#süreklilik
Explore tagged Tumblr posts
Text
حتى أهدأ يجب أن أبحث عن الاستمرارية، أبعد نفسي عن الزهر والغصن، ما يسمى بالتحول الناضج وعلى يدي مقدمة للحقيقة خطأ أم صواب في هذا الضبابية المتعثرة.
To calm down I must search for continuity, distance myself from the flower and the branch, the so-called mature transformation, and in my hands is an introduction to the truth, right or wrong, in this faltering fog.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Sakinleşmek için süreklilik aramalı, kendimi çiçekten ve daldan, sözde olgun dönüşümden uzaklaştırmalı ve bu kararsız bulanıklığın içinde doğru ya da yanlış gerçeğe giriş elimde olmalı.
@manoelt-finisterrae:
Truth
branch and continuity
incorrect correct
distancing myself from the flower to enter your flower
this fog of the hands search
calm
transformation introduction
wavering numen
maturing call
178 notes
·
View notes
Text
bütün mental gücümün bittiğini hissediyorum. sevgisizlikle insan bir şekilde başa çıkabiliyor ama anlaşılmamak o kadar yoruyor ki insanı. kendini süreklilik halinde açıklama gereği duymak benliğinizle oluşan kocaman bir delik gibi büyümeye devam ediyor. son zamanlarda çok fazla sorular yöneltiyorum kendime. kafam bir süre sonra ağrımaya başlıyor. çoğu zaman ise kendi kendimi dişlerimi sıkarken yakalıyorum. bakmayın bu durumda kendime zararım var başka kimseye değil. ne olacak ne bitecek en ufak bir fikrim dahi yok. ama yavaş yavaş kendimden de uzaklaşıp olmak istemediğim bir insana doğru evriliyorum gibi. insanı gerçekten yaşadıkları büyütüyormuş. büyütürkende neşenizi çalıp gidiyormuş. anlaşılmak ise son dönemlerde sırtımı yaslamak istediğim bir engebeli dağ gibi hayatımın en üst noktasında duruyormuş. engebeli derken boşu boşuna demedim. o dağa ulaşıp o sırtı yaslamak için ne kadar daha zaman gerekiyor kim bilebilir. tek temellim bu süreçten sonra rahat bir nefes alabilmek. inşallah.
157 notes
·
View notes
Text
"Kendini değiştiremeyenler, hiçbir şeyi değiştiremez."
– Viktor Frankl
Herkese Merhabalar☀️ Aslında psikolojik iyileşme için de değişim gerekir. Ancak bu değişim sanıldığı kadar kolay olmayabilir. Bunu kolaylaştıran çaba, süreklilik ve uzman desteğidir...
36 notes
·
View notes
Text
🤫 hıhıııı acayip seçiciyim... kalite, doğruluk, süreklilik önemli... zırt pırt giden gelenler ben de hep soru işareti ???? o yüzden 😌 aaaa acayip seçiciyim... :)))
152 notes
·
View notes
Text
Bilin bakalım kim geçen pazarki dev temizliğinden sonra ✨hiçbir şey✨ yapmayıp evi tekrar dev temizliğe ihtiyaç duyacak hale getirdi?
Süreklilik niye bu kadar zorsun?
21 notes
·
View notes
Text
Dizi Oyunculuk
Dizi Oyunculuk , salt performansın ötesine geçen dinamik bir sanat biçimidir; her sahneye duygusal bir gerçeklik örmekle ilgilidir. Bu zanaata dalmış oyuncular yalnızca kurgusal karakterleri canlandırmakla kalmamalı, aynı zamanda izleyicilerle kişisel düzeyde yankı uyandırmalı, empati ve bağ kurmalıdır. Her rol, paylaşılan insan deneyimimizi yansıtan çeşitli anlatıları ve kültürleri keşfetme fırsatı sunar. Bu derin etkileşim, oyuncuları yaratıcılıklarının yeni boyutlarını açığa çıkarmaya ve hiç hayal etmedikleri sınırları zorlamaya teşvik eder.
Dahası, TV dizileri genellikle uzun vadeli karakter gelişimi gerektirir ve oyuncuların rolleriyle birlikte gelişmelerine olanak tanır. Haftalar mevsimlere dönüşürken, hikaye anlatımının derinliği ilk izlenimlerin ötesine geçen otantik bir tasvir gerektirir. Bu süreklilik, oyuncular ve karakterleri arasında benzersiz bir bağ oluşturarak hem yürek burkan hem de neşeli anlar üretir; bu da ekrandaki hikaye anlatımının gücünün bir kanıtıdır. Sonuç olarak, TV dizisi oyunculuğu sadece bir iş değildir; Her gün yeni zorluklarla karşılaşan ve dünya çapındaki izleyicileri eğlendiren, eğiten ve ilham veren ilgi çekici hikayeler anlatma sanatına değer veren, duygu yüklü bir yolculuk.
