#köpek balığı
Explore tagged Tumblr posts
Text
#hayata dair#düşüncelerim#güzel sözler#venom#guzel alıntılar#insanlik#kötü insanlar#dusuncelerim#acı#duygular#g��stermek#köpek balığı
2 notes
·
View notes
Text
In Turkey, the word "shark" translates to "sea dog"! köpek balığı!
Nothing special - just a dog walking his shark | source
16K notes
·
View notes
Text
gecen Talha ilk defa bu kadar fark etti ve çok korktu yavrum yine de çocuk olmanın ayrıcalığını yaşıyor ve hemen oyuna dalabiliyor *sonra yersiz bir yerde döküyor kucağındaki taşları ve korkuları
#Anne bu duvar yıkılırsa ne olur#Anne sen öbür odada olursan ben burda#Ya köpek balığı belgeseli izlerken ve dalmışken olursa ne olur#Ah be yavrum#Minik kuşum benim
0 notes
Text
Acaba şu köpek balığı çantasından dikebilir miyim
11 notes
·
View notes
Text
Evren
(Hava Peri - Kartal): Skyreach Hanesi
En yüksek dağlık bölgede yer alır ve kartal sembolüyle tanınır.
(Toprak Peri - Aslan): Goldmane Hanesi
Güç ve zenginlik sembolü olan Aslan ile temsil edilir ve Batı Toprakları'nda bulunur.
(Elektrik Peri - Tilki): Stormtide Hanesi
Adalarda yaşar ve tilki gibi kurnazdırlar, aynı zamanda fırtınaları çağrıştıran bir sembolizmleri vardır.
(Su Peri - Köpek Balığı): Sandshark Hanesi
Sıcak ve kurak Dorne'da yer alsa da, su ve deniz temalarıyla güçlü bir bağ kurabilir. Özellikle deniz kenarındaki kasabalar ve Dorne'un Akarsu Vadisi'ndeki su kaynakları, bu bağlantıyı destekler.
(Ateş ShadarKai - Ejderha): Fireborne Hanesi
Ateş ve Ejderha dendiğinde akla gelen ilk hanedir.
(Buz Peri - Kurt): Winterfang Hanesi
Kuzey'in sert soğuğunu ve Kurt sembolünü taşıyan hane.
(Vampir - Yarasa): Nightshade Hanesi
Gece ve karanlıkla bağdaştırılan, Fırtına Burnu'nda yaşar ve kasvetli bir güçle özdeşleşmiştir.
5 notes
·
View notes
Text
hâlâ hastayım, şaşılacak şekilde pek huysuz değilim. ama mutsuz sayılırım çünkü hâlâ ödev yapıyoruz. bir de when i fly towards you'yu bitirdim ve tatlı ve mutlu sonlu romantik dizilerden sonra gelen "biz aşka geç kaldık" hissiyatı komple gelip yerleşti. hep böyle romantik mutlu dizi ve filmlerden sonra böyle bi sıkıntı hali oturuyor içime. gidip hayatta ne istediğini bilmeyen sıkıntılı yetişkin dizileri izlemem lazım o yüzden şimdi. my liberation notes öyle olacak gibi geliyor ona başlayacağım. rüyamda annemi köpek balığı ısırdı biz de annemi deniz ambulansıyla deniz hastanesine götürdük kuduz olmasın diye ve köpek balığı kuduz yapmıyormuş tahmin edileceği üzere. biz nerden bilelim aşılı mı aşısız mı tasması küpesi yok ki öyle geziyor denizin ortasında. canım bilincimin içinde ve dışında kalan her şey ♡
7 notes
·
View notes
Text
harun deniz kabuğu istemediği için ona köpek balığı dişi topladım çekiçkafa da leon'a benziyor çünkü benim biramı içti
4 notes
·
View notes
Text
her gün evdekilere bi doz şurada köpek balığı görülmüş burda köpek balığı saldırmış diye haberleri okuyorum
11 notes
·
View notes
Text
Kanada'da mercimek yoktu, 1972 yılında üniversitelerinde mahsül üretim merkezi kurdular, mercimek araştırmalarına başladılar, hatta ürün çeşitliliği için Türkiye'den mercimek örneği aldılar.
