#kişisel ilan
Explore tagged Tumblr posts
Text
Sahibinden Satılık, Kiralama, Emlak, Oto Alışverişi İş İlanları
Alım Satım Sitesi kurma fikrimizi uzun bir süreden bu yana yoğun düşünceler üzerine karar verilmiş girişimimiz olan fullilan.com, ilk başta sadece düşünceden ibaret iken, sektörde yapmış olduğumuz araştırmalar sonucunda alışveriş yapmak isteyen kesimlerin büyük bir kısmının dijital platformda alım satım ve pazarlama talebinin yoğunluğunu göz önünde bulundurularak bu uzun ve yoğun tempolu yola fullilan olarak girmeye karar verdik.
Hedefimiz; basit ve kullanışlı bir kullanım sağlayarak sadece bir tık kadar yakın olan ve aradığınız her şeyi bulabileceğiniz, e-ticaret sektöründe kullanıcılarımızın memnuiyetini en üst seviyeye ulaştırarak ve kullanıcılarımızın alım-satım yaparken en uygun, güvenli ve en trend ürünleri sitemizde toplayıp karşılıklı memnuniyeti kazandırmak.
#ücretsiz ilan#emlak#otomobil#tarım#sanayi#hayvan alemi#satılık ev#kiralık ev#satılık#kiralık#kişisel ilan#kurumsal ilan#kurumsal mağaza#mağaza#alışveriş#alım satış#pazarlama ile ilan hizmet sitesi#ikinci el eşya
0 notes
Text
Sanatçı mı. ?
Merhaba Hasan ben Muğla Milas tan Emine . 51 yaşında eyt emeklisi bir kadının. Ela gözlü kumral küt saçlı 170 boyunda etrafımdaki erkeklerin fırdöndüğü oldukça güzel seksiyim. 3 kez evliliğin eşiğinden döndüm evlenmeden aldatıldım hep evlenmeden önce yakaladım . Derler ya Allah ın sevgili kuluymuşum . Aslında Samsun Vezirköprüyüm daha hiç görmedim Samsun u annem öğretmen babam nüfus müdürlüğü yapardı. Onlar ölene kadar evlenmedim babam geçen yıl vefat etti yaş 50 idi aldığım maaş iyiydi ama evde sıkılırım diye iş ilanlarına bakıyordum bir ilan gözüme çarptı bu arada ben vergi dairesinde denetmendim .... İlanda 45 55 yaş arası muhasebeden ve vergi dairesine gidip gelecek dinamik genç emekli arıyoruz yazmışlardı hemen aradım gelin görüşelim dediler, hazırlanıp gittim sekreterya da 20 yaşlarında bir afet oturuyordu ilk başta bu kadar güzel bir kadın sekreterlik yapıyorsa burası muhteşem bir yerdir dedim kendi kendime. Kendimi tanıttım sekreter beni insan kaynakları müdürüne yönlendirdi insan kaynaklarındaki müdürü daha önce bir kaç kez görmüştüm muhtemelen bizim o taraflarda oturuyordu. O da beni tanıdığını söyledi gamzeli çok güzel bir kadındı bilgilerimi alıp şirket yetkilisi ile görüştü tekrar yanıma geldi sana referans oldum senin işe girmeni sağladım şimdi şu evrakları hazırla gel hemen dedi istediği evrakları hemen hazırlayıp tekrar şirkete gittim. İnsan kaynakları müdürüne teslim ettim beni patronum yanına götürdü 25 30 yaşında ancak var Tamer bey yeni arkadaşımız Emine hanım dedi tanıştık tokalaştık çok yakışıklı 180 boylarında esmer bakımlı bir erkekti ilk defa bir erkeğe bu denli dikkatli bakıyordum. Tamer bey gerçekten çok yakışıklı bir adamdı. Akşama kadar çalışma arkadaşlarım ile tanıştırıldım ama Taner bey kadar ilgimi çeken olmadı akşam oldu herkes evlerine gitmek için servislere bindi ben kala kaldım fabrikadan yavaş yavaş çıkarken Taner bey arkamdan korna çaldı ne o servis sizi almadı mı dedi güldü arabanın sağ kapısını açtı buyrun sizi evinize kadar götüreyim dedi bindim yolda giderken kişisel sorular sordu evlimisiniz bekar mı anne baba vs gibi. Eve gelmiştik buyrun bir kahve içelim dedim hiç itiraz etmeden ok dedi aracı park edip birlikte eve girdik hemen türk kahvesi yapıp ikram ettim yanına lokum ve su koymuştum ilk defa bu şekilde bir ikramla karsılastığını söyledi. Ben biraz güldüm Türk kahvesi bu şekilde ikram edilir dedim. Yan yana oturuyorduk birden kalktı dudağıma yumuldu ateşli bir şekilde öpmeye başladı bende karşılık verdim soyunmaya başladık her bir elbiseyi koltuğun üzerine bir Taner ber ben bırakıyorduk ayakta Taner de bende yalnızca külotlarımız ile kalmıştık dudaklarıma yapıştı tekrar dudaklarımdan boynuma oradan memelerime indi o kadar dikkatli ve nazik emiyordu ki sabaha kadar emse bırak demezdim durmadı oradan göbek çukuruna ve aşk üçgeni dediğiniz klitorisime geldi artık külotum dizime inmişti ayakta dili tam değmiyordu bende daha rahat emsin diye koltuğa oturup bacaklarımı açtım ayaklarımı omzuna koydum o kadar güzel yalıyordu ki anlatamam kaç kez boşaldım bilmiyorum bu çocuk işini iyi biliyordu emme yalama işini çok güzel yapıyordu bakireydim ama bu kadar yakışıklı karizmatik bir erkeğe de kendimi siktirmesem olmazdı yeter yalayıp yuttuğun sok artık gir içime karın yap erkeğim ol dedim bacaklarını omzuma aldı biraz yavaş bir şekilde girdi içime kan gibi ama açık renk birşeyler aktı sikini girip çıkarttıkça demek ki kızlık kanı böyle oluyormuş dedi dudaklarıma yapıştı devamı başka bir zaman
54 notes
·
View notes
Text
TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A AÇIK MEKTUP
Sayın Cumhurbaşkanı;
Bugün yapmış olduğunuz açıklamaları dinledikten sonra artık sabrımın tükendiğini fark edip, asla anlamayacağınızı, asla umursamayacağınızı bildiğim halde bu mektubu yazmaya karar verdim.
Tarihe not düşülmüş olur böylece.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Siz demokratik seçimler sayesinde oturduğunuz koltuğa halk tarafından getirilmiş bir devlet görevlisisiniz.
Bu ne demek?
Siz bize hizmet etmekle yükümlüsünüz.
Anamız değilsiniz, babamız değilsiniz.
İkide bir azarlayabileceğiniz, hakaret edebileceğiniz gibi bir yanılsama ve yanlış içerisinde olduğunuzu görüyorum.
HAMAS lideri için ilan ettiğiniz yası eleştirenlere cibiliyeti bozuk dediniz.
Dİ-YE-MEZ-Sİ-NİZ!!!
Siz kendisini sevebilir, sayabilir, ölümünün ardından kişisel olarak, kurumsal olarak (parti lideri olarak ve tüm parti olarak) yas tutabilir, kahrolabilirsiniz.
Ancak bunu "ulusal" hale getirdiğinizde, gösterilecek tepkiyi de soğukkanlılık ve nezaketle karşılayacaksınız.
Ben size "cibiliyeti bozuk" dersem sabah 4' te ters kelepçeyle evden alınırım. Siz de bana diyemezsiniz!
Askerlerimiz ölürken, vatandaşlarımız ölürken, insanlar sizin hükümetinizin ihmalkarlığı yüzünden trenlerde ölürken ilan etmediğiniz yası, siyasi görüşü bizimle zerre uyuşmayan biri için "ulusal" düzeyde ilan ederseniz, biz de eleştiririz! Bu her şeyden önce bizim vatandaşlık görevimizdir.
Sosyal medyayı sevmeyebilirsiniz. Çok kızabilirsiniz.
Kapatamazsınız öyle kafanıza göre.
Siz bu ülkeyi aklınıza estiği gibi yönetemezsiniz sayın Cumhurbaşkanı.
"Halkımızdan izin aldık" diyorsunuz.
Kendi tabanınızı bununla avutabilirsiniz, beni, bizi değil.
Siz ülkenin yüzde 35 inin, tüm ülkeyi yönetmesi için o koltuğa oturttuğu bir görevlisiniz.
İkide bir "bakanıma söyledim, belediye başkanıma söyledim" falan diyorsunuz ya, o bakan sizin değil, bizim! O belediye başkanı sizin değil bizim!
Yetti bu fırçalarınız, ağzı bozuk hitabetiniz ve öfkeniz!
Siz bize çalışıyorsunuz sayın Cumhurbaşkanı.
Biz size çalışmıyoruz.
Devlet sizin değil, hükümet sizin.
Halk da biziz,
Devlet de biziz!
Saygılarımla;
Zeki Emre DÖLCEL
26 notes
·
View notes
Text
DİSMORFOBİK TEFEKKÜR
Kendimi bildim bileli kağıtlara bir şeyler yazar köşeye atarım. Düzenli ve disiplinle yazmalarımın dışındaki bu yazım metodu, denizin çöpünü sahile vurması gibi. Ne yazdığımla samimiyetle ilgilenmiyorum! Bazı düşünceler aklımda belirdiğinde, beynim kısa devre yapıyor ve bir patırtı ile çıkarıyorum onu ağzımdan. Sonra bunları bir araya getirdiğimde, birbirleri ile asla aynı sayfaya dizilemeyecek, kendi halinde mantıksız düşünceler olduğunu anlıyorum. Bunu gerçekten çok önemli buluyorum. İnsanın kendini mantıklı konuşabilecek kadar yontması ciddi bir süreçtir! Bakın çevrenize. Ne kadar mantıksız insanlar içinde debeleniyoruz. İki sözü ardı ardına koyabilenin peygamber ilan edilmesinin, mantıklı cümle enflasyonuna bağlı olduğuna inananlardanım. Geçenlerde dini bir sohbetin özetini dinlerken, şöyle bir cümle duydum; ‘’Örümcek mübarek bir hayvandır.’’ Anlayabiliyorum! Yakinen tanıdığım arkadaşın biri de semtimizdeki sokak lambası direklerine üstüne isim yazılmış sticker yapıştırıyor. Kendince isim veriyor sokak lambalarına. Örümcek mübarek görülür. Çünkü inanışa göre Hz. Muhammed ve Hz. Ebubekir, hicret yolculuğunda müşriklerin takibinden kurtulmak için sevr mağarasına girer. Akabinde bir örümceğin mağara kapısına ördüğü ağ, oraya kimsenin giremeyeceği düşüncesini yaratır. Bu düşünce, kurtulmalarını sağlar. Örümcekler ekseriyetle birbirlerini yiyerek beslenirler. Bizim gibi.. Birbirlerini yiyen bir kavim, sadece bu inanıştan dolayı mübarek olamaz. Yani bence… Aynı sokak lambalarını isimlendiren arkadaş gibi. Onun aklının laboratuvarında ne ile neyi karıştırıp, bir çeşit fikir tiranı yarattığını bilmiyoruz. Kişisel bir rüyayı, semtindeki direklere aksettirmiş olması onu iyi veya mübarek yapar mı? Bence örümcek kadar mübarek yapabilir. Meseleler çoğu zaman onları nasıl konumlandırdığımıza göre sonuçlanıyor. Eğer sonuçlar bunca oksijen deryası içinde biraz azotluysa, bunu aklımızdaki navigasyona borçlu olabiliriz. Bu girizgahı neden yaptım biliyor musunuz? Shakespeare döneminde genç hanımefendiler dansa kalkmadan önce, bir elma dilimini koltuklarının altına koyarlarmış. Dans bitiminde bu elma dilimini, beğendikleri beyefendiye takdim ederlermiş. Hareketli ve terletici bir dansın sonunda, o elma diliminin nasıl kokacağı ile ilgili kimsenin aklında soru işareti olduğunu düşünmüyorum. ‘’İnsan, düşünen bir hayvandır’’ cümlesinde ki ‘’hayvan’’ işte bu güdüsel yaklaşıma çok uygun bence. İnsanı, bendesinden kokusu ile talep etmek ya da sunmak.. Romantizm, bu tip bir detayda gizli kalabilmeliydi! Kurumsallaşmış bir romantizm, geleceğe güçlü şirketler bırakmaktan başka bir işe yaramıyor. Neyse. Bu kadar çer çöp yeter. Sağlıcakla..
13 notes
·
View notes
Text
Hayat, aptalca söylenmiş kişisel gelişim sözleriyle sürdürülemeyecek kadar acımasız. İyi biri olmaya çalışmayın, adil biri olmaya çalışın ve insanlara hak ettikleri gibi davrandığınızda, sizi kötü biri ilan edeceklerinden emin olun.
9 notes
·
View notes
Text
TÜRKİYE CUMHURİYETİ CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN'A AÇIK MEKTUP
Sayın Cumhurbaşkanı;
Bugün yapmış olduğunuz açıklamaları dinledikten sonra artık sabrımın tükendiğini fark edip, asla anlamayacağınızı, asla umursamayacağınızı bildiğim halde bu mektubu yazmaya karar verdim.
