#köydeki günlük işler
Explore tagged Tumblr posts
Text
<b>Şehirden Köye Kaçış:</b> Köyde ilk kış, koliler, çamur ve tarla
Şehirden Köye Kaçış: Köyde ilk kış, koliler, çamur ve tarla
#AronyaDikimi, #ÇamurSorunları, #KöyYaşamıZorlukları, #KöydeÇevreDüzenleme, #KöydeKar, #KöydeSosyalYaşam, #KöydeTarımDeneyimi, #KöydeYaşam, #KöydekiAltyapı, #KöydekiEkonomikZorluklar, #KöydekiGünlükIşler, #KöydekiHayvanlar, #KöydekiIklimEtkisi, #KöydekiKomşulukIlişkileri, #KöydekiMevsimselDeğişimler, #KöydekiPazarGünleri, #KöyeYerleşmeSüreci, #PolikültürTarım, #SalepYetiştiriciliği, #TıbbiBitkiler https://is.gd/GJZPXZ https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-koyde-ilk-kis-koliler-camur-ve-tarla/
Şehirden Köye Kaçış: Köyde ilk kış, koliler, çamur ve tarla bölüm 2’ye hoş geldiniz. Herkese merhabalar ben Selin,
Bir önceki podcastte köye yerleşme kararını nasıl verdiğimizden ve genel aşamalarımızdan bahsetmiştim sizlere. Bugün ise biraz daha köyümüzün genel özellikleri ve biz köyde neler yapıyoruz bunlardan bahsetmek istiyorum. Spotify üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
Youtube üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
youtube
Köye yerleştikten sonra önceliklerimiz evin ve evin çevresinin düzenlemesiydi. Ancak yeni yıla 4 gün kaldığı için açılmayan kolilerden benim ilk görevim kızımı mutlu etmek için yılbaşı ağacını bulmaktı. Ortalık yangın yeri her yerde koliler, yerleşmeyen eşyalar ama yılbaşı ağacımız tamdı 🙂 bu bizim evdeki en çok güldüğümüz ilk anımızdır. Bir yandan köydeki komşularımızla tanışalım, bir yandan ilçeye inip markete gidip gelme düzenini oturtmaya çalışıyoruz.10 Km de olsa ilçe merkezine her gün gidip gelmek hem fark ettirmeden günümüzden 2-3 saati alıyor hem de maddi olarak dikkat etmek gerekiyordu. Yıllardır alışmışız market evin altında, son yıllarda online marketler 1 parça bile unutsanız hemen çıkıp alıp geliyorsunuz. Burada unutma lüksünüz pek yok özellikle demirbaş ihtiyaçları.
Ocak ayı itibariyle çevre düzenlemesine ufak ufak başlandı ancak hava şartları bizi bu konuda oldukça zorladı. Yıllardır İzmir iklimine alışkın olduğumuzdan aşırı soğuk hava ve dehşet bir rüzgar var. Beni instagram üzerinden takip edenler bilir. Evimizin tam manzarası karşı dağda sırayla dizilmiş rüzgar gülleri var. Arsa alım sürecinde, ay ne güzel manzara derdik sonradan aydınlandık. 🙂
Bölge aşırı rüzgar aldığından bu şekilde konumlandırmışlar rüzgar güllerini. Ben böyle bir rüzgarı hiç bir zaman yaşamamıştım. Öyle bir rüzgar ki takılmayan klima motorumuzu merdivenden aşağı atar kıvamda öyle düşünün.. Haliyle çevre düzenlemesi için sakin günleri bekledik. Havanın eksiye düştüğü zamanlarda kar görmemiş masum İzmirliler olarak sokak lambasının yansıyan ışığına bakardım sürekli havada toz uçuşsa kar yağıyor koşun diye herkesi ayağa kaldırırdım.
Şubat ayında yoğun rüzgar ile beraber kar yağışı şiddetli bir şekilde başladı. Arka bahçe tellerini sıfırlayacak kadar kar yağdı. Eşim Sakaryalı, onlar yıllardır karla tanışık ancak o bile bu tarz bir kar görmediğini söyledi. Rüzgar bir yerden alıp bir yere fırlatıyor karları bazı alanlarda kar yok bazı yerlerde tepeler şeklinde ve aşırı sert bir kar var öyle ki kardan adam yapamadık :)))
Normalde köylüler kardan yolların kapandığını 1 ay karın kalkmadığını falan söylediler bize ancak 10 gün içinde kar kalktı, herkes şaşkındı sanırım iklim değişikliğini yoğun bir şekilde hissettiğimiz bir kış oldu burada sağ olsun ekipler gelip biriken yerlerdeki karları kaldırdılar. Sadece tarlaya gidilen yolu açmıyorlarmış çünkü rüzgar oraya çok fazla kar yığıyor siz açıyorsunuz arkanızı dönüyorsunuz yine yığınlar. Öyle ki eşimle babam sabah hayvanlarımıza bakmak için normal açık yoldan gittiği tarlaya akşam kazma kürek yol açarak dönmek zorunda kaldılar.
Bizim köyde en alışkın olmadığımız durum çamurdu. Her yer toprak yol köyün iç kısımlarında kilit taş döşeli ama oralarda bile yolda çökmeler olmuş çamur yine de var. Özellikle bizim ev etrafı ve yollarımız hep toprak ve her yağmurda yoğun bir çamur çizmesiz gezmenize imkan yok. Kar sonrası çamuru söylemiyorum bile.
Şehirde iken doğumdan önce kurumsal bir firmada çalışıyordum. Doğum sonrası ayrıldım. Eşimde aynı şekilde köye yerleşme sürecine girildikten sonra kurumsal işinden ayrıldı. Gelelim köyde bizim neler yaptığımıza ve yapmayı planladığımıza, bizim zaten İzmir’de tavuk ve köpeklerimiz vardı. Öncelik tarlaya onlar için kümesler ve köpeklere kulübeler yapıldı. Hatta bunlar biz yerleşmeden inşaat aşamasındayken yapılmaya başlandı ve tamamlandı.