Bizim çok da umrumuzda olmadığı için, bugün Kanada'dan mercimek ithal ediyoruz, mercimek ithalatımızın yüzde 80'i Kanada'dan.
Yoğurt… Biz icat ettik, adını biz koyduk, dünyanın hangi lisan konuşulan ülkesine giderseniz gidin, yoğurdun üzerinde Türkçe “yoğurt” yazar, gurbet ellerde marketleri dolaşırken, rafta akrabanı görmüş gibi olursun, sarılasın gelir.
Ama bizim çok da umrumuzda olmadığı için, durup dururken yoğurdumuzun standardı değiştirildi, AB'ye uyum ayağıyla protein oranı düşürüldü, yüzde 12 oranında yağsız kuru madde bulunması şartı tamamen kaldırıldı.
Geleneksel olarak sade tüketilen, kıvamlı, koyu Türk yoğurdu, cıvık hale getirildi. Böylece, Türk pazarında yer bulamayan, meyveli, cıvık Avrupa malı yoğurtlara yol açıldı. Çok kısa sürede çocuklarımızın yoğurt konusundaki damak zevki değişti.
İnek ithal ediyoruz, koyun ithal ediyoruz, çok da umrumuzda değil, aynı zamanda, uğurböceği ithal ediyoruz. Hani “uç uç böcecik annen sana terlik pabuç alacak” var ya, işte onu ithal ediyoruz. Tarımdaki zararlıları yok etmeye yarıyorlar. İthal tarım ilaçlarıyla bizim uğurböceklerinin neslini yok ettik, şimdi, tarımdaki zararlıları yok etsinler diye İspanyol uğurböceklerini ithal ediyoruz.
Süt ürünlerinde kullanmak için “bakteri” ithal ediyoruz. Çok da umrumuzda olmadığı için “yerli ve milli” bakterimiz yok mu birader diye düşünmüyoruz!
Fare ithal ediyoruz, laboratuvarlarda deney yapmak için memlekette fare bulamıyoruz iyi mi…
Memleketin adı Turkey, çok da umrumuzda olmadığı için hindi ithal ediyoruz.
Angola, Eritre, Kongo gibi Afrika'nın gelişmiş ülkelerinden (!) saman ithal ettiğimizi zaten biliyorsunuz…
Çok da umrumuzda olmadığı için solucan ithal ediyoruz.
İthal ettiğimiz solucanlarla gübre yapıyoruz. Çünkü sadece toprağın üstünü değil, toprağın altındaki yaşamı da kuruttuk. Elalemin solucanını ithal etmezsek, bu memlekette gübre bile üretemiyoruz.
Narenciye para etmiyor, dalında çürümeye bırakıyoruz, ağaçları söküyoruz. Çok da umrumuzda olmadığı için, ilaç ve çay üretimi için, portakal kabuğu, mandalina kabuğu, limon kabuğu ithal ediyoruz.
İskenderun demir çelik, Ruslar yaptı, parasını domatesle ödedik.
Seydişehir alüminyum, Ruslar yaptı, parasını portakalla ödedik.
Aliağa rafinerisi, Ruslar yaptı, parasını salatalıkla ödedik.
Oymapınar barajı, Ruslar yaptı, parasını mandalinayla ödedik.
Türk tekstilinin temeli, Nazilli Sümerbank basma fabrikası, Ruslar yaptı, bir lira bile vermedik, kabak biber greyfurtla ödedik.
Sebzemiz meyvemiz narenciyemiz işte bu kadar kıymetliydi.
Çok da umrumuzda olmadığı için, hem bu hayati tesislerimizi sattık savdık, peşkeş çektik, imha ettik, hem de sebzemizi meyvemizi artık “çöp” fiyatına bile ihraç edemez hale geldik.
