#kaosu da ne!
Explore tagged Tumblr posts
Text
Me: *sets language to Japanese* I gotta hear Jevil's voice lines in battle! I know where the acts and spells are located. It's not like I need to read. What could go wrong?
Also me: *reads the manual instead of using the spincake* shitshitshitshit
#but hey the voice lines were fire#kaosu da yo#kaosu da ne!#deltarune#jevil#jevil deltarune#deltarune chapter 1#susie#kris#ralsei#undertale#utdr
36 notes
·
View notes
Note
Mevlana Celaleddin Rumi'nin "boynunda duran elmas kolyeyi aramak için, odadan odaya koşturup duruyorsun." sözü sizce neyi ifade ediyor kendi görüşünüzü söyleyip yorumlar mısınız?
Kıymetli bir isim içinde çok derin manalar taşıyan kıymetli bir söz. Açıkçası soruyu gördüğümde şaşırdım çünkü son zamanlarda sıkça karşıma çıkan hoşuma giden bir söz. İnsana farklı açılardan baktırıyor. Kısa da olsa bir yorum yapmak gerekirse...
Hayatımızda meydana gelen hâdiseler değil, o hâdiseler karşısında bizim nasıl bir yol, nasıl bir davranış seçeceğimizdir imtihânımız. İnsanın kıymeti neyi yaşadığıyla değil, yaşadıklarına ne tepki verdiğiyle ölçülür. Bu anlamda insanın tekâmülünün önündeki engel aslında kendisidir. Yine maksadına ulaşmak için ihtiyacı olan 'elmas' da kendisindedir. İnsanlığın yaşadığı sorunların çoğu, kişinin kendi üzerinde taşıdığı elmas kolyeyi unutup gözüne parlak gelen kıymetsiz cam parçalarında mutluluğu aramasından kaynaklıdır.
"Senin ilâcın sendedir, fakat bilmiyorsun! Hastalığın da sendendir, ama görmüyorsun! Sen kendini küçük bir şey sanıyorsun, Oysa sende en büyük âlem gizli..."
buyuran Hz. Ali'yi (r.a) anlayıp içimize dönmeden, asıl cevherin de kötülüğün de kendimizde olduğunu anlamadan insan olma yolunda ilerlememiz de, zihnimizdeki ve ruhumuzdaki kaosu sonlandırmamız da mümkün değildir.
#teşekkürler
30 notes
·
View notes
Text
temizlik konusunda belli başlı prensiplere herkesin sahip olmasını diliyorum.
1- eğer bir yerde herhangi bir pislik ya da dağınıklık görülürse ve gören kişinin başka bir işi/aciliyeti yoksa HEMEN temizlenmeli. böylece az sonra temizlerimler birikip koca bir kaosu doğurmaz. her temizlik yapmaya kalkışıldığında bütün günü harcamamış olursun.
2- evden çıkılacaksa mutlaka ev temiz ve toplu bırakılmalı. böylece eve döndüğünde herhangi bir yapılacak iş seni beklemez. kapıyı açtığında gül gibi evinle karşılaşır aklında az sonra yapılacaklar listesi olmadan keyfine bakarsın. üstelik daima eve misafirle dönme ihtimalin vardır.
3- başkaları için dağınık görünüyor olabilir. sorun yok. yeter ki senin için her şey olması gerektiği yerde olsun. kendi düzenine kimsenin müdahale etmesine izin verme.
4- tuvalet/banyo alanlarını daima temiz tut. bol bol temiz havlun olduğundan emin ol.
5- nevresimlere yatağın bir parçasıymış gibi davranma. onlar da kıyafetlerimiz kadar olmasa da sık sık değişmeli. özellikle yastık kılıfları.
6- bir mutfak malzemesi kullandıktan sonra onu hemen sudan geçirip makineye koy. lavaboda bir dağ oluşmasını bekleme. kendine “off az sonra bulaşıkları yıkamam lazım” işi çıkarma.
aslında daha var ama şimdilik bunlar yeter. bence kendimize baktığımız kadar yaşadığımız yere de bakmamız elzemdir.
ÖZELLİKLE evcil hayvan sahibi olanlar, hayvanlarınının yere ne kadar yakın mesafede yaşadığını aklından çıkarmamalıdır. kendimiz her su içişimizde farklı bardak kullanmayı biliyorsak, çeşit çeşit tabaklar yayıyorsak, onların da su ve yemek kaplarını günde bir defa temizlemeyi unutmamak gerekir.
9 notes
·
View notes
Text
"Bazıları kaosu bir fırtına gibi görür; her şeyi temizlediğini, insanı olgunlaştırıp öğrettiğini söylerler. Ama ben böyle düşünmüyorum. Kaos, insanı alır, sürükler, yerden yere vurur. Ruhunuzu parçalarına ayırır ve geriye ne kalırsa onlarla yeniden bir ‘sen’ yaratmaya çalışırsınız. Ama bu yenilik bir lütuf değildir; kaos sizi büyütmez, sadece yaralar ve eksiklerinizi kabullenmeyi öğretir. Geriye kalan parçalarla yaşamayı öğrenirsiniz; belki bu da bir çeşit zaferdir, ama hep bir bedelle."
7 notes
·
View notes
Text
bazen beni o kadar kiriyorlar ki onlardan nefret ediyorum sonra ofkem geciyor nankor biriymisim gibi hissediyorum nasil gececek bu hisler, benim bu ofkem ve ne zaman insanlar anlasilir hale gelecekler? ben mi bencil davraniyorum yoksa onlar mi bencil davraniyor anlamiyorum. bu sikik hayattan biktim artik. her sey net olsun istiyorum. tutarsizliktan nefret ediyorum. icimdeki kaosu disima yansitiyorum derdim eskiden ama haksizmisim cevremdeki kaos ve icimdeki kaos oyle bir butunlesiyor ki benligimi kaybetmekten olesiye korkuyorum. duygulari da sikeyim dusuncesiz bencil insanlari da sikeyim. ofke ve nefreti ayirt edemiyorum artik kaldiramiyorum. sakalarim ya da asiri enerjik tavrima o kadar alistirmisim ki kendimi hangisi gercek ben bilmiyorum her sey bu kadar boktan olmak zorunda mi? dun o kadar ofkelendim ki dakikalarca nefes alamadim berbat bir andi. cok korktum olecek gibi hissettim kendimi ve bugun bunu gulerek anlattilar sebepleri kendileriyken hemde. yetmedi mi?
