#ortak olma
Explore tagged Tumblr posts
duygu-larr · 8 months ago
Text
” Zalimin zulmüne karşı çıkmamak
Mazluma yapılacak en büyük kötülüktür..” ( İmam Hüseyin)
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
10 notes · View notes
bilmece · 7 months ago
Text
Bilmeceyle kendimizi keşfediyoruzda bugün: ben terlemekten utanıyormuşum.
Ay durun durun gitmeyin hemen bu iyice delirdi diye, anlatıyorum: ben çok terleyen bir insanım. Oldum olası öyleydim ve bunu söylerken yalnızca egzersizden spordan bahsetmiyorum. Sıcak bir günde azıcık tempolu yürüyeyim, esinti olmayan bir toplu taşımada beş dakika oturayım anında şakaklarımdan, boynumdan süzülen damlaları, dudak üstümde boncuk boncuk terleri görürsünüz. E dümdüz yaşadığımda hal böyleyken spor yaptığımda siz hayal edin! Domatese dönen bir surat, tuttuğum, oturduğum, temas ettiğim her yer ıslak.. anladınız durumu.
Ben bu durumdan hep çok rahatsız olur(d)um ve mütemadiyen kendi kendime “ıyy ter içinde kaldım yine” derdim. Herkesin böyle olmadığını da biliyor ve sarf ettiği efora rağmen terlemeyen insanları düpedüz kıskanıyordum.
Bugün dolmuşta yüzümden süzülen ter damlalarını hissedip kendi kendime gıcık olurken ilk defa şunu sordum: ben bundan niye bu kadar rahatsız oluyorum? Tabiki anlıyorum hoşlanılacak bir durum değil bunda hemfikiriz ama bu kadar kurulmanın alemi var mı? Sonuçta insan bedeninin yaptığı bir şey bu, bir çok insan yaşıyor, deodorantını kullanıyorsun kimseye bir zararın yok, ortamın değiştiğinde beş on dakika içinde değişecek bir hal, neden kabullenmek yerine bu gıcık olma hali?
Biraz deşince beni de hayrete düşüren cevaplar çıktı içimden. Öncelikli ve en belirgin olanı şu: zihnimdeki kodlara göre görülür biçimde terlemek kadınsılığa ve zerafete ters düşen bir durum (elbet spor dışı hallerden bahsediyorum). Zarif bir kadın olarak tanımlar mıyım kendimi bilmem ama anlaşılan bir yanım öyle görünmek istiyor. Bunu düşünür düşünmez aklıma magazinlerin çeşit çeşit ünlü kadının koltukaltındaki ter izlerinin fotoğrafını paylaşarak kadınları ayıpladığı kareler üşüştü. Ben kendi kendime uydurmamışım bunu, tamam.
Bununla beraber gelen başka bir olgu ise çabasızlık (effortless) kavramı oldu. Sanıyorum bu da zerafetten tamamen bağımsız değil gerçi. İnsan (ben) bir şekilde çabasızlığı çekici, büyüleyici buluyor. Burada bahsettiğim şey emek sarf etmemekten ziyade bir şeyleri rahatlıkla yapabiliyor olmak ya da öyle görünmek. Aslında farklı farklı alanlarda hepimiz kendimizi öyle göstermeye çalışıyoruz. Yılların emeği, öğrenmesi sonucu kolayca yaptığımız bir iş övüldüğünde “bu benim için çocuk işi” demek, belki de saatlerce düşündüğümüz kombinimiz beğenildiğinde “ay öylece uyduruverdim” demek buna örnek. Elbet bunlar başka boyutlarla da açıklanır fakat çok çabalamamış izlenimi vererek güzel, becerikli, başarılı, güçlü görünmek ortak bir arzumuz sanırım.
E bunun terlemeyle alakası ne derseniz de hemen söylüyorum çünkü bende ter=çaba. Yokuş çıkan iki kişiyi düşünün: biri yukarı vardığında başladığı haliyle aynı gözüküyor diğeri ise kan ter içinde. Elbette kan ter içinde olan kişi aynı yokuşu çıkmak için daha çok çaba sarf etmiş diye düşüneceksiniz. “Tamam düşünelim ne var, sonuçta ikisi de varmış yukarı ayrıca terleyen daha çok zorlanmasına rağmen yapmış bu tebrik edilesi değil mi?” de denebilir. Bu senaryoyu kafamdan geçirdiğimde ise aklıma gelen kelimeler zayıflık ve kontrol oluyor. Bir şeyin seni ne kadar zorladığını gizleyemiyor olmak bir zayıflık göstergesi diye düşünüyor ve dışarıya ne kadar bilgi verdiğimle ilgili kontrolün elimde olmasını istiyor bir yanım. Tabiki daha makul yanım çabanın kıymetini, zorlandığını gösterebiliyor olmanın erdemini biliyor ama çelişkilerle doluyuz azizim.
Buna girmedim ama belki beden algımla da alakası var bu yüksek dozda rahatsız olmamın, olabilir, olsun. Her ne ise sebebi ben artık utanmayacağım. Hem huysuz ve tatlı kadın oluyorsa terli ve zarif kadın da olur bence asdfjslfşj (asla ciddiyetle yazı tamamlayamıyordu).
23 notes · View notes
yolguncesi · 10 months ago
Text
“Benim Savaşım Değil!” 
“Ne demek bu benim savaşım değil? Sen bu dünyanın parçası değil misin?”
Nereden alıntılamışım bilmiyorum. Muhtemelen ya bir film repliğidir ya da okuduğum kitapta geçen bir cümledir. O an için etkilenmiş ve bir kenara not almışım. Az önce bir yerlerden alıntıladığım notlara bakarken gördüm ve yine etkilendim.
Sahiden de böyle yaşamıyor mu insanlar? ‘Bu benim savaşım değil’ diyerek yani. Dünyanın bana en uzak köşesinde acı çeken birinin acısı benden ne kadar bağımsız olabilir? Yalnızca acı duyma üzerinden belirtmiyorum. Yine dünyanın öbür ucunda konuşulamayan bir dil eğer ben bu dünyanın bir parçasıysam benim de sorunumdur elbette. Ya da soyu insanlar yüzünden tükenmekte olan bir başka canlı da öyle. Eğer ben kendimi bu dünyanın bir parçası olarak kabul ediyorsam dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan bir sorun benim de sorunum olabilmeli.
Bir savaş var sürekli kendini var etme çabasında olan. Ben bunu evrensel işleyişin bir zorunluluğu olarak görmüyorum. Çünkü yürütülen genel savaş, varlığını sürdürmenin savaşı olarak görülebilir. Ama öyle değil. Yer kapma, alan kazanma, daha fazla imtiyaz sahibi olma maksadı taşıyan savaş nasıl doğal olabilir? Ya da kendini baskın hale getirme, grubunu hâkim kılma, anlayışlarını dayatma… Bunlar benim kavgam, savaşım, mücadele gerekçem olamaz. Doğal, direnmeyi gerektiren kavgalardan değil bu. Bu yüzden elbette dünyanın öbür ucunda yaşam savaşı veren bir çocuğun kavgası kavgamdır. Tek renge boyun eğmeyen insanın mücadelesi mücadelemdir. Cins mücadelesi veren kadının savaşı savaşımdır. Direnişte olan işçinin hak arayışı hak arayışımdır. Soyu tükenmemesi için doğal bir direniş içerisinde olan bir hayvanın direnişi direnişimdir. Çünkü hepsinden önce ben de bu evrenin bir parçasıyım ve bu parçanın içinde bir de insanım...
Şimdi sen ‘bütün bunlar beni ilgilendirmez, benim savaşım değil’ diyebilir misin? Her şeyi birbirine bağlayan, birbirine ortak eden bir bağ var. İnsan nasıl olur da o bağdan nasibini alamaz? Bu kadar kayıtsız, bu kadar kökünden uzak nasıl yaşanabilir anlam veremiyorum. Kendinden başka bir insana, varlığa ve hatta maddeye, ruha temas etmek bu kadar mı zorlaştı? Bu durum yalnızca liberalizmin bireyciliği ya da çözmeye çalıştığımız diğer kişilik özellikleriyle açıklanamaz ki! Onun vicdanı hedef aldığı doğru fakat ‘vicdanımız da zedelenecek zemin arıyor’ diyebilir miyiz?
27 notes · View notes
smaumutelcisi · 1 month ago
Text
Tumblr media
Kimlerle arkadaşlık yaparsanız, kimlerle oturup kalkarsanız, onların ahlâkından size, sizin ahlâkınızdan onlara bir şeyler geçer.İnsan, beraber bulunduğu kişilerden etkilenir.İnsanoğlunun mayasında var olan bu özelliğe, en genel manada, sohbet deniliyor.Sohbet; bir arada bulunma, birbirinden etkilenmenin adı.İnsanlara peygamber gönderilmesinin temelinde, yaratılıştaki bu etkilenme özelliği yatıyor.Sahabe nesli, en hayırlı nesil olma lütfuna Resul-i Ekrem s.a.v. Efendimizile beraber olmakla ulaşmıştı. Öyle bir gönül beraberliği ki bu, adeta O’nun rengine boyanmışlardı.Peki bizim gibi Saadet Asrı’ından nice asırlar sonra yaşayanlar, o nuryüzlüyü göremeyenler ne yapacak? İnsan aynı insan, ihtiyaçları aynı. İlâhi nuru bize de taşıyacak, bizim deiçimizi-dışımızı güzel kılacak beraberliğe, sohbete ihtiyacımız yok mu?Evet; bir model insan ve onun etrafında bir ışık halesi gibi beraberlikler,yani sohbetler, her yerde, her zamanda en büyük ihtiyacımız.İnsan hayatı sohbet üzere kuruludur. Sohbet, kendi cinsiyle bir olmak, ortak dille dertleşmek ve aynı hayatı paylaşmaktır. İnsan, ünsiyete muhtaçtır. Ünsiyet, birileri ile yalnızlığı gidermek, derdi dindirmek, sevgiyi paylaşmak ve muhabbet etmektir. Tek başına olmak, Yüce Allah’a mahsus bir haldir. Peygamberler bile hayatıinsanlarla paylaşmak zorundadır. Tek başına din de yaşanmaz dünya da. Onun için ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem (Aleyhisselam) tek başına bırakılmamıştır. Her şeyden önce hayatı paylaşacağı, muhabbet edeceği bir eş yaratılmış, Hz. Havva validemiz kendisine arkadaş yapılmıştır. Böylece, insanlık hayatı iki insanın muhabbet, sohbet ve beraberliği ile başlamıştır. Kıyamete kadar gelecek bütün insanlar da bu usül üzere yaşayacaklardır.
