#hak mefhumu
Explore tagged Tumblr posts
Text
Müşterek Talanı
İkiyüzlü bir devinim içinde müştereklerimiz tarumar ediliyor. Bir yandan atıldı mı hemen hiç mangalda kül bırakılmayan hak tanzimi bahisleri açılırken öte yanda her şeyin eksik bir biçimde yarım yamalak kılınmasında yol alınır. Demokrasi pratiklerinde her anlamda uzaklaşılırken ortaya çıkan ucube düzen o müştereklerimizin yıkımını beraberinde yalın bir biçimde getirmektedir. Tümüyle doğrudan müdahalelerle hayat mefhumu tahrif edilip, tarumar olunuyor artık. Ekranlardan ve sahnelerden bambaşka bir yerin imgesi hemen tüm sözcüleriyle, imgeleriyle bildirilirken yaşanan yerin hakikati tarumar olunmasını bir türlü gizlemeye kafi gelmez. Hayat sıradan halk için esaret kılınır. Düze çıkılacak denilip durulurken, daim kalıcı bir çözümleme ve çökertme istikametinde yürümeye devam eder o muktedir ve avenesi. Yirmi bir yıllık bir iktidar deneyiminin suna geldiği konforla bir, beraberce dediğim dedik çaldığım düdük diye gidilen yolların ortasında, tek bir tökezleme dahi sıradandan bilinir. Oysa yönetenlerin bu halka hizmetkar olduklarından bahis açılıp durulur her durumda. Herkesin bildiği şekliyle egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diye bir veciz paylaşılıp durulurken, o millet bu millet değilse her kimdir ki!
Doğrudan, amasız, fakatsız bir yıkıcılık ekseninde tarumar edilmiş olan müştereklerimizi görebilmek mümkündür. Daha çok yakın zamanlarda var edilmiş Gezi direnişine sebebini sağlayan tarumar edilmiş doğanın ta kendisinden bunu görebilmek mümkündür. Kimisini bir sermayeye, kimisini özel şahıslara terk edilen arsaların varlığından, kamusal alanların birer hidroelektrik santral yapılması çabasından, termik santral yapılanına, bunları da aşan altın / bor vesaire madenciliğinde, kömür ocakları için imtiyazlı addedilen eline kan otura duran sermayeye peşkeş çekmelere vatan sevgisinin binbir türlü sureti ile o müştereklerin talanına örnek verilebilir. Bunlarla kalsa iyidir iki gıdım tatil hakkını, sahil kenarında bir soluk alma ihtimalini toptan tarumar eden, yedi-sekiz yıldızlı, bol yaldızlı, et pazarlarına, silah ve uyuşturucu pazarlarına sahne kılınan, hep ağır ağabeylerin, hatırlı insanlar denile gelen tiplemelerin birbirlerinden beter al takke ver külahlarına sahne kılınan otel rantları, plajlarını, diskolarını, tiny houseları, butik villaları, rezidansları ve daha bilmem neleri için heder edilen arazileri de göz önüne getirebiliriz pekala. Tümüyle kesintisiz kılınanın o tarumar etme, düpedüz yalın bir biçimde iğdiş edilen bir toprak parçasından ibaret değil topyekun sıradan insanların da müştereklerinin tüketilmesi olduğu son kertede barizdir.
Bianet’ten Vecih Cuzdan’ın haberini aktaralım: “6 Şubat depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay’da ‘rezerv alan’ belirsizliği ve yurttaşların bu belirsizliğe karşı tepkileri büyüyor.
Antakya ilçesine bağlı Akasya, Aksaray ve Saraykent mahallelerinin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından ‘rezerv alan’ kapsamına alınmasına tepki gösteren yurttaşlara polis müdahale etti.
Saraykent Şükrü Balcı Caddesi üzerinde bulunan bir petrol istasyonu önünde toplanarak eylem yapmak isteyen yurttaşlara müdahale eden polis, bazı yurttaşları darp ederek gözaltına aldı.
Yaşananların ardından bölgeye gelen Hatay Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürü İsmail Ceylan, “22. Bölge, yani sizin deyimizle ‘mavi çizgili yerde’ bizim bir uygulamamız yok. Şu an için projelendirmemiz de yok. Şunu özellikle arz ediyorum: Devletin vermiş olduğu desteklerden faydalanın ki evi yıkılan vatandaşlarımız yerinde dönüşümle kendi evlerini rahatlıkla yapsınlar” dedi.
Yurttaşlar ise “Benim evim hasarsız, ben istemiyorum”, “Yalan” diyerek tepkilerini sürdürdü.
Nermin Yıldırım Kara: Kolluğun müdahalesi kabul edilemez
bianet’in telefonla ulaştığı CHP Hatay Milletvekili Nermin Yıldırım Kara, “Bugün yaşanan protestolar, depremzede yurttaşlarımızın evlerinin rezerv alan statüsünde olup olmadığının cevabını net bir şekilde almak üzere gerçekleştirilmiştir. Hatay Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Hatay İl Müdürü ve bakanlığın sitesindeki bilgilerin uyuşmaması sebebiyle yurttaşlar bu durumu protesto etmek ve haklarını savunmak istemişlerdir” dedi.
Nermin Yıldırım Kara, yurttaşların sağlıklı bilgiye erişemediğine ve muhatap bulamadığını vurgulayarak, “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü ‘22. bölgede bir projemiz yok’ diyor ama bakanlığın internet sayfasında bu görülüyor. Birbirinizden haberiniz mi yok sizin?” dedi.
Depremzede yurttaşlara yönelik polis müdahalesine tepki gösteren Nermin Yıldırım Kara, şunları kaydetti:
“Biz deprem yaşamış bir kentiz ve insanlar mağdur oldukları bir konuda itiraz yükseltiyorlar. Gözaltı nedir ya? Kolluğun müdahalesi kabul edilemez. Bakın, o rezerv alan ilan edilen yerlerde hasarsız, az hasarlı evler de var. Geçmişte Bakan Özhaseki çıktı, ‘Biz genelde boş alanları rezerv alan ilan ediyoruz. Dolayısıyla bizim milletin hasarsız eviyle bir işimiz yok. Geçin oturun’ dedi. Bunun üzerine insanlar evlerinde tadilat ve güçlendirme yaptı, milyonlarca lira masraf ettiler.”
“Böyle bir yöntem olamaz”
Yurttaşların hasarsız ve az hasarlı evlerinden çıkartılmak istendiğini belirten Nermin Yıldırım Kara, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Antakya’nın tamamını ‘rezerv alan statüsündedir’ diye kağıt yapıştırıp vatandaşa ‘Evinizi tahliye edin, yoksa kollukla sizi buradan çıkartırız’ diyorlar. Ama bunun bir mantığı yok. İnsanların itiraz ettiği temel sorun bu. Bizim de itirazımız bu yönde. Hasarsız evlere dokunmayın, bırakın az hasarlı evlerde insanlar otursun. Şu anda Hatay'da zaten sağlıklı bir yapı stoku yok. Buradaki mahallelerin tamamına ‘15 gün içerisinde alanı boşaltın’ diyorlar. Bu insanlar nereye gidecek? Böyle bir yöntem olamaz.”
Rezerv yapı alanı nedir?
“Kentsel Dönüşüm Kanunu” olarak bilinen 6306 sayılı kanun uyarınca gerçekleştirilecek uygulamalarda yeni yerleşim alanı olarak kullanılmak üzere, TOKİ’nin veya İdarenin talebine bağlı olarak veya resen Bakanlıkça belirlenen alanlardır. Ancak 9 Kasım 2023’te yapılan değişikliklerle kanundaki “rezerv yapı alanı” tanımı da değiştirilerek halihazırda yerleşim alanı olan yerlere de el konulmasının önü açıldı.”
Doğrudan müşterek talanının her neye tekabül ettiğinin de örneklerinden birisidir o rezerv yapı alanı uygulaması. Depremin yıkıcılığının belki de doğrudan en çok tarumar ettiği bir sahnede, olur olmadık herhangi bir yerin istimlak edilmesinin sıradan insanların yaşamsal haklarını göz ardı ederken sesi çıkmayan bir iktidarın zoruyla / şiddetiyle birlikte imalinin ta kendisidir sorgulanması gereken. Evrensel Gazetesinden Hatay, Defne'den rezerv alan mağduru bir yurttaşın meramını paylaşalım:
“Hatay’da rezerv alan tartışmaları sürüyor. Sürdükçe de bizler için belirsizlik devam ediyor.
Rezerv alanı içinde evleri kalan ve evi az hasarlı olanlarla ağır hasarlı olanları karşı karşıya getirmeye çalışıyorlar. Sırf rezerv alanı içinde olduğu için, az hasar almış evinden olmak istemeyenlerin mağduriyeti ne olacak? Bunu istemeyenler ne yapacak? Evinden, yurdundan olmak istemeyen halk ne yapacak?
Geçtiğimiz gün Türk Tabipler Birliği-KESK Koordinasyon Merkezi’nde, Hatay Deprem Dayanışması Derneği ve Hatay Depremzede Derneği bir panel düzenledi. Konuşmacı olarak da Mimarlar Odası, İnşaat Mühendisleri Odası Hatay Şubeleri ve Hatay Barosu Afet Komisyonu’nu geldi.
“Rezerv alan, riskli alan sorunu” üzerine konuşulan panele halkın katılımı da yoğundu. Hatay halkı olarak rezerv alanlarının belirsizliğini koruduğunu yapılan açıklamalardan kaynaklı ciddi sıkıntılar yaşadığımızı bir kez daha dile getirdik.
Evrensel Gazetesi aracılığıyla da tekrar edeyim, panelde de konuştuk. Devlet hiçbir güvence vermeden ihaleler veriyor, halka sormadan, talepleri belirlemeden, hiçbir bilimsel çalışma yapmadan paylaşımlara başladı. Demografik yapı düşünülmüyor.