13 notes
·
View notes
Text
''büyürken üstlendiğiniz roller her ne ise, sonrasında seçtiğiniz insanlar da bu rolleri tekrar uygulayabileceğiniz kişilerdir. tüm çocukluğunuz güçlü olmanızı gerektirmişse, mevcut ilişkiniz için de size aynı kaosu yaratacak kişiyle birlikte olursunuz ki yine güçlü olmanız gereksin. kendinizi hiç keşfedemediğiniz veya kendi değerlerinizden vazgeçmek zorunda kaldığınız bir aile ortamında büyüdüyseniz sonrasında kurduğunuz ilişki içinde de sizin yerinize hep ötekinin ihtiyaçları ön planda olmalı ki bu yeni 'yuva' size yabancılık hissettirmesin. sevilme çabaları uğruna bunları yaptığınızı fark etseniz, içinizdeki ürkek ses sevgi ihtiyacınızın aslında hiç karşılanmadığını söylese bile onu susturmak zorunda hissedersiniz. sevilmek, yıkıcı bir çaba gerektirdiği zaman bunun gerçek sevgi ile ilgili bir durum olmadığını inkar edersiniz. aslında böylece sevecek bir kendiniz olmadığını görmekle yüzleşmek zorunda kalmazsınız. tanıdığınız acıları tekrarlarsınız ve ne yapacağınızı hiç bilmediğiniz bir anda bile 'yaşamayı biliyor gibi yapmak' durumunda olursunuz. kendi acılarımıza bakmak çoğu zaman başka acılara bakmaktan daha zordur. başkalarının ihtiyaçlarını anlamak ise kendi ihtiyaçlarımızı anlamaktan daha kolaydır. kendinizi başkasına adayışınızın temelinde aslında kendi hayatınızı yaşama korkunuz vardır. kaybetmelere aldırmayarak uğraştığınız her sevilme çabanızın altında ise aslında sevilmeye layık olmadığınızı size inandırmış bir geçmiş.''
29 notes
·
View notes
Text
Bebesinin mevlüdünde acayip bardaklardan şerbet ikram eden muhafazakar, pavyonda Ölürüm Türkiye'm isteyen milliyetçiler ve Bodrum'da köpük partisinde dj Bella Ciao çalınca yumruk kaldıran solcular aynı familyadandır.
Bu coğrafya, ideolojik ayrım yapmaksızın; zeka geriliği olan birey yetiştirir.
Bu coğrafyada insanlar kendilerine seçtikleri kostümü o kadar benimser ki, sanırsın Shakespeare’in kayıp oyununda başrol o.
Mevlüde gelen o bardak, sadece şerbeti değil, aynı zamanda “biz şöyle düzgün insanlarız” iddiasını da taşır.
Öte yandan, pavyonda “Ölürüm Türkiye’m” isteyen milliyetçi, vatanseverliğin alkolle de uyumlu olabileceğini kanıtlamaya çalışır. Bodrum’daki köpük partisinde Bella Ciao çalınca yumruk kaldıran solcu ise zannedersin anti-faşist devrimi köpüğün içinde bulmuş.
Aslında hepsi birer performans sanatçısı, sadece farkında değiller.
Bu coğrafya ne ideoloji doğurur ne de zeka patlaması; bu toprakların asıl mahsulü, çelişkilerden beslenen bir tür “ulusal şovmenliktir.” Düğünde halay başı çekerken Türk bayrağını açan adam ile ertesi gün “sistemi yıkacağız” diye Starbucks’ta manifestosunu yazan kişi, aslında aynı WhatsApp grubundadır.
Ve ironiktir ki bu grup “bizim milletin zekâsı” başlığıyla açılmıştır.
Bu topraklarda ideolojik kimlik, bir parmak şıklatması kadar değişkendir. Dün sabah tesettür kombiniyle #HayırlıCumalar paylaşan kişi, akşam "başka bira içemem abi" diye craft biranın peşindedir. Çünkü burada ne ideoloji ne inanç, tutarlılık değil, trend meselesidir.
Bir gün hepsinin tek bir noktada birleşeceği bir distopya hayal ediyorum: Bella Ciao eşliğinde mevlüt şerbeti dağıtılırken, pavyon ışıklarının altında halay çekilen, “Ölürüm Türkiye’m”in karaoke yapıldığı bir köpük partisi.
Ve herkes “kardeşlik” adına birbirine bardakla köpük fırlatıyor...
İşte o zaman bu coğrafya nihayet hak ettiği kaosu bulmuş olacak..
Neyse hepimiz kardeşiz diyerek yazıyı kapatalım..
2 notes
·
View notes
Note
Mediha hanım benim bir zihinsel engelli kardeşim var %90 mental retardasyon.
Annem de meme kanseri, tansiyon, şeker, guatr,migren, boyun fıtığı, kolestrol hepsi var.
Allah'a şükür ki suanlik durumu iyi. Babam da gariban kendi halinde bir adam kahveden eve evden kahveye.
Ben de kamuda bir kurumda çalışıyorum.
Aile evinde huzur bulamiyorum. Cunku sürekli tartışma çıkıyor annem herşeye abartılı tepki veriyor. Ben de sinir oluyorum böyle olunca genel olarak hep sınırlı ve insani çıldırtan bir hale sokuyor bu durumu. Psikolojimi bozuyor böyle olunca normal bir şeyi bile bağırarak söylüyor annem kaosu yaşam tarzi yapmış sanki bir de evde her şeyi biriktiriyor gereksiz tonlarca eşya var ben de tam tersine evde gereksiz en ufak bir detay bile sevmiyorum . Sadeligi seviyor dağınıklığı sevmiyorum. Hafta sonu eve geliyorum ailemle vakit geçireyim diye fakat malesef ki geldiğimde huzursuzlukla twnisiyorum. Halbuki amacım eve gelince huzur bulmak. Başka da gidecek yerim yok nereye gideyim ki ailem var. ama bu annemin kaotik tarzı benim sinir uçlarıni aşırı derecede fazla zorluyor ve annem sanki 40 yıllık dusmanimmis gibi oluyor babam da böyle bir durum yasamiyorum. Annem ama yıllardır psikolojimi alt üst etti. Evlennince de kardeşime ihanet edevekmisim gibi hissediyorum. Vicdanen evlilik düşünsem hemen kardeşime ihamet ediuormusum gibi düşünüyorum. Çünkü evlenirsem kardesime ilerde bakamam gibi teoriler üretiyorum. Bu sebeple de bilinç altına evlenmemem gerek diye kodluuorum. Ailemin bir çok işiyle de aynı zamanda ilgileniyorum yasli ve okuma yazmayı çok fazla bilmediklerneen bir çok işlerini benim halletmem gerekiyor. Örnek işteyken bir anda goruntulu arayip doğal gaz termostatini nasıl dusurceklerini soruyotlar ya da yazın klimayı aç kapa telefondan gibisinden aramiyorum. Ya da hastanr rwndevusu telefon faturası yok bilmem ne farklj farklı şeyler eve gelince de ekstaran ne olursa yapamayacakları her işin sorumluluğu bana düşüyor. Ben de artık bıktım ve ne yaoacagimi bilmiyorum yaşama sebebim onlar hayat enerjimi de onlardan alıyorum çünkü ailemi bir dava haline getirmis gibi hissediyorum. Kendimi tüketiyor muyum bilmiyorum. Ne yapacagimi da bilmiyorum. Ne yapacağımı da bilmiyorum. Tüm her seyimi onlara feda ediyorum
Sevgili kardeşim,
Yazdıklarınızı okurken nasıl bir yük taşıdığınızı hissettim. Sorumluluklarınız ve aileniz için gösterdiğiniz çaba, kalbinizin ne kadar sevgi dolu ve vicdanlı olduğunu gösteriyor. Ancak unutmamanız gereken bir şey var: Kendinizi ihmal ederek kimseye fayda sağlayamazsınız.