43 notes
·
View notes
Text
Bazen söylenen sözler ne kadar ağır olsa da karşınızdakine verdiğiniz değerden dolayı görmezden gelebilirsiniz. Ama bu durum süreklilik arz ederse Gitmek en iyi çözüm olacaktır…
44 notes
·
View notes
Text
mevcut bir savaş ya da süreklilik gösteren bir mücadele beni hep kan revan içinde sürünürken görmüşler bazen dilimde bir türkü elimde bi çiçek bazen elimde bir sigara dilimde nefret.
54 notes
·
View notes
Text
Dün, Bugün, Yarın Mustafa Kemal’in Askeriyiz
Mustafa Kemal Atatürk’ün bağımsızlık mücadelesinin simgesi, Cumhuriyet’in kurucusu ve Türk milletinin lideri olarak bıraktığı miras, her geçen gün daha fazla anlam kazanıyor. “Dün, Bugün, Yarın Mustafa Kemâlin Askeriyiz” sözleri, bir neslin değil, tüm Türk milletinin ortak paydasında birleştiği ve Cumhuriyet'in ilkelerinin yarının nesillerine aktarılması gerektiğinin altını çizen bir manifesto gibidir. Bu söz, sadece bir askerin yeminini değil, bir halkın geleceğe dair kararlılığını da simgeler.
Atatürk, Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmasını amaçlamış ve bunu gerçekleştirebilmek için sadece askeri başarıları değil, aynı zamanda eğitimde, kültürde ve sosyal hayatta k��klü bir dönüşüm hedeflemiştir. "Askerlik" burada yalnızca savaş meydanlarındaki bir meslek değil, aynı zamanda bir halkın özgürlüğü ve bağımsızlığı için yapılan bir kutsal görevdir. Bu görev, Atatürk’ün silah arkadaşları tarafından bugün de aynı sorumlulukla sürdürülmektedir. Ancak bu sorumluluk sadece askeriyeye ait bir mesele değil, her Türk vatandaşının yükümlülüğüdür.
Mustafa Kemal’in askeri, sadece disiplinli, cesur ve fedakar bir insan değil, aynı zamanda fikirleriyle, değerleriyle ve Cumhuriyetin kazanımlarıyla da savaşan bir bireydir. Bu anlayış, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren milletin her ferdine aşılanmış bir ilke olmuştur. Cumhuriyetin temellerinin atıldığı yıllarda, "Genç Teymenler yalnız değilsiniz" diyen bir sesin, yalnızca askeri değil, tüm genç nesiller için bir yol haritası çizdiği unutulmamalıdır. O ses, bir toplumun değişime olan inancını ve değişime olan cesaretini simgeliyor.
Bugün, geçmişteki mücadelelerin hatırlanması, Cumhuriyet’in kazanımlarının her bir vatandaşa özümlendirilmesi için büyük bir anlam taşıyor. Her geçen yıl, Cumhuriyetin temelleri üzerine yeni bir inşa süreci başlatılmaktadır. Gençler, bu mirası taşımakla yükümlüdür; çünkü onlar yarının liderleri, aydınları, bilim insanları ve askerleridir. “Mustafa Kemâlin Askeriyiz” demek, bir yönüyle geçmişe olan saygıyı, diğer yönüyle ise bu mirası daha da ileriye taşıma sorumluluğunu omuzlamak demektir.
Ve elbette, yarının Türkiye’si, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarına sahip çıkan gençlerle şekillenecektir. Bugün, bu mirasa sahip çıkan ve Atatürk’ün ideallerini yaşatmaya devam eden her genç, sadece geçmişin izlerini taşımakla kalmaz, aynı zamanda onu geleceğe taşır. “Dün, Bugün, Yarın” diyerek, bu sorumluluğun bir geçiş değil, süreklilik arz eden bir çizgi olduğunu hatırlatıyoruz.
Mustafa Kemal Atatürk, halkı için yalnızca bir askeri komutan değil, bir öğretmendi; fikirleriyle yol gösteren bir liderdi. Ve bu mirası, her geçen gün daha derinlemesine anlamak, yalnızca geçmişi anmak değil, geleceği inşa etmek için elbirliğiyle çalışmak demektir.
Genç Teymenler, yalnız değilsiniz! Hem geçmişin hem de geleceğin gücü sizlerin elinde… Ve unutmayın, yarının büyük Türkiye’si, bugünün gençlerinin omuzlarında yükselecektir.
