#hemen dinle
Explore tagged Tumblr posts
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
239. BÖLÜM - Beyaz Zırhta Çatlak - Lanetli kelepçeleri parçalayan mucizevi büyü -
Kılıç Fang Xin öyle şiddetli bir aura yayıyordu ki uzaktan onları izleyenler çoktan sadece ona bakmakla bile ürperti hissedebiliyordu, Xie Lian ise böylesine saldırılarla adım adım geri çekilmeye zorlanıyordu.
Öncesinde Hua Cheng tek başına yüzü olmayan beyazın icabına bakabiliyordu hatta fazla bile geliyordu ama Jun Wu ortaya çıktıktan sonra maçın eşit olması için her ikisine de ihtiyaç vardı. TongLu Dağı'nın ana ruhsal alan olmasının avantajı yavaş yavaş açık hale geliyordu ve Xie Lian, kendi taraflarını baskılayan ve kısıtlayan ağır bir gücü incelikli bir şekilde hissedebiliyordu.
Ve Jun Wu’da vücudunu koruyan beyaz zırh, kendisi dövdüğü binlerce yıllık ruhsal eşyası vardı, savunması pratik olarak akıl ermez bir şeydi. Yalnızca kafasını koruması gerekiyordu; Hua Cheng'in kılıcı inanılmaz, hızlı ve isabetliydi, Xie Lian ayrıca vurabildiği her yere vurdu, ikisi Jun Wu'nun boynundan ve kalbinden, sırtından, karnından, omzundan neredeyse her yere darbeler indirdi, ama rakipleri hiç etkilenmedi!
Mu Qing bağırdı, “GÜCÜNÜ BOŞA HARCAMA! ANLAMSIZ! BEYAZ ZIRH HİÇBİR ŞEKİLDE DELİNEMEZ!”
"Sağ kaburgalarının hemen altına nişan al!" Xie Lian haykırdı.
Pala tekrar serbest kaldı ve Xie Lian'ın talimat verdiği yerden kesti ama beklendiği gibi işe yarar değildi. Mu Qing bağırdı, “SANA BOŞUNA OLUR DEMİŞTİM! NEDEN ÖNCE UZAKLAŞMAK İÇİN BİR YOL DÜŞÜNMÜYORSUN, BİZ DE DÖVÜŞE KATILACAĞIZ! FENG XİN! OKLARIN VE YAYIN NEREDE?”
Feng Xin tam da yan taraftaki kayalara tırmanıyordu, çılgınca tüküren ve ona dil çıkartan cenin ruhunu yakalamaya hazırdı. Çağrıyı duyduğunda cevapladı, “PEKALA! GELİYORUM!”
Ancak Xie Lian talimat verdi, “Devam et, durma! Sağ kaburganın hemen altına saldırın!”
“Ekselansları!!” Feng Xin bağırdı, “BU ZIRH TAKIMI GÜÇLÜ, KILIÇTAN GELEN YÜZLERCE DARBEDEN SONRA BİLE ÇATLAMAYABİLİR!”
Xie Lian kararlıydı, “Endişelenme, sadece beni dinle! Bu kadar çok darbeye gerek yok!”
Hua Cheng de nedenini sorgulamadı ve kılıçla aralıksız saldırmaya devam etti. Aniden bıçağın fırçalandığı yerde bir çatlak belirdi.
Kanlar fışkırdı. E-Ming kılıcı, Jun Wu'nun karnını, sağ kaburgalarının hemen altında kesmişti!
Hua Cheng kılıcını tek eliyle tutarak Jun Wu’nun önünde duruyordu, gözlerinin içine bakarken için gözleri soğuk ve keskindi. O sırada Xie Lian Jun Wu’nun yan tarafındaydı ve RuoYe bu şansı kullanarak engellemek için hareket etmesini önleyerek Jun Wu'un ellerini bağlamak için dışarı fırladı.
Mu Qing şaşkındı, “Bu nasıl mümkün olabilir?”
O bin yıllık beyaz zırh nasıl Hua Cheng tarafından bu kadar kolayca kesilebilirdi?
Xie Lian Jun Wu ‘yu izleyerek RuoYe’yi çekti ve sıkılaştırdı, “… Unuttun mu? Sekiz yüzyıl önce sen ve ben bir keresinde savaşmıştık.”
Feng Xin ve Mu Qing o an aydınlandı, “İkinci yükselişin?”
O zamanlar Xie Lian Jun Wu’dan bir kez daha sürgün edilme ve bir tur için rekabet etme talebinde bulunmuştu.
Her ne kadar o savaşta iki tarafın da merhamet göstermeyeceğine dair söz verilmiş olsa da şimdi düşününce Jun Wu yine de kendini tutmuş olmalı.
Ancak, Xie Lian sahip olduğu her şeyi kullandı.
Üç binden fazla kılıç savurdu. Bunlardan dört yüzden fazlası Jun Wu’Yu bıçaklayabilmişti ve o dört yüz kadar kılıçtan burayı delmiş olanların sayısı yüzden fazlaydı.
Xie Lian, Jun Wu'ya saldırmak için acımasızca üç binden fazla kılıç savurmuş ve sonunda aşılmaz olan bin yıllık beyaz zırhı kırarak sağ kaburgalarının altındaki karnına saplamıştı.
Ve orası tam da şu an Hua Cheng'in kılıcının kestiği yerdi!
Yani, sekiz yüz yıl önce, Xie Lian bu beyaz zırhın üzerinde eski bir yara izi bırakmıştı ve Hua Cheng'in onu kırması için kılıçtan sadece üç darbe alması yeterli olacaktı!
Hua Cheng'in kılıcı da Xie Lian'ın hayal ettiğinden çok daha keskindi. Pala, kesinlikle kritik bir darbe olarak karnına saplandı!
Guoshi'nin "BU İŞE YARAMAZ! O…" diye bağırdığını duyduğunda zihinsel olarak rahat bir nefes almıştı.
Mantıksal olarak, ciddi yaralanmalar geçirmiş olan Jun Wu'nun eylemlerinin kısıtlanması gerekirdi ama ifadesi değişmemiş, yaraya bir bakış atmak için yalnızca başını eğmişti. Xie Lian bir şeylerin yolunda gitmediğini hissettiğinde Jun Wu'nun elleri hafifçe hareket etti.
Aniden Xie Lian bir şeyin yırtılma sesini duydu ve aynı zamanda tutuşu gevşedi.
RuoYe… yırtıldı.
O beyaz ipek kumaş ikiye bölünmüş, cansız bir şekilde aniden yere düşmüştü. Hemen peşinden Xie Lian boynunun sıkıldığını hissetti ve sonra tüm vücudu yukarı çekildi!
Hua Cheng’in haykırdığını duydu, “Ekselansları!” Ama, o ses birdenbire uzaklaştı. Ancak Jun Wu'nun sesi hâlâ sadece birkaç santim uzaktaydı ve yüksek sesle konuştu, “XianLe, Kılıçla delinmek gibi bir konunun senden daha az deneyimim olan bir şey olduğuna gerçekten inandın mı? Umurumda olacağını mı düşündün?”
Guoshi uzaktan şöyle dedi, “Hepiniz onu bıçakla yüzlerce kez delseniz bile yine de faydasız olurdu! Çünkü… artık… acı hissedemiyor gibi görünüyor…”
Xie Lian, kalbine saplanan uzun bir kılıcı çekinmeden çıkartabilirdi, Jun Wu da öyle.
Feng Xin yayını çoktan çekmiş Jun Wu'yu hedef alıyordu ki Guoshi’nin dediğini duyduğunda yayını indirdi, “NE?” O halde bu, bir vuruş yapmayı başarsak bile bunun hâlâ anlamsız olduğu anlamına gelmiyor mu?”
Mu Qing konuştu, “Size gözlemlediğim başka bir kötü haber daha söyleyeyim. İyileşme hızının, aldığı darbelerden daha hızlı olduğundan şüpheleniyorum."
“NE?”
Diğer taraftan, Xie Lian bunun sahiden de bir gerçek olduğunu çoktan doğrulayabilirdi.
Yarası çok kötüydü ve eğer bu başka biri olsaydı beli tamamen kesilebilirdi buna rağmen yine de yaranın kanaması çoktan durmuştu, “Şaşırmaya gerek yok.” Dedi Jun Wu, “Eğer sürekli arkandan bıçaklanıyorsan ve eğer kendini hemen toparlamaya çalışmazsan o zaman şimdiye kadar binlerce kez ölmez miydin? Ama siz ikiniz kesinlikle oldukça iyisiniz.”
Gülümsedi, “Bu sekiz yüz yılda, sadece bir kılıç ve bir palayla yaralandım ve bunu siz ikiniz yaptınız. Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, daha uzakta dur. Xian Le’nın boynunu kırdığımı görmek istemezsin.”
