#tanık anlamı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Tanık Ne Demek? Anlamı ve Hukuki Bağlamdaki Rolü
Tanık ne demek? Bu makalede, tanığın ne olduğunu, hukuki süreçteki rolünü ve sıkça sorulan soruları öğreneceksiniz. Tanık kavramını ve hukuki sistemdeki önemini keşfedin!
0 notes
Text
Emre,
Bugün sana yazdığım onlarca mektuptan birine daha başlıyorum. İçimdeki hisler yine karışık, yine sana dökülmek istiyor kelimelerim. Artık burada yoksun, dokunulamayacak kadar uzak bir yerde, ama tuhaf bir şekilde yokluğun hep yanımda. İnsan bir boşluğun bu kadar dolu olabileceğine nasıl inanır bilmiyorum ama senin yokluğun, bana hep bir şeyler öğretiyor, bir şeylere vesile oluyor.
Bugün yeni biriyle tanıştım. Belki sıradan bir gün olacaktı, belki o kişiyi hiç fark etmeyecektim, ama işte, senin yokluğun sayesinde bir kapı daha aralandı. Sanki sen, uzaklardan bir şekilde hâlâ hayatıma dokunuyorsun. Bazen aklıma geliyor, acaba giden insanlar gerçekten tamamen gider mi? Yoksa bir şekilde bizde yaşamaya devam ederler mi? Seninle ilgili her anı, her kelime, her his bende öyle canlı ki, bazen senin gidişin bir rüya gibi geliyor.
O kişiyle konuşurken, kalbimde garip bir sıcaklık hissettim. Onunla dost olabilir miyim, hayatımda kalıcı bir yer eder mi bilmiyorum. Ama bana şunu hatırlattı: Hayatta her şeyin bir nedeni var. Hiçbir şey tesadüf değil Emre, sen de biliyorsun bunu. Seninle tanışmamız bir tesadüf değildi, senin gidişin bir tesadüf değildi, hatta bugün yaşadıklarım da öyle. Hayat bir şekilde bizi yönlendiriyor, bazen anlamadığımız yollara sokuyor ama sonunda bir şeylere hizmet ediyor.
Sen gideli her şeyin anlamı değişti. İnsanlara bakışım, hayata tutunma çabalarım, kendime dair hislerim… Hepsi senden sonra başka bir hal aldı. Kaybetmenin, yokluğun, özlemenin öğrettiği çok şey varmış. Bunu senden öğrendim. Hayat kısa Emre, bunu senden öğrendim. Sevmek, anı yaşamak, kıymet bilmek... Ama aynı zamanda bırakmayı da öğrendim. Hayatı olduğu gibi kabul etmeyi.
Bugün belki güzel bir dost kazandım, belki sadece bir günün getirdiği tesadüfi bir sohbetti. Ama biliyor musun, bu bile bana seni hatırlattı. Sen de bir gün aniden gelmiştin hayatıma. Şimdi gitsen de bıraktığın izler öyle silinmez ki... Bazen düşünüyorum, acaba sen beni bir yerlerden görebiliyor musun? Mutlu olduğum anlara tanık oluyor musun? Gözümden düşen bir damla yaşa, içimde çalan bir kahkahaya ortak oluyor musun?
Sana hep şunu yazmak istemiştim ama belki kelimeler yetmez diye korktum: Sen benim hayatımda yer etmiş en anlamlı insandın. Hâlâ da öylesin. Yoksun ama içimde bir yerdesin. Hep orada kalacaksın. Bugün bu mektubu yazarken hissettiğim şeyler karmaşık. Hayatta hâlâ anlamaya çalıştığım bir sürü şey var. Ama bir şeyi biliyorum: Seni hep özleyeceğim. Ve hep teşekkür edeceğim. Varlığın için, hayatıma kattıkların için, hatta yokluğunla öğrettiklerin için.
Sana yine yazacağım. Bu mektup da diğerleri gibi, sana ulaşmasa bile, içimde bir yeri dolduracak. Bir şekilde hâlâ konuşuyoruz seninle, ve bu bana yetiyor.
✨✨🌸🌸
Canım Sena,
Hayat bazen bizi zorlasa, sınasa da, hiç beklemediğimiz anlarda karşımıza umut gibi insanlar çıkarır. Sen benim için tam da öylesin. Tesadüf dedik ama aslında hiçbir şeyin tesadüf olmadığını ikimiz de biliyoruz. Aynı yolları yürümüş, aynı acılardan geçmiş iki insanın bir araya gelmesi, kaderin planı olsa gerek.
Bana "Ablam olur musun?" dedin ya, işte o an yüreğimde tarifsiz bir sıcaklık hissettim. Çünkü senin gibi özel birine ablalık etmek benim için bir görev değil, bir mutluluk, bir hediye. Ablan kadar yerini dolduramam belki, ama her zaman sana sarılacak kollarım, dinleyecek bir yüreğim olacak. Bundan sonra yalnız olmadığını hep hatırlatacağım sana.
Sena, şunu bil ki hayat bazen bizi düşürse de, o düştüğümüz yerden kalkarken yanımızda olacak insanları da verir. Sen bana bu hayatta iyiliğin, sevginin, dostluğun ne kadar kıymetli olduğunu yeniden hatırlattın. Artık ne yaşarsak yaşayalım, sırtımızı birbirimize yaslayabileceğimizi biliyorum.
Seni çok seviyorum şimdiden. İyi ki hayatıma girdin, iyi ki varsın. Unutma, ablan olarak hep yanında olacağım.
6 notes
·
View notes
Text
maalesef sevgilimle ayrıldık. 27 martta, dünya tiyatrolar gününde. unutmak da mümkün değil, her sene büyük bir coşkuyla kutlanıyor. ne kadar üzgünüm anlatamam. her saniye üzerimden dolu hafriyat kamyonları geçiyormuş da ölemiyormuşum gibi. canım acıyor. vücudum acıyor. bazen çenem zonkluyor. haftalarca ne uyudum ne de yemek yiyebildim. uykum hala yok da yemeği hallediyorum artık. alışmaya çalışıyorum. hayatımda karşıma çıkan en büyük zorluklardan birisi. kalbindeki sevgi o kadar büyüktü ki sevgi mabedim gibiydi, ona bana daha fazla sevgi vermesi için yalvarıyorum. kendimi parçaladım desem yalan olmaz. ondan çok şey öğrendim. sayesinde ailemle iletişimimi bile iyileştirdim. mesela anneler gününde annemi güzel bir göl kenarı restoranda yemeğe götürdüm. kardeşime araba sürmeyi öğretiyorum, babamdan borç isteyip borçlarımı kapattım ve böylece gelirimi giderimi her şeyimi anlatabildim. ayrıldık maalesef ama bu tür etkileri içime dolan sevgiye imanın gücüyle hala benimle.
benim için büyük bir anlamı vardı, siyah bir zehirle dolmakta olan kalbimde yeşillikleri çoğaltmıştı. güzeli daha net ve hem geniş açıdan hem de yakından görebiliyordum. gönül gözümün pikselini artırdı karı.
onu hep çok özlüyorum. kendime gelmeye başladıkça halimin de farkında varmaya başladım. yapmakta olduğum ve yapmayı planladığım şeylerin içleri giderek boşalıyor. bugün çalışırken birden masadan uzaklaşıp 15 dakika kadar sadece klavyeme baktım. napıyorum, niye yapıyorum, diye. artık sebep bulamıyorum. birlikteyken hep onunla kurduğumuz hayalleri gerçekleştirmek ve ona daha fazla tanık olabilmek için yapıyordum ne yapıyorsam.
evinin kokusunu özlüyorum, yastığının yüksekliğini özlüyorum, diafonun yanıp sönen mavi ışığını özlüyorum, tuvaletinin ışığının rengini özlüyorum. ona dair her şeyi özlüyorum. bazen öpüşürken kötü kokan ağzını özlüyorum. hiç ihtimal vermedim günün birinde bir daha o dudaklarda ıslanamayacağıma.
yazıya nasıl son yazacağımı bilmiyorum, bu yazı böyle bitiyor. bizim ilişkimiz gibi. belki şöyle bir masal sonu yazılabilir: çok mutluyduk ama gitti. gitmesi gerekiyormuş. psikoloğu böyle demiş. git demiş. başka erkeklerle takılmak istiyormuş. günün birinde belki dönermiş ama belki de dönmezmiş. bunun adı bir süre görüşmeyelim'miş. anlamı da içimde yanan ateş'miş. iyi uykular çocuklar.
8 notes
·
View notes
Text
Bırakabildiğin an özgürsün demiş buddha. Bırakmak mutluluğu öğretir insana. Bırakmayı gözlemledim bu aralar. Öyleki derine işlemiş bir tutunma haliydi deneyimlediğim. Bırakabilirim dedim ve denedim. Denemekten kim ölmüş?
İzledim tepkilerimi. Bir anksiyete tuttu içimi. Bir sıkıntı bastı mideden yukarı. Onu da izledim. Dedim bakalım ne olcak? Ne oldu biliyor musun? Hiçbirşey. Kendi kendine geçti gitti. Sonrasında huzur kaldı geriye. Yaşadığım anda mutlu oluverdim. Buddha haklıymış. Denedim gördüm.
Aşırı önem arz eden herşey bırakılabilir. En kötü bırakma eylemi denenebilir. Zor değil. Küçük bir cesaret atışı, tatlı bir akışına bırakma hali. Bir bakmışsın olmaya başlamış. Vücut tepkiler verir.