#türkiye#gazimustafakemalataturk#atamınizindeyiz#ataturk#cumhuriyet#asker#polis#gelecek#geleceğe not#yeninesil#ay yıldız#bayrak#blog yazısı#blog yazarı#gündem#canlıyayın#tumblr yazarları#writers on tumblr#tumblog#tumblr girls#blog help#blooger#girl blogger#ask blog#blog#Halimecan
7 notes
·
View notes
Text
ثبات الماضي مع الحاضر شطب للاستمرار، إعادة سرد تلميحات القصص القديمة إغلاق الشك المجيد يفرد العادات المغروسة بدلاً من التعاقد على تأجير الصدق الدقيق .
Fixing the past with the present crossed out for continuity, retelling allusions to ancient stories Closing glorified skepticism singles out ingrained habits rather than contracting the rent of exacting honesty.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Geçmişi bugünle sabitlemek, süreklilik için üstü çizildi, eski hikayelere imalar yeniden anlatıldı.
183 notes
·
View notes
Text
süreklilik ve kalıcılık vadeden hiçbir şey yok. hiperaktif ve hızlanmış bir yaşam, ölümün kendini hissettirdiği o boşluğu doldurma çabası.
byung- chul han - şiddetin topolojisi
#kitap#edebiyat#blogger#kitaplar#felsefe#blog#kitap kurdu#şiir#kitaplık#charles bukowski#byung chul han#şiddetin topolojisi#şeffaflık toplumu#palyatif toplum#bertolt brecht#vladimir nabokov#ulus baker#karl marks#erich fromm#sevme sanatı#george orwell#georges perec#uyuyan adam#adam phillips#gilles deleuze#félix guattari#slavoj zizek
13 notes
·
View notes
Text
"Savaş her şeyin babası ve her şeyin kralıdır. O bazılarını Tanrı bazılarını insan yapar; bazılarını köle kılar bazılarını da özgür... Her şey savaşla doğar her şey savaşla yok olur; başka deyişle, oluş ya da süreklilik savaşla mümkündür... Ölümlüler ölümsüzdür; ölümsüzler de ölümlü. Biri diğerinin ölümü ile hayat bulur; bir dairenin çemberinde başlangıç ve son aynıdır..."
Herakleitos
4 notes
·
View notes
Text
Tarihsel Din ve İnanç Temsiliyetizminden Hareketle Kızılbaş-Aleviliğe Dair Genel Bir Değerlendirme
Antik Sümer tabletlerinde “Al” ya da “la” kadın “ay tanrıçası” olarak geçmektedir. Sümerlerde üç büyük tapınaktan birinin adı “kerim” tapınağıdır. Başka bir deyişle, “Al kerim” ya da “la kerim” tapınakları ay tanrıçasının tapınaklarıdır. Sümer tanrılarının zaman içinde Mısır’ın “çok tanrılı” Amon dinine ve “tek tanrılı” Aton dinine geçtiği bilinmektedir. Aynı şekilde bu tanrıların Mısır üzerinden Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet gibi tek tanrılı semavi dinlere geçtiği de bilinmektedir.
İslam’da “la” ya da “al” (Arapça’da “a“ harfi olmadığı için “el” olarak çevrilmiştir) “el-la-h” (“h” yaratıcılık simgesidir) “el-lah”, “yaratıcı tanrıçanın Ay’a yansıyan nuru” (ışığı) anlamına gelmektedir. “La ilahe” (kadın tanrıca) ve “İllallah” (erkek tanrılar) ilişkisi ise; kadın tanrıca etrafına dizilmiş erkek tanrıları sembolize etmektedir. Zira erkek tanrıların baş tanrısı da “al” ve “la” tanrıçasıdır.
Dolayısıyla; “Al-i lik” bu tanrıçanın en yüksek tanrı olduğunu sembolize eden kavramlardan biri ola gelmiştir. Misal, Osmanlı Hanedanlığın da bile “Al-i Osman”, “yüksek Osman” anlamında kullanılmaktaydı. Başka bir deyişle, bu kavram “tanrının en yüksek makamına” ve onun yeryüzündeki “gölgesine” işaret etmektedir.
Alevilik kendisini ister Sümerlere ister Hititlere dayandırmaya çalışsın, hatta Alevilik kendisinin “gerçek İslam” olduğunu iddia etsin ya da Alevilik kendisinin “İslam öncesi bir inanç veyahut din” olduğunu iddia etsin, neticede Alevilikte tıpkı İslam gibi, bir dinsel temsil sistemi olarak Sümer dinine, Mısır dinine, İbraniliğe, gök-tengriciliğe, güneş tanrısına (“Ra” ya “Tug-ra” ya) kadar uzanan geniş bir din ve inanç spektrumunun bir parçası ola gelmiştir. Aleviliğin ya da benzeri inançların tek bir kökenden ya da orijinden geldiği söylenemez. Başka bir deyişle, Alevilikte diğer dinler gibi birçok kaynak ve ölçekten ayrı ayrı süzülerek günümüze kadar gelmiş olan bir inanç sisteminin devamıdır.