��ç tarafımız denizlerle çevrili, iç denizimiz var, deniz büyüklüğünde göllerimiz var, çok da şeyimizde olmadığı için barbun Senegal'den geliyor, kalamar Hindistan'dan, ahtapot İspanya'dan, karides Endonezya'dan, midye Şili'den lagos Mısır'dan, kalkan Romanya'dan, uskumru Norveç'ten, sinarit Gana'dan, lüks otellerde yediğiniz kılıç şişler aslında Çin'den ithal köpek balığı…
Karadeniz'de 26 balığın neslini kuruttuk, Marmara'da 125 balığın neslini tükettik, tarlada çipura yetiştirmeye çalışıyoruz. Sardalya festivali düzenliyoruz ama, çok da umrumuzda olmadığı için sardalya Yunanistan'dan geliyor.
Çok da umrumuzda olmadığı için, 2002'den beri, toplam tarım alanımız 26 milyon hektardan 23 milyon hektara geriledi.
Ekilen tarım alanımız 18 milyon hektardan 15 milyon hektara geriledi.
Ayrıca, şu anda 4 milyon hektarlık alan, maddi imkansızlıklar nedeniyle ekilemiyor.
Hal böyleyken, Türk tarımının ocağına incir ağacı dikilirken ne yaptık biliyor musunuz?
Çok da umrumuzda olmadığı için Afrika'da tarla kiraladık .Bastık tiko parayı, Sudan'da 7 milyon 805 bin dönüm arazi kiraladık. Hem de 99 seneliğine kiraladı. Kim çalışacak bu arazide? Sudanlı köylüler çalışacak.Sudanlı köylüler bizim araziyi ekip biçecek, ürün yetiştirecek, ihraç edecek!
Kiraladığımız arazinin büyüklüğü, Sivas kadar… Kayseri, Eskişehir, Diyarbakır, Yozgat, Çorum ve Manisa'nın tarım arazisinden daha büyük.
Türkiye'nin kendi kendine yetebildiği tek ürünü “şeker pancarı” kalmıştı. Çok da umurumuzda olmadığı için mısır şurubuna yol verildi, şeker fabrikaları satıldı, çok da umrumuzda olmadığı için hem şeker pancarımız imha edildi, hem diyabette milletçe rekora gidiyoruz.
Boşnaklar için ağlıyoruz Sırp Kasabı'ndan kıyma ithal ediyoruz.
Son beş sene içinde 568 milyon kilo tohum ithal ettik.
Nereden ithal ediyoruz bu tohumu…
Türkiye'nin topraklarının yarısından fazlası tarım arazisi ama, Filistin için ağlayıp umrumuzda olmadığı için, topraklarının yarısından fazlası çöl olan İsrail'den tohum ithal ediyoruz.
Başka örnekler de vermek isterdim…
Çok da umrumuzda olmadığı için gerek görmüyorum...
Alıntı
3 notes
·
View notes
Text
Alevsiz Mum - 1.Bölüm - Part 4
Bunlardan en çok tekrar ettiği ve benimse ezberlememe rağmen hâlâ kabullenemediğim, "Sen her şeyin en güzelini zamanı geldiğinde yaşayacaksın." telkiniydi.
Eğer zaten her şeyin en güzelini yaşayacaktıysam bugün yaşadıklarımın en güzelleri neden başıma gelmiyordu? Neden kötü şeyler yaşıyordum? Güzel şeylerin varlığı bana masallarda anlatılan yaratıklar gibi geliyordu. Tıpkı devler, periler ve ejderhalar gibiydi benim için sevmek, sevilmek ve önemsenmek.
Psikoloğuma bunları söylediğim zaman aldığım tek cevap, "hayata böyle bakmamam gerektiği" ve "nasıl bakarsam hayatımın o şekilde şekilleneceği" oldu. Fakat ben hiç karamsar biri olmamıştım ki...
Ben hep bir kamera sessizliğinde kendi hayatını bazen tam ortasından, bazense kenarda durup izleyen ve olanları kabullenen, kabullenmek istemese de yapacak bir şeyi olmayan biri olmuştum. Ve daima bombalanan şehirleri, yıkılan binaları ve ölen ve ölmekte olan insanları çeken bir savaş muhabirinin kamerası nasıl yıkım ölüm ve kıyımdan başka bir şey göremiyor, düşünemiyorduysa; ben de öyleydim.