Belli ki anneniz, hayatın ona yüklediği zorlukların altında sıkışmış ve bunu çevresine, özellikle size yansıtıyor. Ancak onun bu kaotik hali sizinle ilgili değil, bu tamamen onun yaşadığı içsel çatışmalarla alakalı. Yine de onun bu davranışları karşısında tükenmiş ve yorulmuş olmanız çok doğal. Size, anneliği ve evlatlığı bir kenara koyarak şunu söylemek istiyorum: Siz bir insansınız. Sınırlarınız var ve bu sınırlara saygı göstermek en az annenize gösterdiğiniz sevgi kadar önemli. Çünkü kendinizi bu kadar tüketirseniz, ne ona ne de başka birine faydanız kalır.
Evinizdeki düzensizlik ve annenizin yüksek tepkileri sizi rahatsız ediyor. Bu konuda annemle konuşmam mümkün mü diye düşündünüz mü hiç? Belki de sakin bir zamanda duygularınızı ifade edebilirsiniz. Ona “Anne, seni çok seviyorum ve her zaman yanında olmak istiyorum ama bu kaos beni çok yoruyor” demek, bu duygularınızı hafifletebilir. Bazı şeyleri değiştiremeyebilirsiniz, ama hissettiklerinizi paylaşmak yükünüzü hafifletebilir.
Evlilik konusundaki çekincelerinizi de anlıyorum. Kardeşiniz için duyduğunuz sorumluluk sizi iki arada bir derede bırakıyor. Ancak şunu unutmamalısınız: Kardeşinize bakmak, ona destek olmak ve hayatınıza devam etmek birbirine engel değil. Bu sorumluluğunuz her zaman kalbinizde olacak, ama bu sizin kendi hayatınızı yaşamanıza engel olmamalı. Kendinizi suçlamak yerine, evlilik ve kardeşiniz arasında bir denge kurabileceğinizi düşünün. Allah, insanı her zorluğun içinde bir kolaylıkla yaratmıştır. Belki evlilikle hayatınıza katılacak kişi, kardeşiniz için de bir destek olabilir.
Bir de Allah’ın adaletine güvenin. Bu dünyada her birimizin bir sınavı var; kimimizin ağır, kimimizin daha kolay. Ama her sınavın içinde bizi geliştiren, daha güçlü kılan bir anlam vardır. Siz bu süreçte yalnız olmadığınızı, her zorluğun bir sabrı ve kolaylığı olduğunu unutmayın. Kendinize şöyle bir dua ile yol çizebilirsiniz: “Allah’ım, beni sevdiğin kullar arasına kat. Ailem için hayırlı bir evlat, kendim için güçlü bir kul olmamı nasip et.”
Hayatınızı tamamen ailenize adamış gibi hissediyor olabilirsiniz ama bunu yaparken kendi yaşam enerjinizi kaybetmek size de, onlara da zarar verecektir. Sizin içinizde sevgiyle dolu bir kalp var, ama bu kalp hem başkalarına hem de size yetmeli. Kendinize de nefes alacak bir alan açın. Unutmayın, her feda güzeldir ama insanın kendini kaybettiği fedakârlık artık bir yük olur. Kendinizi tükenmeden, yavaşça bu döngüyü değiştirebilirsiniz.
Siz insanüstü bir varlık değilsiniz; her şeye yetemeyebilirsiniz ve bu da normaldir. Aileniz için elinizden geleni yaparken, kendinize de şu soruyu sorun: “Benim hayalimdeki hayat nasıl bir şey?” Belki bu sorunun cevabı, sizi hem ailenizle hem de kendinizle daha sağlıklı bir denge kurmaya yönlendirebilir. Allah her zaman yanınızda, sizi koruyan bir gölge gibi. Ve bilin ki, bu yüklerinizi hafifletecek bir çözüm mutlaka var. Siz yeter ki kendinizi sevmekten ve korumaktan vazgeçmeyin.
2 notes
·
View notes
Text
İlginç Zamanlarda Yaşamak Bir Dua mı, Beddua mı?
Çinlilerin, "İlginç zamanlarda yaşayın" şeklindeki duası, kulağa bir yandan ilginç, bir yandan da biraz hüzünlü geliyor. Bu cümleyi duymak, insanı düşündürmeye zorluyor. Çünkü çok katmanlı bir anlam taşıyor ve iki farklı yüzü var: bir dua ve aynı zamanda bir beddua.
"İlginç zamanlar" ifadesi, görünüşte hayatın renkli, heyecan verici, bilinmeyenle dolu anlarına işaret ediyor. Herkesin sıradanlıktan sıkıldığı, rutinin dışına çıkmaya, heyecan peşinden koşmaya çalıştığı bir çağda, "ilginç zamanlar" belki de bir kaçış arzusunun dile gelmiş hali. Kimse düz bir çizgide ilerlemek istemiyor. Hep bir şeyler olsun, bir değişim, bir devrim, bir aksiyon arıyoruz. Çift taraflı bir bıçak gibi, "ilginç zamanlar" hem korku hem de arzuyu aynı anda içinde barındırıyor.