Yukardaki tanımlara ek olarak şunu da belirtmek gerekir ki; “Aya yansıyan nur/güneşin nuru/ışığıdır”. Güneş tanrısı gerçekte bir erkek tanrısıdır. Yine de evrenin merkezinde toplanmış bu erkek güneş tanrılarının merkezinde ise baş tanrı olarak daima baş kadın tanrıca bulunmaktadır. İşte çok farklı inanç ve dinlerde kendisini gösteren “la” dan “ra” ya, “ra” dan “la” ya yansıyan bu nur/ışık baş kadın tanrıçanın nuru/ışığıdır. Tüm kültürlerde göstermelikte olsa kadın cinsinin ve bu cinsin icatçı-doğurganlık rolünün “kutsanmasının” kökeninde de yine din ve inanç merkezli bu bakış açısı vardır. Her ne kadar farkında dahi olunmasa da! İnsan başta tapınmaya “kadına” tapınmayla başlamıştır. Keza insan olarak erkeğinde kadınında asıl kaynağı “doğuran” ve “yaratan” kadından başkası değildir.
Son yıllarda “Al-i liğe” işaret eden ve “Alev” kavramı ile “ışık” kavramını birleştiren kimi yorumcular Aleviliğin en eski inançlardan/dinlerden biri olduğunu ileri sürmektedir. Aynı yorumcular Aleviliğin kökenlerini Sümer öncesi “Mu medeniyetine” kadar götürmektedir. Mu Aristoteles öncesi eski Greklerin (deniz kolonileri döneminde) Akdeniz’de battığını iddia ettiği medeniyettir. Gerçekte ise İslam’da dahil olmak üzere tüm dinlerin/inançların kökeninde alev/ateş/ışık dini/inancı zaten vardır. Haliyle Aleviliğin İslam öncesi dönemine yapılan göndermelerin tümü Alevilik ile ilkel “eşitlikçi” komünal sistem arasında bir bağ kurma çabasına dayanmaktadır. Lakin kurulmak istenen bağın ilkel komünal dönemden günümüze kadar “süreklilik içinde kopuş olmadan” devam eden bir inanç/din olduğu iddiası ise abartılı ve ütopik bir yaklaşımdır. Dahası bu iddianın somut delilleri ve antropolojik bulguları da ele geçmemiştir.
Her şeyden önce dünya üzerinde var olmuş olan tüm dinler ve inançlar (ve onların ürettiği semboller ve sembolik diller) temsiliyetizmin gölgesinde belirmişlerdir. Örneğin, Alevilikte gözlemlenen Ali ve Ali’nin etrafındaki 12 İmanlar sembollüde temsiliyetist bir semboldür. İsa ve 12 havariler sembollüde temsiliyetist bir semboldür. Dahası; “al” ve “la” ile başlayıp devam eden tüm inanç ve din sembolleri temsiliyetist sembollerdir. Ve bu semboller bugünde farklı dinler ve inançlar tarafından kullanılmaya devam etmektedir. Dolayısıyla, bu sembollerin tek bir din ve inanç kaynaklı olduğunu sanmak bu türden tezler ortaya koymaya çalışanları da derin bir yanılgıya sürüklemektedir. Keza mistik, dinsel ve inançsal temsiliyetizm formlarının kültürel yansımaları tarihsel ve kozmopolit bir içeriğe de sahiptir.
Alevilikte tüm din ve inanç sistemleri gibi kendisine hangi yorumu ve sembolü seçerse seçsin içinden çıktığı tarihsel ve toplumsal koşulların bir ürünüdür. Bu da Aleviliğin her zaman değil, zaman zaman devrimci bir toplumsal nesnellik örüntüsüne sahip olduğunu göstermektedir. Haliyle bu örüntü her din her inanç ve her mezhep gibi devlet ve egemen iktidar örüntüsü altında biçimlenen bir örüntüdür. Başka bir deyişle, temsiliyetist yorum ve sembollere sahip olan tüm inanç ve din sistemleri temsiliyetizmin bir başka görüngüsü olan devlet, devletlü-sınıflar ve egemen iktidar ilişkilerine dayanan tarihsel ve toplumsal örüntülerle birlikte oluşa gelmişlerdir. Haliyle bu gerçeğin üzerinden atlanarak din ve inanç sistemlerine dair hakikatler de ortaya konulamaz. [1].
