#sinir hastalığının sebebi
Explore tagged Tumblr posts
Text
erkek kardeş niye var
#sadece eziyet#sinir hastalığının sebebi#geri zekalı yani#salak bir ergen#o kadar üstüme geliyor ki#anlatamam#bu nasıl benim kardeşim olmuş
5 notes
·
View notes
Text
Kelebek Hastalığı Nedir? Belirtileri ve Tedavisi Hakkında Bilgi
Kelebek hastalığı, tıbbi adıyla sistemik lupus eritematozus (SLE), bağışıklık sisteminin yanlışlıkla vücudun sağlıklı dokularına saldırdığı kronik bir otoimmün hastalıktır. Adını genellikle yüzde burun köprüsü ve yanakları kaplayan ve kelebek şeklinde görülen döküntülerden alır.
Hastalık vücudun farklı organ ve sistemlerini etkileyebilir; cilt, eklemler, böbrekler, kalp, akciğerler ve beyin gibi. Hastalığın nedeni tam olarak bilinmese de genetik yatkınlık, hormonal faktörler ve çevresel tetikleyicilerin birleşimi ile ortaya çıktığı düşünülür. Peki kelebek hastalığı belirtileri ve tedavi yöntemleri nelerdir? İşte kelebek hastalığı nedir, tedavisi ve hakkında bilmeniz gerekenler!
Kelebek Hastalığı Nedir?
Kelebek hastalığı çeşitli şiddetlerde semptomlara yol açabilir ve bu semptomlar hastadan hastaya farklılık gösterir. En sık görülen belirtiler arasında yüz döküntüleri, eklem ağrıları, yorgunluk, ateş, saç dökülmesi ve organ tutulumu yer alır. Lupus, alevlenme ve remisyon dönemleri ile seyreder, yani semptomlar bir süre şiddetlenip daha sonra hafifleyebilir.
Kelebek hastalığının kesin bir tedavisi olmamakla birlikte, semptomları yönetmek ve komplikasyonları önlemek için çeşitli tedavi seçenekleri mevcuttur. Tedavi genellikle anti-inflamatuar ilaçlar, kortikosteroidler ve immün sistemi baskılayan ilaçları içerir. Yaşam tarzı değişiklikleri de hastalığın yönetilmesinde önemli rol oynar.
Kelebek Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
Kelebek hastalığı (sistemik lupus eritematozus — SLE), vücudun bağışıklık sisteminin yanlışlıkla kendi dokularına saldırdığı otoimmün bir hastalıktır. Bu hastalık, çeşitli belirtilerle kendini gösterebilir ve bu belirtiler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. İşte kelebek hastalığı belirtileri:
Yüzde Kelebek Şeklinde Döküntü
Kelebek hastalığının en karakteristik belirtisi, yanaklar ve burun köprüsünde görülen kelebek şeklindeki kırmızı döküntüdür. Bu döküntü, genellikle güneşe maruz kalma ile daha belirgin hale gelir ve hassas ciltlerde kolayca oluşabilir.
Eklem Ağrıları ve Şişlik
Lupus, eklemleri etkileyebilir ve bu durum eklem ağrısı, şişlik ve sertlik gibi semptomlarla kendini gösterebilir. Ağrılar genellikle simetrik olarak (yani vücudun her iki tarafında) görülür ve sabahları daha yoğun hissedilebilir.
Aşırı Yorgunluk
Kelebek hastalığı olan bireyler sıklıkla aşırı yorgunluk hissi yaşarlar. Bu yorgunluk, günlük aktiviteleri zorlaştırabilir ve hastanın genel yaşam kalitesini düşürebilir.
Sebebi Belirlenemeyen Ateş
Nedensiz olarak ortaya çıkan ve genellikle düşük dereceli olan ateş, lupus hastalığının erken belirtilerinden biri olabilir. Bu ateş, alevlenmelerle birlikte görülebilir.
Saç Dökülmesi
Kelebek hastalığı, saç dökülmesine neden olabilir. Saçlar genellikle ince bir şekilde dökülür ve bazı durumlarda kalıcı saç kaybı yaşanabilir. Dökülme, kaş ve kirpiklerde de görülebilir.
Ciltte Hassasiyet
Lupus, ciltte aşırı hassasiyet yaratabilir. Güneş ışığına karşı duyarlılık, ciltte döküntülerin artmasına ve hastalığın alevlenmesine neden olabilir.