Ama bu dua, üzerinde düşündükçe, aynı zamanda bir beddua gibi de algılanabilir. İlginç zamanlar, kontrolsüzlüğü, kaosu ve belirsizliği simgeliyor olabilir. Zamanın "ilginç" olmasının anlamı, belki de her şeyin beklenmedik şekilde dönmesi, işler hiç tahmin ettiğimiz gibi gitmediğinde yaşadığımız karmaşadır. Bu da aslında derin bir yıkım, kaybolmuşluk ve yetersizlik hissi yaratabilir. Zamanlar ilginç olduğunda, bizler bazen kendi içsel yönümüzle, dış dünyayla çatışmaya düşeriz. "İlginç" dediğimizde, öyle bir dünyada yaşıyor olmayı arzuladığımızı söylesek de, o zamanlar gerçekten bizi rahatsız edebilir.
"İlginç zamanlar" dediğimizde, aslında her şeyin değiştiği, sabır ve istikrarın kaybolduğu, geleceğe dair belirsizliklerin arttığı bir dönemi de kabul ediyoruz. Ve belki de, içinde yaşadığımız bu ‘ilginç’ zamanlar bizlere, temelden değişen bir hayatın içindeyken, daha fazla dayanıklılık ve esneklik geliştirmemizi öğütlüyor.
Öte yandan, belki de bu dua, bize içsel bir çağrı yapıyor: Kalbine göre yaşa. Belki de bu ilginç zamanlar, dış dünyadaki fırtınalardan daha önemli olan bir şeyin, içsel huzurun ve inancın izinden gitmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Evet, hayat bazen karışık, bazen belirsiz olabilir. Ama kalbinin doğruluğunda ilerlemek, her tür ilginçliği ve karmaşayı dindiren bir ışık olabilir.
İlginç zamanlar, dışarıdaki fırtınaya karşı içindeki dinginliği koruma fırsatı sunuyor. Çünkü değişen zamanlara, dışsal koşullara göre şekil almak yerine, içsel yönünü keşfederek, onlara direnmeyi öğreniyorsun. Gerçekten yaşamak, ilginç zamanlarda bile, kalbinle doğru adımlar atabilmekte yatıyor.
Bütün bunları düşündüğümüzde, "İlginç zamanlarda yaşamak" bir anlamda hem bir dua, hem de bir beddua olabilir. Ancak belki de gerçek dua, içindeki kalbi dinleyip, ne olursa olsun hayatı, tüm ilginçlikleriyle kucaklayabilmektir.
#istanbul#dua#iyiniyet#istanbuldayasam#türkiye#insan#artists on tumblr#iş#hayat#writers on tumblr#kıbrıs#günün notu#gününsözü#güne dair#güneş#günün yazısı#sonbahar#içeriküretimi#içerik stratejisi#sosyalmedya#instagram#proje#medya#blog yazarı#blog yazısı#blooger#tumblr yazarları#tumblog#tumblr girls#Halimecan
3 notes
·
View notes
Note
Oturdum kaosu izliyorum burdaki bayadir denk gelmiyorum da ne maçı bu arada kimin maçı?
buranın kaosu bitmiyor ya durulmuyor sular hiç, milli maç var kardeşim Türkiye-Portekiz 20 dk sonra
2 notes
·
View notes
Text
sevgili muhalif arkadaşları yine fena uyutmuşlar. kendilerince Erdoğan seçilmezse iç savaş çıkacağını darbe yapacağından bahsediyorlar. ne kadar da komik. birincisi burası çadır devleti değil anayasası hukuğu yasalarla belirlenmiş Türk devleti! aslında kendileri geldiklerinde iç savaş çıkma ihtimali çok yüksek çünkü bölücü parti 100 yıllık cumhuriyeti değiştirme zihniyetinde.. akıllarınca Erdoğan kaybederse darbe yapabilir imasında kendi oluşturacakları iç kaosu pkk ve fetöye yıkmaktansa kurban burda da Erdoğan olsun istiyorlar:)) bu toprakların insanı ayağa kalktı beyler müslüman bir sokulduğu delikten ikinci kez sokulmaz
12 notes
·
View notes
Text
Ne diyebilirim ki? Herkesin her şey hakkında fikrinin olduğu bir yerde, herkes kendini haklı görürken ve herkes karşıdakinin açığını bulmaya çalışırken... Ben şöyle düşüyorum, dünya üzerinde her zaman kaos ve karışıklık vardı. Herkes bu kaosu- karmaşıklığı kendince düzeltmeye çalışıyor ve tabiki her şey daha da karışıyor... o halde ne söyleyelim ki? Hiçbir şey söylememeyi ve kendi işime bakmayı uygun görüyorum. Elimden geleni kendimce yapmayı ve kendi hayatıma bir şekilde devam edebilmeyi sağlamaya çalışıyorum. Ne diyebilirim ki?
7 notes
·
View notes
Text
pamuk şeker ve sude'nin anıları #1
geçen gün yolda yürüyordum. değişik bir tarzım olduğu için, insanlar öyle olduğunu söyler, insanlar bana bakıyordu. yanımda da pembe saçlı bir kız arkadaşım vardı. biri kızıl kıvırcık diğeri ise pembe saçlı bir ikili görmeye alışık olmayan muğla insanları bizi baştan aşağı süzüyordu. bu duruma alışık olmayan arkadaşım bana eğildi ve şöyle dedi : " noldu kanka ya adımız mı çıktı "
elbette bu olağan bir soruydu çünkü sevgili arkadaşım o dönemlerde erkek arkadaşından yeni ayrılmıştı ve beraber erkeklerle dışarı çıkarken beni de yanında sürüklüyordu. bunun en yegane sebebi açık sözlü lafını esirgemeyen bir insan olmamdı ve sevgili arkadaşım hazır kendisi nasiplenmişken bana da bir erkek bulmayı amaçlıyordu. bir taşla iki kuş misali yani...
