#hastalığının
Explore tagged Tumblr posts
ikdlin · 9 months ago
Text
erkek kardeş niye var
5 notes · View notes
cejna · 10 months ago
Text
Akalazya Hastalığı Nedir? Belirtileri Nelerdir?
Akalazya Hastalığı Nedir? Belirtileri Nelerdir? Akalazya Hastalığının Tedavi Yöntemleri Nelerdir? Akalazya Hastalığı Nedir? Çok sayıda insan yutkunma sorunu yaşar ve genellikle önemsemezler. Yine de yutkunma zorluğu, akalazya olarak bilinen bir hastalığın bir belirtisi olabilir. Bu hastalık yemek borusunun normal işleyişini engeller. Akalazya hastalığı olarak bilinen bir yutma bozukluğu, yemek…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
introduceofficial · 2 years ago
Text
Çölyak Hastalığı
Çölyak Hastalığı Çölyak Hastalığı Çölyak hastalığı, genetik olarak kalıtsal olan ve sindirim sistemini bozan bir hastalıktır. Hastalık, kanda çölyak antikorlarının fazla olması veya beyinden sindirim sisteminin kontrol edilmesi gereken hormonların üretiminde aksaklıkların olmasıyla ortaya çıkar. Çölyak hastalığı, gıdalardan alınan glütens veya buğday, arpa, çavdar, mısır, yulaf gibi çeşitli…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
okuryazarlar · 1 year ago
Text
Tumblr media
Hastalığının ilerlemesinin verdiği hüzünle kendisine refakat eden Erdem Bayazıt’ın elinden tutar bir gün. Bayazıt, o anı şöyle anlatır. "O'nu kaybetmeden birkaç gün önce, hastaneden çıkarken bana asla unutamayacağım bir şey söylemişti. O da şuydu: ''Kırlarda çiçekler bensiz açacak.''
Türk edebiyatının usta şair ve yazarlarından Cahit Zarifoğlu'nu aramızdan ayrılışının 36. yılında saygıyla anıyoruz.
205 notes · View notes
amezhu · 5 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
199. BÖLÜM - Cennete ve Dünya'ya hükmetmek; Ocaktan bir şeyler çıkıyor.
Xie Lian soğuk zeminde öylece uzanıyordu. Hala yarısı ağlayan-yarısı gülen maske yüzündeydi. Beyaz yüzü olmayan ise Xie Lian’in tam yanında durmuş ve onun bu görünüşünden mutluluk duyarmış gibiydi. Çünkü Xie Lian tıpkı onun gibi görünüyordu.
Ağlayan-gülen maske tuhaf bir şekilde Xie Lian’in yüzüne yapıştırılmış gibiydi. Ne kadar denerse denesin çıkartamıyordu.
“Bırak öyle kalsın” dedi Yüzü olmayan beyaz. “Gücünü anlamsız mücadelelere harcamayı bırak. Buradan çıkmak mı istiyorsun? Dediklerimi yaptığın sürece kolayca Ocaktan çıkabilirsin.”
Xie Lian o orada yokmuş gibi davranıyordu.
Yüzü olmayan beyaz Xie Lian’in her zaman onu aşağılayacağını ve vazgeçmeyeceğini biliyordu. İç çekti, “En güçlü usta ve öğrenci, ayrıca en yakın arkadaşlar olabilirdik. Neden bu kadar asi olmak zorundasın?”
Xie Lian yapmakta olduğu şeyi bıraktı, kızgın bir şekilde ve iğrenerek cevap verdi: “İnsanların yaşadığı zorlukları, hayatın iniş çıkışlarını anlamını ve sanki insanların duygularını anlıyormuş gibi konuşmayı kes. Senin gibi birini ne öğretmenim ne de arkadaşım olarak asla istemem.”
Xie Lian’in ondan tiksintisi inkar edilemeyecek kadar açıktı. Yüzü olmayan beyaz aşağılayarak güldü: “Biliyorum, sana göre seni eğitebilecekler sadece Guoshi[1] ve Jun Wu, değil mi?
Ses tonu tuhaftı, küçümseme ve alay doluydu. Xie Lian bu konuyu pek umursamadı ve başka bir soru sordu: “Lang Ying, YongAn’ın ilk veliaht prensi miydi?”
Lang Ying insan yüzü hastalığından acı çekmiş bir YongAn’lıydı. O küçük veliaht prens Xie Lian’in kim olabileceğini düşündüğü tek kişiydi. Beyaz Yüzü olmayan cevapladı: “Doğru bildin. O, alt ettiğin ve sonra binlerce parçaya ayırıp ardından sarayını yaktığın veliaht prensti.
