#şiddetin topolojisi
Explore tagged Tumblr posts
benmisim · 22 days ago
Text
ölünce beni kim yıkayacak sorusu gene hassas minnoş kırılgan halkımızı triggerlamış dkckdkc byung chul han abim yine haklı, yine haklı…. kapitalist toplumun insanlarında bi “hayatta kalma histerisi” var.
Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
yorgunherakles · 1 year ago
Text
süreklilik ve kalıcılık vadeden hiçbir şey yok. hiperaktif ve hızlanmış bir yaşam, ölümün kendini hissettirdiği o boşluğu doldurma çabası.
byung- chul han - şiddetin topolojisi
13 notes · View notes
hetesiya · 2 years ago
Text
Hayat hiç bugünkü kadar geçici olmamıştı. İnsana süreklilik ve kalıcılık vadeden hiçbir şey yok. Varlık yoksunluğu içinde sinirler de boşalıyor. Hiperaktif ve hızlanmış bir yaşam, ölümün kendini hissettirdiği o boşluğu doldurma çabasından başka nedir ki.
Byung-Chul Han
Şiddetin Topolojisi
2 notes · View notes
betasozluk · 2 years ago
Text
Byung Chul Han – Şiddetin Topolojisi ekitap
http://dlvr.it/SqMGZt
0 notes
dalaz3456 · 2 years ago
Link
TALİP ÖZÇELİK / ŞİDDETİN TOPOLOJİSİ/Şeytanın Yeni Yüzü..
0 notes
kedidirokedi · 6 years ago
Quote
Hayat hiç bugünkü kadar geçici olmamıştı. İnsana süreklilik ve kalıcılık vadeden hiçbir şey yok. Varlık yoksunluğu içinde sinirler de boşanıyor. Hiperaktif ve hızlanmış bir yaşam, ölümün kendini hissettirdiği o boşluğu doldurma çabasından başka nedir ki. Hayatta kalma histerisiyle yaşayan bir toplum ne yaşamayı ne de ölmeyi beceren bir ölü olmayanlar toplumudur.
Byung-Chul Han, Şiddetin Topolojisi
72 notes · View notes
akilfikirgezegeni · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Bir ben var, bir de öteki
Ertan Yavuz
Bir alan yaratmak için öncelikle bir boşluğa sahip olmak gerekir. Düzenin içinde uygun ve müsait bir boşluk…
Anlam bu boşluğu dolduran asıl şey gibi durmakta ve zaman yanılsaması biraz da bu boşluğun derinliği ile ilgili gibi… Sorunlu bir ben ile sorun çözen bir ötekinin uyuşması en elzem ortaklık ise ötekinin dayatması ben için ne kadar zor olsa da gerçekleştirmek için mücadele zorunluluğu oluşturmakta ve kendini fark ediş acısından bir ayna tutmaktadır. Yani kendini arayan bir ben öteki ile zıtlaştığı miktarda yine kendini, kendine mahkûm etmiş sayılır.
Benlik, kişinin var olan öz değerlerinin mevcut şartlara uyum sağlama çabasıdır. Bu çaba hangi ölçüde, nasıl bir anlayışla, kendine ve ötekine ne kadar uyum gösterirse, çatışma da o kadar az olmakta ve denge tabir edilen ölçülülük de o kadar kusursuz olmaktadır. Zıtlaşma söz konusu olduğunda ise bencilik kutsanmakta, ideal ben yanılsamasına kanılmakta ve bu yanlış ve yanlı algı sonucu yaşantılanmış ya da yaşanılası herhangi  bir olayın maktûlü ve sanığının yine kendisi olmasına neden olmaktadır.
Her hayat kendi ölümünü yaratır. Bu hipotezin tam tersi de geçerli olsa gerek…Yaşayan bir ben mutlaka ölen öteki ile irtibat kurmak zorundadır. Öldürdükleri aynı zamanda oldurduklarının kanıtını teşkil etmekte ve bu irtibat dahilinde yeni benlik oluşumuna yeni özellikler ve donatılar getirmektedir. Hipotezin tersi olan her ölüm kendi hayatını yaratır için de aynı şeyi söylemek mümkün. Zira yaşamın ölümden, ölümün yaşamdan öğreneceği çok şey var gibi görünmekte…
Bu duruma ben ile öteki arasındaki ilişki açısından bakacak olursak; benin içinde yaşayan bir öteki olduğunu, ötekinin yaşamasının ben ile arasındaki ilişkiye bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Ölü bir öteki ile yaşayan bir ben, yaşayan ölüler gibi öldüğünü hatırlayamaması anlamına gelir. Dolayısıyla kendi başına kalmış bir ben salt kendi gerçekliğini en doğru gerçeklik gibi kabul edecek ve yaşantısını büyük bir yanlışlama üzerine kuracaktır. Oysaki ahlakî ölçüleri, çevresel öngörüleri olan bir öteki, benin daha sağlıklı ilişkiler kurmasına ve kendini değerli hissetmesine sebep olacaktır. Buradan hareketle her ben bir ötekine muhtaçtır da diyebiliriz.
