#kadın politikacılar
Explore tagged Tumblr posts
lefkosahaberleri · 19 days ago
Text
Kadınların Siyasette Temsilinin Artırılması ve Karşılaşılan Zorluklar
New Post has been published on https://lefkosa.com.tr/kadinlarin-siyasette-temsilinin-artirilmasi-ve-karsilasilan-zorluklar-34986/
Kadınların Siyasette Temsilinin Artırılması ve Karşılaşılan Zorluklar
Tumblr media
Kadınların siyasette temsilinin artırılması, toplumsal cinsiyet eşitliği için kritik bir adımdır. Bu içerikte, kadınların siyasette karşılaştığı zorluklar ve bu engellerin aşılması için öneriler ele alınmaktadır.
https://lefkosa.com.tr/kadinlarin-siyasette-temsilinin-artirilmasi-ve-karsilasilan-zorluklar-34986/ --------
0 notes
rayhaber · 4 months ago
Text
Siirt'te Gözaltılar: 5 Kadın Politikanın Merkezinde
Siirt’te Gözaltılar: 5 Kadın Politikanın Merkezinde Siirt Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen kapsamlı bir soruşturma neticesinde, Demokratik Eğitim ve Medeniyet Partisi (DEM) üyesi Kurtalan Belediyesi Eş Başkanı Sadiye Aktin’in de aralarında bulunduğu toplam 5 kadın hakkında gözaltı kararı çıkarıldı. Sabah saatlerinde, polis ekipleri tarafından gerçekleştirilen operasyonla, Kurtalan…
0 notes
mavihayaller · 1 year ago
Text
rengini tanımakla başlamalı her şey, solukluğuna ikna olmakla, ışıldayanın sükunet tercihi ile başlamalı. bir gureba evinde sana açılan bir döşek, bütün gezegenlerin yer çekiminden daha kuvvetlidir. olmayanı paylaşmak, yarın demektir. doğacak olan güneş demektir. sınırda karşılıklı tahterevalliye binen çocuklar, duvarların arkasından bu imkanı onlara sağlayan politikacılar... her gözyaşının bir sebebi olmaz, gözünden düşesi gelmiştir, düşer. bir açıklık bulunca penceremden içeri giren oksijen, bazen beni çok mutlu eder. bazen de deli eder. yani temelde devamlı temiz hava almak isteyen biri değilim. özellikle bazı geceler nefes alırken burnum acısın isterim. kaş’ta iki tane ada yapışmış birbirine... gecenin ilk saatleri bizim son saatlerimiz. saçları güneş rengi bir kadın, az sonra kalkacak olan tekneye binecek. karanlıkta, açık denizde, belki buz dağına çarpacak, belki de rüzgara kapılıp uçurtmalara karışacak. ben kıyıda, kumun üstünde, kırık bir sandalyenin ince sarsıntısında yere düşeceğim. kimsenin beni kaldırmasını istemem. düşesim geldi, düştüm... muhtemelen bu yaz da, olağan hüznüyle, olağan sarhoşluğuyla ve olağan yorgunluğuyla sonbaharın kucağına düştü. her mevsimin bir sebebi olmaz...
5 notes · View notes
gundemarsivi · 11 months ago
Text
Tumblr media
Dokunmaktan Korkmayın
✍🏻 Ercan Şimşek, 18 Ocak 2019
https://www.gundemarsivi.com/dokunmaktan-korkmayin/
“Böyle bir siteye ne yazmalıyım?” diye düşündüm. Sitenin asıl amacının, üyelerinin birbirine kelimeleri ile dokunmak olduğunu, bu kelimeler ile birlikte; büyüme, gelişme ve hareket edebilme amacını taşıdığını keşfederek böyle bir başlık açmaya karar verdim.
Bu başlığın etkisini ve önemini yetmişli yıllarda yapılmış olan bir sosyal araştırma deneyini anlatarak doldurmak isterim. Affınıza sığınarak aklımda kaldığı kadarıyla/haliyle yazacağımı belirterek başlamak istiyorum, umuyorum sizlerin de hoşunuza gider…
Amerika Birleşik Devletleri’nin bir eyaletine ait şehrinde şöyle bir sosyal araştırma deneyi yapılır: Yaya trafiğinin çok tenha olduğu bir sokak seçilmiştir; bu sokakta, sadece bir adet ankesörlü telefon kulübesi vardır. Gözlem ekibi gerekli çekim kameralarını uygun bir açıda gizleyerek çekime başlayacaktır ve gözlem gurubunda bulunan bir kadın görevli kulübeye 100 USD bırakmıştır. Çekim sonuçlarından elde edilen bulgu şöyledir:
Telefon ihtiyacı için kulübeye giren herkes yerdeki bu parayı görünce öncelikle sağını-solunu kontrol etmiş ve daha sonra parayı alıp telefonu kullanmıştır. Konuşmasının bitmesine yakın kadın görevli kulübeye gelmiş ve nefes nefese bir ses tonu ile “Biraz önce bu kulübede telefon görüşmesi yaptım, 100 USD param kayıp, burada düşürmüş olabilirim; gördünüz mü?” diye sohbete başlamıştır.
İşte yapılan bu deneyin sonuçları şu şekildedir:
1- Biraz uzakta kalarak (en az iki metre) bu soruyu sorduğunda deneklerin tamamından “olumsuz” yanıt almıştır (hayır, görmedim vb. şekilde).
2- Daha yakından yaklaşıp elini omzuna koyarak sorduğu herkes “olumlu” yanıt verip parayı iade etmiştir.
Kısaca işin özü bana şöyle geliyor ki politikacılar da seçim dönemlerinde kazanmak için sokaklara çıkmasının sebebi, seçmene dokunup oy kazanmaktır; ancak bizim burada yapmak isteğimiz şey politikacılar gibi “değmek”ten farklı olarak, birbirimizi gerçek anlamda dokunarak hissetmeye çalışıyoruz. Bu bilimsel gerçekten yola çıkarak, kelimelerle dahi olsa birbirimize “dokunabilme gayreti” içerisinde olduğumuzu ve bunun ne kadar önemli olduğunu hissettirmek amacıyla hepinizi içtenlikle selamlıyorum.
Ercan Şimşek
0 notes
olumsuzsozler · 2 years ago
Text
Tumblr media
"Keşke bu ülke Müslümanlarının tamamı Alevi olsaydı!" diyorum. "Dini siyasete alet eden politikacılar, yobazlar olmayacak, din tüccarları hiç olmadığı kadar artmayacak, kadın cinayetleri, küçük çocuklara taciz ve tecavüzler olmayacaktı!"diye düşünüyorum.
İsmail Hakkı İçten
1 note · View note
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
1 Mayıs’ta onbinlerce kişi sokaklara döküldü
Tumblr media
🇨🇭SESİ- İşçi Bayramı'nda İsviçre’nin çeşitli şehirlerde mitingler düzenlendi. Bazı bölgelerde göstericiler ile polisler çalıştı. İsviçre’deki İşçi Bayramı'nda onbinlerce kişi ücretlerin iyileştirilmesi, daha iyi emekli maaşı ve daha fazla eşitlik için gösteri yaptı. İsviçre genelinde düzenlenen yaklaşık 50 etkinlikte, sendikacılar ve politikacılar eşitsizliğe karşı mücadele ve toplumsal ilerleme çağrısında bulundu. Polislerin sabote etmesiyle bazı yerlerde göstericiler çatışma yaşandı ve maddi hasar meydana geldi.
Tumblr media
Zürih'teki etkinliğe binlerce kişi katıldı. Sosyalist Parti (SP/PS) ulusal meclis üyesi Tamara Funiciello, Sechseläutenplatz'daki mitingde yaptığı konuşmada, çalışma saatlerinin kısaltılması çağrısında bulundu ve işverenler birliği tarafından getirilen emeklilik yaşının 70 olmasına sert bir şekilde karşı çıktı. Kadın haklarından da bahsetti ve 14 Haziran kadın grevine katılma çağrısında bulundu. Öğleden sonra Zürih şehir merkezinde polislerin sabote etmesiyle, göstericilerle çatışma yaşandı. Olaylarda 200’den fazla kişinin 1 Mayıs’a katılması engellenirken, 11 kişide gözaltına alındı. Polis şiddeti nedeniyle iki kişi de yaralandı. SENDİKACILAR SOSYAL YARDIM TALEP ETTİ İsviçre Sendikalar Konfederasyonu (SGB) Başkanı Pierre-Yves Maillard, Interlaken'de yaptığı konuşmada İsviçre'deki çalışma koşullarına değindi. "Satın alma gücü krizinin" daha da kötüleşeceği konusunda uyardı ve ücretlerin ayarlanması, AHV emekli maaşlarının artırılması ve sağlık sigortası primlerinin net gelirin yüzde onu ile sınırlandırılması çağrısında bulundu. SGB ​​baş ekonomisti Daniel Lampart, Thun'da “sosyal AHV”nin genişletilmesi çağrısında bulundu.  BASEL’DEKİ YÜRÜYÜŞE POLİS ENGELİ Basel'deki etkinliğe yaklaşık 1000 kişi katılırken, polis çok sayıda kafesli ve tazyikli su araçlarıyla göstericilerin yürüyüş yapmasını engellemeye çalıştı. https://twitter.com/basta_bs/status/1653019960367562754?s=46&t=7LruKCNOyxTS3EFO0Tl7Vw Cenevre'de yaklaşık 2.000 kişi maaş ve emekli maaşlarının arttırılması için sokaklara çıktı. Eyleme Ulusal Konsey Üyeleri Laurence Fehlmann Rielle (SP), Isabelle Pasquier-Eichenberger (Yeşiller), Devlet Konsey Üyesi Lisa Mazzone (Yeşiller) ve Pazar günü seçilen yeni Devlet Konsey Üyesi Carole-Anne Kast (SP)’ ta katıldı. SP eş başkanı Cédric Wermuth, Zofingen'deki 1 Mayıs kutlamalarında, yaşamak için yeterli maaşlara ve onurlu bir yaşam sürmeyi mümkün kılan emekli maaşlarına ihtiyaç olduğunu söyledi. Kurumlar için daha fazla kar ve vergi indirimi yerine, daha uygun fiyatlı sağlık sigortası primleri ve kiralara da ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Read the full article
0 notes
tumitutscanlation · 5 years ago
Text
Heavenly Blessing – 140. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 140: Sivri Bir Dil ve Keskin Dişler, Rüzgarlar Yuttu ve Oklar Paramparça
Xie Lian iç çekti ve döndü. “Oof, birisiyle konuşmak istiyorum ama Üst Cennetteki ruhani iletişim rünü yok olduğu için ve ben de diğer cennet mensuplarının sözel parolalarını bilmediğim için, istesem bile bir şey söyleyemem. Fu Yao, diğer cennet mensuplarının sözel parolalarından bildiğin var mı? Böylece onlara geri dönüş yapabilir ve nerede olduğumu söylerim, ve tabi yardım isterim.”