YongAn prensi Lang Ying’in tek yeğeniydi. Bu yüzden muhtemelen o zaman insan yüzü hastalığının kalıntıları ona bulaşmıştı. Xie Lian sordu: “Hastalığından neden başka kimse etkilenmedi?”
Beyaz yüzü olmayan: “Çünkü YongAn sarayındakiler onun çoktan hasta olduğunu anlamıştı. Başkalarına bulaşmasına izin vermemek için, onu bir yorganla sessizce boğması için birini gönderildi, ancak o mücadele ederek karşı koydu ve kaçtı.”
YongAn Krallığı hem YongAn Kralı'nın hem de Veliaht prensin ağır hasta olduğunu ilan ederken, Krallık iç çatışmayla nasıl başa çıkılabileceğini bilemediler dolayısıyla Lang Ying'in soyundan başka birini prens olarak belirlediler. İşte O, Lang Qian Qiu’nin atasıydı.
Xie Lian “Onu kandırmayı nasıl başardın?” diye sordu.
“Onu kandırmadım.” Dedi Beyaz Yüzü olmayan. “Ona sadece gerçeği söyledim, onun böyle bir canavara dönüşmesinden sorumlu olan suçlunun kim olduğunu. Bana kendinden birazcık ödünç verdiği sürece, intikamını almasına yardımcı olacaktım."
“Birazcık mı?” Xie Lian inanamadı. “Onun hepsini besin olarak yuttun!”
Yüzü Olmayan beyaz baygınca: “Ne insan ne de hayalet olan o haliyle kimse ona samimiyetle davranmazdı zaten, onun için bu dünyada kalmak da başlı başına bir acıydı.”
Xie Lian aniden seslendi: “Ekselansları?”
“…”
O anda Xie Lian, yaratığın muhtemelen bu hitaba cevap vermek istediğini anlayabildi ama kendini tuttu.
Bunun üzerine Xie Lian tekrar sordu: "Siz, Siz WuYong'un Veliaht Prensisiniz, değil mi?”
Kelimeler dudaklarından dökülür dökülmez Fırın'ın içindeki boğucu sıcaklığın katılaştığını hissedebiliyordu.
Xie Lian içeriye düştüğü andan itibaren, bu soru hakkında düşünüyordu.
Ceset Yiyen Farelerin ağızlarından dökülen dili anlayabilmesinin sebebi Jun Wu, Guoshi ve Yüzü Olmayan Beyaz’ın aralarından birinin onların anılarının ve duygularının bir kısmını kendisine nakletmiş olması olmalıydı! Bu da üçü arasında en az birinin WuYong'dan olduğu anlamına geliyordu. Jun Wu, WuYong Krallığı'nın çöküşünden sonra doğmuştu, bu yüzden Guoshi ve Yüzü Olmayan beyaz en şüpheli olanlardı.
Hua Cheng neden Ocağın dışında kalmıştı? Bunun nedeni onun bir Yüce olması olamazdı, çünkü Hua Cheng, Xie Lian’a Yüce olan Hayalet Kralların bile Ocağa yeniden girebileceğini söylemişti, tıpkı bir cennet mensubunun yükselişten sonra başka bir cennet musibetinden geçebilmesi gibi. Yine de Hua Cheng yarı yolda ortadan kayboldu. Xie Lian'ın aklına gelen en basit açıklama Ocağın Yüzü olmayan Beyaz’ın emrine itaat etmesiydi.
O halde, Yüzü olmayan Beyaz’ın kimliği olsa olsa ne olabilirdi ki?
Bir an sonra karanlığın içinde ölüm sessizliği oldu ve Xie Lian kesin bir ifadeyle tekrarladı: "Siz WuYong'un Veliaht Prensisiniz."
Artık Yüzü olmayan beyaz sessizliğini bozmuştu.
Xie Lian'a doğru hamle yaptı, avuç içi darbeleri keskin ve güçlüydü. Bu kez kaçma sırası Xie Lian'deydi. Kaçmak için sıçradı ve kaçarken sordu: “Ekselansları, size bir sorum var. Nasıl oluyor da gerçek yüzünüzü kimseye göstermiyorsunuz?”
Yüzü olmayan beyaz karanlık bir şekilde cevapladı: “Ekselansları, bana bu unvanla hitap etmemeniz konusunda sizi uyarıyorum.”
"Siz bana 'Ekselansları' diyorsunuz, ben neden size aynı şekilde hitap edemiyorum?" Xie Lian azarladı, "Cevap vermeyeceksiniz, o yüzden kendim tahmin etmek zorunda kalacağım. Gerçek yüzünüzü kimsenin görmesini istememenizin sadece iki nedeni var. Ya tanıdığım birisiniz ya da tanımasam da gerçek yüzünüzü gördüğümde kim olduğunuzu kolayca anlayabilirim; veyahut gerçek görünümünüz son derece çirkin, o kadar çirkin ki kendinize bile tahammül edemiyorsunuz! Tıpkı..."
