#ruh eşi ne demek
Explore tagged Tumblr posts
Text
Karmik Ruh Eşi Ne Demek?
#enerji bağları#enerji kordonları#geçmiş yaşam#iyileşme#karma#karmik bağ#karmik bağlar#karmik ilişki#karmik ilişki belirtileri#karmik ilişkiler#karmik kordon#Karmik Partner#karmik ruh eşi nedir#Karmik ruh eşleri#kişisel yansıma#ruh eşi#Ruh eşleri#Ruh sözleşmeleri#ruhsal iyileşme#salıverme#zorlu ilişkiler
0 notes
Note
Bazı kavgalar falan olsa da gerçekten ilişkimiz güzel çok şükür,en başta ben istememiştim çünkü açık konuşmam gerekirse bizden olacağını düşünmemiştim hiç. Ben istedim diye bazı şeyleri bıraktı mesela. Hayatımda ilk defa sevip sevildiğim bir dönemdeyim,birinin omzuna başımı koymak daha önce hiç bu kadar iyi gelmemişti 🥹🧿�� ayrıca güzel dileklerin için teşekkür ederim umarım daha da güzelleri senin olur ✨🌸 vaktini ayırıp dinlediğin için de ayrıca teşekkür ederim iyi ki varsın 💗❤️🩹
Ya var ya çevremde “ bizden olmaz” denilen her ilişki evlilikle devam etti jsbskdbdk umarım sizinde evlilik ile taçlanır ilişkiniz. Hep mutlu olun İnşallah. Valla çok şanslısınız o zaman ruh eşi olarak bulmuşsunuz birbirinizi. Ne demek ne zaman istersen yazabilirsin. Her daim buralardayım ben🫂🙏🏻
0 notes
Text
Konfor alanımdan çıkmak istemediğim zamanlarda adi romantik filmler izlerim, bu rutinimi gerçekleştirmek istediğimde yağmurlu bir haftasonu olmasına dikkat ederim. Yalnız bir pazar günü olsun pek istemem. Pazarları, pazartesini düşünerek geçiririm.
İşte yine bir cuma akşamı adi bir romantik film ararken bari iyi bir film izleyeyim diyerek Before Sunrise'ı açtım. Bu kadar masalsı bir hikayeyi bu kadar gerçekçi yazmak büyük meziyet ama istedikleri şey de boğazıma bir yumru koymak değildir herhalde.
Ruh eşi masalını bilirsiniz, ben buna inanmıyorum. Yalnız bu film başından sonuna kadar bana hepimiz için birisi varmış gibi hissettirdi. Biz birisi için, birisi bizim için yaratılmış ama o kişi Haiti'de mi, bir Amiş çiftliğinde mi yoksa çoktan, yine dünyanın başka bir köşesinde, küçük yaşta sıtmadan öldü mü bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey bizimle aynı ülkeye, aynı şehire, aynı okula, aynı iş yerine, aynı sokaklara düşmesinin çok küçük bir ihtimal olduğu. Ama gel gör ki Celine ve Jesse bir trende denk düşüyor. Ben de bundan hiç hoşlanmıyorum, sinir oluyorum, çatlıyorum kıskançlıktan. Her şeyimle erdemli ve sempatik olmak zorunda mıyım ki? Başkasının mutluluğu beni mutsuz etti o anda ve canımı sıkan ilk şey bu olmuş oldu.
Film boyunca; büyük bir kısmımızın hayatını bizim için olmayan, parçaları bize uymayan insanlarla, çoğu zaman berbat, çoğu zaman bunaltıcı, bayatlamaya mahkum ilişkiler içerisinde "o" kişiden uzakta yaşayacağını düşündüm durdum. Sonraki filmlerde Celine ve Jesse'nin ilişkisinin de bu bayatlamaya mahkum ilişkilerden olduğunu, bu filmin ruh eşi konseptiyle hiç ilgisi olmadığını -adi bir film değildi sonuçta- görünce de hiç rahatlayamadım. Çünkü sonra bu durum canımı daha da sıktı.
Etrafındaki kaostan kaçmaya çalışan insanlar mutlaka takıntı yapacak bir şeyler bulurlar. Böylelikle zihinlerinin bahçesinde ters gidebilecek veya halihazırda ters giden şeylerden kaçıp sığınabilecekleri bir ağaç evleri olur. Benim gibiler için o ağaç ev ilişkilerdir.
Celine ve Jesse'nin aslında o kadar da büyülü ilerlemeyen ilişkisi bana, her neredeyse mükemmel ilk buluşmayla beraber içine yerleşip en keyifli anlarımı yaşamaya başladığım ağaç evden geriye kısa sürede nasıl da bir enkaz kaldığını hatırlattı. Demek ki filmlerde de o ağaç evi bize vaadedebilecek kimse yokmuş. O ağaç evi inşa edebileceğin kişiler varmış ama inşaat hiçbir zaman tam olarak bitmezmiş. Doğru kişi ağaç evin ne zaman bir bölümü yıkılsa seninle birlikte büyük bir sabırla tadilatını yapabilecek kişiymiş.
İlişkiler, kapalı havanın bunalımından kaçıp açtığım adi romantik filmler gibi konfor alanına dahil değilmiş. İlişkiler de bir işmiş.
7 notes
·
View notes
Text
"Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki. dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir. Kim bunun başka türlüsünü ister, kim gönlünde yiğitliği ve güzelliği barındırır, büyük yazarları ya da ermişleri baş tacı ederse, o bir aptaldır, bir Don Kişot'tur. Güzel, ben de aynı durumu yaşadım dostum! Seçkin yeteneklerle donatılmış bir kızdım, yüce bir örneği kendime rehber edinerek yaşamak, kendi kendime yüce istekler yöneltmek, onurlu görevleri yerine getirmek için yaratılmıştım. Büyük bir yazgıyı omuzlayabilir, bir kralın eşi, bir devrimcinin sevgilisi, bir dâhinin kız kardeşi, bir ideal uğrunda ölümü göze alan bir kişinin annesi olabilirdim. Ama yaşam az buçuk beğeni sahibi kibar bir fahişe olmama izin verdi sadece. Bu kadarını bile ele geçirebilmem kolay olmadı! Bütün bunlar başıma geldi işte. Bir süre çaresizliğe kapıldım, olup bitenlerin suçunu uzun süre kendimde aradım. Yaşam ne de olsa her zaman haklıdır diye düşündüm; yaşam düşlerimle alay edip eğlendiyse, o zaman düşlerim salakçaydı demek, haklı yanları yoktu, diye geçirdim içimden. Böyle düşünmem bir işime yaramadı. Gözlerim iyi görüp kulaklarım iyi işittiğinden, biraz da meraklı biri sayıldığımdan, yaşam dedikleri şeyi inceden inceye, adamakıllı gözden geçirdim, bildik tanıdıklarımı, komşularımı, pek çok insan�� ve bunların yazgılarını tek tek inceledim; gördüm ki Harry, haklıymış düşlerim, yerden göğe haklıymış, tıpkı seninkiler gibi. Oysa yaşam, gerçeklik, haksızdı. Senin gibi bir insanın yalnızlık, ürkeklik ve umutsuzluk içinde usturaya el atmak zorunda kalması ne kadar doğruysa, benim gibi bir kadının bir para babasının yanında sekreterlik yapıp zavallılık ve anlamsızlık içinde yaşlanmaktan, böyle para babası biriyle parasının hatırı için evlenmekten ya da bir çeşit fahişe olup çıkmaktan başka seçenek bulamayışı o kadar doğruydu. Benim içine düştüğüm sefalet belki daha çok maddi ve ahlakî, seninki ise daha çok manevî idi, ama ikisi de aynı kapıya çıkıyordu. Sanıyor musun, senin fokstrottan korkmam, barlardan ve dans salonlarından tiksinmeni, caz müziğine ve bütün o ıvır zıvıra karşı direnmeni anlamayacak biriyim? Hem de çok iyi anlıyorum hepsini, senin politikadan nefret etmeni de anlıyorum, parti ve basın mensuplarının boşboğazlıklarından ve sorumsuz davranışlarından üzüntü duymam da, hem geçmiş, hem gelecekteki savaşa ilişkin umarsızlığını da, günümüzde düşünme, okuma, inşaat, mimari, eğlence, müzik ve eğitimde izlenen yol konusundaki karamsarlığını da! Haklısın Bozkırkurdu, yerden göğe haklısın, öyleyken yok olup gitmekten başka bir şey gelmiyor elinden. Bugünün pek az şeyle yetinen basit ve rahat dünyası için fazla iddialı ve açsın, seni kendi içinden tükürüp atıyor bu dünya, onun boyutlarının dışına taşıyorsun. Günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. Zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek eylem, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz..."
6 notes
·
View notes
Text
GNYDN Mülteci
Günaydın.
Sabah ne kadar da güzel bir zaman dilimi aslında. Hele bir de kendine zaman ayırabildiğinde, oturup yavaş yavaş renklilerle beyazları ayırır gibi ayırabilir insan dünyayı bu zaman diliminde. Bir kahve yeter ayırmaya mutlu ile mutsuzu, saygılı ile saygısızı.
Yıllar oldu yazmadım, yazamadım.
8 yıl bir göçmen olarak yaşarken, yazmak yerine bir şeylerin bir parçası olmaya uğraştım. Bir ailenin, bir arkadaşlığın, bir milletin bir parçası olmaya… Oysa ait olmak, bugün çok daha uzaklarda.
Bilir misin ecnebi olmak ne demektir? Onlar bilmez çünkü… Üzüm üzüme bakarak kararırmış ya, kararan üzüm salkımları sırf kararmayı başardılar diye kendilerini üstün görür mü? Ben yeşil üzüm severim, uğraşmasın kararmakla, olduğu gibi gelsin.
Sekiz yıl birçok soru ve yargıyı hayata getirmiş olsa da en büyük sorulardan biri, peki neden ben odaklı, şefkatsiz bir çevredeyim? Neden ve nasıl bir millet böylesine etrafındakine kör olarak büyür?
Anlıyorum, yüzyıllarca kendi tipinden başkasını bilmeyen bir topluluğun göçmenlik konusunda nasıl da sudan çıkmış balık gibi olduğunu… Anlıyorum, beyaz bir milletin nasıl da etrafındaki herkes ve her şeyi aşağı gördüğünü…
Merak ediyorum, sürekli bir finansal açlık peşinde koşmak mı bencilliklerinin sebebi yoksa tamamen cahillikten mi?
Ben hep bir şeyler paylaşırken annemi düşünürüm. Öyle ki annemdir beni yargısız dinleyen, huzurla konuşmama yer veren. Belki biraz acı, hayal kırıklığıyla etkilenmiş olabilir yargım ama sorum hala aynı, neden sevemediler beni?
Oysa Türkiye’de iken her şey çok daha net idi. En azından beni cinsel yönelimim yüzünden taciz ediyor, dinim yüzünden dışlıyorlardı. En azından neden nefret edildiğimi biliyordum.
İzlanda… İzlanda’da bilemiyorum… Her şey öyle ‘güzel’ ki… Onlar için her şey çok güzel…
Oysa ben, hayvanat bahçesinde egzotik bir hayvan…
Bazen bir İzlandalı, sadece işi düştüğünde iletişime geçen, hatır bile sormayan biri.
Bazen bir İzlandalı, göründüğü kadar açık görüşlü değil tam tersine ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ kafasında yolunu bulmuş bir birey.
Bazen bir İzlandalı, umumi yerlerde sadece kendisinin hakkı olduğunu düşünen, sırayı ve sosyal tavır ve davranışları bilmeyen biri.
Bazense bir İzlandalı, yıllardır ailen olduğunu zannettiğin fakat seni aynı şehrin içinde bile arayıp sormayan birey. Hasta olduğunda nasılsın demeyen, aç olduğunda bilmeyen, sen halledersin deyip seni yalnız bırakan.
Bazen bir İzlandalı, yıllardır arkadaşlık yaptığın fakat sonunda bütün o zaman boyunca farkında olmadan nasıl da onun ırkçılığına katlandığını fark ettiğin o beyaz insan.
Bazen bir İzlandalı, doğudan geldiğin için seni cahil farz edip sürekli bir ‘’yardım’’ etme, seni düzeltme ya da kurtarma kafasını yaşayan, kendini bir kahraman sanan bir birey.
Bazen bir İzlandalı, ‘’ zararlı olumlu ruh hali’’ dediğimiz durumun ayaklanmış hatta sahne kurmuş hali.
Bazen bir İzlandalı, seni duyan ama dinlemeyen. Öyle ki dinlemek yerine, çoktan vereceği cevabı planlayan ve her seferinde de çok ‘’iyi’’ insan.
Oysa ben, her daim ‘’nerelisin sen’’ sorusuna tabi olan, her daim bir İzlandalı’nın eşi, sülalesinde İzlandalı olmadığı için bazen iş bulamayan, ecnebi olan. İyi olmayan, kötü de olmayan, ne olursa olsun hep ikinci olan.
Oysa ben, onların ellerinden geldiği kadar uğraştığı ama yine de benle ilgili bir hata yüzünden bana ulaşamadıklarını söyledikleri, her duygusal açılımımda suçlu ve her seferinde yanlış olan…
Her seferinde, senin ülken çok iyi sanki gibi sözlerle ötekileştirilen ben...
Bazı günler tek istediğim, ait olmaktı. Bir yere, birilerine ait olmak.
Demek ki kısmet değilmiş sevilmek… Ne geçmişten güç almak, ne de gelecekten umutlanmak...
3 notes
·
View notes
Text
jazz morning.
cumartesi sabahı. görüldüğü üzere kahvaltımı hazırladım, kahvemi yaptım. sevgilime de hazırladım, dışarıdaki işleri halledip gelecek. bizde kalan ve sınırlarımızı zorlayan misafir sonunda gitti, geçtiğimiz pazartesi. 2 gün boyunca gece yarısına kadar evi temizledim. yorulsam da şu an huzurla temiz evimde kahvemi içip yazı yazabiliyorum ve bu çok güzel, çok keyifli.
şöyle bir şey deniyorum bu aralar: son 2-3 haftadır sanıyorum ki kullandığım ilacın da etkisiyle inanılmaz sinirli bir halim vardı. her an’ım pms öncesi gibiydi. çok berbat bir histi ve insanlara karşı da biraz negatif ve kırıcı olduğum zamanlar oldu. neyse ki geçti bu halim (ilk 2 haftası oluyormuş). ben de günah çıkarma isteğiyle sanırım etrafımdaki herkese çok kibar/güleryüzlü davranmaya başladım (5 gündür:). günah çıkarmaya da bakar mısınız! işin esası ben zaten güleryüzlü, gülmeyi ve güldürmeyi seven biriyimdir ancak bir şeylere çok çabuk sinirlenir ve çabuk yüzümü düşürürüm. sanırım kırmak istediğim şey daha çok buydu: daha anlayışlı ve esnek olabilmek. yes, i try this now.
peki böyle oldum da neler oldu bi bakalım dostlar.
olumlu anlamda: eşimin rahatladığını/ mutluluğunun arttığını görebiliyorum. elbette mutluyduk ancak o da son gerginliklerimden nasibini almıştı. artık benim mutlu olduğumu görmek/ herhangi bir durumda anlayışla karşılamak onu da çok rahatlatıyor. örneğin, dün dışarıda bir arkadaşı ile oturdu. ve geldiğinde de sürekli çok ilgi gösterdi bana. çünkü normalde ben böyle bir şeye sinir olur, ben kendimi yalnız hissediyorum banane sen de gitme şeklindeki çocukça tavrı ona da hissettirir, yüzümü asar, soğuk davranırdım. bu sefer ne yaptım dersiniz? bana mesaj attığında yemek yapıyordum ve aynı hisler birden içime doldu. yalnızım, hiç arkadaşım yok ki, sevilmeye ve değer görmeye layık değilim bıdı bıdı bıdı. yaptığım şeyi bırakıp, kendimi mutsuzluğun ve düşüncelerin kollarına atıp kendime içsel olarak zarar verirdim normalde. elbette kolay değil bazı davranış kalıplarını yıkmak ancak kendimi zorluyorum. dün de o hisler geldiğinde bir anda tahammül edemedim ağır geldi. ama sonra o hissin içinde kaldım. kaçmadım, elimdeki işi bırakmadım ve yaklaşık 15 dakika sonra yavaş yavaş yine yaptığım iş önem kazanmaya, içim soğumaya, ruh halim 15 dakika öncesine dönmeye başladı. yapacaklarımı yaptıktan ve olumsuza değil de olumlu rutinlere yöneldiğimde fark ettim: evet ben hep (belki pek çoğu gibi) baş edemediğim bir şeyle karşılaştığımda kendime zarar veren mutsuz yola girmeye alışmışım. halbuki farklı bir yol da var. canını sıkan/seni kaygılandıran/mutsuz eden herhangi bir anda o hissin geçmesini beklemek, güzel bir video açmak, banyo yapmak, sevdiğin bir diziyi izlemek kesinlikle gözle görülür bir etki yaratıyor. olumlu alışkanlıklara devam o zaman.
sevdiklerimi dinlerken -özellikle annemi- kendiyle ilgili anlattığı şeyleri üstünkörü dinler, bir an önce kendi canımı sıkan şeylere konunun gelmesini ister ve vır vır dert yanardım. geçen gün ona onu ne kadar sevdiğimi söyledim ve anlattıklarıyla içten ilgilendim. ona özen göstermek, mutlu olduğunu hissetmek beni de mutlu etti.
sokakta/ orada burada karşılaştığım insanlara gülümsemek, istemediğim bir şeyle karşılaştığımda (örneğin dün bir mağazada aldığım elbisenin ödemesini yaparken fatura konusunda sıkıntı yaşandı ve 10-15 dakika bekledim. normalde hemen sinirlenir/surat asar/bunu da belli eder/içimden “üff beceriksizler bir şeyi halledemediler!” diye öfkelenirdim. ancak dün son derece sabırla bekledim ve durumu anlayışla karşıladım. bkz. new normal!
olumsuz anlamda: tabiki ponçik Ayşecik hallerinin olumsuz birtakım getirileri de oldu. 2 farklı durum yaşadım, sırayla anlatıcam. anlayışlı/güleryüzlü olmanın yanında her şeye evet demek ve gülümsemek gibi bir yanılgıya düştüm. ancak şimdi yazarken de fark ettim ki insanların yanlış/kaba davranışlarını da kendime yüklemek gibi bir tavrım var. ben gülümsediğim için öyle davrandılar ya da sınırımı çizemedim o yüzden. sevgilim geldi küçük bir mola verdim. az önce gitti. makineye çamaşırları yolladım ve masanın başına oturdum tekrardan. onun içmediği soğumuş kahvesi ve suyumla dökülmeye devam.
vaka 1: geçtiğimiz perşembe günü dükkanımıza gitmiştim. eşimin bir arkadaşı geldi, G. biraz lafladık ancak geldiğinde R.’yi bulamadıysa sanırım bu durumdan pek hoşlanmıyor, bilemiyorum. Sonra da tanıdık başka biri geldi ve ona, “ben de gelmiştim ama R. yokmuş, sevmediğlm eşi burada” diye gülerek laf attı. Ben de güldüm ama içten içe bozuldum. Bu sözü daha önce 2 kez daha söyledi. Çok bir samimiyetimiz yok, neden beni sevip sevmeyeceği oranda bir diyaloğumuz da olmadı. Sever sevmez mesele bu da değil, mesele onun bu artık şakayı aşan kabalığı.
vaka 2: dün akşamüstü spordaydım. spor hocam da şakacı biri, dolayısıyla genelde gülüp eğlenerek geçiyor dersler. dün de kalabalıktık. bir yandan spor yapıyor, bir yandan da sohbet ediyoruz. B. “paraya ne kadar önem verirsiniz?” gibi bir soru sordu ve bunun üzerine simit-peynir benzetmesi yaparak bir örnek verdi. ben de verdiği örnek üzerine bir yorum yaptım ama o artık para konusuna gelmişti. ve diğer B. gelip benim için, “Ö. tam şey değil mi sınıfta konu bitmiştir, biri bütün konuyu baştan anlattırır.” tarzı bana saf vs gibi anlama gelecek tarzda bir şaka yaptı. Ben yine güldüm o an ama sonra bu şakayı kaba ve yersiz buldum. normal şekilde sohbetime devam ettim, bozulduğumu belli etmemek adına ancak ‘şakacıya’ daha soğuk ve mesafeli davrandım. o da anladı ve sonrasında ilgili davranmak adına fazladan çabaya girdi. ve bu sınırı aşmasında bi önceki derste her şeye gülmemle ilgili yaptığım yorumun da etkisinin olduğunu düşündüm sonradan. gereksiz yere kendimi biraz küçük düşürecek bir yorum yapmıştım niyetim bu olmasa da.
eveet. bu 2 vaka üzerinden dünden beri şu sonuca vardım: ben güleç bir insanım, anlayışlı bir insanım derken sınır koyamayan, her şeye evet diyen birine mi dönüşmüştüm? bu iki insanın böyle davranmasının sorumlusu ben miydim, benim tavırlarım mıydı? ama o kadar gülerken bir anda sert olup, “bana bu şakayı yapamazsın” tavrına nasıl bürünülür ki? benim tavrım genelde bu insanlara mesafe koyup, eskisi kadar sıcak davranmamak oluyor, en azından belli bir zaman. bu doğru bir yöntem mi? tatlı-sert olmak insan ilişkilerindeki en muazzam şey mi? i guess. peki nasıl böyle olunulur? bunu tam bilemiyorum. ama bu farkındalık sayesinde biraz bu konuyu düşüneceğim.
insan ilişkileri-yalnızlık-sosyalleşme-iş konuları-anlamlı bir varoluş hissi arayışı-ne yapacağını düşünme üzerine düşünüyorum bu aralar. özellikle iş (başarılı hissetme arzusu mu?) ve daha sosyal olmak üzerine (yeterince sevilmiyorum hissi?) zihnim kurcalıyor içimi. kendime acımasız olmadan neler yapabilirim’e evriltmeye çalışıyorum bu hisleri. bakalım bakalım.
ha bir yandan da Türkiye gerçekleri var. ülkedeki iç karartıcı olaylar silsilesi içinde akıl sağlığımı korumaya çalışıyorum. özüme yönelmeye çalışıyorum elimden geldiğince.
ne okudum? kıskanmak. güzel dili, akışkan olay örgüsü, ve karakter analizleri ile elimden bırakamadığım bir kitaptı.
ne okuyacağım? yazı bitince kitaplığımızdan seçeceğim.
ne izliyorum? bu aralar geceleri zihnen ve bedenen yorgun olduğum için başlayıp bitirdiğim bir film olmadı. Downton Abbey izliyorum Netflix’ten. yıllar önce bir iki sezonunu izleyip yarım bıraktığım bu güzel İngiliz kır dizisine yeniden başladım. bana çok iyi geliyor.
bugün dışarıda birkaç işim var: elbise değişikliği, kuaför, kitap yükleme. yarın ilk kez Kadıköy’deki antika pazarına katılacağız. akşam da bir nişana gideceğiz.