Kış ekim dönemini geldiğimiz ay itibariyle kaçırdık. O yüzden bir şey ekilmedi hemen tarlaya. Sağ olsunlar köyden komşularımız kış boyunca bizi sarımsaksız, soğansız hiç bırakmadı. Ispanağımızda oldukça boldu. Artık ıspanaklardan gözlemeler, yemekler, ıspanak kavurmaları neler neler yapıldı. Topraktan çıkıp hemen bize geliyordu ıspanaklar hatta şehirde aldığımız kadarda çamurlu değildi enteresan bir şekilde.
Dağ köyünde olduğumuzdan domuz, çakal çeşit çeşit yaban hayvanın olduğu bir bölgedeyiz. Ne ekelim dikelime karar vermeden önce tarladaki ürünlerimizi nasıl koruruz kısmını düşünmeye başladık. Elektrikli çitlere baktık. Baya bir video izledik. Bu sistem, bir elektrik akımı taşıyan tel veya kablodan oluşuyor. Yabani hayvanlar, bu tel veya kabloya dokundukları zaman yüksek yükte elektrik çarpar ve bu da onları tarladan uzak tutar. Ancak bu hayati bir tehdit oluşturmayan bir çarpma. Bu sistemin artılarını eksiklerini incelerken domuz yıkıp geçer dediler. Tekrar telle çevirmeyi araştırmaya başladık. İlçemiz zaten küçük bir kaç tel çekimi yapan yerle görüştük fiyat aldık. Neredeyse tarlanın yarı fiyatına denk gelen fiyatlar aldık. 2-3 günde değişen fiyatlardan hemen karar vermemiz gerekiyordu. Hızlıca karar verdik 1 hafta içinde çevrildi.
Araştırmalarımız sonucu neler yapacağımız şekillendi. Köye yerleşip etrafta dolaşırken çok fazla böğürtlen olduğunu farkettik.. Böğürtlen, kuşburnu, güvem eriği, alıç ve bu bitkilerin hepsinin ortak noktası gülgiller familyasından oluşuydu. Aslında aronyaya karar vermemizde bu şekilde hızlandı. Bulunduğunuz bölgenin doğal ikliminde en çok ne yetişiyorsa aynı familyadan bitki yetiştirmeniz daha sağlıklı olur.
Üzülerek söylüyorum ki son yılların popüler ürünü aronya dikmeye karar verdik. Aronya dediğimizde işin içinde olanlar sizde mi ya der gibi bakıyor ancak planlardan bahsedince bir iç rahatlaması geliyor. Çevreden çok fazla duymaya başladık işte 60 dönümde 80 dönümde aronya ekiliyor. Bu iş lavanta işine döndü dedim kendimce lavanta popülerdi herkes lavanta dikti. Şimdide aynısı aronya için başlıyor bence. Ancak benim zaten 4 dönüme yakın bir yerim var ve tek ürünle gitmek istemiyorum.
250 kök kadar aronya, denemelik biraz salep ve tıbbi ve aromatik bitkiler çeşitleriyle devam etmek istedik. Aronya hakkında size kısa bir bilgi vermek isterim. Çok kafa karışıklığı var bu konuda. Aronya meyvesini gösterdiğinizde çoğu kişi işte bizdeki it üzümü bu bizim dağda var bu falancanın bahçesindeki değil mi gibi tepkiler veriyor.
En yüksek antioksidan oranı ile bilenen yaban mersinidir bunu aksine, araştırmalar, aronya meyvelerinin, yaban mersini meyvelerine göre yaklaşık 15 kat daha fazla antioksidan içerdiğini gösteriyor. Aronya meyveleri, özellikle antosiyanin adı verilen bir antioksidan türünden zengindir. Antosiyaninler, güçlü anti-inflamatuar özelliklere sahiptir.
Aronya, Kuzey Amerika’ya özgü bir çalı türüdür. Üzümsü meyveleri, zengin antioksidan içeriği ile bilinir. Aronya meyveleri, siyah renkli, küçük ve yuvarlaktır. Tadı ekşidir ve taze olarak tüketilebildiği gibi, kurutulmuş, reçel, marmelat, meyve suyu, şurup ve liköre de dönüştürülebilir.
Dediğim gibi biz daha çok her şeyden biraz biraz toprağı yormadan, zehirlemeden, mono kültür değil de polikültür olarak gitmeyi hedefliyoruz. Polikültür aynı arazide birden fazla tarım ürününün yetiştirildiği tarımsal üretim sistemini ifade eder. Polikültür, genellikle sürdürülebilirlik ve çevresel faydaları nedeniyle tercih edilir.
Salep ise yine son yıllarda bence bu youtube kaynaklı ilgi arttı. Dönümde şu kadar para bırakıyor bu kadar para bırakıyor salebin bakımı kolay gibi efsanelerden dolayı. Ancak işin iç yüzü gene işin içine girmediğiniz zaman bilinecek gibi değil. Ekimi, bakımı, yabancı ot mücadelesi ilgi ve zaman isteyen bir şey.
Salep yetiştiriciliği hakkında bilmeniz gereken ilk ve en önemli bilgi, salep bitkisinin koruma altında olan endemik bir tür olduğudur. Bu nedenle çalışmalara başlamadan önce il-ilçe tarım müdürlüklerinden izin alınması gerekiyor. Biz haziran gibi yumrularımızı aldık. Ancak ilçe tarımdan çiftçi kayıt sistemine dahil olduktan sonra dikimini eylül itibariyle yaptık.
Özellikle yabancı ot mücadelesi sadece salep için değil her yetiştirdiğiniz bitkide sorun bizim mücadelemiz zehirle değil tek tek elle ve o yabancı otlar zamanında müdahale etmediğinizde çok fazla kökleniyor, haliyle sökmesi zorluyor.