her neyse çok fazla bu şekilde kör randevuya çıktığımız için ve muğla'daki insanların dedikoduya olan merakını bildiğinden arkadaşım bu duruma fazla sakin kalamıştı. o gün girdiğimiz cafede gerçekten herkes bize bakıyordu. fakat arkadaşım bu soruyu biraz fazla sesli sorduğundan duyan herkes gülmeye ve fısıdaşmaya başlamıştı. sessizce kahvemizi alıp yerimize geçtik. resmen yerin dibine girmiştik. kahvemizi içtikten sonra havadan sudan sohbet edip günlük exler hakkında yaptığımız ve ne zaman zengin olacağımız hakkındaki yakınmalardan sonra arkadaşımla kalktık ve biraz kötekli denilen cehennemden farksız derbeder
insan çukurunda gezintiye çıktık. parka geldiğimizde arkadaşım benden kendisini parkta sallamamı istedi. bunun için yeterince büyük olduğumuzu düşündüğümden utana sıkıla kabul ettim. arkadaşımı salladığım sırada parkın karşısındaki kafede oturan eski sevgililerimizin bizi izlediğinden habersizdik tabi bu esnada...
başımı o tarafa çevirip soluklanırken o an onları gördüm ve arkadaşımı sallamayı bıraktım. arkadaşıma parmağımla onların olduğu tarafı işaret ettim. arkadaşım onları görür görmez yerinden kalktı ve ters yöne doğru koşmaya başladı. işin kötü yanı bu onların dikkatini direkt çekmişti. ben de onların görüş alanına girdikten sonra ordan hızla uzaklaştım. şunu unutmayın sevgili okuyucular asla arkadaşınız sizi kör randevuya çıkmaya zorladığında kabul etmeyin ve küçük bir şehirde yaşayıp saçma sapan erkeklerle çıktıysanız onları görmezden gelin. ve pamuk şekere benzeyen bir arkadaşınız varsa onun çocuksu ruhunu kilitlemeyin. bırakın istediğini yapsın... beraber kör randevulara çıkmak hariç. bu durum hayatınıza eğlence ve kaosu çeker. tabi meraklısına...
selamlar sayın okuyucular. ben sude ve bu da ilk yazım. buraya da hayatımdaki birtakım olayları yazma kararı aldım. çünkü bilirsiniz hayatın olağan sıkıntılarında ve anksiyete uçurumundan sıyrılmanın en iyi yoludur yazmak. size bir anımı anlatmak isterim okuyup okumamanız çok da mühim değil çünkü buraya yazmak istememin en önemli sebebi kendi sorunlarımdan kaçmak. evet, gülünç ama durum böyle. şimdi anıma geçelim :
geçen gün yolda yürüyordum. değişik bir tarzım olduğu için, insanlar öyle olduğunu söyler, insanlar bana bakıyordu. yanımda da pembe saçlı bir kız arkadaşım vardı. biri kızıl kıvırcık diğeri ise pembe saçlı bir ikili görmeye alışık olmayan muğla insanları bizi baştan aşağı süzüyordu. bu duruma alışık olmayan arkadaşım bana eğildi ve şöyle dedi : " noldu kanka ya adımız mı çıktı "
elbette bu olağan bir soruydu çünkü sevgili arkadaşım o dönemlerde erkek arkadaşından yeni ayrılmıştı ve beraber erkeklerle dışarı çıkarken beni de yanında sürüklüyordu. bunun en yegane sebebi açık sözlü lafını esirgemeyen bir insan olmamdı ve sevgili arkadaşım hazır kendisi nasiplenmişken bana da bir erkek bulmayı amaçlıyordu. bir taşla iki kuş misali yani...
her neyse çok fazla bu şekilde kör randevuya çıktığımız için ve muğla'daki insanların dedikoduya olan merakını bildiğinden arkadaşım bu duruma fazla sakin kalamıştı. o gün girdiğimiz cafede gerçekten herkes bize bakıyordu. fakat arkadaşım bu soruyu biraz fazla sesli sorduğundan duyan herkes gülmeye ve fısıdaşmaya başlamıştı. sessizce kahvemizi alıp yerimize geçtik. resmen yerin dibine girmiştik. kahvemizi içtikten sonra havadan sudan sohbet edip günlük exler hakkında yaptığımız ve ne zaman zengin olacağımız hakkındaki yakınmalardan sonra arkadaşımla kalktık ve biraz kötekli denilen cehennemden farksız derbeder
insan çukurunda gezintiye çıktık. parka geldiğimizde arkadaşım benden kendisini parkta sallamamı istedi. bunun için yeterince büyük olduğumuzu düşündüğümden utana sıkıla kabul ettim. arkadaşımı salladığım sırada parkın karşısındaki kafede oturan eski sevgililerimizin bizi izlediğinden habersizdik tabi bu esnada...
başımı o tarafa çevirip soluklanırken o an onları gördüm ve arkadaşımı sallamayı bıraktım. arkadaşıma parmağımla onların olduğu tarafı işaret ettim. arkadaşım onları görür görmez yerinden kalktı ve ters yöne doğru koşmaya başladı. işin kötü yanı bu onların dikkatini direkt çekmişti. ben de onların görüş alanına girdikten sonra ordan hızla uzaklaştım. şunu unutmayın sevgili okuyucular asla arkadaşınız sizi kör randevuya çıkmaya zorladığında kabul etmeyin ve küçük bir şehirde yaşayıp saçma sapan erkeklerle çıktıysanız onları görmezden gelin. ve pamuk şekere benzeyen bir arkadaşınız varsa onun çocuksu ruhunu kilitlemeyin. bırakın istediğini yapsın... beraber kör randevulara çıkmak hariç. bu durum hayatınıza eğlence ve kaosu çeker. tabi meraklısına...
3 notes
·
View notes
Text
SEN OLSAN BARİ GARİ DEMİYEM GARİ
Ne bileyim ?
Hep kahır...
Hep kahır...
Bıktım be !
Der ya Cem Karaca...
Hep şekvâ hep şekvâ çok bıktım galiba ki Ömer ' i yıllar sonra yeniden yazma kararı aldım...
Hani şu yırtık ayakkabısından çorabını değil direk ayaklarını gördüğüm Ömer ' i...
Hani yüzünde her zaman kocaman bir gülümseme olan...
Sürekli şikayet makamında olanlar ah bir kere görselerdi onu...Çok isterdim cidden...
Epey yol yürürüm ondan sonra ama hiç unutmadım onu...
Güzellikler iz bırakır, ne desek nafile... Okul idaresi yeni bir spor ayakkabısı alınca ona , kocaman adımları... İşte orada duruyor, hatıralarımda...
Ah çocuk! Kim bilir nerede şimdi? Ne yapıyor? Ne düşünüyor şu anda şimdi şimdi? Nâzım ' a inat hayat pahalılığını fasulyanın neden saatlerdir pişmedigini falan düşünmüyordur umarım... Ahmed Arif gibi karanlık ve hırslı da değildir, pozitif bir dünyada pozitif insanlarla hemhâldir inşallah... Tek yol anarşi demeyen...
