Tumgik
#ruh eşim var mı
haziranzede · 1 year
Text
sadeleşme yolunda
pahalanacapını biliyorum ve alış veriş yapmamal için kendimi zor tutuyorum.
bugün askıları ayırdım . evde çocuk yok ma cocuk askısı var. yine bir sürü temizlik magzemesi az az kalmışlardı kullandım ve artık geri dönüşüme gidecekler inşallah.
çözülen yaprak testler atıldı. attıkça rahatlıyorum .
ya insan bitmiş kolanya şişesi fisfislş dlye saklamaz ya. içimdeki o yaşlı savaş görmüş toklu teyze artık beni rahat bıraksan mı acaba?
ev deterjan cenneti. deterjan, peçete çeşitleri, kolonya bunlar bozulmaz diye doldurmuşum. bunları bitirene kadar almayacagım inşallah.
bugün 3 tane sogan alana kadar sogan almadım. eşime 1 kg al demiştim 1 kg sogan almış. 3 4 ay onceısne kadar tek seferde 4 5 kg sogan alıyorduk..evde ılı kısıyız amac ne?
1 kg kadarda patates var bitene kadar almayacagım inşallah.
bir yastık ve nevresim buldum. onları pek kullanacağımı sanmıyorum. yıkayıp birine vereceğim. bu şekilde azalacagım inşallah.
psikolojinin toparlandıgını hissediyorum. bırıktırmek, tedbır almak bunları abartmak normal bir ruh halinin ürünü değil..
daha bakalım 1 aya yakın zaman oldu bunlar oldu. ilerde neler bulucam acaba evde.
5 notes · View notes
tambirharika-blog · 1 month
Text
"Yazmak acizliğin son noktasıdır." sene 2016
Vay! 8 yıl sonra merhaba. Evlendim ve hayal ettiğimden çok daha güzel bir evliliğim, çok sevdiğim dünyalar iyisi bir eşim var! Fakat hayat... canım hayat! insan neden yazar bilmiyorum ama ben kendime sığamadığımda yazarım, bunu anladım. "-Sevgili günlük..." bu bana göre değil. Güzel şeyleri yazamam. Ahmet Haşim gibi, geriye bıraktıklarım ıstıraplı yazılar olacak. Ahmet Haşim gibi bırakabilsem...
Aşk acısı çekmeye razı olduğum günler. Yarabbim, her acının bir sonu var biliyorum elbet bunun da var fakat yaşamak ne acı. Kızlar babalarına aşık oluyor mu gerçekten, yoksa çocuklar babalarına aşıktır ve kızlar biraz daha mı yoğun yaşar? neyse. Babacığım Haziran 2019'dan bu yana 4.evre beyin kanserinden muzdarip. Temmuz 2024'te yine ameliyat oldu. Doktoru oldukça rahat bir biçimde " 2-3 aylık ömrü kaldı. Hadi olsa olsa 5..." diyiverdi. Halam, Engin, ben, "tamam, peki ameliyat süreci nasıl olacak" dedik. anlattı bir şeyler. Hocam dedik, size güveniyoruz. Babam da güveniyor dedim. Odadan 3 ruh çıktık. Nereye gideceğimizi bilemedik. 3 kişilik bank çıktı önümüze, oturduk. Ağladık. Sustuk. Devam ettik. annem bu hikayede babamın arzusu ve bizim annemiz olarak var sadece. çocuğum olursa bunu yaşatmayacağıma söz veriyorum, demekten korkuyorum. hayatın büyüklüğünü kabul ettiğim yaşlardayım. her şey mümkün gibi geliyor artık. ama evladıma mutlu ve özgür bir yuva vermek için elimden geleni yapacağım. gerçi bizimkiler de mutlu bir yuva vermeye çalışmıştır belki, ne bileyim.
babam 24 gündür yoğun bakımda. artık çıkacak. yanımda kalsın istiyorum. kimseye söyleyemiyorum ama, ona nasıl bakacağımdan çok, benimle kalmak istemezse ne yapacağımı dert ediyorum. "Sevdiklerimizle birlikte mutlu yıllar" ne özel bir dilekmiş! of. Tayguş! senin kalbin... korkarım ki ben sana aynı rahatlığı veremezdim... Anneciğim, ne var içini döksen? Babana üzülüyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum bile desen? kızgınım konuşmayışına. of anne! haklısın tamam da KONUŞ BE KADIN! konuşma ben yolumda olacağım. babama da bana geldiğinde senin gelmeyeceğini söyleyeceğim ne yapayım? keşke gelsen. keşke eve gideriz birlikte, sen burda biraz iyileş de, ben seni görmeye yine gelirim desen... varlığı dert yokluğu yara ebeveynlerimiz... of.
hiçbir şey yazmak kadar rahtlatmıyor. bir de alkol. cheers...
#"
0 notes
mezardakicicekk · 3 months
Text
RUH BAĞLARI
12.06.2024
Uzun zaman oldu değil mi buraya bir şeyler yazmayalı? Aslında bugün 2 farklı yazı yazmayı planlıyordum ama şuan bahsedeceğim konunun daha çok ilginizi çekeceğini düşündüğüm için o konuları anlatmaktan vazgeçtim. Bugün Bay Xianguyla randevum vardı. Bir önceki görüşmemize oranla çok daha farklı bir konu üstüne konuştuk: Ruh bağları.
Onsra hakkında konuşmamızı beklediğinizi bildiğimden kendi kendinize bu bağların ne alakası olduğunuzu sorguladığınızdan eminim. Zaten doğrudan onunla alakalı ve hatta Satürnle bile alakası var bu konunun. Heyecanlandınız değil mi?
Süremiz kısıtlı ve ayda 1 kere gittiğim için hızlıca konuya giriş yaptık. ''Onsra senin için hangi konumda?'' diye sordu. Geçen seansta verdiğim cevabın aynısını verdim. Değişen hiçbir şey olmamıştı. ''Peki Onsra bu hayatta senin neyin olabilir? Şuanı düşünmeden cevap ver lütfen.'' dedi. ''Satürn'ü ruh eşim olarak tanımladığım için onu ancak hayat arkadaşı olarak tanımlayabilirim.'' dedim. ''Peki ikisi arasındaki fark nedir?'' dedi. ''Ruh eşi tektir ve sonsuza dek beraber olacağın kişidir, hayat arkadaşı bu hayatta son nefesini verene kadar beraber yaşayacağın kişidir.'' dedim. ''Bu durumda Onsra'ya ihanet etmiş olmaz mısın? Sonuçta ruh eşini bulmuşsun ve bir ruh eşi arayışı içinde değilsin. Ruh eşinin tek olduğuna inandığına göre o senin ruh eşin olamaz. Doğru değil mi?'' dedi.
Aslında Bay Xiangu haklıydı. İhanet konusu yüzünen bu güne kadar kimseyle sağlıklı bir ilişki kuramadım zaten. Karşımdaki kişinin Satürn'ü kabul etmesi gerek diye düşündüm. Eğer kabul edilirse ihanet diye bir şeyde olmazdı. ''Ben bu şekilde düşünmüyorum. Sonuçta yaşadığım şey benim kontrolüm dışı gerçekleşti. Bu yüzden bir ilişkiye başlamadan önce Satürn'den bahsediyorum ki ihanetlik bir durum olmasın. Bence bir insan bir ölüyü kıskanmamalı. Bana bu çok saçma geliyor. Okuduğum kitaptan örnek vereyim size. 3 karakter var; Yosun, Özgür ve Pınar. Pınar ve Özgürün bir ilişkisi var. Pınar konuşamayan bir kız ve yatalak hasta. Yosun ve Özgür tanışıyor ve Yosun, Özgür'e aşık oluyor. Bir süre sonra Pınar ve Yosun tanışıyor. Sonraki gün ise Pınar vefat ediyor ve Yosunla Özgür, Pınar'ın mezarına gidip mezarını süslüyorlar. Kitabın sonlarına doğru ise Yosun ve Özgür ilişkiye başlıyor. Yosun hiçbir zaman Pınar'ı sorun etmedi. Her ne kadar kurgu olsada bir insan bunu düşünüp kağıda dökebiliyorsa Yosun gibi çok fazla insanın yeryüzünde yaşadığına inanıyorum. Bedenleri değil ruhları sevdiğimiz sürece kimsenin bir ölüyü kıskanacağını sanmıyorum.'' dedim. Uzun bir süre bu ruh bağları hakkında konuştuk Bay Xianguyla. Çoğu zaman kağıdına notlar alıyordu ve işin içinden bir türlü çıkamıyorduk.
''Eğer Onsrayla cidden ihanet olmadan bir ilişki yaşamam için Satürnden vazgeçmem gerekiyorsa sanatımdanda vazgeçmem gerekiyor demektir. Çünkü Satürn sanatımın ilham kaynağı ve ben sanatım olmadan yaşayamam. Onunla bağımı koparamam. Bağ ve duyguları karıştırmayalım. Ben tüm duygularımı sanatım için kullanıp günlük hayatımda hissetmeyen biriyim. Bağ bunlardan çok daha farklı.'' dedim. ''Yani istersen Onsra için Satürnden vazgeçebileceğini ve Onsraya yoğunlaşabileceğini söylüyorsun. Sanatının içinde olduğu için aslında kalbinde değil sanatında yaşıyor, doğru mu anladım?'' dedi ve başımı sallayarak onayladım.
''Bence hala bu konu ihanete giriyor. Şöyle düşünelim, ya Satürn'e hissettiğin o yoğun bağı Onsrayla hissedersen? O zaman ne yapacaksın? Bu ruh eşi bağlantısı olmaz mı?'' dedi. Bunu açıkçası hiç düşünmemiştim. Cevap vermek için biraz düşünmeye ihtiyacım vardı. Tüm konuşma boyu yalnızca Bay Xiangu'nun gözlerine baktığım için bir süre odanın içindeki eşyalara bakıp düşünmeye başladım. ''O zaman devreye başka bir ruh bağı girer. Zamanında önüme çok sık ruh ikizi ve ruh eşleriyle ilgili videolar çıkmıştı. Eğer böyle bir şey hissedersem ya Satürn ya da Onsra benim ruh ikizim olabilir. Tabi bu bağı hissetmem için muhtemelen Onsrayla yüz yüze gelmem gerek. Bilmiyorum.'' dedim. ''Peki bu bağ ayrımını nasıl yapacaksın?'' dedi. ''Bilmiyorum. İkisininde belirtileri hemen hemen aynı. Farklarına dair önüme hiç video çıkmadı. İllaki farklılık vardır tabii.'' dedim. ''O zaman bu sana verdiğim bir ödev olsun. Ruh ikizi ve ruh eşi arasındaki fark neymiş bir öğren bakalım.'' dedi.