Tıbbi ve aromatik bitkilerde ise istediğim çeşitlerden kendimiz çoğaltarak gidiyoruz. Tıbbi ve aromatik bitkilerde fide yetiştirmek için sera kurmak amacımız. Ancak kış aylarında gelen şiddetli rüzgarlar bizim bu fikrimizi sorgulamamıza sebep oluyor ara ara. Köyde 1 yılımız dolmak üzere o yüzden daha iyi neler yapabileceğimizi, yada nelerde daha başarılı olabileceğimizi tahmin edebiliyoruz. İmkanlarımızı yada imkansızlıklarımızı biliyoruz. Bir sonraki podcastte köydeki imkansızlıklarından bahsetmek istiyorum yerleşmeyi düşünen, yada hep mi hayatınız çiçek diyenlere ithafen olumsuzluklardan bahsetmek istiyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim diğer podcastlerimden haberdar olmanız için beni takibe almayı unutmayın.
#aronya dikimi#çamur sorunları#köy yaşamı zorlukları#köyde çevre düzenleme#köyde kar#köyde sosyal yaşam#köyde tarım deneyimi#Köyde yaşam#köydeki altyapı#köydeki ekonomik zorluklar#köydeki günlük işler#köydeki hayvanlar#köydeki iklim etkisi#köydeki komşuluk ilişkileri#köydeki mevsimsel değişimler#köydeki pazar günleri#köye yerleşme süreci#polikültür tarım#Salep yetiştiriciliği#Tıbbi bitkiler
0 notes
Text
19- ertem eğilmez (1929-1989),
türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden biridir ve özellikle komedi türündeki yapımlarıyla tanınır. eğilmez, hababam sınıfı (1975), şabanoğlu şaban (1977) ve kızım ve ben (1981) gibi türk sinemasının kült filmleriyle geniş bir izleyici kitlesine ulaşmıştır.
öne çıkan filmleri:
arabesk - namuslu - banker bilo- süt kardeşler- salak milyoner/ sev kardeşim
1. hababam sınıfı (1975): rıfat ilgaz'ın aynı adlı eserinden uyarlanan bu film, ertem eğilmez'in en bilinen yapımlarından biridir. öğrencilerin yaramazlıkları ve öğretmenlerle olan ilişkilerini komik bir şekilde işler. film, türk sinemasında klasikleşmiş bir yapımdır ve birçok devam filmi de yapılmıştır.
2. süt kardeşler (1976): yine bir komedi filmi olan süt kardeşler, türk sinemasının en çok bilinen ve izlenen yapımlarından biridir. film, yanlış anlaşılmalar ve komik olaylar etrafında döner.
3-mavi boncuk (1976): mavi boncuk, türk sinemasının önemli komedi yapımlarından biridir. film, müzikle ilgili olayları ve karakterlerin yaşadığı komik durumları işler.
4- neşeli günler (1978)
bir aile komedisi olan neşeli günler, türk sinemasının en sevilen yapımlarından biridir. aile içindeki ilişkiler ve eğlenceli olaylar, eğilmez'in mizahi bakış açısıyla işlenir. film, birçok jenerasyonun beğenisini kazanmış ve zamanla kült bir hale gelmiştir.
5- kibar feyzo (1978)
bu film, türk sinemasının en önemli komedi klasikleri arasında yer alır. film, köydeki zengin bir ailenin kızını sevdiği halde, köy ağasıyla olan ilişkisi nedeniyle bu sevdanın önüne engeller çıkan feyzo'nun hikayesini anlatır. cem yılmaz gibi günümüz komedyenlerinin de bu filmden ilham aldıkları sıkça dile getirilmiştir.
6- şabanoğlu şaban (1977)
şabanoğlu şaban, türk sinemasında komedi türündeki en popüler filmlerden biridir. şaban karakterinin, komik bir şekilde başına gelen olaylarla yaşadığı maceralar anlatılır.
ertem eğilmez'in sinemasındaki toplumsal temalar, günlük yaşamı yansıtan ve mizahi bakış açıları hala günümüzde geniş bir izleyici kitlesi tarafından takdir edilmektedir.
ertem eğilmez'in filmleri, halkın günlük yaşamını mizahi bir biçimde ele alır ve hem dram hem de komedi unsurlarını başarılı bir şekilde harmanlar. bu filmler, türk sinemasında hem dönemin halk kültürünü hem de toplumsal eleştiriyi eğlenceli bir şekilde yansıtan önemli yapımlar olarak kalmıştır.
ertem eğilmez, özellikle türk halkının değerlerine ve günlük yaşamına dair duyarlı ve mizahi bir bakış açısı sunarak, dönemin popüler kültürüne önemli katkılarda bulunmuştur. filmleri, türk sinemasında önemli bir yere sahiptir ve hala izlenmeye devam etmektedir.
tam film listesi ;
arabesk (film)
aşık oldum
banker bilo
ben bir sokak kadınıyım
beyoğlu güzeli (film, 1971)
bir millet uyanıyor (film, 1966)
canım kardeşim
fatoş'un fendi tayfur'u yendi
gülen gözler
hababam sınıfı (film)
hababam sınıfı güle güle
hababam sınıfı sınıfta kaldı (film)
hababam sınıfı uyanıyor (film)
ingiliz kemal (film, 1968)
kalbimin efendisi
köyden indim şehire
küçük hanımefendi (film, 1970)
mavi boncuk (film, 1974)
namuslu
oh olsun (film)
ölünceye kadar
öyle olsun
salak milyoner
senede bir gün (film, 1971)
sev kardeşim (film)
sevemez kimse seni
son hıçkırık
sürtüğün kızı
sürtük (film, 1965)
sürtük (film, 1970)
süt kardeşler
şaban oğlu şaban
tatlı dillim
yalancı yarim (film)
yaşlı gözler
1 note
·
View note
Text
Köy Yaşamında Bir Gün: Saman İşleri ve Hayvan Sağlığına Dair
Köy hayatı, şehir yaşantısından oldukça farklıdır. İnsanlar genellikle doğaya daha yakın, toprağa daha bağlı ve mevsimlere göre bir hayat sürerler. Bu nedenle köylü için yılın her günü, ayrı bir çalışma gerektirir. Videomuzda da anlattığımız üzere, yılın son gününde bile çiftçiliğin ve hayvan bakımının yoğunlukla devam ettiğini görebiliriz.