Mimarlar Odasından konuşan katılımcı da yapılan uygulamanın halkın kendi toprağını elinden alınması olduğunu söyleyerek, “Halk olarak kendi gücümüz yetmeyecektir kendi evimizi yapmaya, örneğin apartmanlar vs. var. Tamam devlet bize yapsın, bir yere kadar kabul edelim ama bizim reddettiğimiz şeffaf olmaması” dedi.
Evet, bize sorulmuyor, şeffaf olunmuyor. Meslek odalarına dahi bir açıklama yapılmıyor. Biz bilimsel verilerle, halkın talepleri doğrultusunda, şeffaflıkla bu işin yürütülmesini istiyoruz.
Hatay Barosu’ndan avukat da “madem bizi dinlemiyorlar, bize danışmıyorlar o zaman rezerv alanına karşı her mağdur vatandaş itiraz dilekçesi yazsın” dedi. Rezerv alanı içinde evleri olanlara tebligatlar geliyor, “15 gün içinde rezerv alanın içindeki evi boşaltman lazım” diye. Öğrendim ki bu süre içinde bizim de itiraz hakkımız var. Ne kadar çok itiraz edersek devlet bizi o kadar çok dinlesin istiyoruz. Avukatın da dediği gibi, “O yüzden itirazlarımızı çoğaltalım.”
Biz bu belirsizlik içinde daha çok beklemek istemiyoruz. İhaleler verilmiş durumda. Ama hâlâ Hatay halkının bilgisi yok. Neden gizli yapıldığı da muamma? Ancak biz itiraz edeceğiz, bizler barınma hakkımızı savunacağız!
Yasal bir güvence istiyoruz. Adil, şeffaf, bilimsel çalışmalar doğrultusunda, sosyal yaşamın ve demografik yapının bozulmamasını istiyoruz.”
İkiyüzlü bir devinim içinde müştereklerimiz tarumar ediliyor. On altı ay önce yaşanmış ol depremin ardından bugün halen yaraların sarılamadığı, bırakalım bir yaşamda tutma hali ve çabasını, insanların şimdisinin dahi köreltildiği, ellerindeki umut kıvılcımlarının dahi çalındığı bir yerde, barınma hakkının gasp edilmesiyle son vuruş gerçekleştirilmek istenir. Ölümden kurtulup hayatta kalmanın zorluklarını onca acıya rağmen var edebilenlere elini korkak alıştırmadan bir şamar daha indirilir devletçe. İhaleler dağıtılırken orada kalanları, o kenti ayakta tutanları görmek bir yana bir tek sorularına dahi yanıt verilmeden günler ve günler geçirilir. Belirsiz değil doğrudan bir tahakküm pratiği içerisinde müştereklerimizin sureti temsili bir kere daha hayal kırıklıklarına çıkartılır. Kötülüğün arşıalaya çıkartıldığı bir zeminin her günü cehennemin ta kendisidir. Böyledir.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel – Zorunlu Kaynakça Gazete Duvar
Meramda Paylaşılan Haberler
Hatay'da 'Rezerv Alan' Protestosuna Polis Müdahalesi – Vecih CUZDAN – Bianet
https://bianet.org/haber/hatay-da-rezerv-alan-protestosuna-polis-mudahalesi-296226
Bizler Barınma Hakkımızı Savunacağız – Defne’den Rezerv Alan Mağduru Bir Yurttaş – Evrensel https://www.evrensel.net/haber/520320/bizler-barinma-hakkimizi-savunacagiz
#meram#arzihal#müştereklerimiz#hatay#antakya#demografi#yıkım#talan#vergi#deprem#6şubat#kör karanlık#tahakküm etme#yıldırı#biyopolitik#cerahat#söz#demokrasi#adalet
2 notes
·
View notes
Text
Türkiye Sakatlar Derneği Elazığ Şube Başkanı Metin Fırat: “Ekonomik Krizin Nedeni Engelli Bireyler Değildir”
Türkiye Sakatlar Derneği Elazığ Şube Başkanı Metin Fırat, engellilere yönelik getirilen vergi paketi hakkında açıklamalarda bulundu. Engelli bireylerin ÖTV’siz araç alma hakkına müdahalenin sosyal devlet anlayışına aykırı olduğunu belirten Fırat, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e seslenerek, “Ekonomik krizin nedeni engelli bireyler değildir” dedi. Başkan Fırat’ın açıklaması şöyle: Ekonomi ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, tasarruf tedbirleri kapsamında engelli bireylerin ÖTV’den bağışık araç alma hakkını sınırlandırmaya yönelik hazırlıkları, engelli kamuoyunda büyük ve haklı bir tepkiye yol açmış bulunuyor. ÖTV’den bağışık araç alma hakkı, yıllar önce engelli sivil toplum örgütlerinin mücadelesi sayesinde sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak engelli bireylerin seyahat hakkını kullanmalarını ve toplumsal yaşama etkin bir biçimde katılmalarını sağlamak amacıyla getirilmişti. Özellikle ve üzerinde engeli bulunan ağır durumdaki engelli bireyler açısından son derece önemli bir kazanımdı. Şimdi bu kazanımın elimizden alınması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bakan Şimşek, bu haktan yararlanma süresini beş yıldan on yıla çıkararak hızla değişen teknolojik gelişmeler karşısında engelli bireyleri daha geri otomobil modellerine mahkum ediyor. Engelli bireylerin ölümü halinde yakınlarından ÖTV tahsil ederek, zaten yoksul olan engelli ailelerinin daha da yoksullaşmasına yol açıyor. Oysa, Anayasamızın 2. Maddesinde yer alan sosyal devlet anlayışı, toplumun yoksul, engelli kesimlerinin korunmasını, yaşam standartlarının yükseltilmesini ve toplumsal yaşama katılımlarının güçlendirilmesini amaçlamaktadır. Anayasamızın 5. Maddesinde; devletin temel amaç ve görevlerinin; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğunu belirtiyor. Yine Anayasamızın 10. Maddesi: “Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, hak ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.” demektedir. Bu maddenin mefhumu muhalifinden hareket edersek, engelli bireyler lehine alınan tedbirlerin kaldırılması veya sınırlandırılmasının eşitlik ilkesine aykırı olduğu, bir çeşit ayrımcılık suçunu oluşturduğu ortaya çıkar. Anayasamızın “Sosyal Güvenlik Bakımından Özel Olarak Korunması Gerekenler” başlıklı 61. Maddesi; “Devlet, sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri alır.” diyerek sosyal devlet ilkesinin açılımını, özlü bir biçimde özetliyor. Şimşek’in bu girişimi, aynı zamanda tarafı olduğumuz BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin “Ayrımcılık Yapılmaması ve Eşitlik” başlıklı 5, “Bağımsız Yaşayabilme ve Topluma Dahil Olma” başlıklı 19 ve “Kişisel Hareketlilik” başlıklı 20. Maddelerinin de açık bir ihlalidir. Sözleşmenin “Kişisel Hareketlilik” başlıklı 20. Maddesinin (b) bendi, taraf devletlere “Engellilerin hareketi kolaylaştırıcı kaliteli araç ve gerece, yardımcı teknolojilere, yardım sunan insanlara ve araçlara karşılanabilir bir maliyetle erişiminin kolaylaştırılması” yükümlülüğünü vererek sosyal devlet ilkesini somutlaştırmaktadır. Mehmet Şimşek’in engelli bireylerin ÖTV’den bağışık araç alma hakkını sınırlandıran girişimi, zaman zaman hükümet çevrelerince bu hakkın kötüye kullanılmasına dayandırılmakta ve haklı gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa, dünyada kötüye kullanılma olasılığı olmayan hiçbir hak yoktur. Bu hakların kötüye kullanılmasını önleme yükümlülüğü yine devletlere aittir. Araç takip sistemlerinin geliştirilmesi ve kötüye kullanım halinde caydırıcı nitelikte cezaların getirilmesi, hem bu haksız girişimin gerekçesini ortadan kaldıracak hem de engelli bireyleri, yakın akrabalarının baskısından korunması olanağını güçlendirecektir. Zira, bu hakkın önemli bir bölümü, ucuz araç edinmek isteyen yakın akrabalar tarafından yapılmaktadır. Bu yöndeki teklifleri reddeden engelli bireyler tepkiyle karşılanmakta ve yalnızlaştırılmaktadır. ÖTV’siz araç alımlarının en az ’inden ihtiyaç sahibi engelli bireylerin yararlanamadığı bilinmektedir. Hakkın sınırlandırılması yerine araç takip sistemlerinin güçlendirilmesi ve caydırıcı cezaların getirilmesiyle kötüye kullanımdan kaynaklı araç sahipliği en aza ineceğinden on binlerce aracın ÖTV’sinin tahsili mümkün olacak; milyarlarca vergi gelirinin devletin kasasına girmesi sağlanacaktır. Bakan Mehmet Şimşek’e sesleniyoruz: Ekonomik krizin nedeni engelli bireyler değildir. Bu nedenle krizi çözmek üzere gündeme getirilen tasarruf önlemlerine engellilerden başlamak, vicdan ve akıl dışı bir davranıştır. Bu girişimle siz, Anayasamızın ve tarafı olduğumuz BM Engelli Hakları Sözleşmesi'nin amir hükümlerini ihlal etmektesiniz. Üstelik, araç takip sistemlerini geliştirmek ve cezaların ağırlaştırılması yoluyla ödenmeyen ÖTV’yi tahsil ederek devleti gelirini artırmak yerine, bütün yükü engelli bireylerin ve ailelerinin sırtına yıkarak sosyal devlet anlayışını tahrip etmektesiniz. Cumhurbaşkanımıza ve AK Parti yöneticilerine sesleniyoruz: Şimşek’in bu haksız ve hukuksuz girişimine izin vermeyiniz. Anayasa ve uluslararası sözleşmelere uygun hareket etmesini sağlayınız. Aksi halde milyonlarca engelli ve ailesi, gasp edilen haklarını size helal etmeyecek ve kazanılmış haklarını vermemek için mücadeleye devam edecektir. Read the full article
0 notes
Text
İstikamet
İstikamet hududu seslenir çağlara Hayatın gayesi bendedir beni bulmak Hak zırhına bürün sarsa etrafı istila Her seferinde hakikat çarpar duvara Aya güneşe aldanış zaman mefhumu Sürükler vehim ateşi peşinde mumu Basamaktı vehimin,karşında her fikir Yürek felahı kapısında ara aşındır.