"Geri al şunu, napıyorsun sen? Kendine gel." gibisinden söylemler işitirsin duygularından. Ama onlarda gelir geçer. Sonra bakmışsın giden gitmiş ama gittiği yere konulabilir istenirse. Biliyorsun. Farkındasın. Sadece o açılan boşluğa bakıyorsun. Ve oraya huzur sızdığını görüyorsun. Bu da anlamı yaratıyor.
Anlam izlemekten doğuyor, huzura izin veriyor izleme hali. Dahil olmamak deniyor buna. Tanık olmak deniyor. Olan biteni TV izler gibi izleme hali. Anksiyete bile önemini yitiriyor. Bırakmaya direnilen şeyin öneminin acısı bir bakıma anksiyete. Önem vermekte acı veriyormuş insana meğer.
Acı sadece negatif yorumladıklarımız değil. Bize pozitif görünenlerde acıya güç verebiliyor. Sırlarla doluyum. Kendimi görmek güzel hissettirdi.
Falan filan bir not daha işte... ;)
#mood#deneme#edebiyat#art#felsefe#güzel sözler#edebi sözler#güzel alıntılar#felsefi sözler#güzel yazılar#buddha#meditatif#meditasyon#geceye bir söz bırak#blog#kendinisev#huzur#pokemon#anime#acı#kendini bulmak#kendini sev#kendime düşünceler#kendimce#kendime not#falan filan#günün notu
9 notes
·
View notes
Text
Herkesin farklı bir hayat bakışı var özellikle ilişki konusunda. Ben karşımdakine sonsuz güvenme meyilliyim. Fakat bu zamana kadar tanık olduğum olaylar ve çevremdekilerin sözleri yüzünden aşırı ikilemde kalıyorum. Hayatımdaki insana her şeyimi zerresine kadar açıklayıp dostaniden öte bir ilişki kuramayacaksam içimde hissettiğim duygunun ne anlamı kalıcak. Her zaman "babana dahi güvenme", "herkes sen değil" cümlelerini ve çoğu ilişkilerde ki yoğun bencil bakış açılarına inat içimdeki hisleri korumaya çalışıyorum.
24 notes
·
View notes
Text
SİYASİ ENKAZ HÂLÂ KALKMADI!
SUÇLULAR BELLİ!
Deprem bir doğal afettir ama onu katliama dönüştüren iktidardır. Bir yıl sonra az sayıda insana anahtar teslim edilirken, çok sayıda insan çadırlarda, konteynerlerde yaşam mücadelesi vermeye devam ediyor.
Depremde enkaz altında kalan kızı Eylem Şafak Aydın’ı kurtarmak için günlerce insanüstü bir çaba gösteren ama altıncı günün sabahında kızının hayatını kaybettiği haberini alan saygıdeğer oyuncu, yazar Orhan Aydın, katliamın birinci yıldönümünde Birgün’de yayımlanan “Öldük...” başlıklı sarsıcı yazısında suçluları açıkça işaret etti.
“İmar barışı adıyla imar aflarını çıkaranlar, kentsel dönüşüm adıyla yaşam alanlarının talan edilip gökyüzüne yükseldikçe yükselen betondan tabutlukların dikilmesine, nehir boylarına, dere yataklarına inşaat yapılmasına izin verenler ve o inşaatları denetlemeyenlerin hepsi suçlu.”
Depremden 13 gün sonra bölgeye gittiğimde enkaz tozlarına karışan ceset kokuları arasında dona kalıp yıkıma tanık olan bir insan olarak soruyorum:
Hepimizin gözleri önünde yaşanan, suçluların apaçık ortada olduğu böyle bir katliamda ölen öldüğüyle kalırsa, içimizdeki isyanla adaletsizliğe karşı çıkmazsak, duyduğumuz öfke ve yakıcı acı ile haksızlığa direnmezsek, sorumluların hesap vermek yerine daha fazla din sömürüsü yapmasına sessiz kalırsak yaşamanın anlamı nedir?
6 notes
·
View notes
Text
İnsan yaşamı, bir yankı arar.
Sesinin duvarlarda, göklerde ve başkalarının kalplerinde yankı bulmasını ister. Yaşadığımız her an, attığımız her adım, haykırdığımız her cümle bir tanık arar. İlişkiler, evlilikler... Bunlar sadece sevginin ve bağlılığın göstergesi değil; aynı zamanda "Bak, buradayım!" demenin en güçlü yollarıdır.
İnsan, kendi varlığını kanıtlamak, "Bunları yapabiliyorum, bu ben!" demek için başkalarının gözlerine ihtiyaç duyar. Her bakış, her dokunuş birer ayna olur ruhumuza. İnsanları istiyoruz yaşamımızda, fark edilmek için. Belki de yalnızca bir defa, bir an için bile olsa, birisinin gözlerinde kendi varlığımızı görmek, o anı ölümsüzleştirir. O an, tüm haykırışların, çabaların ve umutların karşılık bulduğu an olur.
Geçmişteki ilişkilerim aklıma geliyor. Eski aşklar, yaşanmışlıklar... Her biri, içimde bir iz bıraktı. O anlarda sevildiğimi, anlaşıldığımı hissettim. Fakat her bitiş, her ayrılık bir kırılma getirdi. O kırılmalar, hayatın sert darbeleriydi. Ama aynı zamanda, bu darbeler beni ben yaptı, beni güçlendirdi. Kendi varlığımı ve değerimi keşfetmemi sağladı.
Bazen bir ilişkinin derinliklerinde, bazen evliliğin bağlarında, hayatımızın tanığı olacak birine ihtiyaç duyarız. Çünkü yalnız kaldığında bile sesin, yankısını bulur bir şekilde. İşte o zaman yaşamın anlamı, derinliği ve değeri bir başka boyuta taşınır. Başkalarının varlığıyla çoğalırız, büyürüz, anlam kazanırız. Sadece var olmak değil, başkaları tarafından varlığımızın tanınması, kabul edilmesi ve sevilmesi de önemlidir.
Evlilik, iki insanın birbirine tanık olma sözü verdiği en kutsal bağlardan biridir. Bu bağ, sadece sevgi ve bağlılıkla sınırlı kalmaz; aynı zamanda birlikte yaşanan her anın, her zorluğun ve her mutluluğun bir tanığı olmaktır. Birbirine omuz veren, birbirinin yaralarını saran iki insanın öyküsüdür evlilik. Hayatın iniş çıkışlarında, fırtınalarında ve güneşli günlerinde el ele yürümektir.
İnsan ilişkileri de böyledir; dostluklar, arkadaşlıklar, aile bağları... Her biri, varlığımızın farklı yönlerini keşfetmemize yardımcı olur. Bir dostun samimi gülüşü, bir arkadaşın destekleyici omzu, bir ailenin koşulsuz sevgisi... Tüm bunlar, yaşamımızın tanıklarıdır. Onlar sayesinde, kendi hikayemizi daha iyi anlar, daha derin bir anlam buluruz.
Bazen yalnız kaldığımda, geçmişteki o ilişkileri, dostlukları hatırlıyorum. Kırıldığım, incindiğim anlar geliyor aklıma. O anlarda yalnızlık derinleşir, acı keskinleşir. Ama her kırılma, her yara bana bir şeyler öğretti. Beni ben yapan, hayatın kendisiydi. Ve belki de bu yüzden, hâlâ bir tanık arıyorum. Birine varlığımı göstermek, "Buradayım, beni görün!" demek için.
Ve işte böyle, yaşamın özündeki bu arayışla, her birimiz kendi hikayemizin tanığını ararız. Kendimizi anlatmanın ve anlaşılmanın yolu, başkalarının gözlerinden geçer. Bu yüzden ilişkilere, evliliklere sarılırız; bu yüzden varlığımızı onlarla yoğurur, anlam buluruz. Yaşamın sahnesinde yalnız olmamak için, bir şahit ararız. Her birimizin hikayesi, bu tanıklıklarla zenginleşir, derinleşir ve ölümsüzleşir..
Neyse,
Bir şarkı dinleyelim..
https://youtu.be/UiHmeHZAc0s?si=EpuTUfgubBIWgxlh
4 notes
·
View notes
Text
*
"Benim sende gözüm var, sende yaşanmamış bir hikâyem, acıklı bir sonum var.
Sevgili, benim sana senden habersiz bırakıp kaçtığım bir hayatim var."
Bir sana anlatabiliyorken seni, bunca susmak taşınır yük değil inan. Nasıl bir yara iziymişsen sen, kaynayan kemiğim kırıldı yine yerinden.
Meğer ne çok şeyi ört pas etmeye çalışmışım, çalışmışım da becerememişim.
Ağzından çıkan tek bir kelimenin muebbetindeyim; "sevdim."
Kulağına akıtamadıklarımı dokuyorum ya simdi sayfalara; elimde olsa satir araları bile bos kalmayacak. Sana öyle bir 'sen'i anlatacağım ki, o gözlerin bir kez de öyle isteyecek gözlerimle kavuşmayı.
Sesinden akacak sözcüklerim, seni sende boğacağım sevgiyle. Sen okurken satırlarımı, izlemek isterdim aslında seni, ama sen beni görmüyormuşsun gibi. Hiçbir şey söylemeye mecbur kalmadan, olduğu gibi. Belki -bencilce- bir gözyaşı olup, canından kopup, seni çizdiğim kelimelere konup yeniden doğuşumu izleyebilmeyi isterdim.
Çünkü zor,
Bir kelimenin esaretine kapılıp kaç gecemi, gündüzümü feda ettim ardından.
Senin dudaklarından cıktı ama benim kalbime oturdu sözcüklerin. Sustukça sana, sanki son nefesimi veriyorum. Yazıyorum, yazmasam hasta edecek beni içim.