Sakin ve doğal görünüyordu, oldukça ikna ediciydi ve Fu Yao’nun başındaki kasvetli bulutlar dağıldı. Yatıştırdı. “Bilmiyorum. Şu anda tüm cennet karmakarışık, herkes çok meşgul. Kendi başının çaresine bak.”
Tam bu sırada, kenardan Hua Cheng konuştu. “Gege, bu çocuk iki gündür hiçbir şey yememiş ve ateşi var.”
Xie Lian kontrol etmek için yanına gitti ve sahiden Gu Zi’nin alnı üzerinde yumurta pişirecek kadar sıcaktı. Hemen Qi Rong’u çekti ve sorguladı. “Bu çocuğa nasıl göz kulak oluyorsun böyle?”
Qi Rong kanla kaplı yüzüyle tükürdü. “Bu ata onun gerçek babası falan değil! Onu yememiş olmam bile benim için inanılmaz derecede büyük bi şefkat göstergesi! Üzerime merit at, hadi!”
“Bence muhtemelen ateşi varken tadı güzel olmaz diye onu yemedin.” Xie Lian yorum yaptı.
Kenarda, Lan Chang bir an tereddüt ettikten sonra konuştu. “Çocuk hasta mı? Bakayım mı?”
O da yıkılmış kulübenin çöken kirişleri nedeniyle kesikler ve çürüklerle kaplıydı, ama yine de çocuğa üzülmüştü ve yanlarına geldi, Gu Zi’yi kollarına aldı ve elini alnına koydu, soğuk bedenini kullanarak Gu Zi’nin ateşini düşürmeye çalışıyormuş gibi görünüyordu. Fu Yao elinde bir tılsım tarafından dertop edilmiş cenin ruhuyla birlikte yanlarına geldi. “Gitme vakti.”
Lan Chang bariz bir şekilde gitmek istemiyordu, ama oğlu elindeydi bu yüzden çaresizdi. Xie Lian konuştu. “Bekle, biraz dur. Fu Yao, şu anda generalinle iletişime geçebiliyor musun?”
Fu Yao ona baktı. “Ne istiyorsun?”
Xie Lian lafı ağzında geveledi. “Aslında…”
Kelimenin tamamını söylemeden önce, eli aniden öne uzanmış ve yıldırım kadar hızlı bir şekilde hemen Fu Yao’nun elini sırtına doğru bükmüş ve sımsıkı tutuyordu, ancak bundan sonra cümlesine devam etti. “Aslında, çoktan başının belada olduğunu biliyorum!”
Fu Yao dikkatsiz davranmış ve yakalanmıştı, hem şokta hem sinirliydi. “SENİ! SENİ SİNSİ-!”
“Hayır, hayır. Hepsini tümüyle fiziksel güçle yaptım. Aynı yöntemle sen de beni gafil avlayabilir ve beni tutup tutamayacağına bakabilirsin.”
Hua Cheng nazikçe el çırptı. “Katılıyorum.”
Fu Yao öfkeden gözlerini yuvarlayacaktı. “O ZAMAN NEDEN BENİ ŞİMDİ BIRAKMIYORSUN, BÖYLECE DENERİM, HA??”
Xie Lian yüz ifadesini düzeltti. “Bir dahakine, eğer fırsat olursa. Şu anda endişelenecek daha büyük problemlerimiz var. Fu Yao, generaline Üst Cennete dönmesini tavsiye ettiğimi iletir misin?”
“…Dönmesini mi?”
Fu Yao’nun öfkesi kısık bir sesle zorlukla bastırılmıştı. “Söylemesi kolay! Eğer o durumda olan sen olsaydın, geri döner miydin? Başkaları sana geri dön dese ne yapardın? Haksızlığa ve yalan ithamlara mı geri dönsün? Onu bekleyen ölümüne mi?!”
“Hemen kızma, ciddiyim.” Dedi Xie Lian. “İroni yapmaya çalışmıyorum. Generalin ve ben farklı kişileriz, onun içinde bulunduğu durum geri dönüşü olmayan bir noktada değil; en kötü kısmı ise onun kaçması. Eğer onunla konuşabilirsen, ona araştırmasında yardım edeceğimi söyle.”
Fu Yao şok olmuştu. “Sen. Araştırmasına yardım edeceksin?”
“Evet. Pek çok araştırma yapmışlığım var, bu yüzden baya tecrübeliyim. Ondan daha tecrübeliyim en azından.” Dedi Xie Lian.
“Ekselansları, size cennete döndükten sonra kaç cennet mensubunu incelediğinizi hatırlatmam gerekiyor mu?” Dedi Fu Yao. “Ve bu cennet mensuplarının kaç tanesinin siz inceledikten sonra düştüğünü?”
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi. “Bu farklı. Sorun bende değil. Eğer sahiden hiçbir suç işlemediyse, o zaman tabi ki masumiyetini kanıtlayacağım.”
Fu Yao bıkkınlıkla bir kahkaha attı ve sözünü kesti. “Bu kadarı yeter! İkiniz arasındaki kişisel meseleleri bilmeyen yok ki. Araştırmasına yardım etmek mi istiyorsun? O zaman bu meseleyi düzeltmek için en ufak bir şansı kalır mı? Eğer bu fırsatı kullanarak onu aşağı çekmek ve alay etmek istiyorsan, bu sahte tavrın yerine söyle gitsin.”
Bunu duyunca Hua Cheng’in yüzü karardı. Bir an sonra ise gülümsedi. “Boş ver gege. Bu çocuk gördüğü zaman iyiliği tanımıyor, neden nefesini boşa harcıyorsun ki? Bazı insanlar nankör doğar işte, ve kalbinde doğruluğu taşıyan bir adamı kendi çarpık, kapalı zihinleriyle tartarlar. Sana güvenmiyor ve eh, benim de onunla uğraşacak vaktim yok. Bırak boğuşsun ve kendisi işin içinden çıkmaya çalışsın.”
Fu Yap ona baktı ve kışkırttı. “Çocuk mu?”
Hua Cheng saygısına karşılık verdi ve o da dalga geçti. “Ast Cennet Mensubu mu?”
Fu Yao’nun yüzü hafifçe düştü. Xie Lian tutuşunu katılaştırdı ve nazik bir sesle konuştu. “Eh, o ve bu, tamamen farklı durumlar, kişisel meseleler ve iş asla karıştırılmamalıdır. Aramızda bir husumet olması başka bir mesele, bir suç işleyip işlemediği ise bambaşka. Mu Qing gibi birisi, her ne kadar bağnaz, ehemmiyetsiz, hassas ve şüpheci, kötü bir karaktere sahip olsa da ve sürekli atıp tutuyor, hoş şeyler söylemiyor, kafa ütülemeyi seviyor, sürekli insanları gücendiriyor ve ondan hiç hoşlanmayan pek çok kişi var, ve tabi hiç arkadaşı da yok, en küçük, en önemsiz meseleleri uzun yıllar boyunca aklında tutuyor…”
“…”
Xie Lian ifadesiz bir yüzle tek nefeste hepsini söylemişti, ama en sonunda bir sonuca bağladı. “Ama sonuçta onu çocukluğumuzdan beri tanırım, yine de prensipleri vardır.”
“…”
Xie Lian devam etti. “Hoşlanmadığı birisinin bardağına tükürebilir, ama asla başkalarına zarar vermek için suları zehirlemeyecektir.”
“…”
Hua Cheng düz bir şekilde yorum yaptı. “Sahi mi? Hala iğrenç ama.”
Fu Yao’nun damarları fırlamıştı. “HAYIR! Tükürmez de!”
“Müshil koyar o zaman.” Dedi Xie Lian.
Fu Yao kendisini kontrol altında tutmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. “Sen… ondan bu şekilde bahsetmek zorunda mısın? Onun tarafını mı tutuyorsun yoksa ona karşı mısın?”
“Özür dilerim, şu anda aklıma daha iyi örnekler gelmedi.” Xie Lian özür diledi.
Fu Yao bir süre mücadele etti ama tutuşundan kurtulamıyordu ve panikle bağırdı. “Biraz önce cennetteki birisine mi ispiyonluyordun?”
Xie Lian ağır bir şekilde cevap verdi. “Henüz değil. Sadece sohbet ediyordum. Merak etme, generaline zarar vermeyeceğim. Eğer sahiden geri dönmek istemiyorsa, o zaman neden bana eşlik etmiyor, böylece beraber hareket edebiliriz? Bu şekilde, yaptığı her şey için bir şahidi olur, yoksa adını temize çıkaramaz ve işler daha da kötü bir hal alır…”
Tam bu sırada, arkalarından çiğ bir kahkahanın kükremesi yükseldi. Qi Rong, Lan Chang’in yüzüne bakıyordu ve aniden delirmişti. ��HAHAHAHAHAHAHA BEN DE BU KİM DİYODUM! BU ŞEY DEĞİL Mİ, HANIMIM JIAN LAN?”
İlk başta Lan Chang Gu Zi’yi kollarında tutuyor, ateşini düşürüyordu, ama onu duyunca aniden titredi ve gözleri irileşti. “Sen kimsin? Sen nasıl…”
Qi Rong kıs kıs güldü. “Nasıl mı bildim? LÜTFEN! Bana az kalsın küçük kuzen demen gerekecekti! Eee, herkes hayalete mi döndü yani? Her yerde aynı tanıdık yüzler, dünya sahiden küçük ve harika, hehe!”
Xie Lian kaşlarını çattı. “Qi Rong yine mi delirdin? Jian Lan kim?”