Her ben, bir ötekine muhtaç ise ötekinin de kendi yaşam alanı sınırları içerisinde bir hayatı olması için bunu sağlayacak bir bene ihtiyacı vardır. Karşılıklı bir alışveriş söz konusu gibi görünmekle birlikte, birbirlerinin alanlarına müdahil olunduğu noktada standarttan sapmalar meydana gelmekte ve üstünlük iddiaları, inatlaşmalar ve içe kapanma durumları yaşanmaktadır. Mesela ben yaşam alanını değiştirmek istedi. Öteki ekonomik sebepleri ileri sürerek beni alıkoyabilir. Ötekinin ahlakî olarak önemsediği bir tabuyu ben yok sayarak yıkabilir. Bu ve benzer durumlar çatışmanın başlangıcı olabileceği gibi ben ve ötekinin birbirlerini yok saymasına ve hatta neredeyse kişilik bölünmesine bile yol açabilir.
Yunus Emre’nin “Beni bende deme bende değilim / Bir ben var benden içeri” mısraları ben ile ötekinin birbirine karşıt gelmesi sonucu gerçekleşen çatışmaya güzel bir örnektir.
Dizginlerini eline almış bir ben, benlik oluşumunu gerçekleştirirken  ötekiden destek almalı ve sağlıklı bir benlik inşası için gerekli rehberliği edinmelidir. Çünkü işi en doğru hesabı tutturmak üzerine olan öteki için uyumlu bir ben kendinin de uysallaşmasına ve daha sakin öngörülerde bulunmasına neden olmaktadır. Diğer bir husus da uygun bir benlik oluşturmak için yeterli bir boşluk yaratılmasıdır. Zira hayata dair anlam, bu boşluğun merkezine dikilerek kök salması sağlanır. Benin istek ve ihtiyaçları ile ötekinin bu istek ve ihtiyaçlara en doğru şekilde ulaşılmasının sağlanması desteklenerek sağlıklı bir benlik oluşumu gerçekleştirilebilir.
Doğru bir benlik inşası, ben ve ötekinin birbirleriyle çatışmamasına, çekişmemesine ve çelişkiye düşmemesine ihtiyaç duyar. Ne ben tek başına yaşamayı becerebilir, ne de öteki tek başına  ölmeyi. Her ne kadar Freud ötekini olumsuzlama üzerine anlatmaya çalışsa da, öteki diye tabir ettiği bilinçdışı benin başarı güdüsünü destekleyen ve ödül mekanizmasını düzenleyen bir unsurdur. Ötekiden mahrum bir ben bu duyguları kendi başına yaşayamadığı için daha çok çalışmakta ama tatmin duygusuna ulaşamamaktadır. Bu durum da kişide farklı ruhsal sapmalara neden olabilir. Örneğin reddiyeci bir narsist, içine kapanmış bir depresif…
O halde Yunus gibi diyelim: “Bir ben var benden içeri”
Çünkü; Bir ben var bir de öteki…
Kaynakça:
HAN, Byung Chul (2017) Şiddetin Topolojisi. Dilek Zapçıoğlu (Çev.).İstanbul. Metis Yayınları.
aynı yazıyı https://dusunbil.com/bir-ben-var-bir-de-oteki/ adresinden de okuyabilirsiniz.