Tüm seans boyu sadece bu ruh bağlarıyla ilgili konuştuk. Bağdan dolayı ihanet ediyor oluşumun ağırlığını hissettim. Ya Satürnle bağımı koparmalıyım ya da Onsradan sonsuza dek vazgeçmeliyim... Şimdi fark ettim de.. kendimle çelişiyorum. Onsra'ya sonsuzum diyip sonsuzluğuna inandığım ruh eşi bağlantısını hissetmediğimi söylüyorum. Ne tuhaf...
0 notes
prangaliyasamlar · 5 months
Text
Hayat hep böyle şey miydi, boktan? Yoksa biz mi kötüleştirdik? Hiçbir adım atmadan iyi olanın bize gelmesini bekledik, bekliyoruz. Sahi iyi diye bir şey var mı bu dünyada? Bana iyi gelen başkasına da iyi gelir mi? İnsana başka bi insan iyi gelir mi? İyi geldiği insan ona zarar verse de yanında kalmaya devam eder mi? Bambaşka hayatlar yaşıyor herkes, yine de nasıl olur da ruh eşim, beni anlayan tek kişi dediğimiz biri olabilir? Aşk mı bu, aşk diye bir şey var mı? İnsan insana mı aşıktır yoksa aşık olmaya mı? Hangisi daha acı verir?
0 notes
mutlulukhayallerde · 10 months
Note
nasılsın ve ne yapıyorsun bilmiyorum gelecekte ki ruh eşim. umarım sana yazdıklarımı dinliyorsundur çünkü senin için en iyisi bu. geçmişini sikeyim artık geçmişin de var olmayı bırak ve önüne bak. tut elimden gidelim yurt dışına ve bir daha gelmeyelim bu cehenneme. dilediğimiz her şeyi yapalım, gezelim ve tozalım. anı yaşayalım, dilediğimiz markaları giyelim. ben sana yeterim, ben sana bakarım, ben seni severim, ben seni mutlu ederim, ben seni güldürürüm, ben seni tamamlarım, ben her şeyin olurum, ben hüznün de olurum, ben annen ve baban da olurum, ben karanlıkta ışıkları açmana gerek kalmadan, güvenli uyuyacağın o sığınağın da olurum, ben geçmişin ve geleceğin de olurum, ben en sevdiğin şarkı da olurum, ben en sevdiğin şiir de olurum. sürekli seni düşünüyorum, sürekli acaba şu an bana bakarak gülse nasıl bayılmadan ayakta durabilirim diye hayaller kuruyorum, şu an nasıl kokuyorsundur acaba? şu an nasıl da okşamak isterdim saçlarını, annem her zaman der ki, bir şey seni olduğundan fazla mutlu ediyorsa düşünürken bile, bırakma peşini kovala ayakların kopana kadar. ayaklarım, hayallerim, gençliğim, her şeyim senin için hazır bunu unutma. seni bekleyen muhteşem bir gelecek var canımın içi. seninle beraber çok güzel şeyler yapacağız. ve sen gözlerime bakıp, iyi ki varsın diyeceksin. bu yazdıklarımı da o muhteşem göğüs kafesinin altında sakla. huzurlu geceler gelecekteki eşim...
arkadaşlar kocam varmış galiba bu şaka mı sksmkzsmz
1 note · View note
gokyuzununyagmuruu · 4 years
Text
Bu noktaya gelebildiysem, bu noktada iyi ve kötü şeyler yaşıyorsam ne mutlu bana. Çünkü yaşıyorum. İnsan yalnız kötüyü görür. Ben kötünün içindeki iyiyi görebiliyorsam, ne mutlu bana. Çünkü yaşamanın bir yolunu buluyorum. Yaşama kızmak büyük haksızlık. Arada kaçırıyorum işte. Bazen kendime değil yaşama atıyorum suçu. Yaşam değil, ben ve hislerim hatalıyız bazen. Ayrıca, hata yapmasaydım bakış açımı oluşturamazdım. Hata yapmasaydım benliğimi oluşturamazdım. Hata yapmak da gerekliymiş demekki. Önceden güzel bir benlik kurmuştum. O benliği çok sevmiştim. Sonra yine benim hatalarımla enkaza dönüştü. Yeni bir benlik oluşturuyorum şimdi. Bu benim miladım. Milattan öncemin özlemini yaşayarak oluşturduğum bu benliği de seviyorum. Ancak özlem ağır bir duygu. Bazıları gün geçtikçe azalıyor diyor. Ben özlediklerime fazla mı sadığım bilmiyorum. Ancak insanın kendini özlemesi biraz üzücü. En sevdiğim arkadaşımdı ve uçtu gitti uzaklara. Onu hâlâ çok seviyorum. Ama bir yandan zaman geçiyor. Belki yarınım bile yok. Bu yüzden küllerimden doğuyorum tekrar. Tekrar yaşamla aramda bağlar kurmaya çalışıyorum. Bence fena değilim. Bu bağlar şuan bir örümcek ağı gibi de olsa bağ bağdır. Beslene beslene güçlenir. Hallederim. Hallediyorum. Bu bağ güçlenirken belki yorulacağım, belki eskisini daha çok özleyeceğim ama o farklı bu farklı. İkisi de özel. İkisi de benim işte. Biri yalnızlığımı sevdiğim, diğeri yalnızlıktan sıkılıp insanlarla tanışma isteğimden sonra gelen yapayalnızlığım. Şimdi ne olacak bilmiyorum. Ama her şey güzel olacak. Olduracağım. Dediğim gibi, fena değilim. Kendimi seviyorum. En çok ben seviyorum kendimi. Ama kendimden çok seveceğim biri olacaktır. Valla üzgünüm kendim. Pabucun dama atılmadan bu sevginin tadını çıkar. Ama üzülme, seni senden daha çok sevecek birisi var. Kim olduğunu sorma. İnan bilmiyorum. Dünya üzerinde bir yerdedir herhalde. Ama söz veriyorum bizi bulacak. İnan bana. Ben hislerime çok inanıyorum. Ve onu bekliyorum. Kim olduğunu bilmediğim ama varlığını derinden hissettiğim ruh eşime sadık bir şekilde bekliyorum. Garip değil mi? Kim olduğunu bilmediğin birine sadık olmak... Ama öyle işte. Hayat bizi buluşturana dek bekleyeceğim. Onun yapbozumun eksik parçası olduğunu bana hislerim söyleyecek. Yani merak etme, onu hissedeceğiz. Yanlış bir şey olmayacak. İnan bana. Çünkü ben hislerime çok inanıyorum.
8 notes · View notes
perdiolacabeza · 4 years
Text
Az önce ruh eşim var mı yok mu diye düşünüyordum, elimdeki soda kaydı düştü döküldü her yere, galiba ruh eşim falan yokmuş bunu çıkardım bu olaydan
12 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years
Text
Heavenly Blessing - 94. Bölüm
Mega // Drive
Bölüm 94: Kötülüğe Gebe, Yeni Bir Dalga Ortalığı Karıştırır
“Muhtemelen yok edildi.” Xie Lian cevapladı.
Zengin tüccar ürperdi, “Y-yok edildi?!”
Xie Lian başını sallayarak onayladı. Zengin tüccar panikliyordu, “Öyleyse, Daozhang, ben şimdi ne yapacağım? Şu anda hamile olan bir eşim daha var, ya o canavar bir kez daha ortaya çıkarsa?!”
Aynı evde bebek bekleyen bir kadın daha mı vardı?!
Xie Lian elini kaldırdı, “Sakin olun, bir soru daha sormama izin verin; hanımefendi rüyasındaki çocukla nerede karşılaştığını hatırlıyor mu?”
Zengin tüccar konuştu, “Bulanık olduğunu söyledi ancak büyük bir köşke benziyormuş, ama bunun haricinde hiçbir şey hatırlamıyor. Hem, sadece bir rüya, detayları kim o kadar net hatırlayabilir ki?” Ardından dişlerini gıcırdattı, “Ben... neredeyse kırk yılın ardından, sonunda bir oğlumun olmasını bekliyordum, bu ne acı bir durum böyle! DAOZHANG! O CANAVARI BULUP İCABINA BAKACAKSIN ÖYLE DEĞİL Mİ? AİLEME DAHA FAZLA ZARAR GELMESİNE MÜSAADE EDEMEM!”
“Paniklemeyin, paniklemeyin.” Xie Lian avuttu, “Elimden geleni yapacağım.”
Bu sözlerin ardından zengin tüccarın keyfi yerine geldi ve ellerini birbirine sürttü, “İyi iyi iyi, Daozhang’ın bir şeye ihtiyacı var mı? Nasıl bir ücreti olursa olsun sorun değil!”
Fakat Xie Lian reddetti, “Herhangi bir ücrete gerek yok, ancak birkaç hususta yardımınızı rica edeceğim. Birincisi, bana bir takım günlük kadın kıyafeti bulun lütfen; bir erkeğin giyebileceği kadar bol olmalı. Ve korkarım ki bebek bekleyen eşinizden bir tutam saça ihtiyacım var.”
Zengin tüccar hizmetçilere işaret etti, “Not alıyor musunuz?”
Xie Lian devam etti, “İkincisi, bebek bekleyen eşinize bu gece başka bir odada uyumasını söyleyin. Ne olursa olsun kendisine ‘anne’ diye seslenen çocuk sesine cevap vermemeli. En iyisi ağzını hiç açmaması olur. İnsanlar rüya görürken rüyada olduklarının farkına varmazlar, bilinçleri ve hisleri körelir, ancak sürekli kulağına fısıldayarak konuşmaması gerektiğini aklına kazırsanız eğer, işe yarayabilir.”