“Heh, kuzen veliaht prens, kör müsün salak mı?” Qi Rong sataştı. “Kim olduğuna yakından bak, Xian Le’mizin bir numaralı genç kızı – Jian Lan Hanım! Ailesi politikacılar ve tüccarlardan oluşurdu, tarifsiz bir azamet ve görkem. Ne güzel ne çirkindi, ama ne zaman Xian Le’nin güzellik övgüleri sunulsa adı listede yer alırdı. O kadar gururluydu ki kafasının tepesinden gözleri fırlayacaktı; kimseyi görmez ve kimseyi umursamazdı. Neredeyse hareme girecek ve eş seçilecekti!” *ÇN: Şimdi burada ‘concubine’ diyor, daha çok metres anlamında. Ancak bence burada ‘eş’ anlamında da kullanılmış olabilir? Bir de, bu novel’da öyle mi bilmiyorum ama (Çin Tarihçesi hakkında en-ufak bir fikrim dahi yok), okuduğum bir başka Çin usulü BL’de imparator oğullarının resmi haremlerinde ilk 2’si ‘eş’, sonraki 3’ü ‘metres’ olmak üzere toplamda 5 kadınları vardı.
“Ne?”
Xie Lian’ın gözleri farkında olmadan Lan Chang’in yüzüne kaydı. Geçmişte, kral ve kraliçe sahiden onun için bir eş seçmek niyetiyle onu çağırmış ve bir şölen ile saraya davet edilen özenle seçilmiş kızları, sırf içlerinden hoşuna giden birisi olur mu diye sergilemişlerdi. Ancak, genç Xie Lian’ın tüm kalbi kendini geliştirmeye adanmıştı ve sadece tek bir tur atarak şöleni terk etmişti, o kızların ne yüzünü ne isimlerini hatırlamaya tenezzül etmediği için hiçbir şey anımsamıyordu.
Lan Chang Fu Yao’ya bir bakış attı ama Fu Yao sadece homurdandı. “Generalim böyle bir şeyden bahsetmedi. Bu kadın da Xian Le ulusundan birisi, bu nedenle onu geçmişte görmüş olmalısın.”
Xie Lian Hua Cheng’e döndü ve o hiçte şaşırmış görünmüyordu, bu yüzden muhtemelen bu meseleyi ilk kez duymuyordu. Xie Lian Lan Chang’a döndü ve mırıldandı. “Sen sahiden…”
Ancak Lan Chang aceleyle kulaklarını kapattı ve haykırdı. “Söyleme! Dile getirme! BANA SESLENMEK İÇİN O İSMİ KULLANMA!!! Ben… uzun zaman önce adımı değiştirdim.”
Xie Lian ilk başta şaşırdı, ama kollarını indirdi ve derin bir iç çekti.
Mazideki soylu bir ailenin kızı artık hayalet diyarda bir fahişeydi. İsmini muhtemelen yitmiş ailesine utanç getirmemek için değiştirmişti ve o zamanki kişinin kendisi olduğunu kabul etmeyecekti.
Bu kadın bir zamanlar onun inananıydı, halkından birisiydi, nasıl iç çekmezdi.
Tam bu sırada aniden elinde bir sıcaklık hissetti ve aşağıya baktığı zaman Hua Cheng’in ona bakmadığını ama elini tuttuğunu gördü.
Her ne kadar şu anda bir çocuğun görünüşüne sahip ve vücut ısısı düşük olsa da, bu kadar küçük, serin bir el onunkini tutunca bir sıcaklık hissetmişti.
Qi Rong ise en ufak bir sempati taşımıyordu ve cıkladı. “Kimin aklına geçmişteki ulaşılmaz Jian Lan Hanım’ın şimdi böyle yaşlı ve çirkin bir cadıya döneceği gelirdi ki! Hiç çok güzel olduğunu düşünmemiştim zaten, ama şimdi, gözlerim epeyi keskindir, fena değil bile demem! Hatta sormam gerek, doğurduğun bu salak yaratığın babası kim?”
Sözleri fazlasıyla bayağıydı ve Jian Lan’ın yüzü gittikçe soluyordu. Qi Rong devam etti. “Kuzen veliaht prens olamaz dimi? Hayır hayır, benim kuzenim muhtemelen kaldıramıyordur bile, bu yüzden bütün yıllarını sanki erdemliymiş de kadınlar hiç aklına gelmiyormuş gibi geçirdi, sahtekar işte. Nasıl bir oğlu olsun? Ah-HAA! Nasıl unuttum? Xian Le düştükten sonra leydim o tarz bir yere satılmamış mıydı? Kesin bir Yong An aşağılığının dölüdür!”
Xie Lian daha fazla dayanamadı ve tam onun çenesini kapatacaktı ki Jian Lan ondan hızlı davrandı ve Qi Rong’a sert bir tokat attı. “NE SAÇMALIKLAR ANLATIYORSUN SEN?!”
Tokat nedeniyle burnu kanayan Qi Rong ters ters baktı. “VAHŞET VEYA ŞİDDET SINIFINDAN DAHA YÜKSEKTE OLAMAZSIN, SENİN GİBİ BİR HİÇ, BENİM GİBİ NEREDEYSE YÜCE OLMUŞ BİRİSİNE VURMAYA NASIL CÜRET EDER?!”
Jian Lan yüzüne tükürdü, ardından boğazına yapıştı, tekrar iki kez tokatladı. “NE BOKTAN BİR YÜCE! OLAY ÇIKARMAYI ÇOK İYİ BİLİYORSUN! SEN KİM OLDUĞUNU SANIYORSUN DA, ÜÇ YÜCEYLE KENDİNİ BİR TUTMAYI DÜ��ÜNMEYE DAHİ CÜRET EDEBİLİYORSUN? EN İYİ ÖZELLİĞİN NE? UTANMAZLIĞIN MI? TABİ SANA VURURUM!”
Sözleri Qi Rong’un yarasına tuz basmıştı ve Qi Rong da sinirlendi, her yere tükürüklerini saçıyordu. “LANET KALTAK PİS ELLERİNİ ÇEK ÜZERİMDEN! BU ATA SENİ İĞRENÇ BULUYOR! ÖĞĞ ÖĞĞ ÖĞĞ!!!”
İkisi kavga etmeye başladılar, ancak Jian Lan’ın tek taraflı savaşıydı; Qi Rong RuoYe tarafından bağlandığı için tek bir kasını bile oynatamıyordu, kükredi. “XIE LIAN! NE DİYE BU SEFER ARAYA GİRMİYORSUN?? AZİZ KALBİNE NE OLDU??”
Xie Lian’ın bir elinde Fu Yao vardı, ve başı Hua Cheng ile konuşurken eğilmişti, Qi Rong’un çığlıklarını hiç duymamış gibi görünüyordu. Jian Lan Qi Rong’u tekmeledi, gözleri kızarıyordu ve öfkeyle bağırdı. “Avamın sömürdüğü bu yaşlı kadın bile senin gibi bir solucanın kendisine dokunmasını istemez! Senin gibi hiç kimsenin istemediği bir yaratık tarafından, PİSLİK! Kendini başka insanlara aşağılık diyecek kadar üstün mü görüyorsun! Sen kime aşağılık diyorsun??”
Qi Rong çok sinirlenmişti. “İstenmeyen mi? BEN, PİSLİK Mİ?! SENİN GİBİ KEMİKLERİNE DEK ÇÜRÜMÜŞ BİR ŞIRFINTININ BENİMLE BÖYLE KONUŞMAYA NE HAKKI VAR? Senin aşağılık heriflerden başka kim beğenir?!... BEKLE!!! BIRAK O KAYAYI!!!”
Onlar kavga ederken göklerden bir gümbürtü koptu. Hepsi aynı anda başlarını kaldırdılar ve Fu Yao bilmek istedi. “İspiyonlamadığını ve sadece sohbet ettiğini söylememiş miydin?”
Hua Cheng hafifçe kaşlarını çattı, ofladı. “Davetsiz misafir.”
Gece gökyüzünde bir çatırtı koptu ve hepsi ani ışık patlamasıyla gözlerini kapattılar. Tekrar açtıklarında çok uzakta olmayan bir yerde uzun, siyah giysili bir cennet mensubu sırtında taşıdığı bir yay ile onların yanına geniş adımlarla yaklaşıyordu. “Ekselansları!”
Xie Lian ellerini indirdi ve hızla Hua Cheng’i arkasına çekti. “Feng Xin! Neden buradasın?”
Feng Xin hızla yanına geldi. “Birden cevap vermeyi bıraktın, bu yüzden ben de sorguladım ve ruhani güç kalıntılarından nerede olduğunu buldum.” Ardından kaşlarını çattı. “Burada ne oluyor? Ne kaos ama. Karşına bir şey mi çıktı?”
Xie Lian tam cevap verecekti ki Feng Xin onun zapt ettiği Fu Yao’yu ve arkasındaki Hua Cheng’i fark etti.
Bu görüntü hayal gücünün sınırlarını zorluyordu ve ne yapacağını bilemeyecek kadar şaşırmış gibiydi. “Ne…”
En sonunda Hua Cheng’i işaret etti ve sordu. “…Bu çocuk kim?”
Xie Lian kuru bir şekilde güldü. “Çok tatlı, değil mi?”
Feng Xin ona ters ters baktı ve Hua Cheng’in Xie Lian’ın yorumuyla hiç uyuşmayan yüzüne baktı ve tereddütle sordu. “…Tatlı mı? Ama, neden bana birisine fazlaca benziyormuş gibi geliyor…”
Xie Lian kolayca cevapladı. “Oğlum gibi değil mi?”
“??? Sen ne ara çocuk yaptın?” Feng Xin şok olmuştu.
Xie Lian gülümsedi. “Henüz yapmadım. Sadece, eğer bir oğlum olsaydı, onun kadar tatlı olurdu diyorum, ne dersin?”
Hua Cheng onun elini tuttu ve gülümsedi. “Evet.”
Feng Xin. “…”
Fu Yao. “…”
“Hahahaha… ne? Lan Chang Hanım, kaçma!” Xie Lian seslendi.
Feng Xin döndü ve Qi Rong’un yanından kaçmakta olan bir kadının gölgesini gördü, delirmiş gibi koşuyordu ve Feng Xin bir an tereddüt etmeden okunu çekti ve kadının bacaklarını hedef aldı.
Ancak beklenmedik bir şekilde, belki annesi tehlikede olduğu için, Fu Yao’nun elinde sarı tılsımlarla bir top haline gelmiş olan cenin ruhu aniden titremeye başladı, ardından tılsımlardan kurtardı ve bir çığlıkla Feng Xin’in üzerine atladı. Jian Lan panikten kafası kesilmiş gibi koşuyordu ama sesi duyduğu zaman oğlunun başkalarının elinde olduğunu bir kez daha hatırladı. Döndü ve haykırdı. “CUOCUO!” *ÇN: C harfi Çince’de ‘tSS’ olarak okunurmuş, yani ‘Cuocuo’ ‘tSuo/tSuvo’ gibi bir şekilde telaffuz ediliyor. Cuo; hata-yanlış anlamına geliyor. Bir kelimeyi tekrarlamak kulağa sevimli veya çocukça gelmesi için-imiş.