1 note · View note
betulvargun · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Kitap önerileri: •Dostoyevski-Yeraltından Notlar •Jack London-Martin Eden •Erich Maria Remarque-Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok (çeviriye göre isimde ufak farklılıklar olabiliyor) •Yang Gui Ca-Uzak ve Güzel Mahalle •Aldous Huxley-Cesur Yeni Dünya •Richard Bach-Martı Jonathan Livingston •Jose Saramago-Körlük •Jose Saramago-Bilinmeyen Adanın Öyküsü •Jose Saramago-Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş •Jose Saramago-Kabil •Franz Kafka-Dava •Robert L.Stevenson-Dr Jekyll and Mr Hyde •Lynn Crosbie-Where Did You Sleep Last Night/Dün Gece Nerede Uyudun •Ryunosuke Akutagava-Kappa •George Orwell-Faşizm Kehanetleri •Stefan Zweig-Satranç •Stefan Zweig-Amok •Stefan Zweig-Bir Çöküşün Öyküsü •Julie Otsuka-Tavan Arasındaki Buda •Philip Roth-Hayalet Yazar •Mark Twain-Adem’le Havva’nın Güncesi •Kazuo Ishiguro-Uzak tepeler •Kazuo Ishiguro-Noktürnler •Hermann Hesse-Öldürmeyeceksin •Hermann Hesse-Rosshalde •Hermann Hesse-Demian •Hermann Hesse-Peter Camenzind •Hermann Hesse-Siddhartha •Oscar Wilde-Dorian Grayin Portresi •Haruki Murakami-Blind Willow,Sleeping Woman (Türkçe çevirisi yok sanırım,ama imkanınız varsa zaten Murakami’nin İngilizce çevirilerini okumalısınız) •Haruki Murakami/Norwegian Wood(İmkansızın Şarkısı) •Haruki Murakami-The Wind-up Bird Chronicle(Zemberekkuşu Güncesi) •Haruki Murakami-Kafka on the Shore(Sahilde Kafka) •Haruki Murakami-After Dark(Karanlıktan Sonra) •Banana Yoshimoto-Kitchen(Mutfak) •Banana Yoshimıto-Goodbye Tsugumi(Türkçesi var mı bilmiyorum) •Anthony Burgess-Otomatik Portakal •George Orwell-Hayvan Çiftliği •George Orwell-Aspidistra •George Orwell-1984 •George Orwell-Paris ve Londra’da Beş Parasız •Gabriel Garcia Marquez-Yaprak Fırtınası •Gabriel Garcia Marquez-Kolera Günlerinde Aşk •Gabriel Garcia Marquez-Yüzyıllık Yalnızlık •Gabriel Garcia Marquez-Benim Hüzünlü Orospularım •Gabriel Garcia Marquez-Aşk ve Öbür Cinler •Yukio Mishima-Dalgaların Sesi •Yukio Mishima-Bereket Denizi serisi •Yukio Mishima-Altın Köşk Tapınağı •Albert Camus-Veba •Albert Camus-Yabancı •Milan Kundera-Yavaşlık •Milan Kundera-Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği •Junichiro Tanizaki-Nazlı Kar •Sartre-Bulantı •Milan Kundera-Bilmemek •Andre Gide-Pastoral Senfoni •Lois Lowry-Seçilmiş Kişi •Milan Kundera-Gülüşün ve Unutuşun Kitabı •Stefan Zweig-Olağanüstü Bir Gece •Juan Rulfo-Pedro Paramo •Han Byung Chul-Şiddetin Topolojisi •Albert Camus-Mutlu Ölüm - - - Bundan sonra okudukça bu listeye aktarma yapacağım,geçen seferki listeyi tekrar eder gibi oldum ama görmeyenler varmış. Umarım faydalı olur:)
885 notes · View notes
hertaraf2023 · 2 years ago
Link
Abdulaziz TANTİK / Şiddetin Topolojisi…
0 notes
zarec12 · 6 years ago
Text
Şeyler, birçok kişinin arzu ettiği oranda değerlidir. "Sahiplenme mimetigi" aynı nesneye yönelen iki arzu birbirini karşılıklı olarak engeller ve kaçınılmaz olarak şiddete yol açar.