Zengin tüccar talimatları kabul etti. Ardından Xie Lian konuştu, “Üçüncüsü, bugün benimle beraber gelen iki ufaklık var, lütfen onlarla ilgilenin ve onlara yiyecek bir şeyler verin.”
“Böylesine küçük şeyler, bırakın iki ricayı, yüz tane ricada bulunsanız bile yerine getiririm!” Zengin tüccar bağırdı.
Sonunda, sıra en önemli nesneye geldi. Xie Lian konuştu, “Dört,”
Kıyafetinin kolundan Puji Mabedince kutsanmış bir koruma tılsımı çıkardı ve iki eliyle tüccara uzatırken kendinden emin bir sesle konuştu, “Lütfen bu koruma tılsımını alın ve ‘Ekselansları Veliaht Prens lütfen beni koru!’ diye bağırın – böylelikle bu hadise benim tapınağımın adı altında kayda geçmiş olacak.”
“...”
O gece, Xie Lian bir kez daha kadın kıyafetlerine büründü.
Kadın kıyafetleri giymeye her ne kadar artık yabancı olmasa da bu, ilk defa hamile bir kadın kılığına girişiydi. Makyajını tamamlaması yarım tütsü zaman bile almamıştı. Karnına bir yastık tıkıştırdı, ardından hamile kadına ait bir tutam saçı yastığın altına koydu ve yatağa yattı. Soğukkanlı ve sakindi, nefes alışını yavaşlattı ve uykuya dalması uzun sürmedi.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Xie Lian yavaşça gözlerini açtı. Gözlerinin önündeki görüntü artık zengin tüccarın eşinin yatak odası değildi, fakat gösterişli bir köşktü. 
Xie Lian’ın ilk tepkisi Fang Xin’in hala yanında olup olmadığını kontrol etmekti, orada olduğunu hissettikten sonra rahatladı. Ne de olsa Fang Xin kutsal bir kılıçtı, bu yüzden kendisine derin bir bağ ile bağlıydı. Doğrulup oturduktan sonra avuç içlerinin yapışkan olduğunu hissetti, ne olduğuna bakmak için ellerini kaldırdığında ise yattığı yatağın henüz tam kurumamış kanla kaplı olduğunu gördü, vücudunun yarısı kırmızıya boyanmıştı, şok edici derecede ürkünçtü.
Xie Lian alışılmışın dışında olaylarla karşılaşmaya alışıktı, yataktan kalktı ve bir anda üzerinden bir şeyin düştüğünü hissetti. Aşağı baktı, yere düşen kıyafetin içindeki yastıktı, yastığı çabucak yerden alarak tekrar karnına tıkıştırdı. Birkaç adımın ardından yastık bir kez daha yere düştü, bu yüzden Xie Lian karnındaki yastığı iki eliyle yerinde tutarak etrafına bakındı.
Sarayda büyümüş olmanın verdiği bir özellik olacak ki gördüğü ve duyduğu şeylerden fazlaca etkileniyor, etrafındakileri dikkatlice inceliyordu. Konu güzelliğe geldiğinde, Xie Lian’ın da kendine göre birtakım standartları vardı. Bulunduğu bu mekan, ona göre, güzel olabilirdi, fakat baştan çıkarıcı bir havası vardı, bu yüzden eğer tahmin edecek olsaydı bulunduğu yerin bir restoran ya da eğlence yeri olduğunu söylerdi. Ayrıca, o günün mimari stiliyle kıyaslanacak olursa oldukça eski bir tarzdaydı, neredeyse yüzlerce yıl öncesinden bir yapı gibi gözüküyordu, ancak tam olarak nereye ait olduğunu çıkaramadı.
Yani, bu muhtemelen zengin tüccarın aldırılan bebeğinin ruhunun intikamı değildi. Bunun sebebi ise şeytani ruhların sanrı oluşturduklarında sadece kendi bildikleri görüntüleri kullanabilmeleriydi. Yüzlerce yıl öncesine ait bir yapının sanrısı ancak aynı yaştaki bir ruh tarafından oluşturulabilirdi. Etrafı bir kez yürüyerek turladıktan sonra, kimsecikler yoktu, Xie Lian başladığı yere geri döndü.
Bir kadın odasıydı. Çekmeceleri yerinden çıkabilen bir şifonyerin içinde bebek kıyafetleri ve oyuncaklar vardı. Xie Lian hepsini tek tek eline alıp inceledikten sonra yepyeni olduklarını fark etti, bu da bu odanın sahibi olan kadının bunlara oldukça değer verdiğini gösteriyordu. Bu da bu kadının bu ‘çocuğa’ karşı büyük bir sevgi beslediği anlamına geliyordu.
Etrafta biraz daha dolandı, fakat aniden, Xie Lian şaşkınlığa uğradı. Bebek kıyafetlerinin arasında bir koruma tılsımı bulmuştu, ve bu tılsım kendisine aitti!
Nutku tutulmuş, Xie Lian üç kez onaylamak zorunda kalmıştı. Hata yoktu. Gerçekten de onun koruma tılsımıydı. Üstelik dağdan yabani bitkiler toplayıp kendi elleriyle diktiği ve kırmızı ipliklerle bağladığı koruma tılsımlarından değildi. Bu, sekiz yüz yıl öncesinden kalma bir tılsımdı, Xian Le Veliaht Prensi’nin ününün zirvede olduğu zamanlardan kalmaydı, kullanılan materyallerden tılsımdaki el işçiliğine kadar her şey zarif ve asildi. Neredeyse krallıktaki herkesin evinde bir tane bulunurdu.
Bu mümkün müydü, bu mekanın sahibi olan kadın bir zamanlar ona mı tapıyordu?
O sırada Xie Lian, ölüm sessizliğini bozan kıs kıs gülüş sesleri duydu.
Bu o bebeğin gülüşüydü, aniden sessizliği bozmuş, her tarafta yankılanıyordu, nereden geldiği ise meçhuldü. Xie Lian ne hareket etti ne de bir tepki verdi, fakat zihni düşünceden düşünceye atlıyordu; bu ses tanıdık gelmişti, daha önce nerede duymuş olabilirdi ki? Nerede?
Ardından farkına vardı ve küçük çocuğun sesleri zihninde yankılandı, “Yeni gelin. Yeni gelin. Kırmızı düğün arabasındaki yeni gelin.”
“Yaşlarla dolan gözler, dağın tümseklerinden geçiyor, duvağın altında…”
Bu ses Yu Jun Dağında, düğün arabasıyla ormandan geçerken duyduğu çocuğa aitti!
Xie Lian düşüncelerini toparladığında, çocuk ruhunun kahkahaları da aniden durdu. Hemen arkasını döndü fakat hiçbir gölge görmedi.
Yu Jun Dağı meselesinin ardından iletişim rününde bu konu hakkında sorular sormuştu, fakat herkes dağın yakınlarında öyle bir ruhun bulunmadığını, kimsenin çocuk sesi duymadığını söylemişti. Lakin şimdi, aynı ruh bir kez daha karşısına çıkıyordu, öyleyse bu bir tesadüf müydü? Yoksa kasıtlı mıydı?
Çocuk ruhu gülmeyi bıraktı ve seslendi, “Anne.”
Bu ‘anne’ yakın bir yerlerden geliyordu fakat Xie Lian bir türlü sesin nereden geldiğini anlayamadı. Olduğu yerde hareketsiz durdu, nefesini tuttu ve kulaklarını sivriltti.
Bir süre sessizliğin ardından Xie Lian anladı – ses karnından geliyordu!
Bunca zaman Xie Lian iki eliyle karnındaki yastığı tutuyordu ve ancak o an tuttuğu yastığın, ne zamandan beri bilinmez, ağırlaştığını fark edebildi. Yastığa bir kez eliyle vurdu, ve kıyafetlerinin altından topağı andıran bir şey yuvarlanarak dışarı çıktı, görünüşü soluk beyaz bir çocuk gibiydi, ağzından bir şeyler dışarı fışkırdı ve hemen ardından karanlığın içinde gözden kayboldu. Xie Lian, topağın ağzından çıkardıklarına bakmak için aceleyle o tarafa yöneldi, bunlar birkaç parça iplik ve siyah bir topak saçtı. Görünüşe göre yaptığı illüzyon işe yaramıştı. Küçük hayalet, diğer kadına yaptığı gibi onun karnındaki ‘çocuğu’ da yemek istemişti, ancak bunun yerine Xie Lian’ın kıyafetlerinin altındaki pamuk yastığı yemişti. Çok geçmeden Xie Lian bir çığlık daha duydu, “ANNE!”
Nasıl seslenirse seslensin, ne kadar ağlarsa ağlasın, Xie Lian yine de kendisine hâkim oldu ve ağzını biraz bile açmadı. Xie Lian, bu çocuk ruhunun aslında bir cenin ruhu olduğunun farkına varmıştı, içinde bulundukları oda da bir zamanlar annesiyle beraber yaşadıkları oda olmalıydı. Şeytani ruhların aldıkları şekil, öldükleri zaman sahip oldukları görüntü olurdu, fakat bu ruh kendisini çoğunlukla siyah bir duman bulutu veya bulanık beyaz bir gölge olarak göstermişti, bu da ruhun kendisinin nasıl gözükmesi gerektiğini bilmediği anlamına geliyordu. Yani gerçek bir şekli yoktu. Ayrıca, çekmecelerdeki henüz hiç giyilmemiş bebek kıyafetleri ve yatağın üstündeki kan havuzu; Xie Lian bu odada yaşayan kadının bebeğini düşürdüğü çıkarımında bulundu, doğmamış çocuğu belli belirsiz bir şekle ve biraz da bilince sahipti. Bir cenin ruhuna dönüşmesinin ardından annesinin karnına geri dönmek istemiş ama bunun yerine zengin tüccarın kapısını çalmıştı.
Hanımefendi’nin rüyasında ‘anne’ diye seslenmesinin ardından hanımefendinin buna cevap vermek için ağzını açması yanlış bir hareketti. Anne ve çocuk arasındaki bağın özel olduğu söylenirdi, kadının ağzını açması bir çeşit ‘izin’ yerine geçmiş olmalıydı. Ağzını açtığında o şeytani varlığın vücuduna girmesi için ona fırsat tanımış ve küçük hayalet içeri girmiş, orada olması gereken fetüsü yiyerek yok etmişti. Xie Lian bir adam olabilirdi, fakat ağzını açarsa ruhun bu fırsattan istifade ederek karnına girip girmeyeceğinden pek de emin olamıyordu. Ne olur ne olmaz, ağzını kapalı tutacaktı.