Xie Lian ilk kez cenin ruhunun adının öğreniyordu. Demek adı Cuocuo’ydu. Feng Xin’in oku hedef değiştirdi ve kar beyazı cenin ruhuna doğru atıldı. Ancak, sadece bir çıtırtı sesi duyuldu ve cenin ruhu havada birkaç takla atarak yakındaki bir ağaca zıpladı. Oku dişlerinin arasında kırmıştı ve herkes onun görünüşünü net bir şekilde izleme fırsatı buldu.
Bir ceninden çok, deforme olmuş küçük bir canavara benziyordu. Teni sanki pudralanmış gibi kireç beyazıydı; anormal derecede büyük gözleri tuhaf bir ışıkla parlıyordu ve başının üzerinde birkaç sarı tel vardı. İki sıra jilet kadar keskin diş Feng Xin’in okunu kemirmekteydi, ikiye böldükten sonra parlak ok başını tükürerek Feng Xin’in ayaklarının dibine attı. Ardından uzun, koyu kırmızı bir dil ağzından bir yılan gibi dışarıya süzüldü, sanki onlara sataşır gibiydi.
Tek kelime etmeden, Feng Xin tekrar bir ok çekti ve hedef aldı. Cenin ruhu bir kertenkele gibi ağaçta bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu, fazlasıyla çevikti, Fu Yao’nun onu kolayca yakalayamamasına şaşmamalıydı. Jian Lan endişeyle haykırdı. “Onunla savaşma, KAÇ!!!”
Böyle iğrenç bir yaratık için ancak gerçek ebeveynleri endişelenirdi. Feng Xin hedefe kilitlendi, yayın kirişini gevşetti ve ok uçtu. Cenin ruhunun küçük bacağı yere çivilenmişti ve yaratık çığlık attı, artık sürünemiyordu. Jian Lan hızla geri koştu, oku çekmek için uzandı ama güçsüz bir hayalet olduğu için okun tüylerine dokunduğu anda geriye fırlatılmıştı ve hatta dokunduğu noktadan kıvılcımlar çıkıyordu. Birkaç kez daha geri fırlatıldı ama yorulmak bilmeden çekmek için tekrar gidiyor, her yere kıvılcımlar saçıyordu.
Feng Xin yayını kaldırdı ve yaklaştı. “Pekala, geri dönme vakti geldi. Bize daha fazla sorun çıkartma… JIAN LAN?!”
Tekrar geri fırlatılmış olan Jian Lan onun sesini duyunca titredi ve hareket etmeyi keserek hızla diğer tarafa döndü. Ancak Feng Xin onu tekrar çekti ve sorusunu yineledi. “Jian Lan?”
“…” Xie Lian bir sorun olduğunu sezebiliyordu ve sordu, şaşkındı. “Neler oluyor?”
Jian Lan başı önde belli belirsiz mırıldandı. “Birisiyle karıştırdın.”
“Sen neden bahsediyorsun? Seni nasıl başkasıyla karıştırabilirim?” Feng Xin haykırdı. “Şu anda çok farklı görünüyorsun, ama ben yine de…”
Ama sözleri boğazına dizildi, çünkü öncesinde Jian Lan kendisini Lan Chang olarak gösterip, ağır makyajlı bir fahişe olarak geldiği zaman onu sahiden tanımamıştı.
Yapacak bir şey yoktu. Feng Xin tıpkı bir zamanlar olduğu gibi görünüyordu ama Jian Lan’daki değişim muazzamdı.
Görünüşü, makyaj, tavrı, konuşması, hali… kendi anne babası bile biricik kızlarını tanımayabilirlerdi.
Feng Xin afallamıştı. “…Sensin. Sahiden sensin. Sensin! …evlendiğini ve iyi bir hayat sürdüğünü düşünmüştüm. Nasıl… nasıl bu hale geldin…”
Bu noktaya dek dinledikten sonra Jian Lan aniden döndü ve onu itti, küfrediyordu. “SENİ OROSPU ÇOCUĞU!”
Feng Xin onun itmesiyle birkaç adım geriledi, konuşamıyordu. Jian Lan onu uzaklaştırmaya devam etti, tüm gücüyle göğsünden onu iterken çığlık atıyordu. “SANA BEN O KADIN DEĞİLİM DEDİM, İNSANLARIN DİLİNDEN ANLAMIYOR MUSUN? SALAK MISIN YOKSA?! ‘SENSİN, SAHİDEN SENSİN’ DE NE OLUYOR?! BENİ TANIMIYORMUŞ GİBİ DAVRANAMAZ MISIN? BENİ TANIMAMIŞ GİBİ DAVRANAMAZ MISIN?! YÜCE USTA, SANA YALVARIYORUM, BIRAK SAYGINLIĞIMIN BİRAZINI KORUYAYIM, OLMAZ MI? OLMAZ MI??”
Böyle davranırken bir sokak kadınından farksızdı ve muhtemelen Feng Xin’in anılarındaki Jian Lan’dan çok farklıydı, bu yüzden sadece ona aptal bir ifadeyle bakıyor ve konuşamıyordu. Xie Lian da aynı durumdaydı. Tek mest olan Qi Rong’du, kahkaha atarak yerlerde yuvarlanıyordu. “HAHAHAHAHAHA HASİKTİR! KUZEN VELİAHT PRENS! NELER OLDUĞUNU GÖRÜYOR MUSUN? EN SADIK KÖPEĞİN KARINI SİKMİŞ!!!”
Jian Lan vahşi bir şekilde Qi Rong’u tekmeledi. “İT! SENİ İT HERİF!”
Kesin konuşmak gerekirse, Jian Lan bir zamanlar omuzunda tüm ailesinin yüküyle ağır bir görev üstlenmişti, ama resmi olarak hiç hareme girmemişti ve bu nedenle de hiç eşi olarak seçilmemişti, bu nedenle Qi Rong’un sevinci sadece saçmalıktı. Ancak Xie Lian artık sahiden ne söyleyeceğini bilmiyordu.
Kadınlarla sadece başka hiçbir seçeneği kalmadığı zaman konuşan Feng Xin’in, bir kadınla…
Tam bu sırada cenin ruhu onu tutan oku çiğneyerek parçaladı ve bir kez daha Feng Xin’in üzerine atıldı. Bir anlık dikkatsizlik nedeniyle Feng Xin kolunun ısırılmasına izin verdi ve kan sıçradı, hiç durmadan akıyordu.
Sağ kolu Feng Xin’in kullandığı koluydu. Ama bir savaş tanrısı için, normalde kullandığı kolunun yaralanması hiçbir şeydi ve Feng Xin saldırmak için sol elini kaldırırken Jian Lan haykırdı. “ONA VURMA!”
Feng Xin’in eli havada aniden durdu ve birden bire dehşet verici bir düşünce filizlenmişti.
Sadece o da değil; duyan herkes aynı şeyi düşünüyordu. Feng Xin cenin ruhunun bir pirana gibi kolunu ısırmasına izin verirken Jian Lan’a bakıyordu. “…O… benim..?”
 Çevirmen: Nynaeve
Not: Feng Xin’in sağ kolundan bahsederken ‘habitually (alışkanlık) used (kullanılan)’ denmişti, mantıken dominant kol anlamına gelmeli ama kesin karşılığını bilmiyorum-bulamadım. Bir de cümlelerin gariplikleri nedeniyle, Feng Xin aslında solakta sağ kolu mu ısırıldı, yoksa sağlak ama savaş tanrıları için sağ-sol fark etmiyor mu, çok emin olamadım… 2. Cümlenin başına ‘Ama’ ekleyerek mantıklı bir paragraf elde etmeyi başardım gerçi. Hoş Feng Xin sağlak mı solak mı, çok önemli mi, soru işareti…
148 notes · View notes
multecibekes · 5 years ago
Text
Ahmet kahramanın yazisi
Mafya’nın Sultan Recebe şükran borcu
Bugün, en son Libya’da ortaya çıkan “kiralık Kürtler” konusunu yazacaktım. Başka bir güne erteledim, onu. Sultan Receb’in katiller, tecavüzcüler, hırsızlardan kurulu “paralel orduları”nın bir kolunun Mexmûr’da sivil, savunmasız Kürt Berivanlarına taarruzu da başka güne. Kürdistan’ın salgın günlerinde ilaç, tıbbi malzeme konusunda çırılçıplak kalması da…
Benim için, bugünün konusu, “görgüsüz Sultan’ın Mafya” ile ballı, güllü, çiçekli balayı…
Ama önce şunu söyleyeyim: Mafya, bütün yer yüzünün lanetli bir ağıdır. Adına “yer altı dünyası” da denilen bu ağ, yalnız bir yerde, belirli bir coğrafyada değil, yer küre boyunca kanun, ondan giderek hukuk dışıdır. Suç örgütüdür, yani. En başta politikacılar dahil, onunla ilişkisi, bağı, bağlantısı olan herkes suçlu muamelesi görmekte, suçu sabit görülenler ise mahkum edilmektedir.
Çünkü, örgütün yaptığı, yasadışılıktır. İnsanlığa karşı suç işlemekle iştigal etmektedir. Uyuşturucu temini ve dağıtımıyla insanları zehirlemekte, piyada alıcısı bulunup da kıtlığı hissedilen ne varsa, mesela sigara, içki, silah Mafyanın iştigal alanıdır. Yasa dışı kumar ve bahis çeşitleri, kiralık katillik, cinayet, gasp, haraç, fidye toplama, kadın ticareti ve aklınıza ne gelirse…
Mafya, elbette ki bir devlet yapılanması değildir. Ama devlet organları ve yöneticileriyle bağlantılıdır. Devletle bağınının olmadığı yerde, zaten Mafya olmaz. Devletin adli, idari ve polisiye aygıtları ile sarmal olduğu takdirde, Mafya vardır. Bu tür bağlantılardan yoksun yapılara, Mafya denmiyor. Çetedir bunlar. Derin desteksiz oldukları için de, ömürleri kısadır.
Öte yandan, her ülke kendince ama, bütün yer yüzünde, Mafya’ya karşı kesintisiz bir mücadele yürütülüyor.
Mafyanın ana vatanı İtalya, ta başından beri, bu suç örgütlenmesiyle savaş halindedir. Ama hiç bir zaman başarılı olamamıştı. Çünkü, bağlar derinliklerde, hükümetlerdedir.