şimdi biraz kendini koltuğa bırakmaca.
2 notes
·
View notes
Text
Denge
Denge hayatı güzel yaşamak, keyif almak ve faydalı olmak sanatıdır. Öğrenmesi zor ve pahalı bir eğitim gerektirir... Tek okulu ise hayatın ta kendisidir. Bu öğreti; hissetmeyi, fark etmeyi ve tefekkür etmeyi şart koşar. Bazıları bu konuda isteksiz ve bazıları da çaresizdir. Faydasına inanan ve azmeden kesinlikle başarır. Zira itidal bir ruh iklimine dönüşür. Bir kere varınca, gelip geçici bir hal gibi seni terk etmez. Çok güçlü kılar ve gücünü devamlı büyütür. Seni yarı yolda bırakmaz. Bu yolda başarılı olan insanlar mutlu olur, mutlu eder ve mutlu ölürler. Hikmet ve nimetlerle dolu bir yaşam macerasıdır, dengeli olmak ve dengede durmak... Denge kavramını üç mantıksal tabanda düşünmek mümkün. Birincisi normal şartlar altında, dimdik ayakta durmak, sarsılıp, yalpalayıp yıkılmamak, İkincisi çeşitli yönlerden üstümüze gelen kuvvetler arasında bir balans kurarak, bizi bir diğerine doğru itmelerine engel olup devrilmemek. Üçüncüsü ise bizi kendisine doğru çekmekte olan değişik yönlerdeki güçlerin, bu çekimleri arasında bir ahenk oluşturarak, birine doğru kaymaksızın ayakta kalabilmek... İnsan hayatının mutluluk şifrelerinden birisi işte bu itidal meselesidir. Çok iddialı bir Fıransız ressam bakın ne diyor: Hayalini kurduğum her şey, bir denge sanatıdır...(Henri Matisse)
Denge ve Yin Yang
Uzak doğuda insanın insan oluşuyla ilgili enteresan bir duyarlılık vardır. Özellikle Japonlar bu konuda çok hassastır. Ayrıca Budizm temelleri inanın bana İslam İtikadı anlayışımıza o kadar yakındır ki; sadece tek Allah'ı bulsalar, çok iyi Müslüman olurlar... Yaşamlarında rıfk ve hilm hazinelerine çok önem verirler. (Tabii ki şahıslardan değil kültür temellerinden bahsediyorum) Ne yazık ki bu duyarlılık halk arasında bulunur, yönetimlerinde ise tam aksine bir anlayış bolca mevcuttur. Adeta uzak doğu devlet yönetimleri insani acılardan ve kandan beslenmektedir. Tarih boyunca ve günümüzde de katliamlar ve zulüm altında yönetilmiş olan bu insanlar, (Belki de bu insani aşağılanmışlık halinden olabilir) gerçekten insana yakışır ve çok çeşitli felsefi boyutlar keşfetmişlerdir. Bakınız büyük insan Mehmet Akif Ersoy uzak doğu kültüründen nasıl bahsediyor: ........ Müslümanlık sanırım parlayacaktır orada;sade, Osmanlı’ların gayreti lazım arada.......... Şu kadar söyleyeyim: din-i mübin'in orada,ruh-u feyyazı yayılmış, yalınız şekli: buda. Siz gidin, saffet-i islam’ı japonlarda görün!o küçük boylu, büyük milletin efradı bugün, Müslümanlıktaki erkan-ı sıyanette ferid;müslüman denmek için eksiği ancak tevhid...........(Süleymaniye Kürsüsünden / Safahat) Yin yang ile her türlü zıtlıkların bir denge halinde ve düzen ile birbirleri içerisinde var olduğu anlatılmak istenir. Bu şekilde evrendeki her şeyin zıtlıklar ve tezat bileşkesi içerisinde hayat bulduğu savunulur. İtidal ise, insanoğlunun pozitif seçimleri ile oluşturduğu denge sayesinde haysiyet ve şeref haline dönüşür. Bu noktada kötülüklerin baskısına direnmenin önemine vurgu yapılır. Arması ise pek bir şık ve meşhurdur.
Denge mutluluğun ve hatta güzel bir hayatın şartıdır diye düşünülür. Bu felsefeye göre her şey ancak zıttı ile hayat bulur. Bu yönden bakılınca, denge derken, iyilik ve kötülüğün savaşında, doğru safta yer almak ve bu seçimimizi sadakatle korumak anlamlarını içerir... İtidal Denge Demek Değil Sadece İtidal dediğimizde denge ile bir eş anlamlılık oluşuyor gibi gelse de fark var. Tıpkı saygı ve hürmet kavramının birbirini tam karşılayamaması gibi. Zira "hürmet" içerisinde içten bir iştiyak, sevgi ve şefkat ile karışık deruni bir ruh halini ifade ediyor. Sadece saygı değil yani, daha geniş, daha derin ve daha samimi... İtidal ise, denge karşısında; marjinal olmamak, haddini aşmamak, haddini aşana teslim olmamak, geride de kalmamak, doğru bir alan mevcut ise mihmandarı olmak manalarının yanında; bir de sağduyulu ve sakin olmayı kasteder. Aynı zamanda sıradan da olma der... Ve lakin marjinal yaklaşımlar ile uçlarda bir yaşam tarzı, fevri davranışlar ile gurur ve kibrin yoldaş edinilmesi ve sert tutumlar ile muhatapların ezilerek haklarına girilmesi, dengenin şaşmasına sebep olarak, Rıza ve lezzet kapılarını kapatır. Denge farkındaysanız ağır ve yumuşak başlılık ile sakinlik, soğukkanlılık gibi ikincil anlamları da karşılayan itidal kelimesiyle anlamını perçinliyor. Bu hal yüksek insani ve imani değerlere yelken açıyor... İtidal bedensel ve ruhsal sağlık açısından çok kıymetli bir yaşam modelidir. Düşünürken, davranırken, karar ve tutum belirlerken, rehber edinildiğinde, bu dünya ve öteleri için altın anahtarlar vadediyor. Nitekim, dengenin şaşması, kaygı ve korkuları besleyecek, kompleksler ve suçluluk hissi benliği kaplayacaktır. Bu yadsınamaz gerçekler, yeni yeni inanç, davranış, seziş ve düşünüş bozukluklarına yol açacaktır ki; insanın felaketi bu karanlıkta gizli olacaktır. Gizlidir zira yaşamadan farkına varmak çok zordur. Ve bazen farkına vardığımızda çok geç olmuştur. Böylece doğan dengesizlik kısır döngüsü; ruh halimiz ve duygu durumumuz için, feci bir sonun habercisidir. Bu feci son, dünyayı mezara çevirir bir yandan; ahiret hayatını tehdit eder öte yandan. Bizi bitirir... Herkesler Peşinde Denge..! Tarih boyunca alimler, arifler, bilim insanları ve felsefeciler hep bu dengeyi bulmak yada itidale varmak peşinde oldular. Bu insanlar ki; hedefi hiç bir zaman şan şöhret; makam mevki veya para pul olmadı. Zaten çoğu terki dünya eyledikten sonra meşhur oldular... Ancak doğruyu ve gerçeği arıyorlardı. Yaradılış sırlarına vakıf olmak için çalışıyorlardı. Ve ötelerde Rıza'ya ulaşmak istiyorlardı... Denge İçin Farkında Olmak... Size halk arasında çok gündeme gelen, fakat mana, lisan-ı hal ve bilinç itibariyle pek de değer görmeyen bir cümleyi aktarayım mı? “Hiç ölmeyeceğini zanneden biri gibi çalış, yarın ölecek biri gibi de tedbirli ol.” (Câmiu’s-Sagîr, II/12, Hadis No:1201) "Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete çalış" Hadis-i Şerifinin tam çevirisi yukarıda ki gibidir. Ne de güzel bir denge tavsiyesidir. İnsanoğlu tabiatı itibari ile bünyesinde madde ve manayı bir arada bulundurmaktadır. Ruh ki; daimi var olacak değerimizdir. Vücudumuz ise dünya hayatında, ruhumuza bineklik edip, sonra zevale erecek geçici bir kemiyettir. Hoş vücut dahi bir değerdir. Denge halinde bulundurmak için çabalamamız ve sağlıklı olmasını sağlamakla mükellef olduğumuz, dünyevi bir emanetimiz hükmündedir. Mutlu ve başarılı bir insan için; ruh vücudu ile, fiziki vücudu arasında da bir ahenk ve bir denge gerekir. Dengenin Farklı Boyutları İnsan hayatında denge tek boyutlu bir kavram değildir. Birbirleri içine girip çıkan bir çok denge muhteviyatı vardır. Fakat her kurulması başarılan denge ile yenilerinin önü açılır, gelişleri hızlanır ve rahatlar. Konuya örnekler vererek, boyutlarına dikkat çekeyim: Sosyal denge, Ruhsal denge, Psikolojik denge, Duygusal denge, Maddi güç veya makam mevki, sosyal statü ile hissedilen hedefler ve ihtiyaçlar arasındaki, İdealler ve amaçlar ile imkanlar arasındaki, Hoşgörü ile kendini kullandırmamak arasındaki,İnançları ve yaşayışı arasındaki, Kapasitesi ve iştigali arasındaki, Kendinde gördüğü insan ile diğer insanların onu nasıl gördüğü arasında ki dengeler gibi çokça örnekler verilebilir. Devam edeyim mi? Kaygıları, korkuları ve tedbirleri arasındaki, Bildikleri ve yaşayıp, yaşattıkları arasındaki,Din ve dünya işleri arasındaki,Duyarlılık ile irade arasındaki,Zaman ve yapılacaklar arasındaki,Davranışları ile his dünyası arasındaki,Yönettikleri için kullandığı erk ve baskı ile yaptırmaya çalıştığı faaliyet arasında ki dengeler gibi.... Bak bir iki tane daha geldi aklıma; Cesaret ve aptallık ile korkaklık arasında ki denge, Eşi, ailesi, işi, akrabaları ve sosyal hayatı arasında kurduğu denge, Öğrenmeye veya yapmaya çalıştıkları ile kapasitesi arasında ki denge,Harcamaları veya tasarrufları ile kazancı arasında ki denge,.....................................Başlığa girdim, çıkamıyorum..! Yazdıkça geliyor... Burada görüyoruz ki başarılı bir hayat yolu, kurulacak çok fazla dengeye ihtiyaç duyuyor. Lakin itidal prensibini oturttuğumuz zaman hayatımıza; bütün dengeler kendiliğinden kurulacaktır. Çeşitlilik bizi korkutmamalı.... İtidal dediğimizde yanından hiç ayrılmayan iki kavramdan da bahsetmek gerekiyor. İfrat ve tefrit...
İfrat ve Tefrit
Bu iki fiil de dünya insicamını bozar. yapana da , muhatabına da zarar verir. Her ikisi de beklenen gibi olmamak veya normal olmamak şeklinde insanın dengede bulunmasını engeller. İtidal hali başarı ve mutluluk getiren bir dengeli olma durumudur. Düşmanı ise bu iki kavramdır. İfrat ve tefrit kavramlarını iyice anlayıp, ikisinden de kaçındığımız da itidale ulaşmış olacağız. Formül basit yani..! İfrat : Aşırı gitmek, ölçülü olamamak, haddi aşmak, dengeleri yukarıya doğru sarsmak ve zorlamak anlamına gelmektedir. İfrat her anlamda, normalden fazlasını yapmak, düşünmek, almak, söylemek, harcamak, göndermek...... Hulasa normalden fazlası demektir. Değerli okuyucum; "Lüks" başka bir şeydir mesela; "iyi" ise başka bir şeydir. İyi tercih edilir, lüksten kaçınılır ise denge kurmak kolay olur. İfrattan da uzak durulmuş olur. Bir kaç örnekle anlatmaya çalışayım: Bir yönetici astına kızacak ise ağzını bozmadan, bas bas bağırmadan, üstüne yürümeden, kişiliğini aşağılamadan usulü adap çerçevesinde kızarsa olumlu sonuç alır. Bağcıyı dövmeden üzüm yer. Aksi halde ifrat tuzağına girmiş olur ve başaramaz. Bir hanım kardeşim, 3 çantaya ihtiyaç duyuyor ise 3 tane çantası olmalıdır. Beğenir alır. Ama 13 çanta alırsa dengeyi bozdu ve ifrata girdi işte... Hayatında denge tutturamaz. Bir iş adamı matematik olarak altından kalkamayacağı bir yatırıma kalkışırsa, zaten çalışmakta olan yatırımlarını çoğalsın diye hesapsızca zorlarsa, bu hırs onu ifrata götürür. Dengeleri bozulur, sonu felaket olur. Benim dindar kardeşim, günlük 40 rekat namazı, 400 rekata çıkarırsa ve bu yüzden ailesi, işi, sağlığı ve ilişkileri bozulup sarsılırsa ifrata girmiş olur. Umduğunu bulamaz, zayi olur... Benim hedeflerini kapasitesi ve imkanları ile dengeleyememiş sporcu kardeşim, günde 2 saat idman yapması gerekirken 6 saat yaparsa, vücudunu ve ruhunu mahveder, ifrata girer başarısız olur... Benim tombul kardeşim ekmek yememesi gerekirken, bir öğünde bir bütün ekmek yer de, öğün adetini 5'e çıkarırsa, ifrat içinde devamlı yükselen bir kilo ile ruh ve beden sağlığını bozar, mahvolur... İşte ifrata düşmemek hayatın ve hissiyatın her alanı için aşırıya gitmemek sayesinde, denge kurmamıza yardımcı olur. Bir bütün olarak insaniyetimizi ayakta tutar, mutlu kılar. Tefrit : İfratın tersidir tefrit. Tutum ve düşüncelerimiz, duruş ve davranışlarımız, fiil ve kararlarımızda normalden aşağıda kalma durumudur. Dengeleri aşağıya doğru alt üst ederiz bu defa. Tefrit hali yeterli ölçüde olabilecekken, olmama ve geri kalma anlamındadır. En az ifrat kadar zararlıdır. Denge kurdurtmaz insana. Bey huzur eder, başarısız kılar, itidalden uzaklaştırır. Örneklendireyim isterseniz: Bir baba evlatlarının zaruri ihtiyaçlarını kısıp da tasarruf etmeye çalışır ise tefrite düşer. Kendisini de ailesini de zayi eder ve tasarrufa da ulaşamaz, kaybeder. Bir komutan askerlerine acıyıp, 3 saatlik yapılması gereken atış talimini 1 saate düşürürse, esasen hem o askerlere, hem kendisi ve topyekun orduya zarar vererek tefrite düşer. Bir hasta tedavisi mümkünken, cimriliği yüzünden, güya tasarruf etmek için, ha bire erteleyip durursa tefrite düşer. Hastalığı büyür, başka marazlara sebep olur. Bu sefer harcayarak da kurtulamaz. Gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Unutmayalım ki, yaratılmış her şey denge halindedir. Biz insanlar onu bozarız. Kendimizi de..! Doğanın dengesini bozarız; iklimler bozulur, gıdalar sağlıksız olmaya başlar. Tıpkı bunun gibi insan da dengede kaldığı müddetçe doğru yolda, başarılı ve mutlu olur. İnanın bana itidal için çabalamaya değer. Hiç bir kazanım kendiliğinden olmaz... Read the full article
1 note
·
View note
Text
Ruh Eşinizle Ne Zaman Tanışacağınızı Öğrenmek İçin Bu Soruları Cevaplayın
Ruh Eşinizle Ne Zaman Tanışacağınızı Öğrenmek İçin Bu Soruları Cevaplayın
İnsanların en çok merak ettikleri şeylerden biri ruh eşleriyle ne zaman tanışacaklarıdır. Aşk inanılmaz bir duygudur. Aşıkların kalp ritimlerini senkronize edebilir, acıdan kurtulmalarına yardımcı olabilir ve onları mutlu eder. Papatya yapraklarını koparmaya son! Diğer yarınızla ne zaman tanışacağınızı biliyor musunuz?
Bu kısa test ruh eşinizin yakınınızda olup olmadığını gösterecek! Bir kalem ve…
View On WordPress
#*#aşk testi#aşk ve ilişki testleri#aşkımla ne zaman tanışacağım#Bright Side Turkey#Bright Side Turkish#BrightSide Turkey#BrightSide Turkish#ilginç kişilik testleri#Kişilik testi#kişilik testi cevapları#kişilik testi oyunları#kişilik testi soruları#olumlu bak kişilik testi#psikoloji kişilik testi#ruh eşi gerçek mi#ruh eşi ne demek#ruh eşi nedir#ruh eşim beni düşünüyor mu#ruh eşim beni tanıyor mu#ruh eşim nasıl görünüyor#ruh eşim var mı
0 notes
Text
Vergilius'un Ölümü: Zamanı bileğimden çıkardım, sıkıyordu.