İki vınlama sesinin ardından kolu derin bir acıyla sızladı, onu zorla yakalayan Yüzü olmayan Beyazdı.
"Sevgili veliaht prensim, biraz fazla dostça davrandığım için mi artık benden korkmanıza gerek olmadığını düşündünüz?"
Yüzü olmayan beyazın sesi buz gibiydi, acı içinde olmasına rağmen Xie Lian hâlâ bilincini koruyordu. Yüzü olmayan Beyaz gerçekten öfkelenmiş görünüyordu ve siyah kılıcı eline alarak Xie Lian'a doğru itti, "Bu kılıca verdiğin isim Fang Xin mi?"
Tüyler ürpertici bıçağın kendi boğazına giderek yaklaşmasını gözlerini kırpmadan izleyen Xie Lian'ın ifadesi sertleşmeye devam etti, "Bunda bir sorun mu var?"
Yüzü olmayan beyaz hıhladı: "İsim vermeyi bile bilmiyorsun. İyi dinle, bu kılıcın orijinal adı 'Zhu Xin'[2]
Xie Lian aniden gözlerini açtı ve etrafına baktı, "KİM VAR ORADA?!"
Ancak Yüzü olmayan beyaz dönüp bakmaya bile tenezzül etmedi: "Benimle dövüşmek için bir çocuğun numarasını mı kullanmak istiyorsun?"
Xie Lian’in aklı karıştı, "Sen... fark etmedin mi?"
"Hiçbir şey yok, neyi fark edecekmişim?" dedi Beyaz Yüzsüz soğuk bir sesle.
O fark etmemişti ama Xie Lian kesinlikle bir şeyin varlığını hissetmişti.
Az önce Fang Xin yerdeki ateş ışığını yansıtmış ve o ateş ışığı üstlerindeki taş duvarın yanından geçip gitmişti. İşte o anda Xie Lian bir y��z gördü. Xie Lian gördüğü şeyde yanılmadığına yemin edebilirdi. Kesinlikle bir insan yüzü görmüştü, devasa bir insan yüzü!
Yüzü olmayan beyazın hisleri Xie Lian'ınkinden daha güçlü olabilirdi, o halde nasıl fark etmemişti ki?
Tabii... o şey Yüzü olmayan beyazdan daha korkunç bir şey değilse!
O yüze çok uzun bir süre bakamamış olsa da görüntüsü hafızasında kaldı; o yüz bir insandaki tüm şekillere sahipti ve... tanıdık geliyordu. Xie Lian sırtında hafif bir ürperti hissetti.
"Bu ocağın içinde başka bir şey daha var!"
Ancak Yüzü olmayan beyaz şöyle cevap verdi: "Fırının içinde sen ve benden başka sadece kayalar ve lavlar var.”
Xie Lian daha fazla şey söylemek üzereydi ki birden kendi kendine, "Bekle... Taşlar? Yüz? Tanıdık?" diye düşündü.
Işıklar yandı ve kafası dank etti, Xie Lian gördüğü şeyin ne olduğunu anladı. Demek buydu!
Olayı çakar çakmaz, Xie Lian'ın elleri anında arkasından hızla mühürler oluşturmaya başladı. Yüzü olmayan beyaz onun hareketlerini fark etti ve şöyle dedi, "Anlamsız, sen bile..."
ÇITIRT…
Beklenmedik bir şekilde, daha sözünü bitirmeden, arkalarından ve üstlerinden büyük bir çatlama sesi geldi. Kayalar ve toprak bir fırtına gibi aşağıya indi!
Yüzü olmayan beyaz bir şeyin kendisine doğru geldiğini hissetti ve saldırıyı savuşturmak için hızla oradan uzaklaştı. Cidden çok hızlıydı, kimse ondan daha hızlı olamazdı ve böylece mükemmel bir şekilde kaçabilirdi. Ancak, ne yazık ki, ona saldıran şey çok devasaydı.
Bu devasa, parmakları yumruk şeklinde olan bir eldi ve ağır bir şekilde Beyaz Suratsız'ın üzerine düştü!
Bu el taştan yapılmış dev bir eldi.
Gerçekten çok büyüktü; sadece tek bir yumruk bile bir koca bir malikâneye rakip olabilirdi. Ayrıca yerdeki ateş ışığı sadece bu kısmı aydınlatabiliyordu. Bileğin üzerindeki her şey hâlâ karanlığa gömülmüş haldeydi.
Kayaların çatırdama sesleri arasında elini ters çevirdi ve avucunu Xie Lian'a doğru açtı.
