#seçim için seferber olan
Explore tagged Tumblr posts
Text
...
Eline geçirdiği ilk pazarlık fırsatında iktidara yamanan #SinanOğan’la girişilecek kirli pazarlık, belki biraz oy getirir, ancak ittifakı lekelerdi..
#Bize düşen#moral bozmak değil#seçim için seferber olan#oy vermeye koşan#sandıkları koruyan bu halka omuz vermektir.
64 notes
·
View notes
Text
Bursa geçmişiyle sınıfta kaldı! Afetin faturası kime kesilmeli?
https://pazaryerigundem.com/haber/181423/bursa-gecmisiyle-sinifta-kaldi-afetin-faturasi-kime-kesilmeli/
Bursa geçmişiyle sınıfta kaldı! Afetin faturası kime kesilmeli?
Gazeteci Yazar Mesut Demir, Bursa’da dün yaşanan sel afetiyle ilgili Odunluk Metrosu’nun Venedik’e dönmesi, kanalizasyonların taşmasıyla ilgili kaleme aldığı yazısında Bursa’nın geçmişiyle sınıfta kaldığına vurgu yaptı.
BURSA (İGFA) – Gazeteci Yazar Mesut Demir‘in yazısı…
Bursa geçmişiyle sınıfta kaldı! Afetin faturası kime kesilmeli?
Dün Bursa için yarım saatlik süreçte kara gün yaşadı.
Yaşayan afette 30 dakikada metrekare başına 41 kilogram yağış düştü. Küresel iklim krizinin etkisi Bursa’da ciddi şekilde hissedildi.
Bursa merkezdeki birkaç caddede kanalizasyonlar taştı, Odunluk Metrosu adeta Venedik’e döndü.
Alt yapı eksikliği gözler önüne bir kez daha serildi.
Batçıklar göle döndü, işyerlerini su bastı, esnaf kendi imkanlarıyla mücadele etmeye çalıştı.
Belediye ekipleri seferber oldu.
Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, şehir dışı programını iptal ederek Bursa’da görevinin başına geçti.
Bursa Valisi Mahmut Demirtaş, Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Burulaş Genel Müdürü Fahrettin Beşli, BUSKİ Genel Müdürü Güngör Gülenç, Venedik’e dönen Odunluk Metrosu’nda incelemelerde bulundu.
Metroyu kullanamayan vatandaşlar, yollarda otobüs beklemek zorunda kaldı.
Ek otobüs seferi eksikliği nedeniyle vatandaşlar mağdur oldu.
Derken…
Siyasiler harekete geçti sosyal medya üzerinden…
Suçu birbirlerine atmaya başladılar.
Sorunun temeline inmemiz gerekiyor.
Odunluk Metrosu, hangi mühendisler tarafından çizildi ve yapıldı?
4 Kasım 2021’de açılan Odunluk Metrosu, önceki dönem Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş döneminde yapılmış!
Bir metro düşünün, bu tür bir afete karşı yetersiz.
Mühendislerden tutun, o projeye kim imza attıysa hepsi sorumlu.
“Ben belediye başkanlığı yaptım, benim dönemim bitti” ile bu işler yürümüyor, yürümemeli.
On binlerce insanın mağdur edildiği olayın sorumluları kimse ortaya çıkarılmalı, hesap sorulmalı.
Ülkemizin en büyük sorunu denetim mekanizmasının çalışmaması ve yaşanan mağduriyetlerde hesap sorulmaması.
Yine…
Bazı caddelerde kanalizasyonlar taştı, alt yapı yetersizliğinden kaynaklı yağmursuyu kanallarının yetersiz kaldığı bir kez daha gözler önüne serildi.
Yıllardır bütçe yöneten belediye başkanları, hiç mi bütçe ayırmadı alt yapıya?
Milyarlarca lirayı yöneten belediye başkanları, ego yapıp hizmet verilecek yere “Para yok” diyerek borçlardan elde edilen paraları nereye harcadı?
Kimlere nasıl peşkeş çekildi?
Belediyeden çıkan paranın nasıl ne şekilde çıktığı kayıt altında değil mi?
Yerel seçim sürecinde büyük yolsuzluk olarak ortaya çıkan BUSKİ’de soruşturma yapılmadı mı?
Bu işlerin üzerine gidilmesi gerekmiyor mu?
BUSKİ’de yolsuzluk iddiaları henüz 6 ay bile olmamışken, BUSKİ Genel Müdürü başta olmak üzere sorumlular halen neden görevde tutuluyor?
Gibi birçok soru işareti kafamızın bir köşesinde duruyor.
Gelelim dün yaşanan afete…
Yaşanan afetten dolayı göle dönen Bursa’da, bu durumdan kim ya da kimler sorumlu?
Henüz 3 aydan buyana görevde olan Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’i sorumlu tutarsanız insanlar bir taraflarıyla güler.
Odunluk Metrosu kimin zamanında yapıldı?
Eski Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş döneminde…
Projeye kimler imza attı?
Genel Sekreter, genel sekter yardımcıları, meclis üyeleri, eski Burulaş Genel Müdürü Mehmet Kürşat Çapar, mühendisler…
Altyapı ile ilgili eski Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş Fen İşleri Daire Başkanı, BUSKİ Genel Müdürü, Genel Sekreter, genel sekter yardımcıları, meclis üyeleri sorumlu…
Bu afetin faturasının kesileceği kişiler ortada…
Zarar-ziyan, mağduriyet varsa ortada, bunun hesabının sorulması gerekiyor.
Yeni gelene değil, geçmişte yapmayan, yanlış yapanlardan hesap sorulmalı…
Allah, Bursamıza ve ülkemize kaldıramayacağımız afetler vermesin.
Sağlıklı ve esen kalın…
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Değerli arkadaşlar Yurt sathında orantısız bir seçim propagandasına şahit oluyoruz.;
bir tarafta Anayasamıza göre tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanı , Bakanlarını da yanına alarak kendi ceplerinden bir kuruş harcamadan , senin benim vergilerimizle ile hazinede biriken devletin bütün imkanlarını seferber ederek propaganda yapıyorlar.
Eskiden seçimlerden 3 Ay önceden Adalet,, İçişleri ve Ulaştırma bakanları adil bir seçim olması için istifa ederlerdi.
Şimdilerde bütün kabine üyeleri cümbürcemaat seçim meydanlarında. İktidar partisine oy verirseniz hizmet alırsınız, aksi taktirde hizmet alamazsınız mealindeki sözlerle milleti açıkça tehdit ediyorlar.
Koyun Sürülerine Şah olsa Kurt dahi yapmaz buadaletsizliği.
Bir de bu yetmezmiş gibi değişik şehirlerde oturan dostlarınıza telefon edin oylarını iktidar partisinin adaylarına versinler diye telkinde bulunuyorlar.
Bu aziz Millet Kurtuluş savaşında 7 Düvelin tehditlerine aldırmadı bu tehditlere mi aldıracak?
Bu Aziz milletin sizin vereceğiniz hizmet şurada dursun biz Adalet istiyoruz Adalet!
dediğini duyar gibiyim.
Neymiş kendilerine oy verilmezse hain teröristlere oy verilmiş olacakmış.
Hep aynı vatan millet Sakarya teraneleri. Kardeşim.
Bu Memleketin askeri, jandarması, polisi var teröristin önünde kapı gibi dururlar.
Hep aynı teranelerle onların bu tehditleri seni korkutmasın. Kaldı ki belediye seçimlerini AKP kaybetse bile 2028 e kadar zaten iktidarda. O bakımdan birkısım şakşakçıların arkasına takılıp hizmet vaadi propagandalarının tesirine kapılıp AKP yi şakşaklamanın hiç bir manası yoktur!
Asgari ücretli , çiftçi, esnaf, EMEKLİ perişan vaziyette! Buna alem şahit! Büyük şirketlerin Katriliyonca borcunu silmeye, Kur Korumalıya, Seçimlerde devletin parasından Milyarlarca TL harcamaya vs. ye para var Emekliye gelince yok öyle mi? Bunu aklı başında olan hiçbir kimse yemez! Önceki seçimlerde vatan millet Sakarya düşüncesi ile AKP ye oy vermiş olabiliriz.
Ancak bu mahalli seçimlerde yukarıda saydığım ve sayamadığım bir sürü haksızlık ve adaletsizliğin giderilmesi için AKP ye iyi bir ders vermenin tam zamanı.
Korkmayalım AKP zaten 2028 e kadar iktidarda. Bunlara oy vermezsek memleket hain veterörist dolmaz.
Sağlıcakla kalın ve bu mesajımı herkesle rahatlıkla paylaşın.
.Hayırlı Ramazanlar.
Bunlar dizlerimizi dövmeden evvel son hatırlatmadır.
1 note
·
View note
Text
Kılıçdaroğlu istifa mı edecek?
Kılıçdaroğlu istifa Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tur sonuçlarına ilişkin Millet İttifakı'nın cumhurbaşkanı adayı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Merkezi'nde bir açıklama yaptı. Kılıçdaroğlu, "Şu anda öncelikle bana oy veren 25 milyon vatandaşımızın moralini yüksek tutmak ve dimdik ayakta görmek istiyorum. Yürüyüşümüz devam ediyor, buradayız" şeklinde konuştu. Kılıçdaroğlu istifa edecek mi, ne açıklama yaptı...
"Mücadeleye devam"
- Hakkınızın yenmesine izin veremedim, hala da vermeyeceğim. Ben sizin bir kardeşiniz, dostunuz, amcanızım ve en önemlisi bu toprakların bir insanıyım. Sizin için bolluk ve bereket içinde yaşamanız için mücadele ettim ve etmeye devam edeceğim. - Her gün her şeye zam gelirken, halkımın sırtının eğilmesine gönlüm razı olamazdı.
"Hukuk dışı baskılar"
- Son yılların en adil olmayan seçim sürecini yaşadık. Devletin bütün imkanları bir siyasi partiye seferber edildi ve bir kişinin etrafında toplandı. Ancak, bu ahlak ve hukuk dışı baskılara ve yayılmak istenen korku iklimine boyun eğmeden mücadele eden Millet İttifakı'nın genel başkanlarına, teşkilatlarına, seçmenlerimize ve sandıklara sahip çıkan vatandaşlarımıza teşekkür etmek istiyorum. - Size bir ricam var: Kendiniz, evlatlarınız, emeklileriniz ve demokrasi için mücadele vermek için destek verin. Son yıllarda yaşadığımız en adil olmayan seçim süreciyle karşı karşıya kaldık. - Demokrasi mücadelemizin gerçek kahramanları kadınlar ve gençlerdir. Onları selamlıyorum. Bu seçimde halkın otoriter bir rejimi değiştirme iradesi açıkça ortaya çıkmıştır.
"Ayakta görmek istiyorum"
- Millet İttifakı, her cephede mücadelesini sürdürmektedir. Bu vatan için yapabileceğimiz her şey azdır. Asıl üzüntüm, ülkenin karşılaşacağı zorluklardır. Ancak, bu zorluklar karşısında ilk duracak olan da biz olacağız. Öncelikle bana oy veren 25 milyondan fazla vatandaşımızı moralli ve dik duruşlarıyla görmek istiyorum. Yürüyüşümüz devam ediyor, dimdik ayaktayız ve buradayız. Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaptığı açıklamalar neticesinde istifa etmeyeceğini anlıyoruz. Mücadeleye devam edeceğini açıkladı. Read the full article
0 notes
Link
Gülben Ergen'den dikkat çeken siyaset çıkışı: Oy için çırpınan hiçbir reklamı görmek istemiyorum
0 notes
Text
Bir genel tekrarın utancı…
Fikret Başkaya
“Para kral oldukça, özgürlük de adalet de mümkün değildir”
Albert Camus
Yegâne ereği kâr etmek ve kârı büyütmek olan, her türlü etik (ahlâkî) değere yabancılaşmış bir sosyal sistemde şeylerin sarpa sarmaması mümkün değildir. Üretimin aslî (birincil) amacının insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kârı, dolayısıyla sermayeyi büyütmek olduğu durumda, sadece sosyal mahiyetteki sorunlar değil, doğa tahribatının da derinleşmesi, yaşamın temelinin aşınması kaçınılmazdır… Kapitalizm dahilinde üretim artışına sosyal kötülüklerin (işsizlik, açlık, yoksulluk, sefalet, aşağılanma…) ve ekolojik yıkımın eşlik etmesi de sistemin mantığının, temel eğilimlerinin doğrudan sonucudur…
Türkiye bir deprem ülkesi. Nerdeyse deprem olmayan yıl yok! Yönetici sınıf, siyaset erbabı sanki bu ülkede ‘ilk defa deprem oluyormuş gibi bir algıya sahip… Bir deprem oluyor, yöneticiler ‘ölenlere Allahtan rahmet, yakınlarına baş sağlığı diliyor… ‘Yaralar sarılacak devletimiz büyüktür’ diyorlar… 450 bin inşaat müteahhidinden (inşaat kapitalisti), birkaçı cezalandırılıyor gibi yapılıyor… İyi de her seçim öncesinde çıkarılan ‘imar affı’ kanununa olumlu oy veren milletvekillerini de yargılıyorlar mı? 23 yıldır toplanan deprem vergilerinin ne olduğu, nereye harcandığının hesabı soruluyor mu? “Yapı Denetim Büroları” rezaletinden kaç kişi haberdar? Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ne işe yarıyor… Kent yağma ve talanının hizmetinde değil mi?
On binlerin ölümüne, yaralanmasına, yersiz-yurtsuz kalmasına ‘takdir’i ilahî, ‘kader planı’ diyorlar… Tâ ki bir sonraki depreme kadar��� Deprem bölgesine, fay hattı üzerine koskoca şehirler kurmamın bir sorumlusu, sorumluları yok mu? İnşaat kapitalisti o işi kâr amacıyla yapar… Kârı artırmak için de her yola başvurur. İşçilere düşük ücret öder, yeterli güvenlik önlemini almaz (geçen yıl inşaatlarda ölen işçi sayısından haberiniz var mı?), malzemeden çalar, çürük binalar inşa eder ve o binalar ilk depremde çöker… Fakat hepsi bu kadar da değildir. Deprem, inşaat kapitalisti müteahhitler için ‘Allah’ın bir lütfudur’… Yıkılanların yerine yeni çürük binalar inşa etmek üzere seferber olurlar…
Türkiye siyasetinde inşaat kapitalistlerinin siyaset üzerindeki etkinliği büyüktür… Burjuva partilerinin kuruluşunu bile finanse ederler, bal tutup parmaklarını yalarlar… AKP dönemi söylemek istediğime iyi bir örnektir… O kadar ki, sanki Türkiye inşaat kapitalisti müteahhitlerin ‘cumhuriyetine’ dönüşmüş… Bütçeyi ve hazineyi utanmazca yağmaladılar ve yağmamaya devam ediyorlar… Bir yağmalayan, bir de yağmalatıp ‘payını alan’ siyasetçiler, bürokratlar var… Kurdukları çark tıkır tıkır işliyor… Yağma ve talan, müteahhit, siyasetçi, bürokrat ‘işbirliğiyle kotarılıyor… Geride kalan 20 yılda ‘Kamu İhale Yasası’ boşuna mı 192 defa değiştirildi?
Velhasıl neden söz ettiğini bilmek önemlidir denecektir… Fakat sorun sadece yoksul halktan alınan vergilerin yağma ve talanından ibaret değil… Bütçenin ve hazinenin yağmalanmasına doğa yağması, ekolojik yıkım da eşlik ediyor… Asıl vahim olan bu… Tabii vahim olan bir şey daha var: Bu kepazelik bir de ‘büyüme’, ‘kalkınma’, ‘ilerleme’… adına matah bir şey sayılıp, yüceltiliyor… Eğer bir toplumun düşünme yeteneği aşınmışsa, insanlar her söylenene inanmaya meyilliyse, şeylerin gerçeğini söylemeye cüret eden, edebilen entelektüellerden yoksunsa, “konunun uzmanı” denilen, uzmanlıklarını devlete ve sermayeye satan diplomalılar korosu, ‘nurlu ufuklar’ şarkıları söylemeye devam ederse, gazetecilerin kahir ekseriyeti varlık nedenlerine ihanet ediyorsa, içine hapsolduğumuz kepazeliğe şaşırmak niye? Oysa, gazeteci namussuz olamaz, namussuzsa gazeteci değildir… Gazeteci etik kaygılara yabancılaştığında suç ortağı haline de gelir… Zira gazetecinin ‘sessiz-örgütsüz çoğunluğun vicdanı olması gerekir…
Bütün bu olup olup-bitenleri, sefaleti, rezaleti, kepazeliği, çürümeyi, kurumların başına liyakatsiz bürokratların atanmasına bağlamak yaygın bir anlayış… Oysa, sorun sadece yanlış atamalarla ilgili değil… Politik İslamcı AKP’nin ne yapmak isteğiyle ilgili… AKP mevcut rejimin yerine kendi İslamcı rejimini kurmak istiyor… Türkiye’yi bir “İslam Emirliğine” dönüştürmek istiyor… Onun için de kurumların önce içinin boşaltılması, sonra da yenilerinin kurulması gerekiyor… Yüzyıllık yapıları, kurumları, yıkıp yenilerini kuruyorlar… Zengin birikime ve deneyime sahip devlet hastanelerinin yerine ucube Şehir Hastanelerini niye yapıyorlar sanıyorsunuz? Aslında Şehir Hastaneleri gibi büyük projelere yönelmeleri sadece ideolojik önyargılarla ilgili değil. Zira, bir proje ne kadar büyükse, kâr da o kadar büyüktür… “Her şey bizimle başladı, ortalıkta ne varsa biz yaptık” demek istiyorlar… Kendi resmî ideolojisini oluşturmak istiyor ama nafile… Zira, uyduruk ‘resmî ideoloji’ bile asgari bir maddi geri planı varsayar… AKP, geride kalan yüz yıllık dönemi bir “kayıp’ olarak görüyor ve parantezi kapatmak istiyor… Niyet etmek kolaydır da yapmak o kadar kolay değildir…
Artık dünyanın ve Türkiye’nin içine hapsolduğu durumdan sadece yöneticileri değiştirmekle, kötü yöneticileri yenileriyle ikame etmekle çıkmak mümkün değil… Zira, yüzleşmek zorunda olduğumuz sosyal, ekolojik, etik mahiyetteki sorunlar kötü politikacılardan, kifayetsiz yöneticilerden çok, kötü sistemden kaynaklanıyor… Kötü sistem dahilinde iyi politikalar mümkün değildir… Kapitalizmin yıkıcılığı çoktan yapıcılığının önüne geçmişken…
Artık şeyleri adıyla çağırma zamanı gelmiş olmalıdır… Kapitalizmin her ileri aşamasının daha çok sosyal kötülük, daha çok ekolojik felaket olduğunun bilinmesi gerekiyor… İnsanlık ve uygarlık kritik bir eşiğe gelip-dayanmış bulunuyor… Bu kör gidişten, bu yıkım tablosundan çıkmak, uygarlık paradigmasını değiştirmeden mümkün olmayacak… Zira, geride kalan beş yüzyıllık dönemde burjuva uygarlığı -kapitalist üretim tarzı- potansiyelini tüketti… Artık Büyük İnsanlığa teklif edeceği bir şey yok…
O halde iki şeyden biri: vakitlice Uygarlık paradigmasını değiştirmek, zira geç kalınırsa geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir veya insanlığın ve uygarlığın sonu…
İkinci emperyalistler arası savaş sonrasında Paris’te bir dünya yazarlar konferansı toplanıyor. Kürsüye çıkan her yazar, dünya barışından, halkların kardeşliğinden, eşitlikten, özgürlükten söz ediyor… Harika şair, oyun yazarı Bertholt Brecht, doğruca kürsüye yürüyor, mikrofonu kapıyor, yoldaşlar gelin üretim ilişkilerini tartışalım diyor… Ben de bu vesileyle sadede gelelim, asıl tartılması gerekeni tartışalım, şeyleri adıyla çağırmaya cüret edelim diyorum…
0 notes
Text
Kelimeler...