(Şiddetin Topolojisi)
0 notes
kalpherzamansoldanatar · 8 years ago
Photo
Tumblr media
Kötümserliği daha iyi günlere saklayalım  Giderek sıradanlaşan şiddetin yarattığı toplumsal anomi tarihin ve toplumsalın hangi noktasında olduğumuza ilişkin tespiti zorunlu kılıyor. Aksi halde yönümüzü bulmamız imkânsız, mevcut durumu ise mutlak gibi görmemiz kaçınılmaz hale geliyor. Türkiye “toplumu”, sürekli şiddete maruz kalan bireylerin tipik davranışlarını sergiliyor. Histerik bir hınç, katıksız bir nefret, onarılması güç bir bezginlik veya depresyon, acınası bir ürkeklik, hangi olaya nasıl reaksiyon göstereceği belirsiz bir gel-gitlilik, hakikatle ilişkilendirilemeyecek düzeyde bir sinizm ve irrasyonel aidiyet duygusu sistematikleşen şiddetin doğurduğu toplumsal psikolojinin sadece birkaç semptomu. Bunun karşısında, daha doğrusu yanında, sürekli yeni iç ve dış düşmanlar keşfeden, üreten, bunu zorlayan devlet, kendini yeniden yapılandırmak için çeşitli “hukuki” düzenlemelere girişiyor. Yeni anayasa çalışmalarının özünü, mevcut anomiyi, yani toplumu toplum yapan bireyler arasındaki ahlaki bağın çözülüşünü, çerçeveleri çok daha mutlaklaşmış yeni bir egemenlik anlayışı etrafında toplama, daha doğrusu toparlama gayesi oluşturuyor. Peki bu girişimde muvaffak olunması mümkün mü? Evet, toplumun büyük ölçüde sindiği, olağanüstü hale rıza gösterdiği bir ortamda mümkün. Darbe düzeninden çok daha otoriter bir anayasayı topluma onaylatmak artık çok büyük bir maharet gerektirmiyor. Peki böylesi bir “rıza”yla kabul ettirilen anayasa, parçalanmışlığı yeniden “topluma” dönüştürüp bunu sürdürmeyi sağlayabilir mi? Dahası, toplumun rızasını sağlamak üzere şiddeti sistematikleştiren irade, egemenliğini mutlaklaştırabilir mi? Şiddet bir arada tutmaz Güney Koreli yazar ve kültür kuramcısı Byung-Chul Han, “Şiddetin Topolojisi” kitabında Hegel’den alıntıyla, “insanlar devletin şiddet sayesinde ayakta kaldığını düşünür, oysa asıl harç herkesin paylaştığı temel düzen duygusudur” diyor. Han’ın işaret ettiği “düzen duygusu” bizde büyük ölçüde kaybolmuş durumda. Aleni şiddetin toplumsal depresyona veya anomiye yol açtığı bir ortamda bu duygunun yitiminin önüne geçmek için şiddetin aktörlerinden daha güçlü ve şiddet üretmeyen bir aktör olmak zorunda. Buna mukabil Byung-Chul Han şöyle diyor: "Bir hukuk düzeni yalnız şiddet veya olumsuz yaptırımların tehdidiyle ayakta kalamaz. Şiddet, bir arada tutmaz. Şiddet sağlam bir dayanak değildir. Tersine, toplumda yoğun bir şiddetin varlığı iç istikrarsızlığa işaret eder. Yalnız şiddetle ayakta tutulabilen bir hukuk düzeni çok kırılgan olurdu. En sağlam dayanak, hukuk düzenine gönüllü rızadır. Şiddet de zaten bu ‘payanda’nın hukuk düzenini tamamen terk ettiği anda ortaya çıkacaktır." Türkiye’de ortaya çıktığı gibi. Şiddetin şiddeti doğurduğu bir sarmal, ancak egemen, bunun önüne set çekmeye karar verdiğinde veya şiddete karşı, şiddet üretmeyen güçlü bir toplumsal itiraz geldiğinde kırılabilir. Büyük olasılıkla anomi veya toplumsallık vasfının yitimi, bu iki ihtimalin de devre dışı olduğu algısından türüyor. Byung-Chul Han kitabında Sigmund Freud’dan Walter Benjamin’e, René Girard’dan Giorgio Agamben ve Gilles Deleuze’e kadar önemli düşünürlerin devlet, şiddet ve topluma ilişkin tezlerini eleştirel bir yaklaşımla özetliyor. Yazarın bu tezlere yönelik eleştirel yaklaşımından ziyade, tezlerde ortaya konan şiddet biçimlerine ilişkin değerlendirmeler Türkiye’nin mevcut vaziyetiyle mukayese yapabilmek için bu aşamada daha işlevsel görünüyor. Medeniyet değil modernite kaybı Türkiye’nin girdiği olağanüstü hal “düzeninin” tahlili için sıklıkla başvurduğumuz Carl Schmitt’in egemenlik inşasına ilişkin tespitlerini aktaran Han, onun şiddete dair analizini özetlerken, Türkiye’nin “keşfettiği” çoklu düşman algısının yaratacağı krize de işaret ediyor: "Schmitt için düşmanlık kimliğin kurucu öğesidir. Ben kendini