Tarihe not düşülmüş olur böylece.
Sayın Cumhurbaşkanı;
Siz demokratik seçimler sayesinde oturduğunuz koltuğa halk tarafından getirilmiş bir devlet görevlisisiniz.
Bu ne demek?
Siz bize hizmet etmekle yükümlüsünüz.
Anamız değilsiniz, babamız değilsiniz. İkide bir azarlayabileceğiniz, hakaret edebileceğiniz gibi bir yanılsama ve yanlış içerisinde olduğunuzu görüyorum.
HAMAS lideri için ilan ettiğiniz yası eleştirenlere cibiliyeti bozuk dediniz.
Dİ-YE-MEZ-Sİ-NİZ!!!
Siz kendisini sevebilir, sayabilir, ölümünün ardından kişisel olarak, kurumsal olarak (parti lideri olarak ve tüm parti olarak) yas tutabilir, kahrolabilirsiniz.
Ancak bunu "ulusal" hale getirdiğinizde, gösterilecek tepkiyi de soğukkanlılık ve nezaketle karşılayacaksınız.
Ben size "cibiliyeti bozuk" dersem sabah 4' te ters kelepçeyle evden alınırım.
Siz de bana diyemezsiniz!
Askerlerimiz ölürken, vatandaşlarımız ölürken, insanlar sizin hükümetinizin ihmalkarlığı yüzünden trenlerde ölürken ilan etmediğiniz yası, siyasi görüşü bizimle zerre uyuşmayan biri için "ulusal" düzeyde ilan ederseniz, biz de eleştiririz!
Bu her şeyden önce bizim vatandaşlık görevimizdir.
Sosyal medyayı sevmeyebilirsiniz.
Çok kızabilirsiniz.
Kapatamazsınız öyle kafanıza göre.
Siz bu ülkeyi aklınıza estiği gibi yönetemezsiniz sayın Cumhurbaşkanı.
"Halkımızdan izin aldık" diyorsunuz.
Kendi tabanınızı bununla avutabilirsiniz, beni, bizi değil.
Siz ülkenin yüzde 35 inin, tüm ülkeyi yönetmesi için o koltuğa oturttuğu bir görevlisiniz.
İkide bir "bakanıma söyledim, belediye başkanıma söyledim" falan diyorsunuz ya, o bakan sizin değil, bizim!
O belediye başkanı sizin değil bizim!
Yetti bu fırçalarınız, ağzı bozuk hitabetiniz ve öfkeniz!
Siz bize çalışıyorsunuz sayın Cumhurbaşkanı.
Biz size çalışmıyoruz.
Devlet sizin değil, hükümet sizin.
Halk da biziz,
Devlet de biziz!
Saygılarımla;
Zeki Emre DÖLCEL
2 notes
·
View notes
Text
Ortadoğu gazetesi yazarı Yücel Bulut, 1963 yılında, Türkiye'nin ilk Hac ve Umre Organizasyon şirketinin kurucularından Prof. Dr. Mehmet Müftüoğlu’nun Kadir Mısıroğlu ile ortak olduğunu, ancak şirketin başına bıraktığı Kadir Mısıroğlu’nun kasayı boşaltarak Bebek’ten ev aldığını iddia etti.Yücel Bulut, Mısıroğlu ile ilgili şunları yazdı:
“Yıl 1963!
Bugün “dindar gençliğine” rol model olarak sunulan ve kendini “belli ölçüde deliyim” şeklinde tanımlayan Kadir Mısıroğlu'nun henüz bu denli tanınmadığı yıllardır.
Bugün olduğu gibi, o günlerde de Kadir Mısıroğlu çevresine dindar bir profil çizmekte, tertemiz Müslüman profiliyle güven telkin etmektedir. Ticarete heveslidir. Dönemin tanınmış ilahiyatçılarından olan ve Türkiye'nin ilk Hac ve Umre Organizasyon şirketinin kurucularından Prof. Dr. Mehmet Müftüoğlu; ağzı iyi laf yapan bu genç adama güvenir. Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı'yla birlikte “ORTAŞARK” isimli Hac ve Umre Organizasyon Şirketi'ni kurarlar. Hacı Bayram Mevkiinde Kıskaç Sok Numara 4'te kurulan bu şirket Güney Matbaasının hemen yanındadır.Mehmet Müftüoğlu çok iyi düzeyde Arapça bilmesi nedeniyle Türkiye'den Hacca giden kafilelerin başında yer alır. Müftüoğlu, Hacılarla birlikte Suudi Arabistan'a giderken; şirketin Türkiye'deki işlerini de Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı'ya bırakır…
PARALAR BUHARLAŞTI
1960'ların Türkiye'sinde oldukça uzun süren bir Hac seyahatine çıkan Mehmet Müftüoğlu bu defa geri döndüğünde her şeyin buhar olup gittiğini fark eder.. Dünyası yıkılmıştır. Her şeyini emanet ettiği Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı toplanan Hac paralarını adeta buharlaştırmıştır. Bir türlü hesabı tutturamazlar. Rivayet göre İhsan Toksarı hacıların parasıyla bebekte apartman yaptırmış, Kadir Mısıroğlu da paraların bir kısmını buharlaştırmıştır.
Olay Adliyelik olur. Bütün birikimini bir anda kaybeden İlahiyat Profesörü Mehmet Müftüoğlu derhal mahkemeye koşar. Kadir Mısıroğlu ve İhsan Toksarı aleyhine alacak davası açar. Açar ve kazanır da! Ama parasını tahsil etmesi mümkün olmaz. Ahını bırakıp geride, Rahmet-i Rahman'a intikal eder. Çok meraklısına buna ilişkin mahkeme kararını da gönderebiliriz.
CUNTACILARDAN KORKUP YURTDIŞINA GİTTİ
Neyse Kadir Mısıroğlu, sonrasında yayıncılık gibi işlerle uğraşır. Ama asıl işi Atatürk'e ve Cumhuriyeti kuran kadroya küfretmek ve şeriat düzeni istemektir.
Hayatını küfür ve hakaretlerle geçiren ve güya Allah'tan başkasından korkmayan Kadir Mısıroğlu; hakir gördüğü “Allahsız Devrimciler”in ya da kafatasçı ülkücülerin hücrelerde tutulduğu ihtilal günlerinde; cuntacıların hışmından korkmuş ve soluğu yurtdışında almıştır.
BAKMAYIN ŞERİAT DEDİĞİNE
Bütün hayatı boyunca, memlekete Batı tipi bir düzen getirmekle suçladığı Mustafa Kemal'e küfreden ve şeriat düzeni isteyen Kadir Mısıroğlu'nun, hayalindeki gibi şeriatla yönetilen bir İslam Ülkesine kaçtığına kesin gözüyle bakılmıştır. Oysa şeytanın şerrinden Allah'a sığınırım diyen dili bir anda “lal” olmuş, cuntacıların şerrinden kaçıp şeytan dediği Batı'ya sığınıvermiştir. Gençlere şeriatın hikmetlerini, Batı'nın melanetini anlatan Kadir Mısıroğlu soluğu Almanya'da almıştır. Frankfurt'a yerleşen Mısıroğlu, buradan da İngiltere'ye geçmiştir…Bakmayın şeriat istediğine, 7 Eylül 1983 tarih ve 18158 numaralı kararla birlikte Türk Vatandaşlığından çıkarıldığında, bu defa da İNGİLTERE'DEN siyasi iltica talep etmiştir.Sonrası mı?
İngiltere'de geçirdiği günleri sonrasında beş parasız kalmıştır. Mehmet Müftüoğlu'nu hiç hatırladı mı bilinmez ama rotayı yine şeriata değil “kişisel rahatına” kırmıştır. Tekrar Almanya'nın yolunu tutmuş, yurtdışında kaldığı 11 yıl boyunca dilinden düşürmediği “şeriatla yönetilen İslam ülkelerine” bir kez bile uğramamıştır..Almanya'da camileri dolaşıp, kurduğu sucuk fabrikası için Müslümanlardan para toplamıştır. Tabi aklına kim geldiyse söverek... Demokrat Parti'nin kurucusu Celal Bayar'ı,“İnönü'den bile dinsiz ilan ederek…”Çok merak edenler arşivlerden, sucuk fabrikası için para toplayan Kadir Mısıroğlu'nun Celal Bayar'a ithamlarını da okuyabilirler.
MEHMET AKİF’E DE KÜFRETMİŞTİR
1991 yılından sonra Türkiye'ye tekrar dönmüştür. Kaldığı yerden Atatürk'e, İnönü'ye ve Bayar'a; Cumhuriyeti kuranların neredeyse tamamına küfretmeye devam etmiştir.Sadece O kadar mı?
Elbette hayır…Akif'e de küfretmiştir Akif'e…
Yandaşların dilinden düşürmediği Mehmet Akif'e…
Kaldırıp milli şairimize “serserinin teki” deyip geçmiştir…Dedik ya…Müslüman mı, yoksa koca bir şarlatan mı bilemeyiz…Bu adama alkış tutmaya devam edenlere de sadece Tanrıdan akıl ve fikir ihsan etmesini dileyebiliriz…”
1 note
·
View note
Text
Aslına bakarsanız, okulun bir özgürlük ve eşitlik kurumu olduğu inancı, gerçekte okulun, usulen benimsediği eşitliğe rağmen –hatta tam da bu biçimsel eşitlik yüzünden– muhafazakâr ve hakkaniyetsiz bir kurum olduğu gerçeğini görmeyi engelliyor.
(...)
Okulun sorumluluğu nedir? “Okul” derken okul sistemini kastediyorum, işleyişinde payı olanları değil. Toplumsal eşitsizliklerin idamesinde okulun sorumluluğu nedir? Hem okul karşısındaki eşitsizliklerin, hem de bizzat okulun aktardığı eşitsizliklerin… Bu soruyu layıkıyla sorduğumuzda, bilimin cevabı kuşkuya yer bırakmıyor. Okulun bünyesinde taşıdığı ve hem öğretmenlerde hem de öğrencilerde aradığı değerler; ayırt edici pedagoji yöntemleri (veya bazı öğretim türlerinde, yöntemsizliği); devreye soktuğu seçme ve değerlendirme ölçütleri; aktardığı kültürün içeriği – tüm bunlar, en ayrıcalıklı çocukların lehine, en ayrıcalıksız çocukların aleyhine işliyor. Bu da eğitim sisteminin tamamına hükmeden biçimsel eşitliğin fiilen hakkaniyetsiz olması sonucunu doğuruyor ve demokratik ideallere bağlılığını ilan eden bir toplumda, ayrıcalıkların, açıktan devredildikleri duruma kıyasla çok daha iyi muhafaza edilmesini sağlıyor.
(...)
Eğitim sistemi böylece, ekonomik ve –ondan da fazla– kültürel sermayenin aktarımına dayalı bir toplumsal düzene, eğitimsel liyakat ve kişisel yeteneğe dayalı bir düzen görüntüsü vererek ekonomik ve toplumsal eşitsizliklerin meşrulaştırılmasına katkıda bulunuyor. O halde, eğitimin özgürleştirme etkisinden söz ederken, mevcut haliyle okuldan mı yoksa olması gereken haliyle okuldan mı bahsettiğimizi açıklığa kavuşturmamız gerek. Mevcut haliyle okulun, toplumsal yapının değişmezliğinde çok büyük payı var. Tüm verilerin işaret ettiği üzere, sınıfsal hareketliliğin ve kültürel başarının birincil aracı olan okullaşmayla ilgili eşitsizlikler, toplumumuzda ekonomik eşitsizliklere kıyasla çok daha belirgindir. Kültürel yoksunluk, ekonomik yoksunluk kadar yoğun biçimde hissedilmiyorsa, bunun sebebi, kültür alanında mahrumiyet hissi ile mahrumiyetin kendisi arasında ters orantı olmasıdır: İnsan kültürden ne kadar mahrumsa, kültürden mahrum olma bilinci o kadar düşük olur.
6 notes
·
View notes
Text
“Sonsuz gibi görünen döngülerde incelip kalınlaşır,bazen de hayat kendini endometrium gibi hisseder…”Unutmuş olabileceğim şeyleri düşündüğümde aklıma hep bu cümle gelir…Hayatın rutinin de kendi rutinsizliğimi ilan etmeye çalıştım hep!Oysa herkesin bir rutini olmalı der modern hayatın kişisel gelişimcileri…Tam buradan insan doğasını yine bir kalıba sığdırma isteğine karşı çıkış geliyor içimden…Bir anda kedimle ne çok ortak özelliğim olduğu geçiyor aklımdan.Sinsi bir başkaldırıydı benim bütün eylemlerim hayata,ölüme,aşka…O yüzden rutinsizliğim,sıkılganlığım,tutunamayışım.Bahane değildi hiç biri gerçek bendim,beni ben yapan tüm rutinsizliklerimle en güzel bendeyim şimdi 🖤
9 notes
·
View notes
Text
11 EKİM 2022
Ali, bütün okulun gözü önünde kardeş olduklarını ilan eden Berk'i ve iptal olan maçı, Cemre sayesinde sindirmeye çalışıyordu. Cemre kendisini, annesinin arabasına çekmişti. Genç kız sürücü koltuğunda oturuyordu, Ali de yanında.