Benim bırakıp kaçtığım bir hayatim var, sende. Unutmadığım bir gece, aklımdan çıkmayan o muebbetim "sevdim", ve geçmişten gördüklerim; resimlerin yanında hep bir siluetim.
Çünkü ağır,
"Çok sevdim" deyip gitmesi. Bu sözcükleri senin işitememen çok ağır. Eziliyorum, gömdüğümü sandığım yerden ilk dirilisi değil ya, seni sevmişliğimin.
İçimin gardiyanları alışık senin bas kaldırmalarına. Her mahkememde susmasaydın sen, dökülseydi dudaklarından muebbetimin -şimdiki- hali, yaka paça tıkmazdım kendimi içeri. Ama nasıl bir seni sevmişlikse, hep buldu kanunlarımın acık bir maddesini; ellerini cebine koyarak yine yürüdü caddelerde. Belki çıkarsın diye karsısına, her gün seni ilk tanıdığı yerlerde dolaştı hep, çıkmadın.
Hayat seni ilk karsısına çıkardığındaki gibi cömert davranmadı ona. Arka sokaklara itti onu. İssizliği öğretti, yalnızlığı. Acemiliğini atınca uzmanlığını kalabalıklar arasında yaptı. İlk unvanını âlisi, kimsenin bilmediği bir dilde konuşmaktı.
İyi biri olmayı, arınmayı emir vermişti ömrüne.
Zaman, o kadar çok şeyi gösterdi ki; seçimlerini, hatalarını, doğrularını. Kendi hayatini dışarıdan seyredebilmeyi öğrendi. Bu dönemlerde sen - en isteksiz verilen karar- aklındaydın.
Bilmediğin dillerde, belki de hiç dinlemediğin şarkıların esliğinde, bir günesin doğusunda defalarca özür diledim senden.
Yokluğun, en çok düşündüğüm yokluktu.
Simdi bulmuşken seni, gözlerin kelimelerimle meşgul olurken hiç bitsin istemiyorum bu an. Hayat çağırmasın, çünkü sen bunları okurken zaman diye bir kavram yok benim için.
Çünkü unutması mümkün değil,
Böylesine istenilen bir yaşanmamışlığı yasamadan. Seni hiç unutmamak içinse bu çaresizce kıvranışlarım, söz! Hiç unutmayacağım seni.
Zaten adinin yanına bile yakışmıyor ki. Oysa adim, adin gibi 5harfli, 2hecede dudağından döküldüğünde anlamı gibi çiçek acıyor.
Sen bilmiyorsun, ağzından çıkan sözcüklere yatırdım boynumu. Hani kessen de katili dudaklarındır, kaldırıp öpsen de.
Ama konuşmuyorsun. Ben bir seni dinliyorum, sende susuyorsun. Suskunluğun yırtıp geçiyor kulağımı, etimi kesiyor, gözlerimi yakıyor acıyorum.
"Acıyı sevmek olur mu?" (Mehmet Erdem)
Deliye donuyorum yokluğun baktıkça yüzüme ve ağzını bıçak açmadıkça. İçimde adini koyamadığım onlarca kasırga, gözlerimde gördüğün yalnızca bir esinti oysa. Bir parçalasan göğüs kafesimi, hadi onu da geçtim!
Yeni doğmuş bir bebeği gördüğündeki o ilk an, sokakta tanık olduğun bir kazanın çarpışma anında içindeki o duygu, çocukluğunda saklanmış bir oyuncağını bulduğundaki o ilk zaman hissettiklerin gibi sarılsan bana bir kere.
Kalbim çıkıp konacak göğsünün sağ kösesine.
Çünkü kokun,
-dan dan çektiğim nefes kan olup karışıyor kalbime. İçimdeki hersek seninle bambaşka bir bütün oluyor. Avuçlarım terliyor. Ensem buz kesiyor tenine yakınlığımda. Parmaklarımdaki alevi, söndüremiyorum. Sana dokunmak değil mesele, ezbere almak her çizgini.
Sana dokunmadan ölsem de, inanmam. İçim böyle yanıyorken sana, o bile mümkün değil.
Bunca tahammülsüzlüğümün nedenini merak ediyor musun hiç?
Benim cevabından korktuğum o kadar çok sorum var ki sana. Bilerek vazgeçiyorum.
Zaten tüm kanamalarımın adi olmuşsun, damla.
Gözüm donmuyor değil ya! Sensiz geçirdiğim her güne "alacaklısıyım" diyerek avutuyorum günlerimi.
Sonra biriktirdiklerime bir bakıyorum, hepsi dun.
Geçmeyecek.
Bugünüme taşıyamazsam seni kurtuluşum yok, geç anladım.
Bunun için-de özür dilerim senden.
Öğrendim,
Hayatin bir kere yaşandığını,
Bir fırsatın varsa konumsak için, susulmamasını
Ve
Beklemenin, kaybetmenin yarısı olduğunu.
Bu yüzden anlamadın sen, sana neden öyle sarıldığımı. Hiç kaybetmek istemiyormuş gibi iştahla bağlı olduğun bir duyguyu katık etmenin ne demek olduğunu.
Benim sende gözüm var.
Simdi o dudakların var ya,
Ya öldürecek beni sus pus feda edeceğim kellerimi sözcüklerine,
Ya da yaşatacaksın beni,
İnim inim "sen" diyeceğim;
Hayat içtikçe nefesinden "asığım" diyeceğim.
Ömrümde en çok seni sevmeyi isteyerek sevecek, ölürsem de aşırı dozda sevmiş/sevilmişlikten öleceğim.
Çok mu istediğim?
Bir kere sana en içten diyeyim; sevgilim.
7 notes
·
View notes
Text
Bölüm 121: Bulanmış bir bahar rüyası
Nangong Jingnu soğuk bir şekilde emir verdi, "Bu şeyi açın."
Muhafızların kaptanı zor bir duruma sokulmuştu, "Ama..."
Nangong Jingnu'nun anka kuşunu andıran gözleri kısıldı, "Bunu rapor edecek kadar hayatının kalmasını göz önünde bulundursan iyi edersin. Aması yok!"
Muhafızların kaptanının anında dili tutulmuştu. Yerden sürünerek kalktı, Qi Yan'ın kelepçelerini çıkarttı ve ellerini birleştirerek Nangong Jingnu'nun önünde saygıyla eğildi, "Ekselansları, bu basit kimse sadece emredileni yerine getiriyor. Ekselansları lütfen bu kimseyi zor duruma sokmasın, bizlerin ailesinde de büyüklerle küçükler bulunuyor."
Nangong Jingnu çenesini kaldırdı, "Bir saat."
Muhafızların kaptanı üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hissetti, "Öyleyse, bu basit kimse birliğini alarak köşkün dışında bekleyecek."
Tüm muhafızlar oradan ayrıldığında, özel köşkün hizmetkarları da çoktan çıktığı için Nangong Jingnu Qi Yan'a doğru acele bir adım atıp elinden tuttu, ardından yumuşak bir sesle, "Korkma, sana hiçbir şey olmasına izin vermeyeceğim," dedi. Bu olanların arkasındaki sebebi bile sormadan garanti vermişti.
Qi Yan başını eğik tutmayı sürdürdü. Gözleri kurumuş gibi hissediyordu. Dudaklarını hafifçe araladı ve zar zor kulağa sakin gelen bir şeyler söyleyebildi, "Ekselansları... neden geldiniz?"
Bu cevabını bildiği bir soruydu, fakat içindeki anlamı tam olarak bilen tek kişi Qi Yan'dı.
Bir kez daha bir iddiayı kazanmıştı, ama bundan dolayı iyi hissediyor değildi.
Nangong Jingnu gülümseyerek Qi Yan'ın elini salladı, ardından yumuşak bir tonla, "Hepsi gitti, burada sadece ikimiz varız," dedi. Bunu, Qi Yan'ın yerin kulağı olacağından korktuğunu düşündüğü için bilerek söylemişti.
Qi Yan başını salladı. Nangong Jingnu onu geri giriş salonuna getirdikten sonra Qi Yan'ı baş koltuğa oturtup kendisi de yanına oturdu. Qi Yan'ın yan profiline bakarken üzerine düşünülmüş bir şekilde şöyle dedi, "O kişilerin üzerindeki kıyafetlere bakılırsa, doğrudan İmparator babamın emri altındaki saray önü muhafızları olmalılar... Peki, İmparator babam seni neden saraya çağırdı ki? Aklında herhangi bir fikir var mı?"
Qi Yan ise sadece "Mm," deyip daha fazla açıklama yapmamıştı.
Nangong Jingnu sabırla bekledikten sonra onu teskin etti, "Sonrasında sana saraya kadar eşlik edeceğim. İşi İmparator babamla halletmenin bir yolunu bulacağım."
Qi Yan sessizliğini koruyordu. Xiao-Die'nin kimliğini açıklamak için iki farklı yöntem düşünmüştü ve aklına geldiğinden beri getiri ve götürülerini hesaplıyordu. Hala hiçbirinde karar kılamamıştı.
Eğer Nangong Jingnu'ya Xiao-Die'nin sadece kurtardığı bir yetim kız olduğunu, "anne"sinin kendi düzenlediği ziyafette öldüğünü ve Xiao-Die'nin Jin vilayetinden olan tanıdığı biri olduğunu söylerse; Nangong Jingnu buna kesinlikle inanırdı.
Bu en iyi cevap olurdu, hem iki taraf için de iyi olurdu.