Devasa olmasına rağmen parmakları uzun ve ince, eklemleri zarif ve narindi, çiçekleri zarar vermeden tutabilir ve iyi bir şekilde kılıç kullanabilirdi. Xie Lian kılıcını yakaladı, yerden sürünerek kalkarken tökezledi ve avucun kalbine sıçradı. Tam o el onu yukarı kaldıracakken, Xie Lian birden bir şey unuttuğunu hatırladı ve aceleyle bağırdı, "BEKLE!" Tekrar yukarı sıçramadan önce bambu şapkasını almak için aşağı atladı. Sonra o dev el kalktı ve ateş ışığından gittikçe uzaklaştı. Xie Lian da gittikçe daha yükseğe çıktıklarını hissedebiliyordu ve elleri bir kez daha mühür oluşturdu, "KIRIL!"
Bu komutla birlikte, sanki onu tutan dev dizlerini bükmüş ve hazırlanıyormuş gibi hafif bir düşme hissi duydu. Bir sonraki saniye, tüm vücudunun aniden daldığını hissetti; o dev gökyüzüne doğru fırladı ve doğruca Fırın volkanının kapalı ağzına çarptı!
GÜMBÜR! GÜMBÜR! GÜMBÜR!
Xie Lian şiddetli sarsıntıların yanı sıra son derece belirgin bir çatlama sesi de duydu. Bu, böylesine şiddetli çarpışmalara dayanamayan ve parçalanmak üzere olan taş kayaların sesiydi!
Kısa bir süre sonra yukarıdan bir dizi beyaz ışık sızmaya başladı.
Artık dışarı çıkmıştı!
Fırının mühürlü üst kısmı kırıldı ve kasırgalar çığlıklar atarak ve uluyarak içeri girerken, muazzam kör edici beyaz bir ışık akmaya başladı.
Xie Lian o devin avucunun içinde durdu, bir eli başındaki bambu şapkaya bastırırken diğeri yüzüne doğru esen kar fırtınasını engelledi. Boğucu sıcak hava tamamen süpürüldü ve Xie Lian bağırmadan önce bir ağız dolusu dondurucu ve temiz havayı derin derin içine çekti, "SAN LANG--!!!"
İlk hecesi hala yankılanıyordu ki, bir anda bir çift el tarafından arkadan kucaklanarak çekildi. Xie Lian önce kaskatı kesildi ve aşağıya baktı, ancak bunun kırmızı kollar ve beline dolanan gümüş kolluklar olduğunu görünce rahatladı. Kulaklarının dibinden derin, kederli bir ses geldi, "...Deliriyordum!"
Bunu duyan Xie Lian telaşla arkasını döndü ve elleriyle yanaklarını kavrayarak, "Çıldırma, çıldırma, bak! ben çoktan çıktım!" diye yatıştırdı.
Bu Hua Cheng’di. Hua Cheng'in siyah saçları dağılmış, gözleri biraz kaybolmuştu. Xie Lian'ın ne kadar uğraşırsa uğraşsın çıkaramadığı o ağlamaklı gülümseyen maske Hua Cheng tarafından kolayca çıkarılıp atıldı.
Xie Lian içinden gelen bir hisle Hua Cheng’in yanaklarını ellerinin arasına aldı. Neden elleriyle Hua Cheng'in yanaklarını okşamak zorunda kaldığını bilmiyordu ama bunu bilinçaltında yapıyordu, muhtemelen onu rahatlatmak içindi ama aynı zamanda Xie Lian, Hua Cheng'in yüzünün kar fırtınası yüzünden donmasından korkuyordu. Sonuçta, Xie Lian Ocağın içinde ne kadar kaldıysa, Hua Cheng de yanardağın ağzını koruduğu sürece kalmış olmalıydı.
Birlikte mükemmel bir şekilde içeri girdiler. ama biri aniden dışarı atıldı ve içeride neler olup bittiğini bilmiyordu, tabii ki çıldıracaktı!
Hua Cheng Xie Lian'a sımsıkı sarıldı ve umutsuzca şöyle dedi, "...Ne yaparsam yapayım ocağa giremedim ve sen kendi başına ocaktan çıkmak zorunda kaldın! Ben gerçekten çok..."
Xie Lian hemen, "San Lang, sorun yok, gerçekten sorun yok! Ayrıca, ben kendi başıma çıkmadım ki!" dedi.
Hua Cheng sonunda biraz sakinleşti ve "Ne? Gege, nasıl çıktın?" diye sordu.
"Orayı kırıp çıkmama sen yardım ettin." Xie Lian, "Bak," diye yanıtladı.
Yukarı doğru işaret etti ve Hua Cheng onun işaret ettiği yere doğru baktı.