Ağız ve Burun İçinde Yaralar
Kelebek hastalığı, ağız ve burun mukozasında ağrısız yaralar (ülserler) geliştirebilir. Bu yaralar genellikle geçici olup birkaç gün ile birkaç hafta arasında sürebilir.
Göğüs Ağrısı ve Nefes Darlığı
Lupus, akciğerler ve kalp üzerinde de etkili olabilir. Bu durum, nefes alırken ağrı, göğüs ağrısı ve nefes darlığına neden olabilir. Akciğerlerde sıvı birikimi (plevral efüzyon) veya kalp zarı iltihabı (perikardit) gibi komplikasyonlar görülebilir.
Böbrek Problemleri
İleri vakalarda, lupus böbrekleri etkileyerek böbrek iltihabına (lupus nefriti) yol açabilir. Bu durum, idrarda protein veya kan bulunmasına ve yüksek tansiyona neden olabilir.
Sinir Sistemi Sorunları
Kelebek hastalığı, merkezi sinir sistemini etkileyebilir ve baş ağrısı, baş dönmesi, nöbetler, unutkanlık ve konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilere yol açabilir.
Kelebek Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?
Kelebek hastalığı (sistemik lupus eritematozus — SLE), otoimmün bir hastalık olduğundan, tedavisi hastalığın belirtilerini yönetmeye ve komplikasyonları önlemeye odaklanır. Kesin bir tedavi olmamakla birlikte, çeşitli yöntemler ve ilaçlar kullanılarak hastalık kontrol altında tutulabilir. İşte kelebek hastalığı tedavi yöntemleri:
İlaç Tedavisi
Kelebek hastalığının tedavisinde genellikle şu ilaçlar kullanılır:
Nonsteroid Antienflamatuar İlaçlar (NSAİİ): Eklem ağrılarını ve iltihabı azaltmak için kullanılır. Hafif semptomları olan hastalarda ilk seçeneklerden biridir.
Antimalaryal İlaçlar: Özellikle hidroksiklorokin, lupus hastalarında cilt ve eklem semptomlarını hafifletmekte etkilidir. Bu ilaç, hastalığın alevlenme dönemlerini kontrol altına almakta önemli bir rol oynar.
Kortikosteroidler: İltihaplanmayı hızlı bir şekilde kontrol altına almak için kullanılır. Ancak uzun süreli kullanımı, yan etkiler doğurabilir; bu nedenle doktor kontrolünde ve gerekli durumlarda kullanılmalıdır.
İmmünsüpresif İlaçlar: Bağışıklık sisteminin aşırı tepkisini baskılayarak organ hasarını önlemek için kullanılır. Siklofosfamid, azatiyoprin ve mikofenolat mofetil gibi ilaçlar bu gruba dahildir.
Biyolojik İlaçlar: Yeni nesil biyolojik ajanlar, belirli proteinlerin aktivitesini azaltarak lupus semptomlarını kontrol altına alır. Belimumab bu gruba örnek olarak verilebilir.
Yaşam Tarzı Değişiklikleri
Tedavi planının bir parçası olarak yaşam tarzı değişiklikleri önerilir:
Güneşten Korunma: Güneşe maruz kalmak, lupus belirtilerini tetikleyebilir. Bu nedenle, dışarı çıkarken güneş koruyucu kullanmak ve koruyucu giysiler giymek önemlidir.
Dengeli Beslenme ve Egzersiz: Anti-inflamatuar bir diyet ve düzenli egzersiz, genel sağlığı koruyarak lupus semptomlarını hafifletebilir.
Stres Yönetimi: Stres, lupus alevlenmelerini artırabileceğinden, yoga, meditasyon ve diğer gevşeme teknikleri gibi stres yönetim yöntemleri faydalı olabilir.
Fizik Tedavi ve Destekleyici Tedaviler
Fizik tedavi, kas ve eklem ağrılarının yönetilmesine yardımcı olabilir. Ayrıca, destek gruplarına katılmak ve psikolojik danışmanlık almak, lupus hastalarının duygusal ve zihinsel sağlığını korumalarına yardımcı olur.
Düzenli Tıbbi Takip
Lupus, vücudun birçok organını etkileyebilen bir hastalık olduğu için, düzenli doktor kontrolü ve multidisipliner takip önemlidir. Belirtiler değişkenlik gösterebileceğinden, tedavi planının düzenli aralıklarla güncellenmesi gerekir.