Cemre, hiçbir şey söylemeden, hiçbir yorum yapmadan, "Sana müzik açmamı ister misin?" diye sordu.
"Olur."
Kızın oynattığı, "Uzunlar" şarkısıydı. Bu şarkının Cemre'ye düşündürdükleri, Ali'ye çağrıştırdıklarından bambaşka şeylerdi. Cemre kendi kendine, "Bunu ona ben söylemeliyim, bunu birinden öğrenecekse bu ben olmalıyım, çok geç olmadan ben itiraf etmeliyim... ama böyle bir şey nasıl itiraf edilir ki?" diye tekrar ediyordu. "Biliyor musun," dedi nihayet. "Sana söylemem gereken bir şey var..."
"Ne?" diye sordu Ali.
Cemre'nin gözleri, Ali'ninkilere dalıp gidiyordu. Bu bakışmalar, sonsuzluk gibi geldi Ali'ye. Cemre, derin bir nefes aldı, nihayet boğazını temizledi ve buz gibi konuştu:
"Vefa'yı ben öldürdüm."
"Ne?" diye tekrarladı Ali. "Cemre, bu yine o iğrenç esprilerinden biri mi? Bu seferki komik değildi, hem de tam anlamıyla tiksinçti."
"Doğruyu söylüyorum Ali. Vedat abi masum... Tıpkı Kenan amcanın olduğu gibi... gerçek katil benim. Onu seviyordum..."
"Sevdiğin için öldürdün yani?"
"Evet. Beni anlamadığını biliyorum..."
"Doğru, anlamıyorum." Ali, kapının kulpuna uzandı. Cemre,
"N'oldu, nereye gidiyorsun Ali?" diye sordu. Ali,
"Sevdiğin ikinci insanı da elinden alacağım senin," dedi. Hızla arabadan çıkarak, kendisini caddeden geçmekte olan bir aracın önüne attı. Cemre de, sürücü koltuğundan kalktıktan sonra; saniyeler içinde Ali'nin araç tarafından havaya fırlatılan bedenini gördü. Her şey Vefa'yı öldürdüğü geceki gibi olmuştu, ama yerçekimi tersine işliyordu şimdi. Cemre, var gücüyle çığlık attı:
"ALİİİİİ!"
"Bana âşık olduğunu mu söyleyecektin?" sözleriyle genç kızın ayakları, gerçek dünyaya bastı. Ali, gözlerinin önünde elini sallamaktaydı şimdi. "Huuu, kime diyorum? Cemre, gözün açık rüya mı görmeye başladın yine? Yoksa tahmin ettiğim şey mi..."
Cemre'yi durduran bu olmuştu. O an çalan bir telefon, veya başka bir itiraf engeli değil... Cemre, Ali'ye gerçeği itiraf ederse Ali Cemre'ye kıyamazdı. Kıydığı kendisi olurdu. Yani Cemre'nin zihninde, Ali kendisini bu kadar seviyordu...
Aşk için ölecek kadar. Öldürecek kadar. Kendini bile.
Vefa'nın olmadığı dünyada, Ali Cemre'nin ruh eşiydi.
"Gözü açık rüya değildi bu... gözü açık kâbustu..." diyen Cemre, gerisini sesli söyledi: "Hayır... ilaçları bıraktığım falan yok... O hata bir kereye mahsustu... Sana âşık olduğum da doğru... ama ben sadece... Kolton Stewart'a çok benzediğini söyleyecektim."
Ali nihayet sırıttı. "Aklıma Arap geldi. Ben de onu 'EDHO' dizisinden bir karaktere benzetmiştim... Sana ayıp olmayacaksa, ben mahalleme gideyim Cemre."
"Ayıp olur..." dedi Cemre. "Eğer bu arabayla gitmezsek..."
"Cemre..." dedi Ali de. "Ben de sana çok âşığım."
"Öyleyse bunu birbirimize daha çok söyleyelim," diyen Cemre gülümsedi.
"Biliyor musun..." dedi Ali. "Benim karnım çok acıktı. Seni yemeye götüreyim mi önce?"
"Olur! Ne diyeceğiz?" diye sordu Cemre.
"Köfte-ekmek... köfte-ekmek bana daima adaleti hatırlatmıştır."
Cemre güldü. "Ne alaka köfteyle adalet?"
"Biraz düşün... düşünürsen köfteyle adaletin ne alakası olduğunu anlayacaksın. Ama sana daha kişisel bir cevap vereyim, belki daha tatmin edici olur. Küçüklüğümden beri, hiçbir baltaya sap olamazsam, köfteci olacağımı hayal etmiştim... İtalya'ya gidecek ve köfte satacaktım sokaklarda... ondan sonra, kazandığım paralarla bir dükkân yapacaktım..."
"Neden İtalya?"
"Onlar da boğazına düşkün de ondan... Köfteyi beğenirler, diye düşündüm."
"Saçma. İtalya'da başka yemek iş yapar." Cemre, İtalya'yı görmüş olduğu için kolaylıkla yorum yapabiliyordu...
"Ne mesela?" diye sohbeti devam ettirdi Ali. Cemre'yle alelade konulardan konuşmak hoşuna gidiyordu, Berk meselesini unutuyordu...
"Flatbread."
"Ney?" Bilmediği için utanmasını saklamaya çalıştı.
Cemre tekrar güldü. "Yassı ekmek yani... İtalyanlar pizza yaparken, bir sürü seçenek sunarlar biliyorsun. Bazı insanlar, pizzayı sossuz tercih ediyor orada. Bazıları mozarella peyniri istemez... bir de yassı ekmek var; ne sosu vardır, ne de peyniri... İtalyan şefler, günün sonunda ellerinde sossuz ve de peynirsiz ekmek kaldıysa, onu sokakta yaşayan insanlara veriyorlar..."
"Anladım..." dedi Ali. "Ama bu yassı ekmek işi insanı batırır."
"Neden ki? Şöyle düşün, sen Roma'da dükkânı olan bir pizzacısın, günün sonunda bir evsiz gelip senden basit bir flatbread istiyor... ama sen delikanlı Ali olduğun için, ona karışık bir pizza verip, garibanın yüzünü güldürüyorsun... o da ne, evsiz değil, tam tersine bir dâhiymiş...! Sana teşekkür olarak birkaç binlik euro getiriyor, restoranında pay sahibi oluyor, dükkânını kalkındırıyor..."
"İtalya'daki evsizlerin böyle dâhi olduğunu sanmıyorum..."
"İnsanlara inanmayacaksan, sen bilirsin," diye cevap verdi Cemre de. İtalya'da köfte-ekmek satmak mı daha kârlıydı, yoksa "flatbread" mi, orasını ancak Allah bilirdi. "E ha'di ne duruyorsun, geçsene şoför koltuğuna."
"Arabayı annen kullanmayacak mıydı... benim ehliyetim olmadığını unutuyorsun galiba."
"Ama araba kullanmayı biliyorsun, öyle değil mi?"
"Elbette?"
"Okuldan Tozluyaka'ya kadar sürsen ne çıkar, trafik polisine yakalanmazsın öyle değil mi! Hem bir güne kaç tane uğursuzluk sığacak ki!"
Ali, Cemre tarafından resmen suç işlemeye davet edilmeye ne tepki vereceğini şaşırdı. Cemre, "Sevdiğin insan için suç işlemekten korkuyor musun?" diye ısrar etti.
"Aşk tanımımda bu olduğunu sanmıyorum..."
"Ama Bonnie ile Clyde'ınkinde varmış..." diyen Cemre, sıkıntıyla yerinde kıpırdandı. Ali,
"Cemre, beni sıkıcı mı buluyorsun?" diye sordu.
"Bulsam, bur'da olur muyduk?"
"Ne bileyim... bazen düşünmeden edemiyorum. Sonuçta sen etrafında lüks arabalı modellere alışıksın, bense Ali'yim işte. Tozluyakalı Yangın Ali, o kadar. Ne param var, ne son model otomobilim, ne de... yassı ekmek gibi şeyler biliyorum, annem kırk yıllık fırıncı olduğu halde..."
"Az önce saydıklarının hepsine de sahipsin, unuttun mu Kenan Yağızoğlu'nun oğlu?"
Ali nihayet gülmeyi başarmıştı. "Kenan'ın babam olması hiçbir şeyi değiştirmez... bende her şey aynı... Senle de ben... Peter Parker ve Mary-Jane gibiyiz, bizim doğduğumuz yıllardan da eski filmlerin, Lale Devri'nden kalma âşıkları... N'oldu, susuyorsun... gerçekler acı geldi tabi' di mi?"
"Hayır, ondan değil de... aklımdakini söylersem, yanlış anlamandan korkuyorum..."
"Söyle. Anlamam, merak etme..."
"Babam da babası sayesinde değil, evlilik vasıtasıyla zengin olanlardan... yani senin gibi, sonradan zengin olanlardandı... O 'fakirlik' hiç çıkmadı içinden. Beni bahane ederek ayrıldı evden, ama ben biliyorum ki, hiçbir zaman anneme denk hissetmediği için terk etti bizi."
"Ama ben öyle yapmayacağım," dedi Ali.
"Ne yapmayacaksın?"
"Ben seni terk etmeyeceğim baban gibi..."
"N'olursa olsun mu?"
"N'olursa olsun."
"Zaten babamdan sonra sen de gidersen beni üzmüş olmazsın..." dedi Cemre. "Beni yerle bir etmiş olursun, o kadar..."
*****
Maçın iptal olmasına sevinen, bir tek Arap vardı. Bu konuda Berk'e minnet bile duyuyordu. "Demek o küçük sincap..." dedi Zeyno'ya. "Ali'nin abisiymiş ha?"
"Bu yüzden Ali'yle 'sıkı-fıkılarmış' bu zamana kadar..." dedi Zeyno. "Kan çekiyormuş demek ki..."
"Ne zaman öğrendiklerini bilmiyoruz. O sincap bugün öğrenmiş orası belli de, Ali daha evvel biliyormuş demek ki, ikimizden de saklamış..."
"Böyle bir şeyin anlatılması kolay mı Arap? Annesinin düşeceği durumu düşünmüş olmalı... hiçbirimizin aklından geçer miydi ya, yani bizim Derya Sultan'la Kenan müdür... ne bileyim, hiç kimse çaktırmadı ki bugüne kadar...!"
"Eski Ali olsa, bizden saklamazdı Zeyno, ben bunu bilir, bunu söylerim. Bunu Ali'ye de söyleyeceğim."
"Neymiş bana söyleyeceğin şey?" diyen bir ses ortaya çıktı.
"Özel bir şey Ali," diyen Arap, ayağa kalktı. "Gel seninle biraz erkek erkeğe konuşalım..."
"Zeyno'dan gizli-saklımız mı var?"
"Bence senin Zeyno'yla benden gizlediğin bir şeyler vardır... malum, artık birbirimize güvenmiyoruz ya...!"
"Ben sizi yalnız bırakayım..." diyen Zeyno Arap'ın evine girdi. Arap da, nereye gittiğini bilmeksizin yürümeye başladı.
"Arap nereye gidiyorsun, oğlum, dur bi'!"
"Babamı ziyaret edeceğim. Belki bugün bi' umut görüşe çıkar... belki bi' ümit, kafamdaki soruların cevaplarını bulabilirim..."
"Ben de geleceğim."
"Sen kendi babana git."
"Arap, Kenan Yağızoğlu'nun oğlu olmayı ben seçmişim gibi konuşuyorsun!" diye bağırdı Ali. Zeyno'nun evinin önüne gelmişlerdi. "Çok ayıp ediyorsun bana karşı!"
"Ya, senin Zeyno'yla bana yaptığın şey ayıp değil mi peki?"
"Ne ayıp etmişim? Zeyno'nun Reco'ya yaptığı gibi, Berk'in elinden tutup evinize mi getirseydim? 'Bakın arkadaşlar, bu benim kardeşim,' mi deseydim?"
"Sen de haklısın, Zeyno da haklı, bir tek ben haksızım kardeşim!"
"Ne alaka Zeyno? O ne saklıyor ki?"
"O ne saklıyor öyle mi, onun ne sakladığını öğrenmek ister misin Ali?"
"Evet?"
Arap, bir koşu Zeyno'nun evine girip geri döndü. Kader, neler olduğunu merak ederek camdan izlemeye başladı. Arap, elinde tuttuğu bir tomar kâğıdı, Ali'nin üstüne fırlattı. Ali, bunların karakalem portreler olduğunu gördü. Bazıları renkliydi. "Bunlar... benim resimlerim?"
"Evet!" dedi Arap.
"Eee, n'olmuş yani Arap? Zeyno'nun beni çizmesi normal değil mi, ne var bunda saklayacak?"
"Normal elbette, ama 'sadece' seni çizmesi saklanacak bir şey değil mi sence de?" diye sordu. "Bir bak bakalım, bunların arasında ben var mıyım?" Camı gösterdi. "Anası var mı, Vefa var mı, babası var mı, ne bileyim, Reco var mı...?"
Ali, daha fazla şok haber duymak istemezmiş gibi kulaklarını kapadı. "Hayır ya, hayır..."