Saman işleri, köy hayatının olmazsa olmazlarındandır. Hayvanların yem ihtiyacını karşılamak üzere yapılan bu iş, yılın belli dönemlerinde yoğunlaşır. Videomuzdaki gibi, saman balyalarını kamyona yüklemek bazen oldukça meşakkatli olabilir. Küçük ellerinden gelen yardımı esirgemeyen çocuklarımız bile bu süreçte bizlere destek oluyor. Onların yardımıyla, zorlu işler bir nebze hafifliyor.
Bir çiftçi için hayvanların sağlığı da elbette ki bir o kadar önemlidir. Videomuzda veterinerimizin hayvanlarımızı aşıladığını ve sağlıklarını kontrol altına aldığını gösteriyoruz. Bir çiftçinin günlük işlerine başlamadan kahvaltı yapmaya dahi zaman bulamaması, bu işin ne kadar talimat ve özveri gerektirdiğinin bir örneğidir.
Mevsim meyvelerinin hasadı da köy yaşamının ayrı bir ritm sahibi olduğunu gösterir. Bizim videomuzda portakal toplamanın vakti gelmiş; komşularımızın da yaptığı gibi, meyvelerimizi depolayarak ileri dönemler için hazırlık yapıyoruz. Tıpkı hayvanlarımız için aşı planları yaptığımız gibi, tarım faaliyetlerimizi de öngörülü bir şekilde yönetmek zorundayız.
Köy hayatı, beklenmedik sürprizlere de gebedir. Geçmişte hiç karşılaşmadığımız türden hayvan hastalıklarıyla da mücadele etmek zorunda kaldık. Ancak zorlukların üstesinden gelmek köylünün doğasında vardır. Doğru veterineri bulmak ve hayvanların sağlığına kavuşmasını sağlamak, bu yaşamın tatlı bir zaferidir.
Videomuz, köydeki yaşamın ve çiftçiliğin sadece zorluklarından değil, aynı zamanda toplumsal dayanışma ve aile içindeki birlikteliğin güzelliklerinden de bahsediyor. Her ne kadar zaman zaman zorlu olsa da, köy hayatı, birçok insan için huzur ve tatmin kaynağı olmaya devam ediyor. Samandan portakala, hayvan sağlığından aile içi iş bölümlerine kadar var olan bu düzen, köy yaşamının zengin ve otantik dokusunu oluşturur. Bir gün, belki de yılın son gününde dahi, köydeki hayatın ritmi durmak bilmiyor ve doğanın koynunda, toprağın bereketinde çalışmanın keyfini çıkarmak için yeni bir sabah bizleri bekliyor.
0 notes
Text
Bilinci anlamaya çalışmak bazen aynı anda iki farklı zamanda bölünüyorum
Ve bu bazen yerine her akşama doğru bırakırken
Her akşam aynı anda iki üç tarafa bölünüp farklı işler tamamlıyorum oysa bu materyalist elle tutulan dünyadan alakasız
Yoksayıp ilerlemeye çalışırken depremde çok fazla şeyimi kaybettiğimi farkediyorum ama hala fareli köydeki kavalcı gibi seke seke yürüyorum
Napıyorum?
Okulum evim yuvam ilk okulum ilk lisem ilk mecburim yerle bir oldu
Sanki kökğ olmadan yaşamam gerekiyor
Ne var elle tutulacak öyle bir coğrafya ki on senede bir yıkılıp yapılmak üzere kurulan hayatlar var sanki
Yıkılıp yeniden kuruluyor
Ve köklerin ne yaparken ne de yıkılırken oluşan bişey
Tam olarak köklerin yıkılıp tekrar yapılanırken o ana kökleniyor .ve bilien basit sade hayatın yok ama sen varsın .sen gurbetçi alamancı değilsin ülkendesin ama bir adresin yok .
Sahi sen kimsin? Ne kadar büyük cümlelerle anlatılır bu deprem ..
Depreeeem
Yıkııııl
Reesl videolarla geçecek bir hayat mı
Metaverse de yaşayalım nasılsa artık bir evimiz yok eski evimizi kuracak ne zaman ne de paramız da yok
Yeniden kurulacak hayat metaverse ?
Kalbim çok ağrıyor ve eskisinden daha duygusal hale büründüm çok fazla şey hissetmek
Bu da zaten kaçarken takılıp düştüğüm bir çukur ya zaten.
Oturup ağlayacak o kadar çok sebebim var ki
İnsan bu noktada deliriyor savaşacak hiç bir cephem yok yani savaşacak birşeylerim pek kalmadı sanki
Yıkılan on il neredeyse tüm geçmişimin anahtarları
Günlük hastaneye gidip geliyorum diye birşeyler yolunda sanılırken ben her gün ölüyorum sanki burda sonra hemen çok güzel ayaklanıyosun
Evimin arka bahçesi bir merhamet belgeseli
Kim olduğumu ne olduğumu bilmeden anlamadan imkansız fikirlerle çepeçevre olmuş bir hayat
Ama eskiye göre daha kırık duvarlarım:)
Daha duygusal daaha yönsüz hissediyorum.
Yani düşündükçe laf lafı açıyor sonra yürümeye devam ediyorum
0 notes
Photo
Niçin Taşrada Kalıyorum?