Kelimeler tükeniyor. Anlam, bağlam ve anlatımın kıyıdan köşeden törpülenmesi, yerilip, yıkılması bu sahnedeki kelamı tüketiyor. Denizi kaplayan o meşum salya gibi bir ülkenin düşünselliği / gelecek tahayyülü de bunca bariz çürümeye sevk olunuyor. Büyük ülke lafı, nidası var edilirken, sırtı piş piş edilmiş, haznesi zenginleştirilmiş bir avuç zevatın alenen ezberleriyle oluşturulmuş bir karanlık birlikteliği olduğu gözlerden kaçırılıyor. Atılan laf, nidalar silsilesi, var edilen esip gürleme halleri her dem bir örnek ve değişme tahayyüller kervana dizilirken çürüme evre evre yaygınlaştırılıyor. Kelimeler tutsak ediliyor. Yenilik diye atfedilen neo-liberal akımın, ezberci şablonları yinelenirken hayatın mahvedilmesi hiç aralıksız kılınıyor.
Bir cerahat sarmalından mülhem yerin hikayesi, yeni, yepyeni diye pazarlanıyor. Var edilen karanlık ulu orta yüceltilen madun siyasetin yeni zorbalıkları, dahili ve harici güncellenen çökülecekler listesi, bir karanlığın sultasında ellerine tam anlamıyla kan oturanlar ile mutlak, doğrudan bir karanlık bina edilmeye devam olunuyor. Kelimeler kirletiliyor. Cerahatin boyunduruğuna rehin edilmiş, peyderpey eylemlerin habercisi kılınan nutuklar ile bir yaşama akdi var edilmiyor artık. Bir örnek, çokça benzeş tavır, tahayyül ve söz dizilimlerinde kelimelere kan, irin ve gözyaşı sıçratılıyor. Muktedir, iktidar ve tüm bileşenleri bu katran karası hali tam da ol karanlık çağ tiradını, vaveyla değil, ünleme değil, doğrudan biçimini, buradaki sabitliğini var ediyor artık. Mutlak olan o doğru, kesintisiz tek yön, tek devlet, tek uzam ve tek gelecek bildiğiniz çürümenin bizzat kendisine çıkıyor.
Tek adamın, tekil bir rotada, tek tip bir hizadan ülke değerlendirmesinin hali daimi bir hal içinde mahva çıkıyor. Görünen köy kılavuz istemezken, örtbas edilmiş koronavirüs salgın güncesinden, adım atılan her normalleşme halinde bu bahis biraz daha görünür kılıınır. 20 koca yıllık devri sabık iktidar tahayyülünün en korkunç işlemleri, en korkunç yağmalarını var etmiş bunlar kesmemiş, ırkçılıktan yoksulluğa, cinai şebekelere hamilikten kara para ve uyuşturucu ve silah ticaretlerine aracılıklara, her şeyden komisyon, herkesten apayrı ama apayrı rantiye bedel / diyetler söğüşlenen, talep olunan bir sahnede istikameti bırakılır mı hiç ama hiçbir zaman? Düzen kendi ezberleriyle yaşamı deniz salyası gibi en olmadık anda boğmaya, kuşatmaya, ezmeye çalışırken, baş efendi ve baş faşistin ortaklık ile kotardığı, bir rüyaydı bugünler dediği mesel bariz bir düş kırımı sahnesidir. Adıyla ve sanıyla cehennemin ta kendisidir.
Cürmü var edenlerin lekelediği kelimeler çıkageliyor. Demokrasi, adalet, eşitlik, hürriyet, hak ve hukuk, yer, yurt ve anlamından yeterince kopartılmış bir faşizm / despotluk rejimi dahilinde çürüme kalıcılaştırılıyor. Baş amir ve sultasının oluşturduğu, her köşeyi hemen her şekilde tutmuş, sömüren, daha da çok yağmalayan, yedikçe coşan, coştukça irini de o kiri de önemsemeyen, ellerine bulaşan kanla abdest tazeleyenlerin, haramları götürdükleri bir sahnenin hakikati var ediliyor. Yer, gök kan kırmızı, içi dışı kapkaranlık bir zilleti var etmiş kapkaranlık bir sarmalda kelimeler kifayetsiz konuluyor. Siyasetin pragmatist halini adam sende, kaykılıp duruyoruz şu koltuklarda mabadımızı büyütüp, midemizi geliştirip, ona buna çöküyoruz geçinip gidiyoruz diyenlerin refakatinde bir ülke kalır mı? Sahiden de böyle ülke olur mu bırakılır mı?
Daha yeni birkaç gün önce siyasi iradenin, ortaklaşa hedef gösterdiği, dahası cinayetin hemen ardından da kapatma davası için baskı kurduğu, Deniz Poyraz’ın katledilmesi, HDP’nin kapatılması isteminin neden gümbürtüde var edilmek istendiğini fark ediyor muyuz? Beyefendinin oğlunun Kartal İmam Hatip Lisesi’ndeki ekabir, kitabına uygun, dibine kadar çürük, gel gelelim ümmetin helal süt emmiş diye kodlanmış suretlerinin ol makamdan şu makama teşriflerinin var edildiği yerde kelimeler yeterli midir? Yaraları kanatabilmek için en olmadık hamleleri var ederken dahi çalmaya / çırpmaya en az üç çocuktan, en az üç farklı yerden maaşa terfi etmiş bir zümrenin varlığında adalet nedir, nerededir? Bir cinayet sarmalını konuşturmamak için, sorgulatmamak için eldeki hemen tüm imkanların seferber eden ve Deniz Poyraz’ın katili olan Onur Gencer’in Suriye’deki maceralarına dahi engelleme getiren, sırtını sıvazlayıp, aferin çekilen bir menzilde hangi kelimeler kirlenmemiştir ki sahiden?
Kürd’e ve tüm öteki addedilen halklara karşı var edilen bu tahakküm etme hallerinin bir sonrasında çıkagelen ol Suriye’de, Rojava topraklarındaki yağmanın, barış götürüyoruz!, savaşa nihai çözümü var ediyoruz derken kurumsallaştırılan cihatçı tayfaların, buralı ya da burada ikamet eden silah tüccarlarının, çetelerin birbirileriyle danışıklı haraç mezat ol toprakları yağmalaması varken tek başına söz neye yarar. Gazetecilik titrini hala taşıyan birkaç temsilin, Kürd özgür basının yıllar yılıdır yaza geldiklerini ancak fark eden bir yer olabilir mi? Böyle afaki bir çürümenin i��erisinde debelenirken haysiyet celladı olmuş ol siyaset erkanının, atanmış içişleri bakanından, ekran yüzüyüm ben deyip, konuşma kaydı yayınlanmış olagelen abdurrahman veyis meczup sıfatsız suretine, insanlıktan çıkmış ola gelmiş her bir türevine, benzeri ve ötesinde yıkımda iş peşinde koşan atmacaya memleket diye çıkılan düzlemin vardığı odakta hangi kelimeler kirlenmemiştir ki, sahiden ama sahi ama sahiden? Kendi foyası ortaya döküldüğü için olmadık yakıştırmaları sırf o ‘pazarlık’ kaydını paylaştığı için Ahmet Şık’a yönlendiren veyis gibi meymenetsizler elinde ne hak, ne hukuk bırakılır, nasıl olsa her yalana inanacak bir kitle var edilikten sonra değil mi?
Bir çürüme tiradıdır güncellenen aslında. Ankara’daki Deniz Poyraz’ı anma etkinliğinde şu akıl dışı şiddet pratiği var edilir. 10 dakika boyunca ensesine oturan polisin sinkaflı küfürlerine maruz kaldığını aktaran Saçılık, şu bahsi not düşer Twitter hesabından: “Yara bere önemli değil. Benim on yaşındaki kız çocuğuma galiz küfürler eden o şerefsiz polisin yakasını bırakmayacağım. Ona bu emri veren emniyet amiri sarı çiyanı elbet yargılatacağım, yakalarını bırakmayacağım. Dün on dakika boyunca enseme oturup pedofil, pornografik küfürler eden sivil polisin yanında onlarca polis vardı. İçlerinden bir tanesi bile müdahale etmedi. Adalet sisteminin ekarte edilmesi sonucunda suç işleme özgürlükleri oldukları saplantısına kapılmışlar.” Adaletin geriye konulmadığı yerde suçu yeniden ve yeniden imal etmek söz konusudur. Şiddetin işkenceye dönüştürülmesi daha önceki eylemlerde de hedef kılınmış olan Saçılık’a bu defa da kızına küfürler saçılarak bir eşik daha aşılır. Bunca afaki kötülüğün var edilebildiği yerde kelimelerin temizliği kalmaz. Böylesine kendisinin de kayıt altına aldığı gibi pornografik, çocuğa şiddetin ta kendisini taarruz ederek tasavvur eyleyen kolluğun olduğu bir sahnede kimse güvende değildir, bu kadar kesindir!
Mezopotamya Ajansı'ndan aktaralım: “Batman Barış Anneleri Meclisi üyelerinin, Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Örgütü’ne yönelik saldırıda Deniz Poyraz’ın katledilmesini protesto etmek amacıyla dün yaptığı kitlesel açıklamaya yönelik polis müdahalesinde, 16 kişi darp edilerek gözaltına alındı. HDP milletvekilleri Mehmet Rüştü Tiryaki ve Necdet İpekyüz’ü de darp eden polis, Batman Belediyesi Eşbaşkanı Mehmet Demir ile birlikte çok sayıda kişiyi yerlerde sürükleyerek gözaltına aldı.
Emniyette alınan ifadesinin ardından serbest bırakılan Batman Belediye Eşbaşkanı Demir, polis şiddetini anlattı. Poyraz’ın katledilmesine ilişkin milletvekilli, belediye eşbaşkanları, barış anneleri, kadınlar ile çok sayıda yurttaşın katılımıyla yapmak istedikleri açıklama öncesi polislerce abluka altına alındıklarını belirten Demir, yapılan müdahalede darp edilerek gözaltı alındıklarını söyledi.
“İşkenceye varan müdahaleyle gözaltına alındık” diyen Demir, Onlarca polis, beni sürükleyerek aracın içine attı. Yere attılar, sürüklediler, darp ettiler. Daha sonra emniyette götürdüler. Emniyette ifademizi almak istediler. Onlara bize bu işkenceyi uygulayan ve hukuku ayaklar altına alanlara ifade vermeyeceğimizi belirtik, ifade vermedik” dedi.
Devlet-mafya-siyaset ilişkisinin yeniden ortaya saçıldığı bir dönemde HDP’nin hedef gösterildiğini ve bunun sonucunda yapılan saldırıda Deniz Poyraz’ın katledildiğini ifade eden Demir, “Cinayet işleyenlerinin önlerine halı sermedikleri kaldı. ‘Abicim ismin ne’ diye katilli kucaklayanlar, dün Batman’ın iradesi olan milletvekilli ve belediye eşbaşkanlarına pervasızca saldırıda bulundu. Katile ‘Abicim’ diyenlerin, katilin sırtını sıvazlayanların, demokratik bir hak olan basın açıklamasına nasıl saldırdığını tüm kamuoyu gördü. Partimizi hedef gösterenler ile tetiği çekenlerin zihniyeti aynı. Her ikisi de bizden nefret ediyor” ifadelerini kullandı.”
Bitimsiz konulmuş, hedeften / yeni ülke denilen şablondan ne zaman uzaklaşılmış olsa devreye konan HDP’yi kapatma, terörize etme halinin belki de en ağır karşılığı tetikçi eliyle işlenmiş olan cinayette karşımıza çıkartılır. Bir asırdır bir türlü demokrasi namına tek bir hamlenin doğru düzgün var edilemediği bir yerde sözüne sahip çıkan, bütün kara şu kapkaranlığa rağmen halkların umudunu simgeleştiren, altı milyondan fazla oy almış bir siyasi parti katliamlarla hizaya konulmak istenir.
2015’in karanlık girdabını hemen her türden bet / feci olanı bir biçimde var etmiş olan, seçim kazanabilmek için yurttaş canının hiçe sayıldığı katliamlara imza atmış, Cizir’den, Gever’e, Colemerg’ten Amed’in Sur’una kadar kentleri abluka altına alıp, bodrumlarda diri diri insan yakıp, sokağında yaşayan ve olan biten yıkıma isyan eden yurttaşı terörist ilan edecek kadar zıvanadan çıkmış olagelen o iktidarın cürmü yeniden karşımızadır. Buna itiraz etmek söz konusu edilmesin diye her kentte, Deniz Poyraz’ın katli ardından başlayan protestolarda şiddet işkenceye vardırılır. Elih’te meydana gelen de bunun bir başka uzantısıdır. Demokrasi, eşitlik, adalet, hak, hukuk ve sair tanımlar sabah akşam her bir akparti kurmayı dile getirirken, ortaya çıkan şiddet mefhumu bütün bu ülkenin de her nasıl bir çürümeye tabi tutulduğunu örnekler.
Bir milli mutabakat kırımının sorgulanmasının, makamlardan hesap vermesini talep etme halinin dahi bile isteye kriminalize edildiği yerde kelimeler çürümeye çıkar. Devletlinin bir gazeteci titri bahşettiği maşası, tek kurşunu alnında sıkması gerekirken neden on kurşun gibi kadük bir argümanla çıkagelirken ekrandan bütün çürüme de layığıyla görünür, herkes bilir. Bir başka sekansta, konu HDP’nin kapatılmasının bunca afaki bir cinayete rehin edilirken insanlar, son anda bir katliamdan dönülmüşken onlar da PKK ile aralarına mesafe koysuncularla ekranlar kuşatılırken bir ağıt bir yara bir kere daha bir yas gümbürtüye konulur. Şiddetle bu bahisler hiç konuşturulmasın istenir. Bakur Kürdistan’ı ya da Türkiye’nin kalanında var edilmiş bu kötücül düzen daha fazla can yakabilsin diye oluşturulan bu sarmal / kör karanlık, kıtal ve yıkım daha kaç zaman can yakacaktır sahi ama sahiden?