Böylelikle, dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp elindeki Fang Xin’i sıkıca kavrayarak çocuğun izini sürmeye başladı. İş tehlikeye geldiğinde Xie Lian’ın içgüdüleri özellikle güçlüydü, bu binlerce savaşın ardından elde ettiği bir şeydi. Nerede olduğu hakkında ufak da olsa bir fikri ve elinde de kılıcı varsa, dikkatli bakmasına gerek kalmaksızın on hedefin dokuzunu tutturabilirdi. Her ne kadar çocuğun illüzyonunun içerisindeyken saldırıları biraz zayıflamış da olsa üst üste gelmeleri çocuğu sinirlendirmişti. Xie Lian, bir süre sonra ayağında keskin bir acı hissetti. Görünüşe bakılırsa fazlasıyla sivri bir şeyin üstüne basmıştı, hafifçe duraksadı.
Onun bu tuzağına düştüğünü gören çocuk ruhu kısa aralıklarla hince kıkırdıyordu. Sesi oldukça körpeydi fakat bir çocuktan çıkmaması gerekiyordu, daha çok kötü niyetli yetişkin bir adamın gülüşü gibiydi, kontrast açık ve keskindi, duyanın kanını donduracak cinsten bir sesti. Ne var ki Xie Lian’ın yüzü biraz bile seğirmedi ve yoluna devam etti; kılıcını savurdu ve hedefi tam ortadan vurdu!
Çocuk ruhu acıyla ciyakladı, hasar almıştı, ve uzaklarda bir yerlere saklandı. Ancak o zaman Xie Lian çizmelerinin altına bakabildi, yerde dik duran küçük ve ince bir iğnenin üzerine basmıştı. Açıkça çocuğun ruhu tarafından oraya yerleştirilmişti ve muhtemelen Xie Lian’ın ağzını açıp acı içinde bağırmasını beklemişti. Ne var ki yanılmıştı. Xie Lian acıya tahammül etmekte çok iyiydi; değil ki iğneye basmak, devasa bir kapan tarafından bacağı koparılsa bile durum o şekilde gerektirdiği için ses çıkarmazdı.
O küçücük iğne oldukça derine gitmişti, başta Xie Lian onu çıkarmak istedi, fakat çocuk ruhunun istediğini elde edemeden kaçması onu endişelendiriyordu, bu şansı kaçarak başkalarına zarar vermek için kullanabilirdi, bu yüzden ayağındaki iğneye aldırış etmeksizin peşine takıldı. Bir süre sonra acıyı hissetmemeye başladı ve adeta rüzgar gibi koştu. Binanın içinde çocuk ruhundan bir iz yoktu, Xie Lian ise şaşkın hissediyordu, Gerçekten de benim saldırılarımdan mı korktu?, ama tam da o sırada rüzgar esmemesine karşın bir pencere açıldı.
Xie Lian aceleyle o tarafa yönelerek dışarı baktı, fakat gördükleri onu şok etmişti. Görünürde ne bir sokak vardı, ne bir dağ, ne de insanlar. Sadece dibi görünmeyen bir göl.
Gölün diğer tarafında başka bir ev duruyordu, ve evin içinde iki küçük çocuk oturuyordu. Masada oturup yemek yiyen çocuklar Lang Ying ve Gu Zi idi. Fakat başlarının üstünde dönerek kıs kıs gülen ve kahkaha atan kalın, kara duman bulutunu fark etmemişlerdi. Bulut çığlık atıyordu, “ANNE! ANNE!”
Xie Lian, kalbinin bir anlığına durduğunu hissetti, elleri pencerenin kenarlarını sıkıca kavradı, seslenecek ve çocukları uyaracaktı. Fakat son anda ağzını açmaması gerektiğini hatırladı ve sözlerini yuttu.
Bu her ne kadar ruhun yarattığı basit bir sanrıdan fazlası olmasa da Lang Ying ve Gu Zi’nin kendisiyle birlikte sanrının içine çekilip çekilmediğinden emin değildi, ve eğer durum buysa onlara gelecek herhangi bir zarar gerçek bedenlerine de gelecekti. Uyarı olarak fırlatmak için bir vazo ya da öyle bir şey aradı fakat atabileceği hiçbir şey yoktu. Masalar ve sandalyeler pencereden atmak için fazla büyüktü, sığmazdı, ve iki binanın arasında büyük bir göl vardı, bu yüzerek karşıya geçmesi gerektiği anlamına mı geliyordu?
Tam o sırada başından beri yorgun görünen Gu Zi, esnemek için ağzını açtı. Kara duman bulutu bir araya geldi ve ağzından içeri girmek üzereymişçesine ona doğru yöneldi.
Çocukların bağışıklıkları oldukça zayıftı; o şey, izin vermiş olmasalar bile içeriye sızabilirdi. Xie Lian’ın yüzmek ya da düşünmek için vakti yoktu. Anlık bir kararla bağırdı, “AĞZINI KAPAT! KAÇ!”
Sözler Xie Lian’ın ağzından döküldüğü an, Lang Ying ve Gu Zi yerlerinde zıplayarak şaşkınlıkla ağızlarını kapadılar ve ayağa fırladılar. Çocuk ruhu, ne var ki, bir anda ortadan kayboldu, saliseler sonra kara bir duman bulutu Xie Lian’ın yüzüne doğru patladı.
Xie Lian her ne kadar bağırdıktan sonra ağzını hemen kapatmış olsa da boğazından aşağı doğru giden soğuk havayı hissedebiliyordu. İç organları sanki etrafındaki her şey donuyormuş gibi üşüyordu. Xie Lian dişlerini gıcırdattı, aceleyle kollarından birkaç koruma tılsımı çıkardı, içlerindeki şifalı otları ve efsunlanmış kağıtları zorla ağzına tıkarak güç bela çiğneyerek yuttu. Aradan fazla zaman geçmeden boğazı kaşınmaya başladı ve kara duman bulutu kendisini dışarı attı!
Xie Lian kollarıyla ağzını kapadı, durmadan öksürüyordu, gözyaşlarına boğulmuştu, çaresizce buna karşı koymanın yollarını düşünmeye çalışıyordu. Kara duman bulutunu çıkardıktan sonra bile ruh, inatla kendisine tutunmaya devam ediyordu. Böylelikle Xie Lian, bedenini kaldırdı ve pencerenin dışındaki göle atladı.
Su sesinin ardından Xie Lian, gölün kalbine doğru batmaya başladı. Nefesini tuttu, ellerini ve ayaklarını çaprazladı, oturma pozisyonuna geçti, bedeninin buz gibi göl suyunun dibine batmasına izin verirken derin düşüncelere daldı. Kalp atışları normale döndüğünde yukarı baktı, tepesinde dolanan ve gölün yüzeyini mühürleyen kara duman bulutunu az da olsa seçebiliyordu. Dışarı çıktığında derin bir nefes almalıydı, lakin derin bir nefes alırsa eğer, çocuk ruhunu da muhakkak karnına çekecekti. Yetişkin bir adamın devasa, şişkin bir karnının olması hiç de komik olmazdı.
Suyun içine atlaması sadece kendisine biraz düşünme süresi tanımak istemesinden ötürüydü. Çok geçmeden Xie Lian’ın aklına bir fikir geldi, Ya onu yutarsam? Ardından Fang Xin’i de yutarım. Bu numarayı sokaklarda gösteri yaptığı zamanlarda öğrenmişti, biraz canını yakacak da olsa bu yolla çocuk ruhunu yakalayabilirdi.
Kararını veren Xie Lian, kollarını ve bacaklarını açarak kenarlara doğru yüzmeye başladı. Ne var ki yukarıdan boğuk bir su sıçrama sesi duyuldu ve aniden, uçsuz bucaksız, parlak bir ateş kırmızısı belirdi gözlerinin önünde.
Kalın, simsiyah saçlar; sıçrayan su ve baloncuklar yüzünden hiçbir şey göremiyordu. Xie Lian gözlerini kırptı, kendisini çevreleyen binlerce, milyonlarca baloncuktan uzaklaşmaya çalıştı. Fakat ardından, kendisini çevreleyen bir çift güçlü kol hissetti. Ellerden birisi belini kavrarken diğeri çenesini kaldırdı.
Bir sonraki saniye, dudakları soğuk ve yumuşak bir şey tarafından örtüldü.
 Çevirmen: Jason
172 notes · View notes
superanayimben · 5 years
Text
O kadar da süper bi ana olamayacağımı öngörememiştim...
Burayı açarken bebişimi takip etmeyi, tüm telaşlarımı, hissettiklerimi paylaşmayı düşünmüştüm. Genelde evdeki hesap pek çarşıya uymaz zaten. Uymadı...
Hamileliğim inişli çıkışlı, ama şükür elhamdüllillah devam ediyordu.
Taa ki geçen haftaya kadar... Doktor ısrarla ailede erken doğum hikayesi olup olmadığını soruyor, ben de rutin sorulardan bir tanesi olduğunu düşünüyordum. Öyle değilmiş, bedenimdeki bir takım fizyolojik değişimler doğumun yaklaştığını söylüyormuş.
Henüz bebeğim 1800 gr, 32 haftalıktı. Ümitsiz değildim, hem henüz kasılmalarım başlamamıştı. NST’de sancı görülmeyince şükür deyip çıktık doktordan.
O gece sabah olmadı, ya o gece doğarsa! Doğar doğmaz küvöze alınırsa! Ama hazırlıklarım! İzne çıkınca yapacaktım herşeyi! Küvözde ayrı kalacağız ya emmezse! Allahım sağlıklı olacak mı! Bol dualı geceler, sabahlar...
Öyle ya da böyle bir haftayı daha geride atlattık. Umutla gittik doktora, fakat erken doğum ihtimalinin arttığını öğrendik. Arkadaşlar doktorlar bazen bizi hiç anlamıyor arkadaşlar! Bana diyor ki neden sana ciğer geliştirici iğne vurmamışız biz! Bilmem! Öyle bir iğnenin varlığından sen söyleyince haberdar olduğum için olabilir mi?