View On WordPress
0 notes
Text
İstikamet
İstikamet hududu seslenir çağlara Hayatın gayesi bendedir beni bulmak Hak zırhına bürün sarsa etrafı istila Her seferinde hakikat çarpar duvara Aya güneşe aldanış zaman mefhumu Sürükler vehim ateşi peşinde mumu Basamaktı vehimin,karşında her fikir Yürek felahı kapısında ara aşındır.
View On WordPress
0 notes
Text
herkesin hiç bir emek vermeden sahip olduklarına sen sahip olmak için kendini paralıyorsun işte bunun adı imtihan. şuan bu yazıyı gözümüzle okuyıoruz ve görmek için fazladan hiç bir emek vermiyoruz. peki gözü körmeyen bir insan ne yaparsa görmeye başlar. ne yaparsa yapsın onun imtihanı görmemekse göremez. dünyanın merkezine de mesaj yollasa , yok inansa da olmaz .çunku bu onun imtihanı ve Allah bitti demeden bitmez. malesef bugün toplumda imtihan mefhumu yok artık.
yıllar önce bir kitap da okumuştum. bir âlim tavsiye veriyordu hayata dair. bu on tavsiyede bşrç" evladım başka insanların hayatları hakkında düşünmeyin."
kımın hayatında ne düşündüysem o başıma geldi orası ayrı konu. biz bişey dinkesek hemen ben olsam nasıl çözüm bulurduk diyoruz. ve kafamızda çözümler üretip o kişiyi suçluyoruz. malesef istediğin çözümü ara o senin imtihanınsa onu iyileştirmen nasip edilmesiyle o durumu iyileştiremezsin.
Allah, bizi yaratırken bize sormadı. bize dünya da cenneti de vaad etmedi. bize verdiği ve tutmadığı bir sözde yok. " ben bunu hak etmiyor muyum?" Allah nimetleri hak etmeye göre dağıtmıyor. öyle olsaydı kâfirlere bir gram su vermezdi.
kafamızdaki kavramları değiştirmezsek malaesef ruhen ve bedenen çok sıkıntı çekeceğiz.
şu modern hayat koçlarını. dedikleri hep zırva. bişey nasip değilse kendini parala olmaz. bu zırvaları dinleyene kadar atasözü öğrenelim daha faydalı olur." nasipse gelir yemenden nasip değilse ne gelir elden."
yok inan başarırsın, yok hayal kur. e o zaman bu kadar peygamberler neden imtihan oldu. hadi biz inanmıyoruz olmuyor onlarda mı inanmadı.
4 notes
·
View notes
Text
Kanuni Sultan Süleyman'ın Semendire Sancakbeyi Gazi Bali Bey'e mektubu
İftihar ul-havass il-mukarrebin mu'te-mid ül-mülûki ve's-salatin katilu'l kefereti ve'l-müşrikin Lala-i zi itibarum Gazi Bali Beg'e
Tevki-i refi-i hümayunum (padişahın yüce buyruğu) vasıl olıcak, malum ola ki tarafınuzdan irsal olman (gönderilen) mektub vusul bulub kıraet olunduktan sonra mefhumu malumumuz olmuşdur. On sekiz pare kal'a feth itmişsün. Otuz bin kızak Tersane-i âmireme gönderüb, altmış bin baş göndermişsün. Berhudar olasun. İki cihanda yüzün ak, ekmeğüm sana helal olsun. Bir tuğ reca eylemüşsün.
Ya Gazi Bali Beg,
daha bir tuğ zamanı degüldür. Gerçi sen bize bu hizmeti ve eyüliği eyledün. Ben dahi senün eyüliğün mukabelesinde size üç eyülik eyledük.
Biri budur ki, size 'Emirü'l Müminin' hitabetiyle hitap eyledük. İkincisi budur ki, sana hil'at-i fahire gönderdük. Üçincisi Hazret-i Rasulü Ekrem sallal-lahü teâla aleyhi ve sellem efendimüzün tuğın virdük. Nefsine gurur getürmeyesin
Seni bu üç nesne ile ta'zim ü tekrim eyledük (ululadık). Bunların üzerine asla bir ihsan olmaz. İmdi sen dahi bu eyülik-lerin şükriniyirine getürmeye sa'y eyleye-sün (çalışasın) ve her iş Allah'dan bilesün ve zinhar (katiyyen) nefsüne gurur getürmeyesün. 'Kendü kılıncum ile bu kadar memleket feth eyledüm' dimeyesün. Memleket Allah'undur. Saniyen Hazret-i Peygamberündür. Salisen emr-i Hak ile Hali-fenündür ve Beg olmak iki kefelü bir terazidür. Bir kefesi cennet bir kefesi cehennemdür. Şunlardan olagör ki, gözleri uyur ise kalpleri uyanukdur. Cümlenin ser-çeş-mesi (başı) adidir. Anı idegör ki bir günün ibadete sayulur. Hak subhanehu ve teâlâ cümlemüzi adil kullarından eyleye. Ser'asker ve Beglik hesabiyle hükmün yüridüğiyerlerde olan zulm ü ta'addiden (tecavüzden) ruz ı mahşerde bize itab olur ise senün damenüne (yakana) yapışam. Ola ki, ol günde şerm-sâr (mahcûb) olmayub yakanı selamet ile alasun ve bir âdemi hizmete kullanmak murad idünürsen zinhar zahiri haline itimad eylemeyesün. Çok kimseler var ki elinde fursat olmadığıvakit salah yüzini gösterirler. Eline fursat girdüği vakitde Nemrud olur.
Velhasıl âdemleri tecrübe ile kanaat et-meyüb behemehal aldanmayasun. Göz kulak tutasın. Kaçan begler ve vekiller eyü âdem olsa reayamın hakki hali eyü olur. Reaya beglerün çerağı gibidür her, kimün dikilür hali yaman olur ve bazı kimseler vardur ki, gündüz saim (oruçlu) gice kaimdürler (namaz kılarlar). Amma putperestlerdür. Şunlardır ki mala mu-habbed idenlerdür. Halkı mal sevmekten özge azdırıcı nesne olamaz. İmdi sen daha fâni olan şeye meyi ü muhabbet eylemeyesün. Nimeti amme-i ibadullah üzerine mebzul (bol) idesün. Kerem elin açasun. Hased üzere olmaktan begayet (pek çok) ihtiraz idesün (sokmasın). Nisabımız mahsuli harcümüze vefa itmez (gelirimiz giderimizi karşılamaz) deyü bî-huzur ol-mayasun. İhtiyaç ü zaruret vâki olur ise buraya bildiresün. Mevcud bulunan hazineden sana üç dört yüz kese harçlık virmeye aczim yoktur. Fetholunan kal'ale-rün emvalü erzaklarını Beyt-ül mâl-i müslimin içün ahz ü kabz (istimlak) eylemeyesün. Zinhar rızayı hümayunum yokdur. Beyt-ül-mâl içün bir mikdarmı alüb bakisin Asker-i İslâm'un hakkıdur ve askere riâyet eyleyesün.
Halka şefkatle muameleİhtiyarlarını baba bilesün. Daha aşağıların kardeş bilesün. Daha aşağıların oğul bilesün. Oğullarına merhamet ve şefkat idesün. Karındaşlarına ikram eyleyesün. Babalarına ta'zim ve tekrim (hürmet) eyleyesün. Asker-i İslâm'a bir vech ile müzâ-yeka (sıkıntı) çekdüremeyesün. Ye ol diyarlarda mütemekkin olan (oturan) iba¬dullah fukarasın gözleyesün. Sadakaya muhtaç bulunanlarun beyt-ül-mâl-i müz¬minden kisvetlerin (elbise) ya harelerim : i zahirelerin göresün. Fukara Hakk Te-âlâ'nın kulıdur. Beyt-ül-mâl-i müslimin ibadullah hakkıdur ve sadat-ı kiramdan fseyy idler den j mütemekkin olmış var ise ism ü resmi ile asitaneme (payitahta) arz idüb bildiresün. Miri tarafından vazife tayin olınııb Evlâd-ı Resule bir vech ile mü-zâyeka cekdirmeyesün ve reaya fukarasına ester ve şiiri saf zahirelerinden maada yarını akçe teklif ve rencide olınduğma kata rızamyokdur ki bizim reâyamuzun rahat-ı halini küffarun reayası görüb reşk eylesünler (kıskansınlar). Meyi ü muhabbetleri bizüm canibimize olsun ve kıdvetül kuzatı vel mekarim madinül fazlı vel kelam mevlana Mustafa Efendi'yi ordu kadısı nasbedüb gönderdim Vardukda ke-mal-i mertebe şer-i şerife itaat ve inkıyad idesün. Nucum ül ülema-i mascumun muktezasınca hatir-i atirin rencide eyle¬meden begayet ittihaz idesün. Zira ulema varis-i enbiyâdur ve bazı kura vakf murad eylemişsün.