“…”
Hua Cheng'in yüzü karanlıktı, gözlerindeki keskinlik kışkırtıcıydı ama Jun Wu'nun Xie Lian'ı Cennete uzanan Köprünün üzerinde asılı tuttuğunu, elini bir kez bırakmasıyla Xie Lian'ın yüzlerce metre aşağıdaki lav havuzuna düşeceğini gördüğünde, bir an sonra kılıcını isteksizce geri çekti, bir elini arkasına dayadı ve yavaşça birkaç adım geri çekildi.
Oldukça sakin görünüyordu ama kolunun altındaki pala onu ele veriyordu. E-Ming son derece tedirgindi, göz küresi deli gibi dönüyor ve çılgınca Xie Lian'a bakıyordu. Jun Wu, "Bu kadarı yeterli," demeden önce Hua Cheng Cennete uzanan Köprünün kenarına kadar geri çekilmişti.
Xie Lian elindeyken, ikisi birbirlerinin gözlerinin içine baktı. Bir an sonra Jun Wu aniden Xie Lian'ı yakındaki kayalardan oluşan duvara çarptı.
Çarpma çok şiddetliydi; Xie Lian'ın tüm kafası çınlıyordu, burnundan ve dudaklarından akan kan yüzünün hatlarından aşağıya doğru akıyordu. Uzakta birçok insan telaş içinde bağırıyor gibi görünüyordu ama kim olduklarını seçemedi ve sadece Jun Wu'nun kulağına usulca konuştuğunu duyabildi, “XianLe, kafan duvara çarptığında acıyor mu?”
Xie Lian soruyu tam olarak işleyemediği için yanıt vermedi. Böylece, Jun Wu onu yakaladı ve sorgulamadan önce tekrar kayalara çarptı, “Acıtıyor mu? Acıtıyor mu? Acıtıyor mu? Acıtıyor mu?”
Her soruyla birlikte Xie Lian'ı kayalık duvara çarpıyordu, o kadar sert ki Xie Lian çığlık atmaya başladı ama çığlık attığı şey, “SAN LANG, SAKIN GELME! BEN İYİYİM! SEN SAKIN BURAYA GELME!”
En azından şu anda değil. Uygun an henüz gelmemişti!
İlk çarpmada Hua Cheng hücum etmeye çoktan hazırdı. Daha iki adım gitmemişti ki Xie Lian’ın ona gelmemesini söylediğini duyup kendini durmak için zorladı.
Ama yüzü tamamen vahşileşmişti, tüm kolu titriyor, ellerinin üzerindeki damarlar neredeyse patlayacak gibiydi.
Jun Wu ifadesizdi ama eli deli gibi Xie Lian'ı kayalara çarpıyordu, çarparken tekrar ederek soruyordu, “ Acıtıyor mu? Acıtıyor mu?”
Guoshi haykırdı, “Ekselansları!!!” Ama hangisini çağırdığını kim bilebilir? Xie Lian'ın kanlı elleri kayalık duvarın engebeli yüzeyini itti, dişlerini sıkarak kükredi, “…ACITIYOR!!!”
Ancak o zaman Jun Wu tatmin bir ifadeyle gülümsedi ve Xie Lian’ın zavallı başını bağışlayarak onu yere koydu.
Xie Lian hâlâ çınlayan başını kucaklamış, yerde oturuyor, gözyaşları ve kan kontrolsüzce yüzünden aşağı akıyordu. Jun Wu onun yanına çömeldi, bir süre yüzüne baktı, sonra aniden ellerini kaldırdı ve Xie Lian'ın yüzündeki kanı silmesine yardım etmeden önce başını okşadı.
“…”
Bu hareket sıcak ve şefkatli bir jestti, tıpkı az önce tek başına dayak yiyen bir çocuğun yanına çömelmiş onu teselli eden bir baba gibiydi. Bu görüntü hem Feng Xin'in hem de Mu Qing'in tüylerini diken diken ediyordu, "O… o... gerçekten çıldırdı mı?"
Hua Cheng'in kılıca dayadığı elinin parmakları çatırdıyor ve E-Ming'in gözbebeği sanki kan çanağına dönüyormuş gibi h��zla küçülüyordu.
Xie Lian tek kelime etmedi ve Jun Wu'nun onu temizlemesine yardım etmesine izin verdi. Jun Wu sonra kendi kendine mırıldandı, "Seni aptal çocuk, eğer acıyorsa neden geri dönmüyorsun? Çarpmaya devam edersen, kırmaya devam edersen duvarın kendiliğinden yıkılacağını mı düşündün? Neden kendi yönünü değiştirmiyorsun?"
"Geri dönmeyeceğim." dedi Xie Lian.
Jun Wu son derece şiddetliydi, elini kaldırdı ve bir tokat attı. O kadar sertti ki Xie Lian Büyük bir gürültüyle yere düştü!
Jun Wu onu kaldırdığında Xie Lian’in hâlâ başı dönüyordu. Sanki sabrını kaybediyormuş gibi bir ses kullanarak konuştu, “Bu şekilde beni kızdırmak zorunda mısın? Sana bir kez daha sorayım, değişecek misin?”
Xie Lian iki kez ağız dolusu kan tükürerek öksürdü, “Değişmeyeceğim.”
Sonunda Jun Wu’nun nazik ifadesinde bir çatlama gerçekleşti, bir vahşet parıltısı titreşti.
Guoshi'nin yüzü yeşile dönüyordu ve durumun yokuş aşağı gittiğini görünce aceleyle bağırdı, “Ekselansları, ASLA BU ÇOCUĞU ÖLDÜRMEK İSTEMEDİN, ONDAN GERÇEKTEN HOŞLANIYORSUN! SEN SÖYLEMİŞTİN, UNUTTUN MU?”
Jun Wu küçümseyerek güldü, “Eğer durum böyle olmasaydı geçmiş sekiz yüz yılda sabrımın ve hoşgörümün tamamını onun üzerinde tek başıma tüketmezdim. Cennet Başkentinin temelinin bir parçası haline gelmesi ve milyonlarca kişi tarafından çiğnenmesi çok uzun zaman önce olurdu.”
Xie Lian'a döndü ve aniden öfkelendi, “Ama o kendisi için iyi olanı bilmiyor. İnatçı, kaprisli, her sözüme itaatsizlik ediyor! Sadece bana karşı geliyor! Değişmeyeceksin, değil mi? Öyle olsun. O zaman neden bu duvarın mı düşeceğini ya da kafanın mı patlayacağını görmüyoruz!”
Guoshi onu Xie Lian'ı tekrar kaldırırken gördü ve hızla bağırdı, “EKSELANSLARI! EKSELANSLARI!!! MAJESTELERİ… KÜÇÜK EKSELANSLARI HALA OLGUNLAŞMAMIŞ, BU SEFERLİK BIRAKIN GİTSİN, BIRAKIN ONU! BİR GÜN ANLAYACAK…”
Jun Wu ona baktı ve kıkırdaması daha da soğuklaştı, “Gerçekten delirdiğimi mi düşündün? Bana yalan söyleme. Gerçekten olgunlaşmamış olduğunu düşündüğün kişi o değil, benim değil mi?”
Guoshi şaşırmıştı, Jun Wu devam etti, “Sırf onun bana karşı kazanabileceğini umut ettiğin için onu büyütmek, öğretmek ve ona rehberlik etmek için kendinden çok şey harcadın. Yani benim hatalı olduğumu ve senin her zaman olduğu gibi haklı olduğunu kanıtlayabilirdin. Böylece şimdi WuYong'un mükemmel veliaht prensinin yanılsamasına yüzünü dönebilir ve Jun Wu'yu reddedebilirsin. Amacın bu değil mi? Ne düşündüğünü bilmediğimi mi düşündün?”
“ÖYLE DEĞİL!” Guoshi haykırdı, “Doğru ve yanlışlara, zaferlere ve yenilgilere bağlanmayı bırakın, DAHA ÖNCE BUNU HİÇ DÜŞÜNMEMİŞTİM!”
Ama Jun Wu dinlemeyi bırakmıştı ve sesini yükseltmiş tonunu keskinleştirmişti, “UNUT GİTSİN! Şunu söyleyeyim, hepiniz unutun! BANA KARŞI KİMSE KAZANAMAZ! ÖZELLİKLE DE O!”
Delicesine güldükten sonra Xie Lian'ı sürükledi ve onu kayalara doğru çarptı, her çarptığında bağırıyordu, “DEĞİŞECEK MİSİN? DEĞİŞECEK MİSİN? DEĞİŞECEK MİSİN??”