Velhasıl 4 doz iğnemizi vurunduk, izne ayrıldık ve yattığım ama ne gece ne gündüz uyuyamadığım yerden atıyorum bu postu. Ruh halim gel-gitli. Prematüre kıyafetler almak istemiyorum, benden beslenemezse diye biberon hazırlamak istemiyorum. Sonra en ümitsiz olduğum anda içimde kıpır kıpır yerinde durmuyor ve bana diyor ki Allah’tan ümit kesme, bak ben burdayım, bak keyfim yerimde, bak hıçkırmayı bile öğrendim! Hem büyüyorum, bak içinde çok mutluyum, geldiğimde de artık buradaki vaktim dolduğu için geleceğim. Bekle, sabret. Konuşmadan o kadar çok şey anlatıyor ki!
Hayatım boyunca kendi işimi hep kendim yaptım, şimdi etrafımdan birşeyler beklemek yoruyor beni. Allahtan eşim de izinli, sağ olsun bir sürü sorumluluğu arasında hiç şikayet etmeden bütün evi,köyü hatta beni çekip çeviriyor. Rabbim şükredecek ne kadar çok şeyim var!
Bir miktar duaya ihtiyacım var, şükürler olsun bu güne kadar geldik, oğluşum birazcık daha sabır hem sana hem bana!
12 notes · View notes
ilberim · 5 years
Text
Sen Benim Başkamsın
Güneş parlıyor, kuşlar şarkı söylüyor ve çiçekler açıyorsa, bugün harika bir gün olmalı. 
Yalvarıyorum. 
Çılgınca bir şey mi az buçuk bir mutluluğu istemek.  
Aşk, insana verilmiş bir hediye değil miydi?
Yıllarca karşılığını beklemedim ama aşk acısını çektirdi. Ve hayatım, aşkımı bekleyerek geçti.
Kızmıyorum da diyemem.
Suçluyum geç kaldım, ama sende geç kaldın demeye başladığımda…bana   'seni seviyorum' dedin. 
Susturdun beni, sonsuza kadar.
Ezelden beri sakladığım ve  kaybettiğimi sandığım   gerçek aşkımı tekrar uyandırdın. Sonunda cesaretimi topladım. Seni görmek için dilekte bulundum. Yeter, kurtar beni bu ayrılıktan. Seni gördüm. Sende Rabbimi gördüm   ve seni O diye seviyorum.
Sen hep var ol ve beni benden al.
Sana layık değilim ve sevgim  yetersizse kulluğumdandır. Yine de sen sürekli bana sevgini göster…dua ettiğimde kalbimi teselli et.  Ellerimi açıp yüzümü yerlere sürüp dua edebildiğim bir sensin.
Kızma n’olur?
Sensiz ben nereye gideyim?  
Başka kimsem var mı?  
Soruyorum.
 Sen ruh eşim mi yoksa ruh ikizim misin?
Hayatıma girdiğinden beri  aklım bir karış havada.
Çok bir şey deme, ama yine de söylesen.
Günlerce kaç tane gerçekmiş gibi rüya görüyorum... bilemiyorum. Korkularım bürüdüğünde  seni içimde saklıyorum. Kaybederim diye.
Senin göğsüne dayanıp saçlarının gölgesinde sesinden şarkı dinlemekle sakinleşsem bir nefes alsam. Özlüyorum. 
Bazen nefesimi tutuyorum bir daha alamam seni içime diye…çünkü soluduğum hava sadece sensin.  
Eğer kaderi değiştirebilsem ve ölüme meydan okuyabilseydim   seni bir daha bırakmamacasına önceki ve sonraki hayatları değiştirirdim... Dünyamda ki güneşim, eğer gün ışığı   teninin  sıcaklığını   hissettirseydi, onu da yok ederdim.
Kimselere kötü demeye hakkım yok... ama sevişmek güzel bir duygu. Fakat sakin iki ayrı ırmak gibi karışmadan yan yana akıyoruz. Sen beni çok seviyorsun, biliyorum ama istemiyorum…sen rüyalarımın sahibi iken beni uzak tutmasan kendinden olmaz mı?
Ah bir tanem!
Seni ulaşılmaz yapan bu kaderimin neresi düzeltmeli ve baştan sona tekrar yazmalı…
Allah’ım her şey senin elinde değil mi kırk parçaya bölünsem kırk alemde  olsam, sorun bitmez mi…diyorum. Biz birbirimizi buluruz, her gün yeniden yeniden.
Aşk, rabbimin bir hediyesidir. Neden acıyla beraber veriyor ki? Anlamıyorum.
Dersen ki, aşk varsa, karşılığını bekleyerek aşık olmamalıdır. Ama ben aşkımın acısını çekiyorum. Sensizlikle hayatım anlamı olmayan viraneye döner. 
Hayatım, rüyalarımın sahibi!
 Yanımda sessizce yattığını ve hayalimde seni izleyerek sayısız geceler geçiyorum. Uyuyup kendimden geçiyorum. Bir umudum bu sabah belki demelerim varken beni sensizlikle uyandırıyor. Açınca gözlerimi ve düşerken yaşlar, acı su gibi kurutuyor bu bedenimi. Çaresizim tek aşkım, yine de umut ediyorum.
Gerçekten vaktinden önce ölmüş biri gibi yaşıyorum. sen geldin ve sevginle hayat bulduğumu inkâr edemem. Bir zamanlar bitmişti dediklerimi de hep hatırlıyorum. Bu düşümle acımı içime çekip, sabrediyorum. 
Varlığınla gülüyorum bana   huzur da veriyorsun. Fakat dayanacak halim kalmadı. Ne olacak bu demekten… 
Yine bilemedim benim başkam… sana nasıl teşekkür etmeli… bilemedim.
Aldığım her nefes senin olunca...
5 notes · View notes
soultie · 3 years
Text
🎶To Blossom Blue / Lake of Tears.
Tumblr media
İnsan neden korkar? Yalnızlıktan mı yoksa tek başına devam edecek gücünün kalmadığı gerçeği ile yüzleşmekten mi?
Şu koskoca evren de herşeyden çift yaratılmış olması gerçeği ile yola devam edecek olursak, karşımız da ki insanın da şu koskoca gezegende ruh eşimize denk gelmiş olmamız aslında bir mucize değil mi? Senin için yaratılmış olan eşi buluyorsun. Yalnız da ölme ihtimali de var iken ya da bulamama gibi bir ihtimal var iken.
İnsanoğlunun dünyaya gelişinden bugüne kadar hep bir arayış içindedir. Önce inanmak için bir sebep. Tanrı. Sonra sevmek için bir sebep. Havva.
Yüzyıllardır bu arayış asla son bulmadı, Mecnun çöllere düştü, Ferhat dağları deldi. Tanrı bulundu, artık inanmak için bir sebep var. Peki sevmek?
İnsan yaşamak için hayata devam etmek için bir sebep ister, sabah uyanmak için bir neden. Tanrının onun için yarattığı çifti bulmak için arar durur insan oğlu. Nereden bilebiliriz Tanrının bizim için yarattığı çiftin o olduğunu? Bir mıknatıs gibi çeker kendine seni. Gözleri. Kokusu. Sesi. Tıpkı senden bir parça gibi. Tıpkı senin panzehirin gibi. Gördüğün zaman anlarsın o olduğunu, teni ile bütünleştiği de hissedersin o olduğunu. İşte o an tam bir beden de bütünleşmiş bir çift ruh çıkıyor ortaya.
.....
"Ne güzel şey aslında seni bulmak, onca kalabalık içinde birbirimizi bulmamız. Yalnız ölmeyeceğim değil mi? Minik bir kuş gibi hayatımın penceresine gelip kondun. Aslında güzel şeyleri beklememek gerekirmiş, güzel şeyler birden bire olur derlermiş. Öyleymiş çiçeğim. Birden bire geldin girdin hayatıma. Ben artık sabahları uyanmak için bir sebep buldum. Hayata tutunmak için gereken nedeni buldum. Nasıl derler bilmem aslında kimin ne dediği de pek umrum da değil, ben şu hayatta ki tüm şansımı seni bularak kullandım.
Hayatımız bundan sonra bizim karşımıza ne çıkarır bilemeyiz, neler görürüz birlikte neler yaşarız. Hep o ellerini tutmak isterim. Yaşlandığımız da birbirmizden destek alıp yolda yürüyelim.
İnsan yaşamadığı anları özler mi? Evet özlermiş. Ben seninle her sabah yapacağım kahvaltıları özledim. Saçlarının her bir telinin beyazlamasına şahit olmak istiyorum çiçeğim. Yüzümüz de ki çizgilerin oluşmasına şahit olmak isterim. Yüzün de ki her bir çizgiden öpüp sevmek isterim"
10'07🤍
0 notes
sevdakusu · 6 years
Text
Gizli Kapılar
Tumblr media
Bana bunu neden söylediğini hiç anlayamamıştım, telefonda özel bir şey anlatacağım dediğinde. Çünkü hiçbir samimiyetimiz yoktu, ayak üstü sohbetlerimizin dışında . ‘Kocam beni aldatıyor. Yurt dışında bir sevgili bulmuş. Evimizin rızkını ona yediriyor. Yakaladım mesajlarını. Ayrılamam ev kredimiz var ama onunla birlikte olmayacağım’ dedi. Bu olayın üzerinden bir hafta geçmemişti ki evime geldi, kocasının yurt dışında olduğu bir vakit, kahven var mı diyerek…
‘Rahmetliyle (eski kocasına rahmetli derdi) hiç anlaşamazdık, her yemekte kavga çıkarırdı. Sakin bir yemek yiyemezdik. Beni, ailemi hep küçümserdi. Beni güzel bulmaz, hiçbir zaman bana iltifat etmezdi’ dedi.