Kelimeler kirleniyor. Cürmün, suçla birlikte oluşturulan bir ülke tahayyülünün zehirli bir sarmaşık gibi memleket denileni yuttuğu günlerden geçiyoruz. Hayat bunca ucuz kılınmış bir mesel addedilirken, her şeyin / insanî standartlardan alıkonulduğu bir katran karası hal gidişat iyi olacak denilip hala pazarlanırken ne temiz kalabilir. Erk, muktedir, iktidar tüm o beraberinde tetikçi tayfası, gazeteciyim diye gezinen avantacılar takımı, düşkünlükleri bir yana halkın yoksunluğunu / yoksulluğunu kendilerine servet edinmek için, makamları ömrü billah kendilerinin tapusuna geçirmiş addedenler eliyle bir kelam kalmaz. Çürüme, yıkım ve yıldırı aralıksız her gün güncellenirken cürmün, yok etmenin, zor ve feci kılınan her şeyin buradaki sabitliği düşündürücüdür. Bu kadar afaki olana karşı müştereklerimize dair bir savunma mekanizması, adalet tahayyülüne dair doğrudan bir seslenişi var etmez ise şu ülkenin gidişatında daha çok kelimeler kaybolacak, kirlenecek ve kıyılacaktır. Sahi ama sahiden önemsiyor musunuz? Kaybedilecek daha çok Deniz Poyraz’ımız var mıdır? Sahiden önemsiyor musunuz? Kelimeler kayboluyor, hayat çürütülüyor, kapkaranlık bir yer bugün hakikat kılınıyor, sahiden önemsiyor musunuz? Neredesiniz?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Evrensel Gazetesi
#meram#arzihal#kürd#deniz poyraz#hayat hakkı#hdp#söz#kelimeler#mecaz#mana#yol#yıldırı#devlet102#şiddet#karanlık çağ#kürd sorunu#tahakküm etme#us#hayat#yaşama uğraşı#cinayet#devlet dersi#çocuklar ölmesin#siyasal#anarşizan#alacakaranlık#sorular
0 notes
Photo
Devlet Gibi Duymak Marshall McLuhan’ın meşhur “Ortam asıl mesajdır” [Medium is the message] sözü, kullandığımız araçların, o araç aracılığıyla aldığımız bilgiden daha önemli olduğunu ima eder ve medya ekolojisi denen çalışma alanının da çıkış noktasını oluşturur. Medya algılarımızı, düşünce yapılarımızı ve bedenlerimizi de şekillendirir, güne uyarlar, sistemle ortak çalışır. Nasıl iletişim kurduğumuz önemlidir ve kişisel olduğu kadar toplumsaldır da, çünkü araçlar zamanın ruhunu taşır ve bu ruhu iletirler. İlettikleri mesaj ne derse desin, değişimin asıl müsebbibi de bu ruhtur. Örneğin telefonda ne konuştuğunuz değil, telefonla konuşuyor olmanız önemlidir ve bedenlerimize yeni alışkanlıklar katan her yeni araç içinde yaşadığımız dünyayı da değiştirir, o dünyanın eskisi gibi olmadığının birer kanıtı hâline gelir. Araçların iletilen bilgiden daha önemli olması, medya ekolojisinin medyanın nasıl düşünüp davrandığımızı ve yargı ve değerlerimizi değiştirdiğini iddia etmesindendir; çünkü medya kültür dışı değildir, simültane bir biçimde insanla dolayısıyla kültürle yoğrulan sistemin bizzat kendisi ve eseridir. Mack Hagood, 2019 sonunda Duke University Press etiketiyle yayımlanan Hush: Media and Sonic Self Control adlı kitabında1 bu meseleyi evirip çeviriyor ve Orphic Media adını verdiği belirli bir tip medyanın ideolojik kökenlerine bakarak bu medyanın asıl amacının dünyayla kurduğumuz ilişkiyi kontrol etmek olduğunu ileri sürüyor. Yunan mitolojisinde zenginlik sembolü Altın Post’u Aiet’ten alan Jason ordusuyla birlikte Argo ismini verdiği gemisiyle denizde ilerlemektedir. Gemide yer alan Orpheus, gemi mürettebatının Sirenlerin sihirli şarkılarıyla büyülenip tuzağa düşmeden suyu geçmesini sağlamak için lirini çalıp şarkı söyleyerek Sirenlerin sesini bastırır. Hagood, kitabında günümüz bireyinin çevresindeki sesleri bastırmak, maskelemek ve susturmak amacıyla düzenlemesini mümkün kılan araçları hikâyedeki Orpheus’tan ilhamla Orphic Media olarak kavramsallaştırıyor ve bu araçların üç farklı yolla amaçlarını gerçekleştirdiğini ileri sürüyor: İstenmeyen sesi bastırma [supression], maskeleme [masking] ve engelleme [cancellation] yollarıyla. Bu üç eylemi üç farklı medya tipi üzerinden araştıran Hagood, kitabın ilk bölümünde kronik bir kulak çınlaması durumu olan tinnitus’un tedavisinde kullanılan yöntemleri inceliyor. İkincisinde Sleepmate ve Sound Screen gibi beyaz gürültü [white noise] üreterek ya da buzdolabı sesi, yağmur, dere çağlayışı gibi gürültüleri taklit ederek aynı ortamdaki diğer gürültüleri bastıran ve bireyin bu taklit seslere odaklanması vasıtasıyla uykuya dalmasını ya da işine konsantre olmasını kolaylaştıran araç ve uygulamaları inceliyor. Üçüncü bölümde ise benim bu yazıda detaylı düşüneceğim, kanımca çok yaygın kullanımları açısından kitabın en ilginç nesnesi olan kulaklık teknolojisine iki ayrı marka, Bose ve Beats by Dre üzerinden bakıyor ve bu araçların kullanımının arkasında sınıf ve ırka dair de önemli göstergeler buluyor. Maddi dünyayla ilişkilenme ve onu şekillendirmede bedenlerin oynadığı rol önemlidir, zira maddi ve ahlaki toplumun şekillendirdiği bedenler iktidar ağlarını da yansıtır. Nitekim 80’lerde tüm dünyada momentum kazanan neoliberalizmin en büyük etkilerini değişen bedenlerde ve davranışlarda gözlemlemek mümkündür, zira artık kamusal alanlar kadar özel alanlar da serbest piyasaya dahil edilmeye, ona göre düzenlenmeye başlar. Neoliberalizm bu açıdan yeni ve kendine has bir özne talebini de beraberinde getirir. Ekonominin çıkarlarına uygun şekilde her yerde artı değer gören, kendisini ve zamanını fayda üzerine inşa etmiş, eylemlerinin sonuçlarını yani artı değerleri biriktirerek hem gerçek hem metaforik anlamda zenginleşmesi için kendine yatırım yapması teşvik edilen bir özne talebidir bu. Kendi ayakları üzerinde duran, ne isterse yapacağına inanan bu kişi, devletin giderek popülerleşen özelleştirme siyasetinin tezahürünü kendi bedeninde taşır. 1980’lerde piyasaya sürülen walkmen’lerle birlikte kullanımı yaygınlaşan kulaklıkların neoliberal ekonominin idealize ettiği bu bağımsız bireyin favori aksesuarından olması bu açıdan şaşırtıcı değil. Aslen 1910 yılında Amerikalı bir mühendis olan Nathaniel Baldwin tarafından geliştirilen ve ardından ABD ordusuna satılan kulaklık teknolojisi, 1958 yılında kişisel kullanım için yeniden güncellenene dek ordu dışında kamusal olarak sadece radyo ve telefon alanlarında kullanılıyordu. Bu iki kullanım biçiminin hedefleri ilk bakışta çok farklı gibi görünebilir ama süreç içinde neye fayda sağladıkları ve ne için seferber edildikleri düşünülürse önemli bir ortak noktada buluştuklarını da fark edebiliriz: Sonik çevremizden belirli sesleri ve sinyalleri ayıklamak ve sadece bazılarına odaklanmak. Bu açıdan kulaklıkların ilk günden itibaren, istenmeyen seslerin kulaklarımıza ulaşmasını engelleyerek materyal dünyayla olan ilişkimizi, hâliyle bedenlerimizi düzenleyen araçlar olduğunu görüyoruz. Kulaklıklar bireyin kendisi ve toplumun geri kalanı arasında sınır çekme konusunda daha önce fark etmediği bir arzuyu harekete geçirir. Kişinin istediğini yapıp yapmamakta özgür olduğu iddiasını taşıyan, kendilerini de sermaye olarak gördüğü için serbest dolaşım prensibine bireyleri de ekleyen ve bu dolaşabilme imkânını özgürlükle eşitleyen neoliberal düşünce için kulaklıklar ve neoliberal özneye yapılan yatırım arasında bu yüzden paralel bir ilişki olduğu iddia edilebilir, zira kulaklıklar serbest dolaşan bireyin her gittiği yere kendi dünyasını, kendi değerler setini yanında götürmesine de olanak sağlar; bir bakıma kişiyi “özelleştirir”ler. Bu “seçim yapma” özgürlüğü anlatısı neoliberal bireylerin üretken olması ve bahsi geçen ekonomik sisteme adapte olup hayatta kalabilmesi, kendini geliştirmesi için gerekli olan bir anlatıdır. Birden fazla işi (o işleri ne kadar severek yapıyor olsak da) yapabilme becerisinin gelişmesi, bu işleri dikkatimiz dağılmadan hızlıca bitirebilmek yani verimli olmak, sadece para kazandığımız işi yaparken değil gündelik hayatlarımızda da zamanımızı düzenlerken en önemli hedeflerimiz oluyor. Günlerimizi belirli saatlerde yemek, rahatlamak, yürümek, okumak gibi bölümler hâlinde düzenliyoruz. Bu düzenlemeye uyması için de çevremizi yeniden organize ediyoruz. Özellikle şehirlerde yaşayan bireylerin sesle olan ilişkileri en çok düzenlemeye maruz kalan ilişkilerden biri. Bu yüzden evet, Hagood’un iddia ettiği gibi Orphic medya, günümüzde biz ufak özgürlük alanları sağlayarak kısa süreli kaçışlar dolayısıyla mutluluk hâlleri vadeden araçlar olarak görülebilir, nitekim bu aletlerin pazarlanmasında bu vaatlerin üzerinde gidildiğini görüyoruz. Özellikle kulaklıklar trafikte, uzun yolculuklarda, bürokratik karşılaşmalarda bize yoldaş olacağının sözünü verir. Bu vaadin karşılığını bulduğunu söylemek, vadedilen özgürlük tanımını paylaştığımız anlamına geliyor olabilir. Bu, bireyselliği yücelten, kurduğumuz düzeni bozma ihtimali taşıyan şeylere yönelik potansiyel tahammülsüzlüğü gören ve buna katlanmak zorunda olmadığımızı ima ederek tahammülsüzlüğü pekiştiren bir özgürlük anlayışı. Neoliberal ekonomik modelde piyasanın serbestliği girebildiği yerlerle de alakalıdır ve bu anlayışa göre artı değer getirme potansiyeli olan her şey metalaştırılabilir. İnsanların kendi aralarında sosyalleşmeleri de dahil olmak üzere her ilişkilenme biçiminin de birer nesne olma potansiyeli olduğuna inanan bu model, bu etkisiyle dünyayla olan ilişkimizi de şekillendirir. Bu açıdan sesin yeniden üretiminde kullanılan tekniklerin nasıl dinlediğimizi de etkilediğini ve dış dünyadan seslerin nasıl duyulduğunu ve nasıl duyulması gerektiğine dair düşünce ve inançlarımızı da şekillendirdiğini söylemek mümkün. Kulaklıkların bedenleri belirli bir hedef doğrultusunda daha güçlü yani ekonomik anlamda daha faydalı hâle getirdiğini kabul edebiliriz. Bu hâliyle giderek artan popülariteleri, toplumsal davranışların ve bireysel alışkanlıkların ekonomik sistemle doğru orantılı olarak değişmesinde bir semptom olarak değerlendirilebilir. Kulaklıklar, bireyin maddi dünyadan sadece istediği sesi seçmesini, duymak istemediği, kötü, çirkin ve rahatsız edici olduğunu düşündüğü sesleri engellemesini mümkün kılacak, Hagood’un tabiriyle “sonik kozalar” oluşturur. Bu açıdan tahammül edilemez addedilen sesleri kişisel alanlarının dışında bırakarak kendilerini toplumdan soyutlayan bireylerin ortaya çıkmasına katkıda bulundukları pekâlâ söylenebilir. İşgalci, kâr odaklı, bireysel baloncuklardan oluşan toplum modeliyle bir yandan tahammül edilemez dünyalar yaratan neoliberalizm bir yandan da kulaklık gibi araçlar sunarak bu dünyalardan kaçışı mümkün kılar gözükür. Bir nevi kendi kendini bile artı değer olarak kullanan, dairesel bir sistemsen bahsediyoruz. Kulaklıklar da sistemi yankılar şekilde tahammül edemediğimiz sesleri duymamayı seçmemize imkân tanıyan özel alanlarımızı inşa etmede bize yardım eli uzatır. Neyin dinlenmeye layık olduğuna kendimizin karar verdiği ve etkilerini bedenlerimize nakşettiğimiz yankı odaları yaratırlar. Hagood kitabında Bose marka kulaklıkların işi yüzünden çok seyahat etmesi gereken, business class uçan, beyaz yakalı ve çoğunlukla erkek kullanıcılara nasıl pazarlandığına değinirken bunu açıklıkla gösteriyor. Bose gürültüyü engelleyen [noise cancelling] kulaklıkların uçak yolculuğu yapanlara pazarlanmasının arkasında yatan ve beyaz üstünlüğü anlayışını pekiştirdiğini öne sürdüğü dinamiklerin bir okumasını yapıyor. Dikkatini hiçbir şeyin bozmasına izin vermemesi gereken bu beyaz adam Bose kulaklıklar sayesinde hedefine kitlenir: Aynı uçağı paylaştığı diğer insanların “gürültüsünü” –ki bunlar arasında başka bir dil konuşan göçmenler, kadınlar ve çocuklar vardır– duymamayı seçer. Kendisini ilgilendiren tek şeyi, kişisel alanını, kulaklıklar sayesinde her gittiği yere yanında taşır. Şirketleşen devletler ve markalaşan bireyler çağında bedenlerimizin statükoyla nasıl bir bağ içerisinde olduğunu, ne çeşit diskurların kurulmasına ve pekişmesine katkıda bulunduğumuzu düşünmek adına kulaklıklar ilk bakışta beklenmedik bir çıkış noktası gibi gelebilir, ancak dünyayı sistemin istediği ya da en azından gerektirdiği gibi duyduğumuz ihtimali üzerine de düşünmek gerek: Acaba kulaklıklar sayesinde gerçekten daha mı özgürüz? Hagood’un kitabı kullandığımız teknolojik araçlarda gömülü iktidar ilişkileri üzerinde düşünmek adına iyi bir çıkış noktası oluşturuyor. Özgürlük anlatısı altında nasıl belirli öznellikler, nasıl düşünme, görme ve duyma biçimleri yaratılıyor? James C. Scott, Devlet Gibi Görmek [Seeing Like a State] adlı kitabında,2 yüksek modernizm olarak tanımladığı ideolojinin belirli bir tip görme/tahayyül etme biçimi yarattığını ve bu görme biçiminin toplum ve bireylere de sirayet ettiğini öne sürüyordu. Dünyaya (yani Avrupa’ya) kuşbakışı bakan modern devlet bu sebeple tam güçlüdür, nesnesini ölçer, parçalara ayırır, isimlerle işaretler, kategorize eder ve hiyerarşik bir sıralamada ait olduğuna karar verdiği yere yerleştirir. Scott bu tip bir devlet bakışının iyi bir vatandaş addedilmek istenen herkesten beklendiği, bu bakışı temellük edenlerin kayırıldığı bir modernizm okuması yapar. Kendisine ekonomik anlamda bağımlı, hesap soracak vatandaş istemeyen neoliberal devletlerin de bireye yüklediği “nihai verimlilik adına kendi kendini düzenleme” sorumluluğu Scott’un bahsettiği bu koşullandırılmış algılama biçimlerinin inşasında önemli bir etkendir. Kişi serbest olduğu kadar ister istemez bu serbestliğini sürdürebilir kılacak davranışları da çoğunlukla medya aracılığıyla benimser. Elbette kullandığımız araçların mutlaka ve kesinlikle tek bir tip özne yaratacağını iddia etmek doğru olmaz ve insanlar konumlanmış tarihçeleri ve duygulanımları gereği aynı noktaya ilerlemeyebilir; nitekim bu iddianın tekno-determinizme meyleden tarafını da konuşmak gerekir ama son kertede sınıf, cinsiyet gibi dinamiklerin kesiştiği noktalarda ortaya çıkacak farklı öznelliklerin de aynı ekosistemde yeşerdiğini kabul edebiliriz. Hagood, Orphic medyanın algılarımızı ve bedenlerimizi dolayısıyla dünya üzerindeki deneyimlerimizi düzenleyen kontrol araçları olarak belirdiğini iddia ederken bu gibi çeşitli temellük ihtimallerini de es geçmiyor. Örneğin müzik prodüktörü Dr. Dre’nin sahibi olduğu Beats by Dre kulaklıklarının reklamlarında siyah sporcu/aktivist Colin Kaepernick’in kullanılmasına ve kulaklıkların ABD’deki Siyahlar tarafından, ırkçı küfür ve aşağılamalardan kaçmak için bir sığınak olarak kullanılabilme ihtimallerine değiniyor. Şüphesiz, kişinin bedenine düşmanlık besleyen ve bu düşmanlığı üzerine boca etme fırsatını değerlendiren bir dünyayı duymamayı seçmesi bir öz bakım/öz koruma yolu olabilir. Ancak kendini ona düşman, vahşi bir dünyadan korumak adına bu gibi sığınaklara ihtiyaç duyan öznelerin varlığının öngörülmesi de neoliberalizme içkindir, zira medyanın nasıl ya da kimler tarafından kullanıldığı değil, sırf kullanılıyor olması önemlidir. Çevremizle nasıl ilişkilendiğimizi kontrol eden bu araçlar sistemin çıkarlarına hizmet eder: Sürdürülebilirliği için bireylerin tek tek, bencil, üretken ve başarı odaklı olmasını hedef edinen ve bu hedefiyle arasına herhangi bir engelin girmesini engellemek adına her şeyi yapan, icatları da bu yolu izleyen sistemin çıkarlarına. Ortada bir sopa varsa, o sopa sadece dayak atmak için kullanılmaz, tünel kazmak için de kullanılabilir; sopanın işlevi onu kullanan ellerde değişebilir ama bu alternatifler de ancak sopanın varlığında mümkündür. 1. Mack Hagood, Hush: Media and Sonic Self-Control (Durham: Duke University Press, 2019). 2. James C. Scott, Seeing Like A State: How Certain Schemes to Improve the Human Condition Have Failed (Yale University Press, 1999) (Türkçesi: Devlet Gibi Görmek, çev. Ozan Karakaş, Koç Üniversitesi Yayınları, 2020) Published @ Manifold, December 2020 https://manifold.press/devlet-gibi-duymak
1 note
·
View note
Text
“TÜRKİYE’DE KUTUPLAŞMA”
*AKP Sonrası Türkiye Tartışmaları kapsamında 19 Mayıs 2020′de çevrimiçi olarak gerçekleştirilen yuvarlak masa toplantısı sonuç bildirisidir.