Tüm inanç ve din sistemlerinin kökeninde mutlaka temsiliyetizm yatmaktadır. Dolayısıyla; dinsel ve inançsal temsiliyetizm, gerçekte toplumsal “alt yapı”nın “üst yapı”daki tezahüründen bağımsız olmadığı gibi, toplumsal alt yapıdaki icatçı-kullanıcı emek araçlarından, devletlerden, devletlü sınıflardan ve zümrelerden de asla bağımsız olamamıştır.
Aleviliğin çok eski bir inanç ve din olduğu ile ilgili pek çok şey söylene dursun, tarihte birkaç dönem hariç (Karmatiler, İsmaililer vs.), Alevilik her daim dışlanmış bir din ve inanç sistemi ola gelmiştir. Aleviliğin “ötekileştirilmediği” böylesi bir dönem olmuşsa da; İslam öncesi Aleviliğe ilişkin çok fazla kayıt olmadığından dolayı, İslam öncesi Aleviliğe dair yapılan yorumların önemli bir bölümünün de ayakları yere basmamaktadır. Her “Alevilik çeşidi”, her çağa, her coğrafyaya göre kendine haz bir çizgiye sahip olmuştur. Alevilik yeri geldiğinde ezilenlerin destansı miti haline gelmiş (örneğin, Hallacı Mansur, Pir Sultan Abdal vs.); yeri geldiğinde ise yönetimsel bir erke dönüşmüştür (örneğin, Osmanlı’nın başlangıcındaki ahilik, Yeniçerilerdeki ocak geleneği, İsmaililer devleti vs.). Başka bir deyişle, Alevilikte tıpkı diğer dinler ve inançlar gibi kendi çağının temsiliyetizm biçimlerinin belirli bir tezahürü ola gelmiştir.
Öte yandan, Alevilik Horasan/Yesevilik/Hacı Bektaşi Veli, Anadolu ve Ortadoğu/Irak/Bağdat/Basra/Vefailik/Batinilik gibi geniş bir coğrafyayı kapsayan inançsal ve dinsel bir temsil figürüdür de. Bu sebeple eski Türk inancı ve dini olan gök-tengricilikten hareketle Aleviliğin gerçekte bir Türk dini ve inancı olduğunu iddia eden akımlarda aynı derece de sorunludur. Gök-tengri inancının ve dininin kökeninde yer alan “güneş giysili insanlar” mitinden kalkarak (Sakalar, İskitler vs.) Aleviliğin salt Türklere ait bir din ve inanç olduğunu varsaymak ile tıpkı gök-tengrici pro-türklüğün Amerikan yerlilerini de kapsadığını varsaymak arasında pek bir fark bulunmamaktadır. Şayet bu yorumcular gibi hareket edecek ve mantık kuracak olursak; tüm Kızılderilerin Türk olduğunu iddia edebileceğimiz gibi, Aleviliğinde tümden bir Türk inancı ve dini olduğunu da iddia edebiliriz! Maalesef bu Türkçü yorumcuların Aleviliğe dair çok eski kaynakların günümüze ulaşmamasının getirdiği hırçınlıkla Asya’ya, Afrika’ya ve hatta Amerika’ya kadar uzanan gök-tengriciliğe (paganizme) Aleviliği de katmasına şaşırmamak gerekir. Gerçi bu yorumcuların tümü, göktengrici kökenli toplulukları ırksal manada Türk ilan ederek, kendi kafalarında yaratmış oldukları Pantürkizm ütopyasına sahte bir “bilimsel zemin” yaratmanın da peşindedir.
Diğer yandan, “alev-ateş-ışık” “mu-sümer-hitit” hattında ilerleyen yorumcularda Aleviliğin ilkel komüninal bir din ve inanç olduğunu iddia etmektedir. Biraz çekingence de olsa bu iddiayı destekleyen yorumcuların Aleviliği ilkel komünal bir inanç ve din olarak görmelerindeki temel kaygı ise kuşkusuz siyasi ve ideolojiktir. Bu da bir noktaya kadar mazur görülebilir. Zira salt duyusal olan bu ihtiyaç, emeğin ansal ve soyut düzleminin bir varlık nedeni de olabilir. Dolayısıyla; emeğin ansal ve soyut düzleminde kaldığı oranda bu duyusal ihtiyaç bir sorun da yaratmaz. Lakin bu ihtiyaç somut davranışın belirlenmesine vesile olursa, bu seferde klan ve soy kültüne doğru ilerleyerek, yeni tip bir dinsel ırkçılığın türevine de dönüşebilir. Dolayısıyla; bu temsiliyetist kimlikçi eğilimde zaman içinde Türkçü aleviciliğin ya da Kürtçü aleviciliğin içine düştüğü durum gibi bir hal de alabilir. Ki dönem dönem Alevilik bu şekilde haller aldıkça siyasal atmosfer çok sıcak çatışmalara da gebe olabilmektedir.