sadece Öteki’ne bir bağışıklık tepkisi içinde tanımlayabilir. Yani, der Schhmitt, ‘tek bir gerçek düşmandan daha fazla düşmana sahip olmak, içsel bir zaafın, bir bölünmenin işareti’dir. Düşmanın kesin tarifinin yapılamayışı, Kendi’nin kifayetsiz kimliğine işaret eder. Düşmanların çoğulluğu Ben’i dağıtır. Kendilik, ancak tek bir düşman karşısında tüm keskinliği ve kesinliğiyle tebarüz eder." Han’ın kılavuzluğunda gidecek olursak Türkiye büyük bir hızla düşmanlarını çoğullaştıran ve bu esnada “ben” duygusunu yitiren bir paradoksun ama aynı zamanda arkaik bir şiddet sarmalının içinde debeleniyor. Tanık olduğumuz korkunç vahşet olayları, kanlı gösteriler, cezalandırma sahneleri, düşman ilan etme seremonileri, linç eylemleri, modernitede dışlanmış olan şiddet biçiminin tezahüründen ibaret. Arkaik kültür ve Antik Çağ’da şiddetin sahneleniş biçimini şu şekilde izah ediyor Han: "Öldürücü şiddetin şaşaalı bir biçimde sergilenmesiyle, hükümdarın gücü ve haşmeti ortaya konur aslında. İktidar kan simgeselliğine başvurur. Gaddar şiddet iktidarın mührüdür. Şiddet gizlenmez burada. Görünürdür, apaçıktır, sergilenmektedir. Hiçbir şekilde utanmaz. Ne dilsizdir ne de çıplak; tersine, kendini anlatır ve önemser." O halde Tanıl Bora’nın “medeniyet kaybı” dediği linç için “modernite kaybı” veya pre-modern çağa dönüş demek belki daha doğru olur. Kötümserliği daha iyi günlere saklayalım Nitekim “modernitede gaddarca şiddet yalnız siyaset sahnesinde değil, hemen tüm toplumsal düzlemlerde giderek meşruiyetini kaybeder” diyen Han, pre-modern zamanlar için şiddeti şöyle nakleder: “Modernite öncesi zamanlarda şiddet her yerde hazır ve nazırdır, gündelik hayatın bir parçasıdır ve alenidir. Toplumsal pratiğin ve iletişimin önemli bir parçasıdır hatta. Onun için yalnız fiilen uygulanmakla kalmaz, seyirlik hale de getirilir.” Bu açıdan aslında şu an tanığı ve parçası olduğumuz vaziyet tam da modernite öncesinin tarifine uyuyor. Bu vaziyet Türkiye’nin başına rastlantı sonucu gelmiş bir felaket değil, egemenliğin çok daha otoriter bir şeklinin tesisi için sistematik olarak örülmüş sürecin tezahürü. Şiddetin bu pre-modern halinin, yeni egemenlik hedefinin sadece bir aracı olarak değil aynı zamanda amacı haline gelmesi, toplumsal anominin başlıca sebeplerinden biri olarak görülebilir. Mevcut şiddet biçiminin sonlanamayacağına ilişkin karamsarlığımızın sebebi belki de budur. Ama kaos ve şiddetin kurucuları, karşısında herhangi bir direnç kalmadığı zaman mutlaklaşır ve bunu sürdürmek için de sürekli baş edebileceği yeni düşmanlar üretir. O, düşmansız ve savaşsız var olamaz. Dolayısıyla biz daha filmin sonuna gelmiş, en dibi görmüş değiliz. Daha önce de yazdığımız gibi, Türkiye zor günlerden geçmiyor, zor günlere giriyor. Ve bu zorlu günlerden bir daha asla çıkmayacağımız hissine kapılmaya zorlanıyoruz. Belki de bu zorlamaya karşı bir direnç noktası olarak Eduardo Galeano’nun Bogota’daki bir duvar yazısından naklettiği şu sözü sık sık hatırlamak gerekiyor: “Kötümserliği daha iyi günlere saklayalım” Çünkü karanlık tünel epey uzun görünüyor ve kötümserlik, umutsuzluk insanları hiçbir yere gitmemeye, yola devam etmemeye itiyor. İrfan Aktan (GazeteDuvar)
13 notes · View notes
tugbrk07 · 5 years ago
Text
ŞİDDETİN TOPOLOJİSİ
ŞİDDETİN-TOPOLOJİSİİndir
ŞİDDETİN TOPOLOJİSİ Byung – Chul Han. Şiddetin Topolojisi, Çev. Dilek Zaptçıoğlu, (İstanbul: Metis Yayınları, 2016) Değerlendiren / Reviewed by YASEMİN ÖNER
Han’ın kitabı, eski toplumlardan günümüze şiddetin tarihsel değişiminin temel uğraklarını tespit eden felsefi bir anlatı. Yazar bunu yaparken şiddetin tarih boyunca inatla kalıcılık göstermesini araştırmış bir dizi…
View On WordPress
1 note · View note
yorgunherakles · 2 years ago
Quote
insanın kendi kendine uyguladığı bas­kı, bir başkasının uyguladığı baskıdan çok daha ölümcüldür, çün­kü kişinin kendine karşı koyması mümkün değildir.