Öldükten sonraki hayatı öncesinden daha maceralı olan bir şair Vergilius. Çevirisi Ahmet Cemal tarafından 40 yılda tamamlanan Vergilius’un Ölümü şairin son on yedi saatini anlatıyor. Vergilius romanda hakikati şiir yoluyla ararken, Broch da kendi Vergilius’unu arıyor. Onu Dante’nin cehenneminden alıp Sefalet Sokağı’nda yeni bir yolculuğa çıkarır yazar. Ölüler âlemini iyi tanıyan Vergilius, yaşayanlara son bir bakış atar. Gördüklerinden hiç de memnun kalmaz. Bu yüzleşme onu kendi eserlerini sorgulamaya kadar götürecektir. Hermann Broch edebiyatın ne olduğu, şiirin neden yazıldığı, sanatın hakikatle bağını sorgulamak için birkaç nedenle Vergilius’u seçmiş olabilir. Her şeyden önce Vergilius yeniden kurgulanmaya uygun bir şairdir. Ayrıca ölmeden önce yarım kalmış son eseri Aeneis’i yakmak istemiştir. Dini inancı da yaşamı ve ölümü sorgulamasına yatkındır. Vergilius, Augustus’un himayesinde yaşamış, şiirlerini Roma’ya adamış, kısacası iktidara yakın bir şairdir. Broch onu yeniden var ederken anlatıcı diliyle Vergilius’un zihnini bütünleyerek, kendi düşüncelerini kurgunun içine gizler. Yazarın sesi bilinçakışının içinde neredeyse kaybolur. Yargılamaksızın felsefesini ortaya koyar. Asıl meseleyse şu soruda düğümlenir: “… hâlâ var mıydı sanat?”
Roman dört elementin adını alan bölümlerden oluşur. Çok tanrılı dinlerde ölüm altı duyunun ve dört elementin yok olmasıyla tasvir edilir. Renklerin sese battığı yerde kulak keskinleşir, göz uzakları görür, sezgi bilinenin ötesine geçer. Bilinç eridikçe çaresizlik büyür.
"Açgözlülük üzerine bir şarkı ithaf edilmeliydi bu insanlara! Ama neye yarardı ki bu? Çünkü aslında hiçbir şey gelmiyordu şairin elinden, hiçbir kötülüğün ortadan kaldırılmasına yardımcı olamıyordu; yalnızca dünyayı ihtişama boğup yücelttiğinde kulak veriliyordu ona, yoksa olduğu haliyle anlattığında değil."
Ve toprak suyu yok eder. Vergilius bitkin düşer, bedeni hafifçe sallanmaya başlar.Artık su ömürdür, su aynadır. Bir tahtırevanın üstünden gördükleri anlattıklarından çok uzaktadır. Rüzgâr tersine eser. Sezginin ötesindeki görme hali canını yakar. Çekilen acıların gürültüsünü duyar. Körlükse kötülüğe hizmet etmektedir. Yazdıklarını anlamayacak mıdır bu insanlar? Yazgı değişmeyecek midir?
Vergilius iki anlamda da ölümle yüzleşmektedir. Kendi inancına göre yeniden doğuş vardır. Fakat yazdıkları ne ölecek ne de yeniden yazılacaktır. Şair, kibrini soyunurken vicdan sesini yükseltir. O, isminin altında çırılçıplak kalır. Hakikate/Nirvana’ya ulaşmayı isterken hem de. Şiir onun yoludur, hedefi şiirin ötesinde bekleyen hakikate varmaktır. Bir çocuk eşlik eder yolculuğuna, yoksa Dante midir o? Her ne kadar ismi Lysanias olsa da. Çocuk onun şairliğine övgüler düzmektedir, yüreğine su serpmektedir… Fakat artık hiç kimse inandıramaz Vergilius’u dünyevi yalanlara. Çünkü o bir şeyi atlamıştı, aşkı. Ancak aşk götürebilirdi onu hakikatin kollarına. Fakat o Orpheus gibi merakla dönüp baktığı ışık ve tanrıların uyarısıyla öldürmüştü aşkını. O sevgili kendisinin miydi, Aeneis’in mi? Bilmiyordu. Ölümün bilgisine erişmemişti hem? Ölümü bilmeden bilge olunamazdı. Aşkın ruh eşi ölümse eğer; aşk, ayırt etmekti.
“Aradığımız yitip gitmiştir, ve onu aramamız gerekir, çünkü o, bulunmazlığı içersinde bizimle yalnızca alay eder."
Ve su ateşi yok eder. Tutuşmaya başlar şiir ucundan ortasından. Bedenin ısısı çoğalınca ağzı dili kurur, seraba bırakır kendisini şair. Bedense yaşadığının tek işareti... Çünkü Vergilius, Broch’un kalemiyle zamanın ötesindedir, çıkarır zamanı bileğinden… Gördüklerinin bildikleri olduğunu zannettiği hayat kayıyordur ellerinden. Son şans, bilmek için. O ki Aeneis’i karanlığın, kötülüğün üstüne göndermişti. Şimdi neyin nesiydi bu şaşkınlık? Öyle bir uçurumdaydı ki, dilin uçurumuydu bu. Sözden ayrılan dilin. Hayal kuramıyor sadece hatırlıyordu, demek böyle oluyordu ölüme yaklaştıkça. Ve anladı adı şiir de olsa her yol hiçliğe çıkmaktaydı. Emin değilse de hissettiği, boşunalık duygusuna teslim etmişti bir kez kendisini. Broch’un Vergilius’u duygu evreninde bir uçtan diğer uca savruluyordu. O ki ilk korkunun kapısından geçip bilinmezin ön avlusuna çıkmadı mı? Peki ya güzellik, zulümden başka neydi? Gülmek, uykudan ve susmaktan fenaydı onun için. İnsanlar sanatla büyülenmekten yanaysa gerçeği görmek istemiyordu. Acaba şair olmak yerine doktor mu olsaydı? Sanatıyla nehirlerin akışını değiştiremediğine göre… Hem simgeler amaca yaklaştırır mı insanı? İşte böyle bozar yeminlerini Vergilius. Kendini yalnızlığa teslim eder. İçten içe yanmaktadır. İnkâr etmektedir yaşamını. Öyleyse o artık aşkı çağırmalı, yalnız aşkın ateşini hissetmeli. Plotia’nın hayaline bırakmalı kendisini. Plotia, kaderi Dido’yla, Eurydyke’le aynı olan kadın. Zaten Vergilius hiç yaşamı yazmamıştı ki. Belki yerin kat kat altına inmişti, ölülerle konuşmuştu. Hayatı kanlı canlı yazamadığı gibi ölümün bilgisinden de yoksundu şimdi. Hey gidi cahil şair, hey gidi şairine kişi… şimdi seni yakan bu ateş tutuştursun Aeneis’i. Sana iyi gelecek olan tek şey sevgi…
“Çünkü sevgi nefesle başlardı, ve nefes ile birlikte ölümsüzlüğe yükselirdi.”
Ve ateş yeniden toprağı çağırır… Şimdi kalkıp deniz kıyısına varmalı. Aeneis’in küllerini savurmalı… Flaccus, Lucius, Augustus izin vermez Vergilius’a. Eser çıkmıştır bir kez onun ellerinden, yarım da olsa… Tamamla onu Vergilius, tamamla. Augustus’un istediği gibi… Ziyaretçilerle arasında geçen konuşmalar tüm zamanları aşıp oturur romana… Broch yine hatırlatır kendini. Su ve ateş gerçekliğine kavuşur. Toprak her ne kadar sırayı bozsa da, şaire şairaneliği hatırlatır. Yok, ikna olmaz Vergilius. Bu defa tarım diye tutturur. Sonra da aşk şiirlerine övgüler dizmeye başlar. Yaşamadığı ne varsa sarılır. Hermann Broch, Augustus ile Vergilius'u devlet tartışmasına sokar: "Devlet ve zihin; tek ve aynı şey." Devlet gülünç ve geçicidir Vergilius için. Çünkü o yalnızca Plotia’yı dinlemektedir, aşk sözleri fısıldanırken kulağına. Augustus ona bilgeliğini anımsatsa da boşunadır. O, adsız kalmayı koymuştur aklına, istediği kesinlikle budur. Peki, o zaman kim bilecek Roma’yı? O kurulan şehri, inşa edilen duvarları. Aeneis’in çetin yolculuğunu? Epik’i kim bilecek? Hakikate duyulan meraktan çıkılır yola tamam, peki, bu çıkmaz sokak neden hep dikiliyor karşısına. Zaman nedir? Bunca şey değişmezken üstelik. Nedendir halkların bu zafer tutkusu, neden alkışlarlar önlerinden geçeni. Sıla var mıdır? Yurt var mıdır? Ya dönüş? Tanrılar bunca umursamazken, yeryüzünde sürüp giden iktidar onların sureti değilse nedir? İnsanlar mı güldürür tanrıları? Bağlı olduğu şeyden bir anda tiksinti duyar, bu ziyaret yıkar Vergilius’u, eritir. Sert bir hesaplaşmadır yaşadığı, belki de hepimiz adına. İyileşmek der arkadaşları buna, Plotia da. Şimdi aşkla bir olmanın zamanıdır.
Ve ateş havayı yok eder… Bedenin ısısı düşer. Nefes kesilir. Gönül devreye girer. Şuur gönle batar. Tüm ihtiraslar, yeryüzüne ait ne kadar kötücül his, düşünce varsa geride kalır. Beklenen ışık görünür. Dante el sallar Vergilius’a. Bir şair geçidi başlar. Ölüm demek yıldız demektir artık. Küçümsediği ne varsa büyür ışığın etkisiyle. Güzelliğe, hakikate kavuşur Vergilius. Gülümser, tadını çıkarır gülmenin. Aeneis yeryüzünde bir yerdedir artık. Oysa, aynanın yüzeyinden geçmiştir çoktan. İlkin söz vardı evet, ama o son sözü söyler. Gönül de batar sonsuzluğa.
Ve böylece Hermann Broch, Vergilius’u sevda yüzünden yeryüzünden göçenler kervanına taşır. Dante’yi Beatrice’e götüren Vergilius’a karşı onu kendi bedenine sarar ve bir yazar olarak şaire karşı son görevini yerine getirir.
"Tek bir yasa vardır, yüreğin yasası!"
(Kaynak:http://arzueylem.blogspot.com.tr/2016/01/vergiliusun-olumu-zaman-bilegimden.html)
6 notes
·
View notes
Text
Havalı Sözler
Havalı sözler, en havalı sözler, havalı sözler 2021, cool sözler, ingilizce havalı sözler, gizemli havalı sözler, afili havalı sözler, kısa havalı sözler gibi en güzel sözler için aliskanlik.com
Havalı sözler, insanların kendi durumlarının güzelliğini ve iyi olması halini diğer insanlara anlatmak için kullanmayı tercih ettikleri sözlerdir. Bu sözler kişilere kapak sözler olarak da anlatılabilir. Ayrıca bu sözler havalı oldukları kadar da ingilizce havalı sözler olarak da anlatılabilir. Havalı sözler istenmeyen kişilere karşı laf sokucu sözler olarak da kullanılabilir.
Bu sözler uygun ve samimi bir ortamda söylenerek samimiyeti arttırabilecek sözler oldukları gibi havalı sözler 2021 de olabilirler. Farklı uzunlukta olan bu sözler, çok daha uzun olmaktan ise cool sözler kısa da olabilirler.
Aslında en havalı sözler, insanların kendi durumunun güzelliğini ve iyiliğini anlatmak için de kullanılabilecek sözlerdir. Kişi karşısındaki insanın yaptığı bir yanlış harekete de sinirlenip tepki vererek istediği herhangi bir zaman dilimi içerisinde de bu sözleri kullanmayı tercih edebilir. Havalı sözler, çok kibar insanların ağzına yakışmasa da ortama ayak uydurmak adına yapılabilecek ve kullanılması mümkün sözlerdir. En güzel havalı sözleri sizler için tekrardan yazdık…
En Havalı Sözler
Bir havaları var bir havaları var ki, inanamazsın sanki gerçek bir prenses.
Ben kötü biri değilim belki de sen artık benim iyi biri olmamı hak etmiyorsun.
Ayrılık eğer var ise kaderimde, o zaman sana da elveda der ve çeker giderim.
Konuşmak belki de ihtiyaçlar arasında sayılabilir lakin susmak ise gerçek bir sanattır.
Yanıma keyfimin kahyasını aldım. Keyfimin kahyası ve ben paşa gönlümü bir ziyaret edelim dedik ve paşa gönlüme gittiğimizde de tepemin tasından bol bol sohbet ettik sonra da burnumun dikine doğru gitmeye karar verdik.
Eğer sen karşıma geçmiş böcek olduğunu böyle kolayca kabul edebiliyorsan, o zaman biri gelip de seni ezdiği zaman şikayet etmeye hakkın yok demektir.
Benim çok da güzel gülüşlerim var her ama her sıkıntıya eyvallah deyip de geçebilen.
Bazıları hızlı yürür ama nereye gittikleri belli olmaz ama bazıları da yavaş yürüyor olsa bile asla geriye doğru bir adım bile atmaz.
Sen benim sadece gülüşlerime odaklan tatlım, öfkem sana ağır gelir.
Yüzüme karşı surat asıp, varlığımdan rahatsız olduğunu söyleyen insanlar olsa bile o insanların uzaktan beni gizli gizli takip etmelerine de bayılıyorum.
Havalı Sözler 2021
Önce her yeri ama her yeri siyaha boyadım. Sonra siyaha boyanan her yerin üzerine de beyaz harflerle yeni hikayeler yazdım. İşte seni böyle de kolay kolay unutmuş oldum.
Biz de pırlanta gibi ve de cam gibi gençlerdik. Sonra vura vura, kıra kıra bizi de incittiler ve biz de keskinleştik.
Ama sen hala aynı ısrar ile boşuna dönüyorsun be dünya, okeylerin ikisi de bende.
Arkamdan bol bol konuşan herkesin dillerinde hep benim adım var ama rüyalarındaki gölgem de hep akıllarında.
Seni ben kendi geleceğimde bir ekmek alıp da karnını doyurmak için bile sever idim. Ama sen gidip de kendi geleceğinde yatlar, katlar ve çok ama çok paralar istedin. Ben yetemem sana öyle ise git at sen de kendini yalandan da yalan o sahte sevgilere.
Çok talibim var, deyip de orda burada sevinmenizin de anlamı yok, ne demişler; ucuz malın alıcısı da çok olurmuş.
Kitap gibi kadınlar gidip de kendilerini imlası bozuk adamların yanında harcıyor ya ona yanıyorum.
Bizde hiç ama hiç geri vites yok. Gerekir ise biz gidip ilerden geri döneriz de geri vites yapmayız.
Senin bana sigaradan daha iyi geldiğin bir gün olur ise işte o gün seninle evlenirim.
Ruh eşi herkeste var ve çok sıradan. Bana gerçek bir ruh eşi değil gerçek ir suç ortağı lazım.
Seni gerçekten hisler ile beraber değil de yalan dolan sözler ile beraber sevmek gerekiyor imiş ben onu anladım.
Eğer bir yerde küçük insanların kocaman gölgeleri oluyor ise küçük insanlarının büyük gölgelerinin olduğu o yerde güneş artık çoktan veda etmeye hazırlanıyor demektir.
Geçmişe bakıp bakıp keşke demekten ise geleceğime odaklanıp da belki, demeyi tercih ederim.
Basit insanlara bu kadar zaman ve emek harcamanın hiç anlamı yok. Ne demişler; kartallar sinek avlamaz.
Ayakta ölürüm diz üstü yaşamaktan ise çünkü ayakta ölmek diz üstünde yaşamaktan her zaman daha fazla onu vericidir.
Gizemli Havalı Sözler
Benim olana yazacak kadar cesur olan adamın ben cesediyle dans ederim.
Edebim asla ama asla el vermez edepsizlik yapan kişiyle muhattap olabilmeye. Susmak aslında en güzel cevap olabilir kendi edebini bilen kişiye.
Popüler biri olmaya çalıştığın kadar, insan olmaya da çalışabilsen keşke de biz de biraz sende insanlık görebilsek.
Kalmadı artık sana ait tek bir his bile benim içimde. Sen tüm o hislerimi yok ettin bana söylediğin tek bir cümle ile.
O kadar da havalısın ki valla kusacağım tam şimdi.
Dünyanın artık en havalı cümlesi değişti. O cümle artık; ben o kitabı okumuştum.
Yabancı bir şarkı oldum ben artık; dinleyenim ne kadar çok olursa olsun, anlayanım nerde se hiç ama hiç kalmadı.
Benden rahatsız olup söylenseniz bile uzaktan gizli gizli izlemelerinize hele de benim sıkı takipçim olmanıza bayıl��yorum.
Yalnız ölüm hissi, çaresizliğin ve geri dönmenin ne demek olduğunu bana kuvvetli bir şekilde hissettirir.
Sahne şuan da senin devam et istediğin gibi fakat sıra da bana gelir ise kendine daha çok dikkat et, yakarım.
Küme bile düşer olsa benim hayallerim, şampiyonluğa da oynar benim gülüşlerim.
Piyango bu sene kesin sana çıkacak, mutlaka bilet al kaçırma çünkü bütün numaralar aslında sende.
Ben bir aşkı sürdürmeyi de bilirim ama yeri gelir ise süründürmeyi de bilirim.
Oyun bittiği an bunun fili de, şahı da, piyonu da aynı kutuya teker teker konup da kaldırılıyor ise o zaman bunca havaya ne gerek var.
Yaş yalnızca yan yana gelen sayılardır ama asıl olgunluk, senin yaşında değil de karakterindedir.
Sana biraz adam ol, demek isterdim ama şimdi senden imkansızı da istemenin de anlamı yok.
Ben hiçbir kimseye beni biraz sevsin diye bile soytarılık yapmadan kendim olmaya devam edeceğim. Ya isteyen beni sever kendi bildiği gibi ya da çeker gider aynı geldiği gibi.
Yalan hiç gerek duymam, hiç yalan söylemem. Beni satan hiç kimseyi de bir kere bile affetmem. Senin de keyfin bilir güzelim, bana hastalanan çok bilesin.
İnsanlar da aynı ama aynı resim gibi. Böyle gözünde büyüttükçe kaliteleri de git gide düşüyor.
Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun, neden bambaşka bir insan olmaya bugünden başlamıyorsun ki?
Ve mutluluk resmen artık bir kibrit çöpü oldu benim için, ne kadar yanarsa yansın işte.
Uzak dur hemen, çek ellerini bir an önce benden! Senin gibi kalitesiz ve düzeysiz insanları çok ama çok geri bırakmışım ben.
Kızların hep kesin bu çocuğun da sevgilisi vardır, dediği için ben böyle yalnız kalıyorum galiba.
0 notes
Text
Özdemir Asaf
Türk şiirinin önde gelen şairlerindendir Özdemir Asaf. Hayat hikayesini, en güzel şiirlerini, kitaplarını, anılarını ve çok daha fazlasını Özdemir Asaf sayfamızda bulabilirsiniz. Asaf, zarifliği, nezaketi ve duygulu şiirleriyle bu dünyada iz bıraktı.