Kaosu benimsemeyen...
Ah çocuk... Böyleleri serap gibi kaybolur sessizce birden , devlet bize sahip çıksın falan demeden...
Hem bugün ne oldu biliyor musun ?
Ya da hep oluyordu boş ver !
Ne düşündüm biliyor musun ?
"Kimi öğrenciler " deki "kimi" ye sıfat deyince ter ter tepinir ya bazıları...
Nasıl sıfat oluyor hocam ? diye...
Neden ?
Çünkü yıllarca bu yolda dirsek çürüten birine saygıyı -asgarî saygıyı- öğrenememiş...
Neyi öğrenmiş peki ?
Aleyna Tilki ' ye saygıyı öğrenmiş...
16 yaşında barlarda sanatı ile ailesine bakan çocuk!
Gururla evladını tweetlerle savunan bir baba !
Yemin ediyorum pozitif olacağım!
Ey saygı!
Geldiysen 3 kez kapıya vursana!
Sen olsan bari !
Çünkü
Öyle muhtacız sana!
Nüket Belsan Taşören
4 notes
·
View notes
Text
dünyayi perde arkasindan yönettigi iddia edilen ve gözümüzün gördügü her yere subliminal mesajlar ekleyen illuminati gerçekten var mi? yoksa bu da birilerinin ilgi çekip para kazanmak için sömürdügü bir komplo teorisi mi?
o hâlde baslayalim ve efsanevi illuminati örgütünün bilinen tarihine bir göz atalim. komplo teorilerinde sikça kargumiza çikan bu örgütün yapisina deginelim ve hakkin-da akan iddialarin kritigini yapalim. tabii isin bu kismi biraz karsik. çünkü günümüzde alakal alakasiz birçok orgüt, grup ve çesitli olaylar illuminati hikâyeleri bashgi altnda birbirine girmis vaziyette. birbirinden ayiklamast
aor bir bilgi kaosu ile kars: karsyaynz. ama bir yandan da
son derece ilginç ve irdelenmeye deger bir mevzu oldugu da su götürmez bir gerçek.
illuminati ilk defa 1776 yrlinda, bugünkü almanyann bavyera eyaletindeki bir üniversitede ortaya çikti. bavye-radaki ingolstadt üniversitesinde kilise hukuku dersleri veren prof. adam weishaupt, o dönemlerde bir aydinlan-ma yasamaktaydi. ona göre insanligin devami ve ilerle-yisi için daha fazla özgürlesmesi gerekiyordu. fakat kilise bunun önünde çok büyük bir engeldi. ve bunun üzerin adam weishaupt, çevresindeki diger entelektüel dostla-riyla da bu fikirleri paylasti ve tasarisi ciddi anlamda kar-silik buldu. ona göre bu hareket entelektüel bir hareket olmak zorundayd1. elit sinif tarafindan dizayn edilmeliy-di. ilk safhada halktan bu harekete destek bulmak çok da mümkün görünmüyordu. önce elitler organize olmalydi; daha sonra halk isin içine dâhil edilmeliydi. bu yüzden o ve çevresindeki diger akademisyen arkadaslariyla hareketin tasarlanmasi üzerine görüsmelere basladi. ne var ki güçlü bir örgüt kurabilmenin yolu hâlihazirdaki güclü bir örgüte katilmaktan geçiyordu. adam weishaupt da öyle yapti ve kisa bir süre sonra bavyeradaki mason gruplara katilmaya karar verdi. bavyera masonlari arasinda da ciddi bir taraftar kitlesi toplamayi basaran weishaupt, kisa bir müddet sonra kendi örgütü olan "perfectibilists (mü-kemmellestiriciler)"i kurdu. bu aslinda illuminatinin ilk ismiydi. zamanla gruba baska üyeler dâhil oldukça örgütün adlandirilmasinda da degisimler olmaya basladi. son tahlilde bu örgütün adi "bavyerali aydinlanmacilar" olarak kayitlara geçti; yani bavarian illuminati...
illuminati baslangiçta mason grubunun bir parçasiydi.
daha sonra ayrilip kendi özel gruplarini olusturdular. fakat bu grup teskilatlanirken de masonik gelenekler üzerinden yol almaya devam etti. yönetim semasi ve yapilan-ma süreci birebir ayniydi. artik illuminati grubu bavyerada taraftar toplamaya baslamisti ve 1780'lerin ba-sinda, bazi kaynaklara göre seksen bazi kaynaklara göre
ala yüz civarinda üyeye sahipti. bu yillarda illuminati bavyera ve diger alman eyaletlerinde fok popüler bir örgüt hâlini almista: ama buna karsin gizli örgüt kimligine sahipti. orgüt büyüdükçe dogal olarak bavyera hükûme-tinin de dikkati gitgide bu noktaya yöneldi. özellikle pro-testan kilisesi bu örgütten son derece rahatsizdi. aslinda baglangiçta illuminati, kiliseyi dogrudan hedefe koymu-yordu. grubun savundugu düsünce daha çok kilisenin in-
aldeki hukk sistemini uygulamaya koymada bazn hatalar
yaptigiyd1. örgüt büyiyüp güclendikçe kiliseye yönelhk argümanlar da biraz daha sertlesmeye ve hatlar belirgin-lesmeye basladi. artik örgüt yapilanmada gizli de olsa; kilisenin devlet yönetimine dâhil olmamasi gerektigini ila-nen savunuyordu. deyim yerindeyse bu örgüt herkesin bildigi "gizli" bir teskilatlanmaydi. ve zamanla çok tehlikeli sloganlar dile getirmeye baslamislardi. o dönem bav-yera'nin en yüksek siyasi otoritesi duke karl theodor bu örgütü gözüne kestirdi; ne var ki örgütün görünürde suç teskil eden hiçbir eylemi bulunmuyordu. o yüzden o da baslangiçta illuminatiye dokunmadi fakat yakin takibe aldi. üyeleri âdeta göz hapsindeydi ve haklarinda kayitlar tutuluyordu. nerede, kimlerle bulustuklar1, neler yaptikla-r1, aralarinda geçen diyaloglar, örgüte kaç kisinin katildigi gibi detay bilgiler tek tek kayit altina aliniyordu. ardindan da illuminati hakkindaki bilgileri içeren dokümanlar the-odor'a sunuluyordu.