Vallahil azim feth olman kurâlarun (köy ve kasabaların) cümlesin vakf bağlarsan makbulümdür. Vakfı murad olınan kurâlarun müfredat defterleri gönder ve senden sonra nesl-i Osmaniyye evlâdın¬dan gelen padişahla ve vüzera-yı izam ve mir-i miran ve mir-i liva ve kuzat ve bil cümle ehl-i İslâmdan her kim ki senün ev-lâduna riayet eylemeye, lânetullahi aleyhim ecmain üzere olsun. Ruz-i mahşer'de davacısı olub husûmet iderüm.
İmdi ya Gazi Bali Beg
sen dahi etek dermiyan idüb (ortaya koyup) din-i mübin uğrına ve umur-ı saltanata bezl-i mak-dur sarfidesün (elinden geldiği kadar gayret edesin). Yigidün bahadırlarun saklayasun. Atun yüğriğin besleyesün ve külcün hıfzedesün. Kerem babın güşad eyle-yesün (açasm). 'Ni'mel Mevla ve ni'men-nasir' zikrini tekrardan hâli olmayub zahir erenlerün bâtın erenlerün himmetlerini yoldaş kılüb üdü rabbakum tazarru-an ve hufya'ayetin boynuna hamail (muska) idüb ve benüm hayr-i duam mülahza eyleyüb Hak sübhanehu ve teâlâ uğurun açuk eyleye ve ada-i din üzerine daima As-ker-i İslam ile seni muzaffer eyleye. İki cihanda yüzün ak ola. Şöyle bilüb Emr-i Şe-rifümle âmil olasun.
Amin, bi Hakkı Seyyiü'l mürselin
Sene 983 (1532)
3 notes
·
View notes
Text
Haniflik
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Hanîf, sözlükte; “hanef” masdarından bir sıfattır. Hanef, dalaletten doğruluğa, çarpıklıktan düzgünlüğe meyletmek demektir. Nitekim doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletmeye de “cim” harfi ile “cenef” denir. Şu halde hanîfin asıl mefhumu; eğriliği bırakıp, doğrusuna giden demektir. Bu mefhum ile örfte İbrahim aleyhisselamın milletine isim olmuştur ki; batıl din ve batıl ilahlardan kaçınıp yalnız bir olan Allah’a eğilen “Müvahhid” demektir. Hanîf’in çoğulu ise Hunefâdır.
Bazı Müfessirler, haniflerin ‘hacılar, sünnetli olanlar, annenin ve mahremlerin nikahını haram tanıyanlar, namazda kıbleye yönelenler, İbrahim aleyhisselamın dinine uyanlar’ anlamlarına geldiğini yazmışlardır. Bunlardan başka Ebu Kilâbe’ye göre: “Peygamberleri arasında hiç birini ayırt etmeyiz” (Bakara: 285) âyetinin işaretiyle peygamberlerin hepsine iman edenler anlamına gelir. Dinin hepsini bir araya toplayanlar diye de tarif edilmiştir ki, bu son iki tarif, birbirine yakındır. Ancak, bu tariflerin çoğu mefhumu ile değil, bazı özel durumlarda tarif edildiği için tam bir tarif değildir.
İslam ıstılahında ise genel olarak: Bütün bâtıl akidelerden İslam’a meyletmektir.
Kur’an-ı Kerimde ‘hanîf‘ ile ilgili bazı ayetlere bakacak olursak:
Allahu Teâlâ ayet-i kerimesinde:
“İbrahim ne bir Yahudî, ne bir Hristiyandır. Fakat o Allah’ı tanıyan (Hanif) dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi” (Al-i İmran: 67).
Buyurarak başka birkaç ayette daha olduğu gibi hanifliğin en güzel misallerinden İbrahim aleyhisselamın hanifliğini beyan etmiş ve O’nu, dolayısıyla da tüm O’nun yolunu takip eden hanifleri övmüştür.
Burada ‘İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hristiyandır’ buyurulduğu gibi yine Bakara suresi 135. ayetinde de Yahudi ve Hristiyanlıktan ve ehli kitabın hasletlerinden beri olduğunun beyanı ve Yahudi ve Hristiyanların İbrahim aleyhisselamın kendi dinlerinden olduğu iddialarına da bir cevap teşkil ettiği anlaşılıyor. Zira O, azabı hak edecek ve dalaleti taşıyacak herhangi bir amel işlememiştir. ‘Fakat O Allah’ı tanıyan’ O’nu tanımış olmakla da rabbi olan Allah Subhânehû ve Teâlâ’dan gayrısını rahatlıkla ayırt edip reddedebilecek bir yapıya sahipti. O’ndan gayrisini tam bir teslimiyetle reddetmekte bir taviz vermeyen, özü sözü bir ���dosdoğru bir müslümandı’. İbrahim aleyhisselam bu vasıflarıyla tam manasıyla olan bu doğruluğuna hiçbir eğrilik ve şirk katmamıştı. Bu özelliğiyle de O, ‘Müşriklerden de değildi.’
Taberî rahilmehullah şöyle demiştir: “‘Lakin hanif idi’ yani gerekleriyle emredilmiş olan hidayet delili üzerinde müstakim olarak Allah’ın emir ve taatine tabi idi. ‘Müslüman’ yani kalbi ile Allah’a huşu duyarak ve organlarıyla O’na yönelmiş bir şekilde, kendisine farz kılınan ve hükümlerinden kendisine şart koşulanlara farkında olarak itaat eden biri demektir.” (Taberî Tercüme, 1/258)
İbni Kesir rahimehullah şöyle demiştir: “Hanifdi, yani şirkten vazgeçip imana yönelendi, demektir.” (İbni Kesir Tercüme, 4/1278)
“De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in hanif dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.” (Ali İmran: 95)
Bu ayetle de İbrahim aleyhisselamı örnek alıp ona uyarak dinin hanîf bir şekilde yaşanması istenmiştir.
Allah-u Teâlâ hakkı ortaya koymuştur, uyulacak olan hak ortadadır. Böylece bundan sonra; müşrikler, Yahudi ve Hristiyanlar gibi yalan ve iftiralar ile Allah’a ortaklar koşmayın. Ortaya konan doğrulardan sonra size her türlü zulüm ve münkerât belli olmuştur. Böylece bu isyan ve şirk fiillerinden soyutlanıp ‘hakka yönelmiş olarak İbrahim’in hanif dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.’
“O halde sizler, Allah’ın seçtiği din üzere bulunduğunuza dair iddianızda samimi iseniz, tahrif edilmiş Yahudi ve Hristiyalığa değil Alllah’ın dostu olan İbrahim’in, hakka yönelen Hanif dinine tabi olun. İbrahim… Hanif didine mensuptu, müslümandı. ibadet ve itaati sadece rabbine yapardı.” (Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 2/319.)
“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30)
Müfessirler, âyet-i kerimedeki “fıtrat”ı, ‘hak dini kabule kabiliyetli’ anlamına hamlederler ki, ayetin gereği budur. Asıl yaratılış demektir.
İbn Atiyye diyor ki; “Fıtrat lafzının en iyi tefsiri, insanın Allah’ın yarattıklarını fark etmeye yarayan ve dünyevî işleri de birbirinden ayırabilmeye uygun bir kabiliyettir. Bu kabiliyet açıldıkça, kul yaratıcısını bilir ve bulur, şerîattaki güzelliği idrak eder.”
Fıtrî din, İslâm dinidir, tevhîd dinidir ve bir Allah’a imân dinidir. Âdem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar bütün peygamberler fıtrî din olan İslâm dininin esaslarını ve tevhîd akidesini tebliğe memur edilmişlerdir.
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah aleyhisselam şöyle buyuruyor: “Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anası ile babası ona yahudî yahut hristiyan veya mecûsî yaparlar. Nasıl ki, her hayvanın yavrusu tam azalı olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü?”Sonra Ebu Hüreyre radıyallahu anh; “(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30) mealindeki ayet-i kerimeyi okumuştur (Buhârî, Cenâiz, 80).
Bir hadis-i kudsîde Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Ben kullarımı hanifler olarak istikamet ve selâmet üzere yarattım” (Aynî, Umdetü’l-Kârî, VIII, 179).
İnsan islam fıtratı üzerine yaratılmıştır, yani islamı kabullenmeye kabiliyetli bir yapıdadır. Doğumundan itibaren islam hükümlerinin hakkında icra edilmesinde bir sıkıntı ve zorluk yaşamaz ve buna tabi olur, kabul eder. İnsanın azıcık akletmesi ve düşünmesiyle de bulabileceği tevhiddir bu. Ve yaşayacağı tevhid dinidir. İşte insan hanif olarak yani fıtri yapısını kullanıp azıcık düşünüp, şirkin ve küfrün yanlışlığını idrak edip bundan beri olarak yüzünü bunlardan alıkoyup üzerinde yaratılmış olduğu dine, tevhid dini olan islama çevirmelidir.
“Hanîf olarak” tabiri ise; tahrif edilmiş, nesh olmuş bütün dinlerden uzaklaşmış olarak, tam bir itidal ve denge ile yönel, demektir.” (Kurtubi Tercüme, 13/471-472.)
Bu azıcık fıtri düşünmeye Allah-u Teâlâ Rum suresi 28. Ayette değinmektedir:
“Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda -birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit (haklara sahip)- ortaklarınız var mı? İşte biz ayetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklıyoruz.” (Rum: 28)
Allah-u Teala bu gibi ayetlerde insanların kendilerine verilen akıllarını kullanmalarını ve kabule kabiliyetli yaratıldıkları İslam dininde kalmaları için tevhidin ilk rüknü olan reddi, şirkin ve küfrün her çeşidine karşı yapmalarını istemektedir. İşte kişi bu şekilde şirkin ve küfrün kötülüklerini anlayarak, bunların bir zulüm olduğunu kavrayıp tam manasıyla bunlardan soyutlanmasıyla hanîf sıfatını kazanır. Ve böylece hanîf olarak tevhidin rükünlerinden olan reddi ve bu reddin akabinde kabulü bilinçli bir şekilde gerçekleştirir.
“İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, hanif dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa: 125)
Yer yüzündeki en mükemmel din islam dinidir. Onun en iyi icrasıda İbrahim aleyhisselam gibi hanif olarak dini güzel bir şekilde yaşamaktır.
İmam Taberi diyor ki: “Hanîfen, yani onun metod ve yolu üzerinde dosdoğru olarak.” (Taberi Tercüme, 1/410.)
İbni Kesir ise: “Hanif, şirkten bilerek yüz çeviren, yani basiretle şirki terk eden, bütün bedeniyle hakka yönelen ki onu bundan ne bir engel alıkoyabilir ne de uzaklaştırabilir, demektir.” (İbni Kesir Tercüme, 5/1944)
“Halbuki onlar Allah’a Onun dininde ihlas sahibi ve hanifler (müvahhidler) olarak, ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyla emr olunmamışlardı. En doğru din de bu idi.” (Beyyine: 5).
“Bu âyet Allah-u Teâlâ’nın şu kavli gibidir: “Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka ilâh yoktur, Bana kulluk edin, diye vahyetmişizdir.” (Enbiyâ: 25)
Burada dini yalnız Allah’a tahsis ederek O’na kulluk etmek anlamına “hanîfler” buyuruluyor. Yani şirkten tevhide dönenler. Bu, Allah-u Teâlâ’nın şu kavli gibidir: “Andolsun ki her ümmete: Allah’a ibâdet edin ve putlardan kaçının, diye peygamberler göndermişizdir.” (Nahl: 36) (İbn Kesir Tercüme, 15/8562-8563)
bütün dinleri bir kenara bırakarak, İslâm dinine yönelerek… demektir. İbn Abbas şöyle diyordu: Hanifler, İbrahim (a.s)’ın dini üzere olanlar, demektir. Hanif’in; sünnet olan ve hacceden kimsenin adı olduğu da söylenmiştir ki bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır. Dilciler de şöyle demiştir: Bu lafzın aslı “İslâm’a yöneldi” demek olan; ” İslâm’a hanif oldu (yöneldi)” ifadesinden gelmektedir. (Kurtubi, Tercüme, 19/257-258.)
Sonuç olarak:
Buraya kadar naklettiğimiz nakillerden ve açıklamalardan anlaşıldığına göre hanif, kasıt ve basiretle şirki, şirkin kötülüğünü, zarar ve yıkımlarını bilerek terkeden ve Allahın dışındakileri bir yana bırakıp, onları reddedip, ihlâs ile Allah-u Teâlâyı ilah olarak birlemeye yönelen kişi demektir. Ki bu, şirk koşmaktan uzak, rabbi için islam üzere dosdoğru olan kişi demektir.
Rabbim cümlemize bu dini İbrahim aleyhisselam gibi hanîf olarak yaşamayı nasib etsin. Allahumme amin…
1 note
·
View note
Text
Manifestolar, Akımlar, Yazarlar üzerine… – Gilles Deleuze
…
Günümüzde durum nedir?
Uzunca bir süredir edebiyat ve hatta diğer sanatlar, ‘ekoller’ halinde örgütleniyorlar. Ekoller ağaç-görünümlü yapılardır.. Ve daima dehşet vericidirler: her zaman hep bir Papa, manifestolar, temsilciler, avangardist bildiriler, mahkemeler, aforozlar, küstahça ani politik döneklikler ortalıkta arz-ı endam eder.. Ekollerin en kötü yanları, (bunu çoktan hak etmiş) müritlerinin kısırlaştırılması değildir yalnızca, kendinden önce ve kendileriyle birlikte varolan her şeyi ezip boğmaları ve yok etmeleridir- Sembolizm 19.yüzyıl sonundaki o müthiş zengin şiirsel hareketi nasıl boğduysa, Sürrealizm uluslararası Dada hareketini nasıl ezdiyse…Artık bir ekolden olmak için bir bedel ödenmiyor fakat ekoller kapkaranlık bir örgütlenmenin faydasına çalışıyor: bir nevi marketing yani çıkarların, kârın, menfaatin oynaklığı.. Ve artık kitaplarla hiç bir alaka tesis edilemez, ama gazete makaleleri, televizyon programları, tartışmalar, gizli oturumlar, varlığı gerekli bile olmayan kitaplar üzerine yapılan yuvarlak masa toplantılarına kayar bu ilgi. Bu acep Mc Luhan’ın kehanet ettiği ‘kitabın ölümü’ müdür? Burada karşımızda karmakarışık bir fenomen duruyor: her şeyin ötesinde sinema ve belirli boyutta gazete, radyo ve televizyon, yazarlık işlevini sorgulamada güçlü öğeler olmuşlar ve artık yazarlığa duhul olmayan -en azından potansiyel olarak- yaratılıcılıkları ortaya çıkarmışlardır.
Fakat yazının kendisi, yazar işlevinden kendini kurtarmayı öğrendiği ölçüde yazı kendisini periferide yeniden kurar ve radyo, televizyon, gazete ve hatta sinema (cinéma d’auteur) karşısında itibarını yeniden kazanır. Aynı zamanda gazetecilik, gündemi ve olayı gittikçe artan bir şekilde yarattığı mühletçe gazeteci kendisini yazar olarak bulur ve itibardan düşmüş bir işleve (yazarlığa) hakikatini iade eder. Basın ve kitap arasındaki güç ilişkileri bütünüyle değişmiştir, yazarlar ve aydınlar gazetelerde çalışmaya başlamışlar ya da bir tür kendi kendilerinin gazetecileri olmuşlar, mülhakatçıların, mülahazacıların, sunucuların-programcıların uşakları haline gelmişlerdir: yazarın gazetecileşmesi; el etek öpen yazarı bu hale getiren radyo ve televizyonların soytarılık numaraları. Dolayısıyla bugün eski moda ekoller ‘marketing’in imkanlarıyla yer değiştirmiştir. Bu yeni durum André Scala tarafından çok iyi bir şekilde tahlil edilmiştir. Yani sorun yalnızca yazmak için değil; ama ayrıca sinema, radyo, televizyon, ve hatta gazetecilik için yaratıcılık ve üretkenlik mefhumlarını daima yenilenen bir yazarlık mefhumundan kurtarmaktan mürekkeptir. Bunun yazar için mahzuru, kurulu iktidarda, baskın anlamlar dizgesinde, bütün bu üretilmiş söylemlere tabi olan sözcelemlerin öznelerini biçimlendirmek, kendini tanıtmak ve onaylatmak, bir başlangıç ve hareket noktası yaratmaktır: “(muktediratımda) Ben…olarak”. Yaratıcılık mefhumu bundan bütünüyle ayrıdır; ağaç-görünümlü değildir, rizomdur (köksap), onaylanan-kabul görenin tamamen dışındadır: Aralıklarda, arakesitlerde, kesişen çizgiler, tam ortada kesişen noktalar boyunca ilerler: Özne yoktur, fakat kolektif olarak düzenlenmiş bir sözcelem vardır; belirteçler yoktur yerine müzik-yazı-kuram-ses-görüntü ve onların yansımaları birbiri içine geçmeleriyle hareket eden bir topluluk-kolektifte vardır. Orada bir müzisyenin yapıp ettiği başka bir yerde bir yazarın işine yarayacaktır, bir bilim adamı bütünüyle farklı bir rejimi harekete geçirir, bir ressam bir fırça darbesiyle bir sıçramaya neden olur: Bu ilgi alanları arasındaki karşılaşmalar değildir yalnızca her ilgi alanı kendi içinde karşılaşmalar üretmiştir: tüm bu perde aralıkları (intermezzolar) yaratımın kendisidir. Bu, ortak bir projede ne konunun uzmanlarının aralarındaki bildik bir tartışma ne de önceden tasarlanmış bir tür disiplinlerarası konuşmadır. Şüphesiz yeni marketing ve eski ekollerin bizim bütün bu olanaklarımızı tüketmeye güçleri yetmeyecektir; her şey kendini yeniden başka bir şekilde kuruyor, yeniden başka bir yerde üretiyor. Konuşturulmayanların, susturulanların dilsizliği ve yaratıcılık arasındaki bu bağları kuracak, üretim gruplarını harekete geçirecek, gazeteler, televizyonlar ve radyoların uşağı olmayı reddedecek aydınlar, yazarlar ve sanatçıların bir yasası olmalı. Bu asla zavallılar, kurbanlar, işkence ve zulüm görenler adına konuşmak değildir, bütün bu şeylerin ötesinde yaşayan bir çizgi, kırık bir çizgi yaratmaktır. Ne olursa olsun en azından aydınların dünyasında, ekol yaratan bir yazar olmak isteyen ya da narsistik filmleri, röportajları, yayınları ve ruhi durumlarını-şimdiki utançlarını- dayatan ‘marketing’e duhul olmuş ya da tüm bunların hayalini kuran, hayal etmeyip bizatihi yapan yazarları ayırt etmek, işaret etmek gereklidir. Usta ya da mürit olarak aydın, orta sınıf ya da kıdemli bir memur olarak aydın: işte karşımızdaki iki tehlike budur… (1977)
(http://www.umass.edu/complit/aclanet/ACLAText/deleuze.htm)
https://traductionact.wordpress.com/2009/08/05/manifestolar-akimlar-yazarlar-uzerine-gilles-deleuze/
0 notes
Photo
İslamiyeti seçmesinin sebebi İslam dini, yalnız dünyada değil, ahirette de yol göstermektedir Sual: İslamiyete gericilik, zamanı geçmiştir diyerek saldıranlara karşı ne demeli, nasıl bir cevap vermelidir? Cevap: Bu konuda hem bir diplomat, hem bir misyoner ve hem de sosyal meselelerle meşgul olmuş bir ilim ve din adamı olan Alman Muhammed Emin Hobohn, Müslüman oluşunu ve İslamiyet hakkındaki görüşlerini şöyle anlatmaktadır: “Avrupalıların dinlerini terk ederek Müslüman olmalarının birçok sebepleri vardır. Bunların başında Hak gelmektedir. İslam dininin esas kaideleri o kadar mantıki, o kadar doğru ve dürüsttür ki, dinde hakkı, hakikati arayan aklı başında, okumuş bir insanın bunları kabul etmemesi imkânsızdır. İslam dini, bir tek mabûd bulunduğunu bildirir. İnsanların sağduyusuna hitap ederek, onları birçok hurafelere inandırmaya tenezzül etmez. İslam dini, dünyadaki bütün insanların, hangi ırktan gelirse gelsin, hepsinin Allahü teâlânın kulu olarak birbirlerine müsavi, birbirinin benzeri olduğunu bildirir. Biz Almanlar, esasen Allahü teâlânın bize kuvvet ve kudret veren, ruhumuzu kemale erdiren büyük bir Hâlık, Yaratıcı olduğuna inanırız. Allah mefhumu bizim içimize emniyet ve huzur getirir. Fakat Hıristiyan dini, bu huzuru verememektedir. Yalnız İslam dini Allahü teâlânın büyüklüğünü bize öğretmekte, aynı zamanda öldükten sonra insan ruhunun nereye gideceği hakkında bize rehber olmaktadır. İslam dini, yalnız dünyada değil, ahirette de bize yol göstermektedir. Ahirette rahat etmek için dünyada ne yapmak lazım olduğunu, çok açık ve mantıki bir tarzda öğretmektedir. Allahü teâlânın, ahirette, insanlardan dünyada yaptıkları işler hakkında adilâne hesap soracağını bilmek, onları dünyada doğru ve dürüst hareket etmeye sevk eder. Bunun için hakiki Müslümanlar, dünyada iyice düşünmeden ve yapacakları işin hakikaten hayırlı olduğuna inanmadan hiçbir iş yapmazlar. Böylece, bu büyük din, hiçbir dünyevi polis teşkilatının yapamayacağı bir şekilde, insanları teftiş, kontrol etmekte ve onların daima doğru yolda kalmalarını temin etmektedir.” https://www.instagram.com/p/ChCvl8Cqfqs/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Text
Başkan Vekili Aydın’dan "24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı" mesajı
Van’ın İpekyolu Kaymakamı ve Belediye Başkan Vekili İhsan Emre Aydın, "24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı" nedeniyle bir mesaj yayımladı.