Acil Durum Yönetimi
Hastaların belirtilerinin alevlendiği durumlarda acil tıbbi yardım alması gerekebilir. Bu durumlarda, hastaların acil müdahaleye ihtiyaç duyması mümkün olabilir.
Özel Pendik Şifa Tıp Merkezi’nin Kelebek Hastalığı Tedavisinde Sunduğu Hizmetler
Özel Pendik Şifa Tıp Merkezi, kelebek hastalığı teşhis ve tedavisinde deneyimli uzman kadrosu ve modern tıbbi yaklaşımlarıyla hastalarına destek sağlar. Kapsamlı değerlendirme ve kişiye özel tedavi planları ile hastalığın kontrol altında tutulmasını ve hastaların yaşam kalitesinin artırılmasını hedefler. Merkezimizde, bağışıklık sistemi hastalıklarına yönelik tanı ve tedavi hizmetleri sunulmakta, hastalarımızın hem fiziksel hem de psikolojik olarak iyi hissetmeleri sağlanmaktadır.
Kelebek hastalığı ile mücadele ediyorsanız veya belirtilerini yaşıyorsanız, kapsamlı bir değerlendirme ve tedavi için Özel Pendik Şifa Tıp Merkezi’ne başvurarak profesyonel destek alabilirsiniz.
0 notes
Text
Güvercin Sallabaş Hastalığı Kesin Çözüm
Sallabaş Hastalığı Kesin Çözüm
Güvercinim Sallabaş Oldu Napmalıyım
GENEL BİLGİLER: Bakteri kaynaklı bir hastalık olup ciddi kayıplara neden olabilir. Salmonella; cins, tür, ırk, yaş gözetmeksizin her tür güvercinde görülebilen ve son derece öldürücü olan bakteri kaynaklı bir hastalıktır. Hastalığın sebebi adından da anlaşılabileceği gibi Salmonella bakterisidir. Evcil güvercinlerde hastalık kendini çoğalma ve hareket kabiliyetlerinin kısıtlanması şeklinde gösterir. Kimi zaman çok basit hastalıklar bile Salmonella hastalığına çevirebilir. 2000’e yakın farklı tipi bulunan hastalığın bazı tipleri başka hayvanlarda ve insanlarda da hastalığa neden olabilmektedir.
Hastalık bağırsak içinde ürer ve dışkı yoluyla dışarı çıkar. Her dışkılama ile beraber milyonlarca bakteri açığa çıkmış olur. Bağırsak çeperini zayıflatan bakteriler bir süre sonra dışarı çıkarak kalp, ciğer gibi organlara yerleşir. Solunum yoluyla alınan bakteri ise direk solunum borusuna yerleşerek buradan yayılım gösterir. Bir süre sonra tüm vücuda dağılan hastalık genellikle de ölümle sonuçlanır.
Bazı güvercinler hasta oldukları halde bakteriye karşı aşırı direnç gösterir. Salmonella olmalarına rağmen hastalık belirtilir göstermezler.
BELİRTİLER: Hastalığının çok fazla belirtisi bulunmaktadır;
En önemli belirtisi koyu yeşil dışkıdır.
Hasta güvercinlerde çiftleşme isteği görülmez. Çok nadir olarak yumurtlama gerçekleşse bile yumurtalar boş çıkar.
Yavru güvercinler hastalığa yakalandıklarında gelişimleri hızlı bir şekilde durur ve sarı olan gagaları renk değiştirerek yeşile döner. İştahsızlık nedeni ile 8 ile 14 gün arasında ölürler.
Genç güvercinlerde hastalık kendini sersemleme şeklinde gösterir yine 8 ile 14 gün arasında ölüm gerçekleşir.
Hasta güvercin bitkin bir görünümdedir. Üşüyormuş gibi tüylerini kabartırlar
Hastalığa yakalanan güvercinler uçma yetilerini kaybederler.
Çok fazla su tüketimi görülür
Hasta kuşta bir süre sonra ishal görülür. Dışkıları yeşil renkli ve balgamımsı bir görünümdedir ve çok kötü kokuludur. Ancak her yeşil dışkı Salmonella belirtisi değildir.