Tarihsel dinlerin ve inançların analizinden hareketle Aleviliğe dair kimi tespitler yaptıktan sonra, Aleviliğe ilişkin günümüz Türkiye’sinde devam eden tartışma başlıklarına da kısaca değinmek gerekir. Kuşkusuz bu değinmeler yine Aleviliğin İslam öncesi ve İslam’la birlikte içine girdiği yeni evreye ilişkin olmak zorundadır.
Alevilik denilince toplum içerisinde akla gelen ilk sorular şunlardır: Alevilik İslam’ın içinde mi, dışında mı, özünde mi, yoksa kenarında mı köşesinde mi? Yazı içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi özellikle “yurt dışındaki Alevilerin” bir bölümü ateşli bir biçimde “Alevilik İslam’ın dışındadır” tezini savunmaktadır. Bu tezi savunanlara göre Aleviliğin kökenleri 3000 yıl öncesine Sümerlere, Hititlere, Luvilere vs. kadar uzanmaktadır. Bu tez Aleviliğin İslamiyet öncesine dair kimi doğrulara işaret etse de, yazı içerisinde de belirtilmiş olduğu gibi bu tez eksik bir tezdir. Aleviliğe ister inanç diyelim, ister din diyelim, ister mezhep diyelim hepsi bir yola çıkar. Tüm inançlar, tüm dinler, tüm mezhepler, bir yol olma iddiasındadır. Bu yolda yürüyüp yürümemeye (talip olmaya) o inanca, o dine, o mezhebe, (o yola) mensup olan kişiler karar verir. Dolayısıyla; o yol, o yolda yürüyenin de bir dizi kurala ve kaideye uymasını buyurur. Misal, Aleviler arasında sıkça kullanılan "eline beline diline hakim ol!" sözü bu kurallara ve kaidelere verilebilecek olan ahlaki bir örnektir. Kuşkusuz Alevilik sadece bundan ibarette değildir. Ayrıntıya girilecek olursa; semah, cem ayini, deyişler, söylenceler vs. gibi Alevi ritüellerinin tarihsel, sınıfsal ve kültürel uzamlarına dair de pek çok şey söylenebilir.
Alevilik İslam içinde mi, dışında mı tartışmasına dönersek; Alevilerin diğer kesimi ise “Alevilik İslam’ın içindedir”, Alevilik İslamiyet’in içinde Hz. Ali’nin ve Ehlibeyt’in yolunu takip etmektir tezini savunmaktadır. Hak-Muhammed-Ali yoluyla kastedilen de budur. Başka bir deyişle, bu 12 imamların yoludur. Şimdi bu durum da kim haklı? Gerçekte her iki tarafta tarihsel olarak kısmen haklıdır. Dolayısıyla; Alevilik İslam’dan önce var olduğu gibi, İslam içinde de varlığını sürdürmeye devam eden bir inanç, din ve kültür dünyasıdır.
Alevi İslam Hak-Muhammed-Ali’yi merkezine alan bir inançtır, dindir. Kaldı ki; Aleviliğin Sünni İslamla da bir bağı yoktur. Osmanlı’nın müslümanlaşması sürecinde İslamla tanışan bu kitleler İslam’ın içinde konumlanarak ali taraftarlarına dönüşmüşler ve merkezi Sünnilik karşısında muhalif bir konumda yer almışlardır. İslam tarihinde merkezde kim varsa; Emeviler, Abbasiler, Osmanlılar vs. o zamanda "ali taraftarları" bu merkezlere karşı muhalif konumdaydılar. İslam tarihinde Hz. Muhammed’in damadı olan Ali yaşadığı dönemde kim merkezde ise Ebubekir’e, Ömer’e, Osman’a vs. hepsine muhalefet etmiştir. Kısacası, Alevilerin "Aliciliği" yine merkeze muhaliflikleriyle paralellik içindedir. Hz. Muhammed öldükten sonra Hz. Ali hep muhalif konumdadır, ta ki öldürülene kadar! Dolayısıyla; İslam tarihinde kim ki muhaliftir (Sünni bile olsa) muhakkak Ali’yi kendine bayrak edinmiştir. Keza bu “alici muhalefet” dönemin dinsel temsiliyetist iktidar mücadeleleri ile yakından bağlantılıdır. Lakin bu muhalefet devlet odaklı iktidar temsiliyetizmine dayanan bir muhalefetten çok, dini ve ruhani bir muhalefet olma özelliğine de sahiptir. Biz ati Hz. Ali’nin “muhalifliğinin” tüm detayları ise bu yazının konusu değildir.