Özdemir Asaf - Hayatı
Çocukluğu ve Ailesi
Özdemir Asaf, anne-babası ve ikiz kardeşiyle. Özdemir Asaf, 11 Haziran 1923’te, Ankara’da doğdu. Annesinin adı Hamdiye ve Babasının adı Mehmet Asaf'tır. Gerçek adı Halit Özdemir Arun'dur. Bir ikizi vardır ve adı Özgönül'dür. Kendisinden bir gün sonra 12 Haziran'da dünyaya gelmişti. Babası Mehmet Asaf, Şûra-yı Devlet'in (Danıştay) kurucularındandır. 1922'de Atatürk, Mehmet Bey'i Ankara'ya çağırmıştır. Bu vesileyle aile Ankara'ya taşındı. Özdemir Asaf, Ankara'da dünyaya geldi. Evleri Ankara Hacıbayram'daydı. 1930'da babası Mehmet Bey vefat edince, İstanbul'a taşındılar. Cumhurbaşkanı Atatürk, aileye destek oldu ve Başbakan İsmet İnönü'den çocukların iyi bir okula yerleştirilmesini istedi. Soyadı kanunu henüz çıkmadığından Özdemir Asaf adıyla okula kaydoldu. Annesi, kanun çıktıktan sonra Arun soyadını aldı. Eğitim Hayatı Galatasaray Lisesi'nde ilk ve ortaokulun bir bölümünü okudu. 1941'de Lise 11. Sınıftayken, bir sınava girerek Kabataş Erkek Lisesi'ne girdi. 1942'de Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu. Özdemir Asaf, İstanbul Üniversitesi'nde önce hukuk fakültesine girdi, sonra İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü'ne devam etti. Ancak, aşk kapıyı çalınca 1947'de üniversiteyi bıraktı. Meslek Hayatı Eğitim hayatı devam ederken gazetecilikle ilgilenmeye başlayan Özdemir Asaf, Zaman ve Tanin gazetelerinde çevirmenlik yaptı. İlk yazısı 1939'da Serveti Fünun-Uyanış gazetesinde yayınlandı. Asaf, bir dönem sigorta prodüktörlüğü yaptı. 1951'de eşi Sabahat Hanım'ın ailesinden kalan mirasın kendine düşen payıyla Cağaloğlu’nda, Molla Fenari Sokak’ta Sanat Basımevi'ni kurdu. Kendi şiirlerini yayımladı. 1955 yılında bir diğer yayın evi olan Yuvarlak Masa Yayınları'nı başlattı. Evlilikleri ve Ailesi İlk Evliliği Özdemir Asaf, ilk eşi Sabahat Hanım ile Hukuk Fakültesinde öğrenciyken tanıştı. Henüz birinci sınıf öğrencisiydi Özdemir Asaf. Askerliğini yapmamış ve bir işe girmemişti. Sabahat okulu bırakıp uzağa gidince Özdemir Asaf bunalıma girdi. Mektuplaşıyorlardı ama yine de teselli olamıyordu. Rahatsızlandı, ateşlendi ve aşkının adını Sabahat'i sayıklamaya başladı. Ailesi durumu anlayınca Sabahat'a ulaştı. Ancak Sabahat, eğitimine Sultanahmet İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde devam etmek istiyordu. Ailesi de okul bitmeden evliliğe karşıydı. Özdemir Asaf'ın aşkı hiç eksilmedi ve Sabahat'i yeni okulunda ziyaret etmeye başladı. Kızın babası daha fazla zorluk çıkarmadı, çünkü kızı da Asaf'ı seviyordu. Ve aşıklar, birlikte okulu bırakıp evlendi. Ardından Özdemir Asaf askere gitti. Mektuplar devam etti.
Özdemir Asaf'ın askerlik yılları... Bu evlilikten Seda adlı kızları dünyaya geldi. Seda yıllar sonra babasının aşk mektuplarına ulaştı ve bir kitap haline getirdi. Seda, devam eden yıllarda babasının arkadaşlarının babasına benzemediğini anlatmıştır. Küçükken kendisi bara götürdüğünü, sinemaya, tiyatroya gittiklerini ve hiçbir şeyi gizlemediğini açıklamıştır.
Özdemir Asaf, eşi Sabahat Arun'la büyük bir aşk yaşadı. Özdemir Asaf'ın başına buyruk yaşam tarzı eşi Sabahat Hanım'ı yoruyordu. Kendisi daha düzenli bir hayat istiyordu. İkisi de birbirini seviyordu ama yaşam tarzları çok farklıydı. Ve sorunlar baş gösterdi. İster istemez soğukluk başladı. Sabahat Hanım, İsveç'e gideceğini söyledi ama bu aslında bir ayrılıştı. Bir süre sonra boşandılar. Kızları Seda, henüz 13 yaşındaydı. İlk eşi Sabahat Hanım, Özdemir Asaf'ı şu cümlelerle anlatır: "Şiirler yazıyor, çeviriler yapıyordu. Son derece kibar, zarif, çok şık bir gençti. Herkes poplin gömlek giyerken Özdemir, takım elbisesinin içine ipek ponje gömlek giyiyordu. Kol düğmeleri altın üzerine inci kakmalıydı. Sağ elinin yüzük parmağında tek taş altın bir yüzük, sol elinin küçük parmağında kemer biçiminde yakut taşlı bir yüzük vardı. Bu kadar şıktı." İkinci Evliliği
Fotoğraf sanatçısı Yıldız Moran, Özdemir Asaf'ın ikinci eşi oldu. Özdemir Asaf, ikinci evliliği Yıldız Moran ile yaptı. Yıldız Moran, Türkiye'de fotoğrafçılık alanında akademik eğitim gören ilk kadındır. İngiltere'de bir sergi açtı ve 25 fotoğrafı satılınca, Türkiye'de kariyer yapmak istedi. Ancak işler umduğu gibi yürümedi. O da fotoğraflarından yılbaşı kartları bastırıp satmaya başladı. Bu karar sayesinde Özdemir Asaf'la tanıştı. Kendi ağzından tanışmalarını şu şekilde anlatır: "İş konuşmak için Özdemir Asaf'ın matbaasına gittim. Tarihini de verebilirim tanışmamızın; 4 Kasım 1954, saat 11.00. Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı Özdemir Asaf. Pırıl pırıl bir zeka, renkli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı o. Olağanüstü bir insandı kısacası…" Özdemir Asaf ve Yıldız Moran, 1962 yılında evlendi. Gün, Olgun ve Etkin adında üç erkek çocukları oldu. İlk çocuğu Seda Arun, babasının annesine ve Yıldız'a olan aşkının hiçbir zaman bitmediğinden bahsediyor. Babasının sadece gönül eğlendirmek için kadınlarla ilişki yaşamadığını söyleyen Seda Arun, sanatçı kişilik işin içine girince bu aşklardan çok sayıda şiir ve kitap çıktığını anlatıyor. Ailesiyle Anıları
Özdemir Asaf, çocuklarına oldukça düşkün bir babaydı. Özdemir Asaf, tutkulu bir eş olmasının yanında iyi de bir aile babasıydı. Oğlu Gün, babasıyla anılarını şöyle anlatıyor: "'Babaaaa…' diye koşar, atlardık kollarına babam eve geldiğinde. Üzerine biraz tırmanır, o günkü heyecanlarımızı anlatır, endişe ve sorularımızı iletirdik. Konuşurduk… Dinlerdik… Kısa belki ama genellikle yoğun, her zaman karşılıklı sevgi ve saygıyla içten sohbetler… Sonrasında babam ceplerinden birine elini daldırır, bizler için getirdiği fındıkları, fıstıkları çıkarırdı. Kimi zaman iki, üç simit… Bir gün, yavru bir kedi… Onların aralarında ya da başka bir cepte; peçeteler, kâğıtlar, şiirler, belki bir iki tercüme, düşünceler, an ve anılar…" Kızı Seda, 1955'te yayınlanan "Dünya Kaçtı Gözüme" kitabıyla ilgili anılarından şöyle bahseder: "Bir akşam elinde kitaplarıyla eve geldiğinde ortalığı matbaa mürekkebi kokusu sarmıştı. Annemle paketi açmalarını beklerken ilk kitabının yayınlanmasının babama verdiği heyecanı hissedememiştim. Bütün kitaplara karşı duyduğu derin saygıyla paketi açmış, okşarcasına tuttuğu kitabını anneme uzatmıştı. Çocukluğumun verdiği hırçın bir coşkuyla elimi uzatıyordum ki aynı sıcaklıkla bir tane de bana vermişti. Dünya Kaçtı Gözüme! Gülmüştüm. Kocaman bir dünya, göze nasıl kaçabilir ki!" Seda Arun, babasının şair yanıyla ilgili bir anısını kendi cümlelerinden okuyalım: “Birinci sınıfa başladığım gün, öğretmen 'şiir bilenler parmak kaldırsın' dediğinde ben de parmak kaldırdım. Benden önce kalkanlar ya Atatürk, ya bayram ya da anne şiirleri okudular alkışlar eşliğinde. Sıra bana geldiğinde siyah rugan ayakkabılarımın gıcırtıları eşliğinde heyecanla tahtaya kalkıp o küçücük yaşımda evdeki toplantılarda sık sık okunan ve bu yüzden ezberlediğim babam Özdemir Asaf'ın bir şiirini okudum; ama şiir bittiğinde alkış değil derin bir sessizlik doldurdu sınıfı. Ve sonra öğretmenin, "Sen bu şiiri nereden biliyorsun, kim ezberletti bu şiiri, kimin şiiri bu?" diye art arda soruları sıraladı… – Babamın. – Baban ne iş yapıyor? – Matbaacı. – Babana söyle, yarın okula gelsin. Akşam eve gider gitmez olanları anlattım babama ve beklediğim gibi bir yanıt aldım babamdan… Evet, sessizce dinledi ve güldü, yalnızca güldü… Uzun saçları, gür bıyıkları, siyah beresi, bakışlarındaki ışıltısı, r’leri söyleyemeyişi onu arkadaşlarımın babalarından ayırıyordu. Babamın Özdemir Asaf olduğunu öğrenmem için ilk kitabının basılmasını beklemem gerektiğini o günlerde bilmiyordum.” Seda sınıfta bu şiiri okumuştu: “Ölebilirim genç yaşımda, En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim. Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda, Sevgilim, Seni bir akşamüstü düşündürebilirim.” Oğlu Gün Arun, Özdemir Asaf'ın şairliği ve şiirleri üzerinden babasının kişiliğini şöyle yorumlar: “Bana öyle geliyor ki, babam Özdemir Asaf şair olduğu için farklı değildi. Farklı olduğu için öylesine şiirler, epigramlar, yazılar yazmış ve alışılmadık bir baba olmuştu herhalde... Duygusal yerine duygu dolu, düşünceli, anlamlı demek daha doğru olacak. Şimdi geriye baktığımda karmaşık değil, dolu ve zengin bir ruh, düşünceyle beslenen, açık görüşlü, bilge bir adam görüyorum. Tabii ki başarısızlıkları, kırgınlıkları, üzüntüleri de vardı mutlaka.” Kendi Dilinden Hayatı “Doğumum 11 Haziran 1923, Ankara. Babam, Danıştay üyesi Mehmet Asaf. Ölümü 1930. O yıl İstanbul’a geldik. Galatasaray Lisesi ilk kısmına girdim. 1941 yılında 11’inci sınıftan Kabataş Erkek Lisesi’ne bir ara sınavı ile geçip, 1941-1942 ders yılında mezun oldum. Hukuk Fakültesi’ne iki yıl, üçüncü sınıfa kadar İktisat Fakültesi’ne devam ettim. Ve o sırada iki yıl olan Gazetecilik Enstitüsü’nün birinci sınıfını okudum. Tanin ve Zaman Gazetelerinde çalıştım. Çeviriler yaptım. İlk yazım 1939 yılında Servetifünun-Uyanış dergisinde çıktı. Sanat ve Edebiyat Dergilerinde 1962 yılına kadar çoğunlukla şiir olmak üzere yazı ve çevirilerim yayınlandı. Artık yalnız kitap çıkararak yayınlıyorum. (Tertip ve baskı yanlışlarından nefret ederim.)”
Eserlerinde Kullandığı İsim ve Mahlası
Özdemir Asaf, şiirlerini yazarken babasının adı Asaf'ı kullanmıştır. İlk yayınlanan şiirlerinde ise kısa bir süre "Özdemir Özden" adını kullandı. Oktay Akbal'ın önerisiyle Asaf soyadını kullanmaya başladı ve hayatının sonuna kadar öyle devam etti. Soyadıyla ilgili trajikomik anıları var. En çok kızdığı olayı ise basım evi açtığı sırada resmi işlemler için gittiği vergi dairesinde yaşadı. Vergi memuru ona soyadını sorunca "Halit Özdemir Ağun" diye cevap verdi. Çünkü "r" harflerini söyleyemiyordu. Özdemir Asaf, memurun soyadını nasıl yazdığına baktı. "Ağun" diye yazmıştı. "Soyadımı yanlış yazmışsınız, doğrusu Ağun" dedi. Memur evet "Ağun" deyince "Ağğunnnnn" diye vurgulamaya çalıştı. Memur üsteledi. "Evet anladım Ağun" dedi. Daha fazla sakin kalamayan Asaf, cebinden çıkardığı kalemle kocaman "Arun" yazdı. Tabii, "Ağun" diye sinirli ve yüksek bir sesle okuyarak. "R" harflerini söylememesiyle ilgili bir diğer anısı daha var. Özdemir Asaf, matbaasından çıktığı bir gün, Karaköy'e gitmek için taksiye biner. Şoför, "Neğeye biğadeğ" diye sorar. Asaf, şoförün de kendisi gibi bazı harfleri söyleyemediğini fark eder. Kendisi de "Karaköy"ü düzgün telaffuz edemeyeceği için adamın kendisiyle dalga geçtiğini sanmasından endişe eder. Ve "Eminönü der. Naif şair, Eminönü'nde inerek Karaköy'e kadar yürür. Başka bir "r" harfi anısı da Galatasaray Lisesi yıllarında yaşandı. Lisede edebiyat hocası İsmail Habib Sevük, herkese şiir okutturur sıra Özdemir Asaf'a gelince yandaki öğrenciye geçerdi. Bir gün Asaf, daha fazla dayamadı ve aynen şu cümleyi kullandı: "Sınıfta heğkese şiiğ okutuyoğsunuz, bana niçin okutmuyoğsunuz." Hoca da şöyle cevap verdi: "Oğlum Özdemiğ sen, şiiğ değil, şiiğin canına okuyoğsun.” Halbuki, o genç Özdemir, Türk şiirinin en önemli isimlerinden biri olacaktı.
Özdemir Asaf'ın Edebi Yönü
Özdemir Asaf, ilk şiirlerini ikilik ve dörtlükler halinde yazmıştır. Şiirlerinde alay ve taşlamalar göze çarpar. Şiirin muhakkak bir anlam ve görüş yansıtması gerektiğini düşünmüştür. Geleneksel Türk şiirini, Batı şiiri ile sentezlemiştir. Kendisi şiire bakış açısını şu şekilde tanımlar: "Yaşadığımı şiirlerimde en yoğun yönleriyle, en kesin sandığım biçimlerde, en kısa olduğuna inandığım ölçülerle verdim, veriyorum, vereceğim." Özdemir Asaf, şiirlerinde yaşadığı çağla, toplumla ve kendisiyle hesaplaşmıştır. Şiirlerinde özgün ve etkileyici bir dil kullanır ve "ikinci kişi" sorununu ele alır. İlişkilerdeki bireysel ve toplumsal çelişkileri "sen-ben" ikileminde aktarmış, hiciv şiirinin özelliklerini ustaca kullanmıştır. İkinci kişiye bağlılığı farklı yönlerden işlemiştir. Son döneminde şiirlerinde dize sayısını azalttı. Duygulu ve zeka ışıltılarını kullanan, öz ve vurucu şiirler yazdı. Özlü sözlerin yer aldığı, kısa ve özgün şiirleriyle tanındı. Benzerlik, karşıtlık ve çağrışımlardan beslendi. Eşyayı, izlenimleri soyutlaştırdı. Yalnızlık, anılar, sevgi ve ölüm en çok değindiği konulardı. Özdemir Asaf Şiirlerinin En Bilineni Ölüm Çiçeği Lavinia'nın Hikayesi Özdemir Asaf'ın en bilinin şiirlerinden bir Lavinia'dır. Lavinia, mükemmel güzellikle bir çiçek ve aynı zamanda ölüm çiçeği anlamına gelir. Asaf, hayalindeki muhteşem sevgili anlamında şiirine taşımıştır. Şair, Lavinia şiirini okul yıllarında platonik aşk yaşadığı bir kız için yazmıştır. Lavinia, karşılıksız aşk hikayesidir. Asaf, bu şiiri bir yarışmaya göndermiş ve ödül almıştır. Asaf, ödül töreninde şiiri kürsüde okumuştur. İddiaya göre Asaf şiiri okurken, şiirin yazılmasına sebep olan Lavinia da salondadır ve şiir okunurken salonu terk etmiştir. Lavinia Kim?
Mevhibe Meziyet Beyat, Özdemir Asaf'ın Lavinia şiirini yazdığı kadın. Lavinia, Mevhibe Meziyet Beyat için yazılmıştır. Mevhibe, ressam olan hocası Edip Hakkı Köseoğlu'na aşıktır, bu sebeple bu aşk imkânsızdır. Hikaye de gazeteci İlhan Selçuk'un adı geçer. Ama Selçuk, hızlı yaşamıyla Mevhibe'ye uygun bir aday değildir. Mevhibe Hanım, sonunda oyuncu Öztürk Serengil ile evlenir. Ancak bu evlilik uzun sürmez. Mevhide, güzelliğiyle dillere destan olan bir kadındır. Dostu Melda Kaptana, Mevhide'yi şöyle anlatıyor: "Öylesine özel bir kadındı ki, kitap yazsanız yetmez. Korkunç bir sezgi gücü vardı. Yüzünüze bakar bakmaz, sizi tanır, anlar, ruhunuzun en derin köşelerine kadar kavrardı. Küçücük bir bakıştan, mimikten, jestten tüm karakter haritanızı çıkarabilirdi. Özdemir Asaf, bu yüzden ona ‘Öldürmekten daha beter anlıyorsun insanı’ demişti. Çok keskin gözleri vardı." Melda Kaptana, “Ben Bir Bizans Bahçesinde Büyüdüm” adlı kitabında Mevhibe Hanım'dan şöyle bahsetmiştir: "İlhan Selçuk'a 14 Şubat Sevgililer Günü yazısı yazdıran Lavinia ona uzaktan uzağa aşık olan Oktay Akbal'ın bir hikayesindeki Hisya'ydı aynı zamanda. Laleli'de Harikzedegan Apartmanları'nın kapısında buluşup konuşan delikanlıların Violetta'sıydı. O sıralarda ünlü olan bir tangonun adıydı bu ve delikanlılar, Mevhibe onlara gülümseyerek geçerken ıslıkla bu melodiyi çalardı. Mevhibe Beyat, Güzel Sanatlar Akademisi'nde okurken mimar arkadaşları ona Gilda diye seslenirdi. Rita Hayworth'un o yıllarda büyük beğeni kazanan 'Gilda' filminden mülhem… Kızıl kahve rengi, iri dalgalı, parlak ve çok güzel saçları vardı. Adalet Cimcoz da Marilyn Monroe'ya benzettiği için onu 'Marlin' diye çağırırdı. Güzelliğini hiç önemsemezdi. Zaten insan sıcaklığı, insanlara anlayarak yaklaşması ve sezgisi, güzelliğinin üstündeydi. İşte Özdemir Asaf'ın Mevhide için yazdısı ünlü Lavinia Şiiri: Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia.
Çok Bilinmeyen Yönleri - Anıları
Özdemir Asaf, bir futbol tutkunuydu. Hatta bir dönem Galatasaray'dan ayrılanların kurduğu Güneş Spor'da futbol oynadı. Fenerbahçe ile oynana bir maçta Boncuk Ömer'le çarpışarak sakatlandı. Asaf, bir ara oyunculuğa ilgi duydu. Yönetmen Orhan Elçin'in 1955 yapımı "Uçan Daireler İstanbul'da" filminde, gazete patronunu canlandırdı. Film, Edirne'de görüldüğü iddia edilen uçan daireleri araştıran bir gazetecinin hikayesini konu alıyordu. 1962'de Mehmet Ali Aybar'ın liderliğinde kurulan Temel Hakları Yaşatma Derneği'nin kurucu üyelerindendi. Duvarlarını şiirlerin, fotoğrafların, tabloların süslediği mekân da sanatçı ve dostlarına ev sahipliği yaptı. Şair Sennur Sezer, restorandaki en ilginç objenin, üzerinde sadece bir saniye ibresi olan, akrep ve yelkovanı olmayan saat olduğunu söyler. Özdemir Asaf, 1962’de Mehmet Ali Aybar’ın öncülüğünde kurulan Temel Hakları Yaşatma Derneği’nin kurucularındandı. 1971’de de, İstanbul Bebek’te, bir restoran açmıştı. Özdemir Asaf’ın yeri olarak nam salan, duvarlarını tabloların, şiirlerin, fotoğrafların süslediği mekanda şair, hem sanatçı dostlarını hem de her meslekten insanı ağırlardı. Mekanın en ilgin aksesuarı ise Şair Sennur Sezer’in anlatımına göre, üzerinde sadece bir saniye ibresi bulunan, akrep ve yelkovanı olmayan bir saatti. Sunay Akın, "Önce Çocuklar ve Kadınlar" adlı kitabında Özdemir Asaf'ın bir anısını anlatır. 1979'de bir şiir matinesine katılan Asaf, alkollü bir şekilde geç vakit eve döner. Ev halkını uyandırmamak için ayakkabılarını çıkararak, camdan girmeye karar verir. Pencereden içeri adımını atarken, büyük bir gürültü kopar ve yere yuvarlanır. Bütün ev ayaklanır. Asaf, gürültüyü kendi çıkardı sanır ama aslında İstanbul Boğazı'nda Independenta tankeri patlamıştır.