Karın ve rüzgârın ortasında, dağların taşlarından oyulmuş dev bir insan heykeli, yüzünde uçuşan kırağılarla, sanki gökleri tutuyormuş ve yeryüzüne iniyormuş gibi belli belirsiz duruyordu. Ve o anda, ikisi de o dev heykelin avucunun tam ortasında duruyordu.
Heykelin yüzünün hatları nazik ve güzeldi, uzun kaşlı ve zarif gözler hemen dikkatleri çekiyordu. Dudakları zarifti ve köşeleri hafifçe yukarı doğru kıvrılmıştı, sanki gülümsüyordu ama gülümsemiyordu, sevecen ama anlamsız değildi, ifadesiz ama kaba değildi; merhamet ve güzellik dolu bir yüzdü.
O Xie Lian’in yüzüydü.
Xie Lian başını kaldırarak heykelin yüzüne baktı ve yumuşak bir sesle, "Bana bahsettiğin heykel bu mu? Gurur duyduğun en iyi ilahi heykel?" dedi.
“…”
Hua Cheng de ona baktı ve uzun bir süre sonra gözleri tekrar yanındaki Xie Lian'a kaydı, "En."
Bu devasa taş ilahi heykel, Hua Cheng ocağın içinde sıkışıp kaldığı, ağır darbeler aldığı ve yoğun acılar çektiği sırada yontulmuş olmalı.
Yüzyıllar boyunca her zaman TongLu'nun en derin karanlığının içinde saklanmıştı ve hatta bir kısmı hala sarmaşıklarla kaplıydı. Ocak onun doğal ve tehlikeli mağarasıydı ve bu en görkemli mağaranın tek tanrısıydı.
O ve ocak aynı malzemeden yapılmış tek bir gövdeden oluşuyordu. Aksi takdirde, sıradan kayalardan oyulmuş ilahi bir heykel olsaydı, Fırından hiç çıkamazdı ve sadece parçalara ayrılırdı ve eğer Xie Lian'ın kendisi olmasaydı veya aşağı atlamadan önce Hua Cheng Xie Lian'a yeterince ruhani güç vermemiş olsaydı, Xie Lian bu ilahi heykeli çağıramaz ve hareket ettiremezdi.
Xie Lian, Hua Cheng'e döndü, "Yani, San Lang, ben tek çıkmadım. Bunu beraber atlattık."
[1] imparator hocası
[2] [‌芳‌心‌]‌ ‌Fang‌ ‌Xin‌ “genç bir kadının duyguları”;‌ ‌[‌誅‌心‌]‌ ‌Zhu‌ ‌Xin‌ ‌‌“infaza niyetlenmek”‌, ‌“infaz edilmiş kalp” demek
34 notes · View notes
kotukarma · 1 year ago
Text
Tumblr media
Bir insan daha hayatının en guzel yaşında çaresi bulunmayan bir hastalıkla mücadele veriyor !
Ve mücedale verdiği hastalığının geçmeyeceğini bile bile !
Ölümü beklemek öleceğini bilmek ne acıdır düşüncesi bile içimi sızlatıyor ..
Hayat nefes almak mı nefes vermek mi .? birden aklıma
İsmail abimin sözleri geliyor yaşamak nefes almak değil nefes vermek demişti ..
Umudunu yitirmiş iyi olmayacağını bilen bir insan nasıl bir piskoloji ile hayata tutunuyor içinde ne fırtınalar kopuyor hayalleri düşleri ne ?
Hayatta yasarken umudun kırılması geleceğe dair hayallerini kuramamak ne demek ? Yaşarken diri ölmek değilde ne ?
Zerreye nispettir hayat, derya içinde kaybolan balık misali, gözler kendi karanlığında kendini arar, yaşam insana ağlamaklı bakar, gönüller umutsuz yatar.