Giulio Andreotti, İtalya tarihinin en önenli politikacılarından başlıcasıydı. 1950’lerden itibaren, Dışişleri başta olmak üzere, çeşitli bakanlık görevlerinde bulundu. Üç kez Başbakanlık yaptı. Ama sonunda Mafya ile dostluk ve karşılıklı yardımlaşma ilişkileri ortaya çıkınca halk tarafından üstü çizildi. Yıldızı söndü. 1990’larda, adı kayıplara karıştı.
Recep Tayyip oğlunun nikah şahitliğini de yapan yakın dostu İtalya Başbakanı Berlusconi, Mafya ile bağlarının gün ışığına çıkmasıyla baş aşağı yere çakıldı, sonra dibe battı.
Demek istiyordum ki, Mafya ile ilişki yüz karasıdır. Kara yüzlülük, büyük ayıp, ağır suçtur.
Ama Türkler, bu konuda da bir yer yüzü istisnası olarak güneşin altında ışıldadı. 12 Eylül 1980 darbecileri Mafyayı, “terör devleti hizmetine” aldı. Mafyayı kullanarak, Avrupa’da Ermenilere karşı terör rüzgarları estirdi.
Böylece, yer yüzünde suç örgütü ve insanlığın lanetli ayıbı olan Mafya bağ ile bağlantı, Türkler için, “şeref” sayıldı. Süleyman Demirel, 12 Eylül darbesinden sonra, yedinci kere Başbakanlığa dönerken, Mafya ile anılan en az iki ismi Bakan olarak yanına aldı. Cumhurbaşkanlığında, Başbakan yaptığı Tansu Çiller ise “devlet için, kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir” diyerek Mafyayı yüceltti. Dünya’da ilk defa, suç yapılanmasını kutsal makama oturttu.
Türk devleti, 1990’larda Mafya şefleri ve tetikçilerini Kürdistan’da, cellat ve savaş masraflarını karşılamak üzere, uyuşturucu naklinde kullandılar.
Tansu Çiller’in Adalet Bakanı (Memet Ağar), daha sonra düzeninin adaleti tarafından, Mafyacılıktan mahkum edildi. Bu adam, Recep Tayyip Faşizminin “şereflileri”inden başlıcasıdır.
12 Eylül darbesi öncesinin, MHP’nin “para-militer” ülkücü tetikçilerinden pek çoğu, daha sonra, Türk adaleti infazcıları olarak, iş adamlarının batık çek ile senetlerini, Mafya usulu ile (tehdit, içkence, yaralama ve hatta öldürme) tahsil etme işine girdiler. Bunlara “Ülkücü Mafya” veya “çek-senet Mafyası” deniyordu.
Abdullah Çatlı, Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım, Alaattin Çakıcı, Nurullah Ağansoy, Kürşat Yılmaz ve Erol Evcil bunlardan bir kaçıydı. Tümü, bunlar kendi nam ve hesabına gasp yapıp, haraç, fidye topluyor, çek-senet işi yapıyor, ek iş olarak çoğu devlet için, Kürtlere karşı tetik çekiyorlardı.
Sonra devir, dönem, iktidarlar, Mafya’nın ardındaki “baba güç” değişti. Çatlı, Ağar çetesiyle seyahatteyken bir trafik kazasında öldü. Yeşil kayıplara karıştı. Ağansoy, İstanbul Bebek’te bir gece, rakip Çakıcı ile giriştiği savaşta öldü. Çakıcı, Evcil ve Kürşat Yılmaz ise içeriye düştü.
Çakıcı iki yıl eski dostu, Mafyatik deyimle ülkücü “kankası” Devlet Bahçeli’yi yattığı hastane odasında kabul etti. Kendisi karısını da öldürtmekten hükümlü Çakıcı, cezaevinden çıkmak istiyor, büyüğünün önerisini soruyordu. Afta uzlaştılar. Bahçeli, “vatansever ülkücü”nün isteğini, büyük ortağı Recep Tayyip’e iletti. Ancak konjonktür el vermediği için üstü kapandı.
Sonra, Korona salgını baş gösterince, cezaevlerini seyrekleştirme adına, bu “vatan evladı”nın salıverilmesi gündeme geldi. Kanunu da, Çakıcı’nın avukatı MHP milletvekili hazırladı. Alaattin Çakıcı, el yazısıyla yayıp yayımladığı bir mektupla, Cumhurbaşkanı sıfatlı AKP reisi Recep Tayyip ile onun iktidar ortağı Bahçeli’ye şükranlarını sunuyor, bu vesileyle, hizmetlerinin karşılıksız kalmayacağını vaad ediyor, Devlet-Mafya ilişkilerini gün aydınlığına seriyordu.
Bunlar, Mafya babalarıyla birlikte, cami soyguncuları, ayakkabı, halı, kilim, ayakkabı hırsızları, katiller, çocuk tecavüzcülerini sokağa saldılar. Çakıcı, Mafya-Devlet ilişkilerinin sıcaklığında, tecavüzcüler, katillerin özgürlüğü için de teşekkür ediyordu.
Yerlerde sürünen devlete bakın, siz!..
Oysa Mafya ile bu ve benzeri ilişkiler ağı da değil, aralarında rabıta bulunduğuna dair söylenti yüzünden, dünyada pek çok politik hayat söndü. İktidarlar çöktü.
Demek ki neymiş; Türk devletinde Mafya, iktidar ortağıymış. Gerçek bu ve çıplak…
18/04/2020 Ahmet Kahraman
5 notes · View notes
bircocukblogu · 5 years ago
Text
Nasıl bir dünya da yaşadığımızı düşündünüz mü hiç? Mesela 5. Sınıf hepiniz ortamda yenisiniz ilk ders biter teneffüs olur ortama ailk atılıp arkadaşlık edinmeye çalışan kişi kesinlikle ileride çete kurar ya da sizin yeni diğerlerinin birbirni tanıdığı bir ortamda siz daha kapıdan adımınızı atar atmaz sizin tipinize göre ilk yargıyı verirler sonra dalga geçerler itip kakarlar niye? Çünkü siz yenisiniz onların düzenini bozacağınız düşünülür ne kadar doğru söylemiş yazar ‘kimsenin farklı olana tahammülü kalmamış anlaşılan eğer dünyaya onlar gibi bakmıyorsan seni hemen bir köşeye itiyorlar(labirent)’ eğer sizin baktığınız pencere daha farklıysa tamam işte o zaman kötüsünüzd��r. Ya da insanlar isterki herkes emrimde olsun ben ne dersem onu düşünsün isterler onlara göre bu bizim işimiz değilse hemen her şeye burnunu sokma derler niye çünkü sizin akranlarınız bunu yapmaz niye çevre bunu uygun görmez niye bizde hoşgörü yok biz öğütleri ayetleri hadisleri özlü sözleri çabuk unuturuz bi kere sizin baktığınız dünya penceresi yönlendirilmek siz bunu seversiniz yok insanlar benim hakkımda ne düşünür bunu yapsam insanlar bana ne der insanlar nasıl düşünür İNSANLAR HEP DÜŞÜNÜR bunlar senin harekete geçmeni engeller hep anlatırlar bize Einstein niye ünlü bilim insanı ama kimse asıl konunun üstünde durmaz Einstein okula başladığında deli olduğu sanıldl bilmem kaç yaşına kadar konuşamadı tamam bunlar Allah vergisi farklılıklar kabul ama ne olursa olsun kendimizden gelen farklılıklarıda kabul etmezler insanlar bu hayatta insanların dediğine göre hareket edersen kimse seni hatırlamaz sıradan biri olup yetişip büyüyüp ölürsün insanlığa iz bırakamazsın büyük bilim insanları politikacılar iş insanları hep günlerinin şartlarına göre farklıydılar ve yıllarca adlarını unutturmadılar örnek maria curie o dönemde kadınlar bilim yapamaz iş yapamaz aklıyla hareket ediyolardı insanlar hemen eleştirirdi çalışan bir kadın gördüklerinde ama maria hayatını insanlara göre değil kendi ilgi alanlarına göre yönetiyordu ve yaşadğı zaman içinde birçok ilk başardı dünyanın Nobel ödülü alan ilk kadını oldu mesela sonra dünyanın 2 nobel ödülü alan ilk insanı oldu yılmadı insanlar neder akrabam eşim dostum görse ne der aklıyla hareket etmedi herkese inat başardı. Bir diğer örnek siz gitseniz ailenize deseniz ki ben ben çöpçü olmak istiyorum oradan bir ses gelir tabii sınavlar böyle düşük olunca hayalinde çöpçü olmak olur evet evet duyucağınız nses bu lur ama sizin hayaliniz çöpçü olup mutlu olmaksa çöpçü olup mutlu olun zengin olup mutlu olmak istiyorsanız öyle olun ya da kızgın olmak istiyosanız kızgın olun mutsuz olmak istiyosanız mutsuz olun yeterki istediğinizi yapın istediklerimizi yaparsak gelişebiliriz hayatınızı insanların şekillendirmesine izin vermeyin bu sistemin bir dişlisi olmayın farkınızla sistemi tersine döndürün ve hoşgörüyü unutmayın kendi kaderinizi kendiniz yazın.
2 notes · View notes
devrimcikadinlar · 6 years ago
Photo
Tumblr media
“Ben Ulrike Bağırıyorum!”, (Ulrike Meinhof / 1934 – 1976)  
68 kuşağının Almanya kanadının sosyalist devrimci lideri .Kocasının kendisini aldattıktan sonra çocuklarıyla beraber evden kaçmış ve Andreas Baader’ın çetesi ile birleşip fikirleriyle sivrileşerek RAF’ın Baader-Meinhof çetesine adını vererek liderliğini yapmıştır.. Bir çok banka soygunu ve anarşist eylemlerden tutuklanmış. Son olarak 1972’de tutuklandığında cezaevinde polisler tarafından tam anlamıyla psikolojik işkenceye maruz kalmıştır. Günlerce yemek yememiş ve aşırı zayıflamıştır. Cezaevinde paranoyaklığı artınca Andreas Baader’le arası açılmış ve duruşmalara katılmamıştır.
Günlüğünde bugünleri şöyle özetler ; “artık yaptıklarımı savunacak takatim ; düşüncem kalmadı , düşünecek birşeyim kalmadı”
ve bir gün cezaevindeki odasının penceresinin demirliğine kendini asarak intihar etmiştir.