Başkan Vekili Aydın, mesajında, “Kişi hak ve hürriyetlerine saygılı, kamu yararını gözeten ve hukukun temel ilkelerini kendilerine düstur edinmiş basın mensupları, şüphesiz ki toplumumuzun birlik ve beraberliğinde önemli rol oynamaktadır. Çok önemli bir toplumsal görevi, zaman ve mekan mefhumu gözetmeksizin, büyük bir özveri içinde yerine getiren değerli basın çalışanlarımızın yaptıkları çalışmalar takdirle karşılanmaktadır.
Bu duygu ve düşüncelerle başta ilimizde faaliyet gösteren yerel gazete, televizyon, radyo, dergi, internet ve haber ajanslarının temsilcileri olmak üzere tüm değerli basın çalışanlarının 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı'nı kutlar, kendilerine sağlık, başarı ve esenlikler dilerim” dedi. Read the full article
0 notes
Text
Hep Eksik Kılınıyor Hayat!
Didaktik, belirgin bir biçimde saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. İnsanlık mefhumu, insana ait olan hakkaniyet / hak ve hürriyet tanımlamalarının topyekun zehirlendiği, afaki bir biçimde görmezden gelindiği bir zeminin ortasındayız. Her yanımız simsiyah. Hemen her günümüz kapkaranlık. Dünden ağır bir şimdi, şimdiden teyakkuz halinde yıkımlar bir biçimde sınırlandırmalar üstünden ilerleyen, yok etmenin eşiklerini araya duran bir yerin hazin öyküsüdür mesele. Her şekilde hemen her anlamda, sıradanın hakkının, hukukunun alelade değil doğrudan milimetrik yıkıma terk edildiği zeminde mübalağa değil doğrudan yaşadığımız yerin halidir mesele, meselemiz.
Madun siyaset aktörlerinin hepsinin, hep birlikte ama en çok da baş efendi ve şürekasının suna geldiği yenilenmiş ülke şablonunda bu mesel olunan yıkımın / yok etme / çürütmeye dair pek çok örnek birlikte var edilir. Gündelik yaşam tahayyülünün açmazlara rehineliği bir yanda, toptancı bir zihniyetin artık vahamet sınırlarını da aşan sınırlama çabaları diğer yanda, her durumda o yok etme istemi sürekli güncel bir mesele kılınır. Belirsiz değil her anlamda doğrudan yinelenen haller / tahayyül ve pratiklerle birlikte o cürüm sahasına bir adım daha yaklaşılır. Yazılı, verili hakların ters yüz edildiği, ya hiç, ya yok sayıldığı kala kala bir avuç insani mefhumun savunusunun avuntu kabilinden bildirildiği yerde yıkımın her nereyi, her neyi kapsadığı zaten afakidir. Cürümlere tutunarak ilerleyen bir menzilde, salt rakamlardan ibaret görülen asgari ücretin güncellenmesi, memur, emekli maaşlarına doğrudan yapılmış müdahaleler bir iyileştirmeyi değil tam aksine, güncellendikçe daha da dipsiz bir karanlığı arşınlamayı mümkün kılar. Cerahat elinin, eline kan bulaşıp oturmuş o sermaye ile kotardığı vizyonsuz ülke pratikte zorun / ceberut olagelen bir sarmalın kendisi olarak güncellenendir. Budur artık yeni ülke, her dem daha ağır yıkımların sahnelendiği bir cerahat sarmalı.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “ENAG'ın yüzde 108,58 olarak açıkladığı yıllık enflasyonu TÜİK'in yüzde 38,21 olarak açıklaması üzerine KESK İstanbul Şubeler Platformu Cevahir AVM önünde "İnsanca yaşanacak ücret istiyoruz" şiarıyla basın açıklaması gerçekleştirdi. Tüm illerde ortak gerçekleştirilen basın açıklamasını İstanbul'da KESK İstanbul Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Ayfer Koçak okudu.
"İyileştirme Gerçek Enflasyon Üzerinden Yapılsın"
Basın açıklamasında esnasında "TÜİK şaşırma, maaşımı aşırma", "Rakamlar sahte, yoksulluk gerçek", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganları atıldı. Basın açıklaması öncesinde konuşan Eğitim Sen İstanbul 1 Nolu Şube Başkanı Mesut Mike, "Maaşlarımızın yoksulluk sınırı üzerinde olmasını istiyoruz, bugün yoksulluk sınırı yapılan pek çok araştırmaya göre 34 bin ile 35 bin civarında. TÜİK'in açıkladığı enflasyon rakamlarının doğru olmadığını, bugün bize yansıyan yakıcı enflasyonun ise kesinlikle 100'ün üzerinde olduğunu görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz. O nedenle yapılan iyileştirmeler enflasyona ezdirilmeyecek deniyorsa zamların gerçek rakamlar üzerinden yapılması gerektiğini bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz" dedi.
"Büyümeyle Övünenler Refah Payını Emekçilerle Paylaşmıyor"
Koçak basın açıklamasına “Alanlardayız. Çünkü güvenli bir gelecek, güvenceli bir iş istiyoruz. Alanlardayız çünkü büyükşehirlerde 12 bin TL’yi aşan ev kiralarını karşılayacak gücümüz kalmadı” diye başladı. TÜİK’in hayat pahalılığını en az yarı yarıya düşük göstererek maaş artışlarımızı bir kara delik gibi yutmaya devam ettiğini ifade eden Koçak, “Yaşadığımız gerçek hayat pahalılığı ile ilgisi olmayan bu sanal rakamlar özellikle maaş zammı alacağımız dönemlerde daha da aşağı çekiliyor. Seyyanen yapılması zorunlu hale gelen artışlar bunun en büyük itirafıdır” dedi.
"22 Bin TL 55 Günde Bile Eridi"
Ülkeyi yönetenler tarafından yıllardır “işçiyi, memuru, emekliyi, asgari ücrete ezdirmedik” nutukları atıldığını vurgulayan Koçak, “Yandaş Memur-Sen yöneticilerinin her toplu sözleşmede iktidarın belirlediği hedef enflasyon rakamlarına imza atmasından bıktık. Türkiye tüm çalışanlar için bir asgari ücretliler ülkesine çevrilmiş bulunuyor. En yüksek ücreti alan kamu emekçisi maaşı dahi yoksulluk sınırı altında kalıyor” ifadelerini kullandı.
Koçak iktidarın seçimlerden önce verdiği “en düşük memur maaşı 22 bin TL olacak” sözünü hatırlatarak Türk lirasının sadece son 55 günde dolar karşısında %25 değer kaybettiğini ifade etti. AKP’nin her fırsatta büyüme rakamları ile övündüğünü vurgulayan Koçak, o büyüme rakamlarını emeği, alın teri ile yaratanlara, bizlere refah payı vermeye yanaşmadığını söyledi.