Anadolu’da Ali’nin tarafını tutanlar Kızılbaş-Alevilerdir. Bunun İran’daki Şii Alicilikle ya da Suriye’deki Arap Aliciliği ile bağı yoktur. Bağ varsa bile bu bağ mutlak değil, kısmi bir bağdır. Alevi Aliciliği Anadolu’ya özgü bir Aliciliktir. Nasıl ki İslamiyet öncesi Alevilik kavramı alevden ya da ışıktan yana olanlar (medusilik, zerdüştlük, alev-ışık dinleri vs.) gibi bir anlama geliyorsa, İslamiyet’in içine giren Alevilik kavramı da bu sefer “alinin tarafını tutanlar” manasına gelmektedir. Ya da bunu soyutlama diliyle söylememiz gerekir ise, İslamiyet içinde “merkeze karşı muhalefet eden Ali’cilere” Alevi adı verilir. Dolayısıyla; bir din ve inanç olmanın da ötesinde Alevilik gerçekte son derece muhalif bir akımdır da; bu muhalifliği onun daima sapkın (heretik) olarak damgalanmasına da neden olmuştur.
Alevilik İslam’dan önce hatta Hristiyanlıktan öncede Anadolu’da vardı. Ancak İslam’ın içinde bir anlamda “İslam’ın özünü” yani Muhammedi İslam’ı savunan ve Emevilere, Abbasilere, Osmanlılara muhalif durmuş olanlarda yine Kızılbaş-Alevi topluluklarının içinden çıkmıştır. Sonuç olarak; İslamiyet öncesi İslamiyet dışı bir Alevilik olduğu gibi, İslamiyet sonrası İslamiyet içi bir Alevilikte vardır. İslam gelmeden çok önce antik dönemde saz çalan, deyiş söyleyen, semah yapan “alev-ışık toplulukları” vardır ama bu İslamiyet öncesi Ali’siz Aleviliktir. Hatta bu Alevilik (adı Alevilik olmasa da) Yahudilikten ve Hristiyanlıktan bile öncedir. Bu dönemde “alev-ışık dini” olarak “arkaik-Alevilik” fetiş doğa inanışlarının ve ritüellerinin özelliklerini göstermektedir.
Kısacası, Alevilik ilkçağlardan başlayarak bugüne kadar devam eden bir sürecin sonucunda oluşmuş olan çok boyutlu bir kimliktir. Dahası; geçmişten süzülüp gelen “totem Aleviliğini”, “fetiş Aleviliğini”, “pagan Aleviliğini” günümüzün modern kavram setleriyle yorumlayarak, Alevi tarihini bu şekilde okuyanların olduğunu da biliyoruz. Bütün bu tartışmalara tanıklık ediyoruz. Her ne kadar bu Alevilik formlarının İslam Aleviliği ile bağı yokmuş gibi gözükse de, temsiliyetist din ve inanç biçimlerinin totemden pagandan süzüle süzüle semaviye kadar çıktığına ve iç içe geçerek dinsel ve inançsal bir armoniye dönüştüğüne şahit olsak da, her semavi dinin içerisinde tüm din ve inanç biçimlerinin olduğunu da bildiğimizden dolayı, Aleviliği ilkel komünalizme kadar götürmeye çalışmanın bir din olduğuna da tanıklık etmekteyiz.
İster alici Alevilik ister alisiz Alevilik tüm din ve inanç sistemlerinin kaynağında temsiliyetist tarihsel ve toplumsal algılar yatmaktadır. Bu yüzden Hindistan’daki Hindulardan tutunda Anadolu’daki Aleviler arasında temsiliyetizm açısından çokta bir fark yoktur. Dolayısıyla, insanlar kendi varlıklarını dinsel ve mistik varoluş çerçevesi içinde her ne kadar ifade etmiş olsalar da, temsiliyetist dinin ve mistizmin gölgesinde var olduklarının farkında dahi değildirler. Özetle, Aleviliğin bir din ve inanç olarak geldiği son nokta budur. İslam’ın hem içindeki hem de dışındaki en muhalif ekollerden biri kuşkusuz Aleviliktir. Aleviliğe dönük düşmanlığın arka planında yatan nedenlerden biri de budur. Bu nedenledir ki, İslam tarihinde “merkezde” kim yer alıyorsa son çözümlemede Alevilikten pekte haz etmemiştir. Bu yüzden Alevilik daima “dinsiz” bir akım olarak görülmüştür. Başka bir yandan da Alevilik; merkezi bir din ve inanç sistemi olmaktan çok “iktidarsızlık perspektifi” ile hareket eden nesnel ve ruhsal bir geleneğe de sahip olmuştur. Bu geleneğin çok katmanlı yapısı ise bu değinmenin konusu dışında kalmaktadır. İşin kötü tarafı bu “çok katmanlı yapı” bugün dahi yeterince incelenmiş değildir.