Sanki Xie Lian da delirmiş gibiydi, Jun Wu’nun kolunu kavrayıp kükremeye başladı “HAYIR! HAYIR! DEĞİŞMEYECEĞİM!”
Her vuruş ona yıldızları gösterecek kadar kıyaslanamayacak kadar acı verici olsa da her ne olursa olsun istenilen cevabı vermeyi reddederek bu nefesi inatla tuttu ve kükrer gibi bağırdı, “DEĞİŞMEYECEĞİM İŞTE! ACI VERİCİ OLSA BİLE DEĞİŞMEYECEĞİM, ÖLSEM BİLE DEĞİŞMEYECEĞİM, ASLA DEĞİŞMEYECEĞİM!!!”
Artık onu deli eden Jun Wu değildi, Jun Wu’Yu deli eden oydu.
Jun Wu’nun gözleri kıpkırmızıydı, tam onu disipline etmek için bir darbe daha vurmak üzereyken hareketi aniden durma noktasına geldi. Aşağıya baktığında omzuna uzun bir kılıç saplandığını ve çubuklardan yapılmış sekiz uzun ok, sırtına düzgünce tutturulduğunu gördü.
Bunların hiçbir önemi yoktu çünkü uzun kılıç ve oklar beyaz zırhı delememişti. Ancak sağ kolu kopmuştu.
Xie Lian’ı tutan eli kopmuştu. Kesikli, düzgün ve temiz olan bileğindeki her şey yok oldu. Xie Lian da gitmişti.
Başını çevirdiğinde keskin ve kuvvetli bir rüzgar tam ona doğru geliyordu. Sol elini salladı ve yakaladı ancak bunun kendi sağ kolu olduğunu gördüğünde fark etti.
Cennete uzanan köprüyü geçerken Hua Cheng tamamen kanlarla kaplanmış Xie Lian’ı tutuyordu. Bir el ters tutuşta palayı tutuyor Xie Lian’ın omuzlarına sarılıyordu, diğer eli ise kafasındaki yaraları kapatıyordu. Tüyler ürpertici bir tavırla şöyle dedi, “İğrenç pislik elini geri al.”
Xie Lian çok inatçıydı ve yenilgiyi reddetti, Jun Wu’Yu sinirden sonunda kudurtmuş ve zayıf noktalarını açığa çıkarttırmıştı.
Jun Wu sağ kolunu tuttu ve onu yeniden kendi bileğine tutturup elini birkaç kez açıp kapadı sonra sırtındaki okları çıkardı. Aniden bir şey hatırlamış gibi kafasını çevirdi ve uzun bir kılıç tutan solgun yüzlü Mu Qing’e baktı. Gözleri buluştuğunda Mu Qing biraz ürkmüştü ama yine de cesur bir tavırla kendini sakin kalmaya zorladı. Ama artık sakin kalması çok uzun sürmedi.
Jun Wu onun omzuna baktı ve hafifçe yorum yaptı, “Biliyordum, XianLe’ye kıyasla sen hala yetersizsin.”
Bunu duyan Mu Qing'in yüzü biraz değişti, elindeki uzun kılıç aniden düştü ve çok geçmeden yüzünün rengi tamamen değişti. Bileğine bakmak için kolunu yukarı çekti ve o siyah lanetli kelepçenin aniden sıkıldığını gördü. Sanki sonsuz kan ona doğru toplanıyormuş gibi etrafındaki damarlar ve sinirler şişkinleşiyordu.
Feng Xin Mu Qing'in taşlaştığını ve hareketsiz olduğunu gördü ve bağırdı, “ORADA DİKİLİP NE YAPIYORSUN, KAÇ!”
Guoshi onu azarladı, “Feng Xin seni küçük aptal, bacağındaki o yaralarla nasıl kaçabilir?”
Feng Xin şaşırdı, “S*İKTİR! BUNU TAMAMEN UNUTMUŞUM!”
Eskiden olsaydı Mu Qing öfkeyle geri dönerken muhtemelen gözlerini devirirdi ama şimdi kaçsa bile boşunaydı. Bileğindekindeki lanetli kelepçe ile kaçsa bile hiçbir önemi olmazdı.
Feng Xin yemin etti ve yukarı çıkmak üzereydi ki beklenmedik şekilde Jun Wu sırtındaki okları çıkarttı ve elini çevirerek onları kendisine doğru fırlattı. Feng Xin yalnızca göğsünün soğuduğunu hissetti ve aşağıya baktığında bu sekiz okun tamamı geri dönmüş, düzgün ve düzenli bir şekilde göğsünü deliyordu!
Jun Wu, yavaş yavaş Hua Cheng ve Xie Lian’a doğru yürüdü. Hua Cheng hiç ona bakmadı, Xie Lian’a sarılarak, “Gege? Gege?”
Xie Lian, daha önce şiddetli darbelere maruz kalmıştı ve kanlı bir şekilde kafasının hala zonklayarak kendine gelmesi biraz zaman aldı ama gözleri açılmadan önce ağzı mırıldandı, “…San Lang? İyi misin?”
Hua Cheng bir an ona baktı ve aniden onu sertçe kollarına bastırarak yavaşça cevapladı, “Ben tamamen iyiyim. Neden kendine bakmıyorsun?”
Xie Lian onun kucağına daha çok sindi, kucaklaması oldukça sıkı olmasına rağmen hiçbir yarasını acıtmıyordu. Gözlerini gayretlice açtı ve etrafındaki tüm düzensizlik görüşüne girdi.
Mu Qing, bir eli diğer bileğini sıkıca tutarak sanki o kan emici lanetli kelepçe ile kontrol için savaşıyormuşçasına olduğu yerde donmuştu, ama yüzü ne kadar solgun görünüyordu ki daha uzun süre dayanamayabilirdi.
Diğer yandan Feng Xin, o sekiz okla delinmişse de yine de yaraları önemliydi ve köprünün üzerine çökmüştü. Bu cenin ruhu şeytani bir şekilde uluyarak onun etrafında yukarı aşağı zıplıyordu, daha sonra arka ayağını kullanarak çılgınca bir şekilde Feng Xin'in yüzüne bastı. Feng Xin çok öfkelense de hareket edemedi yoksa yaraları daha da kötüleşebilirdi.
Bu arada cennete uzanan köprü parça parça yıkılıyordu ve her an yerle bir olabilirlerdi.
Xie Lian bunların hepsini kavradı ve sarsılarak ayağa kalkmak istedi. Hua Cheng ona yardım etti ve gözleri birlikte ileriye doğru hareket ederek ikisi ayağa kalktı.
Jun Wu’nun figürü onlara doğru yürürken etrafındaki ateş ışığına devasa bir gölge düşen dev gibi görünüyordu. Xie Lian gözlerinin, burnunun ve ağzının etrafındaki kanı sertçe silerek ölümcül şekilde o figüre baktı.
Jun Wu, Zhu Xin'i eğik bir şekilde tutuyordu. Zhu Xin kılıcının vücudu aralıksız akan ruhsal güçlerle toplanmıştı. O sırada o kadar sakin ve rahattı ki Xie Lian’ı delice kayalara çarpan Jun Wu'dan neredeyse farklı bir insandı, “XianLe, Yenilgine dair hiçbir şüphe olmadığını çok iyi biliyorsun.”
Jun Wu Xie Lian'ı çok iyi anladı. Onun nasıl savaşacağını tam olarak biliyordu ve onun ruhsal güçleri de ezici bir çoğunlukla onu ele geçirmişti. Dahası birbirlerine yumruk atmasalar bile Xie Lian Jun Wu’nun savaş aurası ve ruhsal güçlerinin artık daha fazla olduğunu hissedebiliyordu. Kendi bölgesi olan TongLu Dağında onların tarafındaki kısıtlamalar giderek daha belirgin hale geliyordu.
Xie Lian içten içe onun söylediği şeyin muhtemelen doğru olduğunu düşündü. Kazanamazdı.
Ama kazanamasa bile savaşmak zorundaydı!
Ancak Hua Cheng aniden konuştu, “Hayır, ekselansları, kazanabilirsin.”
Xie Lian şaşırmıştı ve ona baktı. Hua Cheng de ona bakıyordu, “Kazanabilirsin. Sen ondan daha güçlüs��n.”
Gözü sanki bir şey yanıyormuş gibi parlaktı ve kesin bir tavırla şunları söyledi, “İnan bana. Yanılıyor. Sen haklısın. Sen ondan daha güçlüsün. Sen ondan çok daha güçlüsün!”
Jun Wu derinden ve sessizce kıkırdadı, muhtemelen Hua Cheng'in sözlerinin saf ve eğlenceli olduğunu düşündüğü içindi ya da belki de elindeki otoriter güçten memnun olduğundan.