7 notes · View notes
elestirenadam · 9 months ago
Text
Tumblr media
Bu kitabı genç arkadaşlarımızın okumasını özellikle öneririm. Türklerin uygarlık sahnesine çıkışı, devlet birikimi, felsefe ve kültürde gelinen nokta çok özlü biçimde anlatılıyor. Özellikle yakın dönemi anlatan Tanzimatçılık, Batılılaşma ve Küçük Amerika olma sürecini bir ders gibi okumalısınız. Önemli bir ders çıkarıyoruz: Emperyalizm çağında bağımsız ülkelerin ancak devletçilik yoluyla kalkınabilir. “Emperyalizm çağında ekonomik bağımlılık tuzağına kapılmadan kalkınabilmiş bütün ülkelerin ortak deneyi budur. Bu nedenle düşünce dünyasında devletçilikle bağımsızlık arasındaki ilişkinin kopartılması, Batı sisteminin en önemli zaferlerinden biri oldu. Azgelişmiş/gelişmekte olan bir ülke kalkınmış ülkeler arasına katılabilmek için gereken sermaye birikimine sahip değildir. Borçlanma yoluyla sermaye açığını kapatamaz. Milli üretim yapmak zorundadır. Sadece tarım ve tarıma dayalı hafif sanayi yoluyla da ihtiyaç duyduğu sermayeyi yaratamaz. Ağır sanayi yapması lazımdır. Bu ise hem büyük ölçekli sermaye birikimini gerektirir. hem de batının vazgeçme yönündeki baskılarını göğüsleyebilecek büyük bir milli iradeyi…” (s. 156.)  Teorisi sağlam, dili çok akıcı. 15'ten 75'e herkes rahatlıkla okuyabilir.
26 notes · View notes
derdiderun · 10 months ago
Text
Tumblr media
Allah Teâlâ, itaat eden ve helâlinden kazanıp yiyen mümin kulunu sever. Helâlinden yiyip güzel ameller işleyen kimseyi sever, helâlinden yiyen fakat güzel ameller işlemeyen kimselere ise buğzeder. Kendi kazancıyla yiyeni sever; münafıklık yaparak yiyeni ise sevmez, onların işini insanlara bırakır. Kendisini birleyeni sever, kendisine ortak koşana ise buğzeder. Kendisine teslim olanı sever, kendisiyle çekişene ise buğzeder.
Sevginin şartı uymak, düşmanlığın şartı ise muhalefet etmektir. O halde işlerinizi Rabb'inize teslim edin ve dünya ile ahiret hususunda O'nun tedbirine razı olun.
Günlerden birinde bir sıkıntı içine düştüm. Allah Teâlâ'dan o sıkıntımı gidermesini istedim. Fakat Cenâb-ı Hak bana ilkinden büyük bir sıkıntı daha verdi. Bu duruma çok hayret ettim. O esnada bir sesin, "Sen bize bu yolun başlangıcında halinin teslim olma hali olduğunu söylememiş miydin?" dediğini işittim. O vakit edebe sarıldım ve sustum.
Fethu'r Rabbânî - Şeyh Abdülkadîr Geylânî (k.s.)
31 notes · View notes
yasamsallik · 10 months ago
Text
Tumblr media
"Kıt aklınca bana yazan Ümmetçi kardeşim dinle bak, sana ne diyeceğim!..
Üniversite Lisans ve masterimi belirtmeyeceğim, haftada 2 kitap bitirdiğimi, günlük 10 tane gazete, dergi takip ettiğimi ve en az 20 yazarın köşe yazılarını okuduğumu, 50 ülke gezdiğimi, 3 dil bildiğimi, 4 kitap yazdığımı, saz çaldığımı söylemeyeceğim.
Cahilsin diyorum alınıyorsun, yeterince okumamış ve araştırmamışsın diyorum kabul etmiyorsun, görmemişsin ve yaşamamışsın diyorum güceniyorsun…
Cahil olmana değil, cahillikte diretmene kızıyorum. Yine de seni doğrudan doğruya suçlamıyorum, sen ve senin gibi saf insanları, iyi niyetli arkadaşları ve Türk Halkını hususi cahil bırakanları, karanlığa sürükleyenleri ve sonrasında amaçları doğrultusunda bir maşa gibi kullananları lanetliyorum.
Resimdeki yer, Riyad/Suudi Arabistan, uluslararası iş dünyası ve yatırım ajansları toplantısındayım. Biliyorum, sen kutsal toprak dediğin buraları hiç görmedin, belki umre ve hacca gidenlerden dinlemişsindir.
Dünyanın tüm Arap ülkelerini dolaştım, her seviyede Araplar ile tanıştım, mevcut dini yapı ve inanç sistemlerini inceledim, kültür ve hayat şartlarını görerek ve yaşayarak öğrendim.
Vardığım sonuç; her ne arayacaksan kendinde aramalı, her ne istiyorsan özünde bulmalısın.
Kim ki; Arabın şahsına, Arabın diline, Arabın kültürüne, Arabın giyim ve yaşam biçimine kutsiyet atfediyorsa, bil ki ya cahildir, kandırılmıştır, ya menfaat karşılığı satılmıştır.
Dikkat buyur; din demiyorum, din ortak bir kavramdır ve genel olarak Türkler de müslümandır. (Kaldı ki müslüman olmayan Türkler ve Türk boyları kardeşlerimiz de vardır, hepsine sevgimiz ve saygımız sonsuzdur) Müslüman olup da Arap veya Türk olmayan farklı milletler ve ülkeler de mevcuttur.
Bu durumda, İslam dini; hiç bir ülkenin, milletin, hiç bir cemaat ve grubun tekelinde değildir.
Arap iyi müslüman da, Türk kötü müslüman mı? Bu hayranlık, sempatizanlık, özentilik neden?
Dünyadaki tüm müslüman milletler, Arap gibi giymek, Arap gibi yemek, Arap gibi konuşmak, Arap gibi okumak, Arap gibi yaşamak zorunda mıdır? Kaynak nedir? Ölçü nedir? Doğru nedir?
Kaynak “Kur’an” dediğini duyuyorum. Ama kaynağı da iyi okumuyorsun, okusan da anlamıyorsun, kelimelerin manasını bilmiyorsun. Kaynağın da, anlayacağın dilde, Türkçe olarak okunmasını, duaların Türkçe edilmesini istemiyorsun. Çünkü, sana öyle diyorlar, öyle öğretiyorlar, öyle aşılıyorlar.
Hiç sordun mu, araştırdın mı? Diğer dinler ve kitaplar nasıl? Mesela İncil neden öyle değil. Avrupa ülkelerini gezince göreceksin ki, her ülke kendi dilinde dualarını okuyor, ibadetini yapıyor.
Ortodokslar mesela, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Yunanistan vs. hepsini gezdim, kiliselerine gittim, din adamlarıyla konuştum, gördüm ki hepsi kendi dillerinde, kendi kültürlerinde inançlarını harmanlayarak dinlerini yaşıyorlar.
Ayrıca… Müslüman ülkelerde Arap kültürünü hakim kılmak için yıllık ne kadar bütçe ve finansal kaynak ayrıldığını biliyor musun?
İsimleri ve faaliyet alanları farklı görünse de, ortak amaç ve zihniyetleri “Arabizm” olan dernek, cemiyet, parti, vakıf, cemaat, tarikat vs. yapıların, sadece bayramdan bayrama topladıkları kurban derileriyle mi giderlerini karşıladıklarını sanıyorsun?
Bir tek bağışlarla mı geçiniyorlar? Yalnız aidatlarla mı ayakta duruyorlar? Kimler destekliyor? Hangi Arap ülkelerinin diasporası var bu oluşumların arkasında? Harcanan bu devasa sermaye, nasıl geri dönüştürülüyor?
Sen daha neyin orucu bozup - bozmadığını öğrenemedin ki, bunları nerden bileceksin? Günde 10 bin defa tesbih çekmeyi, 20 bin defa tekbir getirmeyi ders mi, ilim mi sanıyorsun?
Demem o ki; Ümmetçi kardeşim, aklını kullan, hipnoz olma, kimseye biat etme, gözlerini aç!. Din kullanılarak dünya geneline yayılan Arap Emperyalizmini gör, Selefi Arapçılığı fark et!..
Bir Türk vatandaşı olarak, bütün insanlara, dinlere, dillere ve kültürlere elbette saygı duyuyorum ama kimsenin de Türk dilini, dinini, töresini ve kültürünü Araplaştırmasına, yozlaştırmasına, tahrip etmesine iyi gözle bakmıyorum ve kayıtsız kalamıyorum.
Çünkü ben Ümmetçi değil, özü ve sözüyle bir Türk Milliyetçisiyim, Vatansever, Devrimci, Halkçı, Cumhuriyetçi, Laik, Yurtseverim. Senin hiç sevmediğin ATATÜRK, benim hayat liderimdir. Senin hoşlanmadığın Cumhuriyet, Laiklik ve Demokrasi, benim vazgeçilmezimdir. Özgürlük ruhum, bağımsızlık karakterimdir. Yükselmek, gelişmek, ilerlemek hedefimdir.
Gayem insanlık, yüküm sevgi, ölçüm vicdandır.
Kalben yolum Hak-Muhammed-Ali, ocağım Ahmet Yesevi, Pirim Hacı Bektaşi Veli’dir.
Ulu Ozanlar ile nefeslenirim; Nesimi okur, Şah Hatayi dinler, Pir Sultan Abdal söylerim.
Öğüdü Edebali’den, hoşgörüyü Yunus Emre’den, cesareti Battal Gazi’den alırım.
Unutma, bilim ile gidilmeyen her yol karanlıktır.
Düşünce karanlığına ışık tutanlara selam olsun."
Muazzez İlmiye ÇIĞ
30 notes · View notes
naftalin2027 · 3 months ago
Text
Ey samimi kardeşim! Sana, Müslüman Kardeşlere biat etme şartlarını anlattık. Eğer bunlara gönülden inanıyorsan aşağıda zikredeceğimiz şu vazifeleri yapman gerekir. Ta ki sen de Müslümanların teşkil ettikleri yıkılmaz kalede kırılmayan bir taş olasın. Vazifeler:
1- Bir cüzden az olmamak üzere her gün Allah'ın kitabını anlayarak oku. Kur'an-ı Kerim'i üç gün ile bir ay arasında anlayarak hatmet. Daha az veya daha çok bir sürede hatmetmeye çalış.
2- Kur'an-ı Kerim'i lâyıkıyla oku. O'nu gönülden dinle, manasını düşün. Vaktin olduğu kadar siyer kitapları ve Selef-i Salihinin tarihini oku. Hiç olmazsa "Hüccetü'l-İslâm" adlı eseri oku. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in hadislerini bolca mütalaa et. En az kırk hadis ezberle. (Nevevînin kırk hadisi tercihe şayandır). Akaid ilmini dikkatle oku, bir de İslâm hukukunun bütün teferruatını ihtiva eden fikhi bir kitap oku.
3- Sıhhi kontrolden geç. Herhangi bir hastalığın varsa hemen tedavisine koş. Sağlıklı olmaya ve bedeni korumaya önem ver. Sıhhate zararlı olan şeylerden kaçın.
4- Kahve, çay vb. uyarıcı maddeleri zaruret olmadıkça içme. Kesinlikle sigara kullanma.
5- Her hususta temizliğe dikkat et. Evinde, iş yerinde, yemende, içmende, elbisende ve bedeninde. Çünkü bu din, temizlik esası üzerine kurulmuştur.
6- Özünde ve sözünde doğru ol. Asla yalan söyleme.
7- İradene sahip ol, hiç tereddüde düşme.