Fakat sorun şuydu ki Xiao-Die'nin mevcut durumu buna olanak vermiyordu... Nangong Rang'ın karakteri düşünüldüğünde hiç şüphesiz Xiao-Die'yi çağırıp detaylı bir şekilde sorgulayacaktı. Qi Yan'ın Xiao-Die için bulabileceği hiçbir tanık yoktu ve korkup delirir ve ana dilinde konuşmaya başlarsa, yıkıcı bir felaket getirirdi.
Üstelik hala dengesiz bir haldeydi. Geceleri uyuyabilmesi için Qi Yan'ın kollarının arasında olması gerekiyordu. Bunu yaparken de İmparatoru kandırma suçu işlemiş sayılacaktı.
Bulabileceği öteki kılıf ise...
Xiao-Die'nin kendi metresi olduğunu söylemekti. Nangong Jingnu buna onay verebildiği sürece tek seferde her şey halledilirdi, başka potansiyel sorunlar olmayacaktı.
İki kılıf için de bir şeyler üzerine oynayacaktı. İlk bahis Nangong Rang'ın sorgulama yapmayacağı, ikincisi ise Nangong Jingnu'nun kalbindeki değeri üzerineydi.
Başarıya ulaşma şansı daha büyük olan seçenek, bir bakışta belli oluyordu.
Ama o durumda, ama o durumda...
Qi Yan kalbine saplı bir bıçak döndürülüyormuş gibi hissetti, fakat bir kez daha kız kardeşini kaybetmenin acısına katlanamazdı.
Ayağa kalktı, ardından Nangong Jingnu'nun önünde cübbesinin alt eteklerini yayarak yere diz çöktü.
"Ne yapıyorsun?!"
Qi Yan sırtını dik tutarak yere kapandı, "Bu kul ölümü hak edecek bir suç işledi."
"Sen..." Qi Yan gerçekten de kişisel çıkarları için yasalarla oynamış olabilir miydi?
Qi Yan alnını yere vurdu, ardından sessiz bir şekilde devam etti, "Bir süre önce... bu kul bu özel köşke bir metres getirdi." O esnada, nihayet iki kılıftan birinde karar kılabilmişti.
"...Sen, ne dedin?"
... ...
"Qi Yan, bana bak."
Nangong Jingnu kulaklarında bir sorun olduğunu düşünmüştü. Bakışlarında endişeli bir ifade belirdi, net bir cevap almak istiyordu.
Qi Yan başını yavaşça kaldırdı, fakat yalnızca dalmış gözleriyle Nangong Jingnu'nun saray elbisesindeki işlemelere bakıyordu, "Bu kulun... bir metresi var."
Nangong Jingnu sandalyesine düşercesine oturdu. Bir anlığına hiçbir şey söyleyememişti.
Yüzü giderek solgun bir hal aldı, bedeni hafifçe sarsılıyordu. Gözlerinde çok sayıda duygu vardı; şaşkınlık, anlayamama, incinme...
Parmak uçları beyazlayana kadar dirsekliği sımsıkı kavradı. Dudağını ısırırken gözleri kızarmıştı.
Qi Yan'ın onun arkasından böyle bir şey yapacağını hiçbir zaman düşünmemişti, nedenini ise zaten anlayamıyordu.
Kim bilir ne kadar zaman sonra, Nangong Jingnu büyük arşivde okuduğu bir kitabı hatırladı. Kitapta şöyle yazılıydı: Eğer Fuma Prensesin izni olmadan bir metres edinirse metres boğularak öldürülür, Fuma ise meclis tarafından yirmi kırbaç yer...
Nangong Jingnu'nun dudakları titriyordu. Zihnine sayısız düşünce doldu, fakat onca şey dudaklarına ulaştığında güçsüz bir kelimeye döndü, "Neden?"
Qi Yan'ın nefes alışı durakladı, gözlerinin kenarları kızarıyordu.
Fakat ilk önce Nangong Jingnu'nun gözyaşları akmaya başladı. Burnunu çektikten sonra titreyen sesiyle, "Neden? O kadın... çok mu güzel? Ya da yetenek veya akıl yönünden çok mu muhteşem?" diye sordu.
Qi Yan başını aşağı eğdi, ardından alçak sesle karşılık verdi, "Pek değil... bu kulun o anki güdülerine kapılıp ettiği bir hataydı."
Nangong Jingnu'nun nefesi kesildi. Gözlerini kapatarak gözyaşlarının süzülmesine izin verdi, uzun bir sürenin ardından şöyle dedi, "Ona biraz altın ve gümüş ver... hayatının kalanında giyecek ya da yiyecek konusunda endişelenmeyeceğini garantile ve güvenilir birilerini bulup onu başkentten gönder! Sen..." Gerçekten bilmiyor musun, o kadının yasalar gereğince boğulacağını? Meclisin yirmi kırbacı... Sağlık durumun böyle bir şeye nasıl dayanabilir?
"İmparator babama, ben bizzat açıklarım."
Qi Yan'ın soluk alışları bir miktar kesilmişti. Tüm olasılıkları kabullendiğini düşünmüştü, fakat Nangong Jingnu'dan böylesi keskin sözler duyduğunda duygularına hakim olamadı.
Bir tarafta kaybedip de geri bulduğu ve kendine bakamayan öz kız kardeşi vardı, diğer tarafta düşmanının masum kızı.
Başka şansı yoktu.
Qi Yan alnını buz gibi soğuk zemine bastırdı, ardından gözyaşları yere damlayarak ufak birikintiler oluşturmaya başladı.
"Bu kul yapamaz."
Nangong Jingnu dişlerini gıcırdatıp hayal kırıklığıyla Qi Yan'a baktı, "...Neden?" Zaten bunca şeyin sözünü vermişti ve hatta onun metresini korumak için İmparator babasını kandırma planı yapmıştı, öyleyse nedendi? Neden? Neden yaptığından vazgeçmeyi reddediyordu?
"...O kişi dört aylık hamile. Çocuk bu kuldan."
... ...
Demek, bir kalp parçalara ayrılabilirdi.
Demek, bir kalp parçalara ayrılırken ses çıkıyordu.
Bu ses neye benziyordu?
Gökyüzünün yıkılması gibi, şiddetli ve sağır edici. Gözlerinin önünü karanlık kapladı.
"Ekselansları!" Qi Yan Nangong Jingnu'nun gerçekten de bayılacağını beklemiyordu. Yerde diz çökerek Nangong Jingnu'yu kollarının arasında tuttu, kalbindeki bir bıçağın döndürüldüğünü hissediyordu.
"Ekselansları! Uyanın, korkutmayın beni!"
Nangong Jingnu sadece kısa bir anlığına bayılmıştı. Qi Yan onu sallarken yavaşça gözlerini açtı. Bir anlığına donakaldıktan sonra Qi Yan'ı itip uzaklaştırdı, "Dokunma bana!"
Qi Yan yere düşerek oturur hale geldi. Nangong Jingnu'nun dediğini duyduğunda gerildi, ardından yavaşça yerden kalkıp tekrar diz çöktü, "Anlaşıldı."
Nangong Jingnu sandalyeye tutunarak ayağa kalktı. Konuşmadan Qi Yan'a bakıyordu.
Biraz vakit geçtikten sonra, Nangong Jingnu geri oturdu. Soğuk bir şekilde güldükten sonra, "Benden ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu.
Qi Yan dudaklarını birbirine bastırdı, ardından hafifçe nefesini verip cevapladı, "Bu kul yaptığının karşılığını tek başına göğüslemeye hazır, fakat Ekselanslarının o kadını korumasını talep ediyorum."
Nangong Jingnu öfkesine hakim olamıyordu. "Sen" dedikten sonra bir süre hiçbir şey söyleyemedi.
Lakin, Qi Yan başını kaldırmıştı. Doğrudan Nangong Jingnu'nun gözlerine bakarak sakin bir şekilde şöyle dedi, "Siz Ekselansları ile tanıştığından beri, bu kul size hiçbir şey için yalvarmadı. Bu hayat ve bu dünyada... sadece tek bir şey."
Nangong Jingnu'nun gözyaşları bir kere daha akmaya başlamıştı, güçsüz bir şekilde sandalyede arkasına yaslandı, "Sen... bunu ne hakla istiyorsun?"
"Jingjia ilk yıldaki veba salgını Jin vilayetinin Qi ailesini neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Bu kul, aile soyunun kalan tek üyesi. Şimdi ise o kadın bu kulun kendi kanından bir çocuğa hamile... sadece bir kişi bile korunabilse, bu kul..."
Nangong Jingnu endişeli hissettiği için, "Bizim de olamayacağını nereden..." diyerek ağzından kaçırdı. Cümlenin ortasında aniden durdu, fakat Qi Yan anlamıştı.
Qi Yan geniş kol yenlerinin altında yumruklarını sıktırdı. Bir an düşüncesizce aklından şöyle bir ses geçmişti: Nangong Jingnu'ya her şeyi anlat! Kendi yaşamı ve ölümü göğün iradesine bakıyor olacaktı, bu şekilde yaşamak gerçekten çok fazla yorucuydu...
Fakat ilk önce davranan bedeni oldu, "Ekselansları, centilmenin anlaşmasını hala hatırlıyor musunuz?"
Nangong Jingnu'nun gözleri fal taşı gibi açıldı. Gözlerini kırpmadan Qi Yan'a bakıyordu, onu tanıyamıyormuş gibiydi.
Ölümüne solgun yüzünde gözyaşlarıyla ıslanmış bir gülümseme belirdi, "Yani... tam olarak bunu mu bekliyordun?"
Qi Yan'ın kalbi duyulabilir bir şekilde çarpıyordu. Nangong Jingnu artık büyümüştü.
On yedi yaşında biri olarak, artık o göz göre göre tuzağa atlamaya istekli cahil genç kız değildi. Tüm bunlar çok kurnazca ayarlanmıştı... belki de çoktan onun tarafından kullanıldığını sezmişti.