Bakış açım, daima yalnız olduğum, yalnız kalacağım ve karanlıktan başka huzur bulabileceğim bir yer olamadığı üzerine kuruluydu. Fakat bunun nedeni zamanında yaşadığım travmalarım değil, bu zamana kadar yaşamış olduğum, çabalarımın her seferinde boşa çıkışının bende oluşturduğu hayal kırıklığı ve öğrenilmiş umutsuzluktu.
Evet, ben tıpkı aynı fanusa konan köpek balığının diğer küçük balığı ne olursa olsun yiyemeyeceğini çok fazla denediği için başaramayacağını öğrendiği deneyde olduğuna benzer şekilde umuttan yoksundum.
Çabalarım hep, en başta hiç anlaşılmamak ve sonrasında alay konusu olup oradan uzaklaşmak zorunda bırakılmakla sona eriyordu.
"Öyle bir şey yaşadıysan, senin tam tersi karanlıktan korkman gerekmiyor muydu?" En çok duyduğum cümle buydu. Fakat annem beni dolaba kapattığında, dövemezdi. Bu da canımın yanmayacağı, sadece karanlık ve dar dolabın içinde biraz sıkılacağım anlamına geliyordu. Fakat dolabın dışında annemden dayak yediğim zaman, acısı günlerce geçmediği gibi, acı içinde olduğumdan dolayı yediğim dayak da azalmıyordu. Bu yüzden dolabın içi ve içindeki karanlık benim için aydınlık bahçelerden daha güvenliydi.
Sonunda parka geldiğimde, kulaklığı kulağımdan çıkardım. "İşte başlıyoruz..." diye düşündüm kendime umut ve cesaret verme çabası içinde.
Etrafıma şöyle bir baktığımda, gayet alışılagelmiş basit bir park manzarası vardı karşımda. Kimi ailelerinin gözlemi altında, kimiyse aileleriyle beraber oyunlar oynayan çocuklar, onların yanında bulunan aileleri, bunlardan ayrı olarak spor yapmaya gelmiş veya oturmuş sohbet eden birkaç yaşlı insan ve hepsinden uzakta onları umursamadan kendi köşelerinde uyuyan birkaç sokak köpeği...
Normal bir insan için korkulacak hiçbir şeyin olmadığı, sıradan, hatta kimisine huzur bile verebilecek, normal bir ortamdı.
Gözüme gelen güneş ışığı bana normal biri olmadığımı hatırlattı. Güneş'i arkama almaya çalıştığımda parka da arkamı dönmüştüm. Şimdi ise yolun karşısında çalışan esnaf dükkanlarını izliyordum. Duyduğum araba sesiyle tüm vücudumla o tarafa döndüm ve tüm dikkatimi ona verdim. O sırada parkın yürüyüş yolunun üzerinde durduğumu fark etmemiş olduğumdan dolayı koşmakta olan bir çift pahalı görünen ayakkabıları ve ucuz ve işe yaramaz olduğu bariz naylon eşofmanlarıyla hızla yanımdan geçince korkuyla kendimi parkın dışına doğru attım.
Kendi kendime "Burada yarım saat panik atak geçirmeden durmak, düşündüğümden daha zor olacak." Diye düşünürken istemsizce yanımda ne olur ne olmaz diye getirdiğim sakinleştirici hapı koyduğum kabı sıktım. Fakat "Sakinleştirici hap bir çözüm değil, kaçış yolu." demişti psikoloğum.
Kaçmak ise sadece yakalanmaya mahkum olanların seçtiği bir çözümdür. Çünkü, kendinden kaçamazsın; bu da seni eninde sonunda tekrar yakalanmaya mahkum eder. Bu yüzden kaçmaya çalışmak yerine, kendinle ve etrafındaki diğer her şeyle teker teker baş edebilmeyi öğrenmelisin." Diye de eklemişti.