İktidar otoriterleşirken toplumu biz ve onlar şeklinde kutuplaştırmak için hergün yeni yöntemler deniyor. Bürokratı, valisi, askeri, polisi ile tüm devlet aygıtı, iş dünyası, medya ve hukuk camiası bu kutuplaşmanın tarafı konumundalar. Son dönemde çete liderleri de diğer bir yandaş kanat. Oysa AKP 90’lı yılların çete düzenine karşı adil bir düzen iddiası ile iktidara gelmişti. Bugün sosyal medyadan çete liderlerinin iktidar mensupları ile olan “meselelerini” takip edebiliyoruz. Bu pervasızlığa karşı ne hukuk dünyası harekete geçiyor, ne siyasetçiler yeni aparatlarına dur diyor. İktidar düşman yaratmakta dünyanın gelmiş geçmiş tüm otoriter iktidarlarına meydan okuyor ve 2002’den bu yana sorumluluğu üstlenmekten kaçınıyor. Yapılan her “iyi” icraat kendisinin, yapılan her “kötü” şey partimizin sorumluğunda...
Hukuk sisteminin yönlendirildiği, yasama-yürütme-yargı bağımsızlığı ortadan kaldırıldığı bu dönemde adaletsizlik algısı her geçen gün toplumsallaşıyor. Meclisin önemsizleştirildiği, yasa yapıcıların kamuoyu ve medyayı ortadan kaldırdığı bu zamanda sosyal medya bazıları için bir cezasızlık ortamını temsil ediyor, siyasal iktidar sosyal medyada troller yoluyla ifade özgürlüğünü boğmaya çalışıyor. Kendinden olmayanları düşmanlaştırma, bezdirme yöntemleri ile adaletsizlik-cezasızlık duygusunu tüm topluma yayıyor, yurttaşların adalet algısı yandaşa “cezasızlık” zemininde gelişiyor. Oysa sosyal medya yeni nesil medya olarak kamuoyu oluşturmak konusunda çoğu defa etkili idi. Gezi pratiğinde ya da kadın cinayetlerinde adaletin daha hızlı tecellisi için halkımız sosyal medyadan seferber oldu. Kutuplaşmanın bir diğer özelliğini tespit için ittifakın “onlardan olmayan” tarafını analiz etmeliyiz. Ülkemizde ittifakların nesnel bir alt yapı üzerinden yükselmediğini, birbirini yok etme politikasını üretmeye yarayan ve seçim dönemlerini kapsayan dönemsel bir araya gelişler olduğunu görebiliriz. Bir kimlik veya sınıf tanımı üzerinden de yürümemektedir. Şimdilik iktidarın ilgisine mazhar olamamak ortak özelliktir. Bu da değerler ittifakını temsil etmekten çok uzaktadır.
İktidarın 2010 yılından bugüne neredeyse her yıla bir seçim sığdırdığı ve kendini seçimler yolu ile yeniden ürettiğini göz ardı etmememiz gerekiyor. Ekonomik kriz ile bütünleşen salgın her an bir erken seçimi tetikleyebilir. Kısa vadeli ve önümüzde bulunan acil sorunlara odaklanmak gereklidir ve zorunludur. İttifak çelişkileri yeniden tanımlanmalı ve olası iktidar değişikliği sonrası yeni mutabakatın sürüdürülmesi için “demokrasi ve adalet” değerlerine odaklanılmalıdır.
Yerel seçimlerde sandıkta halk mutabakatı ile gerçekleşen yerel yönetim başarıları kısa vadede bir odak noktası olarak kabul edilmelidir. Bugün halkın çoğunluğu başkanlık sistemini istemiyor. Halkın somut taleplerine ve uzlaşmaya dayalı yeni bir toplum sözleşmesi ihtiyacı her geçen gün daha elzem ve zorunludur. Bu durumda tek adam rejimine son verilmesi talebi ve her alanda adaletin kuvvetler ayrılığı olmadan gerçekleştirilemeyeceği vurgusu yeni anayasa talebi ile birleştirerek somutlaştırılmalıdır. Bize iktidar tarafından dayatılan bu ittifakı genişletirken geniş emekçi kitlelerin de ittifakın parçası olması sağlanmalı, iktidar ve gerçek değişimin değerleri için mücadele edilmelidir. Siyasetimizi bu yeni şartlara göre şekillendirmemiz gerekliliği açıktır.
0 notes
Text
Netanyahu seçim öncesi Araplarla yakınlaşma çabasında
Netanyahu seçim öncesi Araplarla yakınlaşma çabasında
İsrail’in en eski günlük gazetesi olan Haaretz, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun seçim öncesi bir Arap ülkesini ziyaret edip hükümdarıyla kameralara poz vermek için seferber olduğunu duyurdu.
İsrail gazetesi, Netanyahu’nun ilk tercihinin Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman olduğunu, İsrail-Sudan görüşmesini ayarlayan ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun bunun için de çılgınca uğraştığını yazdı.
View On WordPress
0 notes
Text
Atlasglobal’in sefer iptali, umrecileri mağdur etti
Atlasglobal'in seferlerini durdurması, umre ziyareti için Suudi Arabistan’a gitmek ya da umrede olup Türkiye'ye dönmek için bu firmadan bilet alan vatandaşları mağdur etti. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü resmi sosyal medya hesabı üzerinden Atlasglobal Havayolları'nın tarifeli uçuşlarını 21 Aralık 2019 tarihine kadar durdurduğunu bildirdi. Bilet alan yolcuların iade ve değişiklik talepleriyle ilgili uygulanacak işlemler 16 Aralık 2019 tarihinde web sitesi üzerinden duyurulacak. Tüm bu gelişmelerden sonra umre yolcularının akıbetinin ne olacağı merak konusu oldu. Umre seferleri düzenleyen seyahat acenteleri seferlerin durdurulması hakkında bazı açıklamalarda bulundu. “GÖRÜŞMELERİMİZDEN HİÇBİR NETİCE ALAMADIK” Bu acentelerden bir tanesinin yetkilisi olan Şaban Bilgiç, Atlas Global krizini ve gelinen noktayı şöyle anlattı: “26 Kasım akşamı saat 19:31 de durum mail ile tarafımıza bildirildi. 28 ve 30 Kasım da gidecek ve gelecek umrecilerimizin durumu önem arz ediyordu, 27 Kasım sabahı seferber olduk, diğer meslektaşlarımız ile birlikte Atlas ile irtibata geçtik ve görüşmelerimizden hiç bir netice çıkmadı, umre uçuşumuzunda içinde yer aldığı charter seferlerde sorun yok, sadece tarifeliler sıkıntılı gibi açıklamalar yapılmışsa da uygulamaları gerçeği yansıtmıyor dedi ve sözlerine şöyle devam etti, Umre organizasyon itibariyle Başkanlığını Diyanet'in yaptığı , Bakanlıklar arası Hac ve Umre kurulunun belirlediği şartname hükümlerine göre gidişten dönüşe kadar banka ipotekleri ve teminat mektupları ile acente'nin sorumluğunda olan adı Turizm ancak özü itibariyle ibadet olan bir organizasyondur. “UMRECİLERİMİZİ KENDİ İMKANLARIMIZLA GETİRİYORUZ” Bizler ve diğer meslektaşlarımız şu anda Suudi Arabistan'da bulunan misafirlerini ve 3 gün içerisinde gidecek olan misafirlerinin özetini içeren bilgileri kurul üyesi Ulaştırma Bakanlığı'nın ilgili birimi Sivil Havacılık Genel Müdürlüğüne, Türsab'a, Turizm Bakanlığı ve Kurul Başkanı Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğüne 27 Kasım tarihinde bildirdik. Ancak acentemize şu ana kadar muhatap kurumlarımızdan çözüm önerisi veya somut bir adım gelmedi. Firma olarak umrecilerimizi de kendi imkanlarımızla Türkiye'ye getirmeye başladık." “ÇÖZÜMDE YAVAŞ KALINIRSA SORUN DERİNLEŞECEK” Diğer bir acente yetkilisi Adil Özer yapılan görüşmede, yapılan yazışmalardan kurumlardan bir cevap alamadıklarını, ülke imajının zedeleneceğini, umrecilerin seyahat planları aksadıkça oteller, otobüs firmaları ve yemek firmalarında dolayı sıkıntılar olabileceğini, çözüm uzadıkça vize firmalarının konuya dahil olacağını Suudi Arabistan'daki acente teminat mektuplarında tazmin yoluna gidilebileceğini ve Türk acentelerinin Suudi Arabistan'da itibar kaybedebileceğini belirterek, Diyanet ve Turizm Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığının konuya dahil çözüm üretmesini beklenildiğini ancak zamanında aleyhlerine işlediğini belirterek, bakanlığın çözümde yavaş kalmasının krizi derinleştirdiğini belirtti. “UMRECİLERİMİZE SAHİP ÇIKCAĞIZ” Başka bir acente yetkilisi Haydar Kılıçoğlu ile yapılan görüşmede ise, "Seçim dönemlerinde umrede olanlar için geri dönüş uçakları gönderilirken şu andaki krizde acenteler yalnız bırakılmıştır. Umrecilerimize, Allah'ın misafirlerine, insanı ve vicdanı olarak sahip çıkacağız, ticari etiğimiz de bunu gerektiriyor ancak kurumların eylemsizliği bizleri endişelendiriyor." dedi. Konu hakkında açıklamalarda bulunan bir diğer acente yetkilisi Ali Kutlu ise, acentelerin gerek Türkiye'de gerek ise Suudi Arabistan'da teminat mektuplarının olduğunu, bu mektupların tazmin riskinin acenteleri çözüme sevk ettiğini söyleyerek “Tek yön dönüş yapacak ve gidecek yolcular ile ilgili diğer havayollarında yer bulma konusunda ve fiyatlandırmada sıkıntılar var. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün Atlas Global'in mektubu ile alakalı basın açıklamasında dahi hiçbir iması bile yok. Bu sebeple çözüm noktasında yalnız kaldı.k" dedi. Read the full article
0 notes
Text
'Milletimizin verdiği mesaj partimiz tarafından ele alınacak'
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, "Milletimizin verdiği mesaj, partimiz tarafından tüm yönleriyle ele alınacak. Seçim sonuçları değerlendirilecektir." açıklamasında bulundu. Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında parti genel merkezindeMerkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken basın toplantısı düzenledi ve soruları yanıtladı. Epeydir gündemde olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin tamamlandığını, böylece ülkenin seçim sürecini geride bıraktığını belirten Çelik, gerçekleşen yüksek katılımın demokrasinin gücünü göstermesi bakımından önemli olduğunu söyledi. Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu'nu tebrik ederek, sonucun İstanbul halkına hayırlı olmasını diledi. Sonuç itibarıyla İstanbul halkının bir karar verdiğini ifade eden Çelik, "Karar başımızın üzerindedir. Her zaman söylediğimiz gibi vatandaşımızın iradesinden, milletimizin iradesinden daha büyük bir otorite yoktur bizim için siyaset yaparken." diye konuştu. Çelik, milli iradenin sandıkta tecelli ettiğini ve demokrasinin kazandığını vurgulayarak, "Türkiye'nin en büyük gücü milli iradenin yönlendiriciliğiyle yönetilmesidir. Hiçbir vatandaşın oyu heba olmamıştır. Başından beri sürece gösterdiğimiz saygıyı sonuca da göstereceğimizi söyledik ve aynen o şekilde oldu. Gerek Genel Başkanımızın, Cumhurbaşkanımızın açıklamaları, gerek Büyükşehir adayımızın açıklamaları bu çerçevede demokrasimizin gücüne vurgu yapan, vatandaşımızın iradesini saygıyla karşılayan çerçevede olmuştur." ifadelerini kullandı. Hiçbir oyun heba olmamasını ve sonucun net şekilde ortaya çıkmasını arzuladıklarını dile getiren Çelik, "Son seçimlerde sonuç net olarak ortaya çıkmıştır. Milli irade berrak şekilde tecelli etmiştir. Milli iradenin berrak şekilde tecelli etmesi bütün siyasilerin saygı duyması gereken bir husustur. Sonucu tabii ki bu çerçevede saygıyla karşılıyoruz. Milletin ortaya koyduğu iradeye saygı duymak demokrat olmanın birinci gereğidir. Milletimizin verdiği mesaj partimiz tarafından tüm yönleriyle ele alınacak, seçim sonuçları bu MYK'dan başlayarak kapsamlı şekilde önümüzdeki günlerde de devam edecek şekilde değerlendirilecektir." dedi. "Cumhur İttifakı olarak büyük bir başarıya imza attık" Ömer Çelik, 31 Mart seçimlerinde Cumhur İttifakı olarak çok büyük bir başarıya imza attıklarını, bu seçim kadar yenilenen seçime ilişkin sonuçları da değerlendireceklerini söyledi. İstanbul ilçelerinde ve Büyükşehir Belediye Meclisi'nde de büyük bir başarı yakaladıklarını aktaran Çelik, ilçelerde ve Büyükşehir Belediye Meclisi'ndeki başarının Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimine yansımamasının sonuçlarını da kapsamlı şekilde ele alacaklarını bildirdi. Anadolu'nun her yerinden vatandaşların İstanbul'a oy kullanmaya gittiğini anımsatan Çelik, bunun bütün bir ülkenin demokratik bir katılım söz konusu olduğunda nasıl seferber olabildiğini, centilmence siyasi rekabet içerisinde sonucu nasıl göğüsleyebildiğini net bir şekilde gösterdiğini kaydetti. Çelik, seçimlerde sandığa giden vatandaşlara demokrasiye verdikleri güç için teşekkür etti. AK Parti'nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım'ın büyük bir gayret sarfettiğini, kampanya süresince sevecen, sempatik, birleştirici profilinin ve İstanbul sevdasının bir kez daha görüldüğünü anlatan Çelik, Cumhur İttifakı ruhunu, birlik ve beraberliği samimi şekilde destekleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve MHP teşkilatına teşekkür etti. AK Parti Sözcüsü Çelik, seçimden önce gerginlikler yaşanacağı yönünde haberler yapıldığını, bu tür sıkıntıların gerçekleşmediğini, bunda vatandaşların demokratik olgunluğu kadar güvenlik güçlerinin fedakar çalışmalarının da rol oynadığını söyledi ve güvenlik güçlerine de teşekkürlerini iletti. Çelik, fedakarca çalışan teşkilat mensuplarına da sevgi ve selamlarını gönderdi. Yüksek Seçim Kuruluna da değinen Çelik, "Bu süreçte çok yıpratılmaya çalışılan ama son derece önemli bir kurum olan YSK, hukuk çerçevesinde verdiği kararlarla seçim sürecini başarıyla yürütmüştür. Bu kurumumuz birikimi, geleneği, yıpratılmaya çalışılan, CHP sözcüleri tarafından tehdit edilen ama buna rağmen görevini hakkıyla, hiçbir tarafgirlik gözetmeden yapan bir kurum olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. YSK'nin temsilcilerine ve bütün çalışanlarına buradan bir kez daha teşekkürlerimizi sunuyoruz." diye konuştu. Çelik, AK Parti'nin yol haritasının belli olduğunu, yaz dönemi çalışmalarını daha önce planlandığı gibi sürdüreceklerini dile getirerek, İstanbul'da ilçe belediyeleri ve Büyükşehir Belediye Meclisi'ndeki üyelerin parti tarafından dile getirilen, vatandaşların talebi olan projelerin hayata geçirilmesi için yüksek bir gayretle çalışacaklarını söyledi. "Kimsenin kuşkusu olmasın" Ömer Çelik, "İstanbul'da yapılan her iyi işin arkasında büyük bir İstanbul sevdalısı olan Cumhurbaşkanımızın büyük bir desteği ve himayesi olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Partimizin duruşu açık ve nettir. Demokrasiye olan inancı demokrasi tarihi açısından ve bizim açımızdan vatandaşlarımızın bu durumu büyük bir gurur kaynağıdır." ifadelerini kullandı. Türkiye'de büyük bir demokrasi geleneği olduğuna işaret eden Çelik, ilk yerel seçimlerin Tanzimat'ın ilanından bir yıl sonra 1840 yılında yapıldığını, doğrudan ilk demokrasi örneği olmasının bu seçimlerin bir özelliği olduğunu hatırlattı. O tarihten bugüne kadar büyük bir kapasite ve olgunlukla bu seçimlerin yürütüldüğünü anlatan Çelik, "Çeşitli zamanlarda sıkıntılar oluyor ama milletin iradesinin tayin ediciliğiyle yolumuzu bulmamız herkes tarafından takdir edilen ve en büyük gücümüz olan bir kaynak olmaya devam ediyor." dedi. Türk milletinin demokrasiyi büyük bedellerle elde ettiğini ve her geçen gün daha büyük bir gayretle bunu güçlendirdiğini ifade eden Çelik, şunları kaydetti: "Cumhuriyetin kurulduğu 1923'ten bu yana 26 genel seçim, 1930'dan bu yana 19 yerel seçim ve 1961'den bu yana 7 referandum yaptık. Elbette özellikle yakın dönemde seçimlerin sıklığı konusunda vatandaşlarımızın, parti teşkilatlarının yorgunluğu gibi tartışmalar gündeme geldi ama tabii demokrasi bedel isteyen bir kazanım. Bütün bunların olgunlukla, açık sonuçlarla gerçekleştirilmesi ve milli iradenin herkes tarafından saygıyla selamlanması Türkiye'nin en büyük kuvvetidir, en büyük gücüdür. Bunu titizlikle korumaya, titizlikle muhafaza etmeye ve güçlendirmeye devam edeceğiz. Özellikle siyasi tarihimiz açısından çok büyük bir kazanım olan bu durum, özellikle dünyada demokratik değerler konusunda büyük güçler arasındaki rekabet içerisinde ortaya çıkan aşınma, bölgemizde demokrasinin önemsizleştirilmesine dönük çabalar, demokratik gelişmelerin baskıcı şekilde bastırılmasına dönük çabalar göz önüne alındığında çok daha kıymetli hale gelmektedir. Türkiye'nin demokrasisi, dünyadaki demokratik değerleri örseleyenlere karşı, bölgede demokrasiyi gündemden düşürmeye çalışanlara karşı büyük bir ilham kaynağıdır. Demokrasi ateşinin güçlü bir şekilde yoluna devam etmesi Türkiye'den büyük bir güç ve kuvvet almaktadır. Hem coğrafyamıza bir ilham kaynağı olan demokrasimiz yoluna devam ediyor hem de önümüzdeki dönemde demokratik değerleri zayıflatmaya çalışanlara karşı en büyük cevabı teşkil ediyor." "Hepimizin davası Türkiye davasıdır" Bir siyasi parti olarak girdikleri her seçimi kazanmak istediklerini belirten Çelik, bu konuda da büyük zaferlere imza atmış bir parti olduklarını söyledi. Çelik, "31Mart'tan da Cumhur İttifakı olarak büyük bir zaferle çıktık. Bunlar, siyasi partilerin kendi başarı haneleri olarak siyasi tarihe geçiyor ama hepimizin davası Türkiye davasıdır. Kimin kazandığı konusu, siyasi parti olarak tabii ki biz kazanmak istiyoruz ama bundan çok daha önemli olan konu Türkiye'de demokrasinin kazanmasıdır, demokrasinin yerleşikleşmesidir, bu konunun tavizsiz bir şekilde devam etmesidir. Geçmişte yaşadığımız sıkıntıların tamamen geride bırakılmasıdır. Bu bakımdan, müthiş bir katılımla dünyaya örnek gösterilecek bir siyasi katılımla bu seçimlerin gerçekleşmiş olması son derece takdire şayandır. Bundan sonra milletimizle el ele yürümeye devam edeceğiz. Milli irade yegane pusulamız olmaya devam edecek, milletimizin talepleri, eleştirileri, takdiri başımızın üzerinde taşıyacağımız yegane patronumuz, yegane talimat aldığımız makam olmaya devam edecektir." ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın partisinin grup toplantısında "Milli irade ile kavga edilmez, sadece milli iradeye itaat edilir." sözünü anımsatan Çelik, şöyle devam etti. "Her siyasetçi meşruiyetini buradan alır, milli iradenin talimatlarının başımız üzerinde yeri vardır. Bu süreçte dikkat edilmesi, ihmal edilmemesi gereken konulardan bir tanesi, hemen yurt dışında Cumhurbaşkanımıza karşı seçimlerin yenilenme kararıyla birlikte büyük bir kara propaganda başlamıştı. Yine bu diktatörlük safsatasından başlayarak seçim sonuçlarını kabul etmeyeceği, sonuçların manipüle edileceği şeklinde Türkiye düşmanları yine devreye girmişlerdi. Maalesef yine birileri bunların sözlerini alıp iç politikaya tercüme etti ama görüldü ki 25 yıllık bir yerel yönetim iktidarı devredilirken, seçim sürecinde çok sert tartışmalar yaşanırken bile demokratik olgunluk gösterilmiştir. Bu demokratik olgunluğa liderlik eden de Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu tavır olmuştur. Bu kara propaganda odakları, bir kere daha bu tavırdan cevaplarını almışlardır. Seçim ve millet idaresine saygı noktasında 27 Nisan muhtırasına karşı dimdik duran, 7 Şubat darbe girişimine karşı duran, 17-25 darbe girişimlerini perişan eden, diğer kalkışmalara karşı milli iradenin talimatından zerre kadar sapmayan, 15 Temmuz darbe kalkışmasında milletin namusuna ve devletin şerefine saldıranlara karşı milletimizle birlikte, milletimize liderlik ederek direnen Cumhurbaşkanımızın temsil ettiği çizginin ne kadar önemli olduğu bu son süreçte bir kez daha görülmüştür." "Aynı olgunluğu gösterdik" Sivil siyasetin ve demokrasi kültürünün güçlenmesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı katkılara her geçen gün yeni bir tanesi daha eklendiğini bildiren Ömer Çelik, "Her seçim dönemi söz olduğunda bir kutuplaşmadan söz ediliyor. 'Kutuplaşma olacak, ayrışacağız, sıkıntılar olacak' gibisinden. Her seferinde söylüyoruz, aziz milletimiz bu provokasyonlara kulak asmasın. Bunlar yapay ve zorlama tavırlardır. 25 yıllık yerel iktidar el değiştirirken en ufak bir şekilde kimseyi incitecek bir tavır ortaya çıkmamıştır. Vatandaşlarımız kardeşçe sandık başına gitmişlerdir. 31 Mart seçim sonuçları açıklandığında Cumhur İttifakı olarak açık bir galibiyetle çıktığımızda da aynı olgunluğu gösterdik. Yenilenen seçim sonuçları da açıklandığında aynı olgunluğu gösterdik. Türkiye'nin demokrasisi yolundan sapmayacak bir demokrasidir. Sandık, her daim Türk demokrasisinin pusulası olmaya devam edecektir. AK Parti olarak buna güç vermeye devam edeceğiz." değerlendirmesinde bulundu. Siyasi kutuplaşma denildiğinde meselenin yanlış yere çekildiğini belirten Çelik, şunları söyledi: "Siyasi hayatta, demokratik hayatta kutuplar olur, bu kutuplar birbirleriyle etkileşim içerisinde olur. Taraflar olur ve belli bir diyalektik süreç içerisinde tartışmalarını yürütürler ve bu demokratik zeminlerde var olan bir şeydir. Asıl diktatörlüklerde kutuplar, taraflar olmaz. Karşılıklı tartışma olmaz, her taraf dümdüzdür ama birileri illa kendi dedikleri, hukuka karşı da olsa, demokratik iradeye karşı da olsa yerine gelsin diye karşı çıkan herkese kutuplaşmadan bahsederek maalesef bu kara propagandayı yapıyorlar. Buna karşı da millet iradesi bu kutuplaşma ticareti yapanlara karşı da büyük bir cevap vermiştir. Daha önce defalarca paylaştım, Demokrasi nehri, hukuk yatağında akar dedim. Bu sürece saygı göstereceğiz, sürecin patronu hukuktur dedim. Demokrasi nehri, hukuk yatağında aktı ve bereketli topraklarımızı sulamaya devam ediyor." Askerlik Kanunu'ndaki değişiklik Seçim hukukunun, seçim sonuçlarını açıkça ortaya çıkartacak, çıkmadığı takdirde şüpheleri giderecek mekanizmalara sahip olduğunu vurgulayan Çelik, "Bu bir kere daha görülmüştür, 23 Haziran gecesi seçim sonuçlarının net bir şekilde ortaya çıkmasıyla süreç açık bir şekilde tamamlanmıştır." dedi. Bundan sonra güçlü bir reform partisi olarak, gelecek dönemi çok önemli bir şekilde değerlendireceklerini bildiren Çelik, şunları kaydetti: "Önümüzdeki seçimsiz dönem, milletimizin taleplerinin yerine gelmesi bakımından son derece önemlidir. Reform partisi olarak, 1927'den beri aynı kalmış Askerlik Kanun'u değişmiştir. Bu büyük bir reformdur, büyük bir devrimdir. Gençlerimizin kendi hayatlarını planlaması açısından ön görülebilir, şeffaf bir düzenlemenin ortaya çıkması bakımından, aynı zamanda da Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ihtiyaçlarına halel getirmeyecek, bir zaaf oluşturmayacak, bir dengeyi kurması bakımından önemli bir reformdur. Hayırlı olmasını diliyoruz. Adalet Reformu gündemdedir. Nitekim bu konuyla ilgili çalışmalar sürmektedir. Bundan sonrasında, önümüzdeki seçimsiz süreçte herkes gücünü, kuvvetini, işçisinden işverenine, sanayicisinden tüccarına, esnafına, siyasetçisine, kim hangi konumda bulunuyorsa güçlü bir şekilde Türkiye'nin kalkınmasına, bu 4 yıllık dönemi altın bir dönem olarak Türkiye'ye yeni kazanımlar getirmesine odaklanarak geçirecektir. Bu dönemin inşallah hazırlıklarımız çerçevesinde bu şekilde büyük kazanımlara imza atarak geçireceğiz. Her zaman için milli irade ne diyorsa o doğrultuda yolumuza devam edeceğiz." "Saldırılar karşısında sert bir karşılık vereceğiz" Bu süre içerisinde dış politikada çeşitli gelişmeler yaşandığına değinen Çelik, özellikle İdlib'deki Gerginliği Azaltma Bölgesi'nin statüsünün korunmasına yönelik hassasiyetin rejim tarafından istismar edildiğini söyledi. Çelik, "Rejimin birtakım saldırıları oluyor, açıkça ateşkes ihlalinde bulunarak oradaki siviller hayatını kaybetti, 300 binin üzerinde kişi yerinden oldu. Bu konuda Rusya'ya sürekli açık tutumumuzu iletiyoruz. Aynı şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin, 9-10 nolu gözlem noktalarına yapılan saldırılar karşısında sert bir karşılık vereceğimizi ve bu konularda aldığımız tedbirleri de iletmiş olduk. Bir kere daha Suriye'deki bu insani durumun, felaketin altını çiziyoruz. Bunun karşısında herkesi rejimin ihlallerine karşı duyarlı olmaya davet ediyoruz. Rejimin saldırıları, siyasi çözüm sürecindeki ciddiyetsizliği, Nursultan görüşmelerine dair lakayıtlığı giderek artmaktadır. Burada Türkiye'nin Suriye halkının tamamından yana olan tavrı aynen devam etmektedir. İnsani olarak sahiplendiğimiz süreçler insanların hayatını kaybetmesini engellemektedir. Bu konudaki hassasiyetin altını çizerek dünyayı bir kere daha uyarıyoruz." diye konuştu. Seçim sürecinde çok önemli bir gelişme olduğunu, gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ilgili BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Özel Raportörü Agnes Callamard'ın raporunu yayınladığını belirten Çelik, "Bu rapor, mukayese imkanı vardır, Cumhurbaşkanımızın daha olay ilk olduğu andan itibaren Kızılcahamam'da yaptığımız toplantı sırasında ortaya koyduğu iradenin tescili anlamına gelmektedir. Türkiye olarak biz raporun objektif bir şekilde hazırlandığını görüyoruz. Kendi değerlendirmelerimiz, okumalarımız açısından raporun tamamına katılıyoruz. BM raportörü, Kaşıkçı cinayetinin tüm yönleriyle açığa çıkması için bu raporu çerçeveli bir şekilde hazırladı ve burada önemli tavsiyelerde bulunuyor, bu tavsiyelerin de tamamını destekliyoruz." ifadelerini kullandı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "Katiller para karşılığında serbest bırakıldı." gibi bir ifadeyle hükümeti suçladığını dile getiren Çelik, "Halbuki rapora baktığınızda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilgili tüm kurumlarının cinayetin ilk gününden itibaren titizlikle soruşturma yürüttüğü, olayın vehametinin ortaya konulduğu raporda yer almaktadır. Dolayısıyla Sayın Kılıçdaroğlu'nun burada bu süreci yürüten herkesten başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere özür dilemesi gerekmektedir." dedi. Türk yargısı ve güvenlik güçlerinin Kaşıkçı cinayeti soruşturmasını son derece şeffaf bir şekilde yürüttüğünü belirten Çelik, şunları kaydetti: "Suudi Arabistan yetkilileri için soruşturma talep ediyor Callamard'ın raporu. Hatırlarsanız o zaman BM heyeti geldiğinde Suudi Arabistan konsolosluğu onları almamıştı, iş birliği yapmamıştı. Bu da birtakım şüpheleri artırmıştı. Nitekim raporda eldeki deliller ışığında açık bir şekilde Suudi Arabistan'daki bazı devlet yetkililerinin bu cinayetin sorumlusu olarak yargılanması gerektiği belirtiliyor. Cumhurbaşkanımız daha önce açıkça ifade etti. Bu suç İstanbul'da işlendiği için uluslararası bir hukuk otoritesi çerçevesinde bu yargılamanın İstanbul'da yapılması gerekir. Bu cinayetin üstünün örtülmemesi gerekir. Burada vahşice, tasarlanarak ve taammüden bir cinayet işlenmiştir. Yine raporun ifade ettiği gibi bir insan hunharca katledildiği gibi aynı zamanda egemenliğimiz altındaki topraklarda gerçekleşerek Türkiye Cumhuriyeti'ne de saygısızlık yapılmıştır. Rapor Türkiye Cumhuriyeti'nden de özür dilenmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Bir kere daha dünyada bu konuda duyarlı herkese kimseyi peşinen suçlamadığımızı ama hiçbir olayın da örtbas edilmesine fırsat vermeyeceğimizi, hepsinin açık bir yargılamayla ortaya çıkması gerektiğini ve bu yargılama çerçevesinde, bu yargılamanın İstanbul'da yapılması gerektiğini ifade ediyoruz." "Yunanistan Başbakanını uyarıyoruz" Doğu Akdeniz'deki gelişmelerle ilgili olarak Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras'ın açıklamalarına işaret eden Çelik, "Yunanistan Başbakanı maalesef son derece yanlış bir tutum içerisinde. Bugünkü cevabında 'Uluslararası hukuka dayanarak konuşuyoruz.' diyor. Uluslararası hukuk açısından bakıldığında, Türkiye'nin haklı, Yunanistan ve Rum kesiminin haksız olduğu açıktır. Hiçbir şekilde Kıbrıslı Rumlar'la bir paylaşım içerisine girmeden, tek taraflı olarak buradaki kaynaklara el koyma arzusundadırlar. İkincisi Yunanistan Başbakanını uyarıyoruz. 'Türkiye sondaja başladığı andan itibaren ağır bedeller öder' gibisinden altı boş ifadeler kullanmaktan vazgeçmelidir. Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı saygılı bir dil kullanmalıdır." şeklinde konuştu. "Avrupa Birliği'nin yaptığı hatanın payı vardır" Çipras'ın, son açıklamasında Türkiye ile Avrupa Birliği'ni karşı karşıya getirmeye çalıştığını ifade eden Çelik, "Avrupa Birliği, Ada'daki problem çözülmeden Rum tarafını tek taraflı tanıyarak ve Avrupa Birliği'ne alarak son derece büyük bir hata yapmıştır. Bugünkü süreçteki olumsuzluklarda, Avrupa Birliği'nin yaptığı bu hatanın payı vardır. Avrupa Birliği bu hatasını telafi edecek yerde, Rum tarafının sürekli olarak Avrupa Birliği kurumlarını ve politikasını istismar etme politikasına sessiz kalmaktadır." değerlendirmesinde bulundu. AK Parti Sözcüsü Çelik, şöyle devam etti: "Yunanistan Başbakanı tutmuş Avrupa Birliği üzerinden Türkiye'yi tehdit etmeye çalışmaktadır. Bu artık kendi sınırlarını aşan, hiçbir şekilde tahammül edilemeyecek bir tutumdur. Yunanistan Başbakanı, Avrupa Birliği'nin sahibi gibi, Türkiye-AB ilişkilerinin daha çok bozulacağı bir sürecin başlayacağını ifade ediyor ya da Avrupa Birliği'ndeki bazıları Türkiye'nin egemenlik haklarından, kıta sahanlığından, münhasır ekonomik bölge haklarından, KKTC'ye garantör olmasıyla ilgili haklarından vazgeçmesi gibi birtakım telkinlerde bulunuyorlar. Bu işin böyle çözülmeyeceği açıktır. Türkiye Cumhuriyeti'nin, bu tip söylemlere kesinlikle prim vermeyeceği açıktır, bunlara karşı güçlü bir cevap vereceği açıktır. Yunanistan Başbakanı, Türkiye'yi kendisinin altını dolduramadığı uluslararası hukuk argümanlarıyla tehdit etme dilinden vazgeçmelidir. Türkiye, komşuluğu ve dostluğu kıymetli olan ama komşuluğu ve dostluğundan vazgeçilmesi halinde, buna karşı durulması halinde de hiçbir şekilde, hiçbir tehdide prim bırakmayacak bir ülkedir. Hiçbir şekilde bunun karşısında cevapsız kalmayacak bir ülkedir. Eğer burada bir hakkaniyetli durum ortaya çıkması isteniyorsa yapılacak şey, Yunanistan'ın bu tehdit dilinden ve fiili durum yaratma tutumundan vazgeçmesidir." Ömer Çelik, Doğu Akdeniz'de çalışmaların devam ettiğini, Fatih sondaj gemisi ve Yavuz gemisinin faaliyetlerini sürdürdüğünü hatırlatarak, "Türkiye ne kendi egemenlik haklarından ne KKTC'nin haklarından hiçbir şekilde burada vazgeçmeyecek." dedi. "Bu kararlar, Lozan Anlaşması'nın ihlali anlamına gelir" Bütün bunları söyleyen Yunanistan'ın hak ve özgürlüklere, hukuka, anlaşmalara riayet