"Ağustos Ayında Ankara’da Olacağız"
Kamu emekçilerine seslenen Koçak, “Gelin yıllardır tekrarlanan bizi her geçen gün daha sefalete iten bu oyuna artık dur diyelim. Ne TÜİK’in sahte enflasyon rakamlarına ne iktidarın refah payı aldatmacasına kanmayalım. Yandaş basının müjde haberlerine itibar etmeyelim. Bugün sunulan 17.55 + 8077 seyyanen zam ile kamu emekçilerinin eline geçek olan gelir bugünkü yoksulluk sınırının dahil çok altında kalmaktadır” dedi. Toplu iş sözleşmesi süreci için bilerek kamu emekçilerinin tatilde olduğu ağustos ayının tercih edildiğinin altını çizen Koçak, tüm kamu emekçilerini Ankara’ya davet etti.
"İnsanca Yaşanacak Ücret İçin Mücadele Etmek Zorundayız"
Kamu emekçilerini, emeklileri yıllardır kaybettiren bu yoksulluk ve sefalet düzenine karşı insanca yaşayacak ücret, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelesinde omuz omuza vermeye çağıran Koçak, KESK adına talepleri yineledi:
* Bunun için en düşük kamu emekçisi maaşı temmuz ayı itibari ile eş ve çocuk yardımı, yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmalıdır.
* Her üç ayda bir yoksulluk sınırında yaşanan artışa göre güncellenmeli, üzerine her çeyrekte yaşanan büyüme rakamları refah payı olarak eklenmelidir.
* Gelir vergisi birinci dilim oranı %15 ten %10’a düşürülmeli, yoksulluk sınırına kadar olan maaşlar-ücretler birinci vergi diliminde sabitlenmelidir.
* Seçim öncesi verilen kira yardımı, mülakatın kaldırılması sözlerinin gereği zamana yayılmadan hemen yerine getirilmelidir.”
Daimi bir biçimde kendi kötülük eşiğini durmadan güncelleyen bir zemindeyiz vesselam. Hiç kimseyi ezdirmedik lafzı döndürülüp, ısıtılıp aralıksız servis edilirken oluşturulan tüm o cerahatin her neye tekabül ettiği zaten başlı başına dile getirilenler ile anlatılmıştır. Bugünün ülkesinin dününden de ağır bir sınamayı, iyileştirme diyerek kaktırma çabasının vardığı düzlemin ne kadar hazin bir sonucu beraberinde getirdiği o eylemlerle çıka geleni, itirazı dikkatle baktığımızda gözler önüne serer. İktidarın yalan / riyayla birlikte kurduğu ve var ettiği ülke tiradının nasıl da boşa düştüğü gözler önündedir. Büyüme rakamları, bir biçimde var edilen muktedir ülke olma halleri, hiçbir surette yaşamda imkanları, olasılık, ihtimalleri bırakılmamış bir kesimi / büyük çoğunluğu sessizlikle kuşatır. Geçinmenin bir biçimde tamama erdirilip, lütfen var edilen iyileştirmeler karşısında anında gerisin geriye iptal olunmasının / heder edilmesinin mesel edilmediği bir yerde emekçilerin sesini kim, nasıl, nerede duyacaktır? Sahiden bunca bodoslamadan ilerlenen bir yok etme kültürünün, ekonomik çökertme halinin ortasında, bütünüyle var edilen imdat çığlıklarını kim nerede, ne zaman duyacaktır?
Düzenleme diye düzensizliğin, iyileştirme diye yoksunlaştırma hallerinin, gelir artırımı ve refah derken yerinde sayan bir eksiltmeyi reva gören, bunu sadece asgari ücretliye değil aynı zamanda kendisinin de oy deposu kıldığı / bildiği emeklilere de var eden bir düzlemde kim neyin hakkını, nerede ne zaman duyacaktır? “Önergelere göre yüzde 25'lik zam, daha önce 5 bin 500 liradan 7 bin 500 liraya yükseltilen en düşük emekli aylığına uygulanmayacak. Emekli zamları sadece kök aylıklara yapılacak. Buna göre örneğin kök aylığı 6 bin lira olup Hazine desteğiyle 7.500 lira aylık alan emeklinin 6 bin liralık kök aylığına yüzde 25 zam yapılacak.” Sonucunda dönüp dolaşıp, batmaya son sürat devam denilen bir menzilde iki gıdım hayat hakkını da çok görmeye devam diyenlerin elinde kalakalır ülke? Misal, hiçbir biçimde görünür kılınmayan, artık mevzu dahi edilemeyen o asgari ücretle / devlet memurunun asgarisi arasındaki uçurum bahsi ne açılır / ne söz hakkı ne de tek bir itiraza yer bıraktırılır. Ülke nüfusunun ekseriyetle ezici çoğunluğuna takdim edilen / eline kan oturmuş sermayenin vermemek için kırk takla atıp, vergisinden düşmeye gayret ettiği asgari ücretin kuş kadar kılınması mesel olunmaz, bu açık imdatları kim ne zaman duyacaktır ki sahiden?
BirGün Gazetesinden iliştirelim: “Temmuz ayı memur maaş katsayısındaki yeni düzenleme kapsamında artırılan sosyal yardım ödemeleri artırıldı.
Düzenlemeye göre, yaşlı aylığı 2 bin 348, yüzde 40-69 engelli aylığı 1874, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı ise 2 bin 811 liraya yükseltildi.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, artışa ilişkin yazılı bir açıklama yaptı.
Göktaş, açıklamasında, "Yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal yardım programlarımızın aylık ödemelerini artışlı bir şekilde hak sahiplerimizin hesaplarına yatıracağız" dedi.
Dezavantajlı durumdaki bireylerin çeşitli hizmet ve sosyal yardım modelleriyle desteklendiğini ifade eden Göktaş, memur maaş katsayısında yapılan düzenleme sonrası sosyal yardım programlarının aylık ödemelerini artırdıklarını belirtti.
Bakan Göktaş, şunları kaydetti:
"Temmuz ayı memur maaş katsayısında yapılan yeni düzenleme sonrasında sosyal hizmet modelleri kapsamındaki yaşlı aylığı 1997 liradan 2 bin 348 liraya, yüzde 40-69 arası engelli oranına sahip vatandaşların aylığı 1594 liradan 1874 liraya, yüzde 70 ve üzeri engelli raporu bulunan vatandaşların aylığı da 2 bin 392 liradan 2 bin 811 liraya yükseldi. Diğer yandan 18 yaş altı engelli yakını olan vatandaşlara ödenen engelli yakını aylığı 1594 liradan 1874 liraya, hafif silikozis aylığı 3 bin 445 liradan 4 bin 50 liraya, orta silikozis aylığı 3 bin 938 liradan 4 bin 629 liraya, ağır silikozis aylığı ise 4 bin 388 liradan 5 bin 158 liraya çıktı."
Her şey ortadayken hangisini neresinden yazarsınız sahiden? Bütünüyle kafasını kuma gömülü tutmaya devam diyen hazirunun varlığı söz konusuyken şu yukarıdaki haberlerin hiçbir anlamı yok mudur? Sokağa çıktığınızda düşünmekten heder olup, dalgın dalgın bir yerlere yetişme telaşında olan insanlara bir tek olumlanabilir bahis açılabilir mi? Yok o iş sandığınız gibi değil denilebilir mi? Marketlerde, öyle on yıldız, beş yıldız, kocaman mega bilmem ne marketlerde değil, un ufak edilmiş hayatlarında hayatta kalmak için bir mücadeleye tutunanların ucuz ürünlerden hangisi daha ucuz bunu alabilmek için bile kırk kez düşünmesinin hesabını mesela kim fark edecektir? Bıraktık, içkiyi, sigarayı, bıraktık o dışarıda yemeği içmeyi, bir yerlerde bir konsere / tiyatroya / sinemaya gidebilmeyi bir tek kitap alabilmenin bile imkansız kılındığı yerde cehaletin yükseltilen duvarlarını bütün bu yoksunluğa dair kime neyi anlatabiliriz sahiden? Bir biçimde sınırlanan, daha da eksik kılınan, her defasında hizaya geçip emir erliğine devam etmesi beklenen, duraksamadan da oyuna talip olunup, yaşam sürmesi beklenen insanların hayatına tek bir iyileştirme sahi ama sahiden de söz konusu edilebilir mi? Markette parası kalmadığı için ketçap çalmaya çalışanı, bir biçimde ekmeğe katık edip onunla yaşayabilmeyi aklında gerekçelendirebilir mi yaygın medya soytarıları, sarayın palyaçoları, üç kuruşa onurlarını satanlar, şunlar ve dahi bunlar! Sahiden!