Qi Yan ses çıkarmayıp kendini toparladı. Söylemesi gereken her şey söylenmişti, en çetin gücü kullanarak karar vermişti.
Nangong Jingnu ayağa kalktı, dümdüz ileri bakıyordu, "Beni onun yanına götür."
"Ekselansları...?"
Nangong Jingnu soğuk bir şekilde güldü, "Ne? Çocuk bile yapılmış, beni görmekten korkacak mı yani?"
"O... ilaç aldı ve uyumaya gitti."
"Beni oraya götür!"
"Anlaşıldı."
... ...
Nangong Jingnu, derin bir uykuda olan Xiao-Die'yi gördü.
Qi Yan son derece gergin bir yüz ifadesiyle onun yanında duruyordu, fakat asillerin soyundan gelen biri olan Nangong Jingnu'nun soğukkanlılığını fazla hafife almıştı.
Nangong Jingnu hiçbir şey yapmadı. Xiao-Die'yi uyandırıp kendisini selamlatmaktan bile bahsetmedi. Yalnızca yatağın kenarında dikilip bir süre boyunca onu süzdü.
Bakışları Xiao-Die'nin esmer, ince ve o kadar da güzel olmayan yüzünden geçti, ardından karnına baktı. Üzeri brokar battaniyeyle örtülü olup daha birkaç aylık hamile olduğundan henüz bir şey belli olmuyordu.
Nangong Jingnu tek bir kelime bile etmedi ve sessizce oradan çıktı. Bu kadını görmek için ısrar ederken ne düşündüğünden kendisi de emin değildi.
Belki... belki de kimin karşısında kaybettiğini bilmek istemişti.
Nangong Jingnu kapının önünde durdu. Qi Yan'a bakmadan şöyle dedi, "İmparator babamla konuşacağım, neticesini ise... garanti etmem mümkün değil. Malikanende haber bekle."
"...Ekselanslarına teşekkürler."
Nangong Jingnu'nun dudaklarının köşeleri kıvrıldı. Ağzında biraz acı bir tat vardı.
"Bundan böyle... senin ve benim aramızdaki anlaşmaların hiçbiri hesaba katılmayacak."
"...Anlaşıldı."
Nangong Jingnu avludaki beyaz karlara bakarken mırıldandı, "Arkamı sütuna veriyorum, tesellisi mümkün olmayan halimde bir eşlikçiye hasret duyan, bulanmış bir bahar rüyası."
Ç/N: Son alıntı,《寄人》Jì rén 张泌 Zhāng mì'nin ikinci kısmından.
Her bir sözcük Qi Yan'ın kalbine ağır bir şekilde çarpmıştı. Nangong Jingnu onun cevap vermesini beklemeden yürümeye başladı, "Burada kalıp onunla ilgilen, bana eşlik etmene gerek yok."
- - Ç/N: Nasılsınız, bu bölümden sonra hayatta kalmayı başarabildiniz mi?
0 notes
Text
evrende hiç kimse vazgeçilmez değildir, evet hayatın bazen tuhaflıklarla dolu olduğuna tanık oluyoruz, ancak kendinizden bile vazgeçebiliyorken başkasının vazgeçilmez olduğunu düşünmenin bir anlamı yok.🥀 #ruhensevdim #iyiakşamlar
0 notes
Text
Çaresizlikten Umuda
O hafta, yakın bir arkadaşımın ameliyatı nedeniyle hastanede geçen yoğun günlerin ardından, kendimi iş yerinde adeta bir zombi gibi sürüklerken buldum. Yoğun tempo ve antrenmanların etkisiyle yorgunluğum iyice artmıştı. Öğle yemeği için gittiğimiz alışveriş merkezinde yaşananlar ise beni derinden sarsacaktı.
Yemek sırasında tanık olduğum sahne içimi burktu. Yaşlı bir kadın, masadaki gençlere hizmet ediyordu. İçimden, 'Bu gençler neden yardım etmiyor?' diye düşündüm. Kendi yemeğimi alırken, yaşlı kadının yılların alışkanlığıyla hızla hareket edip masasına oturduğunu gördüm.
Sonra sıra bize geldi. Ardından iş arkadaşlarımla onların masasının hemen yanındaki boş masaya oturduk. Yemeklerimizi yerken, ortak arkadaşımızın geçirdiği cerrahi operasyon hakkında konuşuyorduk. Bir anda yanımızdaki masadan tartışma sesleri yükseldi. Bir adam, masadaki kıza bağırarak, 'Seni döverim, o pideyi yemeyeceksin,' dedi ve ardından ayağa kalkıp kıza tokat attı. Ne olduğunu anlayamadan, kendimi adamın kolunu tutarken buldum. Onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Kızın gözlerindeki çaresizlik ve korku... Düşünmeden müdahale ettim. Adamın kolunu tutup, şiddetin hiçbir sorunu çözmeyeceğini anlatmaya çalıştım, ama içimde fırtınalar kopuyordu. Titriyordum.
Adam bana, kardeşi olduğunu ve zihinsel engelli olduğu için istediğini yapabileceğini söyledi. Sakin kalmaya çalışarak şiddetin çözüm olmadığını, sakinleşmesi gerektiğini anlattım. Ama o an sinir katsayım daha da arttı. Adamı gözlerinin içine bakarak, 'Evet, sinirlisiniz ve tahammül edemiyorsunuz, ama şiddet çözüm değil,' dedim. Bir şekilde adamı yerine oturttum ama ben hala titriyordum. Sakinmiş gibi davranmaya çalışıyordum, fakat sakinleşemiyordum. Adam benden üç kat daha iri görünüyordu ve gözlerindeki çaresiz saf öfkeyi görmüştüm. Bana, 'Bilmiyorsunuz, kardeşim zihinsel engelli. İstediğimi yaparım, döverim onu, siz karışamazsınız,' dedi. Sinirlerim daha da gerildi ama ona şiddetin çözüm olmadığını yineledim. Nasıl oldu bilmiyorum, ama adam sakinleşti ve oturdu. Ben de titreyerek yerime döndüm ve sakinleşmeye çalıştım. Olayın şokunu içimde yaşıyordum, ama bir yandan da masayı göz ucuyla izlemeye devam ettim, tetikteydim.
Bir süre sonra adam yanıma geldi. Çaresiz ve hayattan umudunu yitirmiş bir şekilde benden özür diledi. Kardeşinin hasta olduğunu ve ona yardım etmeye çalıştığını söyledi.
Tam o sırada kız yerinden kalktı ve bana doğru baktı. Göz göze geldik. Eliyle kalp işareti yaptı, sonra el salladı ve yüzündeki umut dolu gülümseme beni derinden etkiledi. Yıllarca süren şiddete maruz kalmış olmasına rağmen, hâlâ hayata tutunmaya çalışan o gözler, içimi parçaladı. O an anladım ki, bu dünyada yapabileceğim çok şey vardı. Kızın bana yönelttiği teşekkür dolu bakış ve el sallaması, beni bir kahraman gibi hissettirdi. Aslında sadece insanlık görevimi yapmıştım, ama o an, o küçük tebessüm tüm yorgunluğumu alıp götürdü. Belki o an için bir şeyleri değiştiremedim, ama bu olay benim için bir dönüm noktası oldu. Kızın içindeki kırılganlığı ve aynı zamanda hayata tutunma çabasını gördükten sonra, hayatın anlamı hakkında daha derin düşünmeye başladım.
0 notes
Text
Cadıyı Güçlü Yapan Nedir?
Güç. İnsanların bu kelimenin çağrışımlarına kattığı tüm pisliği ortaya koymaya başlayamam. Bunun yerine, özellikle cadılar olarak güç kavramını ele aldığımızda gerçekten önemli olan şeye bu konuyu yönlendirmek istiyorum.
Çoğumuz muhtemelen bir cadının gücünün bir video oyunundaki büyülü bir karakterin enerji çubuğu gibi olduğu fikrine sahibiz. Gerçekten "güçlü" cadıların güç çubuğu daha zayıf olanlardan daha büyüktür. Büyü yapmak bu gücü kullanır, böylece daha zayıf cadılar çok fazla büyü yapamaz veya gerçekten güçlü cadıların yapabildiği şekilde güçlü büyüler kullanamaz.
Saçmalık. Güç, bir yakıt deposunu dolduran benzine pek benzemez. Bazen böyle görünebilir, çünkü büyü çalışmanız dayanıklılığınızı etkileyebilir. Dayanıklılığınız tamamen vücutta kalır ve bu da tükenebilen enerjiyi kullanır. Ancak çoğu cadı güçlü cadılardan bahsederken bundan bahsetmez. Daha çok, güçlü bir cadının işleri halledebilen ve amaçladıkları sonuca ulaştıklarında bunu fazlasıyla elde eden biri olduğunu kastettiklerini düşünüyorum. Bunu herkes yapabilir, bu yüzden hayatınızın koşulları nedeniyle asla o güçlü cadılardan biri olmayacağınızı düşünüyorsanız, kendiniz hakkında yanılıyorsunuz.
Büyü işine gelince, önemli olan tek bir şey vardır: büyü başarılı olur. Kişinin dayanıklılığı çok az olsa bile veya bir cadı büyü çalışmasında yeni olsa bile, başarı sık sık olabilir. Bu, yeni cadının doğası gereği güçlü olduğu anlamına mı gelir? Hayır, değil.
Bir büyünün başarılı olmasını sağlayan şeyleri gözden geçirelim. Cadı Piramidi'ni incelemeniz faydalı olabilir;
Niyet. Ne istediğinizi biliyorsunuz ve bunun hayatınızda olduğunu net ve doğru bir şekilde görselleştirebiliyorsunuz.