Milyonlarca inananın gücü yalnızca onun elindeydi!
Ama Hua Cheng omuzlarını tuttu, “Ne yani? Onlar sadece milyonlarca aptal, hepsi işe yaramaz, çöp. Ama senin için, bir kişi yeter.”
Bir kişi yeter mi?
Xie Lian, Hua Cheng onu yakınına çekmeden önce henüz kafasını etrafına sarmamıştı.
Xie Lian’ın gözleri açıldı.
Ruhsal güçler patladı ve içine aktı.
Bu sefer, ruhani güçlerini aktardıkları diğer zamanlardan çok daha karşı konulamazdı; hayalet kelebekler ve erimiş kederli ruhlar bile bu korkunç enerjiyi hissetmiş gibiydi, etraflarında birbiri ardına patlıyor, patlıyor ve çığlık atıyorlardı.
Xie Lian'ın parmakları uyuşmaya başlamıştı, bacakları da dizlerinin üzerine düşecek kadar titriyordu ve içinden dur diye bağırıp duruyordu, artık yeter! Ama Hua Cheng'in eli sıkıca kafasına kilitlenmişti, gitmesine izin vermiyor, onun reddini reddediyordu.
Kim bilir ne kadar zaman geçmişti ki, aniden Xie Lian'ın boğazı gevşedi ve aynı anda Hua Cheng sonunda onu serbest bıraktı. Xie Lian'ın dizleri büküldü ve yere düştü, elleri tamamen düşmemek için kendini yerden destekliyordu.
Jun Wu adımlarını durdurdu ve yüzündeki ciddiyetle ona baktı. Uzakta yatan Feng Xin inanamayarak konuştu, “E… ekselansları… e… e….”
Xie Lian titreyen elleriyle uzanarak kendi boynuna dokundu.
Hiçbir şey yoktu.
Hua Cheng ona çok fazla ruhani güç akıtmıştı. Gerçekten de çok fazlaydı, o kadar fazlaydı ki lanetli kelepçenin dayanabileceği miktarın tamamen dışındaydı.
Onu sekiz yüz yıl boyunca kısıtlayan o iki kelepçe zincir patlamış ve paramparça olmuştu!
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#hualian#hua cheng#heavenlyblessing#jian lan#heaven official's blessing#pei su#pei ming#yushi huang#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#ban yue#mei nianqing#quan yizhen#mu qing#nan yang#xuan zhen
24 notes
·
View notes
Text
XIX
sevgilim, burnumuzun direği varmış diyorlar. hiç görmedim ama görmeden de inanılır derler. görmedim ama inanıyorum. şayet olmasaydı o güzel yüzün aklıma geldikçe burnumun direği sızlamazdı. bana seni hatırlatan her olayda, her bir yüzde burnum hemen acır. ne zaman parfümünün kokusunu alsam elim burnuma gider sanki dokununca acısı geçecekmiş gibi. yalan yok, sen dokunsan acım geçer. ama ben dokununca pek de bir fayda sağlamıyor. her gün bir şey öğren, günü faydasız bile olsa bir bilgiyle kapat derdin ya hani bugün öğrendiğim tek bir şey vardı. insan çok özlerse saç dipleri sızlarmış. benim bugün saç diplerim sızlıyordu deniz. bana gülecekler biliyorum, insanın saçının dibi sızlar mı diyecekler. yemin ederim sızlıyormuş. sen olsan anlardın, herkes gülse de sen anlardın. zaten sen yokken ben artık kimseyle gülmez oldum. ne zaman gülecek olsam aklıma geliyorsun, yarım kalıyorum. yokluğunu sindirdim sanmıştım ama nafile. üç gün önce en sevdiğin tatlıyı yapıp denize götüreceğim dedim aslı’ya. dolabı açıp yumurtaları alana kadar varsın sandım. ne zaman ki yumurtaları aldım elime öylece kalakaldım dolabın önünde. bazen böyle unutuyorum işte, yaşıyorsun sanıyorum. bana yaşadığını düşündüren her anı çok seviyorum. fark edişler epey acı oluyor ama birkaç saniyeliğine bile buna inanmak nefes almamı kolaylaştırıyor. merak ediyorsan söyleyeyim, yaptım o keki. yiyemedim ama yaptım. mutfakta masanın üzerinde duruyor. yemek isteyen olursa izin verir miyim acaba deniz. tanıdığım en cömert adamdın, sen olsan ver mutlaka derdin ama ben hiç de paylaşımcı değilim. en son geldiğimde olmayan çiçekler var burada deniz. kim bıraktı bunları sana? renklerini sevdin mi? nasıl kokuyorlar? toprak kokusu mu daha güzel bu çiçekler mi? ben toprağın kokusunu üzerinden alıyorum, senin kadar iyi bilmem ama sen bilirsin, çok üzgünüm ama bilirsin işte. bu gece allah’a dua ederek uyuyacağım. duamı söylersem kabul olmazmış ama sen aç kulağını iyi dinle. allah’ım, denizi ısıt.
66 notes
·
View notes
Text
Ezan okunurken yemeyi, içmeyi, konuşmayı bırakıp ezanı dinle.
Ezan duasını oku.
Namazı hemen ilk vaktinde, sakince kıl.
Namazdan sonra hemen kalkma, tesbihlerini yavaşça çek.
Namaz arkasından duanı etmede gevşeklik gösterme.
Sabah-Akşam 'Allahümme Ente Rabbî'yi unutma.
Yatsı namazından sonra Mülk Süresi'ni ihmal etme.
Yatmadan on beş dakika önce telefonu bırak.
14 notes
·
View notes
Text
Brels ve Kahve hakkında
Eveet, merhaba merhaba ve merhaba sevgili arkadaşım. Şu an bu satırlara başladım, ne hakkında yazacağımı bilmiyorum o yüzden başlıkta da "Şimdilik başlıksız" yazıyor. Belki kalır, bilmiyorum bi sevdim gibi ama değişebilir. İyi olmak üzerine, depresif düşünceler üzerine, bazen evrene serzenişlerle ve farklı dışavurumlarla burada seninle çok konuştuk, seni de bu konuda fazlasıyla darladım gibi hissediyorum. O yüzden bugün biraz konu değiştirelim, biraz bu düşüncelerden, bu ülkeden, bu gezegenden uzaklaşalım istiyorum. Zihnimdeki uçsuz bucaksız uzaydaki Pandoria Galaksisinde, ufacık bir yıldız sisteminde misafir edeceğim seni bugün eğer sıkılıp erkenden gitmeyi seçmezsen.
Kalmayı seçtiğini görmek mutluluk vericii. Sen koltuğuna otur, geminin kumandası zaten yapay zekada. Ben de kahveleri hazırlayıp müziği koyayım, çok da acele etmeden, uzayın güzelliğini kaçırmadan devam edelim yolumuza. Yalnız dikkat et kahve biraz fazla sıcak, yakmasın.
Burayı inşa etmek epey zamanımı aldı, hala bitmiş değil aslında. Yer yer eklemeler yapıyorum, birkaç yaşam formu eklemeyi düşünüyorum şuradaki galaksiye. Şu sağdakinde yakında bir süpernova yaşanacak ama umarım sağlam kurtulurlar, oradakileri geliştirmeyi biraz unutmuş olabilirim çünkü, heheh. Neyse, geçelim hemen, ben şu gemiyi hızlandırayım..
İştee başyapıtım, Pandoria Galaksisi.. Her seferinde biraz daha aşık oluyorum bu manzaraya, kaostan doğan bu güzelliği şans eseri ortaya çıkardım. Normalde bu kadar canlı bir tonda olmayacaktı, kıvamını tutturayım derken fazla koydum malzemeyi.. İyi ki de öyle olmuş tabi, insanlardan sıkıldığımda burası bana çok güzel bir sığınak oluyor. Hadi gel yavaşça gezegene inelim.
Bu yıldız sistemine Sandrow adını vermişti yerlileri hemen hemen 350 yıl kadar önce. En azından bu gezegendekiler tabi heheh. Gelelim gezegenimizeee. Çok sevdiğim bir öyküsü var buranın. Bundan yaklaşık 2700-2800 yıl önce bu gezegen savaş yeriydi bildiğin. Mükemmel ötesi bir cehalet vardı gezegende. O kısım pek anlatılmaya değer bir şey değil, saçma taht savaşları işte, koltuk sevdalıları, yapacak bir şey yok.
Neyse neyse, bu savaş tabi iyice kontrolden çıkınca dedim ki buna bir müdahale etmek gerek. Ben oluşturmadım mı lan burayı oldum bi'. Gittim gezegene, dedim ki ya siz bu savaşı bitirirsiniz, ya da ben tüm silahlarınızı yok ederim, galaksiye karşı savunmasız kalırsınız. Yapman guzum, savaşman guzum dedim. Başta bi' sallamadılar tabi ama nükleer silahları bir anda kaybolunca biraz daha ılımlı hâl almaya başladılar. Tam olarak her şey o noktada değişti işte.
