etkileyen tüm Türkiye'yi beşik gibi sallayan 7.8 ve 7,7 lük depremlerde yine faturayı çok acı ödedik resmi rakamlara göre 50binin üzerinde canımızı yitirdik.işin garip tarafı bir deprem profesörümüz bağıra bağıra kanal kanal gezerek bakın Kahramanmaraş'ta büyük bir deprem olacak uyarısına kimse aldırış etmedi iyi mi?1999'dan bu yana çok fazla birşeyin değişmediğini bir kere dahi anlamış olduk.hem devlet hemde millet yine enkaz altında kaldık.İstanbul depremi kapıda sonumuz çokta değişmeyecek gibi...!
10 notes
·
View notes