8- Ahde vefa göster. Neye mal olursa olsun verdiğin sözü bozma.
9. Cesaretli ve metanetli ol. Hakkı haykırmak, sırrı gizle. mek, hatayı itiraf, insaflı olmak ve gazap halinde nefsine hakim olmak cesaretlerin en efdalidir.
10- Devamlı vakarlı ve ciddi ol. Ciddiyetin, doğru şakalar yapmana ve tebessümlü gülmene mani olmasın.
11- Çok hayalı, ince şuurlu, iyiye ve kötüye karşı çok hassas ol. İyiliklere sevin, kötülüklere üzül. Şahsiyetini düşürmeyecek bir derecede mütevazı ol. Sakın yağcılık etme. Devamlı gücünün yettiğinden azını iste ki, mutlaka ona ulaşasın.
12- Adaletli ol, her halükârda verdiğin hüküm doğru olsun. Kızdığında iyilikleri unutma. Razı olduğunda kötülüklere göz yumma. Aleyhine de olsa hakkı söyle, velev ki acı olsa.
13- Faal ol. Umuma ait hizmetleri başarmaya kendini yetiştir. Başkalarına herhangi bir hizmet yapmaktan zevk al, memnun ol. Hastaları ziyaret et, yoksullara yardımda bulun, zayıfları koru, felaketzedelerin güzel sözle de olsa acılarına ortak ol. Devamlı hayra koş.
14- Merhametli ve müsamahakâr davran. İnsanların kusuruna bakma, halim selim ol. İnsanlardan başka hayvanlara da merhametli davran. Muamelende dürüst ol, bütün insanlarla güzel geçin. İslâm'ın içtimai adabına riayet et. Küçüklere şefkatli, büyüklere saygılı ol. Bulunduğun mecliste gelenlere yer ver. Casusluk etme, gıybet yapma, bağırıp çağıranlardan olma, bir yere vardığında ve ayrıldığında izin iste.
15- Okur-yazar olmaya çalış. Elinden geldiği kadar Müslüman Kardeşler'in risalelerini ve mecmualarını oku. Küçük de olsa kendine bir kütüphane yap. Mesleğinde ilerlemeye çalış. İslâmı ilgilendiren umum meselelere önem ver. Onlar hakkında İslâmi düşünceye mutabık bir hüküm vermeye çalış.
16- Ne kadar zengin olursan ol, yine de bir iş yap. Serbest bir meslek edinmeye çalış.
17- Devlet vazifelerine pek rağbet etme. Onları rızkın en dar kapısı kabul et. Şayet böyle bir vazifeye tayin edilirsen reddetme. Ancak İslâm'ın emirleriyle çatışan bir vazifeyi terk et.
18- Mesleğinde titiz ol. Yaptığın işin hakkını ver. Hileye baş- vurma, iş için tayin edilen vakitlere dikkat et, verdiğin sözü yerine getirmeye çalış.
19- Başkalarında olan hakkını iyilikle almaya çalış. Üzerinde bulunan hakları eksiksiz ifa et. Borçlarını ertelememeye dikkat et.
20- Kumarın bütün çeşitlerinden uzak ol. Haram kazanç yollarından kaçın.
21- Bütün muamelelerinde faizden uzak ol. Kendini bu mikroptan koru.
22- İslâm iktisadi müesseselerinin mamullerini teşvik etmek suretiyle İslâm'ın milli servetine hizmette bulun. Durum ne olursa olsun, bir kuruşunun dahi Müslüman olmayanların eline geçmemesine çalış. Sadece Müslümanların imal ettiklerini giymeye ve ürettiklerini yemeye gayret göster.
23- Malının bir kısmı ile İslâm davasının hakim olmasına katkıda bulun. Üzerine farz olan zekâtını ver. Gelirin ne kadar az olursa olsun, yoksul ve fakirlerin hakkını unutma.
24- Gelirinin bir bölümünü beklenmedik hadiseler için ayır. Lüks eşyalara kapılma.
25- Hayatın bütün dallarında elinden geldiği kadar İslâmi örf ve âdetleri yaşatmaya, yabancı olanları yok etmeye çalış. Meselâ: Selamlaşma, konuşma, kıyafet, ev eşyası, çalışma saatleri, tatiller, yeme, içme, oturma, kalkma, üzülme, memnun olma vb. şeyler bütün bunları sünnete uygun bir şekilde yapmaya çalış.
26- Devlet mahkemelerine ve gayri İslâmi bütün yargı ma- kamlarına başvurma. İslâm'a ters düşen toplantılara, cemaatlere, okullara ve kuruluşlara katılma, İslâmi düşüncene karşı çıkan basını okuma.
27- Her zaman Allah'ın seni gördüğünü ve murakabe ettiğini unutma. Ahireti hatırla ve ona hazırlık yap. Allah'ın rızasına ulaştıran yolları azim ve gayretle takip et. Nafile ibadetlerle Allah'a yakın olmaya çalış. Geceleyin namaz kılmak, her ayda en az üç gün oruç tutmak, dil ve kalple Allah'ı zikretmek bu kabildendir. Her davranışında dinen varid olan dualarla niyazda bulun.
28- Güzelce taharetini yap. Her zaman abdestli olmaya çalış.
29- Namazını güzelce eda et, onu vaktinde kılmaya çalış. Mümkün mertebe cami ve cemaati kaçırma.
30- Ramazan'da orucunu tut. Gücün yetiyorsa haccına eda et, yetmiyorsa gelecekte yapmak için hazırlık yap.
31- Devamlı kalbinde cihad etme ve şehid olma niyetini taşı. Gücün yettiği kadar bunlara hazırlan.
32. Durmadan tevbe ve istiğfar et. Küçük-büyük bütün gü- nahlardan sakın. Uykudan önceki bir saatini gündüzleyin yaptığın iyilik ve kötülüklerden dolayı kendini hesaba çekmeye ayır. Zamanını değerlendir. Çünkü vakit hayattır. Değerli vaktini faydasız şeylere harcama. Şüpheli şeylerden kaçın ki, harama düşmeyesin.
33- Nefsinle devamlı cihad et ki, onu kolayca sevk ve idare edebilesin. Haramdan gözünü sakındır. Hislerine ve içgüdülerine hakim ol, onlara karşı mukavemetli olmaya çalış. Onları helalle doyur, haramdan uzak eyle.
34- İçkiden, uyuşturucu maddelerden ve insana gevşeklik veren bütün şeylerden kaçın.
35- Kötü arkadaşlardan, bozguncu dostlardan, fisk-ü fücur yerlerinden uzak ol.
36- Eğlence yerlerine karşı savaşa giriş. Zevk-ü sefayı andıran her şeyden kaçın.
37- Mensup olduğun taburun erlerini teker teker tanı ve kendini onlara anlat. Sevgi-saygı, yardımına koşma ve kendine tercih etme gibi bütün kardeşlik haklarını yerine getir. Kardeşlerinin toplantılarına katıl. Makul bir özrün olmadıkça toplantılardan geri kalma. Muamelelerinde devamlı onları kendine tercih et.
38- Düşüncene faydalı olmayan herhangi bir kuruluş veya cemaatle ilişkini kes.
39- Her yere davanı yaymaya çalış. Liderine durumunu bildir. Onlardan izin almaksızın herhangi bir büyük işe girişme. Devamlı liderinle maddi ve manevi yönde irtibat halinde ol. Her zaman kendini kışlasında emir bekleyen bir asker kabul et.
8 notes · View notes
onderkaracay · 16 days ago
Text
Tumblr media
🎯 İki Kişi Arasında Kalmak, Ulus kalmak ile Kula Kulluğu Dayatan Ümmet Anlayışı Arasında Kalmak Demektir 🎯
Oyuncu değişikliği tiyatrosu işbirlikçi tüm tarafların ortak oyunu olabilir.
Mağduru oynayacak olan tarafa karşı sözde hukuksuzluğun içi boş olduğu anlaşıldı.
Mustafa Kemal Atatürk bir sözünde bir tespiti şu gözlemi ile yapıyor;
En aydın sanılan insanların manda tutkunluğu ile adeta milletin bağımsızlık ruhunu yıkmak için gafilce çalıştıklarını ve devamlı çabaladıklarını görüyordum.
2018 tarihinde tüm yetkileri bir kişiye verdiği gün Türk ulusu bir labirent içine sokuldu. O gün bugündür çıkışı bulamıyor. Çünkü tüm çıkış kapıları sömürge yararına kapatıldı. Siyaset ve sermaye bu tuzağı kol kola girerek kurdular. Kendileri dışında bir suçlu olmadığını cehalet ile itaat bataklığına toplumun düşmesi için Köy enstitüleri kapatıldığı gündem bugüne çaba harcadıklarını biliyorlar. Kullandıkları siyasi işbirlikçi yıprandı oyuncu değişikliği yapmak dışında bir seçenek kalmadı.
2001 krizi ve sermaye vurgunu sonrası emperyalizmin lehine hazinenin başına bir kurtarıcı olarak getirilen Kemal Derviş aynı şekilde kucaklanmıştı.
Kucağa kimin oturduğunu sonuçta herkes gördü.
Ey Türk ulusu bu zokayı da mı yutacaksın?
Emperyalizmin yararına seçeneksizliğe ve sonuçta istedikleri dayatmayı kabul ettirecekleri bir yola sokmak istiyorlar.
Bundan sonra ki süreçte seçimleri sembolik bir güven tazeleme oyununa döndürmek istiyorlar.
Ortak akıl meclis yönetimine geçmez isek başa kim gelirse gelsin emperyalizmin çıkarına bir sopaya dönüşecek.
Dikta bir dayatma rejimi sömürge yararına sürdürülebilir bir düzen kuracak.
Bu durum varlığımızın tamamen ortadan kaldırılması süreci ile sonuçlanır ki emperyalizminde yerli işbirlikçi tüm taşeronluğunu yapanların da amacı budur.
Anayasa bu sebeple hedeftir.
Atatürk ile aldatan ve devrimlerine sahip çıkmayanlar ile Atatürk ve devrimlerine düşmanlık yapanlar arasında bir fark kalmadı. Hepsi doğrudan veya dolaylı aynı yere hizmet vermektedirler.
Her yurttaşın Atatürk olması gerektiği bir dönemden geçiyoruz.
Atatürk'ün ilkeleri Türk ulusunun çağa uygun töresidir.
Töreyi yeniden yönetim anlayışı yapmalıyız.
Kişilerin peşine düşme tuzağının sonu büyük perişanlık olacaktır.
Çıkış kapıları kapatılarak bir dayatmaya mecbur kalmadan bu labirent tamamen yıkılmalıdır.
Birileri düğmeye bastı niyetini kabul ettirme oyunu oynatıyor.
Doğru tektir ve kitke imha silahı satılık medya yüzünden onun sesi çok az çıkıyor.
Doğrunun, Türk ulusunun bütünü yararına olacak ilkelerin sesini yükseltmeliyiz.
Tüm dayatmaların meşruiyetini yitirmelerinin başka yolu yoktur.
Baksanıza tüm dayatmacı seçenekler kendi desteklerini çoğaltmanın derdine düşmüşler.
Ey Türk ulusunun evladı bu tuzaklı seçeneklerin içinden birisinin içine düşmek zorunda mısın?