byung-chul han - eros'un ıstırabı
42 notes · View notes
iremnalca · 6 years ago
Text
Dostluk hukuktan ve adaletten daha güçlü bir araçtır. Aristo, iyi yasa kurucular adaletten çok dostluğun korunmasına dikkat etmelidir der. Dostluk, toplumsal yaşamı hukuk düzeninden daha yetkin düzenler, özellikle de şiddeti asgari düeye indirir. Bu nedenle ideal zoon politicon’un bir arkadaş olması gerekir. “Yurttaşlar birbiriyle dost ise, bir hukuk kalkanına ihtiyaç yoktur ama sadece adillerse, ek olarak dostluğa ihtiyaç duyarlar.” (Aristo, Nikomakhos’a Etik) Empatik anlamda politika, arabuluculuk ve anlaşma gibi hukukdışı güçleri kullanır. Dostluk politikası, hukuki, hakemli bir arabuluculuk gerektiren kritik durumu daha ortaya çıkmadan önleyecektir. Aristo dostluğu, devletler arasındaki en önemli zenginlik ilan eder. (Aristo, Politik) Topluluğun kendisi zaten “dostane bir şey” olduğundan, politikanın simgesideir dostluk. Aristo dostluğu gayet temel, hatta varoluşsal bir düzlemde konumlandırır. Dostluk, “özgür bir birlikte yaşama kararı” olduğundan devlet dostluğu temel alır, varoluşunun imkaanı olarak görür. Empatik anlamda alındığında politika iktidar kullanma iradesi değil, birlikte yaşama kararıdır. (Nitekim yalnızca kârla ilgilenen saf ekonomik organizasyonları bir Gemeinschaft oluşturamaz. Nedeni, siyasi bir boyuttan yoksun olmalarıdır. İki kutuplu bir “kazanç/kayıp” şifresiyle işleyen ekonomik sisten, ortak kamusal iyiliğe karşı kördür. Politikanın özünün ne olduğu tam da bu noktada ortaya çıkar.) İnsan hayatı, ölüm kalım hakkında mutlak bir iktidara teslimiyet anlamında politikleşmez. İnsanın varoluşunu asıl politikleştiren şey birlikte yaşama kararıdır. (Aristo tam da politika kavramına yüklediği anlam nedeniyle savaş ve barış üzerine kurulu bir devleti reddeder. Sadece “yalıtılmış” -izole- olan, “savaşa susamış”tır. Ötekini düşman tanımlayıp araya çizgi çekmek değil, aracılık ve birleştirme edimleri politiktir. Savaş sadece barış için yapıldığında politik bir faliyet olur.) Ne iktidar ne de şiddetin ruhunda o politik birlikte yaşama kararı, politikanın temelindeki o birliktelik fikri vardır. İktidar gerçibir topluluğun varlığını şart koşar ama son kertede Kendi’ne ait bir olgudur, yani ipsosantriktir. Niyetinde beraberlik yoktur.
Byung-Chul Han
Şiddetin topolojisi s66
0 notes
japonyamesken · 4 years ago
Text
“Her şeyin bir fiyatının olduğu ve her şeyin illaki bir kazanç getirmesi gerektiği bir dünya müstehcendir.”
7 notes · View notes
dalaz3456 · 2 years ago
Link
Abdulaziz TANTİK / Şiddetin Topolojisi…
0 notes