Bunları anlattığında daha önce hiç gitmediğini tahmin ettiğim bir mekanda sakin, huzurlu bir şekilde yemek yiyorduk. Oldukça neşeli görünüyordu. Kırmızı ruju ve elbisesiyle adeta ışıldıyordu. Uzun boynuna mutlaka bir kolye takar ve küpeleriyle kolyesini tamamlardı. Omzunu hafiften açık bırakan bir dekolteyle özgüvenini doruk noktalara çıkarıyor gibiydi. ‘Ne kadar güzelsin böyle’ deyiverdim. Yarı mutlu yarı çekingen bir ruh haliyle ‘teşekkür ederim’ dedi. Gözlerindeki mutluluk görülmeye değerdi, onu daha da güzelleştiren. Rahmetliye bir rahmet de ben okudum.
‘Nişanlımın ailesi gelinliği pahalı buldu diye tartışmıştık’ dedi. ‘Düğün için de iki yüz kişilik yer ayırtmışlardı hem de yemeksiz. Ben de ayrıldım kendisinden. Seninle evlenince düğünümüz üç yüz kişilik ve yemekli olsa kabul eder misin? İstediğim gelinliği alabilirim değil mi? Nerede yaparız düğünü mesela ? Kuzenimi çok kıskanırım. Çocukları kolejde okuyor. Biz de göndeririz değil mi çocukları koleje?’ ‘Göndeririz tabi, dedim. Arada biz ne kadar iyi anlaşabileceğiz, ortak özelliklerimiz var mı ? Onları da konuşsak mı birbirimizi daha iyi tanımak için’ diye ekledim… ‘Sen evlilikten kaçıyor musun’ oldu cevabı. ‘Evlilikten değil ama seninle evlenmekten belki de kaçıyorumdur’ diye mırıldandım.’ Kaçmıyorsan madem haftaya annemle tanış’ dedi bana.
Annesi iki yıl önce kaybettiği eşinden bir hayli dert yakındı: ‘Bizi hiç gezdirmezdi, hiç hayatımızı yaşayamadık. Çok otoriter biriydi. Şimdi kızımın bir dediğinin iki edilmesini istemiyorum. Benim yaşadığım hayatı kızım yaşasın istemiyorum. Kızım eşim öldükten sonraki tek arkadaşım ve onun benden uzak bir yerde oturmasına da gönlüm el vermez. Yakınımda oturun, hep bir arada oluruz’ dedi kızına bakarak. Ana kız arasındaki o umut çarpışmasının tek şahidiydim. Son görüşüm olacaktı onları, umutsuz gözlerle o çarpışmadan yara almadan kurtulmayı başardığımda.
‘Öyle iki günde beni yatağa atacağını sanma’ dedi, sadece ellerini tutmak istemişken. Hergün görüşüyor, zamanımızı birbirimiz için harcıyor ama asla yakınlaşamıyorduk. Bir gün Hakan diye biri aradı yanımda onu. ‘Eski sevgilim, şimdi ise iyi arkadaşım’ dedi Hakan için. ‘Biliyor musun Hakan beni bir alışveriş merkezinde elinde çiçeklerle karşıladı ve sonra herkesin içerisinde bana sarıldı ve beni kaldırıp döndermeye başladı ve öylece öptü beni. İşte sana tüyo. Ben böyle şeylerden hoşlanıyorum. Benimle olmak istiyorsan Hakan gibi davranmalısın’ dedi. Hakan gibi davrandığım tek zaman onu terk ettiğim zaman oldu sanırım…
‘Babam benim hiçbir zaman bir erkek arkadaşım olmasını istemedi. Tek isteği önce iş hayatımın yoluna girmesiydi. Ben de öyle yaptım. Şimdi işlerim oldukça iyi ama gözlerim hep kapalıymış. Hep birilerinin dayattığı bir hayatı yaşamışım. Şimdi özgür olmak istiyorum. Sakın benim hayatıma müdahale etmeye kalkma. Sakın erkek arkadaşlarımla görüşmeme, onlarda kalmama, onlarla içmeme bir şey söyleme. Yirmili yaşlarımı hep baskı altında geçirdim ama otuzlarımı dilediğimce yaşamak istiyorum. Çünkü evlenince zaten evde ben yemek yapacağım, çocuk bakacağım ve çok sıkıcı bir yaşantım olacak’ Böyle bir evlilik hayali kurması ve bu sıkıcılığı benimle paylaşması beni tercih ettiği için güzel bir şey miydi yoksa benim hayatımın da nasıl geçeceği konusunda bir ipucu olduğundan kabus gibi bir şey miydi bilemedim. Ne de olsa ben seçilmiş insandım. Sanırım kırklı yaşlarında evlenmesi daha uygun olacaktı ve ben on yıl sonraki onu tanımalıydım.
Geçmişinde böyle kadınlar olan ben, peki ne düşünmeli, ne hissetmeli ve ne beklemeliydim? Bu kadınlar neden benim hayatıma giriyordu? Bana çok güzel davranan, her türlü fedakarlığı gönlünden gelerek yapan kadınlar da olmuştu geçmişimde, hatırladıkça gözlerimi ıslatan. Peki onlarla neden olamamıştı ? Yoksa ben de mi geçmişime takılıp kalmıştım ve birisi orda tutsak edilmiş ruhumu çıkarsın diye bekliyordum?
Bazen bir kadınla gelecek kurmak, o kadının geçmişini birlikte yaşamak zorunluluğunu gerekli kılıyordu. Onun sözlerinden, davranışlarından ve hislerinden anlamlar çıkararak geçmişlerine açılan kapının anahtarını bulmaya çalışan erkeklerin, sadece o kapıyı açmaları değil, o kapının ardında kadınları şu an rahatsız veya mutlu eden ne varsa bulup çıkarmaları da gerekiyordu.
Yıllarca sorulup cevabı bir türlü bilinmeyen  ‘Kadınlar Ne İster’ sorusunun cevabı sanırım o kapının ardında gizliydi. Her kadın bir ilişkiye başladığında o kapıyı önce hafiften aralar sonra da sımsıkı kapatırdı. Anahtarı bulabilen ve o kapıyı açabilen erkekler kadının geçmişinden süregelen taleplerini, beklentilerini, kırgınlıklarını, özlemlerini ve mutluluklarını çok kolay bir şekilde anlayıp kendileri için en doğru davranışı seçerlerdi.
Oralarda bir yerlerde bir kapı olduğundan haberi olmayan erkekler aldatılır, o kapıyı ve anahtarı görüp kadının istediği şekilde davranmayı seçmeyen erkekler boşanır, o kapı ve anahtarı görüp kadının geçmişinden gelen beklentisini karşılayabilen erkekler ise aldatırlardı. 
Çünkü bir erkekle gelecek kurmak, bir erkeğin geçmişini birlikte yaşamak zorunluluğunu gerekli kılıyordu. Her erkeğin içinde geçmişe açılan bir kapı vardı ve erkekler o kapının anahtarını bulup oraya giren, onları orada da sevebilen kadınlara aşık oluyorlardı. Sanırım doğru ilişki hem kadının hem de erkeğin karşı tarafın içerisinde saklı anahtarı bulup, o kapılardan aynı anda içeri girdiği ilişkiydi aksi halde içeride demir kapılar arasında kalmış mutsuzluklar, özlemler, hayaller kapıyı açabilen başka insanların bedenlerinde  özgürlük yolculuklarını tamamlayabiliyordu.
Sevda Kuşu                                                          
 03.08.2018
3 notes · View notes
hasansonsuzceliktas · 3 years
Photo
Tumblr media
Ruh Eşim Kesin Kayboldu! Peki Nerede Bu? (Online Muhabbet Videosu) - Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş Bu ruh eşleri nerelerde bulunurlar? Ne yerler ne içerler? Neden ortalarda görünmezler? Ya da hayatımızda bir partner var ise illa eskiyi ver yeniyi al mı yapmamız lazım, yoksa onlar birer ruh eşine dönüşebilirler mi? Peki ya nasıl buluruz böyle bir eşi? Ve daha nice konu üzerine Hasan Sonsuz ile muhabbet...   https://www.youtube.com/watch?v=37brx4m7pbE&ab_... (Yazının tamamının www.derki.com üzerinden okuyabilirsiniz.)