Senin kendi iradene ne oldu?
Emperyalizmin çok fazla seçeneği yok.
Türk ulusunun ise bir yumruk gibi bir araya gelerek kendi iradesini ortaya koyabileceği doksan milyona yaklaşan seçeceği var.
Bu seçenekleri ortak akla dönüştürmek tek çözümdür.
Anadolu'yu batı sömürgesinin elinden gerçek sahipleri olarak bizler kurtarmak zorundayız.
Mustafa Kemal Atatürk bu konuda ne demişti;
Bir gün bir kurtarıcıya ihtiyaç duyarsınız o kurtarıcı kendiniz olun.
Mustafa Kemal Atatürk canını, yüreğini, aklını ve iradesini ortaya koyarak Türk ulusuna örnek oldu ve başardı.
Atatürk ortak aklın adıdır. Tek başına bir kurtarıcı değildir. O yüce ismin içinde yurttaşlık görevini layıkıyla yaparsan sende varsın.
Ya bu sorunu çözeceğiz ya da kötü niyet karşısında tamamen çözülürüz. Kendi yararımıza çözüm üretirsek var oluruz, ortak akıl yolu ile çözemezsek yok oluruz.
Önümüzde iki seçenekli bir yol var. Yolun biri iki kişi arasında kalarak bertaraf olma yolu olup, diğer yol zorba ve dayatmacı labirentten çıkışın yoludur. Tek kişili seçeneklerden birisinin yanında olmak nerede ve kimin tarafından bertaraf olacağını seçmektir. Bertaraf olmak istemeyen yurdunu seven yurttaşlık görevi bilinci içinde hareket eden kendi iradesini ortaya koyarak ortak aklın tarafı olur.
Ulus olmak ile ümmet olmak arasında ki farkın anlaşılacağı günlerden geçiyoruz. Ulus olarak kalmak istiyorsak ortak aklı seçeceğiz Türk töresi ile yönetim anlayışını benimseyip sahip çıkacağız. Kula kulluğu dayatan ümmet olmak istiyorsak niyeti sahih olmayan kişilerin peşine takılıp yok edilme sürecine gireceğiz.
Uluslar geleceklerini tek bir kişiye emenat edemezler. Gelecek ilkeye teslim edilir.
Önder Karaçay
5 notes · View notes
baybaykus · 1 month ago
Text
Kıt aklınca bana yazan Kardeşim iyice oku, ama okuduğunu anlamadan sakın cevap Yazma...
**************************
Sana ne diyeceğim, cahilsin diyorum, alınıyorsun.
Yeterince okumamış ve araştırmamışsın diyorum, kabul etmiyorsun.
Görmemiş ve Yaşamamışsın diyorum güceniyorsunn.
Cahil olmana değil, cahillikte diretmene kızıyorum.
Yine de Seni doğrudan, doğruya suçlamıyorum.
Sen ve senin gibi, saf İnsanları, iyi niyetli arkadaşları.
Türk halkını hususi cahil bırakanların...
Karanlığa sürükleyenlerin ve sonrasında amaçları doğrultusunda bir maşa gibi kullananları öyle hakaretler öyle küfürler ediyorum ki küfürün bile yüzü kızarıyor...
Kardeşim ;
Her seviyede Araplar ile tanıştım.
Mevcut Dini Yapı ve İnanç sistemlerini inceledim.
Vardığım Sonuç ;
"Her ne arayacaksan, kendinde aramalı, her ne istiyorsan, Özünde bulmalısın..."
Kim ki ;
Arabın Şahsına,
Arabın Diline,
Arabın Kültürüne,
Arabın Giyimine,
Yaşam Biçimine
Kutsiyet atfediyorsa, bilmeni isterim ki;
Ya Cahildir,
Ya Kandırılmıştır,
Ya da Menfaat karşılığı Satılmıştır...
Dikkatli OKU Yazdıklarımı ;
Sana Din demiyorum.
Din ortak bir kavramdır ve genel olarak Türkler de Müslümandır.
Kaldı ki Müslüman olmayan,
Türkler ve
Türk Boyları Kardeşlerimiz de vardır.
Hepsine Sevgimiz ve Saygımız sonsuzdur.
Müslüman olup da arap veya Türk olmayan farklı Milletler ve Ülkeler de mevcuttur...
Bu durumda, İslam Dini ;
Hiç bir Ülkenin,
Hiç bir Milletin,
Hiç bir Cemaat ve Grubun Tekelinde Değildir.
Arap iyi Müslüman da,
Türk kötü Müslüman mı..?
Bu hayranlık..?
Empatizanlık..?
Özentilik neden..?
Dünyadaki tüm Müslüman Milletler ;
Arap gibi giymek,
Arap gibi yemek,
Arap gibi konuşmak,
Arap gibi okumak,
Arap gibi yaşamak
Zorunda mıdır..?
Kaynak nedir..?
Ölçü nedir..?
Doğru nedir..?
Kaynak “Kur’an-ı Kerim" dediğini duyuyorum.
Ama Kaynağı da ; İyi okumuyorsun.
Okusan da anlamıyorsun.
Kelimelerin mânasını bilmiyorsun.
Kaynağın anlayacağın Dilde.
Türkçe olarak okunmasını.
Duaların Türkçe edilmesini istemiyorsun.
Çünkü,
Sana öyle diyorlar,
Öyle öğretiyorlar,
Öyle aşılıyorlar..
Hiç sorup, araştırdın mı..?
Diğer Dinler ve Kitaplar nasıl..?
Mesela İncil neden öyle değil..?
Her Ülke kendi Dilinde Dualarını Okuyor, İbadetini Yapıyor.
Ortodokslar mesela, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Yunanistan vs.
Hepsi kendi Dillerinde.
Kendi kültürlerinde inançlarını harmanlayarak Dinlerini yaşıyorlar...
Ayrıca,
Müslüman Ülkelerde,
Arap Kültürünü hâkim kılmak için yıllık ne kadar Bütçe ve Finansal Kaynak ayrıldığını biliyor musun..?
İsimleri ve faaliyet alanları farklı görünse de, ortak amaç ve zihniyetleri “Arabizm” olan.
Dernek, Cemiyet, Parti, Vakıf, Cemaat, Tarikat vs. yapıların.
Sadece Bayramdan Bayrama topladıkları Kurban Derileriylemi giderlerini karşıladıklarını sanıyorsun..?
Onlar ;
Bir tek bağışlarla mı geçiniyorlar..?
Yalnız aidatlarla mı ayakta duruyorlar..?
Kimler destekliyor..?
Hangi Arap Ülkelerinin Diasporası var bu oluşumların arkasında..?
Harcanan bu devasa Sermaye,
Nasıl geri dönüştürülüyor..?
Sen daha neyin Orucu Bozup-Bozmadığını öğrenemedin ki, bunları nerden bileceksin..
Ümmetçi Kardeşim ;
Aklını kullan,
Hipnoz olma,
Kimseye biat etme,
Gözlerini aç..!
Din kullanılarak Dünya Geneline yayılan Arap Emperyalizmini gör.
Selefi Arapçılığı fark et..!
Bir Türk Vatandaşı olarak,
Bütün İnsanlara,
Dinlere,
Dillere,
Kültürlere elbette saygı duyuyorum ama kimsenin de.
Türk Dilini,
Dinini,
Töresini ve Kültürünü Araplaştırmasına,
Yozlaştırmasına,
Tahrip etmesine iyi gözle bakmıyorum ve kayıtsız kalamıyorum...
Çünkü ben Ümmetçi değil,
Özü ve Sözüyle bir
Türk Milliyetçisiyim,
Vatansever,
Halkçı,
Cumhuriyetçi,
Laik,
Yurtseverim...
Senin o hiç sevmediğin,
Mustafa Kemal ATATÜRK...
Benim Hayat Liderimdir.
Senin hoşlanmadığın,
Cumhuriyet, Laiklik, Demokrasi,
Benim Vazgeçilmezimdir.
Özgürlük Ruhum,
Bağımsızlık Karakterimdir.
Yükselmek,
Gelişmek,
İlerlemek Hedefimdir.
Gayem İnsanlık,
Yüküm Sevgi,
Ölçüm Vicdandır.
Unutma..,
Bilim İle Gidilmeyen Her Yol Karanlıktır...
Alıntı
6 notes · View notes
musfika-hanim · 8 months ago
Text
bugün bişi öğrendim tumblr teyzesi oluyormuşum 😍 düşünüyorum da burda çoğunuzun iç çekişlerine ortak oldum, üniversite yıllarınızdan mezun olma, atanma ve evliliğe geçiş sürelerinize şahit oldum. şimdi de bebişler geliyor ne güzel anılar biriktiriyoruz ve böyle güzel bir haberi "abla seninle paylaşmak istedim" cümlesi de çok kıymetli. gerçekten çok kıymetlisiniz ve çok seviyorum sizi 🤍❤️
12 notes · View notes
reincar-nate · 4 days ago
Text
running up that hill, chapter 3
[i locked you out, you cut a hole in the wall]
mayıs sonu 1825, ingiltere, cranleigh golf kulübü civarı
max son çuvalı da ateşe yuvarlarken, charles avucunu storm'un sırtında gezdirdi. sunset'in aksine storm, gittikçe şiddetlenen ateş ve duman yüzünden huzursuzlanmaya başlamıştı. charles, kocaman suratını boynuna gömmeye çalışan atı yularından tutarak sunset'in yanına çekiştirdi. epsom'daki kadar gösterişli olmasa da burada da bir göl vardı, çuvalları söndürürken işlerini görüyordu. daha da iyisi ormanın gölün üç yanını çevreleyerek son bulmasıydı. hem kuytudalardı, hem de arkalarında atların vakit geçirebileceği kadar geniş bir alan vardı. "sorun yok, kızım," diye mırıldandı storm'un yelesini okşarken. "duman birazdan bitecek. kötü ruhlardan kurtulmak üzereyiz."
"kötü ruhlar babam mı oluyor?" dedi max. zehirli yemden yayılan dumanda boğulmamak için yanlarına kaçmıştı. charles uzanıp onun çalışmaktan terle kaplanmış karnına vurdu. hazirana yaklaşırken ortalık beklenmedik derecede ısınmıştı ve hava ne kadar sıcaksa çuvalları yakmak da o kadar zahmetliydi. max, charles'ın aklını okumuş gibi gülümsedi. "dert etme. babama çaktırmadan storm'u ahırdan çıkarmaktan daha kolay."
"neden cranleigh?" diye sordu charles. storm avuçlarından kaçıp onu oyuna çağıran sunset'in yanına koşmaya başlamıştı. çuvalların kontrollü yandığından emin olmaları gerektiği için yalnızca uzaktan izlemekle yetindiler.