Kara Orman’ın güneyinde, engin bir dağ vadisinin sarp yamacında 1150 metre yükseklikte, küçük bir kayak kulübesi bulunuyor. Kulübenin zemin planı altıya yedi metre ölçülerindedir. Alçak asma çatı üç odayı örtüyor: aynı zamanda da oturma odası olan mutfak, bir yatak odası ve bir çalışma odası. Vadinin dar yatağının her yerinde ve eşit biçimde karşı karşıya duran sarp yamaçta geniş aralıklarla dağılmış olan aşağı doğru sarkan asma çatılarıyla çiftlik evleri bulunuyor. Yamacın daha yukarısında, çayırlar ve mera arazileri yaşlı ve çok yüksek olan siyah köknarlarıyla koruluklara yol veriyor. Her şeyin üstünde, tertemiz bir yaz seması uzayıp gidiyor ve onun pırıl pırıl enginliğinde iki şahin geniş daireler çizerek süzülüyorlar. Burası bir gözlemci, konuk ya da yaz tatilcisinin gözüyle benim çalışma dünyamdır. Doğrusunu söylemek gerekirse, şahsen ben, asla kır manzarasını gözlemlemiyorum. Mevsimlerin muazzam geliş ve gidişlerinde, gündüz ve gece her saat başı bu manzaranın değişimlerini yaşıyorum. Dağların cazibesi ve kayaların tarih öncesi devirlerden kalma sertliği, köknar ağaçlarının yavaş ve muntazam gelişimleri, yeşillikler içindeki çayırların göz alıcı sade ihtişamı, uzun bir sonbahar gecesinde dağ boyunca akan nehrin gürül gürül çağlaması, karla kaplı düzlüklerin katı sadeliği-bütün bunların hepsi günlük yaşamın içine akar ve içine işler, ancak bu, yüzeysel empatinin ya da “estetiksel” dalmışlığın zoraki anlarında değil de sadece kendi varlığınızın çalışmanızla iç içe olduğu zamanlarda olur. Gerçekliğin kendisi olan bu dağlara yer veren sadece bu çalışmadır. Bu çalışmanın seyri o bölgede olup biten şeylerle şekillenir. Uzun bir kış gecesinde ortalığı kasıp kavuran sert bir tipi kulübenin etrafında dönüp dolaştığında ve bu kar fırtınası her şeyi çepeçevre sarıp sarmaladığında, işte bu an felsefe için bulunmaz zamandır. Diğer bir husus da, ele alacağınız felsefi sorular sade ama çok önemli olmalıdır. Her bir düşünce üzerinde kafa yorabilmek ancak onu titiz ve sağlam bir şekilde yapabilmek ile olur. Bir şeyi sözcüklere dökebilmeye çabalamak, dev köknar ağaçlarının fırtınaya karşı direnmeleri gibidir. Ve bu felsefi eser bazı ekzantriklerin mesafeli çalışmalarına benzer rotada gitmez. Tam da köylülerin işinin ortasında yer alır.Genç bir çiftlik işçisi ağır kızağını yokuş yukarı çekip, kayın ağacı kütükleriyle yüklü bu kızağı evine giden tehlikeli inişte idare ettiğinde; düşüncelere dalıp adımlarını yavaşlatan bir çoban, sürüsünü yokuşa sürdüğünde; çiftçi, kulübesinde çatısı için sayısız padavra hazırladığında, benim işim tam da bu türdendir. İşim köylülerin yaşamına derinlemesine kök salmış ve onunla yakından ilişkilidir. Bir şehirli, bir köylü ile uzun bir sohbet etme lütfunda bulunur bulunmaz “insanların arasında yalnız” kaldığı fikrine kapılır. Ama akşamları iş paydosunda köylülerle yanan bir ateşin başucunda ya da “Lordun Köşesinde” bir masa etrafında oturduğumuzda çoğunlukla tek bir kelime bile etmeyiz. Sessiz bir şekilde pipolarımızı içeriz. Bazen birileri çıkıp ormandaki ağaç kesiminin tamamlanmak üzere olduğundan, bir sansarın geçen gece kümese dadandığından, bir ineğin muhtemelen sabaha yavrulayacağından, falanın amcasının felç geçirdiğinden, havaların yakında “değişeceğinden” bahis açabilir. Benim kendi çalışmamın Kara Ormanla ve insanları ile olan bu içten ilişkisi, geçmişi bir asır öncesine dayanan ve yeri doldurulmaz bir şekilde Alman-Suev toprağına kök salmışlıktan ileri gelir. Bir şehirli, sözüm ona bu türden bir kırsalda kalmakla en fazla “neşelenir”. Ama benim bütün çalışmalarıma bu dağların dünyası ve insanları kılavuzluk ediyor ve çalışmalarımın devamını sağlıyor. Son zamanlarda arada bir benim buradaki çalışmam, uzun zamanlı konferanslardan, seminer vermek için gittiğim yerlere yaptığım gezilerden, komite toplantılarından ve benim Freiburg’daki hocalık mesleğimden dolayı sekteye uğruyor. Ama, tekrar o yere döner dönmez, bu kulübeye geleli daha birkaç saat olmasına rağmen, önceki meselelerin o koca dünyası, ben burayı terk ederken ki zamanda olduğu gibi tüm ağırlığı ile üzerime abanıyor. Kendimi, basit bir şekilde çalışmamın ritmine bırakıyorum ve temel olarak bu çalışmanın gizli yasasının buyruğu altında da değilim. Şehirde yaşayan insanlar, bu denli uzun ve monoton geçen bu zaman sürecinde, köylülerle bu dağlarda birlikte olmanın insanı yalnızlığa itip itmediğini merak ediyorlar. Ama diyeceğim o ki, bunun adı yalnızlık değil, inzivadır. Büyük kentlerde insan, rahatlıkla başka herhangi bir yerde olamayacak kadar yalnızlaşabilir. Ama buralarda inzivaya çekilemez. İnzivaya çekilmenin tuhaf ve özgün gücü bizi soyutlamasında değil fakat bizim bütün varoluşumuzu, her şeyin mevcudiyetinin (Wesen) sonsuz yakınlığına doğru itmesindedir. Kamuoyunda birisi geceleyin gazeteler ve dergiler tarafından bir anda “meşhur” yapılabilir. Bu, kişinin en mahrem