Didaktik, saplantılarla donatılmış, duraksamadan yok etmenin yolunu arşınlayan bir biçimde hayata kastın devam olunduğu bir zemindeyiz. Ezdirmedik halkımızı derken baş efendi bizatihi nereye yollandığımızı da göstere gelen günlerden geçmekteyiz. Kemerdeki sıkılacak deliğin kalmadığı, katığın ekmekten mülhem ağırlıkta olduğu bir ülkede fikriyat hep geri plana aksettirilirken çığ gibi yükselen faturalar mesela ezdirilmeyen yurttaşları hiç bildirmemektedir. Bütünüyle vergilendirme dilimlerinin tarumar edildiği bir yerde her harcamasını mahsup ettirip, vergi kaçıran mümtaz, müesses nizam asalaklarını mesela kim ne zaman görecektir? Beşli çete nam bir kolektifin memleketin her gününde ol yerli ve milliyi sömüre geldiği bir düzlemde, milletin a. koyacağız buyuranların var ettiği tüm o çürümenin hesabını kim verecektir mesela, sahiden? Devlete ödenen harçların en asgari yüzde elli küsur arttırıldığı, artık bir hayal kılınmış ülke içindeki takoz hiçbir işlemi tek bir kerede var edemeyen dandik telefonların yanında sahiden bir şeye benzeyen, hayır illa ayfon değil, x, y, z marka bir telefonun kayıt ücreti yüzde üç yüz otuz neye dayanarak arttılılır, kaçak şebekesinin başı zaten ak partili bir temsil iken misal! Sahiden yol nereyedir, her neresidir gidilen! Kesintisiz bir girdap halini alıyor koca memleket. Düşman addettiği kesimlerin var edemeyeceği bir ekonomik buhranı memleketin sahici, öz, yerli ve milli denilen evlatları var ediyor. Kış çok daha ağır şartlara gebe kılınırken bir mübalağaya gerek kalmazdan yaşam yağmalanırken, şimşek efendi, hafize hanım, bilmiyoruz kimler kimler için devletin kasası sonuna kadar açılırken, onca yağma var edilip durulurken yıkıma karşı el aman feryadını ne zaman ortaklaştırabileceğiz mesele budur. Tümüyle gemi su aldı, batmaya devam ediyor. Sahiden bunca badirenin ortasında bir imdat çığlığını ortaklaştırmak ne zamandır, iş işten geçmeden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Nicole TUNG – Bloomberg
#gelir eşitsizliği#ekonomik#çökertme#asgari#hayat hakkı#yaşamak meselesi#sözcükler#darmaduman#kör karanlık#biyopolitika#yol nereye?#kölelik düzeni#neoliberalizm#akp102#asrın felaketi: akp#baş efendi#zulmat#yıldırı#tehdit dili#kesk#emek#prekarya#mücadele#yol ayrımı#düş kırımı#hayat akarken#demokrasi101#türkiye gerçekliği#siyasa
2 notes
·
View notes
Text
Elazığ Belediyesi Toplu İş Sözleşmesi İmzalandı
Elazığ Belediyesi ile HİZMET-İŞ Sendikası arasında Toplu İş Sözleşmesi imzalandı. Yeni sözleşmeye göre işçilerin ücretlerine yüzde 103.8’lik zam yapıldı, 2024 yılı ocak ayında yüzde onluk refah payı ve bir yıllık enflasyon farkı verilmesi kararlaştırıldı. Elazığ Ahmet Tevfik Ozan Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen imza törenine, Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları, HAK-İŞ Konfederasyonu ve HİZMET-İŞ Sendikası Genel Başkanı Mahmut Arslan, Hizmet İş Elazığ Şube Yönetimi, belediye başkan yardımcıları, birim müdürleri ve personeller katıldı. BAŞKAN ŞERİFOĞULLARI: “ŞEHRİMİZİ ÇOK DAHA GÜZEL YARINLARA TAŞIYACAĞIZ” İmza töreninde konuşan Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları, “Bugün çalışanlarımızın toplu iş sözleşmesi resmi imza töreni için bir aradayız. Hizmet etmekten onur ve gurur duyduğum aziz şehrimizde birlikte yol yürüdüğümüz kıymetli arkadaşlarımın her birine ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum. 2019 yılından bugüne şehrimizde el ele, omuz omuza hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan çok güzel işlere imzamızı attık. Gece gündüz demeden aşkla, gayretle çalıştık. Bugün geldiğimiz noktada Elazığ’ımızda inanılmaz bir değişime hep birlikte imzamızı attık. Şehrimize meydanlar, yer altı otoparkları, fuar ve kongre merkezi, engelsiz yaşam merkezi, şehirler arası otobüs terminali, sosyal yaşam alanları, kütüphaneler gibi pek çok projeyi hep birlikte hayata geçirdik. Başta altyapı olmak üzere şehrimizin kronikleşmiş sorunlarını yine hep birlikte çözüme ulaştırıyoruz. Tarihi mirasımızı yaşatmak adına çok büyük bir gayretle çalışıyoruz. Her biri birbirinden kıymetli bu hizmetlerin bir parçası olmak hepimizin ortak gururudur. İnanıyorum ki hep birlikte daha çok çalışarak bu güzel şehrimizi çok daha güzel yarınlara taşıyacağız.” dedi. “BU ORAN TÜM BELEDİYELER İÇERİSİNDE YAPILAN EN YÜKSEK ZAM ORANIDIR” Ülke olarak ekonomik açıdan zorlu bir süreçten geçildiğini belirten Başkan Şerifoğulları, “Kurumumuzun realitesini düşünerek, personelimizi enflasyon karşısında ezdirmemek adına yol haritamızı belirledik. Şartlarımızı son zerresine kadar zorladık ve yüzde 100’ün üzerinde bir artış gerçekleştirdik. 2023 yılı içerisinde Türkiye’deki tüm belediyeler içerisinde yapılan en yüksek zam oranıdır. Elbette sadece bununla da yetinmedik. 2024 yılı ocak ayında yüzde onluk refah payı ve bir yıllık enflasyon farkıyla birlikte sizlerin şartlarını daha iyi noktaya getirmek adına bir sözleşme hazırladık. Kadrolu işçilerimizin hayatlarını kolaylaştıracak, refah şartlarını artıracak şekilde ek protokolle onlar için de gerekli düzenlemeyi yaptık. Ve yine Belediyemizin bir parçası olan EBUAŞ personelimize yönelik olarak da ekonomik anlamda iyileştirici düzenlemeleri gerçekleştirdik. Bundan sonrada her daim çalışanlarımızın yanında olmaya devam edeceğiz. Yaptığımız bu sözleşmeyle birlikte en düşük işçi ücretini 20 bin TL’nin üzerine çıkardık.” diye konuştu. “BİZ BÜYÜK VE GÜÇLÜ BİR AİLEYİZ” Her türlü zorlu şart ve koşul altında dahi şehre hizmet noktasında büyük bir kararlılıkla çalıştıklarını ifade eden Başkan Şerifoğulları, “Sizlerle yol yürümekten gurur duyuyorum. Görev süremiz boyunca sizlerin alın terini hiçbir zaman ötelemedik. Maaşlarınızı bir gün dahi geciktirmedik. Her daim önceliğimiz emek oldu, alın teri oldu. Biz büyük ve güçlü bir aileyiz. Bu birliktelikle aziz şehrimize çok daha güzel hizmetleri hep birlikte yapacağız. Ben sadece Belediye Başkanınız olarak değil, küçüklerimin abisi, büyüklerimizin kardeşi olarak bu şehre hep birlikte hizmet etmeye devam edeceğiz, bu aziz şehrin gelişimine, kalkınmasına, refahına, huzuruna ve daha yaşanabilir bir şehir olma yolunda ilerlemesine hep birlikte gece gündüz demeden, mesai mefhumu gözetmeden, aşkla, gayretle çalışmaya devam edeceğiz. Bir kez daha bana bu şehre hizmet etmeyi nasip eden Rabbime şükrediyorum, sizlerle yol arkadaşlığı yapmamı nasip eden Rabbime hamdolsun diyor, yaptığımız toplu iş sözleşmesinin hayırlara vesile olmasını temenni ediyorum.” şeklinde konuştu. ARSLAN: “BU ŞEHİR ÇOK ŞANSLI BİR ŞEHİR” HAK-İŞ Konfederasyonu ve HİZMET-İŞ Sendikası Genel Başkanı Mahmut Arslan ise yaptığı konuşmada, “Sayın Belediye Başkanımızı dikkatle dinledim. Gerçekten bu şehir çok şanslı bir şehir. Elazığ’ın hak ettiği bir lidere ve bir belediye başkanına konuşmaları ve vizyonu için teşekkür ediyorum, tebrik ediyorum. Biz yaklaşık 30 yıldır Elazığ’dayız. Şimdi geriye dönüp baktığımızda bugün muhteşem bir tabloyla karşı karşıyayız.” dedi. Elazığ Belediye Başkanı Şahin Şerifoğulları’nın göreve gelmesiyle birlikte şehirde yaşanan gelişim ve değişim, çalışanlarla oluşturulan güçlü bağa her yerde tanık olduklarını ifade eden Arslan, “Bu bir şehir için büyük bir kazançtır. Bu dayanışma ve kardeşlik, şehri geleceğe taşırken oluşturulan güçlü birliktelik anlayışı inşallah bundan sonra da devam eder.” diye konuştu. Read the full article
0 notes
Text
Başkan Bilgin’den 10 Ocak Mesajı
Başkan Bilgin’den 10 Ocak Mesajı
Belediye Başkanı Hilmi Bilgin, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Bilgin mesajında, “Milletimizin sesi, vicdanı olan, 7 gün 24 saat hemşerilerimizin doğru bilgiye ulaşması için mesai mefhumu gözetmeden çalışan tüm gazetecilerimizin günü kutlu olsun. Milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında, hak ve özgürlüklerin korunmasında önemli bir yapı taşı olan tarafsız…
View On WordPress
0 notes
Text
Başkan Bilgin’den 10 Ocak Mesajı
Başkan Bilgin’den 10 Ocak Mesajı
Belediye Başkanı Hilmi Bilgin, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Bilgin mesajında, “Milletimizin sesi, vicdanı olan, 7 gün 24 saat hemşerilerimizin doğru bilgiye ulaşması için mesai mefhumu gözetmeden çalışan tüm gazetecilerimizin günü kutlu olsun. Milli birlik ve beraberliğin sağlanmasında, hak ve özgürlüklerin korunmasında önemli bir yapı taşı olan tarafsız…
View On WordPress
0 notes
Text
Kaymakam Kapankaya Basın Bayramını Kutladı
Kaymakam Kapankaya Basın Bayramını Kutladı
Türk basınında sansürün kaldırılışının 113. yıl dönümü bugüne denk gelmektedir. Basın meslek ilkelerine uygun, kişi hak ve hürriyetlerine saygılı, tarafsız ve objektif bir anlayışla mesai ve mekân mefhumu gözetmeksizin, 7 gün 24 saat büyük bir özveri içinde görevini yerine getiren değerli basın çalışanlarımızın “Basın Bayramı”nı kutlar, çalışmalarında başarılar dilerim. Selami Kapankaya Dinar…
View On WordPress
0 notes