"bilmem," dedi max çuvallara göz kulak olma ayağına dönüp dönüp charles'ı keserken. charles, mavi tonlarında giyindiğinde max'in çocuk gibi heyecanlandığının uzun zamandır farkındaydı. lacivert, dar binici pantolonu üstüne açık mavi baklava desenleriyle bezeli beyaz gömleğini giymesinin sebebi bu olabilirdi. olmaya da bilirdi tabii, diye kendi kendine yalan söylemeye çalıştı charles. max'in hoşuna gidecek şeyler yapma çabası korkunçtu.
charles iki eliyle max'in belini sardı. "yalan söyleme. hiçbir şekilde iyi niyetli olmadığına eminim."
max güldü. charles'ın düzgün kol kaslarına tutununca yeniden bir beden yumağı gibi görünmeye başlamışlardı. beraber oldukları her an böyle oluyordu. eğilip başını charles'ın omzuna yasladı. çuvallar yanmaya devam ediyordu. "buranın meşhur golf kulübünü duymuş muydun?"
"hayır." dedi charles. "bizim gibi göçmenler için fazla lüks bir şeye benziyor."
max 'bizim gibi' lafına burukça gülümsedi. jos verstappen'ın ingiltere'de güçlü bağlantıları vardı. bu sayede max, küçüklüğünden beri ingilizceyle iç içe büyümüştü. aksanı belli olmuyordu. babasının yanı sıra annesi de saygın bir aileden geliyordu. ailesi hollanda'dan ingiltere'ye max daha çocukken yarışlar için özel olarak çağrılmıştı. öte yandan charles, babasını kaybettikten sonra monako'dan ayrılmak zorunda kalmıştı. max, charles'ın babasıyla ilgili şeyleri bile yakınlaşmalarından çok uzun zaman sonra öğrenmişti, bu yüzden birkaç kez epsom yakınındaki mezarını ziyaret ettikleri annesini sormaya cesaret bile edemiyordu. tek bildiği, monako'dan buraya kadar on beş yaşındaki oğlunu yapayalnız getirdiğiydi, sırf atlarla iyi anlaştığı ve pistlerde bir geleceği olabileceğine inandığı için.
yine de, ingiliz olmamak bu pistlerdeki ortak noktalarından biriydi ve max, charles'ın iki merhum ebeveyniyle beraber ufak göçmenler topluluğuna dâhil edilmekten memnundu.
"golf lüks falan değil," dedi max sonunda. "doğru düzgün hareket ettikleri bile yok. bir sopayı sallayıp bir deliğe sokuyorsun, bizim her buluşmamızda yaptığımız gibi-"
"kes sesini," diye çıkıştı charles kollarını gevşetip ondan gülerek uzaklaşırken. max açık konuşmak konusunda oldukça rahattı ama charles bazı şeyleri açık konuşmak istemiyordu. iyice yandığından emin oldukları çuvalları söndürmek için dumana dalmalarından hemen önce, charles kıyafetini çekiştirip burnuna bastırdı. "bu yüzden lüks bir şey işte. o kadar zenginler ki spor yaparken bile terlemek istemiyorlar."
"benim deneyimlerime göre epey terletiyor aslında-"
"kes sesini!"
çuvalları söndürmek düşündüklerinden uzun sürmüştü. cranleigh'in otları epsom'unkilere göre çok daha gür ve canlıydı, birbiri ardına çabucak tutuşuveriyordu. max bir an için koca bir orman yangınına sebep olarak babasına yakalansalar ne kadar komik olurdu diye takıldı. charles bu fikir karşısında kendini ateşe vermeye çalışmıştı.
hâlâ enerjiyle dolup taşan atlarının yanına döndüler. charles eyere çıkmak için adımını atamadan max önüne geçti. "nereye?"
charles'ın kafası karışmıştı. atları yürüyüşe çıkarma bahanesi, gece yarısına kalıp bir de üstüne aynı anda dönerlerse bambaşka dedikodulara sebep olabilirdi. bir an önce dönseler iyi olurdu. gerçi, daha yeni öğlen oluyordu...
"dönmüyor muyuz?"
"cranleigh'e kadar onca yolu boşuna mı geldik sandın gerçekten?"
charles anlamayarak başını eğdi. max heyecanla ona yaklaştı.
"golf oynayalım."
charles o tanıdık hissin damarlarını kaplamasına izin verdi. rekabet. başarı. daha önce golf sopası tutmamıştı bile.
"pekala," dedi çok hevesli görünmemeye çalışarak. "nesine oynuyoruz?"
"ne kadar iddialısın öyle," diye kıkırdadı max. babası sık sık golfe çağrılırdı ve max de bir süs gibi yanında götürülürdü. charles'tan çok daha deneyimliydi. karşısındaki adamı baştan aşağı şöyle bir süzdü ve sırıttı. biraz riske girmeye değer gibi gözüküyordu. "kazanan her şeyi alır."
"o ne demek?" dedi charles ama aklında bir fikir oluşmuştu bile. yanaklarına yayılan kırmızılığı yok etmek istedi.
max, atları birkaç saatliğine kiralayabilecekleri bir ahıra yönlendirirken charles'ın suratına bakamıyordu.
"ne anladıysan o işte."
top bu kez de fazla sola uçarak uzaklarda yok olurken charles sinirle sopasını kenara fırlattı. "siktiğimin sporunun siktiğimin topu girmiyor!"
sahadaki birkaç kişinin dönüp gürültüye baktığını görünce, max sonunda dâhil olma kararı aldı. charles kendi başına öğrenmek konusunda çok katıydı ve max'i yakınına yaklaştırmamıştı. ama pek başarılı oluyor gibi gözükmüyordu.
"sorun yok," dedi max sopayı yerden kaldırıp charles'a götürürken. "herkesin ilk seferi böyledir-"
"neden başaramıyorum!" diye bağırdı charles. saçlarını yolmaya başlamıştı. "altı üstü deliğe girecek-"
"charlie," diye kesti onu max yavaşça. elleri charles'ın sıkılı yumruklarını nazikçe sararak saçlarından uzaklaştırdı. sopayı eline tutuşturdu. charles ne olup bittiğini anlamadan max arkasına geçmişti bile. max'in güçlü gövdesi charles'ın sıcaktan bunalmış sırtına bastırınca, adamın sinirleri bir anda tamamen bozuldu. neredeyse aynı boyda olduklarından, max charles'ın ellerindeki sopayı görebilmek için çenesini adamın omzuna yaslamıştı. charles, max'in nazikçe duruşunu düzelttiğini fark etti. hareketleri çok zarif, çok hafifti ve charles sıcaktan eriyeceğini sandı. max'in kolları kendi kollarının üstündeydi, bacakları bacaklarının arkasında. max, charles'ın ellerinin üstünden sopayı kavradı.
"böyle tutacaksın," dedi ellerini kaydırması için charles'ı teşvik ederken. "bacaklarını daha fazla bük. göğsün geride. geriniyormuş gibi. çok güzel."
charles'ın başı dönüyordu. neyi nasıl yaptığının farkında bile değildi. tek düşünebildiği max'ti. max'in vücudu, max'in dokunuşları, max'in nazik sesi, max'in yanağına sürten saçları.
max gözlerini charles'ın yan profiline dikmişti. sopayı nasıl hizalayıp nasıl bir açıda kaldırması gerektiğini gösterirken, vücutları tamamen iç içeydi. max, charles'ın harika bir şekilde kıvrılan belini kavramamak için kendini tuttu.
"...dım."
max gözlerini kırpıştırdı. charles'ın kulağının dibinde mırıldandı. "efendim?"
"anladım, max. artık bırakabilirsin." charles nefes nefeseydi.
max bir an daha öyle kaldı ve sonunda gönülsüzce geri çekildi. charles gerindi, pozisyonunu az önce gösterilen şekilde ayarlamaya çalıştı, bayrağın ne kadar uzakta olduğunu kontrol etti ve sopayı savurdu. max'in ellerinden büyü fışkırıyor olmalıydı. top deliğin yakınına indi ve yuvarlanak doğruca içine düştü. charles elini kolunu sallayarak max'e dönerken haykırdı. "başardım, başardım!"
"harikaydın," dedi max, kendi sopasını kolunun altına kıstırıp onu alkışlarken.
"kazandım mı?" diye heyecanla sordu charles.
max duraksadı. oyunun kurallarını açıkladığını hatırlıyordu ama charles heyecandan unutmuş olmalıydı. "hayır," dedi kırıcı olmamaya çalışarak. "dediğim gibi her delik için ayrı sayı tutuyoruz, daha az denemede başaran o deliği alıyor. ben ikincide attım, bu senin sekizinci denemen-"
"ne demek kazanmadım?!" dedi charles sopayı tekrar fırlatırken. insanlar ciddi ciddi dönüp bakmaya başlamışlardı. max endişeyle aralarından birini tanıyıp tanımadığını düşündü. jos verstappen at yarışları yetmezmiş gibi golfde de tanıdık bir isimdi sonuçta. ama charles arkasını dönüp gitmeye kalkınca yüzlerini inceleyecek zamanı bulamadan onu takip etti.
"sorun değil, charlie, daha bir sürü şansın olacak."
"kaç kaç?"
"efendim?" dedi max. charles aniden duraksadığı için çarpışmışlardı.
"skor kaç kaç?"
max parmaklarıyla saydı. "pekala, ilk iki delikte ben aldım, üçüncüde berabere kaldık, sonraki üç deliği ben aldım, az öncekini de sanırım ben aldım sayıyoruz."
"yedi sıfır mı?!"
"altı bir, aslında. dediğim gibi bir sefer de berabere kaldık."
"bitti max, daha oynamam ben bunu. saçmalık." charles söylene söylene uzaklaşmaya devam ediyordu. max onun aralara fransızca küfürler serpiştirmeye başladığını fark edince kıkırdadı. ödünç aldıkları ekipmanları uygun bir kenara bırakıp koşarak peşinden yetişti. yanına varınca kolunu charles'ın omuzlarına doladı. "sinirlerine dokunmak istemem ama anlaşmamızı hatırlıyor musun?"