Çünkü zorunlu olarak yaptıkları dinleme, aynı yerde bulunma olayı onları karşı düşünceyi de anlama, dinleme yetisini kattı yavaş yavaş. Tabi epey uzun ve sancılı oldu bu süreç. 200-250 yıl falan neredeyse. Sonrasında o uzun soluklu barış dönemi başladı, o zamandan beri durumlar daha iyi gezegende. Şimdi birazdan halka karışırız, daha iyi anlarsın demek istediğimi.
Eee şöyle bir dolaş bakalım, biraz halka karış, dedikodularını dinle, bir şeyler alacak olursan benim hesabıma yazdır ben hallederim hehe. Merak etme, uzay gemisinin etki alanındasın, çeviri gibi derdin olmayacak, orası teknolojinin derdi. Ben tam burada bekliyorum, söz karışmayacağım gezintine, salça olmak da yok.
Eveet, gezip tozman bittiysee, ooo bakıyorum da Brelslerden de kapmışsın hemen görünce. Aramızda kalsın kahve yanında çok iyi gidiyor ama burada kahve içmek ölüm cezası sebebi. Sebebini yolda anlatırım. Atla atla gidelim hemen..
Aaay ay, öyle işte sevgili arkadaşım. Biraz farklı bir yer gör, kafamız dağılsın istedim. Umarım senin için keyifli bir yolculuk olmuştur. Brelsleri kahveyle denemeyi unutma, bir de buzdolabında tutma, çok kötü kokuyor öyle olunca, acı tecrübe edildi... Kendine çok dikkat et lütfen, bir sonraki yolcuğumuz için şimdiden sabırsızlanıyoruum, hadi baybaay!
#cninzihni#hikayemsi#hikaye#denir ya#biraz kendi zihnimden uzaklaşıp yine kendi zihnime yaklaştım gibi oldu#bakalım#Spotify
22 notes
·
View notes
Text
Selamun aleyküm Sabah namazı, günün ilk imtihanı, ilk ibadetidir. Dolayısıyla güne iyi başlayıp ilk imtihanı başarmalısınız ki, diğer imtihan ve tehlikelere karşı daha güçlü ve donanımlı olasınız.Nitekim Peygamberimiz(sav); `Kim sabah namazını kılarsa, ALLAH`ın garantisi altındadır .HAYIRLI HUZUR DOLU BİRGÜN İNŞALLAH.
SECCADENİN FERYADI
GÜN IŞIMAMIŞ, SABAH YAKINDIR… YORGUNLUĞUN VERDİĞİ AĞIRLIKLA HEMEN UYKUYA DALMIŞTI. BİR İNİLTİYLE UYANDI ADAM. ETRAF HALA KARANLIKTI.
İNİLTİYİ RÜYA GÖRDÜĞÜNE YORDU.
DUDAKLARI SUSUZLUKTAN ÇATLIYORDU, ÇOK SUSAMIŞTI.
IŞIKLARI YAKMADAN MUTFAĞA GİDİP SUYUNU İÇTİ VE YATAĞINA DÖNDÜ.
TAM UYUMAK ÜZEREYKEN, AYNI İNLEME SESİ TEKRAR KULAKLARINI TIRMALAMAYA BAŞLADI. AMA RÜYAMIYDI UYANIKMIYDI FARKINDA DEĞİLDİ. SESİN GELDİĞİ YÖNE DOĞRULDU. O AN RÜYADA OLDUĞUNA İYİCE EMİN OLDU.
ÇÜNKÜ DUYDUĞU SESİN SAHİBİ EVİN TEK SECCADESİYDİ.
ADAM ŞAŞIRDI VE KORKULU BİR SESLE:
“İNLEYEN SENMİYDİN?” “EVET” DEDİ SECCADE.
“NİÇİN AĞLIYORSUN?” SECCADE YİNE İÇE İŞLEYEN BİR SESLE:
“SENİ UYKUNDAN UYANDIRAN SUSUZLUĞUNU, DOYUNCAYA KADAR,
SU İÇEREK GİDERDİN. OYSA BENİM SUSUZLUĞUMU GİDERECEK KİMSEM YOK!
“NASIL SUSAYABİLİRSİN, SEN CANLI BİLE DEĞİLSİN,” DEDİ ADAM.
SECCADE: “BENİM İHTİYACIM DA BİR NEVİ SUDUR AMA İÇTİĞİN TÜRDEN DEĞİL.
BENİM SUSUZLUĞUMU ANCAK TÖVBEKAR KULLARIN GÖZ YAŞLARI GİDERİR.”
“ANLADIM” DEDİ ADAM MERAKLI GÖZLERLE SECCADEYE.
“AĞLARIM ÇÜNKÜ ALLAH’IN KULLARI; KABİRLERİNİN AYDINLIĞA ULAŞMASINI, KARANLIKTA KALMAMAYI, O KUTLU GÜNDE AYDIN OLMAYI İSTERLER. İSTERLER DE BU ÇOK KIYMETLİ VAKİTTE KALKIP İKİ REKAT NAMAZ KILMAZLAR. HEP BAKARIM SANA, BİR GÜNDE KALKIP, ŞÜKÜR İÇİN İKİ REKAT NAMAZ KILMAZSIN.”
“BENİ RAHAT BIRAK,” DEYİP DÖNDÜ ADAM. SECCADE DEVAM ETTİ.
“EY ALLAH’IN KULU BAK İŞTE SABAH NAMAZININ VAKTİ GELDİ. EZANLAR
“ESSALATÜ HAYRUN MİNEN NEVM” (NAMAZ UYKUDAN HAYIRLIDIR) DİYE SESLENİYOR. AH SABAH NAMAZI, AH BU SABAH NAMAZI!
NAMAZLAR ARASINDA MÜSTESNA DIR. HEM KALBE HEM DE RUHA HAYAT VEREN BİR İKSİRDİR O, YETMİYOR MU, GECE GÜNDÜZ DÜNYA İÇİN KOŞUŞTURDUĞUN?
AZİZ VE KAHHAR OLAN ALLAH’IN ÇAĞRISINA NEDEN İCABET ETMEZSİN!!!
ADAM İYİCE SIKILARAK:
“EY SECCADEM, BENİ RAHAT BIRAK. GÜNDÜZ YETERİNCE YORULDUM. BİRAZ DAHA UYUYAYIM” DEYİP YATAĞININ SICAKLIĞINA BIRAKTI KENDİNİ.
SECCADE YILMADAN ADAMI UYANDIRMAYA VE UYUTMAMAYA UĞRAŞIYORDU.
“DEMEKKİ SEN DÜNYAYA AHİRETTEN DAHA ÇOK ÖNEM VERİYORSUN. ADAM İYİCE ÖFKELENDİ.
“YETER ARTIK LÜTFEN KONUŞMA” DİYE BAĞIRDI.
SECCADE BU ÇIKIŞIN KARŞISINDA ÖNCE SUSTU. DAHA SONRA SESİNİ İYİCE ALÇALTARAK; “AH O FECİR VAKTİNDEKİ ADAMLAR, AH O FECİR VAKTİNDEKİ ADAMLAR” DEDİ.
“SEN O NURLU PEYGAMBERİN BU VAKİT İÇİN NELER SÖYLEDİĞİNİ BİLMEZMİSİN?
“HER KİM Kİ GÜNEŞ DOĞMADAN VE BATMADAN EVVEL NAMAZLARINI EDA ADERSE ATEŞE GİRMEYECEK.” VE YİNE O GÜZEL İNSAN:
“KİM ŞU İKİ NAMAZI KILARSA CENNETE GİRER (SABAH-İKİNDİ VEYA SABAH-YATSI) VE NİHAYET;
“MÜNAFIKLARA EN AĞIR GELEN NAMAZ SABAH VE YATSI NAMAZLARIDIR”…
“ONLARKİ O İKİ NAMAZDAKİ ECRİ BİLSELERDİ SÜRÜNE SÜRÜNE GİDERLERDİ…” BUNUN ÜZERİNE ADAM YATAĞINDAN DOĞRULUP:
“HAKLISIN SABAH NAMAZI GERÇEKTEN ÖNEMLİ” DEDİ… SECCADE:
“ÖYLEYSE KALK VE NAMAZINI KIL” DEDİ…
“YARIN İNŞALLAH, MUTLAKA KILACAĞIM, AMA BUGÜN ÇOK YORGUNUM” DEDİ ADAM. SECCADE SON BİR ÜMİTLE:
“KİŞİ SALİH AMELLERİN NE KADAR BÜYÜK ECRİ OLDUĞUNU İDRAK EDEMEZSE, TÜM ZAMANLARDA BU AMELLER ZOR GELİR.