Bir dervişin figanı düşerse geceye, ruhlar kabzasından çıkar gündüzü hançerlermiş.. #öcüadam @kotu.karma
59 notes · View notes
endergelisenataklar · 4 months ago
Note
20 yıllık hayatımda görmezden geldiğim tek bir gerçek vardı şimdi o gerçek tokat gibi yüzüme vurdu annem beni hiç sevmemiş insan kendi öz kızını hiç sevmez mi? Şimdi anne ve babam bana boşanacak ne yapmam gerekiyor nasıl yaşamak gerek bilmiyorum
bu alıntıyı daha önce de paylaşmıştım, umberto eco'dan. iyi gelecektir, şizofren bir babanın, ona maruz kalan bir annenin en küçük çocuğuna iyi gelmişti zamanında çünkü. kadın frengi hastası, sekiz çocuğu var. çocukların üçü sağır, ikisi kör, biri zeka engelli. kadın hamile ve doğan çocuk; beethoven. sarhoş baba, hasta anne, yatılı okullarda geçen yalnız bir çocukluk, bitmeyen depresyon ve sara hastalığıyla mücadele eden bir dahi; dostoyevski. altı çocuktan ilki o, iki erkek kardeşi bebekken ölüyor, üç kızkardeşi nâzi zulmünde ölüyor. baba baskıcı, geçimsiz. o ise hep yalnız, onun adı; kafka. on bir yaşında babasını kaybediyor, dedesi sert kişilik. onu evden gönderiyor. yoksul aile, 11 yaşında tersanelerde çıraklığa başlıyor; gorki. babasından sürekli kemerle dayak yiyen bir çocuk. çoğu geceler sokakta yatıyor. cildi hasta, karaciğerinden muzdarip; bukowski. on üç yaşında annesi ölüyor, okula gidemiyor, hayatı boyunca ruhsal hastalığının tekrarlayan ataklarından muzdarip. bir kitap kurdu; virginia woolf. babası borçları yüzünden hapishaneye düşünce çalışarak borçları ödemek, ailesine bakmak zorunda kalan, okula gidemeyen küçük bir çocuk kendini yetiştiriyor; charles dickens. her ikisi de profesyonel oyuncu olan, üç çocuklu bir anne-babanın ikinci çocuğu olarak boston'da dünyaya geldi. doğduktan bir yıl sonra babası evi terk etti. ertesi yıl annesi veremden öldü ve ortanca adını aldığı iskoç tütün tüccarı john allan'ın himayesi altında büyüdü. amerikan gotik edebiyatın öncüsü oldu; edgar allan poe.
"mutlu insanın hikâyesi olmaz."
18 notes · View notes
ah-val · 8 months ago
Text
Tumblr media
"Bazen ibadet etmek hiç içimden gelmiyor. Namazı bile zorla kılıyorum."
Ya da,
"Ben eskiden namazlarıma, ibadetlerime çok düşkündüm. Nasıl bu hale geldim bilmiyorum."
DİYEN GÜZEL KARDEŞİM
▪️Öncelikle şunu bilmeni isterim ki;
Kesinlikle bunu yaşayan tek kişi sen değilsin..
Dinini en iyi şekilde yaşamaya çalışan insanlar bile zaman zaman bu durumla karşı karşıya kalabilir. Çünkü hepimiz insanız ve
Efendimiz (sa) buyuruyor ki;
"Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tövbe eden kullar yaratırdı."
(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11).
▪️Bu hadisten de anlaşıldığı üzere insan, günah ve sevap işleme özelliğinde yaratılmış bir varlıktır. Önemli olan hatamızın farkında olup düzeltmek için gayret sarfetmek.
Her şey zıddıyla kaimdir. Allah, insanı inişli çıkışlı bir halde yaratmıştır. Bazen yüksekten uçarsın, bazen alçaktan. Alçaktan uçtuğun zaman zirvenin kıymetini anlarsın. Ama önemli olan yere çakılmamaktır. !!
➔ Hasta birisi yediği içtiği şeylerden tam olarak tat ve zevk alamaz. Ancak yemeye ve içmeye devam eder çünkü vücudunun buna ihtiyacı vardır.
➔ Belki sende hastasındır ve bu yüzden ibadetlerinden zevk alamıyorsundur.
Hastalığının sebebi olarak gün içinde meşgul olduğun şeyleri bi gözden geçir.
⁉ Çok fazla dizi, film izliyor olabilir misin?
⁉ Ya da gün içinde sosyal medyada uygun olmayan görüntülere çokça maruz kalıyor olabilir misin?
⁉ Veya en çok kimlerle birliktesin ve o kişiler sana ne kadar Allahtan bahsediyor?
Tüm bunlar senin hastalık sebebin olabilir.
✔ İbadetlerinden zevk almak için ilk önce hastalıklarından kurtul..
Denildiği gibi "İnsanlar en çok kimi görür, neyi izler ne ile muhatap olurlarsa onu normalleştirmeye başlarlar."
NORMALİNİN FARKINA VAR!!!
Vesselâm...
8 notes · View notes
sidaramed00 · 8 months ago
Text
Henüz 29 yaşındayken bipolar bozukluk hastalığının getirisi olan depresyon nedeniyle intihar ederek yaşamına son veren Nilgün Marmara; "Bak bu yara annemden, işte bu babamdan, burada ki ilkokul öğretmenimden, haaa şu en derin olan mı? onu ben açtım bilmeden. En çok da o acıtıyor canımı, en çok o kanıyor" diye yazmıştı şiirinde. Eşi, Nilgün Marmara için; "Şiir yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler karalardı" demişti.