“Çok güvenli görünüyorsunuz! Fakat sanmayın ki bu böylece devam edecek! Öfke ve nefret büyük geminizin makine dairesinde terden geberenlerle birleşecek, biliyorum. İspanyol, türk, yunan, arap, italyan göçmenler ve avrupa’nın tüm ezilenleri…ve tüm kadınlar, ezildiğinin, aşağılandığının sömürüldüğünün farkında olan tüm kadınlar neden burada olduğumu ve beni neden öldürmek istediğinizi anlayacaklar… Gardiyanlar, yargıçlar, politikacılar, hiç biriniz umurumda değilsiniz. Asla beni delirtemeyeceksiniz! Beni sağlam öldüreceksiniz… mükemmel bir ruh ve mükemmel bir beyinle. Böylece herkes katillerin devleti ve katillerin hükümeti olduğunuzu anlayacak! Herkes sosyal demokrasinin neye benzediğini anlayacak!
…şimdiden cesedimi kaçırıp saklamanızı, kapıyı avukatlarıma kapatmanızı görür gibiyim. Ulrike Meinhof kendini astı diyeceksiniz. Kanlı ellerinizle kapıları yüzlerine kapatacak ve fotoğraf çekmeyi soru sormayı yasaklayacaksınız. Yasak diyeceksiniz, cesedi incelemek yasak! soru sormak, düşünmek, tahmin etmek yasak!! yasak!!… ama kendi korkunuzu yasaklayamazsınız! Her katile özgü korkuyu yasaklayamazsınız!
Cesedim bir dağ gibi ağır olacak…yüz bin ve yüz bin…yüz binlerce kadın kolu bu kocaman dağı kaldırıp omuzlarına alırken sizin oturduğunuz o sahte tahtı sarsacak müthiş bir kahkaha atacaklar! ..ve hep birlikte bağıracaklar: Ulrike Meinhof’u öldüremeyeceksiniz.”
(Dario Fo, Ben Ulrike, Bağırıyorum)
19 notes · View notes
wozwaldllik · 6 years ago
Text
İsrail’in Kuruluşu (14 Mayıs 1948)
Tumblr media
İsrail'in kuruluşu, Yahudi lider David Ben Gurion tarafından 14 Mayıs 1948'de ilan edildi, ama İngiliz manda yönetiminin gece yarısı bittiği 15 Mayıs'ta resmiyet kazanmıştı.
    Birçoklarının zihninde İsrail'in doğuşu, Nazi terörü ve uyguladıkları soykırımla birlikte tanımlanıyordu ama gerçekte bir Yahudi devleti kurma düşüncesi, Birleşmiş Milletler'in Filistin'i paylaşım kararından tam yarım yüzyıl öncesine dayanıyordu. 1897 Şubat'ında Siyonizm'in babası olarak kabul edilen Avusturyalı bir Yahudi olan Theeodor Herzl önderliğinde, İsviçre'nin Basel kentinde, Dünya Siyonist Örgütü ilk kongresini yaptı. Kongrenin amacı Yahudi halkı için bir yurt kurulması yönünde karar almaktı. O tarihlerde bu yurdun Filistin toprakları üzerinde gerçekleşeceği düşünülmemişti bile.
 Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan İngiltere ve Fransa 1916 Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu'yu aralarında pay ettiler. Sömürgeci İngiltere ile çok sıkı ilişkiler içinde bulunan Yahudi sermayesi, İngiltere’nin savaştan galip ayrılacağını düşünerek olumlu fırsatları değerlendirmeye çalıştı. Artık Siyonistler gözlerini Filistin'e dikmişti…
 16. yüzyıldan bu yana Yahudilerin vaat edilen topraklara dönmeleri düşüncesi, püriten din anlayışlarının ayrılmaz bir parçasıydı. 19. yüzyıl ortalarında İngiliz politikacılar bir şeyi fark etmişti; İngiliz İmparatorluğu, Ortadoğu'da bir Yahudi devletinin varlığına sempatiyle bakıyordu. Yahudilerin uzun zamandır güttükleri dönme amacı ve iki olgu bunun gerçekleşmesini sağlayacaktı. Birincisi, o dönem Yahudilerin kendilerini dışlanmış hissetmelerini sağlayan Avrupa'nın büyüyen milliyetçiliği, ikincisi ise, Çarlık Rusyası'nın kendi ülkesinde yaşayan ve Avrupa'daki en büyük Yahudi nüfusuna uyguladığı katliam ve soykırım neticesinde Ukrayna ve Polonya'ya yayılmış olan 6 milyon dolayındaki Yahudi'nin kendilere vatan arayışı.
  1880'li yıllarda Rus ve Doğu Avrupa Yahudileri Osmanlı İmparatorluğu'nun kontrolündeki Filistin topraklarında yaşıyordu.
 Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı'nda yenildi ve İngiltere 1917'den 1922'ye kadar Filistin'i yönetti. Ardından Milletler Cemiyeti, halkın kendi yönetimini eline almasına kadar bölgeyi İngiliz mandasına bırakma kararı aldı. O andan itibaren Siyonistlerin, Balfour'un açıklamasını Yahudi vatanına dönük bir yeşil ışık olarak algılamasıyla birlikte, Avrupa'dan Filistin'e olağan üstü bir Yahudi göçü ba��ladı. 1930'larda Arap nüfusunun yer değiştirmesi başladı.
 Halklar arasındaki çatışmalar 1920'lerden itibaren patlak vermişti. Durum 1930'larda Nazizm’in Avrupa'yı esir almasıyla daha da şiddetlendi ve zulmün artması Yahudilerin Filistin konusunda daha da kararlı olmasını sağladı. Araplar öfkeliydi. 1936 yılında bu kötü durumdan sorumlu tuttukları İngilizlere karşı ayaklandılar ama organize değillerdi.  Teçhizat bakımından da çok zayıftılar. 1939 yılında İngilizler, manda yönetimine ve Siyonistlere karşı etkili direnişi bitirdi ve arkada parçalı bir Filistin-Arap topluluğu bırakarak, ayaklanmayı ezip geçtiler. Arapların hoşnutsuzluğu önce İngilizlerin, Filistin'i Yahudi ve Arap bölgelerine ayırma planından vazgeçirdi, ardından da kritik dönemde Filistin'e Yahudi göçünü yasaklattı. 1939 ve 1940'ta Hitler, Avrupa'yı ezmiş, Yahudilere karşı imha harekâtını başlatmıştı. İngilizlerin fikri Filistin'i Arapların yönetmesi, bunun yanında Filistin'de sınırlı da olsa bir Yahudi varlığının kurulmasıydı.
 1948 yılında Filistin'deki Yahudiler kendi devletlerini kurmayı başardılar ve İsrail doğmuş oldu. Karşılığı ise onlarca yıl sürecek savaş ve şiddet olacaktı. 1917'de 600 binlik Arap nüfusunun kabaca üçte ikisi köylerde ve kırsal alanda yaşıyordu. Kabile liderliği hüküm sürüyordu ve büyük şehirlerle pek az ilişkileri vardı. Çok az bir ulusal kimlik olmasına rağmen, ulusal Arap liderliği şehirlerde bulunuyordu. Birkaç rakip aile Filistin politikasına yön veriyordu. Filistin'e gelen Yahudilerin çoğunluğu ise çok iyi yetişmiş, iyi motive ve organize olmuş kimselerdi. 1920'lerin başlarında 'Haganah' ve 'Defence' isimli silahlı direniş örgütleri kurdular. Toplumun tüm katmanlarıyla; eğitim, ticaret, tarım, adalet ve siyasetle ilgilenen gölge bir hükümet bile kuruldu.
 İkinci Dünya Savaşı sırasında Haganah savaşçıları İngiliz ordusuna katılıp beceri ve tecrübe kazandılar. Ama Araplar bu becerilerden yoksundu. Aynı zamanda radikal Yahudi gruplarından lrgun, Zwei Leumi, Lehi ve Stem hem İngilizlere hem de Araplara karşı suikast, bombalama, adam kaçırma, yıldırma ve sabotajlara başladı. Nihai amaç İngilizleri bölgeden kaçırmak ve Yahudi devletini kurmaktı.
   1945'ten sonra, Hitlerin ölüm kamplarının açık seçik ortaya çıkmasının sonuçları olarak, Yahudi yeraltı grupları, Arap sempatizanı olarak gördükleri İngiltere'yi dışarı atmak için terör eylemlerini yoğunlaştırdı. Yahudi kuruluşları sınırsız göçü tekrar başlatmaya çalıştı. Siyonistlere en büyük duygusal ve politik destek Amerika'dan geldi. Savaş sonrası İngilizlerin artık ne Filistin'i kontrol etmeye ne de Yahudileri ve Arapları bir orta yolda buluşturmaya takati vardı.
 İngiltere, sorunu Birleşmiş Milletler'e taşıdı. 29 Kasım 1947'de BM, Filistin'in Yahudi ve Arap olmak üzere ikiye ayrılmasını oylamaya sundu. Şiddetli Arap muhalefetine karşılık olağanüstü bir Yahudi gürültüsü vardı. Birden bire savaş patlak verdi. Manda yönetimi sona ermeden önce Yahudi savaşçılar yeni Yahudi devletini korumak, pekiştirmek ve topraklarını genişletmek için harekete geçmişlerdi. Genellikle Araplar için ayrılan bölgelere saldırdılar ve ön görülen Yahudi bölgelerinde kalan Arapların nüfusunu azaltmaya çalıştılar.
 9 Nisan' da, Yahudi savaşçılar, Filistinlilerin ülke boyunca panik içinde kaçışmalarına sebep olan olaya imza atarak, Kudüs'ün batısında bulunan Deir Yasin köyünde; çoluk çocuk, kadın yaşlı demeden 200'den fazla insanı katletti. Yahudi yetkililerin tahmin ettiği gibi, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan'dan gelen Arap orduları, İngiliz kuvvetlerinin Filistin'den ayrılmasıyla Filistin'i işgal etmeyi denediler. Fakat Arap seferberliği İsrail kuvvetleri ve Haganah'la karşılaştırılamayacak kadar zayıf, tecrübesiz ve kötü organize olmuş bir güçtü. Filistinli ve diğer Arap savaşçılar kolayca yenilgiye uğratıldılar. 1949 yılının ortalarına doğru 900 bin Filistinli Arap vatandaşı, savaş, panik, terör, yetersiz liderlik ve bazı toprak sahiplerinin topraklarını Yahudilere satması gibi sebeplerden dolayı, bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştı. O tarihten itibaren de sürekli bir Filistinli mülteci sorunu, gündemden inmeyecekti.