Öte yandan, her kim “Alevilik İslam dışıdır” derse, kuşkusuz bu yaklaşımda bir yorum olarak Alevilik dışı kabul edilemez. Herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahip olmalıdır. Hiç kimse bir inanca inanmak ya da inanmamak zorunda bırakılamaz. İnanç ve din konuları tüzerk değil, özerk olmak zorundadır. Örneğin bir devletin resmi dini olamaz. Dahası, din devlet olamaz. Tersi de devlette din olamaz. Maalesef tüm devlet ve din-inanç sistemleri bu gerçeği birbirine karıştırmaya devam etmektedir. Zira inanç ve din alanı kişilerin tercihidir ve sadece onları bağlamaktadır. Bu yüzden bir kimse bir başkasını her hangi bir inanca ya da dine zorlayamayacağı gibi, kendisi de başkaları tarafından her hangi bir dine ya da inanca zorlanmamalıdır. İnanç ve din meselesi karşısındaki gerçek özgürlükçü ve devrimci tutum bunu gerektirmektedir.
Dipnot
[1] 15. Yüzyıldan sonra Osmanlı egemenliği altındaki Alevilik feodal döneme özgü devrimci bir isyan hareketidir de. Zira Sünni Osmanlının baskısı karşısında Aleviliği benimsemiş Türkmen, Kürt, Zaza halklarının oluşturduğu bu hareket aynı zamanda devrimci bir isyan hareketi olma özelliğine de sahiptir. Dolayısıyla; resmi tarih yazımına karşı çıkmak adına Aleviliğin salt din ve inanç kavramları üzerinden tartışılması, Kızılbaş-Aleviliğin bu yönünün gizlenmesinden başka da bir sonuç doğurmamaktadır. Haliyle bu tutum Aleviliği sürekli töhmet altında bırakmaya çalışan hakim sınıf ideolojilerinin de ekmeğine yağ sürmektedir. Tarihsel açıdan egemenlerin ve özellikle de Türkiye’deki devletçi ve statükocu kesimlerin Alevi düşmanlığının temelinde Aleviliği sadece Sünni İslam anlayışına dönük bir tehlike olarak görmeleri yatmamaktadır. Zira tarih boyunca egemenlerin yaptığı en başarılı işlerden biri de ezilenlere kendi tarihlerini unutturabilmiş olmalarıdır. Kaldı ki; bu düşmanlığın asıl nedeni Aleviliğin tarihsel dokusunun muhalif ve isyancı olmasıdır. Aleviler hem İslamiyet öncesi (ki o zaman kendilerine Alevi demiyorlardı) hem de İslamiyet sonrası dönemde yerleşik düzenle ve baskın otorite ile mücadele halinde olmuşlardır. Ve genellikle de ezilenden ve azınlık olandan yana tavır koymuşlardır. Dolayısıyla; Alevilik bir din ve inanç olduğu kadar, tarihsel dokusu itibariyle de içinde Türk, Kürt, Zaza, Arap vs. farklı etnik grupların da yer aldığı sosyal bir hareket olarak (özellikle de Anadolu coğrafyasında) doğmuş ve gelişmiştir. Dolayısıyla; Alevilik pek tabii bu coğrafyanın içinden çıkan “en yerli ve milli” hareketlerin başında gelmektedir. Aynı zamanda Alevilik yer yer ezilen feodal alt sınıfların sözcüsü olma özelliğini de kazanmıştır. Bu da Aleviliğin daha çok araştırılmasını ve arkasında bıraktığı sosyal ve kültürel izlerin daha da dikkatli bir şekilde (ayrıştırılarak ve süzülerek) incelenmesini zaruri kılmaktadır.
22.09.2024
Serhat Nigiz
#emek#emekoloji#antropoloji#arkeoloji#inanç#islam#islamiyet#felsefe#bilim#hz ali#yahudilik#hristiyan#tanrı#allah#tengri#kültür#ilkelkomünalsistem#simge#sembol#hz muhammed#temsiliyetizm#tarih#devlet#devrimci#anadolu#türkçülük#ırkçılık#ideoloji#kürtçe#müslüman
2 notes
·
View notes
Text
Sıradaki dönüşüm hedefi zayıflamak, keşke bunu da para verip tüm günü bir mekanda geçirerek yapabilsem :( yıldızımız hiç barışmadı süreklilik, her yerden de karşıma çıkıyorsun nalet gibi
11 notes
·
View notes
Text
Düşünceler insanın canını acıtmıyor; biraz sersemleştiriyor o kadar. Şiddet değil, süreklilik insanı yıkıyor.
21 notes
·
View notes
Text
farklı meşrepten olduğun biriyle muhatap olmak ve bunun süreklilik arz etmesi bu dünyanın cehennemi
11 notes
·
View notes