Hastalığın eklem yerlerini tutan türleri ölüme sebebiyet vermeyebilir. Bu tür genellikle dişi ve yaşlı güvercinlerde gözlenir. Eklemlere yerleşen Salmonella hastalığı dışarıdan gözlemlenemeyebilir. Tek tük belirtileri şu şekilde gözlemlenebilir.
Kanatları aşağı doğru tutmaları ve rahat hareket ettirememeleri önemli belirtilerden biridir.
Bakteri parmak eklemlerini tutmuşsa, eklemlerde bezelye büyüklüğünde şişlikler olabilir.
Ayaklarına basamazlar ve kanatlarıyla sürünme şeklinde yürümeye çalışırlar.
Bakterinin beyine yerleşmesi, sinir sistemini etkiler. Güvercin başını tutamaz ve sürekli öne arkaya hareket ettirir. Halk dilinde buna sallabaş hastalığı da denir.
0 notes
Text
BAZEN YALINAYAK YÜRÜ!
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bize bazen yalınayak yürümemizi emretti (Ebu Davud, Sünen; 4160)
--------------
Sağlıklı yaşamak istiyorsanız, çıplak ayakla toprağa basın! Topraklama bilinen ''en kuvvetli antioksidandır.'' 9 tane en etkili faydası şunlardır:
1.Kırmızı kan hücrelerinin zeta potansiyelini azaltır.
Toprağa yalın ayak basılması halinde zeta potansiyeli nötr hale gelir. Özellikle doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda zeta potansiyeli çoğalır. Bu potansiyelin çoğalması demek ilerleyen zamanda kalp krizi riskinizin artması demektir. Toprağa yalın ayak basmak yani kanın iç akışını anlamlı derecede azaltır, kan incelir.
2.Adet öncesi sendromunu önler.
Toprak üzerinde yalın ayak yürümek, kortizol yani ''stres hormonu'' nu azaltmaya yardımcı olur. Bundan dolayı adet öncesi ağrılarınızın daha hafif geçmesine yardımcı olur.
3.Kırmızı kan hücrelerinin akış hızı ortalama olarak %280 artar.
Bu sayede dokulara daha fazla oksijen taşınabilir. Bu sayede kalp krizi, felç, alzheimer, kanser gibi pek çok hastalığın temelinde yatan enflamasyonun daha da azalmasına katkıda bulunur.
4.Kas ağrılarını ve tutulmasını rahatlatır.
Özellikle strese bağlı gerginlik yaşayan bireyler toprakta yürüyerek rahatlayabilir. Kan akımının hızlanmasına yardımcı olacağı için yoğun antreman sonrası yaşanan kas ağrılarını giderme konusunda size yardımcı olabilir.
5.Diyabet hastalığına engel olur.
Yapılan araştırmalara göre, hayvanlarda yapılan deneyler sonucunda topraklanmamış farelerin kan şekerlerinin; aynı beslenme programı uygulanan topraklama yapılan farelere oranla daha yüksek olduğunu gösteriyor. Ayrıca çocuklarda görülen iki tip diyabet hastalığının en önemli nedeninin topraklama eksikliğinden olduğu ortaya çıkmıştır.
6.Enflamasyonu etkili bir şekilde baskılar.
Kanserden damar sertliğine romatizmadan astıma kadar pek çok hastalığın sebebi "enflamasyondur." Bu hastalıkların önlenmesi ve tedavisinde de esas olan antioksidanlardır. Çıplak ayaklarla toprağa basma ile vücudumuza negatif iyonların girer. Bu sayede hem kanın incelmesi hem elektron transferi ile enflamasyon baskılanır.
7.Uyku problemlerinizi giderir.
Stresinizi ve negatif enerjinizi aldığı için rahat bir uyku çekmenize yardımcı olur. Hem uyku kaliteniz artar hem de derin uyku sürenizi arttırır.
8.Psikolojiye iyi gelir.
Gaetan Chevalier tarafından yapılan bir araştırmaya göre gün içerisinde en az bir saat boyunca toprak üzerinde çıplak ayakla vakit geçirenler, geçirmeyenlere göre kendilerini ruhsal açıdan daha rahatlamış hissettiklerini rapor ettiler.
9.Kronik stresle başa çıkmanıza yardımcı olur.
Strese bağlı gerginlikler yaşıyorsanız toprakta yalın ayak yürümek tam size göre demektir. Elektrondan zengin toprağa temas etmekle sempatik ve parasempatik sinir sistemlerinin dengesi de düzelir. Stresle daha kolay başa çıkabilirsiniz.