Konsantrasyon. Zihninizin gözünde bu vizyonu sarsılmadan koruyabiliyorsunuz.
Vect. Niyetin dışarıya yayılmasını sağlamak için duygusal/vecitli bir yüksekliğe ulaşabiliyorsunuz. (Vect: coşkunluk, kendinden geçme, esrime)
Güven. Büyünüzün başarılı olacağından şüpheniz olmaz.
Tüm bunları yapabilirseniz, büyü başarılı olur. Bunu yapmak için cadı olmanıza bile gerek yok. Başka bir meslekten -örneğin aktörlük- bu yeteneklere sahip olan cadı olmayan kişilerle karşılaştım ve bana bir şeyi çok istediklerinde bunun hayatlarına gireceğinden şüphelendiklerini söylediler. Büyü yaptıklarının farkında değillerdi. Büyü yapmak gizli bir uygulamadır, bu da pek çok kişinin bilmediği bir uygulama olduğu anlamına gelir. Ancak bu her zaman gerçekleşmediği anlamına gelmez. Kelebeklerin yumurtadan çıkması da gizli bir uygulamadır -çok fazla kişi buna tanık olmaz- ancak her zaman gerçekleşir.
Tüm bunların anlamı, bir cadıyı gerçekten "güçlü" yapan şeyin aslında beceri olduğudur, çünkü yukarıda listelenen yeteneklerin her biri herkes tarafından pratik yoluyla geliştirilebilir. Bu yeteneklerin öğrenilmesinin kolay olduğunu kesinlikle öne sürmüyorum. Her biri içinde zor ve kafa karıştırıcı dersler barındırır. Cadının işi, bu dört yeteneği öğrenmek için gereken her yolu yürümektir. Büyük ihtimalle, kişi bunları ustalıkla yapabilmek için kendi iç egosuyla başa çıkmak zorunda kalacaktır. Bu yüzden büyü işinde iyi olan bir cadının güçlü olduğunu söylemek yerine, cadının yetenekli veya deneyimli olduğunu söylemek daha doğru olabilir. Dayanıklılığınız tükense ve yerde bir su birikintisi olsanız bile, zihninizin içinde sessizce büyü yapabilirsiniz.
Hala "Peki ya cadıların büyü yapmak için kullandıkları ham enerji?" diye soruyor olabilirsiniz. Siz veya herhangi bir cadının, çok fazla kullanıldığında kuruyabilen bir güç kaynağı tarafından kısıtlandığını düşünüyorsanız, hala video oyunu zihniyetindesiniz. Büyü işinizin başarısız olduğunu fark ederseniz, bunun nedeni muhtemelen budur, çünkü gücünüzün tamamen tükenebileceğine ve büyünüzün artık devam etme güvenine sahip olmayacağına ve gerçek bir değişime neden olmadan önce dağılacağına inanıyorsunuzdur.
Bunun yerine, hepimizin bağlı olduğu sonsuz ve ilahi ağı düşünün. Üzerinde yürüdüğümüz gezegen, soluduğumuz hava, üzerimize ışık tutan güneş, ay ve yıldızlar ve başvurabileceğimiz sayısız tanrı, hepsi bizi birbirine bağlayan doğal ağın bir parçasıdır. Eğer dünyada bulunan tüm gücü tüketebilirseniz, o zaman büyü yapma gücünü tüketmiş olursunuz. Eğer güneşin tüm gücünü tüketebilirseniz, o zaman onu tüketmiş olursunuz. Eğer gökyüzündeki her yıldızın tüm gücünü tüketebilirseniz, o zaman onu tüketmiş olursunuz. Güç çeşmesinin kuruyabileceğini neden düşünesiniz ki? Eter - tüm büyülerin kaynaklandığı madde - sınırsızdır.
Kaynak: http://spiritslip.blogspot.com/2017/01/what-makes-witch-powerful.html
0 notes
Text
Hayatın Anlamını Bulmak
Hayatın Anlamını Bulmak (Varoluşçu Felsefenin Temel Sorunu ve Forrest Gump)
Forrest Gump, Robert Zemeckis'in yönettiği ve Tom Hanks'in başrolünü oynadığı 1994 yapımı bir Amerikan filmidir. Film, birçok tema ve felsefi mesaj içermektedir, özellikle de insanın varoluşu ve hayatın anlamı hakkındaki sorulara yanıt arayışı üzerine odaklanmaktadır.
Forrest Gump, hayatının farklı dönemlerinde karşılaştığı zorluklarla başa çıkmak için çaba gösteren bir karakterdir. Film, Forrest'ın safiyeti ve dürüstlüğüyle tanınırken, onun hayatı boyunca yaşadığı olaylar ve yaşadığı deneyimler, filmin asıl mesajını oluşturur.
Forrest Gump, hayatın her anının, her seçimin ve her olayın, insan hayatının kaderi için bir amaç taşıdığına inanır. O, hayatın akışına teslim olur ve neşeli ya da üzgün, zorlu ya da kolay, her durumu kabul eder. Forrest, insan hayatının anlamı hakkında derin bir felsefi mesaj taşıyan şu sözü söyler: "Hayat bir kutu çikolatadır, ne çıkacağını asla bilemezsin." Forrest Gump, insan hayatının varoluşsal anlamı hakkındaki birçok felsefi soruyu da ele alır. Film, insanların hayatta başarıya ulaşmak için çaba göstermeleri gerektiği fikrini vurgularken, başarının ne anlama geldiği hakkında da sorgulamalar yapar. Film, Forrest'ın basitliğiyle, insanların başarıya ulaşmak için karmaşık bir plana ihtiyaç duymadıklarını da gösterir.
Ayrıca, filmde Forrest'ın hayatta karşılaştığı birçok zorluğa rağmen, hayatta kalmayı başardığına ve birçok insanın hayatına dokunduğuna tanık oluruz. Bu da, insanların yaşamlarının başkalarının hayatları üzerindeki etkileri hakkında bir felsefi mesaj taşır. Forrest Gump, insan hayatının anlamı ve varoluşsal sorular hakkında derin bir felsefi mesaj taşıyan bir filmdir. Forrest'ın hayatı boyunca yaşadığı deneyimler, insanların hayatındaki her olayın bir anlamı ve amacı olduğu fikrini vurgular. Film, insanların hayatta karşılaştıkları zorluklarla başa çıkmaları, başkalarının hayatına dokunmaları ve hayatın akışına teslim olmaları gerektiği fikrini öne sürer.
Hayatın anlamını bulmak, insanın tarih boyunca en temel sorularından biri olmuştur. Bu sorunun yanıtı, farklı kültürler, inançlar, düşünceler ve felsefeler arasında değişiklik göstermiştir. Ancak, hayatın anlamı konusunda genel kabul gören bir yanıt yoktur. Bu nedenle, bu yazıda hayatın anlamı hakkında farklı düşünceleri ele alacağız. Hayatın anlamı, her insanın bireysel deneyimlerine ve yaşam tarzlarına bağlı olarak farklılık gösterebilir. Bazı insanlar için hayatın anlamı, ailelerini ve sevdiklerini mutlu etmek veya başarılı bir kariyer yapmak olabilir. Bazı insanlar için ise hayatın anlamı, tanrıya hizmet etmek veya insanlara yardım etmek olabilir. Bununla birlikte, hayatın anlamı üzerine yapılan felsefi tartışmalar, insanın evrenle olan ilişkisine ve yaşamın doğasına odaklanır. Birçok felsefi görüşe göre, hayatın anlamı, insanın kendisini aşması ve kendini gerçekleştirmesiyle ilgilidir. İnsanlar, hayatın anlamını kendilerine verirler ve kendilerine anlam katarlar. Buna göre, hayatın anlamı, insanın kendi özgürlüğü ve kendini yönlendirebilme gücü ile ilgilidir. Bununla birlikte, hayatın anlamı üzerine yapılan felsefi tartışmaların merkezinde, insanın evrenle olan ilişkisi yer alır. İnsanın evrende var olma nedeni ve amacı hakkında farklı görüşler vardır. Bazı filozoflara göre, insanın varoluş amacı, evrende tanrının amacını yerine getirmektir. Diğer filozoflara göre ise, insanın varoluş amacı, evrenin kaosunu düzenlemek ve anlamını bulmaktır. Hayatın anlamı konusunda felsefi tartışmalar, insanın ölümlülüğü ile ilgili de olabilir. Bazı filozoflara göre, insanın ölümü, hayatın anlamını kaybetmesine neden olur. Bu nedenle, hayatın anlamı, ölümsüzlük veya sonsuzluk kavramlarına bağlıdır.
Bunu Bağlarsak, hayatın anlamı, insanın kendisini gerçekleştirmesi, evrenle olan ilişkisi, varoluş amacı ve ölümlülüğü ile ilgilidir. Ancak, hayatın anlamı hakkında kesin bir yanıt yoktur. Her insan, hayatın anlamını kendi deneyimlerine ve inançlarına göre bulur. Hayatın anlamı, her insanın kendi iç dünyasında keşfedeceği bir konudur ve bu keşif süreci, hayatın kendisi kadar önemlidir. Belki de hayatın anlamı, insanın kendisini keşfetmesi ve bu keşifle anlamı bulmasıdır.