etmediğinin, AB standartlarında bir devlet yönetimine sahip olmadığının altını çizen Çelik, bunun en son örneğinin ise Yunanistan'da SYRIZA hükümetinin dini özgürlükler konusunda aldığı kararları olduğunu söyledi. Çelik, bu kararların açık bir şekilde Lozan Anlaşması'nın, Avrupa İnsan Haklar Hakları Sözleşmesi'nin ihlali anlamına geldiğini vurgulayarak, 2018 ve 2019'da yürürlüğe konulan kararnamelerle Türk azınlığın dini kurumlarının devletleştirilmesinin hedeflendiğini belirtti. Camilere din görevlisi atanması, müftülüklerin yapısı ve işleyişiyle ilgili kararlara ilişkin Çelik, azınlığa ait hakların devletleştirmek suretiyle Yunanistan Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmaya çalışıldığını aktardı. Çelik, bununla ilgili tepki gösterdiklerini bildirerek, "Asıl, uluslararası hukuka uymayan, AB standartlarında bir devlet yönetimi ortaya koymayan Yunanistan'ın, bu konuda hem AB tarafından uyarılması gerekir hem de bu politikalardan vazgeçmesi gerekir. Yunanistan, Türkiye'nin iyi komşuluğuna güvenmeli, kıymetini bilmelidir. Yunanistan, Türkiye'nin zor zamanlarda kendilerinin yardımına nasıl geldiğini, zor zamanlara düştüğünde Türkiye'nin bunu istismar etmek yerine Yunanistan'ın yardımına nasıl koştuğunu en iyi bilen ülkedir. Hafızalarında bu tazedir. Yakın zaman da buna şahitlik göstermektedir. Gerek Doğu Akdeniz'deki gelişmeler konusunda gerekse Türk azınlığa karşı atılacak adımlar konusunda daha makul, dengeli, hukuka ve insan haklarına saygılı, komşuluk ilişkilerine uygun bir dil, üslup ve politika uygulamasını Yunanistan'dan bekliyoruz." ifadelerini kullandı. "Bu tercihin tekrar bize dönmesi için çalışacağız" AK Parti Sözcüsü Çelik, yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde, ilk seçime göre iki aday arasındaki farkın arttığının hatırlatılması üzerine, şöyle konuştu: "Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde bahsettiğiniz bu fark ortaya çıkmıştır. Bir yandan da ilçe belediyelerinde ve büyükşehir meclisinde partimiz ve Cumhur İttifakı büyük bir zafere imza atmıştır. Her seçimin kendi dinamiği, sonuçları var. Kuşkusuz biz siyasi parti olarak, bütün bunları ayrıntılı bir şekilde değerlendireceğiz. Bu bahsettiğiniz rakam nasıl ortaya çıkmıştır? Vatandaşlarımızın politikalarımız konusunda o süreçte beğendiği hususlar, beğenmediği hususlar nedir, bundan sonrasıyla ilgili beklentileri nedir? Sonuç itibarıyla ilçe belediyelerinde ve büyükşehir meclisinde büyük bir başarı elde ederken, bunun büyükşehir belediye başkanlığına yansımaması konusu tabii ki değerlendirilecektir." Bu değerlendirmelerin başladığını bildiren Çelik, bunun bir başlangıç olduğunu söyledi. Çelik, "Bu, milletimizin, vatandaşımızın, İstanbullu'nun tercihidir. Başımızın üstünde yeri vardır. Biz, bu tercihin tekrar bize dönmesi için, ilçe belediyelerinde ve büyükşehir meclisinde olduğu gibi burada da yansıması için neler yapmamız gerektiği konusunda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Bununla ilgili ilk sunumlar yapılmaya çalışılıyor. Önümüzdeki dönemde de devam edecek." ifadelerini kullandı. "Adayımız mükemmel bir çalışma örneği ortaya koymuştur" Ömer Çelik, "İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Binali Yıldırım gibi AK Parti İstanbul İl Teşkilatının da aynı gayreti gösterdiğini düşünüyor musunuz?" sorusunu şöyle yanıtladı: "Sorduğunuz kısmı da sormadığınız kısmı da anladım. Çeşitli yorumlar yapılıyor, dedikodular çıkıyor. Burada tabii ki arzumuz şudur: Siyaset nihayetinde hedefe yürür. Arzumuz tabii ki her seçimden daha büyük bir başarı elde etmektir. Başarımızda şüphe olmayan seçimlerde bile bu başarıyı nasıl daha çok artırırız diye genel başkanımız hemen talimatlarını verir. Bu çalışma sadece seçimden seçime yapılan bir çalışma değildir. İstanbul'da belediye başkan adayımız mükemmel bir çalışma örneği ortaya koymuştur. Büyük bir performansla, gayretle teşkilatlarımız bu çalışmaları ortaya koymuştur." AK Parti'nin bütünleşmiş, tek bir hedefe yönelmiş, kendi iç bütünlüğünü çok sağlıklı bir şekilde koruyan bir yapı olduğuna dikkati çeken Çelik, şunları kaydetti: "Her yerde kadın kollarımızı, gençlik kollarımızı gördük. Her yerde dinamik bir seçim çalışması yürütüldü. Tabii ki sonuç arzu etmediğimiz gibi çıktığında ne adayımız ne teşkilatımız açısından bu şekilde bahsettiğiniz bir çelişki ya da bir takım meselelerin altını çizmiyoruz. Burada mesele şudur: Vatandaşımızın, bizim bu süreçteki politikalarımızla ilgili ilettiğimiz, arz ettiğimiz konularda neyi beğenmediğini, neyi daha çok beğendiğini, neyi tasvip etmediğini net olarak göreceğiz. Önümüzdeki dönemde vatandaşımızın beğendiği konuları daha güçlendireceğiz, beğenmediği konuları politikalarımızla revize edeceğiz. Adayımız ve teşkilatımız son derece güçlü bir çalışma ortaya koymuştur. Zaten genel merkezimiz, genel başkan yardımcılarımız, MKYK'mız oradaydı. İl teşkilatımız güçlü bir çalışma ortaya koymuştur. Bunlarla ilgili bir problem yoktur." Çelik, AK Parti'de olağanüstü kongrenin olup olmayacağına yönelik soruya ise şu cevabı verdi: "Bu bahsettiğiniz revizyonlar meselesi, her seçimden 15 gün önce konuşulmaya başlanır, her seçimden sonra bu devam eder. Bu, Sayın Genel Başkanımızın takdirindedir. Kendisi bunu ne zaman, ne şekilde uygun görürse bu şekilde düşünür. AK Parti'de de şöyle bir gelenek vardır: Hiç kimse gerek kendisiyle ilgili gerek diğer konulardaki tasarrufla ilgili kişisel bir tutum içerisine girmez. Ama 'şu anda böyle bir gündem var' diyecek yetkiye sahip değiliz. Bu Genel Başkanımızın tasarrufundadır. Dolayısıyla onunla ilgili size somut olarak 'şöyle davranılacak, böyle davranılacak' diyecek durumda değilim. Bugün bahsettiğimiz kabine revizyonuyla ilgili Genel Başkanımızın o soruya verdiği cevap, grup çıkışında, tabii ki genel merkez için de geçerlidir." "Biz teröre karşı tutumu net olan bir siyasi kadroyuz" Bir gazetecinin, "Seçimden 3 gün önce bir akademisyen İmralı'ya gitti, teröristbaşıyla görüştü. Bu görüşme için talep kimden geldi, süreç nasıl işledi, gidişine kim izin verdi ve sonrasında mektup nasıl sızdı?" sorularına Çelik, bu kişinin görüşmek için başvurduğunu ve başvurusunun normal kanuni mekanizmalar içinde gerçekleştirildiğini aktardı. Çelik, daha sonra görüşmenin yapıldığını belirterek, "Teröristbaşı tarafından bu mesaj bu şahsa verilmiş ve bir şekilde bu ortaya çıkmış anladığım kadarıyla. Burada şöyle bir şey yapılıyor, sanki seçime dönük olarak biz bunu organize ettik, buradan bir medet umduk gibisinden. Halbuki bunun yayınlandığı, bu tartışmanın ortaya çıktığı günlerde bile terörle ilgili tutumumuzu en yüksek şekilde söylüyorduk." ifadelerini kullandı. Bu tartışmanın yeni yapıldığı sırada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "Teröristbaşıyla diğerleri arasındaki kirli ilişkileri, iktidar çatışmasını gösteren bir tablo bu." şeklindeki sözlerini hatırlatan Çelik, şöyle konuştu: "Dolayısıyla buradan herhangi bir gayrimeşru beklenti içinde olsak, o zaman bu dili kullanmayız. Biz teröre karşı tutumu net olan bir siyasi kadroyuz. Terör örgünün içindeki bu kirli ilişkileri tabii ki Türkiye'deki pek çok tartışma gibi yakın bir şekilde takip ediyoruz. Bahsettiğiniz bu görüşmeyi, sanki biz buradan bir siyasi rant elde etmek istiyoruz gibi sunanlar ve eleştirenler, ne hikmetse bu olayın öncesinde terör örgütü liderlerinden pek çoğu, gerek Kandil'den gerek çeşitli yerlerden, farklı farklı terör örgütlerinden kendi siyasi süreçlerine dönük destekler gelirken buna karşı sessiz kal��yorlardı." Ömer Çelik, kendisine, "Kandil'den bu siyasi süreçlere verilen desteklere ne diyorsunuz?" şeklinde sorular geldiğini de anımsatarak, "Bu tutumu sürdürenler, bizim teröristbaşı dediğimiz, örgüt içerisinde çatışma ortaya çıkmıştır, iyice belirginleşmiştir şeklindeki bir yaklaşımla Cumhurbaşkanımızın, Genel Başkanımızın değerlendirdiği bir konuda, siyasi bir rant bekliyormuşuz gibi bir tutum içerisinde giriyorlar. Bu kendi, başlı başına çelişki." ifadelerini kullandı. Olay ortaya çıkar çıkmaz Cumhurbaşkanı ve AK Parti'nin ortaya koyduğu tavrın açık olduğunu dile getiren Çelik, şunları kaydetti: "Teröristbaşını referans vererek konuşanların, aslında nasıl bir başka ilişki ağı içerisinde davrandıklarını, teröristbaşının başka bir ilişki ağı içerisinde davrandığını, oradaki kirli ilişkileri ortaya koyan bir tablo olarak değerlendirilmiştir. Bahsedildiği gibi siyasi rant elde etmek isteseydik, daha sessiz ve daha farklı bir üslupla bu meseleyi geçiştirirdik. Halbuki bu meseleyi daha farklı, daha sessiz ve daha yumuşak bir üslupla geçiştirenler, bizim net bir şekilde koyduğumuz bu tavrı eleştirmeye kalkıyorlar." "TRT Kürdi, kirli ilişkilerin açığa çıkmasına imkan veren bir tutum ortaya koymuştur" Bu görüşmeden bir gün sonra Osman Öcalan'ın TRT Kürdi'ye röportaj vermesine ilişkin soruya karşılık Çelik, "Bu örgüt içindeki kirli ilişkiler ve benzeri konularla ilgili olarak TRT Kürdi'nin bir muhabirine bahsettiğiniz şahıs bir beyanat vermek istiyor. Bu ve benzeri beyanatlar, geçmişte de çeşitli yayın organlarında görüldü, çeşitli yayın organlarına yapıldı. Sonuç olarak ortaya ne çıkmıştır? Bu terör örgütü içindeki kirli ilişkilerin nasıl olduğu ortaya çıkmıştır. Bu terör örgütüyle bağlantılı siyasi parti arasındaki ilişkilerin, Kandil'le olan ilişkilerin nasıl kirli pazarlıkların ürünü olduğu ortaya çıkmıştır. 'Demokrasi, tecrit' diyen, 'tecrite son vereceğiz' diyerek konuşanların aslında nasıl birtakım istismar faaliyetleri içerisinde olduğu ortaya çıkmıştır." değerlendirmesini yaptı. Çelik, TRT Kürdi'nin Türkiye dışında Suriye, Irak, İran tarafında, bölgede geniş yayın ağına sahip, son derece stratejik bir kanal olduğuna işaret ederek, şöyle devam etti: "Bu bölgelerde, PKK'nın gerek diğer etnik grupları, gerekse Kürt grupları istismar etme faaliyetleri çok yoğun bir şekilde sürüyor. Tabii Batılı birtakım sivil toplum örgütlerine karşı da demokrasi söylemi üzerinden bir faaliyet yürütüyorlar, çok sayıda da televizyon kanalını gençlere karşı kullanıyorlar ve orada başka bir yüz ortaya koyuyorlar. Aslında TRT Kürdi, burada bu röportaj vasıtasıyla bu kirli ilişkilerin açığa çıkmasına imkan veren bir tutum ortaya koymuştur. Bu, geçmişte başka yayın organları tarafından da yapılmış bir faaliyet, neticede terör örgütünün bu kirli ilişkilerinin berraklaşmasına yol açan bir yayın faaliyeti olmuştur." S-400 savunma sisteminin konuşlanacağı yer... AK Parti Sözcüsü Çelik, yakın zamanda teslimatı beklenen S-400 savunma sistemlerinin Türkiye'de hangi bölgelere konuşlandırılacağı konusunda Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın bir sunumu olup olmadığına ilişkin soruya ise "S-400 ile ilgili, geldiği zaman nereye konuşlanacak, bununla ilgili Silahlı Kuvvetler çalışmasını yaptı. Sayın Cumhurbaşkanımıza da arz edilmiştir. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanımızın bilgileri dahilindedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin çalışması çerçevesinde olacak. Şu aşamada da benim buradan, şurası ya da burası demem doğru olmaz, stratejik olarak doğru olmaz." yanıtını verdi. Çelik, ayrıca 1927'den beri değiştirilmeyen Askerlik Kanunu'nda yapılan değişiklikle büyük bir reform gerçekleştiğini ifade ederek, "Çok yönlü, çok katmanlı, Türkiye sosyolojisine tam olarak dokunan, gençlerin sosyolojik, iş kurma, hayatlarını düzenleme taleplerine öngörülebilir ve şeffaf cevaplar veren bir kanun, büyük bir reform." değerlendirmesini yaptı. Read the full article
0 notes
Text
DİSK BAŞKANLAR KURULU: İŞ, ADALET, ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ İÇİN 1 MAYIS’A
DİSK BAŞKANLAR KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ
İŞ, ADALET, ÖZGÜRLÜK VE DEMOKRASİ İÇİN 1 MAYIS’A
3 Nisan 2019 tarihinde DİSK Genel Merkezi’nde toplanan Başkanlar Kurulumuz, aşağıda yer alan sorunları ve konuları görüşerek aldığı kararları kamuoyu ile paylaşmaktadır.
Ülkemizde ekonomik kriz etkisini giderek artırmakta, işçi sınıfı açısından “Mart Şubat’tan, Şubat Ocak’tan” daha kötü hale gelmektedir. Dar tanımlı işsizlik yüzde 13.5’e ulaşmış, geniş tanımlı işsiz sayısı 7 milyonu aşmış, işsizlik her hanede etkisini hissettiren en yakıcı ve üstü örtülemez toplumsal mesele halini almıştır.
Yüzde 30’lara dayanan gıda enflasyonu, işçilerin ekmeğinin her ay daha da küçülmesine yol açmaktadır. Seçim yatırımı olmaktan öteye gidemeyen önlemlerle gıda enflasyonu bastırılamamıştır. Yıllardır ısrarla sürdürülen neoliberal yıkım politikalarıyla yok edilen tarımın, özelleştirmelerin, güvencesiz çalıştırma biçimlerinin, beton ekonomisinin, sıcak para ve borçlanma ile tüketime dayalı ekonominin sonuçları bugün işçi sınıfı açısından varlık-yokluk sorunu halini almıştır.
İşçi sınıfı başta olmak üzere nüfusun yüzde 99’u insanca bir yaşam için var oluş mücadelesi içindeyken, işsizlikle ve yoksullukla ile mücadele ederken, İşsizlik Sigortası Fonunun işverenleri ve bankaları kurtarmak için kullanılması, vergi yükünün daha da fazla işçiye, emekçiye, dar gelirliye yıkılması, milyonların emeklilik hakkının yok sayılması gibi adaletsizlikler toplumun geniş kesimlerinin gerçek “beka” sorununu daha da derinleştirmiştir.
Ülkeyi yönetenlerin tüm bu sorunları görmezden gelerek, krizi yok sayarak, halkın iş ve aş taleplerini küçümseyerek, emeklilik hakkı talep edenleri aşağılayarak, yüzde 99’un geçim sorununu dile getirmesini neredeyse “suçlu” göstererek girdikleri yerel seçimlerde aldıkları sonuçlar şaşırtıcı değildir.
İşçi sınıfının, emekçilerin, ücret gelirleriyle yaşayanların çoğunluğunu oluşturduğu bir çok büyükşehirlerde iktidarın yenilgiye uğraması ve kazandıklarında dahi ciddi anlamda oy kaybetmesi tesadüf değildir. İktidar blokunun oyları, Türkiye genelinde belediye başkanlığı için verilen oylarda 2 puan, belediye meclisi oylarında 5 puan civarındaki gerilemiştir. İktidar oylarındaki bu gerileme, ekonomik krize dair tepkilerin yanı sıra halkın demokrasiye, özgürlüğe, adalete, barışa ve kardeşliğe olan hasretinin de bir yansımasıdır. İşçilerin, emekçilerin, halkın bu uyarısını dikkate almadan atılacak her adımın daha ciddi politik sonuçları olacaktır.
Türkiye oldukça adaletsiz bir seçim süreci yaşamış, devletin tüm olanakları iktidar için seferber edilmiş, medyadan meydanlara neredeyse “tek ittifak” seçime giriyor görüntüsü yaratılmış, iktidar bloku dışındaki partilere oy vermek “beka sorunu” olarak kodlanmış ancak yine de bu öncü siyasi sonuçların ortaya çıkışı önlenememiştir.