SORUN UYUMAKSA, KABİRDE UYKUDAN ÇOK NE VAR! GEL SÖZÜMÜ DİNLE, EY ALLAH’IN KULU!”
BU ANDAN SONRA ADAMDAN TEK KELİME DUYULMADI. SECCADE DE BİR SÜRE SESSİZ KALDI. ADAM ÇOKTAN UYKUYA DALMIŞTI. SECCADENİN SON SÖZLERİNİ DUYMADI.
AMA HEYHAT! ADAM ÖMRÜNDEKİ EN UZUN UYKUYA DALDIĞININ FARKINDA DEĞİLDİ…
O AN SECCADE, ADAMIN ÖLDÜĞÜNÜ ANLAYINCA KISIK BİR SESLE ŞUNLARI SÖYLÜYORDU:
EY TÖVBESİNİ YARINA ERTELEYEN, NEREDEN BİLİYORSUN YARINA ÇIKABİLECEĞİNİ!!!
ÖLÜM PUSUDA HEP, BİZ DÜNYA İÇİN GÜNAH İŞLERKEN… SÜRESİ DE KISITLI…
GÜN GELİP ÇATAR FARKINDA OLMADAN…
ALLAH’A EMANET OLUN, RAZI OLACAĞI HAYAT YAŞAYIN.
8 notes
·
View notes
Note
Modun düşük olmasın diye sana yeni başladığım kitabın içinde geçen şarkılardan birini yazayım da dinle bak çok güzel ve modun düşük olmasın sen enerjik daha iyisin hem :)
"Balkan kızı" Tuna Kiremitçi,Elis Dubaz
Yaaa senin o güzel kalbini öperimmm ❤️ teşekkür ederim hemen dinliyorum güzel kalpli amonimciğim ❤️
2 notes
·
View notes
Note
Az biraz bu büyü işlerinden anlar mısın bana yapmışlar heralde dua filan korunmak için yapabileğimiz bir şey var mı
Büyü işlerinden yapma ve bozulma anlamında bir şeyinden anlamam. Büyü bozdurmak amaçlı hocaya müracaat etme. Günah çünkü bu iş menfaat amaçlı yapılan bir şey. Cevşenül Kebir duasını sıkça oku. Ve dinle. 100 hizip, hepsini bir günde bitirmek zorunda değilsin günlere böl. Ayetel Kürsiyi oku. Yatacak vakit ise Peygamberimizin sünneti olan Felak,nas,Ayetel Kürsi,ihkas suresini üç defa oku ve avucuna üfle. Bütün vücudunu baştan aşağı sıvazla sağına dönerek yat. Bir daha kötü anlamda bir şey Allah'ın izniyle isabet etmez. Bolca oku Allah kendisiini sürekli zikreden birini yalnız bırakmaz. Kaldı ki hiç zikretmeyen kullarının hemen imdadına yetişiyor.
4 notes
·
View notes
Text
Bir paylaşım yaptık cahiller hemen atladı kaç kişi aksini savunursa savunsun ben insanım ve her acı çeken insana üzüldüğüm gibi kardeşlerimin acısına da üzülürüm ve bunu savunurum Allaha şükür kimseden korkumuz yok heleki yahudilerden asla ben kendime Ebu Ubeyd nin sözlerini örnek alırım peygamberimin sözlerini örnek alırım ona uygun davranırım empati duygumda var şükrü ki , ve bunun dinle ırkla veya başka bir şeyle alakası yok insan olmam bunu savunmam ve bu duruma üzülmem için yeterli...🇵🇸🫀
13 notes
·
View notes
Note
Sizce seviyor mu diye sormuşsun bence sevmiyor yavşıyo sadece sana 1- 2 hafta konuşur sonra sıkılır pekde ihtimali verme sevdiğine yani eğlencesi de olabilirsin sen beni dinle umutlanma hemen bide güvenme her erkek benim gibi saf temiz kalpli ve gerizekalı değil duygusuz olabiliyor başka kız yüz verince hemen ona da gidebiliyor
Teşekkür ederiim :)
8 notes
·
View notes
Text
ALEMLERİN SIRRI (GAZÂLÎ)
BEŞİNCİ MAKALE
Mülkünü artırmak istersen, diğer devlet adamları ile tanış, her yönden zengin olmaya bak, onları kendine çekmeyi bil!
Eline geçen fırsatları değerlendir!
Eskiler ne demişler:
Rüzgârların eserse, onu fırsat bil,
çünkü her dalganın sonu muhakkak sükünettir!..
«Memleketin ana kilit noktalarına güvendiğin büyük adamlar yerleştir.
Gayene vasıl olmak için emniyet ve huzur köprülerini kur!
Fikirlerini benimseyen bulunursa, onları güzel ilaçlarla besle!
Sonra askerlerin sayısına bak, yakınlarının sayısını da iyi hesapla!
Gelirini, giderini iyi tedkik et! Bir sene içinde orduyu tam üç defa teftiş et!
Öncülerin Güvendiğin insanlardan olmak şartıyla dört yüz kişiden az olmasın..
Bir ülkeye harp ilân edecek olursan gayet temkinli
Olman gerek..
Şayet başın derde girecek olurda bir sıkıntı ile karşı karşıya kalırsan, askerlerini saf saf yaparsın.
Şayet öndeki saf mağlup olursa arkadaki onun yerini alır..
Onları yüksek bir yerden seyret!
Hücuma geçmeden zafer kazanabilirsen ne âlâ hemen zafer bayrağını dikersin..
Sonra kendine en iyi atları ve adamları ayır.
Çünkü hiç belli olmaz, önceden sana hiyanet eden sonradan da hiyanet eder..
SAYFA 30
Askerlerin arasında çok kurnaz kimselerin bulunsun. Daima onlarla şifreli görüş.
Şayet savaşmadan bir ganimete sahip olursan o zaman yine de düşmanlarını göz önünde tut!
Şayet onlarla harp yapmak zorunda kalırsan, acele et.
Belki harbi kayıp ederim diye tereddüt gösterme. Zul-Karneyn'in Darâ askerine yaptığını düşün!
Onları rasıl perişan edip başarısızlığa uğrattı, ilerledikçe ilerledi.
Atılgan ol!
Geri kalma!
Sefere çıkarken durumu iyice gözden geçir.
Gerekirse harp hayvanlarını çoğaltırsın ya da azaltırsın..
Katilleri iyi tanıyabilecek casusların bulunsun.
Korkaklardan uzaklaş!
Nöbetçilere dikkat et!
Hazinelerini iyice incele noksanlaşıyor mu, yoksa fazlalaşıyor mu, dikkat et!
Mutlaka evlenmek gerekiyorsa, her ne kadar, Şeriat dince zengin olanı tercih et diyorsa da sen, malca, soyca, veya güzellik bakımından zengin olanı tercih et!
Şu da hatırında olsun ki, casusları olmıyan, etrafdan sık, sık haber alamıyan bir kıral, ruhsuz cesedden farksızdır.
Sıkıntılı anlarda lâzım olacak korunma aletlerini ya- nında taşı.
Çünkü başına neler geleceğini önceden kestiremezsin!
Askerlerin arasındaki anlaşmazlığa dikkat et.
Bu anlaşmazlığı küçümseme!
Halk tarafından gönderilen heyetleri kabul et! (dertlerini dinle!)
Fakihleri, fitne ucağını yakacak konuşmalardan menet..
Vezirlerine emret: İnsanların yiyecek, içecek, giye- cek neleri varsa kontrol etsinler. Halkı ürün yetiştirmekten alıkoyma.
SAYFA 31
Çünkü ürün, hem sana hemde insanlara bini hacette lâzım olur.
Tarım isleri ile uğrasmıvanların haline bir bak:
Eğer bu isten, fakirlik dolaysıyla yüz çeviriyorsa ona gerekli araç ve gereçleri temin etmelisin.
Sayet bu, bir zulma uğraması neticesi ise o zaman ona yardım elini uzat!
Nitekim Hind kıralı: «Memleket tavuklarının çokluğu ile iftihar ederim.
Çünkü O, hakimiyet belirtilerin- den bir parçadır..> demiştir.
Öyleyse mülk, çiftçilerle ayakta durabilir.
Çiftçiler olmadan mülk ayakta duramaz..
Evet, Melik, Valilere de dikkat eder; hazinelerini sık sık kontrol eder.
Eğer ürününü başka şey ile satmıya gücü yeterse ve buna imkân bulabilirse bunu da yapar.