Hayatın anlamı hakkında yapılan felsefi tartışmaların bir sonucu olarak, insanların hayatta yapacakları seçimlerin önemi ortaya çıkmaktadır. İnsanlar, kendi hayatlarının anlamını ve amacını belirlemek için seçimler yaparlar. Bu seçimler, insanların hayatları boyunca alacakları yolları belirler ve hayatın anlamını da etkiler. Dolayısıyla, hayatın anlamı, insanın hayatta yapacağı seçimlerle ve bu seçimlerin sonuçlarıyla bağlantılıdır.
Hayatın anlamı, aynı zamanda, insanların birbirleriyle olan ilişkilerine de bağlıdır. İnsanlar, diğer insanlarla olan etkileşimleri sayesinde hayatın anlamını bulabilirler. Bu nedenle, insanlar arasındaki sosyal bağlar, hayatın anlamı için önemlidir. Hayatın anlamı konusunda, farklı kültürlerin ve inançların da etkisi vardır. Farklı inançlara göre, hayatın anlamı, Tanrı'nın amacını yerine getirmek, ölümden sonra yaşamın var olması veya insanların kendilerini aşması gibi farklı kavramlara dayanır. Neticede, hayatın anlamı konusu, insanın hayatındaki en temel sorulardan biridir ve farklı düşünceler, inançlar ve felsefeler etrafında tartışılmıştır. Hayatın anlamı, insanın kendisini keşfetmesi, evrenle olan ilişkisi, varoluş amacı, ölümlülüğü ve diğer insanlarla olan ilişkileri ile bağlantılıdır. Her insan, kendi hayatının anlamını keşfetmek ve kendisine anlam katmak için farklı yollar bulabilir. Varoluşçu felsefenin temel sorunu, insanın varoluşunun anlamını aramasıdır. Bu anlam, insanın hayatta yapacağı seçimler, eylemler ve davranışlarla ilgilidir. Varoluşçu felsefe, insanın kendi kendine anlam verme sorumluluğunu üstlendiği ve hayatın anlamını belirleyen faktörlerin tamamen kendisinde olduğunu savunur.
Bu bağlamda, Robert Zemeckis'in yönetmenliğini yaptığı Forrest Gump filmi, varoluşçu felsefenin temel sorununu ele alan bir film olarak dikkat çekmektedir. Filmde, Forrest Gump adlı karakter, hayatında yapacağı seçimlerle kendi varoluşunu şekillendirmektedir. Forrest Gump, zeka seviyesi düşük bir adamdır. Ancak, hayatındaki kararlarıyla, kendi hayatının anlamını ve amacını belirlemeye çalışır. Film boyunca, Forrest, hayatta yapacağı seçimlerle, insanların kalplerinde yer edecek bir kişi haline gelir. Kendi hayatındaki anlamı, sevdiği insanlarla geçirdiği zamanlarda ve yaptığı iyiliklerle bulur. Forrest Gump'un hayatı, bazen olumlu bazen de olumsuz olaylarla doludur. Ancak, her zaman umutlu ve iyimser bir bakış açısıyla, her şeyin daha iyiye gideceğine inanır. Bu nedenle, filmin ana teması, insanın kendi hayatını ve varoluşunu şekillendirebileceği ve olumlu bir tutumla hayatın zorluklarıyla baş edebileceği fikrini destekler. Filmde, Forrest Gump, hayatta yapacağı seçimlerle kendisine anlam katar. Bu seçimler, bazen karar vermesi zor olan seçimler olabilir. Ancak, Forrest, kendi hayatının anlamını ararken, ne kadar zorlu bir yolculuk olsa da, en iyi seçimleri yapmaya çalışır. Bu, varoluşçu felsefenin temel sorununu ele alan bir yaklaşımdır. İnsanın varlığını ispat etmek, tarih boyunca filozoflar ve düşünürler tarafından ele alınmış bir konudur. Bu konu, farklı felsefi akımlar tarafından ele alınarak, insan varlığının doğasını ve varoluşunu anlamaya çalışmışlardır. Bu yazıda, insanın varlığını ispat etmenin farklı yollarını ve bu konuda ortaya atılan farklı felsefi argümanları inceleyeceğiz İnsanın varlığını ispat etmek için, farklı felsefi argümanlar ortaya atılmıştır. Bu argümanlardan ilki, Descartes'ın "düşünen varlık" argümanıdır. Descartes'a göre, insan varlığının temel özelliği, düşünen bir varlık olmasıdır. Bu nedenle, insanın varlığına dair en kesin kanıt, düşünen varlık olarak kendisini fark etmesidir. Descartes, "Cogito ergo sum" yani "Düşünüyorum, öyleyse varım" diyerek, insanın varlığının en kesin kanıtının kendisinin düşünmesi olduğunu ifade etmiştir. Bunun yanı sıra, Kant'ın "yasa koyma varlık" argümanı da insanın varlığını ispat etmek için kullanılabilecek bir argümandır. Kant'a göre, insanın özelliği, yasa koyabilen bir varlık olmasıdır. İnsan, ahlaki ve hukuki yasaları koyarak, kendini ve toplumu düzenleyen bir varlık haline gelir. Bu nedenle, insanın varlığı, yasa koyabilen bir varlık olarak kendisini ispat eder. Bunun yanı sıra, Hegel'in "toplumsal varlık" argümanı da insanın varlığını ispatlamak için kullanılabilir. Hegel'e göre, insan varlığı, toplumsal bir varlık olarak kendisini ifade eder. İnsan, diğer insanlarla etkileşim halinde olarak, kendisini ve varlığını toplumsal bir bağlamda bulur. Bu nedenle, insanın varlığı, toplumsal bir varlık olarak kendisini ispatlar. Felsefi açıdan insanın varlığını ispatlamaya yönelik başka argümanlar da bulunmaktadır. Örneğin, insanın beden ve zihin bütünlüğü, bilinçaltı, dil ve kültür, duygular ve hisler gibi farklı alanlar, insanın varoluşunun doğasını anlamaya yönelik felsefi tartışmaların konusu olmuştur.
Sonuç olarak, insanın varlığını ispat etmek, felsefi bir tartışma konusudur ve farklı felsefi akımlar tarafından farklı argümanlar ortaya atılmıştır. Descartes'ın "Özne olarak düşünen varlık olma" argümanı, Kant'ın "yasa koyan varlık" argümanı ve Hegel'in "toplumsal varlık" argümanı, insanın varlığını ispatlamak için öne sürülen temel argümanlardır. Bu argümanlar, insanın öznel ve toplumsal boyutlarını ele alarak, insanın varoluşunu anlamaya yönelik felsefi tartışmaların önemli bir parçasını oluşturur. Ancak insanın varlığını ispatlamak, tam anlamıyla felsefi bir sorudur ve cevapları kesin ve kesin olmayan birçok farklı argümanla ortaya konulmuştur. Bu nedenle, insanın varlığının doğası ve varoluşu hakkındaki tartışmalar, felsefenin süregelen bir konusudur ve gelecekte de farklı felsefi düşünürler tarafından ele alınmaya devam edecektir.
0 notes
Text
Toz Gezegeni
Sevmenin şahitlikle ilişkisi var,
Sevgi şahidim olsun ki!
Doğrudan var.
Bir şeyin büyüküğüne değil sadece,
Büyüdüğüne de tanık olmak,
Mesela...
Unutulmuş bir gülümsemenin
Geri dönüşümü gibi.
Tohumunu çatlatıp büyüyen bir çiçeğin,
Yeni doğan bir bebeğin
Öğrendiği ya da bize hatırlattığı
Her şeyde var.
Dünya daha toz bulutuyken,
Toz tanıktı her şeye ve
Belki öğrenmek için
Toza sormak gerekirdi.
Sevgi bizim için
Önceden de toz olmuştu yani.
Bulut gibi.
Hazır toza dönmüşken,
Sadece yolun tozunu atmak değil mesele,
Yola kiminle çıktığınla,
Yolun kendine geri dönmesiyle ilgiliymiş.
İçinde fazlaca yaşanmamış,
Her bir eşyasının üstü
Tozlu örtülerle bezenmiş bir evin
Birbirinden ayrışmasıyla da.
Sırf alışmaktan ve korkudan,
Sahne tozunu ve sözünü yutup,
Korkunun izini evine kadar sürüp,
İnadına oynadığın bir yerde
Sevmek,
İnsanlığın en büyük tanığı olmuş.
Unuttum sandığımızda,
Fark ettiğimizse,
Hiç terk edilmediğimiz.
Bu yüzden kral ya da kraliçe,
-Tüm cinsiyet rollerinden bağımsız-
Bir şey kaybetmez krallığından,
Ya da kraliçeliğinden,
Yine de onu anlatan Soytarının
Anlatısı kadar güzel hatırlanır krallık.
Hatırladığım kadarıyla özlüyorum.
Baktığım büyüttüğüm gibi seviyorum.
Diğer bir anlamı oğul otu olan
Güzel bir çiçeğe,
Kızım otu diyorum.
Daha düşmediğim ve düşlemediğim
O yerden tutup çekiyor beni
Ne mutluyum diyorum,
Gündüz gözüyle mutluluk
Daha anlamlı ve soruyorum şimdi,
Eve dönüş yolunda,
Evi geride bırakmış gibi hissetmek de
Sevmeye dahil mi?