Fakat sözleri bana doğru geldiği kadar, reflekslerime işlemiyordu. Bu yüzden her ne kadar artık kaçmak istemiyor olsam da, kaçma dürtüme ve korku anındaki reflekslerime engel olamıyordum.
İlacın yanında psikoloğum bana bir de kağıt vermişti. Bu, parkta yapılacaklar listesiydi. Ve hayır, kaydıraktan kayıp salıncakta sallanmama izin yoktu. Henüz... Çünkü kontrol edemediğim hareketlere mecbur kalmak da panik atağımı tetikliyordu. Ve bir kez sallanmaya başlayan bir sandalyede oturmak kesinlikle bunlardan biriydi.
(Düzenli yazamadığım zaman, daha uzun yazmaya çalışarak kendimi affettirmeye çalışacağım. Umarım kabul görür. Okuduğunuz için teşekkür ederim 😊 Yorumlarınız beni çokça motive eder 😊🤭)
2 notes
·
View notes
Text
kalitesiz bi köpek balığı filmi izliyoruz ama nasıl zevk alıyorum var ya
8 notes
·
View notes
Text
Do you know that sharks in Turkish means köpek balığı which translates directly to dog fish.
I just wanted to share because I am seeing so much sharks are dogs coded posts.
#they are dog fishs#fishie#doggie fishieee#also i did some research and this id not the only eay tbey are called dogs#old mariners in 16th century also called them sea dogs
1 note
·
View note
Text
DENİZ SUYUYLA ABDEST ALMAK ve YENİLEBİLİR DENİZ CANLILARI HAKKINDA ÖZET BİR GİRİŞ
Bir adam Rasulullah ﷺ'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile abdest alabilirmiyiz?" diye sordu. Rasulullah ﷺ "Evet, denizin suyu temizdir, meytesi de helaldir" cevabını verdi.
İmam Malik , Muvatta, Taharet 12, (1, 22); Ebu Davud, Taharet 41, (83); Tirmizi, Taharet 52, (69); Nesai, Miyah 55, (1, 176)
Açıklama :
1- Rasulullah ﷺ bu soruyu soran sahâbînin adı hususunda farklı rivayetler vardır. Bizce isim ehemmiyet taşımaz. Mühim olan hadisteki fıkıhtır. İmam Ahmed, Hâkim ve İmam Beyhakî tarafından tahric edilen bir rivayet, bu sorunun balıkçılar tarafından sorulduğunu ifade eder. Arabistan kıyılarında, o devirlerde icrâ edilen balıkçılık hakkında açıklayıcı bazı teferruatı da ihtiva etmesi yönüyle ehemmiyetli olan rivayeti aktarıyoruz: "Biz, bir gün Rasulullah ﷺ'in yanında idik. Bir balık avcısı gelerek sordu:
"Ey Allah'ın Rasûl'ü! Biz balık avı için denize açılırız. Beraberimize bazı kapkacak alırız. Gemiye binerken karaya yakın bir yerde avlanıp dönmeyi düşünürüz. Bazan böyle yakında balık buluruz, bazan da bulamayız. Öyle olur ki, başlangıçta aklımızda olmayan uzaklıklara açılmış oluruz. Bu uzaklıkta ihtilam olan veya abdest alan oluyor. Beraberimizdeki su ile yıkanacak veya abdest alacak olsak bizi susuzluk helâk edebilir. Bu endişeyle deniz suyunu yıkanma veya abdest almada kullanmamıza ne dersiniz?"
Rasulullah ﷺ bu soru karşısında deniz suyu için tahûr tabirini kullanır. Tahûr, hem temiz hem temizleyici ma'nâsına gelen mastar isimdir. Kendisiyle temizlik yapılan şey demektir. Âyet-i kerimede de yağmur suyu tahûr diye isimlendirilmiştir. "Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir." (Furkan 49)
2- Meyte: Şer'an yenmesini helâl kılacak bir tarzla olmaksızın ölen hayvandır. Kur'an meyteyi haram kılmıştır (Bakara 173) Burada, denize ait olan meytenin helâl olduğu belirtilmektedir. Âlimler bu hadiste kastedilen meyte'yi şöyle tarif ederler: "Sadece denizde yaşayan hayvanlardan denizde ölmüş olanıdır, "mutlak olarak denizde ölen" hayvan değildir. Zira, lügat açısından deniz meytesi deyince sadece denizde yaşayan hayvanın meytesi anlaşılır."