"Evet, Ali, evet! Sen işitmek istemeyince, kör taklidi yapınca gerçekler ortadan kaybolmuyor. Biraz bırak babasının şarap çanağına tükürdüğümün Yağızoğlu Koleji'ni de, dön bak mahallene...! Tozluyaka yanıyor oğlum, Tozluyaka yanıyor!"
Ondan sonra, hapishaneye giden yoluna devam etti. Ali'yi, yere saçılan resimleri ne yapacağını düşünmek üzere geride bırakmıştı...
*****
"Aferin oğlum," diyordu Kenan. "Aferin."
Berk, böyle zamanlarda babasının ironi yapıp yapmadığını anlayamazdı. Ama Kenan alkışlıyordu: "Tam benim isteyeceğim gibi davrandın. Bütün okul nihayet öğrendi gerçekleri... Benim Derya'dan bir oğlum olduğunu... Ali'nin de senin kardeşin olduğunu... ama kurunun yanında yaş da yandı tabi'. Ne kanser olduğum, bu şekilde duyulsun isterdim, ne de Derya'nın, annenle aramıza girdiği yanlış anlaşılması, ama artık biz bir aileyiz. Derya, sen, ben, Ali, aile terapisi alacağız gerekirse, bütün sorunlarımızı aşacağız..."
Kenan şimdi saçmalamaya başlamıştı işte. Berk onu hiç muhatap almadan, Ozan'ı aradı. "Oğlum, nerelerdesin ya?" diye sordu. "Ne zaman alacaksın bu hamster'ı? Ulan, madem bana kakalamak istiyordun, öyleyse hayvana neden Melisa ismini verdin? O kadar değersiz miydi Melisa senin için?"
"Öyleymiş," dedi Ozan, "Ben yeni birine âşık oldum bro, o hamster sonsuza kadar sende kalabilir."
"Oha. Kime?"
"Ekim'e..."
Berk, bunu ciddiye almadı; Ozan, her zamanki sulu şakalarından yapıyordu herhalde. Kanat'la önce Melisa için yarışa girmek, sonra da Ekim için öyle mi...? "Dostum," dedi, "Bir mesaj geldi, kusura bakmazsan ben onunla bir ilgileneyim..."
Bu bir konum bilgisiydi. Berk önce, yine Ege'den şüphelendi. Ama Ege'yi çok iyi tanıyordu, o asla kendisini bu kadar erken bir saatte çağırmazdı bir yere...
Berk'e gelen "lokasyon", delikanlıyı yarın saat yedide bekliyordu Saatçi Serdar'a.
*****
Zeyno, portrelerinin karıştırılmış olduğunu hemen fark etti. "Anne, sen mi dağıttın bunları?" diye sordu hemen.
"Bugün Arap geldi, Ali'ye bir şey göstermek için, sonra sizin küçükken oyuncaklarınızı toparlamak işi gibi yine benim üstüme kaldı... sırasını bozmuş olabilirim kızım, kusuruma bakma."
"Ne, ben yanlış duymuyorum di mi, Arap bunları Ali'ye mi gösterdi?!"
"Evet," diyen Kader, halen safa yatıyordu, "Şimdi söyle bakayım, patatesi tavukla mı haşlayayım, kırmızı etle mi...?"
"Hangisiyle haşlayacağını bilmem ama, ben Arap'ı haşlamaya gidiyorum!" diyen Zeyno, yerinden fırladı. Arap'ın Duru'yla bir haftayı bile bulmayan ilişkisi, Hazal'la içine girdikleri garip durum, babasının içeride olmasını filan hiç umursamadan, hemen attı kendini dışarıya. Ama o Arap'a gidemeden, Ali ona gelmişti...
"N'aber Zeyno?" diye sordu.
"İ-İyiyim Ali..." diyen Zeyno, Ali'nin kalın kafalı olduğu, ve hiçbir şey anlamadığı umuduna tutunmaya başladı.
"Bana soracak olursan ben hiç iyi değilim..." dedi Ali. "Bugün bir kardeşim olduğunu bütün okul öğrendi. Kardeşlerimden birinin de, aslında hiç kardeşim olmamış olduğunu ben öğrendim..."
"Ali..." dedi Zeyno da. "Özür dilerim, ben bu şekilde öğrenmeni istemezdim... kafasını kıracağım o Arap'ın!"
"Nasıl öğrendimse öğrendim, özür dileyecek ne var...?" dedi Ali. "Benim sadece merak ettiğim bir şey var..." Zeyno'nun bileklerini, avuçları arasına aldı. "Bunları benim için mi yaptın?"
"Hayır, tabii ki de hayır!" Zeyno kabul edebilirdi, ama aklına Cemre geliyordu. Eğer Cemre hiç olmasaydı itiraf edebilirdi, ama Ali'nin ilişkisi... bunu bozmaya hakkı yoktu.
"Sevindim. Çünkü öyleyse, sana şöyle söyleyeceğim için vicdan azabı çekmeyeceğim... Her zaman Cemre vardı. Daima, Cemre var. Ve hep, Cemre olacak..."
"Yakışıyorsunuz da zaten..." dedi Zeyno.
"Böyle düşünmene çok sevindim. Artık Arap'ın kafasını kırmak istemiyorsun öyle değil mi?"
"Hayır."
"Ha'di, şimdi içeri geç o zaman," dedi Ali. "Yarın senle Arap'a pamuk şekeri ısmarlayacağım... tıpkı eski günlerde olduğu gibi..."
Ama Ali, bu sözünü tutamayacaktı...
Yarın, saat yediden evvel, "Ali Bey, size güzel haberlerim var," diyen bir mesaj gelecekti. "Saat çalıştı..."
*****
12 EKİM 2022
Vefa, o günkü fizik-tedavi seansından sonra, yatalak haliyle yapabildiği en iyi şeyi yapıyordu. Geçmişi hatırlıyordu. Bu kez hatıraları, her zamanki gibi babası veya Hazal ile dolu değildi. Bu kez tam bir sene öncesini hatırlamıştı. 12 Ekim 2021'i... Bu hatıralarda, herkes aynı görünüyordu. Bir tek Çağrı'nın, saçlarına attırdığı grimsi beyaz bir boya gölgesi vardı, o kadar...
Berk, öfkeden barut gibi olmuş bir şekilde başlamıştı o haftanın ikinci gününe. "Ne bu şiddet, bu celal?" diye sordu Leyla.
"Cemre tam bir hafta yok!" diye kelimenin tam anlamıyla hırladı Berk. "Yine rehabilitasyona gitti... Allah'ını seven bana bu hafta bulaşmaz!" Berk, Cemre hakkında fazla bile konuşmuştu. Neden rehabilitasyonda olması gerektiğini asla paylaşmamalıydı, asla...
Vefa, bu anları hatırlayınca, Cemre'nin rehabilitasyonuna haddinden az dikkat ettiğini düşündü şimdi. Eğer bu kızın bir akıl hastası olduğunu hiç unutmasaydı, belki şimdi...
Hatırlamaya devam etti Vefa. O gün, matematik öğretmeninin de sürpriz bir "quiz" yapacağı tutmuştu onuncu sınıfları. İngilizceciler sayesinde Türk eğitim sistemine giren "quiz"ler, sayısal hocalarına da ilham olmuştu ve Berk de, saz arkadaşları da, bu "quiz"den kopyayla geçmeyi planlıyorlardı.
İşte Vefa'ya bulaştıkları an bu andı.
"Oğlum açsana şu kâğıdı!" diye fısıldadı Berk ama, Vefa bu "fısıltının" nasıl olup da işitilmediğine hayret etti. Gerginlikle çevresine bakındı, Çağrı'nın da yüzündeki tehditkâr ifadeyi gördü, Ege'nin de gözlerindeki tehdit eden bakışları. Adeta, Hababam Sınıfı tarafından sıkıştırılan Köylü Ahmet'e dönmüştü. Ama kendisinin, Ahmet'ten farklı olarak sırtını yasladığı bir Mahmut hocası yoktu bu okulda, Berklere kopyayı vermeye kalkarsa yakalanacak kadar talihsizdi, üstelik sadece kendisinin suçlanacağını biliyordu. Berk ve oyun arkadaşlarına her zamanki gibi hiçbir şey olmayacaktı.
Vefa, bursunu yakmamak için, daha çok kapandı kâğıdının üzerine.
Şimdiki Vefa olsa, "Aman oğlum, ne abartmışsın, alt tarafı bir 'quiz'miş, veriverseymişsin cevapları..." derdi...
Şimdiki Vefa'nın sağlam bir yeri kalmamıştı ki... artık bütün sınavlar, bütün bir okul hayatı, hatta komple Türk eğitim sistemi, Vefa için önemli olmaktan çıkıyordu...
Duru tarafından, spor salonuna çağırtılmıştı. Hiç kimsenin sözünü ikiletmeyen Vefa, burada Önder hocayı bulacağını düşünerek güvenmişti Duru'ya ama, spor salonundan adımını attığında, sürpriz "quiz"den daha kötü bir sürprizle karşılaştı...
Berk'le Çağrı, kollarını kavuşturmuş bir vaziyette bekliyordu onu. Vefa, hızlı bir çözümle hemen kapıya döndürdü yönünü ama, sırada Ege vardı. İçlerinde en uzun boylu olanı, kapıyı bekliyordu. Vefa'ya geçit vermeyecekti...
"Getir onu buraya," diyen Berk'in sesi, Vefa'nın beklediğinden sakin çıktı. Vefa, Ege tarafından Berklere taraf sürüklenirken, suyuna gitmeye karar vermişti. Fakat Berk, özür dilemesine bile fırsat vermeyecek kadar bilenmişe benziyordu.
"Sen de tut şunun diğer kolundan," dedi Çağrı'ya.
Vefa, korkudan kaskatı kesilmiş, artık istese de özür dileyemezdi. Berk, ilk defa Vefa'yı muhatap alarak, "Sınavdan kaç aldığımı biliyor musun?" diye sordu.
"Bi-Bilmiyorum," diye saçmaladı Vefa, sınav daha bugün yapılmıştı, ne ara okunabilirdi ki!
"Ben tahmin edebiliyorum..." dedi Berk, ve elini bir yumruk yaptı. "Koca bir sıfır!"
Vefa, karnına yediği yumrukla, gözlerinin önünde yıldızların uçuşmasını görebildi. Vefacık daha ilkinin ağrısını kaldıramadan, "Bu da Çağrı'nın aldığı sıfır için!" diye yeni bir ses ulaştı kulaklarına. Bu seferki yumruk, bir süre sonra hissettirmeye başladı verdiği ağrıyı.
Vefa, Berk'in üçüncü yumruğunun yüzüne nişan alındığını seçebiliyordu. "Ne dersin?" diye sordu nefes nefese. "Yüzüne atmalı mıyım sence bunu? Sonra hocalardan biri görürse ne der? Sabaha kadar hesap ver... Ege için de atacağım yumruğu aynı yere kondurayım bari!"
Vefa, yediği bu üçüncü yumrukla yere yığılabilirdi ama, Ege ve Çağrı çok sıkı tutuyordular, düşmesine izin vermediler. Hatta Ege, "Berk, yeter abi..." dedi. "Dersini almıştır bence..."
Ege, babasının Vefa'ya bizzat burs veren kişi olduğunu bilmediği halde, Vefa'ya diğerlerinden daha merhametli gelmişti hep. "Aldın mı lan dersini?" diye sordu Berk.
"Al-Aldım..." dedi Vefa zayıf bir sesle.
"Aldın mı lan!"
"Aldım..."
Berk'in işaretiyle, Ege'yle Çağrı Vefa'nın kollarından çıktılar, Vefa dizlerinin üstüne yıkıldı. Ondan sonra, az önce yaptıkları hiçbir şey yaşanmamış gibi, bu akşam gidecekleri mekânı konuşa konuşa terk ettiler spor salonunu.
Vefa geride, konuştuklarının hepsini duymuştu.
Şimdiki zamanda, Vefa Cemre'nin adını vermiyordu. Efe Şimşek'ten bile daha çok güvendiği fizik-tedavicisine, kendisine saldıranın Cemre olduğunu söylemiyordu, çünkü kendisi bir Monte Kristo Kontu değildi. Ne yazık ki, kendisi bir roman karakterinin aksine, gerçek bir insandı ve bulunduğu uzak mecralardan, intikam planını kurgulayamazdı. Bunun için sağlıklı bir bedene ihtiyacı vardı, şu durumda intikamını almak geride bıraktıklarına düşüyordu.
Vefa biliyordu ki, Ali de, Arap da, Zeyno da Vefa'nın intikamıyla uğraşmaktaydı şimdi.
O gün olduğu gibi.
Vefa, Ali'den hiçbir şey saklayamazdı. Ha'di Arap'la Zeyno neyse de... Ali'den hiçbir şey kaçmazdı. Vefa'nın hatıralarında, üçü de şimdikinden pek de farklı görünmüyordular, özellikle de Arap. Sadece, Zeyno'nun da Ali'nin de saçları dikkat çekici bir biçimde daha uzundu ve Ali'nin kıvırcıkları daha belirgindi. Ali, Vefa'nın karın ağrısı çektiği yalanına inanmadı. Ve Vefa'dan zorla o isimleri alana kadar da, "Vefa, oğlum, kim yaptı bunu sana," diye ısrarla sormaya devam etti.