niyetlerinin yanlış yorumlanmasına ve çabucak ve tamamıyla unutturulmasına giden en kesin yol olarak kalacaktır. Aksine, köylünün hafızasında, hiç unutmayan, sade ve güvenilirbir sadakat vardır. Geçenlerde, burada yaşlı bir köy kadını ölmek üzereydi. Sık sık benimle sohbet etmek istiyordu ve bana köye ait bir pek çok eski hikâye anlattı. Kadın, imgelerle dolu o canlı anlatımında, pek çok eski kelimeyi ve köydeki gençler için bugün anlaşılmaz olan ve bu yüzden konuşma dilinde bulunmayan çeşitli özdeyişleri hala kullanıyordu. Geçmiş yılda, haftalar boyunca sıklıkla kulübemde tek başıma yaşadığım zamanlar, bu köylü kadın 83 yaşında olmasına rağmen beni ziyaret etmek için hala o sarp yamacı çıkardı. Arada bir, bu köylü kadın, kendi deyimi ile “hala orada mıyım yoksa biri beni gafil avlayıp kaçırdı mı?” diye kulübemin içine bakıyordu. Öldüğü geceyi ailesi ile sohbet ederek geçirmişti. Ölümünden tam bir buçuk saat önce “Profesör”e selamlarını yollamıştı. Böyle bir anı, kıyas kabul etmez bir biçimde uluslar arası bir gazetenin benim şu veya bu olduğu iddia edilen felsefem hakkında yazılan en kurnaz haberden daha fazlasına değer. Kent yaşamı yıkıcı bir hataya düşme riskini taşır. Çok ses getiren, çok canlı, çok moda bir yılışıklık, kendini dünyaya ve köylülerin varlığına bir merak nedeni gibi satar. Ama bu durum bir şey ile kesinlikle çelişir ki, o şey şimdi yapılması gereken tek ama tek şeydir, yani köylülerin yaşamından uzak durmak, varlıklarını her zamankinden daha fazla kendi kurallarına bırakmak ve edebiyatçıların “toprağa kök salmışlık” ve “halk karakteri” gibi hususlara dair iki paralık lafazanlıklarına konu olmaması için elini eteğini çekmek. Köylü bu, şehirli işgüzarlığı istemiyor ve buna ihtiyaç duymuyor. Onun istediği ve ihtiyaç duyduğu, söz konusu kendi yaşam şekli ve bağımsızlığı olduğundan kendi halinde olmak ve etlisine sütlüsüne karışmamaktır. Ama bu günlerde şehirli pek çok insan, başını kayakçıların çektiği işlerin girdisini çıktısını bilen bu tür şehirlerdeki eğlence merkezlerinde “eğlenirken” nasıl hareket ediyorlarsa, köyde ya da bir çiftçinin evinde de aynı şekilde hareket ediyorlar. Bu tür gelişmeler bir gece içerisinde halk karakterine ve halk bilimin ilerleme kaydedebileceği ümidine yönelik verilen yüzlerce yıllık alimane öğütlerden daha fazla yıkıma yol açar. Ne olur bu küçümseyici aşinalığı ve halk karakteri için bu yapmacık ilgiyi bırakalım artık ve ne olur buralardaki sade ve hoyrat varoluşu ciddiye almayı öğrenelim. Ancak o zaman, bu insanlar bir kez daha bizimle konuşacaklardır. Geçenlerde, Berlin Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olmam için ikinci bir davetiye daha aldım. Bu durum üzerine Freiburg’u terk ettim ve kulübemde inzivaya çekildim. Dağların, ormanların ve çiftlik alanlarının ne söylediklerini dinledim ve kendisi 75 yaşında yaşlı bir çiftçi olan eski bir arkadaşımı görmeye gittim. Benim Berlin’e çağrılışımı gazetelerden okumuş. Acaba bana ne diyecekti? Tek kelime etmeden, kesinlik bildiren o temiz gözlerini yavaşça benim gözlerime dikti ve nazik bir şekilde o dostane elini omzuma koydu. Yavaşça kafasını iki yana salladı. Bu şu anlama geliyordu: Kesinlikle hayır!
Martin Heidegger
Philosophical and Political Writings, 1934
4 notes
·
View notes
Text
New Post has been published on OtoNooM
New Post has been published on http://otonoom.com/herkes-kult-olan-yesilcam-filmlerinde-yer-almis-20-efsane-arac/
Herkes Kült Olan Yeşilçam Filmlerinde Yer Almış 20 Efsane Araç
Yeşilçam filmleri düşük bütçeliydiler. Arabalar zamanlarına tarafından bile eskiydiler. Amerikan filmlerindeki uçmalı kaçmalı tamamlanmış arabaları bu içerikte bulamayacaksınız. Zengin ve gangsterlerin tercihi Chevrolet iken, fakirin arabası yoktu. (Hatta bir Chevrolet Impala vardı oysa değişik yapımlarda yer aldı.) Birçok vakit minibüse bindiler. Kamyoncuydular. Taksiciydiler. veya 3-5 kişi birleşip yandan çarklı bir arabaya bindiler. Kısacası bizden biriydiler.
Her biri filmle ikonlaşmış bu taşıtları inceleyelim.
1. Aile Şerefi (1976)
Şımarık varlıklı evladı Oktay’ın minicik Ahmet’i sakat bıraktığı Ford Mustang. Bu film Münir Özkul’un başka bir filmde efsane repliği olan “çeker vururum, sonra ardıma bakmam bile” repliğini gerçeğe çevirdiği film olarak bilinir. (Bu tip yüzünden çocukluğumda uzun süre Mustang’den dehşet ettim.)
-spoiler-
Münir Özkul Oktay veledini vuruyor.
-spoiler-
2. Mavi Boncuk (1974)
“Bir gece ansızın gelebiliriz” mottosuyla yola meydana çıkan 6 kafadarın meşhur şarkıcı Emel Sayın’ı kaçırması ile başlayan maceralar silsilesi Stockholm sendromuyla son buluyor. Emel Sayın, Tarık Akıcı’a aşık oluyor ve ‘yalnız benim için bak yeşil yeşil’ şarkısıyla aşkını duyuru ediyor. (Filmin sonunda kafadarlar filme adını veren yamalı Mavi Boncuk adında bir casino kurarlar ve kumar oynatırlar. Emel’e zor kullanarak şarkı söyletip içip içip döverler.)