Balık dışındaki deniz mahluklarının yenip yenmeyeceği hususunda âlimler ihtilaf etmiştir.
* Hanefîler, "balık dışındaki mahluklar haramdır" der.
* Ahmed İbn Hanbel, "Kurbağa ve timsah dışındaki her şey yenir"der
* İmam Mâlik ve İbnu Ebî Leyla, "Denizde ne varsa yenir" der.
* Şâfiîlerde farklı görüşler var:
** İbn Hacer el-Askalani der ki: "Bütün çeşitleriyle balığın helal olduğu hususunda ulema ihtilaf etmez. Ancak şeklen karada yaşayanlara benzeyen deniz mahlukları hususunda ihtilaf edildi. Söz gelimi insana, köpeğe, domuza, yılana benzeyen deniz hayvanları var!" Hanefîlerin ve Şâfiîlerden bir kısmının görüşüne göre balıktan başkası yenmez, haramdır. Şâfiî mezhebinin resmi görüşüne göre ise deniz mahlukları mutlak olarak helaldir. Bu aynı zamanda Mâlikîlerin de görüşüdür, ancak bunlar bir rivayette domuzu istisna ederler. Bu görüşte olanlar Kur'an'da geçen "Deniz avı ve onu yemek size de yolculara da helâl kılınmıştır" (Mâide 96) âyetini delil getirirler.
** Şâfiîlerden bir grup âlim: "Karadaki benzeri helâl olan helâl, haram olan haramdır" demiş, ayrıca hem karada hem denizde yaşayanları da hükümden hariç tutmuşlardır.
Bunlar iki çeşittir:
1) Etlerinin yenmesi hususunda yasak gelenler: Mesela kurbağa gibi. Bunu Ahmed İbn Hanbel de (hakkında gelen öldürme yasağı sebebiyle) istisna eder. Timsah da (deniz hayvanı olmasına rağmen) istisna edilenlerdendir. Çünkü kesici (köpek) dişleriyle saldırmaktadır. Tuzlu denizlerdeki köpek balığı, yılan, akreb, yengeç, kaplumbağa da insan tabiatının iğrenç bulması ve onlardan gelebilecek zehir sebebiyle müstesnalar arasında tutulmuşlardır.
2) Hakkında bir mânî vârid olmayanlar. Bunlar tezkiye yani şeriatın derpîş ettiği kesim şartıyla helâldir, kaz ve su kuşu gibi.
#islam#din#iman#allah#hakikat#şeriat#tevhid ehli#hadis#balık#deniz#fıkıh#mezhep#fıkh#midye#ehli sünnet vel cemaat#ehlisünnet#ehli sünnet#rasulullah
2 notes
·
View notes
Text
Sadece giriş ve sonuçtan oluşan aşkımın 2 aşamalı sıkışması beni ben yapıyor. Oraya bir yere, arasına gelişmeyi sıkıştırmak bana göre değil. Paris sokaklarında kokunla dans etmek sadece ve sadece benim karanlık zihnimde olacak. Ben orada olacağım, seni asla götürmediğim tapınaklarda dualar edeceğim, belki bir köpek balığı ile yüzeceğim, deveye binip, çöllerde gezeceğim.
Kaşlarımı çattım, ellerim hızlandı ve sanırım bir tırnağımı kırdım.
2 notes
·
View notes
Note
Sence hangi hayvanları teke tekte alırdın böyle ring gibi ama
köpek balığı
6 notes
·
View notes
Text
Baba sen hiç köpek balığı gördün mü
Sometimes all you need is a little regrouping
5K notes
·
View notes