Ondan sonra o malum soru geldi: "Ner'de bulurum bu Berk'le saz arkadaşlarını?"
"Bir şartla söylerim..." dedi Vefa. "Oraya ben de gideceğim."
"Saçmalama, bu halde olmaz..."
"O zaman söylemem."
Ali'yi, köşeye sıkıştırmıştı. Ali, Vefa'yı da beraberinde getirmek sözünü vererek, Berk'in mekânını öğrenmişti. Hatta, hastaneden henüz çıkan Zeyno bile katılmıştı onlara. Vefa ne kadar, "Ne işe yarayacaksın orada..." diye ısrar ederse etsin...
"Benim adım Kara Bela Zeyno," demişti, "O Çağrı'nın da Ege'nin de aynı anda hakkından gelirim!"
Fakat mekâna ulaştıklarında, Zeyno'nun boşu boşuna gelmediğini gördüler. Zeyno'ya rakip olabilecek Leyla da oradaydı. Az önce yüzmüş olan Berk, nemli saçını karıştırarak, "Ooo, Vefa varoşuna da bak sen..." dedi. "Bu kez abilerini de getirmiş?"
"Bi' tanışalım diye düşündük..." dedi Ali. "Siz Vefa'mızı sahipsiz bellemişsiniz de... Ben Ali. Tozluyakalı Yangın Ali derler... Bu da Sinan... Tozluyakalı Arap Sinan..."
Berk'in baktığı kızıl saçlı çocuk, itici itici sakız çiğniyordu.
"Ben de Zeynep," dedi tanıştırılmayı bekleyemeyen Zeyno. "Tozluyakalı Kara Bela Zeyno derler..."
"Peki..." diyen Berk, ellerini cebine koydu. "Özür diliyorum."
Arap, şöyle bir etrafına bakındı. Bu kapalı spor merkezi de Berk denilen bu kolejli bebenin, aslında onun babasının mekânı veya tanıdığının mekânı olmalıydı, o yüzden Berk tatsızlık çıkmasın istiyor olmalıydı. Fakat Ali, bunu yememişti. Berk'in sözleri altına gizlenmiş, Beyaz Futbol goygoyculuğunu şıp diye çözecek kadar futbol tutkunuydu.
"Biz şöyle yapalım mı birader..." dedi. "Vefa'ya karşılık bu tıfıllarından ver birini bize, biz de onu okşayalım biraz, sonra özür dileriz..."
"Ha siz bela istiyorsunuz yani... yalnız bilesiniz, ben babamı satarım, kardeşlerimi satmam... Ayrıca hatırlatırım, deplâsmandasınız..."
Çağrı, Berk'in ne ara bu denli laf çarpacak kadar futboldan anlamaya başladığını merak etti. O da, Alilerin gitmeye niyetinin olmadığını anlamıştı. Gözüne Arap'ı kıstırdı, Vefa'yı da tartaklamak yine Ege'ye düşüyordu. Gözlerle anlaşıldığı için, Aliler boyunlarını saran kravatlardan kurtulmaya başladılar. Hatta cesaretlenen Vefa da, "Tut şunu," diyerek saatini Zeyno'ya vermeye çalıştı.
"Saçmalama, ne zamandır canım yılışık şıllık yolmak istiyordu..." diye Leyla'nın gözlerinin içine baktı. Berk,
"Öncelik sizin," diye ellerini iki yana açtı. Ali, "Madem ısrar ettin," diye Berk'e saldırdı, Arap Çağrı'ya, Vefa da Ege'ye ama, daha evvel yediği bir posta dayak yüzünden, başı ağrıyordu şimdi ve Ege'nin yine merhametli olmasını diledi. Dileği gerçekleşti, Ege nedense Vefa'ya çok yüklenmedi.
Kavgayı gören spor merkezinin misafirleri, ya korkudan kaçıyor, ya da kavganın ayrılması için işaret vermeye çabalıyordu, ama güvenlik görevlileri Berk'i muhatap almış, "Berk Bey, şu anda bu rezalete son verirseniz, söz veriyoruz olayı babanıza yansıtmayacağız..." diyordu.
Alilerin etkisiz hale gelmesi uzun sürmedi. Gerçekten de el bebek gül bebek büyümüş çocukların, böyle spor merkezlerinde yapılmış pazılarından gelen darbeler sertti. Ali, bir güvenlik görevlisi tarafından merkezin revirine taşındığını gördü yarım yamalak. Sanki aynı taraftalar imiş gibi, Berk'in oturtulduğu sedyenin diğer ucuna oturtulmuştu şimdi de.
Vefa içeri ilk taşınan ve ilk müdahale edilen kişiydi, Berk'le Ali'yi perde arkasından izliyordu. Doktor Berk'le ilgilenirken, hemşire de Ali'yle meşgul olup pansumanını yaptı. Berk doktora, "Yüzümde iz kalmasın..." diye söylendi. "Babam anlarsa, kovdururum seni."
"Peki efendim."
Ali Berk'e kötü kötü bakarken, doktor yediği tehditle, hemşiresini de alıp dışarı çıktı. Görünürde onunla bir şey konuşacaktı, ama aslında utandığı için orayı hemen terk etmek istemişti. Hemen onların ardından, bir su perisi girdi içeriye. Bir hemşire olmak için çok genç ve çok... güzeldi... Vefa, perdenin arkasından Eros'un oklarını Ali'nin kalbine attığını görebiliyordu. Tıpkı baharda suya düşen cemreler gibi, bir ateş gibi ilk görüşte Yangın Ali'nin içine düşen genç kız, hızla Berk'e yaklaştı.
"Cemre senin burada ne işin var... şeyde değil miydin sen?" Berk, göz ucuyla Ali'ye baktı.
"Evet, ama senin için dünyanın öteki ucundan buraya gelirdim... neden rahat durmuyorsun bir türlü?"
"Ha'di çıkalım... burası boğmaya başladı beni..." diye lafı Ali'ye çarptı Berk yine.
"Hayır, ben şeye dönüyorum, sen bur'da kalıyorsun..." dedi Cemre. "Cezalısın."
Cemre çıkmadan önce, Ali'ye de bir geçmiş olsun diledi ve hemen ardından içeri Leyla girerek, Berk'in Cemre üzerine düşünmesine engel oldu. "Ha'di, daha yeni mekâna geçeceğiz."
"Yeni mekân neresiymiş?"
"Hayatta söylemem, bu köpeklerin burnu oranın da kokusunu alır..."
Ali yerinde kıpırdandı ama, Leyla hemen, "Bizim Akşın'ı biliyorsun..." dedi Berk'e.
"Evet."
"Yeni bir eğlence keşfetmiş. Görmen lazım..."
Berk, bu kez de Leyla'ya cevap verecekken bölündü. "Kusura bakma, bunu açmam lazım," diyerek girdiği gibi çıktı içeriden. Kapının önünde, "Ne var Hazal, kaç defadır arıyorsun!" dedi.
"Berk iyi mi...!"
"Kızım, bu kadar belli etmesene!"
"Ya iyi mi söylesene!"
"Domuz gibi, 'deccalin' öz evladına bi' şey olur mu? Hatta öyle iyi ki, bu akşam Akşınların mekâna gelecek..." Leyla ağzından kaçırdığını fark etti ama, çok geç kalmıştı...
"Ben de geliyorum!"
"İyi ha'di gel, bu da Berk kolik oldu başımıza çıktı iyi mi..." diyerek telefonu kapattığında Leyla, karşısında Ege'yi buldu...
"Ne bakıyorsun öyle dik dik?"
"Hiç... iyi olduğundan emin olmak istedim."
"Aman o bastıbacaktan korkan onun gibi olsun... ayrıca sen beni merak etmesene, bilmem farkında mısın ama benim bir sevgilim var... en iyi arkadaşınla çıkıyorum ben, Çağrı'yla..."
"İsterse bir değil, bin tane Çağrı'yla çık," diye yaklaştı Ege. "Her ihanet sevgiyle başlar..."
Vefa Ege'nin yaptığı bu Ezel göndermelerine, Leyla'nın gururunun okşanışına, telefondakinin Hazal oluşuna şahit olmamıştı elbette. O içeride, ortaya çıkmak için Berk'in çıkmasını bekliyordu. Nihayet Ali'yle baş başa kalınca, Zeyno'nun Ali'ye hislerini çoktan unutmuş vaziyette, "Huuu, Ali sana diyorum!" diye elini onun gözleri önünde salladı. "Kız sahipli..."
"Sahipli ne be, cin musallat olmuş gibi... tamam, Allah Berk'e bağışlasın... N'apayım, sevgilisi olan kıza yazacak değiliz. Biz de söndürüveririz içimizde başlayan bu kıvılcımı, ateş olmaya yüz tutmadan... asıl sen kendine yan. Ben en azından vazgeçmesini biliyorum. Ama sen, sevgilisi olmadığı halde Hazal'a açılamadın bi' türlü..."
Vefa, boynunu büktü.
Şimdiyse, bu kadar özlediği Ali'nin, Arap'ın, Zeyno'nun intikamını aldığını biliyordu... Ali, o kavgadaki gibi halen düşmanı olmalıydı Berk'in. Arap, Çağrı'ya da Ege'ye de attıkları o yumrukların katbekatını tattırmış olmalıydı şimdiye... Ve Zeyno, kendisi de anlamıştı; anlatmıştı da Vefa'yı arkasından Hazal'a bol bol... ve aktarmıştı O'nu ne kadar çok sevdiğini...
Hazal, Vefa'yı görmeden âşık olmalıydı şimdi. Herkes, Vefa için üzülüyor olmalıydı, halen onun yasını tutuyor olmalıydı, o saati çalıştırmalıydılar.
Vefa'nın katilini bulmalıydılar.
Vefa yaşıyorsa bile, canlı cenazeden farksızdı, kendisini bu hale getiren Cemre'den, bütün Tozluyakalıların hesap soracağı zamana çok az kalmıştı...
Çok az bir vakit sonra, o kolejli bebelerin hepsinin başına, Yağızoğlu Koleji yıkılacaktı...
Vefa biliyordu, kendisini unutmamıştılar, halen ağlıyorlardı onun için, ve Vefa'nın hikâyesi, Monte Kristo Kontu'nkinden de, Ezel'inkinden de daha iyi sonuçlanacaktı.
Efsane flatbread sembolizmimiz bu bölümde doğmuştu:)))
1 note
·
View note
Text
Sorgulama Zamanı Geldi!
✍🏻 Yılmaz Dikbaş
Büyük Devrimci Mustafa Kemal Atatürk, 13 Eylül 1920 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada milletvekillerine, temel görevlerinin ne olduğunu şöyle ilan etti:
“Efendiler!
Biz bağımsızlığımızı güven altında bulundurabilmek için toptan, milletçe bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmayı uygun gören insanlarız.”
Değerli Dostlar,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Büyük Devrimci Atatürk, aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) de kurucu önderiydi.
Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 21 Kasım 2024 Cuma günü Ankara’da yargılandığı mahkemede şunları söyledi:
“… Aslında, bu ülkeyi bölmek ve bizleri kendilerine köle yapmak için amansızca çalışan emperyalistlerdi bizim tek düşmanımız!”
Kılıçdaroğlu, Büyük Devrimci Atatürk’ün asıl düşmanın emperyalizm olduğunu işaret ettiği gerçeğini 13 yıllık genel başkanlık döneminden sonra hatırlamıştı!
Ne diyelim, ‘Günaydın Kılıçdaroğlu’ deyip geçelim…
Şimdi asıl sorgulamaya başlayalım.
Günümüz CHP genel başkan ve yardımcıları, partinin MYK üyeleri, Parti Meclisi üyeleri, CHP milletvekilleri, kurucu başkanlarının izinden giderek “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşmayı uygun görüyoruz” diyebiliyorlar mı?
Eğer bu sözü veremiyorlarsa, o koltuklarda oturma hakları var mı?
Eğer bu sözü veremiyorlarsa, halkımızı ‘Atatürkçü’ maskesiyle, ‘CHP’li’ maskesiyle aldatıp kandıran yalancılardır, sahtekârlardır!
CHP’nin il başkanları, il yönetim kurulu üyeleri, ilçe başkanları, ilçe yönetim kurulu üyeleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, “emperyalizme ve kapitalizme karşı savaşacakları” sözünü veriyorlar mı?
Bu sözü vermeyenler, veremeyenler halkımızı aldatıp kandırarak kişisel çıkarları için yalan söyleyen ahlaksızlardır, düzenbazlardır!
Değerli Dostlar,
Türkiye, Türk milleti dıştan ve içten kuşatma altındadır.
Halkımız bu kuşatmayı yarıp düzlüğe çıkabilmek için, her şeyden önce “Kimin Kim” olduğunu, kimler tarafından kandırılıp emperyalistlere ve kapitalistlere yem olarak sunulduğunu görmek, bilmek zorundadır!