1 note
·
View note
Text
Vourla “Öteki Kıyı” – Figen Koşar
✍🏻 M Osman Akbaşak
https://www.gundemarsivi.com/vourla-oteki-kiyi-figen-kosar/
Bir kitap yazısını belki de ilk kez müzik eşliğinde yazıyorum. Nedeni az önce bitirdiğim bu romanın son birkaç satırında daha önce sözü edilen bir şiirin sonradan bestelendiğini öğrenmiş olmam… Romanı bitirir bitirmez hemen bilgisayarımın başına geçtim, önce adını yazımın sonunda yazacağım müziği açtım, tekrar tekrar dinlerken klavyemin tuşlarına basıyorum. Eskiden olsa kalemimden söz ederdim, artık kalemler tarih olunca…
Bugünlerde elime gelen romanlar nasıl olduysa İzmir Yarımada’da geçiyor. Elimdeki romanı Emine Bekdemir arkadaşım önerip armağan edince başlamamak olmazdı. Belki hatır için başlamış gibi oldum ama okudukça elimden bırakamadım. Elbette siz dostlarımla paylaşmayı gerçekten çok istedim. Kendi kitaplarım için Şeyh Bedrettin araştırması yaptığım günlerden Vourla adına aşinayım. Urla’nın geçen yüzyıla değin söylenegelen adı…
Roman zaman zaman karşılaştığımız 2022 yılı ve 1912 yılları arasında gidip gelen anlatımlarla şekillenmiş. Her iki dönemde de kahramanımızın adının Eleni olması elbette romanın sonraki bölümlerinde ilginç gelişmelerle karşılaşılacağının habercisi. Konunun çok ayrıntısına girmeden Yunanistan’dan Urla’da Klazomenai kazıları için gelen Eleni ve çevresindeki kişilerle gelişiyor. 21. Yüzyıl’ın Eleni’si kendisine bırakıldığı düşünülen bir emaneti açınca 110 yıl önce aynı yerde yaşayan adaşı Eleni ile mektuplar aracılığıyla tanışıyor. Arada bir asır olmasına karşın iki Eleni’nin yaşadıkları okuru sarıp sarmalıyor.
Roman ilerledikçe bir dostun adıyla da sıkça karşılaşıyoruz. Sedef Tunçağ’ın “Belge ve Anılarla Urla” kitabı ciddi bir kaynak olmuş yazar için. Belgesel sayılabilecek olan bu kitabı geçen yıl ilgi alanıma uzak diye almamıştım, çok pişman oldum. En kısa zamanda edineceğim. Özellikle yaşam biçimleri anlatılırken okur keyifli betimlemelere tanık oluyor:
“Üzüme balın, zeytine yağın düştüğü bir 15 Ağustos’taki bağ bozumu şenliklerinde ‘Her şarap kadehinin bir anlamı olduğunu söyler Dionysos’ diye bitirmişti sözlerini Tamara. Birincisi sağlık, ikincisi aşk ve zevk, üçüncüsü uyku, dörtten fazlası kızgınlık ve şiddete yol açabilecek duygu karmaşasını simgelermiş. Biz aşka kalalım diyerek kadehindeki şarabı bir yudumda içmiş ve dudaklarını Yusuf’un dudaklarına örtmüştü.” Anlatımı ne denli içten ne denli sahici…
Savaşlar, kavgalar yüz yıllardır bir arada yaşayan insanları nasıl da birbirine düşürmüşler. Her şeye karşın dost kalabilmeyi başaran insanların gücü yetmemiş bu dışarılardan kaşınan, yaraların kabuklarının kaldırılmasına. İyi insanlar hep olmuş. Bizim bildiğimiz tahaffuzhanede Vourlalı Rumlar’ın Aziz Ioannis Adası’nda çalışan çoğu Türk, az sayıda da Rum görevlinin romanda söyledikleri bunu ne güzel anlatıyor:
“Dışarıdaki gerginliğe rağmen burada Türk Rum ayrımı yok. Personelin bazılarının ailesinde asker olduğunu biliyorum. Bazı cephelerde birbirimize karşı savaşıyoruz üstelik. İnsan olmak, insan kalmak, insanca yaşamak; dil, din, ırk bunların çok ötesinde bir şey olmalı. Hastasın ya da değilsin. Öleceksin ya da yaşayacaksın. İncecik bir ip, incecik bir sınır bu. “Sırat köprüsü burada işte” diyor Doktor Hayrullah Bey. Ya geçeceksin ya düşeceksin. Bu kıldan köprünün üzerindeyken; toprak kimin, kim gitmeli, kim kalmalı kavgası çok basit geliyor insana.”
Ben bu satırları yazmaya devam ederken Mikis Teodorakis’in “Sto Perigiali” şarkısı çalmaya devam ediyor. Birçok bölümün başında Yorgo Seferis’in bir şiiri zaman zaman da Süreyya Berfe şiiri yer alıyor. Ayrıntıyı okura bırakmak üzere kısaca söz edeyim, romanın gizli kahramanı Yorgo Seferis. Bağlantıları çok ortaya sermeden sözünü ettiğim şarkının sözlerinin de Seferis’e ait olduğunu belirteyim.
Cevat Çapan çevirisiyle Yorgos Seferis’in “Yadsıma” şiiri
Bir güvercin gibi ak
O gizli kıyıda
Susadık öğle üzeri:
Ama tuzluydu sular.
Sarı kumların üstüne
Adını yazdık onun,
Ama bir rüzgâr esti denizden
Ve silindi yazılar.
Nasıl bir ruh, bir yürek,
Nasıl bir istek ve tutkuyla
Yaşadık: yanılmışız!
Değiştirdik öyle yaşamayı.
Romanda hem 2022 yılındaki Eleni’nin hem de 1912 yılındaki Eleni’nin aşkları, çoğunlukla Rum, kısmen de Türk ailelerin dönemdeki yaşam biçimi, arkeolojik bilgiler, tarihsel gelişmeler de ustaca harmanlanarak verilmiş. Elbette günümüz kadınının özgürlüğü 110 yılı öncesinde kesinlikle yok. Yine de mutluluğu duyumsamak hangi yılda olursa olsun insanın içini ısıtıyor. “Hem çılgın gibi hissediyordum mutluluktan, göğsümün içinde on değirmenlerin beyaz kanatları uçuşuyordu hem de ölesiye korkuyordum” duygusunun elbette günümüzde yaşanmadığını tahmin edebilirsiniz.
Romanın bitişi duygulu, oldukça da hüzünlü… Ve bu hüzün bir şiirle son satırlar haline gelmiş.
Levent Belin’den Prangalı Yolcu
Şimdi Güneş
Yavaş yavaş terk etse de beni
Aynı denizin iki yakası, benim
Binlerce yıllık sahilde
Bir gel gitlik ömrü olan
Bu ayak izi, benim
Her denizin ortasındaki
O boş kayık
Yelkenleri dolu
Bilinmeyene demirli
Şu ışıklı gemi, benim
Ayakları gitmek
Yüzü kalmak istediği yere dönük
Bu prangalı Yolcu, benim
Figen Koşar’ı daha önceden tanımadım, bu okuduğum ilk romanı. Umuyorum uzun bir yazın yaşamı olur. Yeni kitaplarını izleyeceğim…
M Osman Akbaşak
#MOsmanAkbasak #GundemArsivi #FigenKosar #VourlaÖtekiKıyı #Edebiyat #Roman #Müzik #Şiir #KitapAlıntısı #Kitapİncelemesi #Rum #NeOkumalıyım #YeniBirKitap
0 notes
Text
SULTAN 1. AHMET HAN TÜRBESİ | TOMB OF SULTAN I AHMET KHAN
Herkese Selam!
Sultan Ahmet Camii yanında, camiyi inşaa ettiren, Osmanlı Sultanı 1. Ahmet Han'ın Türbesi bulunmakta. Osmanlı Sultanı IV. Murat Han da burada yatmakta.
16. yy da Manisa'daki doğan Sultan Ahmet, babası Osmanlı Sultanı 3. Mehmet Han vefat edince, tahta çıkar 14 yaşında. Sancağa gitmeden tahta çıkan ilk Osmanlı Padişahıdır.
Tahta çıktığı dönemde, Avusturya Savaşı devam etmekteydi. Annesini yine bu dönemde kaybeden Padişah, savaşın da uzamasıyla birlikte barış görüşmelerine başlar. Zitvatorok Antlaşması imzalanır. Bunun anlamı; Osmanlı, Avusturya'ya karşı üstünlüğü kaybetti, demektir. Aynı zamanda Osmanlı'nın Avrupa'daki ilerleyişinin durduğunun göstergesidir.
Türk Donanması'nın zaferlerine tanık olunurken; Anadolu'ya yayılan Celali İsyanları da onun döneminde gerçekleşir.
Tifüse yakalanan Osmanlı Sultanı I. Ahmet; hastalığı sebebiyle hayatını kaybeder. Günümüzdeki türbesine defnedilir.
Kendisinden sonra tahta geçen Osmanlı Sultanı 4. Murat Han, vefat edince, babası Sultan 1. Ahmet'i yanına defnedilir.
Osmanlı Padişahı 4. Murat Han zamanında da isyanlara tanık olunur. Özellikle Yeniçeriler coşmuştur. Yeniçerilere çeki-düzen verir.
4. Murat Han, isyanlardan birini bastırmak için İran'a seferler düzenler. Kars-ı Şirin Antlaşması imzalanır. Günümüzdeki Türkiye-İran sınırının büyük bir bölümünü belirler bu antlaşma.
Meşhur Alkol-Tütün-Kahve Yasakları, 4. Murat Han Döneminde gerçekleşir. Amacının yine Meşhur İstanbul Yangınlarını önlemek için olduğu söylenir.
Kısacası baba-oğul, bu dünyadaki vadelerinden sonra, birlikte istiharahat etmektedir. Yolunuz Sultan Ahmet'e düşerse, bir selam vermeyi hatırlayın.
#düşlerimiyaşıyorum#duslerimiyasiyorum#türbe#sultanahmet#4.murat#1.ahmet#yolculuk#zamandayolculuk#zamanda yolculuk#istanbul#müze#müzecilik#ataları ziyaret
0 notes