  Filistin'e göç, Ürdün ve Mısır'la yapılan barış antlaşmalarına rağmen devam etti. 1917'de Filistin'de 50 bin Yahudi vardı. 1948'de ise bu rakam 650 bine ulaştı. Aynı zamanda Filistinli Araplar İsrail'i terk etmeye başladı. Sadece yağmaya ve savaşa dayanabilen 200 bin kadarı İsrail'de kaldı. İsrail, 15 Mayıs 1948'de devlet oldu ve aynı gün Amerika ve Rusya tarafından tanındı. Böylece Birleşmiş Milletler, tarihinde ilk ve belki de son kez üçte iki çoğunluk oyuyla bir devlet yaratıyor ya da başka bir deyimle dünya tarihinde ilk kez bir uluslararası kuruluşun oylarıyla bir devlet kuruluyordu. Filistinliler, 15 Mayıs'ı 'El Nakba' diye anarlar, yani 'Felaket' günü.
 İsrail'in Arap komşuları, o tarihten itibaren sayısız defa güçlerini birleştirip, İsrail'i ortadan kaldırmaya çalışsa da, başarılı olamadılar. Batının da desteğini alan ve nükleer bir teknoloji devletine dönüşen İsrail, halen Filistin'in büyük bir bölümünü işgal altında tutarak, dünyadaki birçok sorunun temeli olarak gösterilen 'Filistin Sorunu'nun aktörlerinden biri olmaya devam ediyor.
   İsrail'in doğuşuyla ortaya, İsrail ve Filistinliler arasında, dünyadaki en uzun süreli ve şiddetli anlaşmazlıklardan biri çıktı. Akdeniz sahiliyle Şeria Nehri arasındaki bölgede hak iddiasına dayanan bu anlaşmazlık, son yüzyılda Filistinlilere sömürgecilik, sürgün, askeri işgal ve onu izleyen kendi kaderini tayin etme hakkı mücadelesi getirdi. İsrail'in Yahudileri içinse dünyanın her yanında yüzyıllar süren zulüm ardından atalarının topraklarına geri dönmeleri, kendilerine barış ve güvenlik getirebilmiş değil.
                  Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Olaylar
13 notes · View notes
rforequiem · 6 years ago
Text
Şöyle bir tezim var
Kadın erkek ilişkilerinde ipleri eline alma olayını yapmadığınızda asla mutlu olmazsınız. Erkekler için söylenen genel kanı o şu yöndedir; ruhsuz, duygusuz, kafaya takmayan. Etrafınıza bakın, kaç tane erkeğin aşk acısı çektiğini görürsünüz? Bir, iki, ben? Genelde erkeklerin ilişkiye bakış açısı olsa da olur olmasa da olurdur. Ne de olsa önüne gelen her kıza yürüme potansiyeline sahip bir canlıdan bahsediyoruz.
Kadının ilişkiye bakış açısı daha farklıdır. İlgi ister, alaka ister, sevildiğini duymak ister, kadınlar hep bişeyler ister. Erkeğim benim olsun, kimseye bakmasın, sadık olsun, parası olsun, her istediğimi yapsın düşüncesinde olunursa, erkek de kendi özgür dünyasında istediğini yapma ihtiyacı hisseder.
İlişkileri yönetmek insan yönetmekten daha zordur. Ben kendi işimde şu an yöneticiyim, ama ilişkiyi yönetemedim.
Asıl problem, insanların içindeki bir duyguda gizli. Kibir, insanoğlunun en büyük düşmanıdır bence. Emin Çapa’nın dediği gibi, ben insanoğlunun kibrinden çok korkuyorum. Bende kibirliyim, kendimi her zaman eleştiririm. Ama insanlar kibirli, bir tutam ilgi görünce kibirlenirler, ölümsüzlüğü bulsalar kibirlenirler.
İlişkiler bir pentagramın 5 köşesiyle özdeşleşebilir. Olmazsa olmaz beş altın kural şöyledir;
Saygı.
Anlayış.
Güven.
Heyecan.
Sorumluk .
Birbirine bağlı çarklar gibi sönen bir sistemde, sıralandan bir önceki kaybedildiğinde tüm denge bozulur. Nasıl mı?
Anlayış.
Anlayış ilişkilerdeki ikinci altıncı kuraldır ve kendinden önce gelen saygıyı tamamlar niteliktedir. Sevdiğinize karşı anlayışınız olmadığında, saygınızı kaybedersiniz. Anlaşılmamak, anlayışsız olmak kadar kötüdür. Bi an gelir, hakaretler havada uçuşur.
Güven.
Güven dediğimiz şey kimilerine göre sevgiden bile öncedir. Birini sevmeyin, ona güvenin der insanoğlu, ama bilmezler ki, insan sevdiğine zaten güvenir, fakat her güven sevgiden değildir. Dolayısıyla, güvenin oluşmadığı bir ortamda insanlar asla ortak paydada buluşamazlar. Bir tartışma masasında birbirlerine sürekli laf atan sözde politikacılar gibi asla sonuca ulaşamazlar. Sonuç mu, bir masa etrafında toplanan bu sözde politikacılar gibi işte, anlayışsızlık..
Heyecan.
Bir ilişkinin olmazsa olmazı altın kurallarından bence.
Tek cümle işe özetlersek, siz emniyet kemeri olmayan bir lunapark trenine gözünüz kapalı biner misiniz?
Sorumluluk.
Pentagramın en kırılgan yapısı. İnsanlar ilişkilere başlamadan önce eşlerinde olan sorumlulukları bir kenara bırakıp o ilişki için odaklanmaya, sonrasında ise sorumluluklarını hatırlayıp ilişki dışındaki sorumluluklarını yerine getirmeye yönelimlilerdir. İlişkisel düzeyde sorumluluk, beraber yaşamadığınız biri bile olsa, o ilişki için sanki yaşıyormuşcasına özveri vermeyi gerektirir. Sorumluluğu genelde erkekler yüklense de, çoğu zaman destek arar kadınından. Bu nedenledir ki, her başarılı erkeğin ardında bir kadın vardır.
Ve saygı.
Çarkın sonu, aynı zamanda başlangıcıdır. Sorumluluk sahibi olan bireylerin sevgiye dair söyleyeceği çok şey vardır. Sorumlu olduklarını sev, eğer resim yapmaktan sorumlu değilsen, onu sevme. Müzik dinle, çocuğundan sorumluysan onu sevmekle başla güne. En çokta, kendine karşı sorumluysan, yine kendini sev.
Birde üşenme, birde sıralamayı tersten oku. Çarklar senin içinde. Dünyan orada. Aşk orada.
‘Postmodern Düşünceler’
12 notes · View notes
rayhaber · 4 months ago
Text
Japonya'da 2024 Seçim Yarışı: Kadın Adaylar ve Meclis Dağılımı
Japonya’da Seçim Yarışı Yaklaşıyor Doğu Asya’nın önemli bir ülkesi olan Japonya, seçmenlerin ulusal parlamentonun alt kanadı olan Temsilciler Meclisi (Şuugiin) milletvekillerini seçeceği bir seçim sürecine girdi. Seçim kampanyalarının son bulacağı tarih 26 Ekim olarak belirlenmiş durumda. Meclisteki toplam 465 koltuktan 289’u tek koltuklu seçim bölgelerinden, geri kalan kısmı ise 11 bölgesel…
0 notes
bcapnews · 3 years ago
Text
Kenya, Ağustos Anketinde İlk Kadın Başkan Yardımcısını Seçebilir
Kenya, Ağustos Anketinde İlk Kadın Başkan Yardımcısını Seçebilir
Kenya’da önümüzdeki hafta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yarışacak dört adaydan üçünün en önde gelen Raila Odinga da dahil olmak üzere kadın aday arkadaşları var. Seçim, Kenya’nın ulusal siyasetinde bir atılımın habercisi olabilir. Ancak kadın politikacılar, Juma Majanga’nın Nairobi’den bildirdiğine göre, bu tarihi noktaya ulaşmanın kolay bir yolculuk olmadığını söylüyor.
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
olumsuzsozler · 6 years ago
Photo
Tumblr media
Marcos'un eşcinsel olup olmadığı konusunda: Marcos San Francisco'da eşcinsel, Güney Afrika'da siyah, Avrupa'da bir Asya, San Ysidro'da bir Chicano, İspanya'da bir anarşist, İsrail'de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya Hintli, Almanya’da bir Yahudi, Polonya’da bir Çingene, Quebec’te bir Mohawk, Bosna’da pasifist, 10’da Metro’da bekar bir kadın, topraksız bir köylü, gecekondularda bir çete üyesi, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve Tabii ki, dağlarda bir Zapatista. 