"İnsan sevilmekten çok anlaşılmak istiyordu."
7 notes · View notes
delitay · 1 year ago
Text
Tumblr media
Hz Eyüp’ün Sabrı
Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu.
İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:
"–Nedir bu başına gelenler” diyor ah vah ediyorlardı.
Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:
"-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi” diyordu.
Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş… Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı.
Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.
Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.
Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı.
Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.
Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.
Hastalığının şiddetlendiği bir anda:
"Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”
Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:
"–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.
Rabbim;
dertlerle, sıkıntılarla, hastalıklarla mücadele eden herkesi Eyüp aleyhisselamın imanı, sabrı ve metanetiyle donat.🤲
25 notes · View notes
introduceofficial · 2 years ago
Text
ALS
ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) Amyotrofik lateral skleroz (ALS), diğer adıyla Lou Gehrig hastalığı, sinir hücrelerinin ölmesi ile ilgili kronik bir hastalıktır. ALS kasların ve sinirlerin çalışmasını yavaşlatır ve ilerleyen teşhislerde kas gücünün tamamen kaybedilmesine neden olur. Bu hastalık kasların kontrolsüz hareketlerine,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
mnsrykt · 1 year ago
Text
"Yararlı-zararlı, aşırı-düşük ayrımı yapılmadan çocuğu her isteğinin olumlu karşılık bulması sonradan görme hastalığının önemli bir sebebidir. Buna 'çocuk merkezli aile' deniyor şimdilerde. Aslında baştan savma ailedir, çocuk merkezli ziyade. Bunlar çocuğa verilmiş rüşvetlerdir. Ebeveyn, isteklerinin karşılanmaması ihtimalinde çocuğun yapacağını bildiğinden böyle hareket etmekte, o da eve geç gelmesine ya da annenin telefonla iki saat boyunca konuştuğuna karışmayıp herkes hâlinden memnun gitmektedir. Bu bir Batı klasiğiydi ama maalesef bizim hayatlarımıza da uyarlandı."
21 notes · View notes
terapistcagatay · 2 months ago
Note
Yazıp yazmamak arasında kaldım ama neyse yazayım dedim. 7-8 yaşlarındayken bir ameliyat geçirmiştim ve o ameliyattan sonra çok kötü bir süreç yaşadım bu süreçle beraber maladaptive daydreaming rahatsızlığına yakalandım. Her zaman her yerde bağımsız kalırdım bu uyumsuz hayal kurma durumu yüzünden ama iki gün önce geceleyin tekrar aynı şeyi yaşarken aşırı duygu dolu bir gece geçirdim. Çünkü o gece senaryodaki kahramanım intihar edecekti. Çok ağladım berbat bir durumdaydım. Ertesi gün sabah uyandığımda farkında değildim ama geceleyin bu rahatsızlığı yaşamadığımı fark ettim. Çok farklı ve değişik hissettim. 16-17 yıldır yaşadığım bir durumdu çünkü. Öyle yazmak istedim ve iyi günler dilerimmm🤗🩵
Çok sevindim iyi olmana, hastalığının tekrardan nüksetmediğine. Umarım hayatın boyunca hep bu şekilde pozitif bi yaşam sürersin. ❤️☺️
5 notes · View notes
serazad · 2 months ago
Text
Tumblr media
Freud üzerine okuyorum bu aralar bir de Altay Cem Meriç'in Freud'la ilgili ders serisini izliyorum. Bu noktada Freud'un da kadınların sömürü ve ezilme tarihine nasıl bir katkı yaptığını da daha net görmüş oldum. O dönem histeri hastalığının yalnızca kadınlara has olduğu zannediliyor ve yeni yeni psikiyatrik çalışmalar yapılmaya başlanıyor. Bu çalışmaları yapanlardan birisi de Freud. Histeri vakalarının altından büyük oranda çocukluk cinsel ve fiziksel istismarı çıkıyor. Fakat karşılaştığı gerçeklik karşısında kuramında olduğu gibi yine ortaya sahte bir bilim atıyor. Nasıl yapıyor görelim:
"Histeri kadınlar arasında öyle yaygındı ki, şayet hastalarının hikâyeleri gerçekse ve teorisi doğruysa "çocuğa karşı sapık eylemler" dediği şeyin, yalnızca ilk histeri çalışmasını yaptığı Paris proletaryası arasında değil, çalıştğı Viyana'nın saygın burjuva aileleri arasında da yaygın olduğu sonucunu çıkarmaya zorlanacaktı. Bu fikir kolay kabul edilemezdi, İnanırlılık sınırının ötesindeydi."