Halkımız bu aşamayı başarıyla aşarsa, gerisi sanılandan çok kolay olacaktır…
Yılmaz Dikbaş
0 notes
Text
Sahibinden Satılık, Kiralama, Emlak, Oto Alışverişi İş İlanları
#ücretsiz ilan#emlak#otomobil#tarım#sanayi#hayvanlar alemi#satılık ev#kiralık ev#satılık#kiralık#kişisel ilan#kurumsal ilan#kurumsal mağaza#mağaza#alışveriş#alım satım#pazarlama
0 notes
Text
Bölüm 216: Miadı dolmakta olan mum ateşi dondurucu kış rüzgarında titreşiyor
Jingjia on altıncı yıl. Yoğun kar yağışı başladı.
Büyük Jing ile Wei toprakları gümüş rengine bürünmüştü. Her şey durgun ve sessizdi.
Üzerine kasvet çökmüş olan Nangong imparatorluk ailesi, uzun zamandır görülmedik sevinçli bir olayı karşıladı.
Chionghua Prensesi Nangong Sunu ile Shangguan Wu'nun ikinci çocuğu dünyaya gelmişti. Bebek, tıpkı öncesinde Qi Yuxiao'nun dilekte bulunduğu gibi, bir kız olmuştu.
Zhenbei General hanesinin ilk meşru kızı olarak bu küçük prensesin statüsünün özel bir konumda olacağı kaçınılmaz bir gerçekti.
Nangong Sunu, kadınların erkeklere yenilmemesi gerektiğine inanıyordu, bu yüzden ilk kızından beklentisi büyüktü. Üç gün boyunca beynini zorladıktan sonra küçük prensese "Youhe" ismini verdi, Shangguan Youhe.
Ç/N: 有荷 sahip/var olmak, nilüfer. Youhı diye okunur.
"Dut ağaçları var dağlarda, nilüfer çiçekleri ise alçaktaki sulak alanlarda" mısrasından* alınmıştı. "Hua" karakteri hem annesinin hem de büyük teyzesinin unvanında bulunduğu için, Nangong Sunu bunun yerine iki karakterden oluşan "Youhe"yı seçmişti.
Ç/N:《山有扶苏 - Shān yǒu fú sū》'dan alınmış "山有扶苏,隰有荷华 Shān yǒu fú sū, xí yǒu hé huá" parçası.
Nangong Da en büyük kız kardeşine olan saygısını ifade etmek için ve Zhenbei Generaline bir lütuf niteliğinde, krallığı yöneten prens olarak bir bildiri duyurdu. Shangguan Youhe'yı, beş bin tımar arazisi hakkı bahşedilmek üzere Danyang Prensesi ilan etti.
Genelde, bir prenses artık imparatorluk ailesinin doğrudan üyesi olarak görülmezdi. Verilen mükafatlar olurdu fakat, söz konusu mükafat nadiren toprak hakkı şeklinde olurdu. Nangong Da'nın gayesi bir bakışta anlaşılıyordu.
Nangong Jingnu da yeğenini çok seviyordu ve Nangong Sunu kendi kişisel yeşimden kolye ucunu Yuxiao'ya verdiğinden ötürü, Nangong Jingnu malikane deposundan bizzat on iki tane yüksek kalite inci seçip Shangguan Youhe için bir kolye yaptı.
Shangguan Youhe'nın bir ayını doldurduğu gün, Qi Yan ve Nangong Jingnu Qi Yuxiao'yu da yanlarına alarak tebriklerini sunmaya geldi. Qi Yuxiao kolyeyi kendisi taşıyordu.
Bütün konuklar geldiği için, Nangong Sunu birisine Danyang Prensesi'ni getirmesini emretti. Küçük bebek pembe yeşimden oyulmuş gibi görünüyordu; iri ve sulu, siyah gözleriyle çevresindekileri inceliyordu.
Fakat Shangguan Fu biraz mutsuzdu. İnsanlardan hep "kan kardeşinle savaşlara gitmek" gibi şeyler duyuyordu. O, Zhenbei General hanesinin küçük generaliydi; bu da demek oluyordu ki bir gün o da savaşa katılacaktı. Kendisiyle birlikte gelecek bir erkek kardeşi olmasını ummuştu.
Qi Yuxiao ise tam tersiydi, Shangguan Youhe'yı gördüğü anda ona içi ısınmıştı. Hemen süt annenin yanına koştu, ardından parmak uçlarında durarak iri gözlerle kundaktaki Shangguan Youhe'yı inceledi.
Nangong Jingnu: "Yuxiao, kolyeyi kuzenine ver."
Qi Yuxiao başını salladı. Kolyeyi çıkarıp avuçlarının arasında tuttu, fakat bir anlık tereddütten sonra kendi boynuna taktı.
Nangong Jingnu'nun ince kaşları hafifçe çatıldı, "Yuxiao?"
Qi Yuxiao başını çevirip ebeveynlerine baktı, ardından ciddiyetle, "Kolye rüzgar yüzünden buz gibi olmuştu, ısıtınca kuzenime takacağım," dedi.
Qi Yan rahatlayarak gülümsedi. Nangong Sunu Qi Yuxiao'ya el salladı. O ise Nangong Sunu'nun yanına koştu ve tatlı bir şekilde, "Büyük teyze!" diye seslendi.
Nangong Sunu Yuxiao'yu kollarının arasına çekti ve onun minik ellerini ısıtmak için sımsıkı tuttu. Sevgi dolu bir şekilde, "Ne kadar tatlı ve düşünceli bir çocuk," dedi.
Bir kenarda durmakta olan Shangguan Fu bunu duyunca ikna olmamış gibi bir tavırla Qi Yuxiao'ya gözlerini devirdi.
Qi Yuxiao Nangong Shunu'nun yanına gelip bir süre şımarıklık ettikten sonra Shangguan Youhe'nın yanına geri döndü. Kendi vücut ısısıyla ısıttığı kolyeyi bebeğin boynuna bizzat taktı, sonra da bir daha onun yanından ayrılmadı, ta ki Shangguan Youhe esneyip süt anne tarafından götürülene kadar. Qi Yuxiao ancak o zaman nihayet Qi Yan'ın yanına döndü.
Shangguan Fu ellerini ovuşturdu, ardından Qi Yuxiao'ya doğru yürümeye başladı.
Qi Yuxiao bunu yan görüş açısıyla yakalamıştı, bu nedenle kollarını iki yana açtı, "Baba, sarılalım!"
Shangguan Fu'nun adımları durakladı fakat yine de cesaretini toplayıp o ikisine doğru yürümeye devam etti, "Küçük teyze, kuzen..."
Qi Yuxiao başını pat diye Qi Yan'ın omzuna vurdu, "Baba, bu kızın yoruldu."
Shangguan Fu şimdi ne yapacağını bilememiş gibiydi. Ve Qi Yan'ın, kızının aklından neler geçtiğini anlamama ihtimali var mıydı?
Bu küçük kızın sahiden kin güdebilmesi karşısında kendi kendine güldü. Qi Yuxiao'nun sırtını okşadı, ardından pazarlık eder gibi bir tonda, "Biz burada konuğuz, konuklar ev sahibinin isteklerine uymalıdır," dedi.
Qi Yuxiao iç geçirdi ve Qi Yan'ın kucağından atlayıp indi, "Ne oynamak istiyorsun?"
Shangguan Fu sevinçten havalara uçarak, "Kardan adam yapalım mı?" diyerek yanıtladı.
Qi Yuxiao, "Hadi gidelim..." dedikten sonra, başını çevirip Qi Yan'a bir bakış attı. Bu pes etmiş bakışlar Qi Yan'ın gülümsemekten kendini alamamasına neden oldu.
Nangong Jingnu bu "baba-kız" etkileşimine tanık olmuştu. Küçük çocuğun arkasından bakarken gözlerinden bir miktar kasvet okunuyordu.
Kesinlikle bencil olduğundan değildi, fakat Qi Yan'dan kendi çocuğuna sahip olmak istiyordu.
... ...
Lu mülkünün iki genç efendisi imparatorun emrini yerine getirmiş ve sonra başkente dönmüştü. Lu Zhongxing Komutan mülkünün temizlenip düzeltilmesini emretti, ardından hevesli bir şekilde oraya taşındı.
Daha bir yıl öncesinde Lu Zhongxing rüyalarında bile esas hanede kalmayı düşünmeye cüret edemezdi. Mantıken, Lu Quan burada olmasa bile esas hane yine de Lu Boyan'a ait olmalıydı.
Peki Lu Boyan neredeydi? Başkentten ayrılmadan önce hizmetkarlarına çoktan eşyalarını Danışman mülküne taşımasını emretmişti.
Lu Zhongxing'in Komutan mülküne taşınmasını izleyen günde Ding Yi ile karısı ağır hediyelerle, Lu Zhongxing'in terfi edişini tebrik etmek için ziyarete geldi.
Fakat Lu Zhongxing artık eskiden olduğu gibi değildi. Yalnızca askeri gücün yarısını değil, zamanında Lu Quan'ın emrinde çalışan yaverler ve plan kurucuları da devralmıştı.
Lu Zhongxing çoktan Ding Fengshan'ın meselesini öğrenmişti. O yaverler Ding Fengshan'ın işlediği suç affedilebilir türden olmadığı için Lu Zhongxing'e bu çamurlu sulara adımını atmamasını tavsiye etmişti. Komutan hoşgörü dilemek için öne çıkarsa askeri görevlilerden oluşan kalabalık da aynını yapardı ve mahkeme cezayı daha hafif hale getirirdi. Fakat Ding Yi ortalama bir meclis yetkilisi değildi. Lu hanesinin kayınıydı da aynı zamanda. Bu, meclis yetkililerinin, Komutan mülkünün fazla sözü geçer nitelikte olduğunu ve İmparatorun iradesini bile etkileyebildiğini düşünmesine yol açardı. Ayrıyeten, her ne kadar Zhenzhen Prensesi'nin Fuma'sı şimdilik mecliste bir pozisyon sahibi değilse de, Jin vilayeti talebelerinin ortak imzalı bir rapor sunduğuna bakılırsa Qi Yan'ın Jin vilayetinden sorumlu insan olma statüsü sarsılmaz güçteydi.
Lu Zhongxing birden aydınlandı. Her zaman babasının ihtiyatlı ve ileri görüşlü olduğunu hissetmesine şaşmamalıydı. Onu destekleyen böyle bir yaver grubu varken asıl başarısız olması tuhaf olurdu.
Bu nedenle Lu Zhongxing "imparatorluk ailesinde birbiri ardına cenaze işlemleri gerçekleşti ve Majesteleri iyi hissetmiyor" mazeretini kullanıp terfi alışını kutlamak için bir ziyafet düzenlemeyi düşünmediğini söyledi. Ding Yi onun büyüğüydü. Bir gerekçe olmadan bu hediyeler kabul edilemezdi.
Ding Yi yine de meseleyi gündeme getirdi. Dolayısıyla Lu Zhongxing ikinci oğul statüsünü, aile meseleleri için onun yerine da-ge'sına gidilmesi gerektiğinin bir nedeni olarak kullandı.
... ...
Ding Yi ve karısı kendilerini toplayıp Danışman mülküne gitti. Lu Boyan'ın yaverlerinden oluşan kalabalık da buna şiddetle karşı çıktı, sebebi ise şuydu: Lu Boyan önceden Üçüncü Prens'i desteklediği için askeri güçten olmuştu. Beşinci Prens'in Lu Zhongxing'i yüksekteki vazifeye ataması zaten kuvvetle muhtemeldi. Beşinci Prens'in en yüksekteki pozisyonu devralacak oluşu artık çoktan kesinlik kazanmıştı, ayrıca Beşinci Prens bu davadaki ana savcıydı. Tüm bunların üstüne hâlâ onların lehine konuşmak apaçık akılsızca bir davranış olurdu.
Sokakta biriken kar ayağın içine gömülmesine yetecek kadar kalındı ve gözün alabildiği her yer baş döndüren beyaz bir araziye dönmüştü. Ding Yi göklere giden yol ve dünyaya açılan kapı yokmuş gibi bir çaresizliğe kapıldı.
Ding Hanım sokaklarda acı içinde ağlıyordu. Ding Yi'ye şansını denemek için başka bir yere gitsin diye yalvardı, fakat yüzünde karanlık bir ifade olan kocası tarafından yukarı, at arabasına çekildi.
Bu noktada Ding Yi, oğlunun artık kurtarılamayacağını çoktan anlamıştı. Denemeye devam etmek sadece enerji israfı olmakla kalmaz, aynı zamanda rezilce olurdu.
İki yeğeni de buna seyirci kalıyordu. Diğer insanlar da elbet savuşturmak için böyle bir bahane kullanacaktı.
Şu an ümit bağlayabileceği tek şey yeni imparatorun gelecek yılki sonbahar hasadından önce tahta çıkması ve genel af çıkmasıydı. Fakat Ding Yi bunu anca aklından geçirebilirdi. Böylesine düşünceleri dillendirmeye asla cüret edemezdi.
Jingjia on beşinci yıl, Shangyuan festivali.
Nangong Rang yatalak haldeydi, bu yüzden ziyafetteki her şey basit tutuldu. Sadece imparatorluk ailesinin üyeleri davetliydi, diğer yabancı yetkililerin hiçbir davet edilmemişti. Şarkı ve dans da eklenmemişti.
Gepgeniş büyük salonda, arka saraylardaki cariyelerden hiçbiri yoktu. Nangong Da tek başına ana koltukta oturuyordu.