"ne anlaşması?" dedi charles çatık kaşlarının altından sinirle ona bakarak. anlaşma umrunda falan değildi. kazanmak istemişti ve kazanamamıştı. önemli olan buydu. charles odasına dönüp yorganlar altında ağlamak istiyordu. ve şansına max, bu düşüncelerinin hepsini suratından okuyabiliyordu. binanın dar koridorlarından birine sapmışlardı ve ortalıkta kimse yoktu. bundan kuvvet alarak max'in elleri hızlıca aşağılara kayıp charles'ın beline oturdu. göz göze, burun burunalardı. max bedenlerinin birbirine değdiğini hissedebiliyordu. charles'ın kulağına doğru eğildi. "kazanan her şeyi alır?"
kan, charles'ın yanaklarına hücum etti. kaybetmesinin üstüne bir de max'in önünde böyle aptal gibi gözükmekten hoşlanmıyordu. adamın kuvvetli tutuşundan kaçmak için bir adım gerilemeye çalıştı ama max daha hızlıydı, onu ittirip duvara yasladı. "sözünde durmayacak mısın, charlie?"
charles için bu son damlaydı. max'in saçlarını sıkıca tutup yüzünü yüzüne yaklaştırdı ve dudaklarını buluşturdu. max'in belini saran elleri sıkılaştı, charles da onun omzunun üstünden uzanıp sırtını kavradı. charles, max'in dolgun dudaklarının üstünde hareket etmeye bayılıyordu. hareketleri öyle aceleciydi ki birbirlerine yetişememelerine karşılık kahkahaya boğuldular. charles, max'in saçlarını tutan elini aşağı kaydırıp boynuna doladı ve uzaklaşmayacağından emin olmak için sımsıkı tuttu. dudakları tekrar buluştuğunda charles, max'in becerikli dilinin ağzının içine kaydığını hissetti. belindeki ellerin başparmakları midesine doğru bastırınca, charles max'in ağzına doğru kontrolsüzce inledi.
charles kısacık bir an gözlerini açınca, max'in arkasındaki kapıyı gördü. ortalıkta olmalarından daha iyiydi. umarım depodur, dedi kendi kendine, max'i göğsünden ittirip kapıya dayamadan önce. hızlı bir hareketle tokmağı çevirdi ve sarmaş dolaş içeri daldılar. charles fırsatı gözünden tanırdı. kapıyı arkalarından kapatırlarken, bu kez duvara sıkıştırılanın max olmasını sağladı. max dünden razı gibiydi. charles onu omuzlarından kapıya sabitlerken hırıltılı bir ses çıkardı.
depodan bile iyiydi, ıskartaya çıkmış bir revirdi. sağda solda yataklar vardı, tek ışık kaynağı önüne koyu renk kalın perdeler çekilmiş üç pencereydi. ışığın loşluğu o kadar iyiydi ki, sanki elleriyle ayarlamışlardı. charles ayarlardı. risk alıp kendi odalarında buluştuklarında gazyağı lambasını hemen hemen bu ışığa kadar kısardı. ışıkta birbirlerinin bütün detaylarını görmeye bayılan max'in aksine, karanlıkta hareket etmek charles için daha kolaydı. charles ne zaman birbirine dolandığını fark etmediği dillerini geri çektiklerinde nefes nefese adamın boynuna eğildi. dudakları, gömleğinin açık birkaç düğmesi boyunca çıplak tenine ıslak öpücükler ve sıcak nefesler kondurarak aşağılara indi. max gömleğini çıkarmak için harekete geçmişti bile. ama charles'ın başka planları vardı. yavaşça dizlerinin üstüne çökerken, max elleri düğmelerde, dondu. charles genelde bu konuda ilk adımı atmazdı. tek eliyle uzanıp adamın çenesini kavradı.
"kendini zorlamana gerek yok, charlie. o kadar da ciddi değildim."
"kes sesini," dedi charles alışkanlıkla, ve elleri çoktan max'in kemerini çözüyordu. içindeki kendini kanıtlama arzusundan kurtulamıyordu. charles yenilmekten hoşlanmazdı ama daha da hoşlanmadığı şey max'in gözlerinde beliren o nazik bakıştı. acıma. aşağılama. bir çocuk gibi küçümseme. asla yeterli değil, hiçbir zaman başarılı-
"charles."
charles durdu. kemeri bir türlü çözememişti ama nefes nefeseydi. alnından burnunun ucuna doğru süzülen teri silmek için bile hareket edemiyordu. max'in sırtını kapıya vererek yavaşça yere çömelmesini izledi. parmaklarının sıcak kavrayışını, kendi buz kesmiş teninde hissedince irkildi. o sıcak dokunuş bu kez uzanıp yanaklarını kavradı. max eğilip nazikçe dudaklarını öptü. ardından yanağını, şakaklarını ve ter içinde kalmış saçlarını.
"neden kendine eziyet ediyorsun, charles?" dedi max gerçek olamayacak kadar tatlı bir tonda. charles onu uzun uzun teselli edeceğini düşündü. max böyleydi. çok konuşurdu, her şeyi konuşmak isterdi. havanın nasıl olacağını, yarışı, atları, rakiplerinin dedikodularını, hangi pozisyonu daha çok sevdiğini, daha iyi hissettirmek için ne yapabileceğini, kalbi baş edemeyeceği kadar hızlı atınca durmasını söylemesi gerektiğini. ama max masmavi gözlerini charles'a dikip yalnızca şöyle söyledi, "seni seviyorum."
charles onu ne kadar endişelendirdiğini görebiliyordu. bende ne buluyor acaba, diye düşündü. onun için ne yaptım ki?
max'in kolları etrafına dolandı ve bir an sonra charles, sanki hiçbir ağırlığı yokmuş gibi kolayca havaya kaldırılmıştı. max'le yüzyüzelerdi. düşmemek için bacaklarını beline doladı. max onu yataklardan birine sırtüstü yatırırken, charles'ın beynini kemiren korkunç düşüncelerin sonuncusu da uçup gitti. max ona böyle derinden, böyle sevgiyle bakarken, charles kendini sevebilirmiş gibi hissediyordu.
ellerini max'in sapsarı saçlarında gezdirdi. sonra onu aşağı çekti, dudaklarına. üstündeki adam hızlı hızlı beyaz gömleğinin düğmelerini çözerken charles heyecanla kıvrandı. max sonunda gömleğin önünü iki yana açtırdı ve geri çekilip charles'ı inceledi. çıktığı düzenli koşular sayesinde güzelce biçimlenmiş karın kasları, ince, yumuşak teninin üstünde harika çıkıntılanıyordu. boynuna, göğsüne ve karnından başlayarak pantalonunun altında kaybolup giden tüylerin etrafına yayılmış benleri, max'in beyninde bir haritanın parçaları gibi birleşiyordu. max eğilip ağzını charles'ın göğsüne dayayınca, genç adam irkilerek kıkırdadı. charles, ona daha fazla alan açabilmek için bacaklarını genişçe ayırdı.
max'in yetenekli dili ve dudakları, gövdesini baştan başa geçip aşağılara inerken, charles zevkle başını geriye yatırdı. bacakları arada heyecanla kasılıp, istemsizce kapanmaya çalışıyor ama max'in gövdesi buna engel oluyordu. adam sabrı tükenmiş gibi, bacaklarından birini geriye kıvırıp avuç içini uyluklarına bastırarak onu masaya sabitledi. charles, max'in nefesini pantolonunda hissedince uzanıp başını iki yanından yakalayarak yüzüne bakmasını sağladı.
"max," dedi heyecandan çatallanan sesiyle. "sen de üstünü çıkar. görmek istiyorum."
max, charles'ın az önceki deli hâli sayesinde yarıya kadar açık gömleğini çözmeye uğraşmadı. hızlı bir hamleyle çekip başından çıkarıp bir kenara attı. tekrar eğilmek üzereydi ama charles'ın elini karnında hissedince durdu. genç adamın yüzüne bakarken gülümsedi. "böyle iyi mi?"
charles, avuçları max'in her nefes alış verişiyle belirginleşen kaslarını okşarken onaylayan bir ses çıkardı. max'in gülümsemesi kıkırtıya dönüştü ve charles'ın avuçlarını kendi kocaman ellerinde sararak dudaklarına bastırdı. sonunda eğildiğinde, charles bunu ne kadar çok istediğini yeni fark ediyordu. max hızlı hareketlerle charles'ın kemerini çözerken, charles yattığı yerden doğruldu. başını max'in omzuna yasladı. "max," dedi tekrar, adamın kulağına doğru. "max, max, max."
charles da aynı anda max'in kemerini çözdü. charles'ın dar binici pantolonunun aksine max siyah bir kumaş pantolon giymişti ve kemer ortadan kalkınca, pantolon yere düştü. "kalçalarını kaldır," dedi max, charles'ı göğsünden ittirip tekrar yatağa düşürürken. charles, o dar pantolonun nasıl rahatça bacaklarından çıkıp gittiğini anlamadı. ama gitmişti işte ve şimdi harika loşluktaki bu kullanılmayan eski odada, yalnızca iç çamaşırlarıyla birbirlerine bakıyorlardı. charles, tekrar bacaklarının arasına eğilmeden önce max'in kıkırdadığını duydu.
max'in dudakları, charles'ın çamaşırından belli olan kabartıyı öptü. charles onun nefesinin gittikçe aşağılara kaydığını hissetti. kasıklarından erkekliğine, testislerinin altından- charles nefes nefeseydi. gözleri zevkle geriye kayarken parmakları max'in saçlarını bu kez epey sertçe kavradı. "max," diye inledi kontrolsüzce. "yeter, lütfen. artık çıkarır mısın şunu-"
max onun zihnini okuyor olmalıydı çünkü charles daha cümlesini bitiremeden max iç çamaşırını bacaklarından sıyırıp atıyordu bile. kocaman eli aniden erkekliğinin etrafına dolanınca charles yakalanmalarına sebep olacak kadar gürültülü bir şekilde inledi. heyecandan kolunu geriye çekerken masaya vurmuştu. max sanki bunlar hepsi onun suçu değilmiş gibi kahkahaya boğularak charles'ın karnına yığıldı. charles dirseği sağlam koluyla sırtına pat pat vurdu. "odaklanıp sadede gelir misin lütfen max?!"
"çok tatlısın," dedi max, charles'ın karnında yatma keyfine devam ederken. charles tatlı falan değildi çünkü bu pozisyonda hiçbir şekilde uzanıp max'in, erkekliğini hızlı hızlı okşayan elini durduramıyordu. golfde rezil olup bir de max daha içine bile girmeden boşalırsa, charles muhtemelen kafasına sıkardı. o yüzden elleriyle yatağın kenarlarını kavrayıp kendini kontrollü bir zevke teslim etmeye çalıştı. pekala, max'in eliyle başa çıkabilir gibiydi-
max'in ağzı erkekliğinin üstüne ne ara kapanmıştı bilmiyordu ama charles çığlığı bastı. her seferinde, ama her seferinde çığlık atıyordu. seslerini bastırabilmek için bir elini ağzına kapattı. yarım yamalak açabildiği gözleri zevkten yaşarmıştı. aşağı bakıp da erkekliğinin tamamının max'in ağzında öylece yok olduğunu görünce, inanmadığı bir takım tanrılardan merhamet dileyerek diğer koluyla da gözlerini örttü. bacakları kontrolsüzce titriyordu. max aralarından kurtulmak için eliyle onları itmek zorunda kalana kadar, max'in kafasını uylukları arasında kıstırdığının farkında bile değildi. zevk işte, nelere kâdirdi.
salya ve zevk suyu karışımı bir takım şeyler max'in dudakları ile charles'ın erkekliği arasında uzadı. max kolunun tersiyle ağzını sildi ve kendi iç çamaşırını indirmeden önce önemli bir detayı fark etti. "charles."
charles'ın yüzü hâlâ kollarıyla örtülü olduğundan cevabı çok boğuktu. max kollarını yüzünden çekince baygın bakışlarını üzerine dikti. "ne var?"
"yağımız yok."
"yağımız mı yok?"
max gergince dudağını ısırdı. "tabii ki yağımız yok, yanımda yağla neden gezeyim?"
charles max'in göğsüne vurdu. "sence şu an yağ umrumda mı?!"
max kararsızca ona baktı. "ama daha önce acıdığını söylemiştin."
charles derin bir nefes verdi. max neden bu kadar düşünceli olmak zorundaydı? ya da bu durumda düşüncesiz mi sayılıyordu? "sonraki sefere ben de yağ kullanmam ve ödeşiriz. yap gitsin."