"Freud histerinin travmatik teorisinin yıkıntılarından psikanalizi yarattı. Gelecek yüzyılın hakim psikolojik teorisi, kadınların gerçekliğinin inkârı üzerine temellendi. Cinsellik, araştırmanın merkez odağı olarak kaldı. Fakat cinsel ilişkilerin fiilen vuku bulduğu sömürücü sosyal bağlam tamamen gözden kayboldu. Psikanaliz, deneyimin gerçekliğinden koparak, arzu ve fantezinin içsel iniş çıkışları üzerine bir çalışma haline geldi. XX. yüzyılın ilk on yılına kadar yalancı şikâyetlerin herhangi bir klinik belgesi ortaya konmuş olmasa da Freud, histerik hastalarının çocukluktaki cinsel istismar anlatımlarmı gerçek olmadığı sonucuna vardı: 'En sonunda bu baştan çıkarma sahnelerinin hiç olmadığını, bunların sadece hastalarımı uydurduğu fanteziler olduğunu kabul etmek zorunda kaldım.' "
Ve böylelikle inkarı seçerek kadın sömürüsünün bir dönem daha serbestçe vuku bulmasına katkı sağlıyor.
3 notes · View notes
endergelisenataklar · 1 year ago
Note
insanlar çok şanslı Fatih çok şanslılar. Kiminin annesi onu dinliyor kiminin ailesi eğitimiyle ilgileniyor onlar için çabalıyor, her ne kadar istemedikleri olmasa da yapabilirler. :) böyle bir hayat yaşamak isterdim.
kadın frengi hastası, sekiz çocuğu var. çocukların üçü sağır, ikisi kör, biri zeka engelli. kadın hamile ve doğan çocuk; beethoven. sarhoş baba, hasta anne, yatılı okullarda geçen yalnız bir çocukluk, bitmeyen depresyon ve sara hastalığıyla mücadele eden bir dahi; dostoyevski. altı çocuktan ilki o, iki erkek kardeşi bebekken ölüyor, üç kızkardeşi nâzi zulmünde ölüyor. baba baskıcı, geçimsiz. o ise hep yalnız, onun adı; kafka. on bir yaşında babasını kaybediyor, dedesi sert kişilik. onu evden gönderiyor. yoksul aile, 11 yaşında tersanelerde çıraklığa başlıyor; gorki. babasından sürekli kemerle dayak yiyen bir çocuk. çoğu geceler sokakta yatıyor. cildi hasta, karaciğerinden muzdarip; bukowski. on üç yaşında annesi ölüyor, okula gidemiyor, hayatı boyunca ruhsal hastalığının tekrarlayan ataklarından muzdarip. bir kitap kurdu; virginia woolf. babası borçları yüzünden hapishaneye düşünce çalışarak borçları ödemek, ailesine bakmak zorunda kalan, okula gidemeyen küçük bir çocuk kendini yetiştiriyor; charles dickens. her ikisi de profesyonel oyuncu olan, üç çocuklu bir anne-babanın ikinci çocuğu olarak boston'da dünyaya geldi. doğduktan bir yıl sonra babası evi terk etti. ertesi yıl annesi veremden öldü ve ortanca adını aldığı iskoç tütün tüccarı john allan'ın himayesi altında büyüdü. amerikan gotik edebiyatın öncüsü oldu; edgar allan poe.
"mutlu insanın hikâyesi olmaz."
13 notes · View notes
etaali · 5 months ago
Text
Tumblr media
İsrail, Gazzeli mülteciler arasında hepatit hastalığını yaymaya çalışıyor
Parstoday - Gazze Şeridi'ndeki hastane kaynakları, işgalcilerin bu bölgeye yakıt girişini engellediğine işaretle hepatit hastalığının yayılması konusunda uyarıda bulundu.
Gazze Hastanesi Hemşirelik Bölüm Başkanı Saleh El Homs, Siyonist işgalcilerin Gazze Şeridi'ne yakıt ithalatına ciddi kısıtlamalar getirdiğini ve bu bölgeye tıbbi malzeme girişini engellediğini açıkladı.
Parstoday'in haberine göre El Homs, hastanelerin ihtiyaç duyduğu yakıtın temini için uluslararası kuruluşların harekete geçmesi gerektiğini sözlerine ekledi.
Buna paralel olarak Bm İnsan Hakları Ofisi de Siyonist güçlerin Gazze Şeridi'nde savaş hukukunun temel ilkelerini ihlal ettiğini duyurdu.
Birleşmiş Milletler'e bağlı bu ofis, işgalcilerin siviller arasında silah ve patlayıcı kullandığını da duyurarak, asker-sivil ayrımını tanımayan Siyonist rejimin bu silah ve malzemelerle hepsini yok ettiğini duyurdu.
2 notes · View notes