1784 yilna gelindiginde kilisenin illuminati ile ilgili sikintilari ciddi boyutlara ulasmisti. örgüt o kadar büyü-müstü ki bazi iddialara göre üye sayis iki binleri asmisti.
artik kiliseye karsi olumsuz ve elestirel tutumlarini gizliden degil, açiktan beyan ediyorlardi. bir de örgütün üst düzey üyeleri theodor'un sarayina ulasmaya baslayinca;
bir baska deyisle theodor'un en yaknindaki kisiler de bu
orgite dâhil olmaya baslayinca theodor bu örgütün cid-
di bir tehdi haline gelebilecegini dustn ve 1784 vlr-
da bir kanun yayinladi. bu kanuna göre bavyera sinirleri komplo teorileri
iperisinde gial orgiterin butin faliyetleri yasaklanmist.
tahmin edebileceginiz üzere kanun çikar sikmaz ilk darbeyi yiyen illuminati oldu. örgütün bütün merkezlerine baskin yapildi ve bilinen bütün üyeleri tutuklandi. bir iddiaya göre weishaupt yakaland ve sürgüne gönderildi.
baska bir rivayete göreyse kaçmayi basarmis ve ameri-kaya gitmisti. bu tarih itibariyla illuminatiye ait her sey toplatildi ve fiili anlamda bu örgüt tamamen ortadan kal-dirilmis oldu.
iste tam bu noktada gerçek ve komplo teorileri yavas yavas birbirinden ayrismaya bashyor. iddialara ve komplo teorilerine göre bavyera dükü, illuminatinin bütün üyelerini yakalamayi basaramamisti. kaçmayi basaran üye-lerse avrupa'nin dört bir yanina yayilmislardi. en yogun olarak da fransa'ya gitmislerdi. ne var ki buralarda çok da fazla taraftar toplayamadilar. örgüt daha sonra merkez olarak amerika kitasini seçti ve burada çok büyük bir fir-sat yakaladilar. 1700'lerin sonlarinda abd hâlâ bir ingiliz sömürgesi ve kolonisiydi. fakat koloniler fokur fokur kaynamaya baslamisti ve kisa bir süre içinde savas peydah oldu. iddialara göre illuminati; amerikan bagimsizlik sa-vasini yöneten kurucu babalarla irtibata geçmisti. zaten
kurucu babalar da masondu ve bu gizli bir bilgi de degildi.
ladia oydu ki aralarinda bir anlasma yapilmisti ve bu an-lasmaya göre illuminati sahip oldugu istihbarat kaynagi sayesinde ingiliz ordusuna ait çok kritik bilgileri ame-rikahlara verecekti. bunun karsilginda ise amerikalilar ayhan tarakci
bagumsizhklarini elde ettikten sonra yeni kurduklar ülkede illuminatiye her türlü imkâni saglayacaklardi. bu anlasma çerçevesinde kisa bir süre sonra beklenen oldu ve amerika savast kazanip bagimsiz bir devlet kurdu. ve abd'nin bütün kapilan illuminatiye ardina kadar açilmis oldu.
abd'de korkunç bir hizla büyüyen örgüt daha sonra avrupadaki etkinligini de ciddi anlamda arturmayi basar-di. 1800'lü yillara gelindiginde örgüt öyle bir hâkimiyet alanina sahipti ki bu dönemde abd ve avrupada güçlü ve önemli olabilmek için illuminati'nin bir parçasi olmak ge-rekiyordu. illuminati o kadar büyümüstü ki o güne kadar kurulmus ve belli bir erke ulasmis tüm masonik gruplar ve örgütleri ezdi geçti. özetle illuminati bati dünyasinin mutlak hâkimiyetini elde etmisti.
bu örgüt, dünya ekonomisini idare edebilmek için çok büyük ve zengin aileler ortaya çikardi. iddialara göre ro-ckefeller ailesi, kennedy'ler de bunlardan biriydi. ve hatta avrupa'nin meshur rothschild ailesini de ele geçirmisler-di ve onlarin eski baglarini kullanarak çok kötü seyler ya-pabiliyorlardi.
1900'lü yillara gelindigindeyse artik bütün dünyanin kontrolü illuminatinin eline geçmisti. dünya üzerinde ne istiyorlarsa gerçeklestirebiliyorlard1. sahip olduklan im-kân ve güçle istedikleri cografyada savasi tetikleyebiliyor, kithk gikarabiliyorlardi; kavgalar, gürültüler, devrimler, komplo teorileri
salgin hastalklar gibi pek çok yapay yikim meydana geti-rebiliyorlardi. o koskoca dünya ve ona ait bütün dinamikler artik tamamen bu örgütün oyuncagi hâline gelmisti.
ve su anda da bütün dünya illuminati tarafindan yöne-tilyor, bütün devletler ve devasa sirketler, her sey onlarin kontrolü altinda. paranin yönetimi, medya ve hatta sosyal medya bile onlarin ellerinde. mark elliot zuckerberg bile ashinda illuminati'ye çaliçan bir casus. bugün popüler kültür içerisine birçok unsurlarini yerlestirmis durumdalar.
büyük film yildizlarinin, dünyaca ünlü sarkiclarin büyük bir kismi onlar için çalisan ajanlar aslinda... subliminal mesajlar ve gizli isaretlerle bilinçaltimizi etkileyerek bizleri birer köle hâline getirebilmek adina ellerinden geleni yapryorlar. ama neyse ki aramizdaki bazi uyank kimseler büyük resmi görüyorlar da sayelerinde bu oyunlar tek tek
ifsa oluyor. en gizli projelerinden en gizli sirlarina kadart anadolunun en ücra kösesindeki mahalle kahvelerinde bile konusulur hâle gelmis durumda. yani günümüzün o uyanik zihinleri(!) sayesinde artik bu gizli örgütün hisbir gizliligi kalmamis görünüyor.
simdi... bütün bu komplo teorilerini bir kenara bura-kalim ve isin olasi gerçek kismina gelelim. 1784'te geri do-nüyoruz...