Ölümü
Özdemir Asaf, 28 Ocak 1981'de İstanbul'da hayata veda etti. Hastalığı, Aralık 1980'de başlamıştı. Doktorlar, hastaneye yatırmak istedi ama aslında tedavisi mümkün değildi. Çünkü ileri derece akciğer kanseriydi. Fakat, kendisi bilmiyordu. Doktorlar bir süre tedavi etti, sonrasında evine göndererek son günlerini evinde geçirmesini istedi. Aşiyan Mezarlığı’na defnedildi. Şair Can Yücel, Özdemir Asaf için "Cenaze Dönüşü" şiirini yazmıştır. “Anlaşıldı bu R'lerin intikamı Onlar yuttu Özdemir Asaf'ı.”
Özdemir Asaf, son şiirini röntgen kağıdına yazdı. Tiyatro ve kısa öykü yazarı Haldun Taner de Özdemir Asaf'ın arkasından şunları söylemiştir: “O şairden başka hiçbir şeye benzetilemezdi. Gençliğinden beri bakışından, duruşundan, yürüyüşünden ve özellikle düşünüşünden bohem, özgür, şair kişiliği kolaylıkla okunurdu. Onun kadar nezaketini ve akıl ölçüsünü bir an bile yitirmeyen başka insan tanımadım. Nezaket, Özdemir’in takısı değil özüydü…”
Özdemir Asaf Eserleri
Etikaları Yuvarlağın Köşeleri – 1961Yuvarlağın Köşeleri-2 (Ölümünden Sonra) – 1986 Öyküleri Dün Yağmur Yağacak (Ölümünden Sonra) – 1987‘ÇA - Otokopi - Deneme (Ölümünden Sonra) – 1988 Çevirileri Reading Zindanı Balladı / Oscar Wilde – 1968 Şiir Kitapları Dünya Kaçtı Gözüme – 1955Sen Sen Sen – 1956Bir Kapı Önünde – 1957Yumuşaklıklar Değil – 1962Nasılsın – 1970Çiçekleri Yemeyin – 1975Yalnızlık Paylaşılmaz – 1978Benden Sonra Mutluluk (Ölümünden Sonra Yayınlandı) – 1984 Özdemir Asaf Şiirleri Yakın Bir ışık düşerse üstüne basma. Daha yakınlaşır, korkarsın. Bir leke, silmeye-gör Leke kalır, sen çıkarsın. Bir gölge, nereye gider. Gözlerince gider, bakarsın. Bakarsın girer gözlerinden. Leke onun peşinden, bakarsın. Bir ışık düşerse üstüne basma, Gözlerine basarsın. Önce, büyük büyük düşündüm; Sonra büyük büyük yaşadım. Ne varsa, onlar aldı. Şimdi bana küçük bir ölüm kaldı. Özdemir Asaf Ölümün Yükselişi ve Çöküşü Ne zaman bir yakını ölse birinin, Onu ilk-olum sanır kalır o. Ne zaman bir sevdiği ölse birinin, Onu en-ölüm alır kalır o. Ne zaman bir saydığı ölse birinin, Onu hep-ölüm bulur kalır o. Ne zaman bir-bildiği ölse birinin, Onu son ölüm sayar kalır o. Ne zaman bir umduğu ölse birinin, Onu yok-ölüm duyar kalır o. Ne zaman bir her şeyi ölse birinin, Kendini ölümlere yaşar kalır o. Ne zaman bir kendisi ölse birinin, Ölümlerde kendini yaşar kalır o. Özdemir Asaf Mum Aleviyle Oynayan Kedinin Öyküsü I Bir mum yanıyordu bir evin bir odasında O evde bir de kedi vardı. Geceler indiğinde kendi havasında Mum yanar, kedi de oynardı. Mumun yandığı gecelerden birinde Kedi oyunlarına daldı. Oyun arayan gözlerinde Mumun alevi yandı, Baktı, Mumun titrek alevinde Oyuna çağıran bir hava vardı. Oyunlarını büyüten kedi büyüdü Kendi türünde çocukcasına, Döndü dolaştı, yavaş yavaş yürüdü Geldi mumun yanına, oyuncakcasına. Bir baktı, bir daha, bir daha baktı Mumun alevinin dalgalanmasına Uzandı bir el attı. Bıyıklarını yaktırmadan anlamayacaktı.. İlk kez gördüğü mumun yakmasına İnanmayacaktı. Kedi, oyunlarında büyüyordu, Mum, üşüyordu yanmalarında. Zaman ikili yürüyordu Aralarında. Bir ayrışım görünüyordu Birinin yanmalarında Öbürünün oynamalarında. Kedi oyunlarında büyüyordu, Yitirerek gitgide oyunlarını. Mum küçülüyordu yanmalarında, Yitirerek gitgide yakmalarını. Oynarken büyüyen kedi yanacak, Aydınlatırken küçülen mum yakacaktı. Küçülen yaka-yaka aydınlatacak, Büyüyen yana yana anlayacaktı. Bir mum yanmasından Ve bir kedi oyunundan Kaldı sonunda Bir gecenin tam ortasında Bir evin bir odasında Göz-göze susan İki insan. II Mum yandı bitti, Kedi büyüdü gitti. Oyunlar karıştı gecelerde Suskun uykusuzluklara. O iki insandan, sonunda Birinin anılarında kedi, Birinin dalmalarında mum Kaldı gitti. Nerede bir mum yansa şimdi, Nerede oynasa bir kedi, Birbirine yansıyor, karışıyor gölgeleri.. Bugün dün gibi oluyor, Dün bugün gibi. Mum ellerimi tırmalıyor, Belleğimi yakıyor kedinin elleri. Özdemir Asaf Yaşadıklarımdan Neler Öğrendim YAŞ 5 Anne ve babamın birbirlerine bağırmalarının beni ne kadar korkuttuğunu öğrendim. YAŞ 7 Meşrubat içerken gülersem içtiğimin burnumdan geleceğini öğrendim. YAŞ 12 Bir şeyin değerini anlamanın en iyi yolunun bir süre ondan yoksun kalmak olduğunu öğrendim. YAŞ 13 Annemle babamın elele tutuşmalarının ve öpüşmelerinin beni daima mutlu ettiğini öğrendim. YAŞ 15 Bazen hayvanların kalbimi insanlardan daha fazla ısıttığını öğrendim. YAŞ 18 İlk gençlik yıllarımın keder, şaşkınlık, ıstırap ve aşktan ibaret olduğunu öğrendim. YAŞ 24 Aşkın kalbimi kırabileceğini ama buna değer olduğunu öğrendim. YAŞ 33 Bir arkadaşı kaybetmenin en kestirme yolunun ona ödünç para vermek olduğunu öğrendim. YAŞ 36 Önemli olanın başkalarının benim için ne düşündükleri değil, benim kendi hakkımda ne düşündüğüm olduğunu öğrendim. YAŞ 38 Eşimin beni hala sevdiğini, tabakta iki elma kaldığında küçüğünü almasından anlayabileceğimi öğrendim. YAŞ 41 Bir insanın kendine olan güveninin, başarısını büyük oranda belirlediğini öğrendim. YAŞ 44 Annemin beni görmekten her seferinde sonsuz mutluluk duyduğunu öğrendim. YAŞ 46 Yalnızca minik bir kart göndererek bile birinin gönlünü aydınlatabileceğimi öğrendim. YAŞ 49 Herhangi bir işi yaptığımdan daha iyi yapmaya çalıştığımda, o işin yaratıcılığa dönüştüğünü öğrendim. YAŞ 50 Sevgi, evde üretilmemişse, başka yerde öğrenmenin çok güç olabilecegini öğrendim. YAŞ 53 İnsanların bana, izin verdiğim biçimde davrandıklarını öğrendim. YAŞ 55 Küçük kararları aklımla, büyük kararları ise kalbimle almam gerektiğini öğrendim. YAŞ 64 Mutluluğun parfüm gibi olduğunu, kendime bulaştırmadan başkalarına veremeyeceğimi öğrendim. YAŞ 70 İyi kalpli ve sevecen olmanın, mükemmel olmaktan daha iyi olduğunu öğrendim. YAŞ 82 Sancılar içinde kıvransam bile başkalarına başağrısı olmamam gerektiğini öğrendim. YAŞ 90 Kiminle evleneceğin kararının hayatta verilen en önemli karar olduğunu öğrendim. YAŞ 95 Öğrenmem gereken daha pek çok şeyler olduğunu öğrendim. Özdemir Asaf Ben Değildim Bir aksam-üstü pencerenden bakıyordun Ağır ağır, yollara inen karanlığa. Bana benzeyen biri geçti evinin önünden. Kalbin başladı hızlı hızlı çarpmaya.. O geçen ben değildim. Bir gece, yatağında uyuyordun.. Uyanıverdin birden, sessiz dünyaya. Bir rüyanın parçasıydı gözlerini açan, Ve karanlıklar içindeydi odan… Seni gören ben değildim. Ben çok uzaktaydım o zaman, Gözlerin kavuştu ağlamaya, sebepsiz ağlamaya. Artık beni düşünmeye başladığından Bıraktın kendini aşk içinde yaşamaya... Bunu bilen ben değildim. Bir kitap okuyordun dalgın... İçinde insanlar seviyor, ya da ölüyorlardı. Genç bir adamı öldürdüler romanda. Korktun, bütün yininle ağlamaya başladın.. O ölen ben değildim... Özdemir Asaf Seni Saklayacağım Seni saklayacağım inan Yazdıklarımda, çizdiklerimde Şarkılarımda, sözlerimde. Sen kalacaksın kimse bilmeyecek Ve kimseler görmeyecek seni, Yaşayacaksın gözlerimde. Sen göreceksin duyacaksın Parıldayan bir sevi sıcaklığı, Uyuyacak, uyanacaksın. Bakacaksın, benzemiyor Gelen günler geçenlere, Dalacaksın. Bir seviyi anlamak Bir yaşam harcamaktır, Harcayacaksın. Seni yaşayacağım, anlatılmaz, Yaşayacağım gözlerimde; Gözlerimde saklayacağım. Bir gün, tam anlatmaya… Bakacaksın, Gözlerimi kapayacağım… Anlayacaksın. Özdemir Asaf Aşk Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır, bir güldürür; Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin. Özdemir Asaf Bir Şeyin Adı Önce, büyük büyük düşündüm; Sonra büyük büyük yaşadım. Ne varsa, onlar aldı. Şimdi bana küçük bir ölüm kaldı. Özdemir Asaf Biri Ona seni anlattı, sana onu anlattı... Başı ona anlattı, sana sonu anlattı... Yarım yarım yaşayan darmadağın evlere, Birin ne kadar bütün olduğunu anlattı. Özdemir Asaf Çırılçıplak Küstahlığımı nezaketim götürdü Sadece kendime bakakaldım. Kararsızlık bir an sürdü. Gizlenen insanların ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Selamımı tanıdıklar götürdü. Saygı bekleyince alçaldım. Kararsızlık bir an sürdü. Kendinibeğenmişlerin ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Ağlamayı ölenler götürdü. Kendimi ölmez sanınca ufaldım, Kararsızlık bir an sürdü. Ölülerle dirilerin ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Sonsuzluğu ufuklar götürdü. Yarattığım dünyaların içinde daraldım. Kararsızlık bir an sürdü. Başlangıçla bitiş ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Aydınlığı bulutlar götürdü. Yıldızlara doğru yol aldım. Kararsızlık bir an sürdü. Varanlarla duranların ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Özdemir Asaf Düello Her tomurcuk bir çiçeğin uykusuna, Her çiçek bir yemişin kuşkusuna, Her yemiş bir böceğin korkusuna, Uykusuzca, kuşkusuzca, korkusuzca yürür. Özdemir Asaf Evrensel Ballad Bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa… Öykümüz böylece dallanıp budaklansa.. Bir sevi’den, bir övü’den,o bizim öykümüzden Giderek buluşan eller evreni sarsa.. Öykümüz de büyür büyüklüğümüzden; Herkes sevi’sinde evreni kucaklarsa. Özdemir Asaf Geldim Beni çağırmadınız,kalkıp ben kendim geldim. Uzaklardan size bir haber getirdim geldim. Bıraktıklarınızdan,unuttuklarınızdan, Sımsıcak-anılası günler getirdim geldim. Gömütleri andıran yapılarınızdaki Yaşantılarınıza evler getirdim geldim. Tek tek,ayrık-soluyan bitkiseller yerine Yüzyüze dönük,gülen sizler getirdim geldim. Solarken suladığım,koparken bağladığım, Ölürken canlandığım sözler getirdim geldim. Özdemir Asaf Kalan Bir şey kaldı gecelerden birinde Senden. Öncesinde bilinmemiş birşey, Silinmez bir ses gibi giden.. Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde, Bir şey kaldı senden Yaşamalar’ın arasında kaçamaklı. Veriliş rengi başka, alınış rengi başka.. Söylemeye vakit kalmadan Dudakların altına bırakılmış bir şey. Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta.. Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı. Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden, Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz.. Seninle dolu, seninle sensiz bir şey.. Arandıkça bulunmamış yıllar yılı, Bulundukça aramaklı. Özdemir Asaf Kalmak Türküsü Daha gidilecek yerlerimiz var Şu sohbetini dinler gideriz. Coştukça şarkılar, türküler, sazlar Rakı mı, şarap mı, içer gideriz. Geçse de umudun baharı yazı Gözlerde kalıyor yaşanmış izi Kimseler kınamaz burada bizi Ne varsa hesabı öder gideriz. Söyleyecek sözü olan anlatsın İsterse içine yalan da katsın Yeter ki kendinden, bizden söz etsin Yalanı doğruyu sezer gideriz. Neler gördük neler bu güne kadar Daha gidilecek yerlerimiz var Bizi buralarda unutamazlar Kalacak bir türkü söyler gideriz. Sevgiye var olduk sevdik sevildik Kavgalara girdik öldük, dirildik Bir anlam fırını içinde piştik Anlamlı güzeli sever gideriz. Özdemir Asaf Kelimeler… Yarıda kalmış aşklarının hesapları içinde Denizlere açıldı içimizden biri Niçin gittiğini söylemeden. Doyulmamış arzularla doluydu yelkenleri. Yıpranmış kelimelerin verdiği güvenden. Bulacak sanıyordu yenilikleri. Her an bir yeni su vardı, Her yeni suda bir yeni an. Deniz, dalgalarıyla gösteriyordu dışından Yaşananla düşünülenler arasındaki farkı. Bitmiyordu köpüklerle renkler Bir başka damlada, bir başka ışıkta başlamadan. Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun. Dışında ne varsa yeni, ne varsa gerçek. Yeni manzaralarla gelen yeni duygular Hani, eski kelimelerle olmasa İnsanın ömrünce devam edecek. Gözlerinin önünde bir oyun, ardında bir oyun. Anladı,ölmekle yaşamanın birleştiği noktada Yeni rüzgarlarla esen yeni korkulara Yeniliklerini bağışlamayan kelimelerin Nasıl düşman sığınaklar halinde direndiğini. Anladı, bütün olmuşlarla olanların Ve bütün olacakların O kelimelerin içinde Kendisine varmadan eskidiğini. Özdemir Asaf Kendisini Unutmuş Bütün aşkların kitabı elinde Sevilmemiş yinlerin balosuna gitti. Öylesine kalabalıktı ki, Sevdiğini anlamadı. Bütün kapıların anahtarı elinde Öpülmemiş dudakların balosuna gitti. Öyle aydınlıktı ki, Öptüğünü anlamadı. Işıklarla örtünmüştü çıplaklık, Renklere uzandı susamış, Beyazlıklar arasında kayboldu bakışları. Gözleri yaşamıyordu artık. Şekilleri çağırmaya gitti, kandıracak. Elleri aranıyor tutamıyordu. Elleri, elleriydi kurtaracak, Artık yaşamıyordu. Bir yanda gelen o dinmeyen aydınlık, Aldıkça alan. Bir yanda giden bir noktaydı karanlık, Ellerinde başlayan, gözlerinde biten. Bağırdı, kan gibi aktı sesi, Aşamadı dişinin duvarından. Elinde bütün aşkların kitabı, Anlatıyordu aldanan aydınlıklarından. Elinde bütün kapıların anahtarı, Ve unutulmuş bir duvarda, kendi kapısı… Varamadı. Ora öyle karanlıktı ki. Öldüğünü anlamadı. Özdemir Asaf Kocaman Şimdi kocaman denizlerde, kocaman gemilerde Neden yok küçüklüğümüzdeki büyüklüğümüz; Çocukluğumuzun bahçelerinde, o evlerde Kağıttan gemilerimizi yüzdürdüğümüz. Bir şeyler mi kalmış çocukluğumuzda, Çocukluğumuzla çözdüğümüz… Özdemir Asaf Kolay Farkında mısın, Değilsin kendi bahçende. Kendinden değil, Kendini bu kendin sanışın. Özdemir Asaf Noktasız Biri gelir sorarsa Sana beni sorarsa Gitti der misin Gittiğimi söyler misin Gidiyorum ben sana Benimle gider misin. Özdemir Asaf Sana Küçük çocuklar yapıp geceleri kendimden, Seni öpsünler diye getiriyorum sana. Bana, kucaklarında seni getiriyorlar; Ben de sonra o seni getiriyorum sana. Özdemir Asaf Şiir Sana bu güzellikler bizden kalsın, Bugünlerden bir şeyler bizden kalsın.. Senden almak isterler,bizi söyle; Geleni bize gönder,bizden alsın. Özdemir Asaf Öğüt Okulda, anladıkça başaracaksın. Yaşamda, başardıkça anlayacaksın. Gelecek mutlu-mutsuz,inanmasan da; Gözlerin yaşardıkça anlayacaksın. Özdemir Asaf Yalın Her seven Sevilenin boy aynasıdır. Sevmek Sevilenin o aynaya bakmasıdır. Özdemir Asaf Yuvarlağın Köşeleri Aşka gönül ile düşersen yanarsın. Zeka ile düşersen kavrulursun. Akıl ile düşersen çıldırırsın. Duygu ile düşersen gülünç olursun. Aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin. Sersem sersem bakınıp durma bir yol seç. Özdemir Asaf Adalı ve Ben Adalı'nın alnına yazmışlar denizi Sonra çizgi çizgi kesmişler, Gömleğine dikmişler Adalı'nın. Adalı'nın kentte durumu yaman... Gömleğim deniz diyor Sorunca Ama içki başına vuruyor, zaman zaman Direniyor Adalı; Tam kafayı bulunca Ben sarhoş olmam Benim her şeyim deniz diyor, Boyuna adadan söz ediyor. Takılıyorum, Adalı diyorum, sevgilin de mi deniz Sen ondan haber ver... Susuyor dik dik bakıyor bana Adalı beni sever, Adalı bana küfür etmez... Adalı diyorum boş ver Bir başka yere diyorum gidip içelim bu gece... İnsan sevdiği sürece Uykusu gelmez. Dalıyoruz bir gecenin içine... Adalı bi sözümü iki etmez. Özdemir Asaf Anahtar Konuşmak susmanın kokusudur. Ya sus-git, ya konuş-gel, ortalarda kalma. Yalan korkaklığın tortusudur. Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma. Özdemir Asaf Arayış En kısa ceza Ömür-boyu olandır.. Kimse bilmediğinden. Kim bilir; Belki bir yalan’dır.. Kendiliğinden. Bir korku’dur belki, Saklanandır.. Çirkinliğinden. Bir soru olsa gerek; Sorulmadığındandır.. Birden. Özdemir Asaf 2/1 - 1/2 Giderken bura için,gelince ora için, Gününde ve gecende kendince ora için Sakladığın kendini böldün iki yarım’a; İki kez yaralandın bir yarım yara için. 2=1 Kim o, deme boşuna… Benim, ben. Öyle bir ben ki gelen kapına; Baştan başa sen. Altıncı Gün Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, Siz yoktunuz. Anla Akıllı derler aldır Deli derler aldırma Derler ki ön görürsen Yok bakarlar adama Derler ki son görürsen Deli derler adama Sen derler misin, ya da Diyen misin, de bana. Özdemir Asaf Epigram Gazetelerde çıktı resminiz Kurultayda uyuyordunuz Yanınızdakilerin yanında siz Biraz daha uyanık duruyordunuz Özdemir Asaf Lavinia Sana gitme demeyeceğim. Üşüyorsun ceketimi al. Günün en güzel saatleri bunlar. Yanımda kal. Sana gitme demeyeceğim. Gene de sen bilirsin. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin. Sana gitme demeyeceğim, Ama gitme, Lavinia. Adını gizleyeceğim Sen de bilme, Lavinia. Özdemir Asaf Pesrpectif Senin içine girdiğim zaman Dışımda kalıyorsun. Senin dışından sana bakınca İçime sığmıyorsun. Özdemir Asaf Ultra Bir kelimeye Bin anlam yüklediğim zaman Sana sesleneceğim Özdemir Asaf Yalın Her seven, Sevilenin boy aynasıdır. Sevmek, Sevilenin o aynaya bakmasıdır. Özdemir Asaf Yalnızlık I Yalnız kaldınız sanırsınız, Biliyorum. Yalnız bırakılmışsınız, Biliyorum. Ötesi yok. II Ötesi var: Yalnızlık Müziğin bile seni dinlemesidir. Yalnızlık İnsanin kendine mektup yazması Ve dönüp-dönüp onu okuması Yalnızlığın da ötesidir. Özdemir Asaf Yalnızlık Paylaşılmaz Yalnızlık, yaşamda bir an, Hep yeniden başlayan.. Dışından anlaşılmaz. Ya da kocaman bir yalan, Kovdukça kovalayan.. Paylaşılmaz. Bir düşün’de beni sana ayıran Yalnızlık paylaşılmaz Paylaşılsa yalnızlık olmaz. Özdemir Asaf Yalnızın Durumları 1 Her şeyi süpürebilirsin; Sonbaharı süpüremezsin. Sen her şeyi süpürebilirsin; Sonbaharı süpüremezsin. Yalnızsa Sürekli bir sonbaharı Süpürür hep.. Düşünemezsin. 2 Yanar Sobasında Yalnız’ın Üşüyen Bakışları. Lambasında Karanlığa dönük Bir ışık Titrer Sönük-sönük. Penceresi Dışına kapanmıştır, Kapısı İçine örtük. 3 Yalnız Bin yıl yaşar Kendini Bir an’da. 4 Yalnız’ın Nesi var, nesi yoksa Tümü birdenbire’dir. 5 Yalnız Bir ordudur Kendi çölünde Sonsuz savaşlarında Hep yener Kendi ordusunu. 6 Yalnız’ın Sakladığı bir şey vardır; Boyuna yerini değiştirir, Boyuna onu arar. Biri bulsa diye. 7 Yalnız Hem bilgesi, Hem delisidir Kendi dünyasının. Ayrıca; Hem efendisi Hem kölesidir Kendisinin Tadını çıkaramaz Görece’siz dünyasında Hiçbirinin 8 Yalnız Sürekli dinleyendir Söylenmemiş bir sözü. 9 Sözünde durması Yalnız’ın yalancılığıdır Kendisine? Hep yüzüne vurur utancı. O yüzden Gözlerini kaçırır Gözlerinden. 10 Yalnız’ın odasında İkinci bir yalnızlıktır Ayna. 11 Yalnız Hep uyanır İkinci uykusuna. 12 Yalnız Kendi ben’inin Sen’idir. 13 Bir sözde saklanmış bir yalanı Bir gözde okuduğundan Bakmaz kendi gözlerine bile. 14 Hep susadığında O Kendi çölündedir. 15 Kendi öyküsünü Ne anlatabilen Ne de dinleyebilen. Kendi türküsünü Ne yazabilen, Ne söyleyebilen. 16 Bir zamanlar güldüğünü Anımsar da… Yoğurur hüzün’ün çamurunu Avuçlarında. 17 Yalnız Aranan tek görgü tanığıdır Yargılanmasında Kendi davasının. Her duruşması ertelenir Kavgasının. 18 Yalnız Hem kaptanı Hem de tek yolcusudur Batmakta olan gemisinin.. Onun için Ne sonuncu ayrılabilir Gemisinden, Ne de ilkin. 19 Yalnız’ın adı okunduğunda Okulda ya da yaşamda Kimse “Burada” diyemez? Ama Yok da. 20 Uykunun duvarında başladı. Önceleri bir toz gölgesi sanki; Sonra bir yumak yün gibi. Ama şimdi iyice görüyor Örümceğin ağını Gün gibi 21 Yalnız Duymuş olduğunun sağırı, Görmüş olduğunun körü Dur.. Ölür ölür öldürür, Öldürür öldürür ölür. Duyduklarını unutur, Duyacaklarını düşünür. 22 Yalnız’ın adına Hiç kimse konuşamaz. O Kendi kendisinin Sanığıdır. 23 Yalnız Önceden sezer Sonra olacakları Paylaşacak biri vardır; Anlatır anlatır ona Olanları, olmayacakları. 24 Her leke Kendisiyle çıkar. Özdemir Asaf Çırılçıplak Küstahlığımı nezaketim götürdü Sadece kendime bakakaldım. Kararsızlık bir an sürdü. Gizlenen insanların ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Selamımı tanıdıklar götürdü. Saygı bekleyince alçaldım. Kararsızlık bir an sürdü. Kendinibeğenmişlerin ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Ağlamayı ölenler götürdü. Kendimi ölmez sanınca ufaldım, Kararsızlık bir an sürdü. Ölülerle dirilerin ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Sonsuzluğu ufuklar götürdü. Yarattığım dünyaların içinde daraldım. Kararsızlık bir an sürdü. Başlangıçla bitiş ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Aydınlığı bulutlar götürdü. Yıldızlara doğru yol aldım. Kararsızlık bir an sürdü. Varanlarla duranların ortasında ben kaldım, Çırılçıplak. Özdemir Asaf Adalet İnsansız adalet olmaz Adaletsiz insan olur mu? Olur, olmaz olur mu! Ama, olmaz olsun ÖZDEMİR ASAF Adına Gece denize yanaştım O, sulardan geliyordu Duydum, ne iyi dedim… Baktım, O, bir gemide geçiyordu Bağırdım; Gel’siz, Gitme’siz. Döndüm çakıllara sordum; Siz kimdensiniz Dediler durandan, Bizi yakın edenden. Denizi sorguya çektim… Dedim; Görüyor musun yaşadığımı Yetinemedim. Tuttum yakaladım kendimi Getirdim gözlerinize serdim Durdum, size soruyorum; Yaşadığımı görüyor musunuz? Yaşadığımı görüyor musunuz? Özdemir Asaf Ağlamak Ağlamak Unutmak kadar kolaydır inan Sevin ağlayabiliyorsan Sevin ağlıyorsan Gül ağlayabiliyorum diye Gül ağlıyorum ağlıyorum diye Sana birşey yapamam Ağlayamıyorsan Özdemir Asaf Ağlamak - 2 Ağlamak Bazı acılarda yetmez Bazı ölümlere Örtüsüdür bazı acıların Örter, örtülmez Savunur bir süre Ağlayanlar sevinmeli Sevin ağlıyabiliyorsan Acılar art arda dinmeli Durur bir nöbetçi gibi Durur bir bekçi gibi Zamana gülmeli-gülmeli Sevin ağlıyabiliyorsan Unutmanın kardeşidir ağlamak Uyur uyanır yatağında duyguların Düşüncenin kucağında hep çocuktur Ağlamak Özdemir Asaf Adsız Şiirler Ben size ne yaptım Çağrı mı, armağan mı, ceza mı Ne vardı böyle karşıma geçecek Ben ne yazılar ne çizgiler yitirdim hatırlamadım Ne var ki sizinki onlar gibi gitmeyecek Artık olan oldu Gitmeniz gitmeseniz bir Ben de düş kursam da kurmasam da Aklıma yüzünüz gelecektir Ben size ne yaptım, Ne kötülüğüm dokundu size İnanın – hoş niçin inanacaksınız- Sizi şu ana kadar tanımazdım İnanmak, bilmek yakışmaz size Karşıma çıkmayacaktınız. Karşımda bir resim gibi şimdi Kuramadığım düşlerin çizdiği,siz Hem gözüme hem düşüme Çakılıp kaldınız Renklerinize ve biçimlerinize Düş dışı gerçeklerin çizdiği siz Beni benden çıkardınız Beni benden aldınız Göz görmeye-görmeye Bir uzağa bıraktınız Kendime dönmeye artık çok geç. Özdemir Asaf Akıl Gözü Seni bulmaktan önce aramak isterim. Seni sevmekten önce anlamak isterim. Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de, Sana hep hep yeniden başlamak isterim. Özdemir Asaf Aldanı - Aldatı I Benim düşlerimin içinde O uyuyordu, duyuyordum. Ben bir uykusunda onun, Bir düş’ünde bulundum… Uyuyordu, duyuyordu, Avundum. II Benim düşlerimin içinde O uyumuyordu, biliyordum. Ben ne bir uykusunda onun, Ne de bir düş’ünde bulundum… Bulunsaydım, Vururdum…. Özdemir Asaf Altıncı Gün Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, Siz yoktunuz…… Özdemir Asaf Altro Şarkı söylüyormuşum Sokaklarda, Görmüşler. Yere yere bakıyormuşum Yürürken, Duymuşlar. Sonrasını uydurmuşlar Özdemir Asaf An Gülüş bir yanaşımdır bir öbür kişiye; Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye.. Anılarından kale yapıp sığınsa bile, Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye. Özdemir Asaf Anahtar Konuşmak susmanın kokusudur. Ya sus git, ya konuş gel, ortalarda kalma. Yalan korkaklığın tortusudur. Dürüst kaba ol, eğreti saygılı olma. Özdemir Asaf Anlam Sen bana Sen desen de, demesen de olur. Ama ben sana diyeceğim. Düşün dur. Özdemir Asaf Özet Seni büyük buldum, anladım, Seni güzel buldum, korudum, Seni küçük buldum, uyardım, Seni yakın buldum, uyudum, Biri yanlış idi unuttum. Özdemir Asaf Ç Ben uyurken Duvarıma tırmandın Güllerimi yoldun Ve bütün şikayetin Sen uyurken Bahçene girenlerden Özdemir Asaf
Etika Örnekleri
Akıldan, Okuldan Yana - Etika - 116 Öğrenci sözlü sınavda: Hatırlamadığını bilmediği için bilemiyor. Öğretmen: Bilmediğini hatırlamadığı için, hatırladığını soruyor. Görel - Etika - 186 Rüzgâr yelkensiz de olsa gene rüzgârdır. Ama rüzgârsız yelken bir bezdir. Görel - Etika - 201 Gerçek ile yapmacıkı ayırt edilmez kılacak kadar birbirine karıştırıp eriten o eşsiz yol: Nezaket Sevgi ile Sevgiliye Karşı - Etika - 126 Bugüne gelinceye dek hiç sevmedinse kendi üzerinde bir kez yanılmışsın demektir... Eğer bir kez sevdinse iki.
Sözleri
Evlilik, iki kişilik yalnızlıktır.Her seven sevilenin boy aynasıdır. Sevmek sevilenin o aynaya bakmasıdır.Bir sevgiyi anlamak, bir yaşam harcamaktır… Harcayacaksın!Bugüne en uzak gün, dün.Onu vurmaya gittim ve kendimle vuruştum.Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.Sustuğunu bilen olgundur, bildiğini susan değil.Dün sabaha karşı kendimle konuştum.Sevilenin yanlışı görünmez, sevilmeyenin görüntüsü yanlıştır.Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.Ben hep kendime çıkan bir yokuştum.Yokuşun başında bir düşman vardı.Bir insan treni kaçırırsa başka bir tren gelir onu alır. Bir ulus treni kaçırırsa başka bir ulus gelir onu alır.Gerçek değer; gelmesi boşluk dolduran değil gitmesi boşluk yaratan.Ben gülüşüne öldüm, o gülüşüme güldü. Farklıydık işte...Gelmeyecek bir gideni, olmayacak bir nedeni beklediniz mi hiç?Herkes fazlasıyla sevmiş. Ben eksileriyle de sevdim oysa."Ben" kattım sana biraz. Öyle sevdim seni... Çünkü sen de bensiz o kadar güzel değilsin hani...İki seçeneğin var; ya kal, ya gitme!
Şarkı Olan Şiirleri
Feridun Düzağaç - Lavinia https://youtu.be/E5E77TGhuhY Ercüment Vural - Lavinya https://youtu.be/nuu3lXd2yyU Kaan Tangöze - Bekle Dedi Gitti - Çizik https://youtu.be/9uR_1hTI6g4 İlginizi çekebilir: Bilim İnsanları Hakkında Bilgilerini Sınayın Read the full article
0 notes
Text
Biz ne yapıyoruz? Daha doğrusu ben ne yapıyorum? diye sordu kendine. Yüzüne bakmaya cesareti yoktu yaptıklarının bu zamana kadar ona yaşattıklarının farkındaydı. Odadaki üçlü koltuğa kendini atıp ellerini önünde birleştirip bacak bacak üstüne attı. Kardeşinin üzerindeki gerilimi anlaması için zihnine girmesine gerek bile yoktu. Yaydığı enerji bütün odayı doldurmuştu. Kadının sakince koltuğun diğer ucuna geçmesini bekleyene kadar sessizliğini korudu. Sonunda derin bir nefes alıp başını kaldırdığınında onu olduğunu kilitleyen bakışlarıyla buluştu. “Aramızda yaşananlar kolay şeyler değil biliyorum. Sana elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım. Artık hiçbir şey gizli saklı kalsın istemiyorum.” Heyecanlanmaya başlamıştı. Bütün gerçekleri bunca yıldan sonra dökmek için yaptığı pratikleri düşündü ama hiçbiri gerçeği gibi değildi. Oturduğu koltuğun yanındaki mini dolaptan bir viski aldı ve dolabın üstünde duran bardaklardan birini doldurdu. Bir yudum alıp sakinleştikten kadının kırmızı gözleriyle tekrar buluştu. “Annem ve babam aramızdaki ilişkinin ne olduğunu öğrendikten sonra beraber kalmamız gerektiğine karar verdi. Sen daha güçlü olandın bu yüzden evden uzak durmana ve benim hala eğitilmeme karar verdiler. Uzak durmak derken tam olarak neyi kast ettiklerini bilmiyordum ama bir gece konuşurken kaleye kapatılacağını duydum. Bu yüzden ertesi gün bir anlaşma ile döndüm. Ben eğitimeme büyücü okulunda devam edip bir eğitimci olacaktım. Sen ise evde güvende ve kısmi olarak özgür olacaktın.” Viski bardağını elinde çevirip son yudumunu aldı. Ayıkken açıklaması yapmanın daha zor olduğunu fark etti. “Sana hiçbir şekilde veda etmeme bile izin verilmeden gitmek zorundaydım. Bir daha yan yana gelmemiz bile yasaklanmıştı sanki. Ama okula gittiğimde boş durmadım. Seni sürekli izledim. Senin bana ulaşmaya çalıştığını, ağladığın gecelerin hepsine şahit oldum lakin elimden gelen bir şey yoktu.” Gözlerinin dolduğunu kadın ona yaklaşana kadar fark etmemişti bile. Dudakları yukarı kıvırılıp ona içten gelen bir gülümseme sundu. “Sonra fark ettim ki asıl problemimiz bir daha asla bir araya gelemeyecek olmamız. Carmilla biz bir araya gelmemek üzere lanetlenmiş ruh ikizleriyiz. Bunu fark edip araştırmaya başlamam yıllarımı aldı. Hiç fark ettin mi hayatına başka birileri girse de aklında olan tek kişi benim. Evlenmek için çıktığın kürsü de bile aklında olanın ben olduğuma yemin edebilirim. Çünkü benimde öyle. Aynı şekilde bir düğün vakasından aklıma senin yüzün gelmesi üzerine kaçtım.” Üç yıl önce okuldaki bir öğretmen ile yaşadığı düzeyli ilişkisini sonunda Carmilla’yu unutmak adına evliliğe çevirme kararı almıştı fakat düğün günü eşi olacak kadına bakarken bile gözlerinin önünden gitmeyen kardeşi yüzünden düğünü batırmıştı. Kadından günlerce özür dilemişti fakat kalbini kırdığını anlayabiliyordu. Hayatında kendini ait hissettiği tek varlık en büyük lanetiydi ve bunu kırabilmesinin imkanı yoktu. Bütün bunlara rağmen onu saçma evlilik düzmecesinden çıkarıp başladıkları noktaya geri dönmüşlerdi. Ölümünün onun elinden olacağını bilerek yine ona dönmüştü. “Biz birbirimize aitiz Carmilla. O adam sana ihtiyacın olan hiçbir şeyi veremeyecek bir kukla sadece. İzin ver ne demek istediğimi göstereyim.” dedi gözlerinin içine bakarak. Sonra zihni üzerinden ona ulaştı. Bu zamana kadar yaptığı bütün araştırmalar yaşadıkları gördükleri ve öğrendiği her şeyi görüntüsünü onun zihninde paylaştı. Her ne kadar hoşlanmasa da inandırmanın tek yolu zihnine girmekti.
The Hamptons | 21.00
let me set the scene two lovers ripped right at the seams they woke up from the perfect dream and then the darkness came
Aslında, her şey yolunda gidiyordu. Kadın uzun zamandır mutlu olduğunu hissetmemesine rağmen, bugün o günlerden biri değildi. Üstüne giydiği uzun kabarık gelinlik, elindeki bir buket kırmızı gül aynada ki yansımasında kendisini en çok gösteren şeylerdi. Ne yapmıştı? Çok mu yükseğe uçmuştu? Kendisinden başka suçlayarak kimsesi yoktu. Melekleri kendisine yardım etmesi için çağırmıştı, ama kimse çağrılarına yanıt vermedi. Yakın arkadaşlarından biri mutlu tezahüratlarıyla odaya girdiğinde, gözleri ona kaydı. Fotoğrafçıları arkasından girmiş ve her anı kaydetmeye yeminliymişçesine fotoğraflarını çekiyordu. Diğer arkadaşları kısa süre geçmeden peşine dizildi, durdukları her yerde ona gülümseyip tebrik eden kişiler, yanında kimse olmadan serilen uzun halıdan nedimeleri tek tek geçerken kalabalığı bastırmaya yetmemişti. Carmilla, tabiri caiz ise, yapabileceğinden daha kötü biriyle birlikteydi. Aslında gelecekteki eşi kötü biri değildi, ama o değildi, ve hiç kimse o olmamıştı. Güneş kadını çok yakın uçtuğu için yakmıştı. Bütün nedimeleri, uzun halıdan kilisenin sahnesine ilerledikten sonra kadında arkalarından yürüdü. İçerisi tıpkı istediği gibi dekore edilmişti, her yerde kırmızı ve beyaz güller, geniş yere eşlik ediyordu. Eşi, kadını gelinlikle görüce göz yaşlarına hakim olamadan ağlamış, kadının bu manzara karşısında gözleri dolmuştu. Hiçbir şey gerçek hissettirmiyordu. İyi bir hayatı olacağını biliyordu, ama üstüne büyük bir hüzün çökmüştü. Din adamı, önce isimlerini daha sonra da birbirlerine yeminlerini sormuştu. Seremoni bir genç kızın hayallerini kuracağı gibiydi, her şey doğru gitmişti, herkes mutluydu. “İtirazı olan ya şimdi konuşsun ya da sonsuza kadar sussun.” dedi papaz, kimsenin itirazı olmazdı ama prosedür böyleydi. Geniş kilisede çıt yoktu. @petersigmundsaintville
10 notes
·
View notes
Photo
Maviliğime mektup 54 …
Günaydın Hazreti Şans'ım , Sonsuz da Bir'im ...
Gün sen , gün saçların.