Emel Sayın’ı eterle uyuyup halıya saklayan kafadarlar kaçırma işlemini bu keyfe hüzün boyalı pert dikkatsiz otomobil ile gerçekleştiriyor.
Not: En sevdiğim film – En İyi Araba Ödülü
3. Alev Böceği (1975)
Bu filmde yer alan bu sarı Mercedes marka otomobil kafasına tarafından hareket etmesiyle ve Tarık Akan’dan aldığı emirleri keyfine kadar uygulamasıyla bilinir. Necla Nazır bu filmde ‘hamişine nanay pi pi kaymak’ şifresiyle hırsızlık yapan bir yankesiciyi, Tarık Akan ise hırsızı ele veren cengaver ruhlu genci canlandırmaktadır. Halbuki bu ikisi birbirlerini sevmese de ekip arkadaşıdır. Necla Nazır, Tarık Akıcı ile ücret+yol+yemek yemek+sgk haricinde günlük 5 kilo elma için anlaşmıştır.
4. Iffet (1987)
“Başın sıkışırsa beni ara” mottosuyla yola meydana çıkan taksici (Faruk Peker), Müjde Ar’ı başı sıkışmadığı halde arar ve zor kullanarak başını sıkıştırır. Filme ait bu karede güya taksici olan Faruk Peker ‘ay dur götün görünüyor kapatayım’ diyerek Müjde Ar’ın eteğini kapatmaya çalışıyor. Yemezler Faruk’çuğum.
5. Çılgın Yusuf (1975)
Zamanını aşmış, teknolojide çığır açmış, retro çizgilere sahip Zihni Sinir bir taşıt daha. Çalışırken ‘piçuvv piçuvv’ tarzı sesler çıkaran vasıta yüzde yüz el yapımı olup %100 milli sermayeyle üretilmiş bir arabadır. Düşmanlara dehşet salmasıyla bilinir. Bir ıslıkla gelir. Suni zekanın birincil ürünü olarak bilinir diyeceğim fakat bu arabanın bildiğin aklı fikri vardı.
6. Sarı Mercedes (Mercedes Mon Amour) (1987)
Almanya 1987 yapımı olmasına karşın 1992’de gösterime giren bu filmde sarı Mercedes’i, Balkız’ına çılgın gibi aşık işçi İlyas Salman’ın Alamanya’dan Türkiye’ye olan yolculuğu anlatılıyor. Ödül manyağı bu filmde İlyas Salman performansıyla fazlasıyla göz dolduruyor. Ünlü replik “bok ettin bayan” bu filmde sarf ediliyor. Hanımefendi kapıyı bu filmde bok ediyor. Filmin belli başlı fikri ‘cüccük kadar adama hayvan dek Merso verirsen ne olur’ biçiminde özetlenebilir.
Anekdot: En sevdiğim film – Mansiyon
7. Kırmızılı Kadın (1988)
84 yapımı Amerikan filmi The Woman in Red’in Türk uyarlaması olan filmde çapkınlık yapamayan Şener Neşeli’in dramını anlatılıyor. Filmde Şener Şen ile defalarca telefonda eşit gelip işleri berbat eden kötü bayan Ayşen Gruda Şener Keyifli’i her gördüğünde onun biricik Hacı Murat’ına hasar veriyor. Kimi zaman çiziyor, kimi vakit sileceğini kırıyor. En son Şener Neşe Saçan arkadaki koltukta kalp krizi geçirirken yapacağını yapıyor ve yokuşta bekleyen Hacı Murat’ın el frenini indirerek arabayı tepe aşağıda salıyor ve güzelim otomobil resimdeki ışık halkası geliyor. Bu tümce de aşırı uzun oluyor.
Not: Kırmızılı Bayan, Amerikan versiyonundan fazla daha iyidir.
8. güle güle (2000)
60 yaş üstü 5 arkadaşın kanser hastası arkadaşları için yaptığı soyguna afişteki Chevrolet taksi yardım ve yataklık ediyor.
9. H��nç (İstanbul Drift) (1976)
Hınç (İstanbul Drift) (1976)Hınç (İstanbul Drift) (1976)
youtube
Cüneyt Arkın’ın Renault 12 marka arabayla driftler ve slalomlarla çılgın attığı filmdir. Renault 12’de drift o zamanlar standart teçhizat iken Chevrolet Impala drift yapamamaktadır. Şoförün konu ile kaygısı gözlerinden okunmaktadır. O zamanlardaki arabalarda ESP falan değil alt. Cüneyt Arkın sırf ekşın olsun diye zorunlu boşboğaz drift yapmıştır. ‘Kovalanıyor olsam bile toprak zemin görürsem lastikleri öttürürüm baboli’ mottosu benimsenmiş. Bütün bir şanssızlık.
10. Bilumum Gangster Arabası Chevrolet Impala (1959-1970 arası)
Eğer bir Yeşilçam filminde bu Impala’yı gördüyseniz fena şeyler olacak demektir. Bu arabayı genelde yakasında beyaz çaput olan siyah takım elbiseli, siyah fötr şapkalı fena adamlar ‘nıhhohahahaaa’ nidaları eşliğinde Smith Wesson marka altıpatlarlarını patlata patlata nice kötülükler yaparak kullanılardı. Kovalamaca sahnelerinin vazgeçilmeziydi. Filmlerdeki repliği ‘iççiçiçuuvv’ biçiminde lastik kayma sesiydi.
11. Baş Belası (1976)
Madem konu gangsterlerden açıldı Baş Belası filmini atlamak olmaz. Bir mafya babası olan Sadri Alışık yaptığı işi mafyalık olarak değerlendirmemekteydi. Haraca hep sigorta primi derdi. Yanlış yapanların infazını gerçekleşirken kulaklarını ve gözlerini kapayacak kadar hassastı. Hatta onlar için cenaze töreni düzenler, cenaze marşı çalardı.