0 notes
musicandbluemoon · 3 years
Text
Gelecekteki ruh eşim neredesin şu an ne yapıyorsun bilmiyorum sen de beni düşünüyor musun hiçbir şey bilmiyorum karşıma çıkacak mısın öyle birisi var mı ya da karşıma çıktın mı hiç bir bilgim yok ama bildiğim tek şey var ki sen gerçekten çok haklı bir kişiliksin çünkü ben normal birisi değilim sen anormal birisi olmayacaksın senin normal ya da anormal oluşunu olmaması ile ilgili değil yaşanmışlıklar seni değiştirecek belki de çok farklı bir kişiydin eskiden aynı benim gibi ama şimdi çok farklı bir kişisin belki de benim okuduğum bir kitabın sen de okuduğum o kitaptan sen de etkilendin öyle bir kız istiyorsun mesela bu uygulamayı okuduğum kitaptan çok etkilenerek ve en çok beğendiğim kitap olarak geçtiğim için hayatın neleri götürür hiçbir bilgim yok sadece yaşayıp ve gülüyorum şimdi düşünüyorumda eğer yaşamış olduklarını yaşamasaydım şu anki ben olmazdım ne zaman nasıl bir biçimde niçin niye karşıma çıkacaksın bilmiyorum ama seni çok mükemmel bir kadın bekliyor bebeğim acılarını benimle yaşamaya birlikte ağlamaya birlikte gülmeye benim için değil diyeyim da fark etmiyor sadece Sevgi önemli olan değil mi kimin ne söylediği değil bizim ne düşündüğümüz önemli
0 notes
gajder · 4 years
Text
Çok Güzel Bir Hikaye Daha; "Bir Kelebeğin Peşinden"
Tumblr media
Çok Güzel Bir Hikaye Daha; "Bir Kelebeğin Peşinden" Bir sabah, “Toparlanın gidiyoruz” Dedim. “Nereye”! Dedi çocuklar! “Nereye olacak” Dedim “Bozcaada’ya”. Düştük yollara. Havada baharın sükuneti, içim de zamana yenilmeyen bekleyiş vardı. Geyikli’de arabanın açık camından, görebileceğim en güzellerinden bir kelebek girdi. Direksiyon üzerine kondu. Benekli bakır renkli  kanatlarının altları mavi ve kırmızı benekli, Kırlangıçkuyruk kelebeği. Denizi, adayı, yalnızlığı  hatırlatıyor.  Anlaşılan benimle Bozcaada'ya gidecek. Benim güzel yol arkadaşım, belki de bize rehberlik yapacak! Bizi bilmediğimiz yerlere götürecek. Biraz hanımeli küçük çanakta su kapı, biraz da kuş cıvıltısı. Bozcaadayı bilmem. Hiç de gitmedim. Ama severim, niye severim onu da bilmem. Adını duyunca bir yanım sızlar. Bir yalnızlık çöker yüreğime, sanki beni oraya çeker. Bir bekleyenim varmış gibi! Bildiğim halde gitmiyormuş gibi bir durum işte. Feribota binmek için arabalar kuyruk oluşturmuştu. Tatlı bir lodos yüzümüzde dolaşırken, biz de katıldık kervana. Rüzgar en hızlı buralarda esiyor gibiydi. Kıymetli misafirim kelebek gömleğimin yakasına kondu bu sefer. Çok uslu benekli kanatları rüzgarda oynaşıyor gibiydi. Kelebeğin yaşam sevincine şapka çıkarasım geliyordu. Öfke ve hüznün olduğu şu dünyada yaşanması gereken ne kadar güzel bir yaşam da vardı. Kendi düşünü gerçekleştirmek için bize katılmıştı. Feribot Bozcaada’ya yaklaşırken,  sessiz ve yalnız ada  hissine kapıldım. Kafa dinlemek için ideal gözüküyordu. Etraftaki taş evler, karadut bağ evleri dikkat çekiyordu. Sokaklar dar ve birbirlerini dik kesiyordu. Ahşap ve karkas yapılar arasında kendimi çok mutlu hissediyordum. Kelebeğin yakamdan ayrılmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. Eşim ve çocuklar Arnavut kaldırımlı dar sokaklarda tarihi evlerinin sıcak ve samimi atmosferindeki yürüyüşümüz keyifliydi. Türk ve Rum kültürünün hüküm sürdüğü esintili sokaklarda yapılar birbirlerine çok benziyordu. Bir tarafta vakur yapısıyla yükselen cami, diğer tarafta Ortodoks havası estiren kilise huzurla bekleyişlerini sürdürüyorlardı. İşin tuhaf tarafı sanki daha önce buralara gelmiş, görmüş gezmiş hislerimin yüreğimden eksilmeyişiydi! Sanki bir şu köşe başındaki eski kaplamaları kararmış ahşap evin önünde biri beni bekliyormuş gibi, duyduğum heyecanım! Halbuki buralara ilk gelişim! Kimseleri de tanımam. Ada halkı rüzgarla yaşamaya alışmış gibiydiler. Baharın insanı rahatlatan mis gibi havasında herkesin yüzü gülüyordu. Eşim çocuklar ve ben acıkmıştık. Nerede ne yiyelim derken! Daha önce uğradığımı sandığım merkezdeki Sandal restorana doğru yürüdüm! Her zaman oturduğumuz bir masaya gelmiş bir ruh yapısıyla oturdum. Eşim ve çocuklar da beğenmişlerdi burayı. Benim özgür kelebeğim hayatından memnun olacak ki! Hiç yakamdan ayrılmıyordu. Yolda birileri yakama bakıyor ama kelebeğin canlı mı cansız mı! olduğunu tahmin edemiyorlardı. Güler yüzlü anne ve kızlarının çalıştırdığı büyük pencereli, katlanmış kepenkli şirin lokantanın önündeki küçük bahçe ve hünnap ağaçlarının arasından deniz görülebiliyordu. Ben nedense bu sefer zeytin yağlı yaprak sarması yemek istedim. Eşim kabak çiçeği dolması çocuklarda köfte ekmek. Bozcaada'nın her sokağı muhteşemdi. Evlerin, bahçelerin balkon ve pencerelerin etrafı çiçeklerle süslenmişti adeta. Daracık sokaklar mutluluk yuvası gibi, gelin damatlar el ele dolaşıyor kameralar onları takip ediyordu. Her evin ayrı bir güzelliği var ve fotoğrafçılar buralarını mesken tutmuş ekmek parasını fotoğraf çekerek çıkarıyordu. Bozcaada’da gün, geceye dönmeden daha yapacaklarımız vardı. Akşam yemeni Cobalı meyhanede enfes şarapların tadına varmak istiyordum. Polente’de gün batımını izlemek istiyordum. Bütün bu güzellikleri uyanan ruhumun izin de yaptığımın farkındaydım. Biraz alışverişten sonra son feribotla Geyikli sonra da Çandarlı’ya dönmeyi planlıyordum. Biraz yorgunluk belirtileri var mıydı! Yoksa şu güzel evin yanında ki kaffe bar da yorgunluk alsın diye damla sakızlı Türk kahvesi içelim düşüncesiyle mi! Bilmiyorum! Üzeri mavi kaplamalı masaya oturduk. Sarışın yosun rengi gözleri,  gülümseyen yüzüyle bir Rum kızına kahvelerimizi söyledik. Karşımızda ki iki katlı ahşap  ev bakımlı haliyle dikkati çekiyordu. Küçük arkaya doğru kıvrılan bahçesi vardı. Bahçede çalışan güler yüzlü ellisini geçmiş bir kadın çiçeklere çapa yapıyordu. Oturduğumuz masadan gözlerimizle kolay gelsin der gibi karşılıklı tebessüm ettik. Birinci katın balkon kapısı açık rüzgarın esintisiyle perde kıpır kıpırdı. İçerisinden Türk sanat müziğinden güzel bir parçanın nameleri bize kadar geliyordu. Kahvelerimizi yudumlarken gömleğimin yakasında adeta yapıştırılmış gibi tutunan kelebeği parmağımın üzerine alarak,  kahve altlığına koyduğum sudan içmesini istiyordum. Kelebek sanki beni anlıyordu. Önce parmağıma sonra da su dolu tabağa kondu. Eşim ve çocuklar ilgiyle onu izliyorduk. Kelebeğin çene ve gagası olmadığı için ince bir hortum ile suyunu içti. Sonra da bizden ayrılarak karşı evin balkon perdesine kondu. Hepimiz de üzülmüştük. Kısa zamanda nasıl da alışmıştık birbirimize. Demek ki uzun yolculuğu bu muhteşem eve kadarmış. Bizim şaşkın bakışlarımızı bahçede çalışan kadın da takip ediyormuş, bize dönerek “Solmuş renkler içinde çiçekler, bir günde olsa mutlu kelebekler” Diyerek bizlere teselli edercesine özlü bir cümle kurmuştu. Sonra da yukarı seslendi. “Gülnihal kızım bakar mısın”! Kısa bir aradan sonra önce çok tatlı bir kız sonra da annesi geldi balkona. Bize bakarak gülümsüyordu balkondaki kadın. Öyle bir gülüşü vardı ki, kelebek görse ömrü uzardı! Kadının bakışları bana hiç yabancı değildi. Bu aşina dolu bakışları tanıyordum ben! Ama bu güzel alımlı kadın kimdi! Bu ürkek gizemli bakışlar mıydı! Beni buraya çeken. Küçük çocuk “Bak anneciğim perdemize bir kelebek konmuş” Diyerek perdeyi gösteriyordu. Ama Kadın bize olan bakışlarını kesmemişti. Belli ki oda sis perdesinin aralanmasını bekliyordu. Bahçedeki anne “Gülnihal kızım akşama misafirlerimiz var, sen salataya başlayabilir misin” Dediğin de Kalbe dolan o ilk bakışları hatırladım. Gülnihal ilk okulda sınıf arkadaşımdı. Ve okul bitince babasının tayini için doğuya gitmişlerdi. Bir daha hiç görüşmemiştik. Aradan  uzun yıllar geçmişti, onu ilk defa görüyordum. Onu hatırlardım ara, ara. Ele avuca sığmaz bir çocuktu. Bir resmi yoktu bende, ama bana yazmış olduğu bir şiiri vardı!  Avuçlarıma sıkıştırdığında ikimizde utanmıştık. Sararmış çizgili bir defter yaprağına yazılmış o şiiri, hala saklarım. Şiirin son iki mısrasını zaman zaman mırıldandığım da olurdu. “Bir tanem sen benden yana ferah tut kalbini / Ben seni herkesten çok dünyalar kadar severim. Şaşkınlığım ve çaresizliğim tüm vücudumu sarmıştı! O da beni hatırladı mı bilemiyorum!. Sorgulayan bakışları sürüyordu. İsmi ve duygu dolu bakışları hatırlatmıştı bana. Yüreğe hapsedilen o ilk bakışlar kolay kolay unutturmuyordu. İkimiz de başka baharlara koşmuştuk. Yıllar çok şeyler alıp götürmüştü bizden. Ne diyebilirdim ki! Onu sağlıklı ve mutlu görmek çok güzeldi. Şimdi Bozcaadayı daha çok seviyorum. Biz Polente’ye mehtabı seyretmeye giderken, Kelebeği düşünüyordum. Bir günlük ömrü vardı onu da bize harcamıştı. Selahattin Süzer Şair/Yazar Read the full article
1 note · View note
saglamsayfa · 4 years
Text
Medeni Haliniz Evli, Ruh Haliniz Bekar Kalmasın
Tumblr media