Boynun tutulur diye başını düzeltmekten çekineceğim herhangi bir gün olsaydı bugün , iyi olurdu ama olsun ; Rabbimin lûtfudur bana yokluğunun bolluğu.
Belki de çok bilmişler tarafından söylenen şu söz doğrudur :
"Zafere giden yol da çekilen çile kutsaldır."
Belki de öyledir; umarım.
Öyledir heralde ; bilmiyorum.
Ben seni seviyorum her halde ; biliyorum.
Yüzün gözün şişmiştir şimdi , çok uyumaktan.
Yüzüm gözüm şiş şimdi , uykusuzluktan.
Nasılsın bu aralar ?
Yastığınla aranızda ki sıkı dostluğu sormuyorum tabii ...
Saçların dökülüyor mu , sebepsiz sıkılıyor musun vs. vs...
Üzgünsen bunlar olur da , onun için diyorum .
Ben iyiyim işte ne olsun , bildiğin gibi .
Sağolasın bolca hâl,hatır soruyorsun günün tamamı aklıma gelerek ; bu ne sadakat ...
İmrendim !...
Türkülere konu , rüzgâr gülüşlü kadın ...
Tarih , 13 mart 2020 ...
Saat , 06;25 ve sonrasında ki dakikalar ...
İçimin gülen yüzü…
Aramızda kaç km mesafe var bilmiyorum , ama aklım ile saçlarının uçları arasında pek mesafe yok ; çok şükür...
Anımsamak için zihnimi sağa-sola, öne-arkaya çevirmem yetiyor ; fikrimin yüzeyinde sana değmesi pek basit.
"Seni Sevme Sanatı" diye bir deyim var sana olan tutkumun içeriğinde , ve inan bana TDK dahi henüz bu sanatı izah edici bir kelime türetemedi ; işi zor...
En son boş işlerle uğraşıyordu kendileri , DİL yerine DİN işlerine merak salmışlar.
Bir harf nelere muktedir , gör.
Sahi , sen kaç harfe sığarsın ?
Alfabem seni ezberinde saklıyor ; bilesin.
Aklımın tavanını istimlâk eden kâkülüm...
Ağrım , Sızım ; güleç yüzüm...
İşe mi gideceksin bugün ?
Okula mı ?
Tatil mi yoksa , izinli misin ?
Derdim muhabbet işte...
Anlatabiliyor muyum ?...
Biliyor muyum ?
Bilip bilmediğimi bilmiyorum.
Ama kesin şişmiştir yine de gözlerin...
Kesin saçların da dağınıktır ; uçları da karışmıştır muhakkak.
Tararken ıslat e mi uçlarını ; krem de sür .
Kolay taranır.
Ömrümün satır başı ...
Ben mesajlaşmayı sevmiyorum ama seninle mesajlaşırken "Syn Abonemiz , 10.000 SMS hakkınız bitti" mesajı gelsin istiyorum.
Basit bir dilek ama bir de bana sor.
Şimdiler de ise Wodafone utanmasa "Syn Abonemiz olmayan bir numaraya yolladığınız 10.000 SMS'e cevap alamamış olmanıza acıyıp size 10.000 SMS daha hediye ediyoruz. Nasıl olsa cevap yok ,karşıda da kimse yok." diyerek mesaj hayrı yapacak bana...
Yaşanılası İklimim …
“Acaba nasıl hitab etsem de , bilse ki yeryüzünde bir eşi daha yok” diye düşünmeme gerek kalmadan yüzbin baritonluk güçte hitabet sanatı olan kadın …
Ben şimdi sana Diyanet İşleri Başkanı kadar aşikar bir yalakalık yapmak isterdim ama ne yalan söyleyeyim , hafta sonu- hafta içi farketmez ; ben kahvaltı hazırlamam , çocuğa da sıklıkla bakamam.
Ama sen hastalanırsan seni doktora götürüp , ilaçlarını içirip mercimek çorbası yapabilirim .
Güzel birkaç şey yapabilirim yaşamın genelinde.
Sen uyurken yüzüne krem şanti bulayabilirim mesela. Sinirlendirebilirim seni nedensiz yere …
Benim Milli Maç ve Beşiktaş maçlarında gözüm bir şeyi görmüyor , mümkünse Beşiktaşsız olmaz
Çayı da çok severim .
Seni güzel sevdiğim gibi çayı da öyle…
Güzel severim.
“Bahar da aşklar başka tatlıdır” demişler…
Hiç alakası yok , zira ben hep aynı eşitlik ve yoğunlukta seviyorum.
Ben seni hep aynı seviyorum.
Güzel seviyorum.
Barış Manço’dan biliyorum güzel sevmemenin sonucunu …
Diyor ki o güzel adam ;
“Güzel sevmeyene adam denir mi ?”
Denmez dimi ?
Denir mi ?
Maviliğim…
Aşk , kendinde olan tüm güzellikleri tereddütsüz şekilde aşık olduğun kişiye teslim etmekten çekinmeme fedakarlığı imiş…
Sağlığın ,neşen ,huzurun ,varlığın ve dahi mutluluğun …
Düş Eşim…
Kyoto sözleşmesi , NATO Bildirileri , İran da nükleeer silah olup olmadığı , Kim Yong Un’un Amerika’ya saldırıp saldırmayacağı ve A Haber de sabah haberlerini sunan manyağın günaşırı toplumu ötekileştirme , kutuplaştırma gayreti falan çok umrumda değil şu an ; senle beraber sabahları köşe yazarlarını okumak istiyorum ben artık “Yok daha neler ! Yalakalığın da bu kadarına pes .“ demek istiyorum aynı cümleyi aynı anda kurup , aynı anda tepki vermek istiyorum .
Yani tabii muhtemelen Deli Trump'ın küçük oğlunun üzerine "Bu Ahmak'ın yanındayım" yazılı T-shirt giydiği esnada babasının yanında olması kadar Dünya gündemini işgal etmeyiz ama , biz seninle ortak bir çok şey yapabiliriz.
Mesela aynı demlikten çay içebiliriz.
Bence bu da büyük bir şey; zira genelde bir demliği tek başıma ben içiyorum. ( ancak yetiyor )
Seninle bir test yapalım mı ?
Sorması ayıp olabilir ama olmasın; kaç yaşındasın ?
Kadına yaş sorulmaz edebiyatını geç şimdi; vakit aleyhimize .
Diyelim ki 25...
Tahmini kaç yaşına kadar yaşarsın en fazla ?
Not: Türkiye kadın ölümleri yaş ortalaması 65.Haberin olsun.
Diyelim sen 70 yaşına kadar yaşadın.
70 - 25 = 45
Yıl da kaç günü sadece kendine ,keyfine ayırıyorsun ?
Ben kendim için diyeyim; yıl da bazen 20 gün bazen 40-50 gün.
Ortalama 30 gün.
Senin kadın olmandan dolayı biraz daha spesifikleştirelim analizi ; her hafta sonu artı yıl da toplu olarak 15 gün.
Yıl da 52 hafta var hafta sonunun her iki gününü de sadece ve sadece kendin için değerlendirdiğini düşünürsek yılda 104 gün hafta sonları, 15 gün de toplu tatil vs. 119 gün eder.
Bu 119 günün 3'te 1'lik kısmına özel zamanlarının denk geldiğini düşünürsek geriye kalır 80 gün…
Toplamda 70 yıl yaşayacağın ve bu 70 yılın 25 yılını yaşadığın varsayımına göre , geriye 45 yılın kalır.
Bu 45 yılın son 10 yılı hastalık,yaşlılık, hac , umre, ve çocuk telâşı diye geçse geriye 35 yıl kalır.
Ve evliliğin boyunca ortalama 3 çocuğun olsa, bu çocukları da en az 3'er yaşlarına getirene kadar geceni gündüzüne katarak büyütmeye çalışsan , kalan 35 yılın 10 yılı da bu şekilde gider.
Kaç yıl kaldı? 25 yıl.
Başka hiçbir meşgalen ve engelin olmayacağını düşünürsek şu andan itibaren sadece kendin için yaşayacağın 25 adet 80 gün var.
25X80 =2.000 yapar.
Yani 2.000 günlük ömrün kalmış.
Doğru mu ?
Niye bu 2.000 günü seninle beraber geçirmeyelim ?
Ömründe en fazla 2.000 gün kalmış ve sen altın oran'ı izah kitapçığı gibi bir kadın iken matematiğe karşı gelmezsin ümidi ile oturdum sana
matematiksel hesap yaptım bilmem farkında mısın ?
Amacım dertleşmek işte dedim ya ...
Birbiriyle ünsiyet eden ruhlar , sohbetiyle ziyadeleşir; çabam bundan dolayı .
Matematik Sadeleştirir ; Sen Ziyadeleştir.
Dokuncu notaya adını veren kadın...
Günlük yaşam kaygıları da pek önemli değil; parliament'in tadını bozdukları gibi cino çikolataları da berbat etmişler.
Neyse ,biz kendi hayatımızı idame ettirirsek bence kötü olan şeyler güzelleşir.
İngiltere kraliçesinin hayatı bir b.ka yaramaz ama ; düzeltmeye uğraşmıyor zaten kimse.
Saçmalama katsayımız yüksek olsun işte ; bütün deliler iyidir ya hani ?
Biz seninle deli ,manyak ; ruh hastası olalım.
Sen hamileyken sırtina yastık koyarım , hamileliğin süresince yalakalık derecesinde alaka da gösteririm.
Sırf sen seviyorsun diye frambuazlı pasta bile alırım yani o derece.
Gece yarısı uyanıp, seni de uykundan uyandırıp "canın çilek istedi mi ?
Gidip hemen alayım ayıpsın hatun" diye alttan alttan iyi baba ayakları da yaparım işte.
Sen beni anlıyorsun değil mi ?
Ben güzel severim fikrimin ince külü.
Çünkü güzel seven ölür ama çürümez...
Düş’ü baharın habercisi olan kelebeğim…
Olacak gibi değilsin galiba...
Olsan güzel olur ama.
Gerçi güzel olan hiçbir şey olmuyor Ortadoğu da,orta Asya da ,Orta Anadolu da ve dahası gönlümün Ortasında bu sıralar.
Hep Orta'mız kanıyor.
Sağımız-Solumuz,Önümüz-Arkamız Ortamıza kanıyor ; Ortamız bu yüzden kanıyor.
Seni seversen farkettim ki,sevmek ah çekme gayretiymiş ; Aşıkların esmağı ‘ah’ mış...
Girebilsen bir sineme, içerimde neler var neler ; Ahh...
Herkesin vardır illaki bir beklediği.
Ama en çok kimi beklersen o gelmez miş..
Adil olmayan birçok şey gibi bu da trajik.
Biraz da iç SIZIsı işte.
Müsait vakit ara beni yada gel muhabbet edelim.
Hem ben sana güzel şeyler duymak istiyorum demiyorum ki; ben sadece seni duymak istiyorum.
Biz seninle hep romantik susuyoruz; bu defa da romantik olmasa da konuşalım.
Belki Ozon Tabakasının delinmesini dert ediniriz sohbet esnasında , belki 52 milyon ışık hızı yıl kadar uzakta olan kara deliğin keşfedildiği günümüz biliminde Fatih Tezcan'ın nasıl bir kitlesel oksijen israfına sebep olduğundan bahsederiz.
Belki de Ankara akşamlarında vakit geçirilebilecek en güzel park olan 50. Yıl parkının neden akşam saat 22:00'de kapatıldığını
eleştirip, belediye başkanı Mansur Yavaşa şikayet mektubu yazarız. ; "Biz sana aşıkların çekirdek çitleyip Ankara ayazını iliklerine kadar yaşamasına rağmen yerinden kalkamayacağı parkları akşam 22:00'da kapat diye mi oy verdik ?
İYİ'ler iyi şeyler yapar.Madem İYİ'siniz o zaman 50. Yıl Parkını erken kapatmayın. Birdaha oy vermeyiz." diye sanki oy vermişiz gibi blöf satarız. Bisürü şey yaparız,olsan ; bir olsan neler yaparız neler .
Ah olsan ... Bir olsan.
OL ...!
Olsan Neler yapmayız ki ...
Dikimevi ve/veya Kolej metrosu çıkışında gece yarısı kokoreç, köfte ekmek yeriz varil içinde yanan ateşin başında.
Ankara kalesine çıkarken lif,bileklik,atkı vs satan o civar da oturan ablalarla "Banyo lifi 50 tl olur mu yahu" diye yalandan pazarlık yaparız .
Sonra en son rakamı düşe düşe 5 TI'ye kadar düşürürüz.
Daha Sonra da ilk başta istediği rakamı verip "Allah size 10 çocuk nasip etsin. Allah Beşiktaş Kurucu başkanı Şeref Bey kadar şerefli çocuklar nasip etsin ,Allah Fenerbahçe kadar şanslı bir hayat nasip etsin" diye dua etmesini sağlarız işte.
Olsan neler yaparız neler ...
İfadesi Namümkün Olan Değerim …
"Değer" eşittir Meta...
"Mutlak Değer" kavramında öğrenmiştik eksinin mutlak değer dışına artı olarak çıktığını.
Meta ise herhangi bir şeyin değeri karşılığın da başka bir şey ile değiştirilmesi durumudur.
Sözümüzü kırgınlığımıza değişmemiz hata ise , sözümüz kızgınlığımızın özü olduğundan değildir.
Meta , diyalektik bir ahlâkın paramiliter haykırışıdır.
Ve bundandır ki her kişi meta'dır.
Yani ; kimisi özünde güzeldir , kimisi yüzünde...
Aşk , sele benzer son sözüm ; yatağını aşar .
Adımın çapraz yazılması , yayılması kimin umrunda ilk özüm ; ben seni tek paralel evren ile rekabet halinde seviyorum.
Tabakta bırakılmış "Yazık, atılacak. Bitir onu" endamında sevdaların toplamına eşiti olan zirvem ...
Sen Allah'ın bana "Bak ey kulum , sana yazdım" deme şeklisin.
Bir insanı sevmeye nerden başlanır biliyor musun Maviliğim ?
Bir insanı sevmeye , yokluğundan başlanır.
Yokluğunda ki bolluk buna şahittir ; sor.
"Yalnızlık değildi ki, sensizlikti..." demiş bir bilen , derdinin , meramının , minvalinin sebebini sevdiğine arz ederken …
Ben , seni bana düşleten her müziği yara bantsız dinlemekten yanayım !
Maviliğim …
Öyle tütüyorsun ki gözümde ; hamdolsun hasretini çekiyorum kokun yerine…
Aklımın tabanını - tavanını istimlak edenim…
Ben , bizzat tüm uzuvlarımla ,tüm fikrimle ve tüm bedenimle topyekün mecburum varlığına.
Anlaman gerek…
Saç uçlarından öperim ...
Kalk , bi çay koy da demlenelim.
0 notes
Photo
BugünYirmiüç şubat perşembeyi cumaya bağlayan gece saat 03:46
Bir şey yazmalıyım! Bir şey! Yarın öleceğimi varsayarak…
Yarın işte, saatsiz dakikasız… Önümüzdeki günlerin senedi olmaksızın elimde Herhangi bir zamanın herhangi bir diliminde!
Sebebi olmamalı, yazmalıyım sadece
Kimileri ‘Efendim!
Bunlar intihar işaretleri!
demeli… Kimileri de ‘Ecel!
Bana ne olduğunu bilmemeli hiç kimse
Bugün bir şey yazmalıyım!
İçime doğmuş olmalı ölüm bir gün önceden…
Acıların en demli yeri olmalı bu şey!
Bir mektup gibi bir şey…
Sılaya hasret kalmış Er mektubu gibi!
Anneme gönderdiğim bir mektup gibi gerçekçi ve yalın olmalı.
Canakkaledeki Kınalı Hasan’ın mektubu gibi bir şey!
Bu satırlar geleceğe gönderilmeli…
Kendimi paklamalıyım bununla…
Nasıl olsa yarın öleceğim demeliyim…
Ne varsa içimde eşime dostuma söylemediğim hepsini.
Hayatımda en az bir kere görmüş olduğum insana bile seslenmeliyim!
Her sabah yolda giderken karşılaşmış olduğum insanlara bile, belki ayak seslerim onları rahatsız etmiştir düşüncesiyle, seslenmeliyim!
Önce Anama : Anne! Sen annesin…
Gözlerim hâlimdir sana, sükûtum arzım…
Sen anamsın , beni şu dünyaya, şu kördüğüm olmuş hayata bırakıveren, çocuk yüzümü okşaya okşaya böyle bir zamana hazırlayıp, bu yaşıma getiren , dizinde uyuduğum annemsin sen…
Şimdi de beni her an artan bir ümitle bekleyip duruyorsun.
Bekleme beni, artık sana gelemem, anla beni…
Sen annemsin, nasırlı ellerin, çatlak dudakların, mütebessim çehresiyle karşılıksız seven, aman önce çocuklarım diyen o kadın…
Mutfakta yemeğini hazırlarken acı ve yanık türküler dinlerdim senden ayaküstü kapıdan geçerken…
Hayatını yazmayı düşündüğüm tek insansın sen.
Ciğerlerinden bir ah kopar, türkü seslerine karışır…
Üç kere seslenirim sana, üç kere annem derim…
Üç kere kıyamam…
Babam: Gaipten eller uzanıyor bana bana
Bunlar senin şefkatli ellerin…
Sen hep beni düşündün
Akşam eve geldiğinde hiçbir şey yokmuş gibi gülümsemen bundan…
Senin ellerin
Onlar benim gözyaşlarımı silebilirler.
Erkek adamın erkek oğlu…
Sonra ablalarım :
Zeynep ,Gönül, Yasemin ,Dilber ve Hanım
İki dakika kesin kavgayı da kardeşinizin şu sözlerine kulak verin hele…
Yasemin Küçük kardeşim…
Aspirinim…
Kandırdık seni bunca sene…
Yok öyle bir şey Deli Haydar diye yağmurda çıkarsan dışarı, kaçıran seni.
Sonra iç istediğin kadar o kahveden, kararmazsın korkma!
Zeynep! Benim güzel kardeşim…
Bu sene yuvana yeni bir kişi eklendi Güzel yeğenimin sevimli eşi
Şunları da söylemeden geçemeyeceğim, biz küçükken bir günlük tutmuştun hatırlıyorsundur…
Hatta şu an ‘A a!
Sen nereden biliyorsun ki! Fuat der gibisin sanki
diye de içinden geçiriyorsundur…
Biliyorum, hep biliyordum…
Çünkü ben onun kilidini çoktan açıp okudum akıllım.
Çünkü kardeşler çaktırmazlar ama kardeşleri üzülmesin isterler.
Ben senin her şeyini biliyorum.
Akrabalarım: Sizi nasıl tanımlayabilirim ki?
Buldum!
Rengârenk!
Diyorum ya eski bayramlar kalmadı artık diye, boşuna değil.
Ben sizinle bayram günü hep birlikte olmayı özledim.
Kurban kanını alnımıza sürmesini özledim Hasan amcamın
Küçük, şiddetsiz geçimsizliklerimizi özledim teyze çocuklarımla.
Sonra yengemin bağırmasını
Ya kötüler Yaa!’
diye sitem etmesini özledim.
Dayılarımı o kurbanlıklar başında telaşlıyken görmeyi özledim.
Aldıkları o keçiyle inatlaşmamı özledim, merak ediyordum acaba keçiler gerçekten inatçı mı diye, inatçıymış.
Bir adım attıramamıştım…
O eve yayılan etle karışık ter kokusunu özledim.
Demek ki diyordum kendi kendime o zamanlar bu eti hazırlayıp önümüze koyanlar gerçektende uğraşmış.
Ter emeğin kokusu, et de sevginin kokusu oldu benim için o günlerden sonra…
Bunları yaparken en son çocuktum.
Ben çocukluğumu özledim…
Çocukluğumu özlenilir bir çocukluk kıldığınız için, böyle bir çocukluğu yaşattığınız için, sizler iyi ki vardınız.