"ah. peki," dedi max pek ikna olmamış gibi. charles onun endişeli suratına gözlerini devirerek baktı ve elini tuttu. max'in meraklı bakışları arasında parmaklarını bir bir ağzına daldırırken dudaklarının kıvrılmasına engel olamamıştı. charles, max'in iç çamaşırındaki kabartının gittikçe büyümesini zevkle izledi. parmakların yeterince ıslandığına kanaat getirince, dilini aralarında dolandırmayı kesip max'in elini ağzından çıkardı. bir sanat eseri gibi sevgilisine sundu. "iş görür mü?"
"görür..." dedi max sessizce. hipnotize olmuş gibiydi. ıslak parmakları gözle görülür şekilde heyecanla titreyerek aşağılara indi ve genç adamın girişini buldu. charles zevkten boğulma işine geri dönebilirdi. parmaklarından biri içine kayıp tanıdık bir doluluk hissini tetikleyince, yattığı yerde kedi gibi kıvrıldı. elleri tekrar yüzüne kapanacaktı ki max onu durdurdu. "sesini duymayı seviyorum, charlie."
bitmişti. dünya parçalarına ayrılmış, güneş buz tutmuş, şimşekler yerden göğe doğru çakmış ve jos verstappen bir salatalık olarak reenkarne olmuştu. charles yatağın kenarlarını kavrayıp, max'in içine kaydırdığı her parmakla daha büyük bir histeriyle inlerken, muhtemelen ilişkilerinin en iyi seks deneyimlerinden birini yaşıyordu. max yatak odasında ışık seviyorsa, charles da gürültü seviyordu. sersem herif madem onu duymayı seviyordu, neden daha önce söylememişti?!
"oh, max, max harika hissediyorum," dedi charles nefes nefese. max'in ince uzun parmakları üçüncüde sona erip tamamen içinden çıkınca sinirle homurdandı. bacaklarını max'in beline dolayıp adamı kendine doğru çekti. bacaklarının değdiği tenin çıplak olması iyiye işaretti çünkü bu demekti ki birazdan-
max kendini hizalayıp olabildiğince yavaşça charles'ın içine kayarken kıpkırmızıydı. elinde değildi, ne zaman heyecanlansa böyle oluyordu. charles'ın birlikteliklerine alışkın bedeni çok ısrar etmeden onu içine alınca, max rahat bir nefes aldı. bir süre bacakları ve kolları kasılan charles'ın alışması için beklemeye çalıştı ama sabrı tükeniyordu. kalçaları yavaşça hareket etti ve charles da onunla uyumlu bir şekilde inleyince bundan güç buldu.
charles nereye tutunacağını bilemiyor gibiydi. vücudu max'in hareketleri yüzünden daracık yatakta bir aşağı bir yukarı sürüklenirken neredeyse utançtan ağlayacaktı. sonra burnunun ucunda max'in tatlı kokusunu duyumsadı. adam sallanmaması için charles'ın başının üstünden yatağı kavramış ve bunu yaparken de boylu boyunca üzerine uzanmıştı. charles onun sırtına tutunmaya karar verdi. saçları birbirine karışıyor, max'in terleri süzülüp charles'ın vücuduna damlıyor, göğüsleri birbirine sürtünüyordu. charles bu pozisyonda onun kulağına istediği kadar fısıldayabileceği için mutluydu. ama max'in ona fısıldaması beklenmedikti. beklendik olmalıydı çünkü max konuşmayı severdi. ama sadece eyleme geçene kadar. en ufak detayları konuşur, her şeyi söze dökerdi. böyle şeyler hariç. "oh, tanrım, charles. charles, çok darsın."
charles, ben dar değilim, sen büyüksün, demek için ağzını açtı ama yalnızca inleyebildi. max'in kalçaları hızlandı. charles ikisinin de yakın olduğundan emindi. max'in elini saçlarında hissetti, sanki nefes almak için charles'ın boynuna ihtiyacı varmış gibi oraya gömülmüştü. charles da max'in sırtındaki kollarını sıkılaştırdı. max son kez içinde gidip gelirken charles'ın bacakları titredi ve karnının üstüne doğru boşaldı. max de aynı anda en derinine kadar gömüldü. nefes nefese yığıldılar. bacaklarının onu daha fazla taşımayacağını hissedince max charles'ın yanındaki ufak boşluğa kendini sırtüstü attı. batmakta olan güneşin perdelerden sızarak tavanda oluşturduğu şekiller ve derin derin solumaları dışında odada her şey sakinleşmişti. charles sonunda aklı durulmuş gibi hissediyordu. max ise çoğu zamanın aksine heyecanlı düşüncelere boğulmanın zevkini yaşıyordu.
"harikaydı," dedi max sonunda, sanki golf maçından bahseder gibi.
"harikaydı," diye onayladı charles, sunset'le gittikleri mekanı anlatır gibi.
sunset. charles perdeye dikkatle baktı. güneş batıyordu. "max," dedi endişeli bir şekilde.
max başını kaldırıp ona baktı. göz göze geldiler ve hemen ardından ikisi de apar topar giyinmeye başladı. tam olarak ne kadar zamandır bu odadalardı? şimdi yola çıksalar bile epsom'a gece yarısı ancak varabilirlerdi.
"dikkatimi dağıtmasaydın," diye çıkışmak istedi charles ama sesi inlemekten boğulmuştu. boğazını temizledi ancak değişen bir şey olmadı. max, ter ve bir takım diğer sıvılar yüzünden yapış yapış olan vücuduna kıyafetleri geçirmekten nefret etmekle meşgul olsa da cevap verdi. "ben mi dikkatini dağıttım? affedersin charles, sen altımda deli gibi çırpınırken dikkatini dağıttığım kısmı kaçırdım sanırım-"
"kes sesini!" dedi charles, aynı gün içinde muhtemelen yüzüncü kez.
giyebildiklerini giydiler, geri kalanı da tortop edip ceplerine sokuşturarak odadan apar topar çıktılar.
atları, kiraladıkları ahırlardan tahmin ettiklerinin iki katını ödeyerek aldılar. max, charles'a pazarlık etme şansı bile vermeden bütün parayı ödemişti. hoş, charles'ın verecek kuruşu yoktu zaten, özellikle de sunset'in yemlerini storm'a ayırmaya başladıklarından beri atına takviye bir şeyler almak için kullandığından.
onlar konuşarak, biraz kavga ederek ama çoğunlukla birlikte olmanın verdiği güç zehirlenmesi sayesinde eğlenerek uzaklaşırlarken, yolun sonunda bir adam duruyordu. max keşke onu golf sahasında tanısaydı, çünkü adam onu tanıyordu. burnu havada jos verstappen'ın biricik oğlunu nasıl tanımazdı? çocuk ergenliğinden bu yana nasıl da büyümüştü.
başka erkeklerle yatacak kadar büyümüştü hem de.
christian horner, golf sahasından buraya beraber geldiği atının yelesini okşadı. "sanırım gidip eski dostumuz jos'u görmenin zamanı gelmiş, değil mi kızım?"
mart sonu 2018, avustralya grandprix
charles leclerc giyinme odasında kaskına bakıyor ve ecel terleri döküyordu. mutlu olmalıydı. heyecanlı. hayat dolu. ilk kez formula'daydı. kahramanıyla yarışacaktı, lewis hamilton'la. ferrari'deydi. babasına verdiği sözü tutuyor, hayalleri gerçek oluyordu.
ama charles boğuk tezahüratları dinliyor ve hem beyninde, hem de orada tek bir ses duyuyordu.
max verstappen.
5 notes · View notes
bilmece · 5 months ago
Text
İnsan olmak üzerine bu yaşıma kadar öğrendiklerim(den bazıları)
(ya da öğrendiğimi sandıklarım)
İnsan çoğunlukla kendini bir şekilde sıfatlandırmaya, sınıflandırmaya ihtiyaç duyuyor. Bunu sevdiği/sevmediği şeyler, hobileri, tuttuğu takım, beslenme düzeni, siyasi görüşü, dinlediği müzik, din, burç gibi binbir yolla yapabiliyor. Kimi insan da bu tür etiketlere şiddetle karşı çıkarak kendini tanımlıyor ve aslında aynı şeyi yapıyor.
Birbirimizin dünyayı nasıl algıladığına dair fikrimiz çok az. Anlatabiliyoruz elbet ama karşımızdaki anlattığımızın ne kadarını anlıyor onu bile bilmiyoruz. Aynı resme bakınca bile farklı şeyleri fark edebiliyor, farklı duygular hissedebiliyoruz. Hal böyleyken anlaşmak, ortak bir paydada buluşabilmek aslında mucizevi.
Eylemler sözlerden daha önemli ve bu kendinle olan dahil her türlü ilişkide geçerli. Kim olduğunu yaptıkların gösterir söylediklerin değil - bunu sözler manasız anlamında söylemiyorum, altı doldurulmayan, eylemle desteklenmeyen sözler manasız.
Hayatta en önemli ilişki kendinle olan ilişkin. Bu ilişkiye gereken özeni göstermemek için, kendinden kaçmak için, hissettiğin boşluğu doldurmak için başvurabileceğin yol çok fakat hiçbiri kalıcı çözüm değil ve eninde sonunda orta yerindeki boşlukla kalıveriyorsun kendi kendine.
Sana nasıl davranılması gerektiğini insanlara sen gösteriyorsun, sınırlarını çizmek önemli. Hoşnut olmadığın bir davranışa karşı tepkisiz kaldığında karşındakine bunun sorun olmadığı mesajını vermiş oluyorsun. İnsan bazen “e o kadarını da anlasın canım” diye düşünebiliyor fakat gerçek şu ki kim neyi nasıl anlıyor, neyi doğru neyi yanlış görüyor bilmiyoruz.
Bir çok şeyi olduran ve sürdüren şey çabaya gönüllü olma hali. Kimseye istemediği bir şeyi yaptıramıyorsun -kendin dahil. Yaptırdım sanrısına kapılsan da ya sürekli olmuyor ya da içten içe bir gücenme duygusu birikiyor.
Herkes kendi hikayesinin kahramanıdır ve kendi gerçekliğini yazar. Dünyayı algılayış biçimimize dönüyor bu da. Bu sebeple insan güvenilmez bir anlatıcıdır.
İnsanın insana ihtiyacı vardır ve ne kadar kendini açarak hassas ve korunmasız hissetmeye gönüllü olursan o kadar kuvvetli bağlar kurar, yoğun duygular yaşarsın. Bunun sonucunda incinedebilirsin tabi fakat bu da insan olmanın bir parçasıdır.
Hayatımız ikilikleri dengelemekle geçiyor: her an ölebileceğimizi bilip hep yarın olacakmış gibi yaşamak, herkesin her şeyi yapabileceğini bilip yine de insanlara güvenmek, yalnız gelip yalnız gideceğimizi bilip yine de bağ kurmak.
Denge mühim. Her alanda.
14 notes · View notes
healthyswimmings-blog · 1 month ago
Text
Yüzme Sporunun Çocuklardaki Üzerinde ki Sosyallik Etkisi
Çocukların gelişiminde sporun önemi tartışılmaz bir gerçektir. Fiziksel sağlığı güçlendiren, disiplin kazandıran ve özgüveni artıran spor dallarından biri olan yüzme, aynı zamanda çocukların sosyal becerilerini geliştirmede de önemli bir rol oynar. Bu yazıda, yüzme sporunun çocuklar üzerindeki sosyallik etkilerini detaylı bir şekilde ele alacağız.