Subcomandante Marcos
╚►Sözler Gif LİNKİ:
Tumblr media
Subcomandante Marcos Sözleri: Biz bir soru hareketiyiz. Subcomandante Marcos Görünüşe aldanmamak gerek. Subcomandante Marcos Onur; milliyeti olmayan o ulustur. Subcomandante Marcos İsyanı seçtik. Diğer bir deyişle, yaşamı seçtik. Subcomandante Marcos Biz bir hayalperest orduyuz ve bu yüzden yenilmeziz. Subcomandante Marcos İstediğimiz adalet, inat ve ısrarla gerçeğin aranmasıdır. Subcomandante Marcos Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı üzgünüz, ama bu bir devrim.  Subcomandante Marcos Düşmanın bir çok yüzü vardır, ama tek bir ismi var; kapitalizm. Subcomandante Marcos Her şey hüküm sürmekle ilgiliyse, bırakın isyan hüküm sürsün. Subcomandante Marcos Biz iktidarı değil, özgürce dans edebildiğimiz sokakları istiyoruz. Subcomandante Marcos Silahlarımız sözler ve her an cephaneliğimize ihtiyacımız olabilir. Subcomandante Marcos Kavga bir çember gibi her bir noktasında başlar ama asla bitmez. Subcomandante Marcos Şeklin ters dönmüş hali yeni bir şekil değildir, ters dönmüş şeklidir.   Subcomandante Marcos Kendi fikirlerine değer kazandırmak için silaha başvuranların fikri kıttır. Subcomandante Marcos Bir gerilla örgütünün savaşı kazanması çok zordur, kaybetmesi ise imkansızdır. Subcomandante Marcos Öldürmek ya da öldürülmek için savaşa gitmedik. Duyulmak için savaşa gittik.   Subcomandante Marcos İşte biz tüm zamanların ölüleri, yeniden ölüyoruz ; ancak bu kez yaşamak uğruna. Subcomandante Marcos Bizce silahlı hareketler, her ne kadar devrimci olsalar da esasen keyfi hareketlerdir. Subcomandante Marcos Yüzümüze maske geçirmeye karar verdik, çünkü daha önceleri kimse bizi görmüyordu. Subcomandante Marcos Düşmanla kurduğun her temas, eğer onu teslim almak için değilse, teslim olmak içindir. Subcomandante Marcos Eğer biri sana parmağıyla güneşi gösterir ve sen de parmağa bakarsan aptalsın demektir. Subcomandante Marcos Güneş gözlerini kör eder. senin bakman gereken parmakla güneş arasında uçan kuştur...   Subcomandante Marcos Bizim tercihimiz savaş ve barış arasında değil, haysiyetli veya haksız bir yaşam arasında.    Subcomandante Marcos Marcos, sömürülmüş, dışlanmış, ezilmiş ama karşı koyan ve 'yeter' diyen tüm azınlıklardır. Subcomandante Marcos Çoğunluğun desteğini almayan, zorla kabul ettirilen bir devrim kendi aleyhine dönecektir.   Subcomandante Marcos Her koşulda, silahlı hareketlerin yapması gereken şey sorunu ortaya koymak, sonra da bir kenara çekilmektir. Subcomandante Marcos Kabus, kazanmak sonrasında galibiyeti kaybetmektir. Veya istediğimizi kazanmışken istemediğimizi yapmaktır.  Subcomandante Marcos Hayallerimizde başka bir dünya, dürüst bir dünya, yaşadığımız dünyadan kesinlikle daha adil bir dünya gördük.   Subcomandante Marcos Buluşma öncelikle bir etik, kendini başkalarına açma etiğidir, veya belki de, özellikle kendini kaybetme pahasına.  Subcomandante Marcos Cebimde bir kurşun var. O, kardeşlerimden birinin hayatına son veren kurşun. Hepimizin öldürülmüş bir kardeşi yok mu? Subcomandante Marcos Biz insanların hoşnutsuz olduğunu söylüyoruz, ama değiştirmek için yöntemlerimiz yok, ya da yeterince yöntemimiz yok.  Subcomandante Marcos Yalnızca yakın hedeflere bakarsak, kısa mesafeler kat ederiz. Çok uzaklara bakarsak da çok sendeleriz, yolumuzu kaybederiz.  Subcomandante Marcos Güneşin neşe saçtığı güzel havalarda hüzünlüydük. Kara dumanlar sarmıştı içimizi, kara çamurlar içinde yaşıyoruz hüznü şimdi.   Subcomandante Marcos Bizce, biz de dâhil, askerler asla yönetmemelidir; çünkü kendi fikirlerine değer kazandırmak için silaha başvuranların fikri kıttır.  Subcomandante Marcos Bütün imparatorluklar ya da dünya üzerindeki bütün baskı araçları kendi yıkılışlarının kaçınılmaz arifesine kadar yenilmez görünürler. Subcomandante Marcos Özgürlük şafak vakti gibidir. Kimileri gelmesini beklerken uyur, ama kimileri de uyanık kalır ve ona ulaşmak için gecenin içinden yürür! Subcomandante Marcos Sorun insanların Afrikalı, Kuzey Amerikalı ya da Meksikalı olması değil, esas sorun kendi kimlikleri yaratıp "Ben buyum!" diyebilmeleri. Subcomandante Marcos Kapitalizm bize tatminden uzak bir hayat dayatır, ve bu durumun karşısında sadece bir seçeneğimiz vardır yaşamlarımızı başka türlü yaratmak.  Subcomandante Marcos Biz bu ülkeye yeni bir istiklal marşı vermek istemiyoruz, ezbere bildiğimiz bozgunlar listesine eklenecek yeni bir kahraman daha vermek istemiyoruz.   Subcomandante Marcos Sırf işgal ettiğiniz bu dünyaya empoze ettiğiniz bakış açısı ve davranış biçimine uymadığım için, beni terörist ilan ettiniz. Ben de sizi gereksiz ilan ediyorum! Subcomandante Marcos Hepimizin öldürülmüş bir kardeşi yok mu? Benim kardeşim başına sıkılan bir kurşun ile öldürüldü. Peki, o kurşunu ve o silahı ona kim verdi? Daha güçlü biri.   Subcomandante Marcos Yürümenin, daha doğrusu yaşamanın büyük doğruları yoktur, hesapladığında oldukça küçük olduklarını görürsün. Gece, biz güne ulaşmak için yürüdüğümüzde gelir.  Subcomandante Marcos Bizde, yüzden ve düşünceden başka birşey yoktur. Sözümüz gerçek yolunda yürümektedir. Yaşamda ya da ölümde, yürümeye devam edeceğiz. Artık ölümde acı yok, yaşamda umut var. Subcomandante Marcos Bu savaşın arkasında para tanrısı dışında hiçbir ölüm ya da imha etme arzusundan başka bir hak yoktur ... Bugün güçlü olanı zayıflatan ve zayıf olanı güçlendiren bir “HAYIR” vardır. savaşa.  Subcomandante Marcos Onur; milliyeti olmayan o ulustur, aynı zamanda bir köprü olan o gökkuşağıdır, içinde hangi kanın dolaştığı önemli olmayan kalpteki o tınıdır; sınırlar, gümrükler ve savaşlarla alay eden o asi itaatsizliktir. Subcomandante Marcos Bu dünyada ordulara gerek olmadığını gördük; barış, adalet ve özgürlük o kadar yaygındı ki, hiç kimse onlar hakkında uzak kavramlar olarak değil, ekmek, kuşlar, hava, su, kitap ve ses gibi şeyler hakkında konuştu.   Subcomandante Marcos Yukarıda ne olduğu bizi hiç ilgilendirmiyor. Dert ettiğimiz, aşağıdan yükselecek olandır. Bu başkaldırıyı hayata geçirdiğimiz zaman, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz, kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dahil. Subcomandante Marcos Kendimiz olurken bizi olduğumuz gibi görmeye yetkin insanlar bulmak için zamana ihtiyacımız vardı. Bizi tepeden değil tabandan görebilecek insanlar bulmak için; gözümüzün içine empatiyle bakabilecek insanlar bulmak için zamana ihtiyacımız vardı. Subcomandante Marcos Kesinliklerimiz ve pratiğimize göre, isyan liderlere ya da kişiliklere, mesih ya da kurtarıcılara ihtiyaç duymaz. Kavga etmek için ihtiyaç duyacağınız şeyler, utanma duyusu, belirli miktarda onur, ve bir sürü örgütlenmedir.  Geri kalanı ya kolektife hizmet eder ya da hiçbir şeye hizmet etmez. Subcomandante Marcos Marcos'un eşcinsel olup olmadığı konusunda: Marcos San Francisco'da eşcinsel, Güney Afrika'da siyah, Avrupa'da bir Asya, San Ysidro'da bir Chicano, İspanya'da bir anarşist, İsrail'de bir Filistinli, San Cristobal sokaklarında bir Maya Hintli, Almanya’da bir Yahudi, Polonya’da bir Çingene, Quebec’te bir Mohawk, Bosna’da pasifist, 10’da Metro’da bekar bir kadın, topraksız bir köylü, gecekondularda bir çete üyesi, işsiz bir işçi, mutsuz bir öğrenci ve Tabii ki, dağlarda bir Zapatista.  Subcomandante Marcos
youtube
.............................................. ╚►Facebook: https://www.facebook.com/Pusulasoz ╚►Tumblr: http://pusulasozler.tumblr.com/ ╚►Twitter: https://twitter.com/pusula1sozler ╚►Twitter: https://twitter.com/SozlerOlumsuz ╚►Pinterest: https://tr.pinterest.com/szler/ ╚►Site arşiv: https://pusulasozler.tr.gg/ ╚►Sözler Gif:  https://i.hizliresim.com/WXVdWP.gif ..............................................
2 notes · View notes
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
Kantonunda vergi ödemeyen Maliye bakanı
Tumblr media
VAUD- Yıllardır Lozan'da yaşamasına rağmen, resmi olarak Zug'da ikamet eden Vaud kantonunda maliye bakanı olarak görev yapan bir kişinin yıllarca vergi kaçırdığı ortaya çıktı. Vaud kantonunda hükümet üyesi (milletvekili) ve Maliye Departmanı Müdürü (bakan) olarak görev yapan Valérie Dittli, 2016'dan beri Vaud kantonunda yaşamasına rağmen, Vaud kantonunda vergi ödemedi. İsviçre devlet televizyonu (RTS) tarafından ortaya çıkarılan skandal, 30 yaşındaki Maliye bakanının İsviçre’de sert eleştirilere maruz kalmasına neden oldu. Vaud kantonunda milletvekili ve maliye bakanı olarak görev yapan 30 yaşındaki Valérie Dittli, 2022'nin başına kadar, resmi olarak ikametgahını aslen geldiği Zug belediyesine bağlı Oberägeri'de tuttu. Bu sayede yıllarca çok sayıda beyannameden muaf tutuldu ve vergi ödemedi. 2016'da Lozan Üniversitesi'nde işe giren genç kadın siyasete karıştı. Ve merkezin Vaud bölümünün başkanı oldu. Bu dönemde resmi olarak Zug kantonunda yaşadı.��2021'de belediye seçimlerine katılmak için ilk kez evininin (ikamet adresini) değiştirirken, seçilmediği için ikamet adresini tekrar Zug kantonuna aldı. Ocak 2022'de Lozan’a geri dönüş yapan genç kadın, daha sonra kanton seçimlerine katıldı ve Nisan 2022'de hükümete seçildi. RTS’nin tahminlerine göre genç Kadın sürekli olarak ikametini Zug kantonunda tuttuğu için görev aldığı Vaud kantonunda hiç vergi ödemedi. “ÖZEL MESELELER” Dittli iddalarla ilgili olarak; asla vergi kaçırmak gibi bir düşüncesinin olmadığını söyleyerek, hakkında çıkan haberleri yalandı. "Bunlar özel meseleler, bir öğrenci, bir doktora öğrencisi ve bir stajyer olarak hayatım, her şeyin açık olduğu bir yaşta," dedi. Ayrıca, Bern'deki stajı sırasında Vaud kantonunda Zug'da ödediğinden daha az vergi ödeyeceğini öne sürdü. Son olarak Dittli, "Her vergi mükellefi, hayatının merkezini gördüğü yerde vergi ödemelidir” dedi. Bazı politikacılar ise yaptıkları çağrıda, Valérie Dittli‘nin görevinden istifa etmesini istedi. Read the full article
0 notes