1784 yilinda illuminati'ye ait her sey sona erdirildi ve bu örgüt lagvedildi. bu örgütle iliskilendirilen hiçbir olay bu tarihten sonra rapor edilmedi. yalnizca; kisa bir süre sonra cereyan eden fransiz ihtilali neticesinde maglup olan taraflar bu örgütü dolayli olarak suçlamaya basladi-lar. onlara göre fransiz ihtilalinin vuku bulma sebepleri arasinda eski illuminaticiler de bulunuyordu. bu hikayeler ve komplo teorileri avrupada uzun yillar dillendirilmeye devam etti ama örgütün varligina ve etkinligine dair elle tutulur hiçbir sey ortaya çikmadigindan çok da ciddiye alinmadi. ne var ki illuminati hikâyeleri 19. yy.boyunca da devam etti; tabii bu zaman zaman ortaya çıkan örgütler gerçek degil, fason yapilanmalardi. tarih boyunca buna benzer daha birçok grup kuruldu, pek çok örgütlenme peydah oldu ve tüm bu örgü dâhilinde mey-cut mason gruplarina ait hareketler de hep illuminati ile iliskilendirildi. ama günün sonunda bu örgütün varlgina dair hiçbir emare göz önüne serilemedi. bunlar tamamen
bir fisiltidan ibaretti.
komplo teorileri
20. yüzyil boyunca da illuminati basligr altindaki hikâ-ye ve teoriler süregeldi. fakat bu zaman diliminde de örgütün varligini ispat eden bir delile rastlanmadi.
peki, nasil oldu da günümüzde illuminati yeniden bu kadar popüler olabildi? aslinda bu sorunun cevabini az cok çogunuz biliyorsunuz. dan brown ve onun meshur kitaplar... dünyanin üzerine bu illuminati paranoyasini yeniden atesleyen sey dan brownin o meshur "melekler ve seytanlar" kitabiyd1. kitabi okuyanlar bilir, son derece etkili ve sürükleyici bir eser. dan brown'un pek çok eseri için böyle bir etkiden bahsetmek mümkün. hemen hepsi heyecan dolu ve macera kurgusu ön planda eserler. ama çogu insan dan brown'un eserlerinde, özellikle de illumi-nati ve mason gruplariyla ilgili hikâyeleri içeren kitapla-nnda yer alan kurguyu gerçek olarak algilyor. hâlbuki brown'un kurgularinda pek çok olay, kisi, yer örgüsü yan-ls ve uydurma bilgiler iceriyor. yazar, avrupadaki pek çok efsaneyi, grubu, miti derlemis, bu derlemelerden güzel bir kurgu meydana getirmis ve en önemlisi de gerçekle bagini tamamen kopartmis; ne var ki ortaya iyi satan, okuru cezbeden ürünler çikarmis.
yani, sakin ola ki illuminati, masonik gruplar ve benzer olgular hakkinda çikarim yaparken dan brown'un ki-taplarini referans almaya yeltenmeyin.
her ne kadar yazarin eserleri birer kurgu ve kur-macadan ibaret olsa da kitaplarin dünyaya yayilmasi ayhan tarakci
ve ardindan uyarlama filmler, illuminati paranoyace tekrar ayyuka çikardi ve günümüzde bu sann oyle bie noktaya erismis vaziyette ki -deyim yerindeyse- çorba-mizin icinde bile "illuminatici" arar olduk. ne zama ekranda bir üçgen görsek ne zaman bir göz semboline rastlasak "aha bu illuminatici" yaftasini yakisturmana bashyoruz.
hikäyenin ash pek de öyle degil.
illuminati gibi gizli örgüt efsaneleri insanlann çok fala ilgisini çektigi için bu ilgiye talip olanlar ve ticari kazanç elde etme gayesi güdenler bu paranoyayi bize kars ciddi anlamda körüklüyorlar. misal; kaseti satsin isteyen sanatç sahnede elleriyle üggen simgesi yapmaya baghyoc. albümü ses getirsin isteyen kliplerine gizli göz sembolleri yerlestiriyor. bu paranoyanin meydana getirdigi muazzam ilgiden pay kapmak isteyen uyaniklar mlluminatiyi iurt eden sembol ve figürleri akliniza gelebilecek her platformda kullanmaya çahsyyorlar. bunu yaparken de sanki kasth degilmis de istemsiz bir sekilde açik vermis imaji gizivor-
lar. ve maalesef milyonlarca insan da bu numaralan tk
rar tekrar yemeye devam ediyor.
ozetleyecek olursak... evet, bir zamanlar illuminat diye bir örgüt vardi fakat bu örgüt, 1800 lerin hagnda la-
mamyla ortadan kalkt. giniminde sadece soylentiler ve
dedikodular var. bildiginia gibi dital dinyada bu somplo
reorileri durdurulamaz bir hiela yayalma sergiliyor ve komplo teorileri
bunlarin yayilmasi da birilerine büyük rant saglyor. bu pastadan nemalanmak isteyenler de size biraz komplo teorisi satiyor.
bu arada altini çizmekte fayda var ki; illuminatinin sembolü piramidin üzerindeki göz, bir üggen ya da tek hgguna bir göz de degildir. tüm bu semboller dünyanin dört bir yanina yayilmis mason gruplarinin kullandig veya bu yönde iddialar olan sembollerden ibarettir. günümüzde size illuminati adi altinda satilmaya çalisilan her ey, aslinda birilerinin para kazanmak ugruna kurguladigi birer metadir. yani öyle zannettiginiz gibi hiç kimse oraya buraya yanhslikla üçgen ya da göz figürü yerlestirmiyor.
maksat siz onu görün ve "aa bak bu adam illuminaticiy-mis, buraya subliminal mesaj koymus." deyin ve onlarn aradigi ilgi ve ragbeti ellerinizle sunun! bütün olay bu...
ayhan tarakçı/ komplo teorileri
0 notes
Text
Gerçekten kaldıramıyorum artık en ufak kargaşayı kaosu deliriyorumda doğruyu söylemek gerekirken neden tek bir Allahın kulu ortamda huzur yaratmaya çalışmıyorda herkes kaosun peşinde ne var yani kaos olunca ne elde ediliyor kimse bir şeyler huzurla olsun diye çabalamıyor birine lan yapma bak kaos oluşturma huzur olsun diyorum tamam da ben niye yapayım ki o yapsın diyor kaos çıkarmaya gelincede ilk sırada ilerliyor çok bunaldım sürekli huzur ortamı yaratmaya çalışmaktan benim ruhum kaos kaldırmıyor en ufak ses yüksekliğinde gözlerim doluyor hıçkıra hıçkıra ağlama isteğiyle doluyorum galiba duygusal sağlamlığım yok bilmiyorum sadece çok bunaldım başımı alıp gitmek istiyorum çok uzaklara kimsenin bağırmayacağı huzursuzluk çıkarmayacağı bir yere yapayalnız olmam gerekiyorsa ona bile varım yeter ki kaos olmasın.
0 notes