Evlilik kararı almadan, “evet” demeden önce psikolojik olarak nasıl bir hazırlık yapmak gerekiyor? Çünkü birçok çiftte medeni hali evli iken ruh hali bekar kalabiliyor: Kendi öz iradesiyle evlenme kararı almış bir kişinin kendisini evliliğe hazır hissediyor olduğunu düşünürüz, şu nokta da evliliğe hazır birey nasıl olur, bunu belirlemek bir bireyin evliliğe hazır olup olmadığını anlamasına daha fazla yardımcı olacaktır. Sağlıklı toplumun temelinin sağlıklı ailelerden oluştuğunu varsayarsak bu kararın önemini daha iyi kavrayabiliriz. Evlilik öncesi çift birbirlerinin hassas özelliklerini, bağ kurma, anlaşılma, güven duyma, sevgi, saygı gibi vazgeçilmez duygusal ihtiyaçlarının farkında olabilecek kadar birbirlerini tanıyan, çıkabilecek sorun karşısında ortak çözüm arayışına giden, birbirlerinin kararlarına saygı duyan bir birliktelikleri olması önemlidir. “Evet ben artık evlenmek istiyorum” diye düşünen bir kişi evlenmek istediği kişinin eşi olarak görmek istediği kişide ne aradığını biliyor olması önemlidir. Ne aradığı konusuysa daha çok kendi duygusal ya da fiziksel ihtiyaçlarıyla ilişkilidir. Bunların farkında olmak kişiyi doğru eş seçimine doğru yönlendirir. Elbette ki aradığı kriterler her zaman dört dörtlük tamamlanmasa da bir kişinin karar verirken evlilikte huzuru bulabileceğine inandığı kişiyi araması oldukça doğaldır. Zıt kutuplar yerine birbirine benzer eşlerin seçimi yapılan araştırmalarca da daha uyumlu ve mutlu devam ettiğini göstermektedir. Evliliğe hazır olmak için üç boyutta motivasyon gerekir; birincisi, kendi neslinin devamını getirme, kendini koruma arzusu ve haz almak olan biyolojik motivasyon, ikincisi, ikincisi; beğenilme, değerli hissetme, sevme ve sevilme, bağ kurma ile ilişkili psikolojik motivasyon, üçüncüsü ise, üçüncüsü ise; toplumsal kurallara uyum, sosyal beklentileri karşılama ve bununla bağlantılı olarak saygınlık kazanma hazzıdır. Mutlu bir evliliğin sırrı aşkta mı yoksa mantıkta mı saklı? Yaşamımızda her şeyin bir değişim içerisinde olduğunu düşündüğümüzde çok aşık olarak evlendiğimiz eşimize karşı duygularımızın da değişmesi dönüşmesini doğal karşılamalıyız.  Elbette ki istenen değişim eşler için her daim yaşamaları mümkün olan pozitiflik, sevgi dolu ,birbirini anlayabilen ve gelişen olgun aşk içerisinde olmalarıdır. Fakat buna karşın sadece aşkın varlığıyla evlenmeden önce birbirlerinde ve ilişkilerinde ki problemleri görmezden gelme, evlilikle ilgili gerçeklikten uzak beklentilere girilmesi, çiftlerin huylarının birbirleriyle uyuşmadığının fark edilmesi ve aşkın her sorunu çözebileceğine dair inançlar ne yazık ki çiftlerin arasında ki, duygusal değişimin olumsuz yönde gitmesine neden oluyor. Çiftlerin birbirlerine duydukları aşkın, evliliklerini bozmak yerine geliştirme ve koruma yönünde olmalıdır, bu da sadece aşkla olabilecek bir durum değildir mutlaka mantığında devrede olması gerekir.   En büyük krizler ne zaman çıkıyor? Krizleri yenmek için ne yapmak gerekiyor? En büyük krizler genel olarak bir sorun karşısında doğru iletişim tarzını belirleyememiş olmaktan çıkıyor. Mahşerin 4 atlısı olarak da bilinen ve krizle sonuçlanan bu ileitişim hataları şunlardır: Suçlama: Mahşerin ilk atlısıdır ve saldırı amaçlıdır. Yakınmadan farklı olarak kişiliğe yönelik olumsuz eleştiri biçimindedir. “Sen her zaman sadece kendini düşünüyorsun, çok acımasızsın” gibi sözler bu iletişim hatasının göstergesidir. Bunun yerine; “Önceliklerini anlıyorum ve karşılanmamasından endişe ettiğini sanıyorum, benim senin için yapabileceğim bir şey var mı?”  yaklaşımı eşi biraz daha empatik olmaya yönlendirebilir. Bir sıkıntımızı dile getirirken kişiliğe değil o kişinin bize nahoş gelen davranışına odaklanmalıyız , bir yandan bizim üzerimizde ki etkisini ifade ederken bir yandan da o nahoş davranışa götüren ihtiyacı anlamaya çalışmalıyız. Savunma: Suçlanan ya da eleştirilen eş mutlaka kendisini savunarak tepki verir. Aslında savunma da bir nevi suçlamadır. “Sen arabayı buraya park etme ceza alabilirsin dediğin için ceza aldım, yoksa ceza almayacaktım kötüyü çağırdın” gibi bir söz suçlama içeren savunucu bir tarzdır. Bunun yerine “Senin uyarılarını daha çok dikkate almalıydım” sözü çatışmayı sonlandırabilir. Duvar Örme: Suçlamalar, eleştirmeler, aşağılamalar zirve yaptığında bireyler kendisini kapatır ve aklından geçeni ifade etmez. Ancak bu bir kaçıştır ve sadece sorunun üzerini örtmektir ve sorun ilk fırsatta tekrar kendisini gösterecektir. Bunun yerine, tartışmaya mola vermek ve sakinleşildikten sonra devam edilmesi daha faydalı olacaktır. Aşağılama: Laf sokma, iğneleme, küçümseme, alaycı konuşmalar iletişimdeki hijyeni bozar. “Senin kafan ancak bu kadar çalışır” gibi bir cümle yerine “Bu da güzel bir fikir, ancak her ihtimale karşın başka alternatifler de düşünmeye çalışalım, hangisini beğenirsek onu uygularız ne dersin?” gibi bir ifade iletişimi kurtaracaktır.    Kadın ve erkeklerin evlilik sırasında en çok sorun yaşadığı konular neler?  Evlilikteki en çok sorun, çoğunlukla ev işlerinin paylaşımı, çocuğun bakımı,  para dengesi, aşkın bitmesi, güç savaşı nedenleriyle çıkıyor. Zaman zaman politik ve dini görüşlerin, inançların farklı olması da çatışma nedeni olduğu gibi evliliğin ilerleyen süreçlerinde bu çatışmalar azalıyor. Yine kıskançlık en büyük çatışma nedenlerinden birisidir. Kıskanan eşin diğer eşi engellemesi ya da suçlayıcı konuşmasıyla iletişim problemleri çıkıyor bu durumda ilişkinin uyumsuz bir hal almasına neden oluyor. Ortak keyifli vakit geçirememek, cinsel hayatın sekteye uğramasını da karşılaşılan diğer büyük çatışma konuları olarak görmekteyiz.  Evlilikte mutluluk ve için  neler yapılmalı?    Evlilik ilişkisi bir yatırım aracı gibidir. İlişkiye ve çiftlerin birbirlerine yatırım yapması sağlıklı bir dengeyi koruma yoludur. Bunun için de  yapılması gerekenleri şu şekilde sıralayabiliriz: Eşler kendi değerleri, hedefleri, sıkıntıları (birbirleriyle ilgili dahi olsa) ile ilgili konuştuklarında birbirlerini saygıyla dinlemeli. Eşlerin birbirlerine güvenmeleri, birbirlerini terk etmeyeceklerini bilmelerini sağlayacak şekilde davranışlar sergilenmeli. Eşler aynı zamanda kötü günlerde yan yana olacaklarından şüphe etmemeli ve birbirlerinin sırlarını tutabilecek dost ilişkisine de sahip olmalı. Zihinsel olarak yakınlık hissetmeleri. Birbirlerinin kişisel gelişimlerini desteklemeli, küçümsememeli. Birbirlerine ait olduklarını hissettirmeli. Birbirlerinin yanında güvende olduklarını hissettirmeli. Birbirlerine olan sevgilerini hissettirmeli. Birbirlerinin hatalarını kabul edip aşması için destek vermeli. Düzenli bir cinsel yaşam. Ortak aktiviteler. Çiftlerin kendi ebeveynlerinin evlilik ilişkisinin dışında tutulması. Daha fazla pozitif sözsüz mesaj kullanmak Kullanılan sözsüz mesajlarda tutarlılık Anlaşmazlıklar üzerinde daha fazla uzlaşmacı yönde tartışma Bu maddelerin olmaması koşulunda; evlilik yaşamında bireyler kendilerini yetersiz, duygusal olarak huzursuz hisseder ve buna bağlı olarak da sorun çözme becerisinin azalması sonucunda da çiftler arasında öfke, düşmanlık, yetersiz iletişim ve alt seviyede bir duygusal paylaşıma neden olur. Mutlu bir evlilik, başarılı bir planlama ve çaba sonucu oluşturulmakla birlikte süreç içinde de korunması gereken bir kurumdur. Evlilik ilişkisi, iletişimi, uyumu, görev ve sorumlulukları kabullenmeyi de gerektirir. Evliliklerde kritik dönemler var mıdır? Örneğin 6. ay,  5. yıl, 10 yıl vs gibi...  Böyle bir sayısal değer vermek doğru olmayabilir, evlilikteki yaşanmışlıkların evliliği yıpratıp geliştirdiğini düşündüğümüzde, bizim ilişki yaşımızın evliliğin kaçıncı yaşında olduğundan daha fazla önem kazandığını söyleyebiliriz. Bununla birlitke yapılan bazı araştırmalar, evliliğin ilk altı yılı içinde oluşturulan evlilik doyumu, ilk yıllara oranla oldukça azalmakta olduğunu, özellikle evliliğin birinci ve ikinci yıllarında önemli değişikliklerin meydana geldiğini belirtmektedir. Yine de yıllardan ziyade evlilikte ki belli dönemlere göz atabiliriz, örneğin evliliklerin ilk yıllarının uyum ve işbirliği kurabilme açısından ve ilişkiye dair farklı tutumların geliştirilebilmesi açısından en zor dönem olduğunu söyleyebiliriz. Bu zor dönem eşlerin birbirlerini ne kadar çabuk anlaması, tanıması, farklılıklarının farkında olması ve güvenmesi ile son bulur ve daha keyifli bir süreç başlar. Ancak evliliğin ilk yıllarında iletişimin olumsuz olması ve evlilik doyumunun olmaması ilişkinin geleceğinin pek de parlak olmadığı fikrini uyandırabilir. Belirli bir dönem sonra ebeveyn olma arzusu ve çocuk sahibi olunduktan sonraysa evlilik ilişkisi bir başka boyuta geçer, enerjinin çoğu çocuğa harcandığında eşler kendilerini değersiz önemsiz (birbirleri için) hissedebilir ve bu da evliliğin kalitesini bozabilir. Bunun olmaması için çiftlerin aralarında ki paylaşımlarını arttırmaları önemlidir. Read the full article
0 notes