İmparatorun oğullarının sayısı azalmıştı. Üç prenses ile iki Fuma eklendiğinde, yine de on kişi bile etmiyordu. Neyse ki birkaç çocuk ve prens cariyeleri vardı da sayı iki hanelilere çıkabilmişti.
Küçük salonda çocuklar için bir masa kurulmuştu. Ziyafetin yarısına gelindiğinde küçük salon gürültülü olmaya başladı. Nangong Da'nın en büyük kızı oraya koştu, "Baba, bir sorun var... Yuxiao ve Fu-er kavga etmeye başladı!"
Nangong Sunu pes edercesine elini alnına dayadı. Qi Yan ayağa kalktı.
"Bang" büyük salona açılan yan kapı vurularak açıldı. Kar tanelerini de getiren dondurucu rüzgar içeri doldu, saray lambaları sallandı.
Nangong Da: "Sorun ne, bu panik niye?"
Bu hadım saygısını sunmayı falan düşünecek durumda değildi. Ufak ve sık adımlarla imparatorluk basamaklarına kadar yürüdü, ardından yere diz çöktü. Nangong Da'nın kişisel hadımı basamaklardan indi ve rapor vermeye gelen hadım onun kulağına birkaç şey fısıldadı. Kişisel hadım neye uğradığını şaşırmıştı. Aceleyle Nangong Da'nın yanına dönüp birkaç kelime etti.
Nangong Da aniden ayağa kalktı, sonra düşerek geri sandalyesine oturdu.
Nangong Sunu: "Ne oldu?"
Nangong Da: "İmparator babam... kötüleşmiş. Sijiu gonggong biz bütün kardeşleri oraya çağırıyormuş."
Ziyafet ani bir son buldu. Yemekler ve şarap kapları masaya dağıldı.
Nangong Jingnu'nun rengi iyiden iyiye attı. Qi Yan'ın bedenine yaslanarak uzaktan Nangong Sunu'ya baktı.
Nangong Sunu derin düşüncelere dalmış gibi duruyordu.
Qi Yan: "Ekselansları, acele etme. Önce gidip bir bakalım."
Çocuklar kendi süt anneleri tarafından oradan götürüldü. Shangguan Fu'nun başı yine Qi Yuxiao'nun yumrukları yüzünden şişliklerle dolmuştu, fakat kimse ne olduğunu sormadı.
Kalabalığı oluşturan insanlar doğruca Ganquan Sarayı'na gitmek için kendi tahtırevanlarına bindi. Nangong Jingnu soğuk rüzgara karşı sessiz sessiz ağlıyordu. İmparator babasının durumunu en açık o biliyordu.
Bu zaman diliminde, Nangong Jingnu her gün saygısını sunmaya gitmişti. Fakat Nangong Rang'ın bilincinin yerine olduğu zamanların uzunluğu gitgide azalıyordu.
Nangong Jingnu çoktan kendini hazırlamış bile olsa, bu kederi kaldırmak yine de güçtü.
Buz gibi rüzgar, gözyaşlarına vuruyordu. İliklerine işleyecek kadar dondurucuydu.
Qi Yan kalbi acıyarak Nangong Jingnu'ya sarılmaktaydı. Kalbinden bir yük kalkmış gibi hissediyordu: Pekala... Düşmanının hayatına kendi elleriyle son verememiş olabilirdi ama, Nangong Rang tüm o yıllar boyunca dermanı kalmamış varlığını sürüklerken yine de mümkün olan tüm eziyetleri çekmişti. Bu son da güzeldi.
Eğer gerçekten Nangong Rang'ı kendi elleriyle öldürmüş olsa... Qi Yan, Nangong Jingnu'yla nasıl yüzleşirdi bilmiyordu.
Nangong Jingnu'nun zihni yirmi yıldan fazladır İmparator babasıyla geçirdiği parça parça zamanların anılarıyla doluydu.
Çocukken en çok da İmparator babasının kollarına koşmayı severdi. Sonra İmparator babası onu kucağına alır, sakalıyla onun yanağını dürter ve sevgi dolu bir şekilde, evladım, diye seslenirdi.
Daha sonra, Nangong Jingnu zamanla büyümüştü. Artık İmparator babasının kollarına atılmak istemez olmuştu. Hatta imparatorluk sarayının onu kısıtladığını hissetmiş, bu yüzden ne olursa olsun buradan taşınmak zorunda olduğunu söylemişti. Bir ay boyunca yaygara çıkardıktan sonra, İmparator babası nihayet kabul etmişti. Saraydan ayrıldığı günde, neredeyse yüz tane at arabası yeni malikaneye yerleşmesi için bahşedilen, Prenses malikanesine bırakılacak hediyeleri taşımıştı.
On dört yaşında olduğu yıl, evlenmişti. Artık kendi ailesi olmuştu.
Ve bunun ardından... İmparator babası hastalanmıştı ve onu tahta çıkarmak için yasaya karşı çıkma riskini göze almaya hazır hale gelmişti...
Bunları düşündükçe Nangong Jingnu kalbinde bir bıçak döndürülüyor gibi hissetti. Yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyordu.
Ganquan Sarayı'nın içinde, imparatorluk hastanesinin üç yöneticisi ve dört başhekimin hepsi oradaydı. Bir saat sonra imparatorluk doktorları tıbbi çantalarıyla dışarı çıktı. Sijiu kalabalığa doğru yürüdü, "Majesteleri Ekselans'ları içeri çağırdı."
Sijiu at kuyruğundan fırçasını havaya kaldırdı, "İki Fuma lütfen beklesin, Majesteleri daha sonra ikinizi ayrı ayrı çağıracak."
Qi Yan: "Anlaşıldı."
Lu Zhongxing: "Anlaşıldı."
Sijiu yatak odasına girdi ve kapıyı arkasından kapattı.
Bir deri bir kemik kalmış ve rengi mumsu sarıya dönmüş Nangong Rang'ı görünce Nangong Sunu anında yatağın kenarında diz çöktü, "İmparator baba!"
Son birkaç yıldır yatalak olan Nangong Rang tamamen başka biri gibi görünüyordu. Nangong Jingnu'dan başka oradaki herkes neye uğradığını şaşırmıştı.
Nangong Rang ejder yatakta uyumuyor ve üzerinde ejder battaniye bulunmuyor olsaydı yüzünde neredeyse hiç et kalmamış bu ak saçlı ihtiyar insanın şu anki saygı duyulan hükümdar, anılarındaki o dağlar kadar yüce İmparator babaları olduğunu anlayamazlardı.
Sijiu Nangong Rang'ın başucuna geldi ve, "Majesteleri, Ekselans'lar geldi," diyerek seslendi.
Nangong Rang gözlerini açmadı fakat boğazından zorla bir ses çıkarabildi, "Mm."
Nangong Rang birkaç defa düzgünce nefes alıp verdikten sonra nihayet kullanabildiği elinin arkasıyla yastığını işaret etti.
Sijiu: "Anlaşıldı."
Sijiu Nangong Rang'ın yeşimden yastığının altından bir imparatorluk fermanı çıkardı. Nangong Da'nın gözleri ışıldadı, gözleri bu fermanın üzerine sabitlendi.
Bu esnada Nangong Jingnu göz kapağını bir kez olsun kaldırmamıştı. Nangong Sunu'nun yanında diz çökmekteydi. Dudaklarını ısırarak Nangong Rang'ın battaniyesinin bir köşesini kavramıştı ve gözyaşları sessizce akıyordu.
Her ne kadar büyük yaşından ötürü Sijiu bulanık görüyor olsa da, bu sahneyi net bir şekilde görmüştü. Kalbinde hem hüzün hem de rahatlama duydu, ardından imparatorluk fermanını yuvarlayıp açtı, "Göğün istemi ve imparatorun buyruğuna kulak verin: ben, biliyorum ki günlerim sayılı. Tahta çıkışımdan sonraki on sekiz yılda insanlar huzur içinde yaşadı, kuzey Jing düzene girdi bu topraklar birleştirildi. Kıymetli yetkililer ve iyi generaller seçtim. On sekiz yıl boyunca krallığı refaha kavuşturmak için yoğun çaba sarf ettim, ölüm gelene dek bir an olsun kaytarmadım. Vefatımın ardından prensler Ma ailesinden gelen İlk İmparatoriçenin tabutuyla beraber atalara ait mozoleye gidip imparatorluk mozolesi dağını açacak. İlk İmparatoriçe ile aynı mezara uzanacağım..."
Nangong Jingnu eliyle ağzını örttü, fakat bastırılmış hıçkırıkları yine de parmaklarının arasından kaçıverdi.
Sekiz yaşındayken İmparatoriçe annesinin ölüm yıl dönümünde dua etmek için İmparator babasının onu Fengzao Sarayı'na götürmesini hâlâ hatırlıyordu. İmparator babası büyük salonda annesine ait portreye bakarak mırıldanmıştı, "Jingnu için endişelenmene gerek yok, bu hayat ve bu dünyada asla yeni bir imparatoriçe seçmeyeceğim..."
Sijiu: "Ma soyundan gelen İlk İmparatoriçeye bir unvan bahşedilecek: saygın, ibretlik, seçkin, erdemli, arı, nazik, ağırbaşlı; aziz görünümün imparatoriçesi. Krallık bir hükümdar olmadan tek bir gün geçiremeyeceğinden, nihai emrimi çoktan yazdım. İlk İmparatoriçe ile imparatorluk mozolesine uzandığımda Sijiu yüz yazınsal ve askeri yetkiliyi İmparator'un emrini teslim almaya ve yeni hükümdar seçimini herkesin önünde duyurmaya götürecek. Hepsi bu kadardı."
Kalabalık: "Bu evlat imparatorun emrine saygıyla itaat ediyor."
Sijiu: "Herkes aklına yazdı mı?"
Kalabalık ancak o zaman denetçi yetkililerin, yatak odasının bir köşesinde diz çökmekte olduğunu fark etti. Muhtemelen nihai emre karşı olası bir direnişi önlemek için buradalardı.
Nangong Rang uzun bir iç çekti, ardından yavaşça elini kaldırdı.
Sijiu: "Bütün Ekselans'lar saygısını sunmak için diz çöksün."
Kalabalık: "Anlaşıldı."
Nangong Jingnu bedeni gözyaşlarından oluşuyormuşçasına ağlıyordu. Elinin üstünü ısırarak Nangong Shunu'nun kollarına sokulmuştu. Üç kız kardeşin üçü de ağlıyordu fakat, kimse ses çıkarmaya cüret edemiyordu.
Sijiu: "Efendi Lu, Majesteleri seni içeri çağırdı."
Lu Zhongxing kıyafetlerine çeki düzen verdi. Qi Yan'a meydan okuyan bir bakış attı, ardından yatak odasına girdi. Lu Zhongxing içeri girdiği gibi üç denetçi yetkili dışarı çıktı.
Lu Zhongxing yatağın kenarında diz çöktü, "İmparator baba."
Nangong Rang gözlerini yavaşça araladı. Boş gözlerle başının hizasında, yukarıda asılı parlak sarı perdelere baktı. Yaklaşık on dakikalık sessizliğin ardından nihayet ağzını açtı, "Shunu'ya iyi davran."
Lu Zhongxing bir anlığına şaşıp kaldı, sonra başını yere bastırdı ve anladığını ifade etti.
Sijiu: "Efendi Lu, Majesteleri sana gizli bir emir bıraktı. Bu maharetli kişi onu sana uygun vakit gelince teslim edecek."
Lu Zhongxing'in bedeni sarsıldı, "Anlaşıldı!"
İmparatorluk doktorlarının ne yaptığı bilinmez, yıllardır konuşamayan Nangong Rang sonunda bir şeyler söyleyebildi. Her ne kadar geveleyerek konuşsa da, bir şekilde anlaşılıyordu.
Nangong Rang gözlerini kapattı ve Sijiu, "Efendi Lu, saygını sunmak için diz çökebilirsin," dedi.
Lu Zhongxing: "Anlaşıldı."
Lu Zhongxing dışarı çıktı. Bir süre sonra Sijiu nihayet tekrar kendini gösterdi.
Sijiu Qi Yan'a sakin bir bakış attı, "İmparatorluk doktorları içeri gelebilir. Majesteleri yorgun, Zhenzhen Fuma'sı başka bir gün bağımsız olarak çağrılacak."
Qi Yan kafasını aşağı eğdi ve gözlerini hafifçe kapattı, "Anlaşıldı."