Keşke hep olsaydınız…
Arkadaşlarım: Ömrümün adını koyamadığım mevsimi sizler…
Sizinle hep güldük diye hatırlıyorum sevgili dostlar…
İnsan annesiyle babasıyla konuşamadığı şeyleri dostlarıyla konuşurmuş bunu öğrendim, bildim…
Sırdaşlarım…
Hepinizi ayrı ayrı seviyorum…
@2525dadas Kardeşim…
Şöyle bir düşündüm de tam tamına Üç sene olmuş seninle tanışalı, ne çok anı aktarmışız birbirimize , ne çok duygu paralellliklerinde olağan ruh hallerine şaşırıp kalmışız bereber bunda en büyük katkı senin. ne çok çeşitliliklerle başediyorsun sen güzel adam amma kahrımı çektin sende. ne büyük yük, ne büyük sabır var o tertemiz yüreğinde
enson yediğimiz etli ekmeğin tadı hala damağımda bunuda belitmekte fayda olduğunu düşünüyorum belki tekrar kısmet olur
@sarbenisessizlik
Seni tanıdığımdan beri kendine her zaman ki gibi haksızlık ediyorsun, herkesin ben kahramanım ünlemleriyle süslediği çelimsiz bedenlerinin aksine sen mütevazi huninle, kahramanlık destanlarını gölgeliyorsun. ben anlattım sen dinledin, ben anlattım sen anladın, ben sordum sen cevapladın. sana benim hayatımda ki rolünü nasıl anlatabilirim ki bazen kelimeler kifayetsiz kalır tıpkı senin gibi Adam.
@golgeolma55
Işte sözün bittiği yer burası Senin için burayı süsleyecek kelime benim hezinemde yok güzel bacım ben ne diyeceğim şimdi, bu kadar güzel yürekli kardeşime , bu kadar özel dilek yer bulurken sema'da.. hayatımın en anlamlı en özel dostum .. sen ne güzel insansın her ne kadar söyleyecek söz bulamasam da hepinize teşekkür ederim diyecek kadar da geniş olmayacağım.
@marjidem
Çünkü yaşıyor olmak bazı kalpleri yorar, bu hayatı böyle çırılçıplak görmek, hiç korunmadan ona öylece yıllarca maruz kalmak yaralar bizi. Yara açıktır ve hep içerilere işler. Hayatı senin gibi görmeyenlere anlatsan dinlemezler,dinlesen inanmazlar. Biz öyle görmüyoruz senin ruhun hasta derler. İşte o an kalkınma güçlenme zamanıdır Gömülür ve gömülür en derine, insan kendini hatırlatan herşeyi unutmaya çalışıp kızıldere gibi kalmaya inat ettikçe bir dost eli uzanır en samimiyetinden işte o vakit umutlar yeşerir boz kırlarda yeşile çalar bütün kainat bunun adı sevgili ablamdır
@zeynep-ylmz
bazı durumlar da susmanın bilgeliğine inanıyor insan, ne kadar edebi cümleler kullanırsan kullan cümlelerin susuyor, sen anlamını yüklüyorsun salıyorsun yeryüzüne bazen birini betimlerken mecazlı cümleler kurmak zorunda kalırsın, ancak o vakit onun hakkında belki biraz olsun gerçeğe yaklaşabilirsin, farklı gezegenden gelebilecek kadar bu dünyalı değil, kırk erenin sırrına erecek kadar engin. öyle olmasa betimleyebilir mi bir insan bir dostluğu böyle güzel üstelik böyle bir yaşamda.
Uzatmadan söyleyeyim.
Diyorum ki benim herkes mezarıma da gelebir, bir Fatiha okursunuz
Hani isterseniz dertleşiriz de…
Arkadaşlarım!
Ne ayaksınız oğlum siz?
Kırdıklarım kırıldıklarım…
Yüzünü en az bir defa gördüklerim…
Hepinizi ayrı ayrı seviyorum
Son olarak Sevdiğim Kız:
Kafası karışık olmak tam da böyle bir şey galiba…
Kuzey, Kuzey Doğu, Kuzey Batı, Güney, Güney Doğu, Güney Batı, Doğu, Batı…
Her yerimdesin…
Kaldığım, kalıyor olduğum, kalacağım her yerimdesin…
Küçük hayallersin…
Küçük hatıralarsın…
Küçük küçük hemen hemen her şeysin… Çekmecede bir defter…
Orada bir saat…
Burada bir mektup…
Şurada bir anahtarlık…
Bir çiçek defter arasında senin verdiğin… Sonra o okul…
Merdivenin hemen yanı…
Pencere kenarında papatya
Bir aşk hikâyesi bu bir başlangıç…
Haziran Yirmiüç…
‘A’ deyince aklıma geliverirsin…
Saçlarını düzeltişin…
Şu senin ayakların, koca ayakların…
Şu senin yere düşen tokan
Şu senin mavi kazağın…
Şu senin kıskançlığın…
Şu birlikte beklediğimiz otobüs…
Öyle kolay mı?
Bunları unutmak öyle kolay mı?
Seni anlatacak kadar mükemmel değilim aslında…
Hem cennet anlatılmaz yaşanır
Anlatamıyorum da zaten…
Kaderin cilvesi işte
Yaşattıklarım için senden çok özür dilerim…
Ben mükemmel bir adam değilim…
Seni hep mutlu bilmek isterim…
Sen her şeyin en iyisine layıksın…
Sen benim buraya yazdıklarımdan çok yazamadıklarımsın…
Derdin ya sen ‘neyse’… İşte aynen öyle… Neyse…
Yarın olacak! Bu mektubu geleceğe göndermenin telaşı içerisindeyim…
Bilmiyorum gerçekten ölür müyüm yarın…
Hayal bu ya!
Sanki hâlâ söyleyemediklerim var size…
Elimde tuttuğum sayfaları zarfına yerleştiriyorum…
263 notes
·
View notes
Text
Erdoğan: Fiziki ve manevi olarak yıkıma uğramış bir medeniyetin öne çıkma ihtimali yok
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Üniversitesi Rektörlük binasında düzenlenen "2. Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi"nde konuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Devleti ve şehri yaşatmanın yolunun insanı yaşatmaktan geçtiğini ifade eden bir medeniyetten söz ediyoruz." dedi. "İstanbul başta olmak üzere kadim şehirlerimizin her biri ders almasını bilenler için birer okuldur, birer mekteptir." diyen Erdoğan, şunları söyledi: "Sorumluluk üstlendiğimiz her yerde, hem gönülleri ve zihinleri hem de mekanı ve çevreyi ümran kılmanın gayreti içinde olduk.
Sözlerine, kongrenin ana teması olan "Şehirlerin Dili Programının" gerçekleştirilmesinde emeği geçen üniversitelerin, Türkiye Belediyeler Birliğinin, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneğinin yöneticilerini tebrik ederek başlayan Erdoğan, Avrupa'dan Asya'ya kadar geniş bir coğrafyadan bildirileriyle bu toplantıya katkı sağlayan bilim, edebiyat ve sanat insanlarına şükranlarını sundu. Şehirlerin mekanla insanın buluştuğu yerler olduğunu, medeniyetlerin de şehirlerde inşa edildiğini dile getiren Erdoğan, her medeniyetin kendi inanç, ahlak, sanat ve felsefe anlayışı çerçevesinde şehri tanımladığını ve şekillendirdiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sebeple şehirlerin içinde yaşayanların kendi şeklini verdiği bir kaba benzetildiğine işaret ederek, şunları kaydetti: "Tarihe baktığımızda kimi şehirlerin içinde eğlence için insanların katledildiği arenalarıyla öne çıktığını görüyoruz. Kimi şehirler 'cadı' suçlamasıyla insanların yakıldığı meydanlarıyla üne kavuşmuştur. Kimi şehirler ise yüz binlerce canın telef edilerek yükseltildiği devasa yapılarıyla tarihin sayfalarına kaydedilmiştir. Bizim medeniyetimiz ise 'önce insan' diyen bir tasavvurun eseri olarak inşa edilmişlerdir. Yahya Kemal'e göre bizim devlet kurma ve askerlik dışında dünya ortalamasının fevkinde olan üç büyük sanatımız vardır. Bunlar mimari, şiir ve musikidir. 'Hüner bir şehir bünyad etmektir/Reaya kalbin abad etmektir.' Fatih bu mısralarıyla aslında bizim şehirlerimizin kuruluş amacını da ifade ediyor. Devleti ve şehri yaşatmanın yolunun insanı yaşatmaktan geçtiğini ifade eden bir medeniyetten söz ediyoruz. Farabi buna 'Erdemli şehirler' diyor. Camileriyle, medreseleriyle, kütüphaneleriyle, şifahaneleriyle anılan şehirleri inşa ve imar eden bir ecdadın torunlarıyız biz, biz farklıyız. Bizim öyle dediğim gibi arenalar vesaire. Bunla ilgili olarak da bazı dostlara öyle dedim, 'Kapalı spor salonuna arena adını veriyorsunuz. Hiç düşünüyor muyuz bu ismi verirken?' Ve bunların birçoğunun ismini böyle değiştirdik. Ne demek arena? Roma'yı biz arenalarıyla tanıyoruz, ama bizim ecdadımız bu tür şeyler inşa etmedi." "İstanbul her alanda dünyanın merkeziydi" Cumhurbaşkanı Erdoğan, "İstanbul, Edirne, Bursa, Konya başta olmak üzere tarihe mal olmuş bütün şehirlerimiz insan merkezli olarak kurulmuştur. Her sokağı, caddesi, hatta her taşı insanı yansıtan bir anlayışla şekillenen şehirlerimiz, sahip olduğumuz zengin kültürün, derin fikriyatın ve bu noktada gerçekten özgün estetik anlayışın bir tezahürüdür. İnsanı tanımanın, anlamanın, iyi insan yetiştirmenin mekandan bağımsız şekilde tahayyül edilmeyeceğini bilen eller bu şehirleri yükseltmiştir." diye konuştu. Bu sebeple Buhara, Semerkand, Tebriz, Kudüs, Medine, Bağdat, Şam, Kurtuba hülasaten medeniyetin tüm şehirlerinin dünyanın her tarafından alimleri, fazilet ve irfan sahibi insanları kendisine çektiğini vurgulayan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethettiğinde bu şehir 13. yüzyıldaki Latin istilası sebebiyle ağır yara almış durumdaydı. İstanbul'u yeniden ayağa kaldıran ve eşi bulunmaz bir şehir haline getiren yöneticileriyle, mimarlarıyla, kültür ve sanat erbabıyla bizim ecdadımızdır. Daha Amerika keşfedilmemişken, daha Paris'in, Londra'nın esamesi dahi okunmazken İstanbul her alanda dünyanın merkeziydi. Avrupa'da insanlar içlerinde şeytan var diye cayır cayır yakılırken, İstanbul'da bırakınız insanları, güvercinler, kediler, köpekler bile şefkatle bağırlara basılıyordu. Bugün işte böylesine büyük bir hazinenin içinden şehirlerin dilini konuşuyoruz. İşte şurada Süleymaniye, şurada Gülhane Parkı. Buralarda güvercinlikleri görüyoruz. Ecdadımız bunları mimarisinde tasavvur etmiş ve mimarinin içerisine onu da yerleştirmiş." "Şehirden bir şeyler öğrenmeyi talep ettiğimiz takdirde kendimizi geliştiririz" Erdoğan, İbn Haldun'un "Coğrafya kaderdir" ifadesini kullanarak, "İnsana bu hasletleri kazandıran en önemli unsurun da yine yaşadığı coğrafya olduğu bir vakadır." dedi. İnsan ve şehir arasındaki etkileşimin her zaman çift yönlü olduğunu anlatarak, Hacı Bektaş-ı Veli ne diyor, 'Nagehan ol şara vardım, ol şarı yapılır gördüm. Ben dahi bile yapıldım taşü toprak aresinde' Evet insanın şehri kurması güzelleştirmesi gibi şehir de içindeki insanı inşa etmiş ve geliştirmiştir." diye konuştu. Eşrefoğlu Rumi'nin "Her şey bir merdiven gibidir, kişi onunla yukarı da çıkabilir aşağı da inebilir" sözünü hatırlatan Erdoğan, şöyle devam etti: "İşte bizler de kaderimize uygun bir şekilde bir şehrin içinde doğarız bir şehrin içinde yaşarız orada hayatımız nihayete erer. Şehrin bizi yukarı çıkarması veya aşağı çekmesi bizim tercihlerimize bağlıdır. Bu sebeple şehirlerimizi birer mektebe sakinlerini de o mektebin talebelerine benzetebiliriz. Şehre hakim olmayı değil ondan bir şeyler öğrenmeyi talep ettiğimiz takdirde kendimizi geliştiririz." Erdoğan, İstanbul başta olmak üzere kadim şehirlerinden her birinin ders almasını bilenler için birer okul olduğunu anlatarak, mekan ile insanın en isabetli yerde buluşmasıyla kurulan şehirlerin insanın imar faaliyetlerine de medeniyet teşekkülüne de kolaylık sağladığını söyledi. "Ümran" dedikleri yaşanabilir şehirlerin sadece emniyet, barınma ve gıda ihtiyacını karşılayan mekanların çok ötesinde bir ahenge sahip olduğunu anlatan Erdoğan, şunları kaydetti: "Bu ahengi, yani şehir ile sosyal hayat, şehir ile tabiat arasındaki uyumu bozduğunuz zaman, o belde ümran olmaktan çıkar. Kurucusu olduğum partinin fikriyatını ve icraatını eğer sembol bir kelime ile ifade etmek gerekirse biz de buna İbn Haldun gibi 'ümran' derdik. Böyle başladık. Sorumluluk üstlendiğimiz her yerde hem gönülleri ve zihinleri hem de mekanları ve çevreyi ümran kılmanın gayreti içinde olduk. Bunu yaparken de tabiat ile insan, şehir ile çevre buluşmasını en ideal şekilde sağlamaya çalıştık." Cumhurbaşkanı Erdoğan, iyi insan yetiştirmek için buna mecbur olduklarını dile getirerek, şehrin de insanın yetiştiği toprağa benzediğini ifade etti. "Kendini tanımak isteyen kentini tanımalı" "Bunun için önce kendimizi tanımamız gerekiyor" diyen Erdoğan, "Kendini tanıyan Rabbini de tanır" Hadis-i şerifini hatırlattı. "Bir insan kendini nasıl tanıyabilir?" diye soran Erdoğan, şöyle konuştu: "Kent kelimesi şehir kelimesi kadar içimizi ısıtmasa da kafiyeli bir ifadeyle şöyle söyleyebiliriz, 'Kendini tanımak isteyen kentini tanımalı.' Şehirlere ruh veren, o şehirlerle birlikte anılan insanlardır. Abide şahsiyetlerin diliyle şahsiyetlerin her biri kendi üslubunu geliştirir. ulu zatların gölgesi şehirlerin en güvenli limanlarıdır. Anadolu şehirlerinin tamamında bunu görebilirsiniz. Bugün edep ve erkan üzerine kurulu bir Anadolu irfanından bahsediyorsak Kırşehirli Hacı Bektaş-ı Veli, Ankaralı Hacı Bayram-ı Veli, Kastamonulu Şeyh Şaban-ı Veli büyüklerimiz sayesindedir." "Şehirleri çirkinleşmiş bir medeniyet öne çıkamaz" Erdoğan, Bursa'nın önceden Ulu Cami, Yeşil, Emir Sultan, Emir Buhari ve Somuncu Baba, Edirne'nin Selimiye, Urfa'nın Halilurrahman, Sinop'un Alaattin Camisi, Malatya'nın Ulu Camisi, Diyarbakır'ın da Hazreti Süleyman Camisi olduğunu, buralara ruh veren abide zatların şehirlere damgalarını vurduğunu söyledi. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehir kitabına anımsatan Erdoğan, yazarın Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul ve Ankara'nın yanında diğer şehirleri de yazmış olması durumunda dünya şehir monografileri arasında eşi bulunmayan beş şehir yerine en az 75 şehirlik hazinenin olacağını ifade etti. Erdoğan, günümüzde de bilgisi, tecrübesi, mücadelesiyle her şehre farklı bir renk ve ahenk kazandıran şahsiyetlerin mutlaka olduğunu dile getirerek, Moğol saldırılarından bu yana medeniyetin kadim şehirlerinin sürekli saldırı altında kaldığını, büyük bir tahribat gördüğünü vurguladı. Son bir asırdır yaşanılan sıkıntıların şehirlerin rengini ve ahengini epeyce soldurduğunu belirten Erdoğan, "Şehirleri çirkinleşmiş, ruhsuzlaşmış, fiziki ve manevi olarak yıkıma uğramış bir medeniyetin öne çıkma ihtimali yoktur. Elimizdeki binlerce yıllık medeniyet mirasının gücü sayesinde bu kayıpları kısa sürede telafi edebileceğimize ben yürekten inanıyorum. Nitekim son yıllarda ülkemizin her yerinde şehircilik alanında çok ciddi bir hassasiyetinin gerçekleştiğini görmekten memnuniyet duyuyorum. Millet bahçelerine bu kadar iddialı girişimizin sebebi buradan kaynaklanıyor. Hep söylüyoruz ya, betonlaşmaya karşı bir çıkış. İşte millet bahçeleri bu betonlaşmaya karşı bir çıkış olduğu gibi bütün ailelerin, çocukların gerçekten yatıp yuvarlanabilecekleri yerler ve onların da bir köşesinde millet kıraathaneleri olsun ki oralarda da gelsinler kitaplarını, derslerini çalışsınlar istiyoruz. Bu bir çıkıştır. İnşallah bundan sonra çok daha büyük bir yükselişe, değişime, ilerlemeye şahit olacağız." diye konuştu. "Şehir kültürünü korumuş devletlerin arasında yer alacağız" Cumhurbaşkanı Erdoğan, şehirlerin ruhu ve ortak bir şuuru olduğunu en iyi milletin bileceğini ifade ederek, öyle bir şuur olmasaydı Antep'in Gaziantep, Maraş'ın Kahramanmaraş, Urfa'nın Şanlıurfa olamayacağını, aynı şekilde Samsun, Sivas, Erzurum ve Ankara'nın milli iradenin tecelli ettiği şehirler olarak tarihe geçememiş olacağını anlattı. Her yıl Malazgirt'ten İznik'e kadar Anadolu'nun dört bir yanında zafer ve kurtuluş şenlikleri yapılmasının da bununla ilgili olduğunu ifade eden Erdoğan, şunları söyledi: "Madem temel sağlam, madem maya sağlam, öyleyse bunun üzerinde çok daha iyisini bu millet inşa edebilir. Şehirlerimize kendimize nasıl bakıyor, ihtimam gösteriyorsak öyle davranmalıyız. Asıl marifetin insanların kalbini, ruhunu, benliğini inşa edecek, onlara huzur verecek şehirler imar etmek olduğunu unutmamalıyız. Bu amaçla bir süredir marka şehirler diyoruz. Yaşanabilir şehirler diyoruz. Dikey mimari değil, yatay mimari diyoruz. Sebebi bu. Göğe değil toprağa yakın olmanın faziletini anlatıyoruz. Yaşanabilir şehirler, marka şehirler mutlaka kuracağız. 'Bu dikey olursa kurulur.' diye bir mantık yok. Yatay mimarinin oluşuyla da bunu inşa etmemiz mümkün. Hem medeniyetimizin izlerini koruyacak hem modern dönemin şartlarına uyum sağlayacak hem de küreselleşen dünyada 'Ben de varım.' diyebilen şehirler kuracağız. Geleceğin dünyasında şehirlerini yenilerken şehir kültürünü, şuurunu ve ruhunu korumuş devletlerin arasında yer alacağız. Bunun için önce kendi hazinemizi tüm unsurlarıyla keşfedecek, sahiplenecek, hazmedeceğiz." Erdoğan, geçmişiyle gurur duyanların geleceği için çok daha büyük hedefler belirleyen nesillerin yetişmesi anlamına geldiğini ifade ederek, eldeki imkanları, hedefler doğrultusunda en verimli, en etkin şekilde kullanarak önce ülkeyi 2023 hedeflerine ulaştıracaklarını, ardından 2053 ve 2071 vizyonlarına doğru yürümeye devam edeceklerini aktardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasının sonunda Şehirlerin Dili programının düzenlenmesinde emeği geçenleri tebrik ederken, katkı verenlere de teşekkür etti. Read the full article
0 notes