Ekonomik krizi reddedenler yerel seçim sonuçlarını da kabul etmekte zorlanmaktadır. Krizin varlığının reddi nasıl ki krizi derinleştirmekteyse, yerel seçim sonuçlarının kabul edilmesindeki zorlanma da politik sonuçları derinleştirmektedir.
Ülkemiz hukukun üstünlüğünün rafa kaldırıldığı ve demokratik hak arama kanallarının tıkandığı bir süreci yaşamaktadır; ülkeyi yönetenler seçim kampanyaları boyunca özgürlük ve demokrasi yerine daha fazla baskının egemen olacağı bir dönemin “müjdesini” vermişlerdir. Ekonomik krizin ve siyasi iktidarın gerilemesinin bu yöntemlerle önlenmesi mümkün değildir.
Ancak mızrak çuvala sığmamaktadır: Ekonomik krizi yok sayan, ekonomik krizin faturasını işçi sınıfına ödetmeye çalışan, işçi sınıfının örgütlenme ve grev hakkını ihlal eden, halkın geniş kesimlerinin demokratik hak arama yollarını tıkayarak sadece bir avuç azınlığı kurtarmaya kurulu bir düzen kaybetmeye mahkûmdur.
Bu süreçte bir kez daha görülmüştür ki bu düzene itirazı olan, ülkenin geleceğine dair endişe duyan, işe, adalete, demokrasiye, özgürlüğe, barışa ve kardeşliği hasret milyonların en önemli ihtiyacı birliği, dayanışma ve mücadeleyi daha da yükseltmektir.
Bu tespitlerden hareketle Başkanlar Kurulumuz şu kararları almıştır.
DİSK Başkanlar Kurulu, ülkeyi yönetenleri başından itibaren adaletsiz bir biçimde ilerleyen bir sürece rağmen açığa çıkan halkın iradesine kayıtsız, şartsız saygı göstermeye, YSK’yı da “partiye göre hukuk” yaklaşımlarına, çifte standartlı uygulamalara son vermeye çağırır.
DİSK Başkanlar Kurulu, ülkenin ve işçi sınıfının en acil ihtiyacının demokrasi olduğunun altını çizerek, muhaliflerle, akademisyenlerle, gazetecilerle, siyasetçilerle dolu olan hapishanelerin olduğu bir ülkenin demokratik bir ülke olarak değerlendirilemeyeceğini; bu hapishanelerde devletin kendi hukukuna, kurallarına bile uymamasının ise “hukuk devleti” ile bağdaşmadığını hatırlatarak, siyasi gerekçeli her türlü cezalandırmanın son bulmasını talep eder; devleti içeride ve dışarıda kendi kurallarına ve hukukuna uymaya davet eder.
Ekonomik kriz karşısında “yapısal reformlar” adı altında işçi sınıfının haklarını geriletecek, kıdem tazminatına göz koyacak, güvencesiz çalışmayı yaygınlaştıracak, halkın ekmeğini küçültecek, adaletsizliği büyütecek, “yüzde 99’a karşı yüzde 1’i” kurtarmaya yönelik hiçbir adıma izin vermeme kararlılığını altını bir kez daha çizen DİSK Başkanlar Kurulu,
1 Mayıs 2019 Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’nün “İş, Adalet, Özgürlük ve Demokrasi” talebinin büyütüleceği bir süreç olarak örgütlenmesine,
Bu süreçte bölgelerde temsilciler kurullarının toplanmasına,
1 Mayıs 2019 Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü’nün, başta İstanbul Taksim Meydanı olmak üzere, ülkenin dört bir yanında yaygın ve kitlesel biçimde kutlanması için çalışmaların ve girişimlerin başlatılmasına,
Bu sürecin en geniş emek ve demokrasi güçleriyle beraber yürütülmesine,
1 Mayıs’tan 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin yıldönümüne kadar olan sürecin işçi sınıfının krize karşı iş ve adalet, baskılara karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesinin yükseltileceği bir seferberlik olarak örgütlenmesine karar vermiştir.
http://bit.ly/2WN0s6q
0 notes
Text
Nesini Anlatalım
Doğrudan, kesin ve hiç kesintisiz olarak bariz bir biçimde müştereklerimizi talanı tüm o seçim yenilgisi sonrasında devam olunandır. Nice gayretle örtbas olunmaya çalışılan ve İstanbul, Ankara gibi göz önünde bulunmayan yerler, adları, yerleri dahi sorgulanmayan kentlerde vahşi bir düzenin ezber olduğu kara düzen devam etsin diye hile, hurda yeniden ve yeniden var edilir. Düzen kendini ele vermez. Karanlığı daimi kılınsın diye, var edilen şablon sürsün diye eldeki tüm imkanlar seferber olunur. İlk hafta çoktan heder olmuştur.
Seçilmiş insanlara karşı terör soruşturmasından, yeniden oy sayımlarına, iptal ederiz tehdit ve hamlelerinden, seçilmiş olsa da mazbata teslim etmemeye, tehdit dilinden ve bizatihi nefretten el bularak yön tayinine girişilir. Doğrudan, kati ve hiç kesintisiz bir cerahat güncellemesi sandıkla ol meşhur demokrasi var şiarı halen zikredilirken var edilir. Askıya alınmış ve enikonu yarım yamalak ol demokrasi hal ve istenci bile sürüncemesiz yağma olunurken, adı bile konulmamış olağanüstü hal ve istenci gizli açık devam ederken müştereklerimiz yağmalanmaktadır biteviye. Müşterek tahayyülünün hiç kılınması hemen kesintisiz güncellene gelendir.
Cerahati var eden cühela cüretiyle yaşamı kuşatan muktedirin eylediği / biçimlendirdiği / devam olduğu her bahis bunu bildirmektedir. Seçimin mahalli bile olanı olsa yenilgisini kabul etmeyendir muktedir. Çürümenin artık bir eşik tanımadığı yerde oluşturulan devlet şablonu sözü de, sesi de, itiraz ve sorguyu da yağmalamaktadır. Müşterek bir bahsin yerle bir olunması kesintisizdir vesselam. Seçim bahsinden sonra çıkagelen ülke, yönetim ve hayat döngüsü bunca bariz bir buna yontulandır. Gelecek şimdi içinde yitirilendir artık. Hakikat kılınmak istenen bir insanın bütün ülkede tek yön belirleyici kılınması halidir. Demokrasi biteviye hiçleştirilirken oy verme neredeyse boşa düşürülürken bu kafi görülmez.
Demokrasi sıradanın elinden çalınmaya devam olurken yerine yeni ülkede ikame olunan şey bir eksiltmeler toplamıdır. Demokrasi tahayyülünün abecesi bir asır sonra yeniden ve bile isteye sökülmektedir. Müştereklerimize saldırılar güncellene gelenedir. Cerahat ve ol cürüm eylenirken bunun devletli tarafından onay görmesidir mesele. Hemen hemen her defasında o oy, şu sandık bahsi zikredilirken yaraları olduğu gibi muhafaza edilip yenileri için ekler yapılmaktadır. Demokrasinin her ne olmadığı zaten ikinci haftasına koşar adım gitmekte olan belirsizlik güncesi ile çıkagelir. 7 Haziran seçimleri ve 1 Kasım kabusunun nasıl güncel birer mesel olduğu ortadayken o demokrasi tahayyülünün hiçleştirilmesi de eksiksiz kılınır.
Bütün bir sathı mahalde müştereklerimiz talan olmaktadır. İstemsiz olarak değil eski, yeni olan devletin tahayyülleri yeniden pratiğe dökülmektedir. Hayat ne haldedir? Bütün bu pragmatist, sağcı söylem artık İslamı’da bir motif kılarak oluşturulan faşist düzenin eylediği şaklabanlıklar birer faciadır. Bugün sahiden bir memleketten bahsedebilmek bile imkansız koyulandır. Cerahat / cüret ve tahakkümdeki dipsizlik halleri o yıkımı şu ülke denilen sahayı ve tüm yaşama tahayyülünü hiçleştirmektedir. Bariz olan budur. Peşini bırakalım mı diye sorar muktedir o sürecin. Bir şeylerin peşinin bırakıldığı falan söz konusu değildir. Var edilen karanlık devam etsin, sürüncemesiz bir yarınsızlık hali tescil olunsun diye her yerden saldırmaya devam edilmektedir. Demokrasi sizlere ömürdür!
Bu arada İstanbul’da bir umut olarak bildirilenin Bolu’da var ettiği dehşete de iki satır da olsa yer açmak elzemdir. İktidarın tahayyülünün her nasıl muhalefeti de kapsadığını onun da yönünü şaşırttığının belgelerindendir. Tanju Özcan Bolu Belediye Başkanı olur. Kentte seçim süreci boyunca zikrettiği mültecilere karşıtlık, özellikle Suriye’lilere yönelik olarak popülist bir faşizan ayrımcılık tahayyülünü daha seçimi kazanır kazanmaz hayata geçirir ol Özcan. Uluslararası Mülteci Hakları Derneği geç kalmadan “tepkisini” kamuoyu ile paylaşır.
Mezopotamya Ajansı’ndan alıntılayalım: Uluslararası Mülteci Hakları Derneği (UMHD), Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) Bolu Belediyesi Başkanı seçilen Tanju Özcan’ın Suriyelilere yönelik sarf ettiği ırkçı sözlere tepki gösterdi. UMHD Başkanı avukat Uğur Yıldırım imzasıyla yapılan yazılı açıklamada, “Suriyelilerle paylaşacak bir tas çorbamız da mı kalmadı?” diye sordu. Açıklamada, “31 Mart yerel seçimlerinde bazı illerde ve bölgelerdeki adayların seçmenlere Suriyeli mültecilerle ilgili sunmuş oldukları faşizan vaatlerden ilki Bolu’da uygulamaya geçti. Belediye Başkanı Tanju Özcan popülist bir tavırla Kuranı öperek başladığı görevine ilk hafta verdiği öptüğü Kuran’ın emirlerine aykırı talimatıyla Suriyeli mültecilere yapılan ayni ve nakdi yardımları durdurdu. Hatta Suriyelilerin aşevlerinden faydalanmalarını da yasakladı. Bunun yanı sıra seçim vaatlerine yabancı uyruklu vatandaşlara iş yeri açma ruhsatı vermeme hedefini eklemiş olan Özcan’ın ilerleyen günlerde bu hususta da harekete geçeceği tahmin ediliyor. Söz konusu kararlar insan hakları bağlamında bir garabet olup Ulusal ve Uluslararası insancıl hukuka aykırıdır” denildi.
Açıklamada, şöyle denildi: “Tanju Özcan'ı ırkçı söylemlerden vazgeçmeye ve Suriyeliler başta olmak üzere, Türkiye'de ve Bolu'da yaşayan farklı dini ve etnik gruplardan insanlara karşı daha barışçıl bir dil kullanmaya davet ediyoruz. Öperek göreve başladığı Kuran ve Türk Bayrağı'nın anlamına uygun davranmaya davet ediyoruz. Kaldı ki Anadolu toprakları yüzyıllardır ‘tüm mazlumların sığınağıdır’ ve böyle kalacaktır. Bolu halkını, Sayın Tanju Özcan'ın ırkçı ve kışkırtıcı söylemlerine karşı çıkmaya, savaştan kaçarak barış yurdu olarak bildikleri Bolu'ya, kendilerine sığınmış ve helalinden yaşamak ve kazanmak dışında bir amaçları olmayan Suriyeliler ile bundan sonra da barış içinde yaşamaya devam etmeye çağırıyoruz. Tanju Özcan verdiği insanlık dışı kararlardan vazgeçmez ise; yaptığı hukuka aykırı işlemleri ve ayrılıkçı ve düşmanca tavırlı söylemleriyle ilgili İçişleri Bakanlığını ve savcıları ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik’ eden Bolu Belediye başkanına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz. CHP Yönetimini de, ırkçı açıklamalar ve tutumlar sergileyen Bolu Belediye Başkanını uyarmaya ve bu durum karşısında insanlıktan yana net tavır almaya davet ediyoruz.”
İçerik, söylenenler ve var edilmeye çalışılanlar ile demokrasinin yıkımı bir yanda, nefret ve sair olarak ne kadar insana karşıt hamle varsa kurgulanan bir yer / menzil / hala ülke olabilir mi? Sahiden de böylesi bir şey söz konusu edilebilir mi? Gerektiği kadar, gereken yerde değil artık basbayağı bir normatif kılınan ayrımcılık, dilini eşek arıları sokası insan görünümlü varlıklar eliyle güncellenirken, bir asır sonra, o geçmiş zamanı yeniden kurma hevesi her neyin nesidir? AKP’nin bir tane elle tutulur yanı, insanı kalmamışken, CHP’de mi o katara eklenecektir, yeniden, yeniden ve yeniden!
Kara almakta özgürdür, neyse kararları onarız diye buyrulan YSK, aldığı uyarıları dikkate alarak, muktedirden nasıl da bağımsız olmadığını gösterir. Yukarıdaki CHP’nin ırkçılığı bir örnekse, YSK’nin ve dolayısıyla AKP’nin var ettiği Kürd düşmanlığı / ırkçılığı da bu bahiste bir kez daha karşımıza çıkartılır. Yargıya hedef bildirilerek suçlu bulunan “HDP” üyesi adaylar değildir, bizatihi seçmen nezdinde onay almış insanlardır. Ne olmuştur ol milli iradeye sorusu yanıtsızdır. Günbegün teröristleri, vatan hainleri, işte bunlar şundan, berikiler bundan taraf denile denile sonuçta bir hakkın gasbedilmesi kesintisiz kılınır.
T24’den aktaralım: “Yüksek Seçim Kurulu, KHK ile kamudan atılan ve 31 Mart'ta belediye başkanı seçilen kişilere mazbata verilmeyeceğini açıkladı. Mazbatalar seçimi ikinci sırada tamamlayanlara verilecek.
Resmi olmayan sonuçlara göre; seçimi lik sırada bitiren ancak KHK’lı oldukları belirlenen çok sayıda isime ilçe ve ilçe seçim kurullarınca mazbataları verilmemişti. Farklı seçim kurulları, bu konuda YSK’dan görüş istedi.
YSK bugünkü toplantısında KHK’lı isimlerin başvurularını gündeme aldı. Kurul, seçimleri kazanan, ancak KHK ile ihraç edildiği belirlenen isimlere mazbata verilmemesini kararlaştırdı. Bu adayların seçimi kazandıkları yerlerde yarışı ikinci sırada bitiren isimlere mazbata verilmesi kararlaştırdı. YSK’nın tüm ilçelere ilişkin kararını vermedi: Sadece bazı ilçeler yönünden karar verdi. Ancak bu kararların tüm KHK’lar için emsal olması bekleniyor. YSK’nın kararının gerekçesi henüz yazılmadı. Ancak gerekçenin YSK’nın daha önce bir KHK’lı muhtar hakkında aldığı karar ile aynı tezleri içermesi bekleniyor.
HDP’nin Diyarbakır’da en güçlü olduğu yerlerden birisi olan Bağlar Belediye Başkanlığı seçiminde en yüksek oyu alan Zeyyat Ceylan, öğretmen olarak görev yaparken çıkarılan KHK ile ihraç edilmişti. Yine Van Tuşba’da seçimi önde tamamlayan Yılmaz Berki, Edremit’te Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ve Çaldıran’da Leyla Atsak’ın ayrıca Kars'ın Digor ilçesi Dağpınar Beldesi'nde Abubekir Erkmen'in KHK ile ihraç edildiği bildirildi.
Söz konusu isimlerin ihraç edilmeleri nedeniyle mazbatalarını alamayacağına ilişkin itirazlar yapıldı. Bu itirazlardan biri, Bağlar Belediye Başkanlığı seçiminde ikinci en yüksek oyu alan AKP’nin adayı Hüseyin Beyoğlu tarafından YSK’ya yapıldı.
Beyoğlu’nun itiraz dilekçesinde, OHAL kapsamında alınan tedbirlere dikkat çekilerek, “Kamu görevinden çıkarılan kişilerin, mahkumiyet kararı aranmaksızın rütbe veya memuriyetleri alınır ve bu kişiler görev yaptıkları teşkilata yeniden kabul edilmezler, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilemezler, doğrudan veya dolaylı olarak görevlendirilemezler. İzah edilen nedenlerden dolayı HDP’nin adayı Ceylan’ın en yüksek oyu almasına rağmen seçilme yeterliliğine sahip olmaması nedeniyle mazbatanın en yüksek ikinci oyu alan adaya verilmesi hususunda gereğini arz ederim” dendi.
Söz konusu dört ilçede de ikinci yüksek oyu alan isimler, AKP'nin adayı olarak seçimde yarışmıştı. HDP İl Örgütü, yarın (11 Nisan) saat 12.00'de Bağlar Belediyesi önünde basın açıklaması yapacak.
KHK'lı belediye başkanları hangi ilçede yüzde kaç oyla kazandı?
Diyarbakır – Bağlar
Zeyyat Ceylan (HDP): Yüzde 70.34 - Hüseyin Beyoğlu (AKP): Yüzde 25.46
Van – Tuşba
Yılmaz Berki (HDP): Yüzde 52.93 - Salih Akman (AKP): Yüzde 39.37
Van - Edremit
Gülcan Kaçmaz Sayyiğit (HDP): Yüzde 53.81 - İsmail Say (AKP): Yüzde 41.7
Van – Çaldıran
Leyla Atsak (HDP): Yüzde 53.00 - Şefik Ensari (AKP): Yüzde 43.43
Kars – Digor- Dağpınar Beldesi
Abubekir Erkmen (HDP): Yüzde 54.25 - Ömer Vargün (AKP): Yüzde 44.43”
Var olmayan şeyleri sadece tahakküm devam etsin, bu ülkede sömürü sabit kılınsın diye güncelleyen muktedirin hakikati Bakur Kürdistan’ında apaçık ortaya çıkmaktadır. Devlet, devletliğinin gereğini kötülükle yerine getirirken, demokrasi mefhumunu toptan yerle bir etmektedir. İçinde kalakaldığımız ülkenin hakikati bu kadar lalettayin tavırlarla biteviye rövanşizm ile güncellene gelendir.