En büyük düşmanı Piç Rıza (Robert Widmark) Sadri Baba’ya etraf dinlemesi yapıp Baba’nın adamlarından önce varıp haraçları hacılardı. Baba, Rıza’yı her zaman “Horospu sozuğu zanum evladum” şeklinde hangi yöreye ait olduğu bilinmez bir aksanla severdi. Rıza Baba’nın kızına (Gülşen Bubikoğlu) aşık olur işler iyice sarpa sarar. Piç Rıza’nın arabası her daim hoplayan zıplayan yerden bu bitme dost için biçilmiş kaftan olan Böcek marka arabaydı. Filmde Robert Widmark ve Humayun Tebrizyan (Ayı Mehmet) gibi tanıdık olmayan isimlere de yer verilmiştir.
-Allah sizi affetsin zanum evlatlarum.
12. Züğürt Ağa (1985)
“Ben fakat muazzam Haraptar Köyü’nün ağasıyım. Nasıl domatiz satarım” mottosunu benimsemiş Şener Neşe Saçan’in baş rolünü oynadığı ödül manyağı film. Ağalık düzeninin son bulduğu, feodalizmin çöktüğü filmde 80’li yıllarda köyden kente göç teması işleniyor. Ağalığın sembolü kerameti olan çizmeler ve tespih satıldığında ağalık son bulmuş, marabalık başlamıştır. Karede a��amız utana sıkıla domates satıyor.
Anekdot: En sevdiğim film – Geekinaad Özel Ödülü.
13. Hokkabaz (2006)
Babasının (Mazhar Alanson) hokkabazlık diye nitelediği büyücülük mesleğiyle uğraşan Cem Yılmaz ve 10 numara arkadaşı sihirbazlık turnesine çıkacaklardır. Bunun için beyaz türk abisinin karavanına gereklilik duyarlar. Ama abisi bir şartla karavanı verecektir. Babayı da alacaklardır. Mecburen kabul eden Cem ve kankası aksi babalarıyla yolculuğa çıkarlar. Tatil yörelerine büyücülük yapmaya giden kankalar Cem’in babasının trollükleriyle pek ilerlemeyeceklerdir. Hatta soyulacaklardır. Filmde kullanılan araba Volvo 245GL.
Anekdot: En sevdiğim film – Rahmetli Houdini Ustalara Saygı Özel Ödülü
14. Çiçek Abbas (1982)
Senaryosunu Yavuz Turgul’un rejisini de Sinan Çetin’in yaptığı bu efsane filmle özdeşleşmiş minibüsü Şakir (Şener Neşeli) parça pinçik etse de Abbas (İlyas Salman) bir yolunu bulup arabayı tamir etmeyi başarır. Abbas kariyerinde ilerlerken kendi olmayı başaramamış, rol model olarak bir anti karakter olan Şakir’i seçmiş, kısacası sıçıp batırmıştır. Şakir film boyunca yargı ettiği çayı alamamıştır.
15. Selvi Boylum Al Yazmalım (1978)
“Sevgi neydi, sevgi emekti” mottosuyla yola çıkmış Cengiz Aytmatov’un roman uyarlaması bir başyapıt. İlyas (Kadir İnanır) ile Asya’nın (Türkan Şoray) aşkını anlatan filmde film ile bütünleşmiş İlyas’ın kamyonu. Bu kamyon baştan sona İlyas Asya’yı tavlamayı başarıyor. Asya’nın yanından her geçtiğinde havalı kornasına basıp ‘dadido dadido dadido’ sesleriyle ona olan aşkını haykıran Asya’nın yanakları al al oluyor.
Not: En sevdiğim film – Büyük Ödül
16. Gülen Gözler (1977)
Usame bin Ladin’in idol olarak benimsediği Vecihi, babası Münir Özkul’dan kızını her türlü şantaj ve tehdit ile istemektedir. Vermediği takdirde evine uçağıyla dalacaktır. Filmin emin yerlerinde uçakla havadan keşif uçuşu yapan Vecihi, Münir’in kızı Ayşen Gruda’ya aşkını çiçek atarak gösterir. En romantik terörist kategorisinde ödül verilse Vecihi ödülü havada kapar. ‘Havada kapar’ cümlesiyle ilgili ironi ya da mizah beklemeyiniz. Zira o kadar sığ bir insan değilim.
Anekdot: En sevdiğim film – En İyi Muavin Erkek Oyuncu Ödülü.
17. Doktor Civanım (1982)
Onların Doktor Jivago’su varsa bizim de Hekim Civanımız var. Kemal Sunal’ın Civan adıyla baş rolünü oynadığı filmde kendisine Türk sinemasının gamzeli güzeli Bahar Öztan eşlik ediyor. Civan, bildiğin sahte diplomayla ‘açılın ben doktorum’ mottosuyla poliklinik açmış ve paranın yanında koymuştur. Köyde uyuz salgını başlayınca bir iyi hedef elçisi, bir sivil toplum gönüllüsü olarak köydeki uyuz salgınıyla savaşır. Bütün bunlar olurken Gaffur (Yadigar Ejder) ile aynı kıza aşık olurlar. Zeka mı güç mü konulu bir müsabaka düzenlerler. İçinde yumurta yeme, rakı içme gibi ilginç etapların olduğu yarışmayı Civan kazanır.
18. Muhsin Bey (1987)
Efsane bir Yavuz Turgul filmi daha. Martin Scorsese için Robert DeNiro neyse Yavuz Turgul için Şener Neşeli odur. Film; prensiplerine alt eski bir müzik yapımcısı olan Muhsin Bey ve şöhret edinmek isteyen Ali Kibar (Uğur Yücel) ismindeki saftirik delikanlının basit macerası olarak başlayıp, Muhsin Bey’in hayat ve iftihar mücadelesine dönüşen olayları konu almaktadır. Filmde kullanılan araba, çaptan düşmüş Muhsin Bey’in karakterini yansıtan kalite ve zarafetten ödün vermediğini bildiren cinstedir. Otomobil eski yok, klasiktir.
Anekdot: En sevdiğim film – En İyi Drama Ödülü
#ateş böceği filmi#ayhan ışık#deli yusuf araba#gülşen bubikoğlu#mavi boncuk filmindeki arabanın markası
0 notes