Halife Memun ikide bir silahlarını, çadırlarını teftiş ve kontrol ederdi, vekiline bu hususta dikkatli olması için emirler verirdi..
#ÂLEMLERİN #SIRRI
#BEŞİNCİ #MAKALE
#İMAM-I #GAZÂLÎ
5 notes
·
View notes
Text
Büyük çabalar sonucu bitirdiğim ve sayfalarca alıntı yapılabilecek Umberto Eco'nun "Gülün Adı" kitabının son sayfalarında şöyle bir şey geçiyor:
"Peygamberlerden kork Adso. Gerçek uğruna ölmeye hazır olanlardan da. Çünkü onlar genellikle birçok başka insanı kendileriyle birlikte ölüme sürüklerler. Bazen kendilerinden önce, bazen de kendilerinin yerine."
...
1300'lü yıllarda Tarikatların ve dinle uyuşmuş toplumların, hırsların, cinayetlerin, iktidar savaşlarının, sapkınlıkların, felsefe düşmanlığının anlatıldığı bu kitapta en can alıcı cümle de şuydu sanırım: "Tanrı kocaman bir hiçtir; ne şimdi ilgilendirir onu ne burası"
...
Bir de şöyle bir söz var yabana atılmayacak: "İnsan bir kez üstüne çıktıktan sonra merdiveni hemen atmalı"
15 notes
·
View notes
Text
7th Time Loop - 1. Bölüm
wattpad / manga tr / instagram
Cilt 1 Bölüm 1 Kısım 1
"Rishe Irmgard Weitzner! Sen aşağılık bir kadınsın! Veliaht prense layık olmayan, tamamen kötü kalpli bir yaratıksın! Şu andan itibaren nişanımız bozuldu!"
"Nasıl arzu ederseniz, Ekselansları."
"...Ha?"
Prensin beyanı balo salonunun her tarafında yankılandı. Rishe, Dük'ün kızı, mercan rengi saçları zarifçe savrulurken karşılık olarak başını eğdi. Toplanan davetliler kendilerini onun asil güzelliği karşısında büyülenmiş buldular. Daha henüz nişanın bozulmasına şahit olmalarına rağmen, ona acımak için kendilerini ikna edemediler.
Rishe yavaşça başını kaldırdı ve solgun zümrüt rengi bakışlarıyla prense dik dik baktı. Bu prensi hazırlıksız yakaladı ama hemen toparlandı.
"Az önce ne dediğimi duymadın mı?! Nişanımızı bozuyorum! Bu seni rahatsız etmiyor mu?"
"Pek sayılmaz."
Rishe bundan sonra ne olacağını zaten biliyordu: asılsız suçlamalar, sürgüne gönderilme ve ailesinin tüm ilişkileri kesip onu kendi başına hayatta kalmaya terk etmesi. Prense arkasını döndü. Zaman kaybetmenin bir gereği yoktu.
Ne de olsa, bu benim yedinci döngüm.
Rishe tüm bunları daha önce de yapmıştı.
Önümüzdeki birkaç saat yoğun geçecek. Aile mülküne girmem yasaklanmadan önce acele edip eşyalarımı geri almalıyım. Bunun çok yavaş olduğum ve yeni hayatıma hiçbir şeyim olmadan başlamak zorunda olduğum zamanlardan biri olmasını istemiyorum.
"Rishe, dur ve beni dinle! Geçen haftayı işlediğin suçları mükemmel bir şekilde anlatarak geçirdim!"
Bu sefer elbiselerden daha fazlasını almalıyım- dünyada faydalanabileceğim bir sürü şey var. Hangi işle uğraşmalıyım? İlk hayatımda bir tüccardım. İkincisinde, bir eczacı. Denemek istediğim birkaç şey daha var... Ahh! Eğer zaman sıfırlanmaya devam edecekse, keşke daha erken bir noktada başlayabilseydim. Hazırlanmak için daha fazla zamana ihtiyacım var!
"Bekle! Rishe!"
Veliaht Prens ağlamak üzereydi ve izleyenler kıs kıs gülüşlerini bastırmakta güçlük çekiyorlardı.
Rishe'nin aklına bir fikir geldi ve durdu. Sonra geriye doğru döndü, eski nişanlısına aşağıdan bakarken gözleri uzun kirpiklerinin altından parlıyordu. "Ah, Ekselansları, az kalsın unutuyordum."
"Evet, söyle bana!" diye hiddetlendi prens. "Dur tahmin edeyim, ölçüsüz bir şekilde incindin ve yine de beni seviyorsun... doğru mu?"
Güya. Rishe özgürlüğüne kavuştuğu için minnettardı. Doğrusu, "Umarım siz ve Leydi Mary birlikte mutlusunuzdur." derken gülümsüyordu.
"Ne?!"
"İkimiz de tatmin edici hayatlar yaşayalım. Elveda!" Rishe gece elbisesinin eteklerini kaldırdı ve topuklarının üzerinde dönerek olabildiğince hızlı bir şekilde oradan ayrıldı.
"Mary'yi nereden biliyorsun? Onu sevdiğimi sana söylemedim!" Prens arkasından bir şeyler bağırıyordu ama Rishe ona aldırış etmedi. Yapması gereken şeyler vardı.
İlk döngüsü sırasında prensin suçlamaları onu derinden sarsmış ve kendini - aptalca bir şekilde - savunmaya çalışmıştı. Artık prensin akıl çerçevesinde davranmasını beklememesi gerektiğini daha iyi biliyordu.
Bu sefer hayat nasıl ilerleyecek? Öğrenmek için sabırsızlanıyorum! Rishe zihnini geleceğe odakladı.
Bu benim yedinci "baştan başlamam". Daha önce de mutlu ve kaygısız hayatlar sürdüm, ama bu sefer- bu sefer, yemin ederim uzun, mutlu ve kaygısız bir hayat yaşayacağım!
Başka bir deyişle, öldürülmekten kaçınması gerekiyordu. Her ne pahasına olursa olsun.
♡♡♡
Herkese merhaba◇◇
Kendimi tanıtmam gerekirse aşırı uzun bir süredir neredeyse 15 yıldır anime izleyen biriyim. Artık eskisi kadar anime izlemiyorum çünkü manga veya webtoon okumak daha keyifli ve daha hızlı~ Ayrıca light novel veya normal internetten okuyabileceğim novellere de son 5 yıldır iyi bir sardım. Fark ettiğiniz üzere yakın bir zamanda bu çevirdiğim light novelin animesi çıktı ve ilginç bir şekilde (tonlarca aynı kurguyu okusam bile) kurgusu beni sardı. Bende light novelini bulmuşken çevireyim dedim. İngilizcem süper sayılmaz ve illaki çevirirken hatalarım olacaktır ama en düzgün şekilde Türkçe'ye çevirmeye çalıştım. Ama yine de belirteyim.~
Normalde bölümleri wattpad üzerinden yayınlıyordum ama şu sıralar wattpad uygulamasına ne telefondan ne de bilgisayardan giremiyorum ve ne kadar doğru bilmiyorum ama internette wattpad uygulaması kapandı diye bir yazı okudum bu yüzden wattpad uygulaması düzelene kadar ya geçici ya da kalıcı bölümleri burada yayınlamaya devam edeceğim✩✩
#anime#novel#fantasy#love#light novel#lightnovel#isekai#josei#loop#time#7th time loop#translation#villainess#prince#princess#romance#wedding#türkçe novel#çeviri
4 notes
·
View notes
Note
Nasılsın? İyi ol, hep iyi ol:) Şarkılarla geldim yine🍀💜🎶
Çağan Şengül-22
Sezer Sarıgöz-Sana Hiç Değmezmiş
Skapova-Ölmek İstedim
Ozbi & Selin-Nereye Kadar
Velet-Canım Olma Benim
Bunları dinlediğini biliyorum, tahmin ediyorum. Sadece tekrar dinle ve sana iyi gelsinler diye yazıyorum. Evet, içinde depresif olanlar var ama bunlar ruh halini etkilemesin. Sadece mutlu ol:) İyi dinlemeler💜🍀🎶
Yorgunum bugün teşekkür ederim, sen nasılsın küçük hanım? Çok teşekkür ederim, hemen açalım önerdiğin şarkıları 🥳🍀🌸. Sende hep mutlu ol , kalbine iyi bak , dikkat et kendine 💐🎶 şuan dinlediğim şarkıyı sana önereyim sanaa da iyi dinlemeler 🍀🌸🌼
2 notes
·
View notes
Text
gece atamadığım postu şimdi atayım. bi video gördüm evlilik niyetiyle görüştüğünüz birine sorulabilecek 10 soru diye bi video çekmiş bir kız ve gayet mantıklı sorular. videoyu çeken tesettürlü birisi. izlerken sorular mantıklı gelse de sorduğun kişinin gerçekten dürüst olduğuna nasıl inanabilirsin ki diye düşünüyordum. çünkü hangi insan kendini kötü gösterecek cevaplar verir ki? ben güvenemem sanırım. yorumlarda da çok müslüman takılan beyler bu soruların islamla hiç alakası yok niye hiç dinle ilgili soru yok vs vs saçmalamışlar. ev içindeki iş bölümü, çocuk isteyip istememek, çocukları olmazsa adamın ne yapacağı falan gibi sorular vardı 10 sorunun içinde. yani aslında evlilikle çok alakalı, ve şimdiden konuşulmazsa ve fikir ayrılıkları varsa evlilikte çok soruna yol açabilecek mevzular çoğu. zaten insanlara zor güvenen biri olduğum halde yorumlarda fark ettim ki birçok erkek o ataerkil fikirlerini zaten gizleme gereği de duymuyor. bunu niye soruyorsunuz bu ne alaka gibi yorumları geçtim, eşimin çocuğu olmuyorsa ikinciye evlenirim diye rahatça yazanlar da vardı. belki çok culture-dependent, context-dependent bir şeydir ama benim için çok inanılmaz bi şey bu, açık açık ben sadece çocuk doğurması için bir kadınla evleniyorum demekle eş değer. islamı gerçekten kendi kalıplarına, ataerkiye inanılmaz uydurmaya çalıştıklarını görüyorum hemen hemen her yerde. ama ne yazık ki herhangi bir islam göremiyorum ortada. sadece ataerki, hegemonya, ve dinin bir baskı aracı olarak kullanılması görülüyor. doğruları konuşanlar işlerine gelmiyor. bunlara çok canım sıkılıyor
12 notes
·
View notes
Text
"Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashabıyla şakalaşır, onların latifelerine katılrdı. Bir keresinde ashabı, onun bu şakalaşmalarını neredeyse anlamayacak gibi olup: 'Ya Resûlullah sen bizimle şakalaşıyorsun!' deme ihtiyacı hissetmişlerdi.