HDP bu ülkenin siyasi aktörlerinden birisiyken Kürd halkı başta olmak üzere Türkiye toplumlarının ortak seslenişlerine ev sahibi bir çatıyken bu sahneden ötelenmeye çalışılmaktadır. Birlik, beraberlik, kardeşlik vurgulamalarının boşa düşürülmesi bunca açık eylenirken Kürd’de, HDP’de, destek veren Türkiye halkları da ne yapsın! Yapıcılığı değil yıkıcılığı, birleştiriciliği değil bölücülüğü, çoğaltıcılığı değil ayrıştırmayı, hep birlikteliği değil ayrımcılığın var ettiği / yol vereceği kaosu güncelleyen bir temsiliyet söz konusuyken muktedir bu kadar açık bir halde sandık darbesini hakikat kılarken her ne yapılabilir sahiden soruyor musunuz?
Yazılan, çizilen, anılan ve anlatılan meselleri örtbas etmek, konuşmaktan bile uzak tutma cüretine sığınılan bir sahne var ediliyor. Hayatın biteviye bir habis döngüde yerle bir olması hali üstüne titrenen oluyor. Bakur Kürdistan’ında ya da Batı Türkiye’de olmakta olan bu istencin bir tezahürüdür. Bugün hiçbir şey saklanamıyor. Seçim değil sadece konu her ne olursa olsun vahim olana tarafgir bir ülkenin inşa olması güncelleniyor. Yaşama çabasına karşıtlık artık saklanmadan, baş amirinden en altta bulunan isimlere sokaktaki ol rehin alınmış sıradana mütemadiyen güncelleniyor. Yara hep ortadayken o hiç yokmuş gibi davranarak yön belirlenmeye çalışılıyor. Gündelik olanın iç çürüten haki yarınların da belirsiz koyulması ve biteviye yıkımla tükeniş bir arada / burada var ediliyor. Geleceği olmayan, bir şimdisiz, şu anı bile kayıp ülke hakikat kılınıyor!
Akit (evet o bildiğiniz yayın) yazarı Kenan Alpay’ın bahsidir. “Ahlaksız medya trollerini kılavuz kabul eden siyasetin burnu pislikten kurtulmaz. Bireysel ve toplumsal iradenin karşısına mutlak devletçi – milliyetçi mantığı oturtan siyasi hareketle mezara kadar yürümeyi kafasına koyan muhafazakâr demokrat kadrolar toplumla inatlaşmaya ve gerilime düştüğünü bile fark edemez. Devlet imkânlarını seferber ederek süreci yönetmeye değil toplumun talep ve beklentileri için seferber olarak devleti yönetmeye talip olmak en makul ve en faydalı seçenektir. İstanbul Büyük Şehir’in imkânlarını kaybetmekten çok daha beteriyle karşılaşmak istenmiyorsa kanuna karşı hile yoluna asla ve kat’a tevessül edilmemelidir.”
O sırada Maltepe’de devam eden son sayım sırasında AKP ve MHP’liler CHP’lilere saldırır. Provokasyon, kimliksizleştirme, tek tip sesin ötesini duymaya tahammül dahi etmeme ile birleşen menzilde baş amirin gerdiği ortam kendiliğinden ortaya çıkar. Tüm o sandık bahsi yerle bir edilir, bu saatten sonra kazananlardan geri çalınan haklar, verilmeye gerek duyulmayan mazbatalar, karar hükmünde kararname ile işlerinden edilmeleri yetmez bir de seçilmiş olmalarına rağmen belediye başkanlığına reva görülmeyenlerle, ol Batının bolca endişeliyiz bakışımı arasında bir sahada demokrasi mefhumu hiç edilir! Bu kadar düşkün, bunca yobaz bir biçimde, devletlinin tüm fecaatine kol kanat gerebilen bir şablon hiçbir zaman karşılaştığımız değildir / olmayandır / olmayacaktır. Daha nesini anlatalım.
Doğruları bildirmenin suç addedildiği bir yerden bildiriyoruz. Ne kadar eğreltilik varsa ona dair kelamın serbest olduğu, geriye kalan hakikatten bahis açmanın bile imkansızlık sınırlarına terk edildiği bir güncellikten laf anlatmaya çalışıyoruz. Azalıyoruz, binlerin en önce yüzlere, şimdi de bir elin parmaklarından biraz daha çoğuna düşüşüne tanıklık ediyor biz ar ediyor, biz tedirgin oluyoruz. Yaşatılmaya mahkum kılındığımız çürümenin bir mübalağa değil hakikat kılınması bunca açıkken nasıldır hayatınız, nasıldır tahayyülünüz bunu gerçekten soruyoruz. Daha nesini / niyesini / nedenini nasıl anlatalım!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Portfolio No. 37 – JR & Ladj LY v/ Wombat
#nesini anlatalım#başka türkiye var#seçim 2019#yerel#güncel#mesel#insanlık#tahakküm#söz hakkı#cerahat#ırkçılık#faşizm#karanlık çağ#recep tayyip erdoğan#chp#ysk#sandık#çürüme#yıkım#yıldırı#tehdit#güncellik#hayat hakkı#arzihal#hak mefhumu#devlet102#demokrasi nedir?
0 notes
Text
Çavuşoğlu'ndan Japonya'ya uyarı
https://haberoldu.com/cavusoglundan-japonyaya-uyari
Çavuşoğlu'ndan Japonya'ya uyarı
Çavuşoğlu, Japonya’nın Nagoya kentindeki Türk-Japon Kültür Ticari Yardımlaşma Dayanışma Derneği’ni ziyaret ederek, buradaki Türk vatandaşları ile bir araya geldi.
Bakan Çavuşoğlu, burada yaptığı konuşmada, başta Türkiye ve Japonya’nın ikili ilişkileri olmak üzere çeşitli ekonomi, insani yardım, bölgesel ve uluslararası çeşitli konulara yönelik açıklamalarda bulundu.
Türkiye’nin bölgesi ve ötesinde bulunan ülkelerle ilişkilerini üst seviyelere çıkardığını kaydeden Çavuşoğlu, Japonya’nın da bu ülkelerden birisi olduğunu ve Türkiye ile Japonya arasında köklü geçmişin ve unutulmayan anıların bulunduğunu ifade etti.
“Gelecek yıl, 2019 Japonya’da ‘Türkiye Kültür Yılı’ olarak kutlanacak.” diyen Çavuşoğlu, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un bu amaçla Japonya’yı ziyaret edeceğini belirtti.
JAPONYA İLE TİCARET VE YATIRIM ARTIRILACAK
Türkiye’nin Japonya ile ilişkilerini stratejik düzeye çıkardığını hatırlatan Çavuşoğlu, “Şimdi ilişkilerimizi daha da nasıl geliştirebiliriz bunun için çaba sarf ediyoruz. Türkiye’deki yatırımların hayata geçmesi ve bölgesel konularda yakın iş birliğimiz Japonya ile her alanda bağlarımızı daha da güçlendiriyor. Bu ziyaretimde de başta Başbakan Şinzo Abe olmak üzere ilgili bakanlar, meclis başkanları, basın dünyası, akademisyenler, herkes ile bir araya geleceğiz. Ülkemizi ve politikalarımızı anlatacağız.” ifadelerini kullandı.
Çavuşoğlu, Japonya ile ilişkileri geliştirmenin her iki ülkenin de yararına olduğuna dikkati çekerek, “Japonya ile bu bölgedeki konular ile bizim bölgemizdeki konularda yakın istişarelerimiz var. Hedefimiz ticareti artırmak, yatırımları karşılıklı artırmak ve yatırımların önündeki engelleri kaldırmaktır.
O yüzden ekonomik ortaklık anlaşması müzakerelerini de yoğun bir şekilde sürdürüyoruz. İnşallah kısa bir süre içerisinde tamamlayacağız. Ticaretin önündeki engelleri karşılıklı yarar içinde kaldıracağız.” diye konuştu.
“JAPONYA’DA DA BU FAALİYETLERİNİ SÜRDÜRÜYORLAR”
Bakan Çavuşoğlu, Türkiye’den gelerek Japonya’da hainlik yapanların olduğuna işaret ederek, FETÖ’nün Türkiye’de hain darbe girişiminde bulunduğunu hatırlattı.
Türk milletinin cesareti ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği sayesinde bu darbenin başarısız kılındığına dikkati çeken Çavuşoğlu, “Şimdi ülkemizde bu terör örgütünü temizlemek için titizlikle çalışıyoruz. Ama sadece ülkemizde değil, dünyanın her yerinde bu örgüt yer bulmuş ve başkaları tarafından destek buluyor. Şu anda bulunduğu ülkeler için de bir tehdit oluşturuyor. Japonya’da da bu faaliyetlerini sürdürüyorlar.” dedi.
Çavuşoğlu, Japonya Başbakanı Abe başta olmak üzere tüm muhataplarla bu konuyu konuştuklarını ve FETÖ’nün Japonya için de nasıl bir tehdit olduğunu gördüklerini belirterek, ”Aynı zamanda PKK destekçilerinin de Japonya’da faal olduğunu biliyoruz. Bu konuları da yine görüşeceğiz.” şeklinde konuştu.
Bakan Çavuşoğlu, terör örgütü PKK’nın, Japonya’da Türkiye’ye yönelik oluşturdukları tehditleri, faaliyetleri ve kampanyaları hakkında gerekli yerlere bilgilerin ve listelerin verildiğini, ayrıca düşüncelerin paylaşıldığını ifade etti.
TÜRKİYE ÇOK YÖNLÜ BİR DIŞ POLİTİKA İZLİYOR
Türkiye’nin çok yönlü bir dış politika izlediğini ve tüm dünyada var olduğunu ifade eden Çavuşoğlu, Türkiye’nin tüm uluslararası kuruluşlarda üye, ortak ve gözlemci statüsü gibi çeşitli vasıflarla bulunduğunu kaydetti.
Çavuşoğlu ayrıca Türkiye’nin Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği’nden (ASEAN) diyalog ortaklığı statüsü aldığını anımsatarak, birliğe üye 10 ülke ile ticaretin daha da artırılacağını kaydetti.
Türkiye’nin dünya genelinde 240 temsilcilikle dünyada temsil edilme noktasında 5’inci sırada olduğunu belirten Çavuşoğlu, Türkiye’nin Türk Hava Yolları, Yunus Emre Enstitüsü, Kızılay, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı, Afet ve Acil Durum Başkanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve ilgili tüm kurumlarla dünyanın her yerinde bulunduğunu ve söz sahibi olduğunu dile getirdi.
Çavuşoğlu, Türkiye’nin dünyada insani yardımlarda birinci sırada olduğuna dikkati çekerek, “2017 yılında bizden bir sonraki ülke ABD’nin bir yılda yaptığı yardım miktarı 6,7 milyar dolardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm dünyada mazlumlara yaptığı yardım miktarı ise 8,1 milyar dolardır. Ve dünyada birinciyiz. Bununla da gurur duyuyoruz.” dedi.
“HİÇ KİMSE BİZİ YILDIRAMAZ. HİÇ KİMSE BİZE DİZ ÇÖKTÜREMEZ”
Türkiye’de son zamanlarda ekonomiye yönelik saldırılar olduğuna dikkat çeken Çavuşoğlu, bu saldırıların başında kimlerin bulunduğu ve amaçlarının ne olduğunu çok iyi bildiklerini belirterek, şöyle devam etti:
“Onlara da şunu çok iyi bir şekilde öğretiyoruz. Hain darbe gecesinde tankların F-16’ların karşısına elinde bayrağıyla çıkan bir milletiz. Dolayısıyla hiç kimse bizi yıldıramaz. Hiç kimse bize diz çöktüremez. Aldığımız tedbirlerle şimdi ekonomiyi tekrar istikrara kavuşturmaya başladık. Biz tarihimizde çok badireler atlattık. Değişik saldırılara maruz kaldık. Ama küllerimizden yeniden doğduk. Kur dalgalanmalarıyla ilgili tedbirlerimiz devam ediyor. Bizim mali disiplinimiz, tedbirlerimiz var. Bankacılık sistemimiz güçlü. Göstergelere baktığımız zaman ihracatımız artıyor. Esasen bu saldırıların gerçek sebebi nedir biliyor musunuz? Türkiye’nin istikrarlı bir şekilde büyümesinden rahatsız olanlar var. Çünkü Türkiye büyüdükçe, geliştikçe daha bağımsız bir devlet oluyor, kendi kararlarını kendisi veriyor ve ‘Artık masada ben de varım’ diyor. ‘Senin yaptığın yanlış. Senin yaptığın uluslararası hukuka uymuyor. Sen Filistin konusunda tek başına karar alamazsın. Dünya 5’ten de büyük, 1’den de büyük’ diyor Türkiye. O nedenle Türkiye’den rahatsızlar. Oysa biz gücümüzü hiç kimsenin aleyhine kullanmıyoruz. Biz gücümüzü dünya insanlığı için seferber ediyoruz.”
“Türkiye’de yaşayan 3,5 milyon artı 500 bin civarı Irak ve diğer ülkelerden gelen mültecilere 33 milyar dolar harcamış bir ülkeyiz.” diyen Bakan Çavuşoğlu konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Biz gücümüzü kimseye karşı tek taraflı kararlarla da olumsuz bir şekilde kullanmıyoruz. Kimsenin üzerinde demokrasinin kılıcı gibi sallandırmıyoruz. Suriye’ye barışın gelmesi için çaba sarf ediyoruz. Adımlar atıyoruz. Anlaşmalar imzalıyoruz. Tedbirler alıyoruz. Siyasi çözüm için anayasa komisyonu kurduruyoruz. Biz ülkede gerçekleştirdiğimiz projelerle sadece Türkiye’yi kalkındırmıyoruz. tüm bölgenin ekonomik istikrarına ve kalkınmasına katkı sağlıyoruz. Biz Balkanlar’da istikrar için sorunlu olan ülkeleri bir araya getirmek için, Türkiye-Bosna-Sırbistan, Türkiye-Bosna-Hırvatistan gibi mekanizmalar kurduk. O ülkelerde de önemli projeleri hayata geçiyoruz.”
“GÜÇLENEREK YOLUMUZA DEVAM EDECEĞİZ”
Türkiye’nin çeşitli ülkeleri bir araya getirerek, Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Hattı ve TANAP Petrol Boru Hattı gibi projeleri gerçekleştirdiğini vurgulayan Bakan Çavuşoğlu, Afganistan ve Pakistan ile kurulan mekanizmalarla o bölgenin istikrarı için adımlar atıldığını ifade etti.
Çavuşoğlu, birçok ülkenin Afrika’ya sömürgeci olarak gittiğini, Türkiye’nin ise kazan kazan anlayışıyla Afrika ülkelerinde “Afrikalı çözümler” bulmaya çalıştığını vurguladı.
Türkiye’nin Afrika Birliği’nin üç stratejik ortağından biri olduğunu dile getiren Çavuşoğlu, “Türkiye’nin büyümesinden kimse rahatsız olmasın. Elhamdülillah bu badireyi de atlatıyoruz. Ve inşallah daha da güçlenerek yolumuza devam edeceğiz. Bu konuda hiç şüpheniz olmasın.” dedi. Çavuşoğlu, Cumhurbaşkanlığı sistemiyle, devletin, milletin ve meclisin daha güçlü olacağını söyledi.
TÜRKİYE VATANDAŞLARINI YALNIZ BIRAKMIYOR
Türkiye’nin girişimci ve insani bir dış politika izlediğini ve bu politikanın en önemli unsurlarını ise yurt dışında yaşan Türk vatandaşları olduğunu dile getiren Bakan Çavuşoğlu, “Aynı şekilde soydaşlarımızdır. Aynı şekilde akraba topluluklardır. Vatandaşlarımıza, soydaşlarımıza ve akraba topluluklarımıza da tüm imkanlarımızı seferber etmiş durumdayız. Nerede yaşarsa yaşasınlar, onları yalnız bırakmıyoruz. ” diye konuştu.
Çavuşoğlu, Nagoya’da yaşayan vatandaşların beklentilerinin farkında olduklarını belirterek, Nagoya’da seçim sandığı kurulması ve konsolosluk açılması yönünde taleplerin gerekli şekilde değerlendirildiğini ifade etti.
Bakan Çavuşoğlu, Türk vatandaşlarının Japonya’ya entegre olmasından memnuniyet duyduklarını ve bu kentte bir cami ve bir kültür merkezi açılmasına yönelik çalışmaların yapıldığını ifade ederek, konuşmasını şöyle tamamladı:
“Japonya ile aramızdaki en büyük bağ da sizlersiniz. Burada yaşayan vatandaşlarımızdır. Biz sizlerle gurur duyuyoruz. Ta Türkiye’den gelip buralarda alnınızın teriyle kendi işinizi yapıyorsunuz, çalışıyorsunuz. Ama tüm Japon toplumunun da takdirini kazanıyorsunuz. Türkiye’de farklılıklar olabilir, seçim dönemlerinde bazen retorik yükselebilir. Ama bunların dışarıya yansımaması lazım. Türkiye söz konusu olduğu zaman, Türkiye-Japonya söz konusu olduğu zaman tek vücut olmalıyız. Şunu unutmayın, Biz her zaman sizin yanınızdayız. Hiçbir zaman sizi yalnız bırakmayacağız.”
Çavuşoğlu, Nagoya’daki temaslarının ardından başkent Tokyo’ya geçecek.
Kaynak: HABER7.COM
0 notes