***
0 notes
Text
CHP'li 81 il başkanından ortak açıklama
CHP’nin 81 il başkanının ortak yaptığı açıklamada, “CHP örgütlerine ve Genel Başkanı Sayın Özgür Özel’e inanıyoruz, güveniyoruz. 81 ilde 973 ilçede CHP iktidarının ayak sesleri duyulurken kurultay çağrısının gündemimizde olmadığını, kişisel ikbal için yapay gündem yaratma çabalarına prim vermeyeceğimizi ilan ediyoruz. Genel Başkanımızın yaptığı çağrıya uygun olarak unvan ve görevi ne olursa olsun…
0 notes
Text
SAĞCILIK SOLCULUK Sağ ve sol isimli siyasal kavramlar, Fransız Devrimi (1789-1799) zamanında, ayrı görüşteki siyasetçilerin Fransız parlamentosunun sağında veya solunda oturmalarından esinlenilerek oluşturulmuştur; parlamento başkanının sağındaki koltuklarda oturanlar, çoğunlukla monarşist Ancien Régime destekçilerinden oluşmuştur.Fransa'da orijinal sağ; hiyerarşiyi, geleneği ve klerikalizmi destekleyen siyasetçileri kapsardı Sağcılık, toplumsal hiyerarşiyi veya toplumsal eşitsizliği kabul eden veya destekleyen siyasal duruştur Toplumsal eşitsizlik, sağcılar tarafından; ya milletsel/ırksal farklılıklardan ya dini ve inançsal farklılıklardan ya kültürel ve sosyal farklılıklardan ya da piyasa ekonomisindeki rekabetten kaynaklandığı için kaçınılmaz, doğal, normal veya cazip bulunur. Sağcılar, sosyal eşitsizliğin olağanlığını açıklamak için doğal hukuku ve ulvi hukuku talep etmişlerdir. La droite (sağ) ifadesi, Fransa'da 1815'te monarşinin yeniden kurulmasıyla birlikte, ultraroyalistlerin tanımlanmasında kullanımıyla öne çıkmıştır.İngilizce konuşan ülkelerde "sağ" ve "sol" kavramlarının siyasette kullanımı, 20. yüzyılda başlamıştır.Bu kavram, aslen gelenekselci muhafazakârları ve gericileri tanımlamak için kullanılmasına rağmen zaman içinde; liberal muhafazakârları, klasik liberalleri, liberteryen muhafazakârları, Hristiyan demokratları ve çeşitli milliyetçileri de tanımlamada kullanılarak biraz daha çeşitlilik kazanmıştır Siyasi Felsefenin Temelleri: Sağcılık ve solculuk, farklı temel felsefi yaklaşımlar üzerine inşa edilir. Sağcılık genellikle bireysel özgürlük, serbest piyasa ekonomisi ve sınırlı devlet müdahalesi üzerinde dururken, solculuk toplumsal eşitlik, sosyal adalet ve genişletilmiş devlet müdahalesi gibi ilkelere odaklanır. Birey ve Toplum: Sağcılık, bireyin özgürlüğü ve sorumluluğunu vurgular. Sağcılar, bireyin kendi çabalarıyla başarılı olabileceğine inanır ve kişisel girişimlerin teşvik edilmesi gerektiğini savunur. Solculuk ise toplumun kolektif refahını ön plana çıkarır. Solcu düşünceye göre, sosyal adalet ancak toplumsal eşitlikle sağlanabilir ve devletin aktif bir rol oynaması gerekmektedir. Ekonomik Sistemler: Sağcılık, serbest piyasa ekonomisinin gücüne ve rekabetin iyileştirici etkilerine vurgu yapar. Sağcılar, bireylerin ekonomik kararlarını serbestçe alması gerektiğini düşünür ve devlet müdahalesinin ekonomik büyümeyi sınırlayabileceğine inanır. Solculuk ise, daha geniş bir devlet müdahalesini savunur ve sosyal hizmetler, kamu sağlığı ve refah programları gibi alanlarda devletin rolünü önemser. Toplumsal Değişim: Sağcılık genellikle geleneksel değerlere, düzen ve istikrara vurgu yapar. Sağcılar, toplumun evrimci bir şekilde değişmesi gerektiğini düşünürken, radikal değişikliklerin istikrarsızlığa yol açabileceğine inanır. Solculuk ise sosyal değişim ve reformları teşvik eder. Solcu düşünce, toplumda daha fazla eşitlik ve adaletin sağlanması için köklü değişikliklere ihtiyaç olduğunu savunur.
sonraki başlık
Anti-sosyalizm ve anti-komünizm İlk sosyalist hareketler, o dönem Avrupa kıtasının çoğunda uygulanan geleneksel monarşilerle karşıt görüşte olmuşlardır. Avrupa monarşilerinin pek çoğu, komünist görüşlerin kamusal alanda ifade edilmesini yasa dışı ilan etmiştir. Karl Marx, Komünist Manifesto'da bu durumdan; "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor" şeklinde bahsederek monarşist yönetimdeki hükümdarların tahtları için endişe ettiklerini ileri sürmüştür. I. Dünya Savaşı öncesi Avrupa'sında en büyük üç monarşist ülke: Rus İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nda komünizme destek verilmesi yasa dışıydı. Pek çok monarşist (parlamenter monarşistler hariç), varlık ve siyasal güç konusundaki eşitsizliği, kutsal tabii düzenin bir sonucu olarak görmüştür. Ancak I. Dünya Savaşı sonrasında çoğu Avrupa ülkesinde, Kralın Kutsal Hakları gözden düşmüş ve bunun yerine liberal ve milliyetçi hareketler gelmiştir. Avrupa'daki krallar ve hükümdarlar göstermelik yönetici veya kukla başkan hâline gelmiş; seçimle gelmiş hükûmetler gerçek gücü elinde tutmuştur. En muhafazakâr Avrupa monarşilerinden biri olan Rusya İmparatorluğu, Ekim Devrimi sonucu Sovyetler Birliği olarak yeniden kurulmuştur. Rusların bu devrimi, 1917-1922 yıllarında diğer Avrupa devletlerinde başlayan bir dizi devrimi etkilemiştir. Bu devrimlerin pek çoğu, 1918-1919 Alman Devrimi'nde olduğu gibi milliyetçi ve monarşist askerî birlikler tarafından engellenmiştir.1920'ler ve 1930'lar, geleneksel sağcılığın sönüşünü görmüştür. Anti-sosyalizm düşüncesi ise artık, bir yandan yükselişteki faşist hareketler, diğer yandan ABD ilhamlı liberal muhafazakârlar tarafından benimsenmiştir. Komünist gruplar ve siyasi partiler, 1920'lerde Çin Cumhuriyeti'nde olduğu gibi dünya çapında görünmeye başlandığında, sömürge yetkilileri veya yerel milliyetçi hareketler onların rakibi olmuştur. II. Dünya Savaşı'ndan sonra, sosyalizm ve komünizm küresel bir fenomen hâline gelmiştir. Ayrıca, anti-komünizm; hem ABD'nin hem de NATO müttefiklerinin yurt içi ve yurt dışı siyasal ilişkilerinin temel taşlarından biri olmuştur. Savaş sonrası muhafazakârlık, monarşist ve aristokrat köklerini tamamen terk ederek; yurtseverlik, din ve milliyetçiliğe odaklanmıştır. Komünistler de iç ve dış faaliyetlerinde kapitalizm karşıtı tavırlar alarak Wall Street'i, kitleleri baskı altına alan bir fenomen olarak nitelendirmiştir. ABD dış ilişkilerinde antikomünizmi en yüksek öncelik olarak ele almıştır ve Amerikalı pek çok muhafazakâr, yurtlarında komünist etki olarak gördükleri şeylerle mücadele etmişlerdir.Bunun sonucu olarak "McCarthycilik" kavramı altında kümelenen birtakım iç siyaset prensipleri kabul edilmiştir. Soğuk Savaş boyunca; Asya, Afrika ve Latin Amerika'da bulunan muhafazakâr hükûmetler siyasal ve iktisadi destek için ABD'ye yönelmişlerdir.
sonraki başlık
DİN
Çoğunluk dinini hükûmetin desteklemesi, sağcılığın başlangıcından beridir bu hareketin büyük bir parçası olmuştur. Orijinal Fransız sağcılığı, Katolik Kilisesi'nin gücünü desteklemiştir ve solun antiklerikal birliğince teklif edilen laikleşme önerisine karşı çıkmıştır. Fransız Devrimi sonrası Katolik Kilisesi üyeleri gibi sağcı görüşlere sahip dinî şahıslar; dinle bağlantılı toplumsal tabakalaşmayı ve dinî geleneklerin otoritesini geri getirmeyi veya yeniden yaratmayı talep etmişlerdir ABD'de Cumhuriyetçi Parti, Avrupa'da ise Hristiyan demokrat partiler tarafından desteklenen Hristiyan sağ, Batı'daki başlıca siyasi güçlerden biridir. Bu görüşe sahip parti mensupları, dini değerleri tasdik eden ve yasa dışı göçlere karşı çıkan kanunları desteklerler. Muhafazakâr popülizmin bir türü olan bu hareketi, sadece dominant konumlarına yapılacak tecavüzden korkan ayrıcalıklı gruplar değil, aynı zamanda; kültürel onur, düzen ve milli gücün çoğunlukçu retoriği tarafından tanınma arayışı içinde olan "avam" ve yoksul gruplar da desteklemektedir
*
sonraki başlık
IDEOLOJİ
İdeoloji, özellikle tamamen epistemik olmayan nedenlerle bir kişi veya grup tarafından benimsenen inanç veya felsefeler kümesidir. bu durumda "pratik unsurların teorik unsurlar kadar önemli olduğu" anlamına gelir Daha önceden genellikle ekonomik, siyasi veya dini teorilere ve politikalara uygulanan terim, Karl Marx ve Friedrich Engels'e kadar uzanan bir geleneğe sahipti. Terim, Antoine Destutt de Tracy tarafından ortaya atılmıştır. Tracy, Fransız Aydınlanma dönemi aristokratı ve filozofu olarak, 1796 yılında terimi "fikirler bilimi" olarak kavramsallaştırdı ve halkın irrasyonel dürtülerine karşı rasyonel bir fikir sistemi geliştirmeyi amaçladı. Siyaset biliminde, terim betimsel anlamda siyasi inanç sistemlerine atıfta bulunmak için kullanılır
3 notes
·
View notes
Text
Kullanım Koşulları
https://pazaryerigundem.com/kullanim-kosullari/
Kullanım Koşulları
Web Sitesi Gizlilik Uyarısı
Bu web sitesine iletilen tüm kişisel bilgiler veya materyaller bu web sitesinde bulunan Gizlilik Uyarısı’na tabidir.
Bilgilerin Doğruluğu, Eksiksizliği ve Güncelliği
Bu web sitesinde yer alan tüm bilgilerin doğru ve eksiksiz olması için tüm makul çabayı göstermemize rağmen bu web sitesinde yer alan bilginin doğru veya eksiksiz olmamasından sorumlu tutulamayız. Bu web sitesindeki materyale güvenmenizden doğan sorumluluk tarafınıza aittir. Materyalde ve bu web sitesinde bulunan bilgilerde yapılan her tür değişikliği takip etme sorumluluğunun tarafınıza ait olduğunu kabul edersiniz.
Aktarım
Bu web sitesine elektronik posta veya başka yollarla aktardığınız kişisel olmayan her tür yazışma veya veri, soru, yorum, öneri vb. materyalin gizli ve tescilli olmadığı kabul edilecektir. Aktardığınız veya yayınladığınız her şey pazaryeriseyahat.com un mülkü haline gelir ve çoğaltma, kamuya açma, aktarma, yayınlama, yayımlama ve ilan etme dahil olup bunlarla sınırlı olmaksızın herhangi bir amaçla kullanılabilir. Ayrıca, pazaryeriseyahat.com web sitesine gönderdiğiniz herhangi bir yazışmadaki her tür fikri, grafik sanat çalışmasını, icadı, geliştirmeyi, öneriyi veya konsepti (ürün geliştirme, üretme, reklam ve pazarlama dahil olup bunlarla sınırlı olmaksızın) herhangi bir amaçla kullanmakta serbesttir. Söz konusu kullanım bilgileri, ibraz eden tarafa tazminat hakkı vermez. Bilgileri göndererek ibraz ettiğiniz materyal/içeriğin sahibi olduğunuzu, bunların iftira niteliğinde olmadığını ve pazaryerihaber.com tarafından kullanımının herhangi bir üçüncü kişinin haklarını ihlal etmeyeceğini ya da yürürlükteki yasaların ihlaliyle karşı karşıya bırakmayacağını garanti edersiniz. Pazaryerihaber.com a gönderilen bilgileri kullanmakla yükümlü değildir.
Fikri Mülkiyet Hakları
Bu web sitesindeki her tür metin, resim ve diğer materyale ait tüm telif hakları, ticari markalar ve diğer fikri mülkiyet hakları Pazaryerihaber.com a aittir veya ilgili sahibinin izniyle siteye dahil edilmiştir.
Başka Web Sitelerine Bağlantılar
Pazaryerihaber.com web sitelerindeki bağlantılar sizi Pazaryerihaber.com ağının dışına yönlendirebilir. Pazaryerihaber.com bu diğer web sitelerinin içeriği, verdiği bilgilerin doğruluğu veya bu sitelerin işlevinden hiçbir sorumluluk kabul etmez. Bağlantılar iyi niyetle verilmiştir ve Pazaryerihaber.com bağlantı verdiğimiz diğer web sitelerinde daha sonra yapılan değişikliklerden sorumlu tutulamaz. Başka web sitelerine bağlantı verilmesi bu sitelerin Pazaryerihaber.com tarafından desteklendiği anlamına gelmez. Ziyaret ettiğiniz tüm diğer web sitelerinin yasal ve gizlilik bildirimlerinden haberdar olmanızı ve bunları dikkatle okumanızı öneririz.
0 notes