Takım Ruhunun İnşası
Yüzme bireysel bir spor olarak bilinse de, birçok yüzme etkinliği takım çalışmasını teşvik eder. Yüzme kulüplerine katılan çocuklar, ortak hedefler doğrultusunda bir ekip olarak hareket etmeyi öğrenir. Bayrak yarışları gibi etkinlikler, takım arkadaşlarıyla iletişim kurmayı, dayanışmayı ve empati geliştirmeyi sağlar. Bu süreç, çocukların sosyal bağlarını güçlendirirken, aynı zamanda liderlik ve iş birliği becerilerini de artırır.
Yeni Arkadaşlıklar ve Güçlü İletişim Becerileri
Yüzme dersleri sırasında çocuklar, yaşıtlarıyla düzenli olarak bir araya gelir. Ortak bir hedef ve ilgi alanı etrafında birleşen çocuklar, hızlıca arkadaşlıklar kurar. Bu ortam, özellikle utangaç veya sosyal iletişimde zorluk yaşayan çocuklar için büyük bir fırsat sunar. Grup etkinlikleri, yarışmalar ve kamplar, çocukların sosyal çevresini genişletmesine ve kendini daha iyi ifade etmesine yardımcı olur.
Disiplin ve Sorumluluk Bilinci
Sosyal becerilerin gelişiminde disiplinin de önemli bir yeri vardır. Yüzme sporuyla ilgilenen çocuklar, antrenman saatlerine uymak, kurallara saygı göstermek ve takım arkadaşlarına karşı sorumluluklarını yerine getirmek zorundadır. Bu sorumluluk bilinci, çocukların sosyal hayatta da daha güvenilir bireyler olmasını sağlar.
Rekabetin Pozitif Etkileri
Yüzme yarışmaları, çocuklara hem bireysel hem de grup bazında rekabeti öğretir. Rekabet ortamı, çocukların hem başarıyı kutlamayı hem de kaybetmeyi olgun bir şekilde kabul etmeyi öğrenmesine yardımcı olur. Bu durum, çocukların duygusal zekâlarını geliştirirken, başkalarına karşı anlayışlı ve destekleyici olma becerilerini de artırır.
Özgüven ve Sosyal Cesaret
Yüzme, çocuklara özgüven kazandıran bir spor dalıdır. Su korkusunu yenmek, yeni teknikler öğrenmek ve bu başarıları grup içinde sergilemek, çocukların sosyal cesaretini artırır. Kendine güvenen bir çocuk, yeni arkadaşlıklar kurmakta ve sosyal ortamda daha aktif bir rol almakta daha başarılı olur.
Sonuç
Yüzme sporu, çocukların sadece fiziksel gelişimine değil, aynı zamanda sosyal becerilerine de önemli katkılar sunar. Takım ruhu, arkadaşlık bağları, iletişim becerileri ve özgüven, yüzme sayesinde gelişen özelliklerden sadece birkaçıdır. Çocuklarınızı yüzme gibi bir spor dalıyla tanıştırarak hem sağlıklı bir yaşam tarzını benimsemelerini hem de güçlü sosyal bağlar kurmalarını destekleyebilirsiniz.
3 notes · View notes
smaumutelcisi · 24 days ago
Text
KİME GÜVEMİYORUZ?
Bir hastaneye mi gideceğiz? Gideceğimiz hastanede tanıdık bir çalışan ya da doktor olup olmadığına bakıyoruz.
Herhangi bir kamu kurumuna ya da belediyeye işimiz mi düştü? Türü, işlevi ve seviyesi ne olursa olsun gideceğimiz yerde tanıdık bir görevli veya yetkili var mı diye araştırmaktan geri kalmıyoruz.
Hatta bir okula öğrenci mi kaydettireceğiz? İstediğimiz bir öğretmen mi var ya da sınıf değişikliği mi düşünüyoruz? Hedefimizdeki okulda iş gördürebileceğimiz, bize yardımcı olabilecek tanıdık bir eğitim çalışanı -yönetici veya öğretmen- var mı? Bunun arayışı içine giriyoruz.
Gideceğimiz kurumda kendi tanıdığımız varsa âlâ, değilse en yakın çevremizden başlamak üzere sorup araştırmaya, tanıdığı olan birilerini bulmaya çalışıyoruz. Bu yöntem ve arayışlar, pek çoğumuzun başvurduğu bir yol değil mi?
Arayış sürecinde hemşehrilik, akrabalık, dostluk, arkadaşlık, aynı camiaya veya siyasi düşünceye mensup olma, kurumsal arkadaşlık, okul arkadaşlığı, herhangi bir ortaklık, komşuluk, ortak geçmiş ya da kişisel hukuk önemli rol oynuyor. Aracı olan veya gideceğimiz kişi üst düzey bir yetkili, son derece etkili, elit ve hatırlı bir şahsiyetse keyfimize diyecek olmuyor. Çünkü biliyoruz ki göreceğimiz ilgiyi götüreceğimiz selam ve aracı kişinin konumu belirleyecektir.
Aslına bakılırsa tanıdık veya aracı bulmakla birilerinden iyilik, yardım, inayet, lütuf, himmet, ayrıcalık, imtiyaz, iltimas, öncelik, kolaylık beklediğimizi; ayrı tutulmak ve kayrılmak istediğimizi söyleyebiliriz. Adını ne koyarsak koyalım; basit bir ifadeyle torpil, kibar bir ifadeyle tavsiye mektubu -Fransızcadan dilimize geçse de yaygın kullanımıyla referans- peşine düşüyoruz. Burada bahsettiğimiz referans, özel sektörde veya kamuda bazı işler ve makamlar için talep edilen tavsiye mektubu anlamındaki referans değil elbette.
Bütün mesele; edilecek telefon, yazılacak mesaj, götürülecek selam veya arkasında kısa bir not bulunan kart sayesinde birileri elimizden tutsun, bizimle yakından ilgilensin, yardımcı olsun, işimiz kolayca görülüp hallolsun.
Sonuç olarak buluyoruz, kendimiz bulamazsak bulduruyoruz, ne yapıp edip bir şekilde işimizi gördürüyoruz.
Normal şartlarda hastane için randevumuzu alacağız, randevu saatinde gidip gerekli işlemleri yaptıktan sonra sıramızı bekleyeceğiz. Doktorumuz şikâyetlerimizi dinleyerek muayenemizi yapacak, ihtiyaç duyarsa tahlil, tetkik, röntgen isteyecek. Gerekli inceleme ve değerlendirmeden sonra teşhis konup ilaçlarımız yazılacak veya gerekiyorsa diğer tedavilerin uygulamasına geçilecek. Karşımızda donanımlı, yaptıkları hizmetin bilincinde olan çalışanlar ve meşhur Hipokrat yeminini etmiş doktorlarımız var.
Herhangi bir resmi kurumda işimiz varsa, doğru adrese ulaştığımız ve doğru yöntemler kullandığımız zaman işlerimiz yasalar çerçevesinde mutlaka kolaylıkla görülecek, en kısa sürede gerekli işlemler yapılacaktır. Orada da görevinin ve vatandaşa karşı sorumluluğunun bilincinde olan çalışanlar ve yetkililer var.
Anaokulu, ilkokul, ortaokul ve liselere yapılacak okul kaydı için yöntem bellidir. Kayıtlar, ilgili mevzuat ve kurallar doğrultusunda yapılacaktır. İş ve işlemleri gerçekleştirecek personel, görev ve sorumluluk bilinciyle hareket edecek, vatandaş olarak yasal çerçevedeki talebimizi, yasal çerçevede yerine getirecektir.
Rutin iş ve işlemlerin yapıldığı kurumlara veya yerlere giderken niçin böyle bir arayışa giriyoruz, niçin tanıdık ve aracıya ihtiyaç duyuyoruz?
Acaba tanıdık birileri aracı olmadığı zaman hastanedeki muayenemiz gelişigüzel mi yapılacak? Gerekli tahlil ve tetkikler yapılmayacak ya da sorduğumuz bir soru hoş görülmememize neden olacak?
Kamu kurumundaki işlerimiz zamanında ve layıkıyla görülmeyecek, ihmal edilecek, uzadıkça uzayacak veya çocuğumuz okula kayıt olamayacak mı?
Eğer bu davranışlar bir güven sorunundan kaynaklanıyorsa şu soruyu sormak gerekmez mi? Biz kime güvenmiyoruz?
Kendimize mi?
Kamu kurumuna mı?
Kamu çalışanına mı?
Yoksa kamu kurumu ve görevlilerin şahsında devlete mi?
Hangi eğitim, hangi inanış, hangi düşünce, hangi anlayış, gözlem ve yaşanmışlıklar bu güvensizlik ortamını ne zamandan beri ve nasıl oluşturdu; yarım yüz yıldır anlayabilmiş değilim. Bir de bu durumu nasıl ortadan kaldırabiliriz? Varsa bilen, varsa anlayan, varsa çözüm önerisi olan beri gele…
Mustafa USLU
2 notes · View notes
sonbaharpapatyasi · 2 months ago
Note
-201: Bu anasını silkelediğimin hayatına hiç gelmemiş olma gibi bir seçenek olsaydı ne derdin (⁠●⁠_⁠_⁠●⁠)
Allah her şeyi bilendir. Beni böyle bir zamanda, bu ülkenin, bu şehirin, bu ailesinde dünyaya getirdiyse bunun bir sebebi vardır. Her birimizin hayata gelme sebepleri var ve bu bir yere kadar ortak, Allah'a kulluk etmek. Sonrasında her birimizin amacı değişiyor; biri öğretmen olmak için, biri yönetmek için, biri savaşmak için vs ama bu amacı yaparken de Allah yolunca cihad etme amacıyla yaparsak hayat daha anlamlı oluyor. Olduğun durumdan çıkma potansiyeli var ki bu duruma düşmüşsün, Allah senin bu durumdan çıkacağını biliyor. Eninde sonunda gidicez bu dünyadan, bari bir şeyler alıp da gidelim. Hep hayat bizden bir şeyler alıcak diye bir şey yok, bizde ondan bir şeyler alabiliriz. Bu zamanda bu dünyaya gelmeseydim birçok sevdiğimi hiç tanımamış olucaktım, onlar birer hediye benim için (sende öylesin kardeşim). Kötü şeyler hep oluyor hayatta ama güzel şeylerde oluyor o güzellikleri gözden kaçırmamak gerek.
Sen bu dünyaya geldiysen boş beleş bir şey için gelmedin. Rabbin sana bazı yetenekler vermiş o yetenekleri bul ve hayatını ona göre çiz. Rabbinin yolunda.
Yani eğer bana böyle bir seçenek sunulsaydı gelmeyi isterdim. Çünkü ait olduğum ümmeti ve vatanımı kurtarabilecek potansiyeli görüyorum kendimde. Elbette tek başıma yapamam ama bunu yapabilicek insanlar da yetişiyor, biliyorum
5 notes · View notes