(Tirmizi, Birr, 57/1990)
Buhari'nin el-Edebü-Müfred isimli eserinde rivayet ettiği bir hadiste Ashab-ı Kiramın, yedikleri karpuzun çekirdeklerini birbirlerine atarak kendi aralarında eğlendiklerini ama dinle ilgili bir iş söz konusu olduğunda hemen ayağa dikildiklerini haber vermektedir.
(el-Mizah, 266)
Bu karpuz çekirdeği ile oynayan adamlar, Bedir, Uhud, Hendek ve Mekke adamlarıydı. İbadetin zirvesinde, ahlaka öncülük eden, secaatleri dillere destan olan, mallarını ve canlarını Allah'a infak eden, çoğu Cebrail'i ve büyük mucizeleri görmüş insanlardır. Kendilerinden istenen kulluğu tüm nesiller içinde en iyi anlayan onlardır. Onların pek çok konudaki düşünceleri Kur'an ayetlerine yorum olarak tefsir kitaplarında yer bulmuştur ama onları, karpuz yedikten sonra çekirdeklerini birbirlerine fırlatma oyunu ile oynarken de görüyoruz."
12 notes
·
View notes
Text
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
⭐🌙🕋👉DİNİMİZ İSLÂM👈🕌⭐🌙
Ölüm Ve Ahiret Ölümü Unutma
Yapış en sağlam ipe!
Ölüm vardır, unutma!
Kulağa olsun küpe!
Ölüm vardır, unutma!
Kendini durma uyar!
Deme daha vakit var!
Kabre girme günahkâr!
Ölüm vardır, unutma!
Nefsine uyup azma!
Köpürüp hemen kızma!
Sakın ihlâsı bozma!
Ölüm vardır, unutma!
Nefse, şeytana kanma!
Hazır ol, oyalanma!
Eceli uzak sanma!
Ölüm vardır, unutma!
Kötüye olma yoldaş!
Nefsin ile et savaş!
Çıkan engelleri aş!
Ölüm vardır, unutma!
Çalışanı Hak sever,
Kendini hizmete ver!
Arama zaman ve yer!
Ölüm vardır, unutma!
İşi yarına atma!
Dini dünyaya satma!
Hakkı bâtıla katma!
Ölüm vardır, unutma!
Malın ile övünme!
Pişman olup dövünme!
Sağlığına güvenme!
Ölüm vardır, unutma!
Can çıkmamış, daha ne?
Bulma özür, bahane!
Yaşasan da şahane!
Ölüm vardır, unutma!
Öfkeyi at, sakinle!
Hesaplaş hep kendinle!
Büyük sözünü dinle!
Ölüm vardır, unutma!
Zanla kimseyi yerme!
Dininden taviz verme!
Eceli uzak görme!
Ölüm vardır, unutma!
Rızkına haram katma!
Namazını aksatma!
Tövbe etmeden yatma!
Ölüm vardır, unutma!
Sadık olasın yâre!
Gözü kapa ağyâre!
Gezme öyle avare!
Ölüm vardır, unutma!
Bid’at ehliyle gezme!
Üzül de sen tek üzme!
Günah içinde yüzme!
Ölüm vardır, unutma!
Mahşerde olma zelil!
Hak karşısında eğil!
Ecel elinde değil,
Ölüm vardır, unutma!
Zahire verme önem!
Hiç kimseyi etme zem!
Hazırlanmak pek elzem!
Ölüm vardır, unutma!
İnsanlara hor bakma!
Kalb kırma, gönül yıkma!
Azıksız yola çıkma!
Ölüm vardır, unutma!
Ecel gelir duyurmaz,
Bu genç diye ayırmaz,
Hiç kimseyi kayırmaz,
Ölüm vardır, unutma!
Hak’tan kesilmez ümit!
Mezara imanla git!
Herkese altın öğüt,
Ölüm vardır, unutma!
Dik tutma hiç başını!
Sakın çatma kaşını!
Küçük görme yaşını!
Ölüm vardır, unutma!
Düşün inceden ince!
Hazırlan bir an önce!
Hiç beklemez gelince,
Ölüm vardır, unutma!
Ahmak yanına varma!
Başına bela sarma!
Cahile bir şey sorma!
Ölüm vardır, unutma!
Bir an gaflete dalma!
Fitneye sebep olma!
Mazlum âhını alma!
Ölüm vardır, unutma!
Salih ile taş taşı!
Fâsıkla yeme aşı!
İlimdir işin başı,
Ölüm vardır, unutma!
Yemesin seni kibir!
Seni bekliyor kabir,
Tabuta imanla gir!
Ölüm vardır, unutma!
Sapık yol olsa da bol,
Bir tanedir doğru yol,
Sen de Ehl-i sünnet ol!
Ölüm vardır, unutma!
Ecel tanımaz zaman,
Hiç kimseye vermez aman,
Her işin başı iman,
Ölüm vardır, unutma!
Söz dinle, inat etme!
Evliyaya kin gütme!
Sapık peşinden gitme!
Ölüm vardır, unutma!
Tetkik et sağı solu!
Ortalık sapık dolu,
Tektir kurtuluş yolu,
Ölüm vardır, unutma!
Ehl-i sünnetsiz olmaz,
Sapıklar felah bulmaz,
Dünya kimseye kalmaz,
Ölüm vardır, unutma!
Mezhepsiz kimseden kaç!
Herkes mezhebe muhtaç,
Ehl-i sünnet başa taç,
Ölüm vardır, unutma!
Besleme kötü emel!
Sağlam olmalı temel!
Gel Ehl-i sünnete gel!
Ölüm vardır, unutma!
Keramet elbette hak,
İnkâr edenler ahmak,
Bir gün gelir muhakkak,
Ölüm vardır, unutma!
Uzun emelden vazgeç!
Şerri bırak, hayrı seç!
Herkes gider er ve geç,
Ölüm vardır, unutma!
Haramdan elini çek!
Hesabı vardır tek tek,
Yarın için tohum ek!
Ölüm vardır, unutma!
Olmuşsan Ehl-i sünnet,
Hazır bekliyor Cennet,
Getirme sakın cinnet!
Ölüm vardır, unutma!
Hâlin olmadan yaman,
Henüz canın çıkmadan,
Her yerde ve her zaman,
Ölüm vardır, unutma!
Şan ve şöhrete tapma!
Er ol, çavuşluk yapma!
Ehl-i sünnetten sapma!
Ölüm vardır, unutma!
Ömrü geçir izzetle!
Ecelini gözetle!
Hoca der ki özetle,
Ölüm vardır, unutma!
Dinimiz İslâm Sayfası
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
3 notes
·
View notes