38 notes
·
View notes
Text
“Bebeğinizin zeka gelişimi gebelikteki tiroide bağlı”
30 Mart 2020, Pazartesi 13:33
İstanbul
Gebelerde tiroid hormonlarının yetersizliğinin, bebeğin özellikle zeka ve sinir sistemi gelişiminde geri dönüşü mümkün olmayan hasarlara yol açabileceğine dikkat çeken Doç. Dr. Mahmut Muzaffer İlhan,”Hipotiroidinin diğer önemli etkileri arasında düşük riski, düşük doğum ağırlığı, erken doğum, gebelik zehirlenmesi ve kansızlık sayılabilir” dedi.
Çamlıca Medipol Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümünden Doç. Dr. Mahmut Muzaffer İlhan, gebelikte tiroid hormonlarının bebeğin gelişiminde büyük rol oynadığını belirterek anne adaylarını uyardı. Doç. Dr. İlhan, tiroidin boynumuzun orta alt kısmında yer alan kelebek şeklinde bir bez olduğuna değinerek “Tiroid bezi tiroid hormonları salgılayarak hücrelerin şeker yakması, yağ depolaması gibi enerji dengesini yani metabolizmasını ayarlar, hücrelerin büyüme, gelişme, çoğalmasını düzenler” ifadelerini kullandı.
İLK AYLAR OLDUKÇA ÖNEMLİ
Bebeklerin anne karnındayken tiroid hormonu ihtiyacını anneden temin ettiğine işaret eden Doç. Dr. İlhan, şöyle devam etti: “Gebeliğin 12’nci haftasına kadar bebek, annenin tiroid hormonlarına muhtaçtır. Bebeğin tiroid hormon üretiminin iyi seviyelere ulaşması 20’nci haftayı bulabilir. Tiroid hormonları anne karnındaki bebeğin düzgün bir şekilde büyümesi, organ gelişiminin tamamlanması, gebeliğin sağlıklı şekilde sürdürülmesi için mutlak ihtiyaçtır ve bu sebeplerden dolayı gebeliğin ilk dönemlerinde daha büyük önem taşır. Anne kanında tiroid hormon seviyelerinin uygunsuz olması ileride geri dönüşü mümkün olmayan gelişim kusurlarına yol açabilir. Gebede oluşabilecek tiroid hormon bozuklukları tiroidin az çalışması (hipotiroidi) ve tiroidin aşırı çalışması (hipertiroidi) şeklinde sınıflandırılabilir.”
HAŞİMATO HASTALIĞINA DİKKAT
Doç. Dr. İlhan, gebelikte hipotiroidinin yeni ortaya çıkabileceğini ifade ederek, şu bilgileri verdi: Ayrıca gebelik öncesi var olan hastalığın yetersiz tedavisiyle hipotiroidi kendini gösterebilir. Gebelikte tiroid yetmezliğinin en sık sebebi haşimato hastalığıdır. Gebede hipotiroidinin diğer önemli bir sebebi gebelik öncesi alınan tiroid ilacının dozunun düzgün olmamasıdır. Tiroid ilaç dozunun bozukluğu kendisini tiroid hormon yetersizliği ile gösterir. Tiroid hormonları büyüme ve gelişme açısından hayati öneme sahip olduğu için annede ileri yetersizliği, bebeğin özellikle zeka ve sinir sistemi gelişiminde geri dönüşü mümkün olmayan hasarlara yol açabilir. Hipotiroidinin diğer önemli etkileri arasında artmış düşük riski, düşük doğum ağırlığı, erken doğum, gebelik zehirlenmesi (preeklampsi), doğum sonrası aşırı kanama ve kansızlık sayılabilir. Bununla beraber bütün bu olumsuz etkiler tiroid hormon dozunun yeterli ve gebelik haftasına uygun bir şekilde ayarlanmasıyla önlenebilmektedir. Bunun için gebelikte tiroid bozuklukları olan bir hastanın endokrinoloji uzmanına başvurması ve tiroid hormonlarının yakın olarak izlenmesi önem taşımaktadır.
ORGAN GELİŞİMİNİ DE ETKİLİYOR
Zehirli guatr yani Graves hastalığının gebelikte tiroidin fazla çalışmasının en sık sebebini oluşturduğunu ifade eden Doç. Dr. İlhan, şu değerlendirmede bulundu: Kullanılan tiroid ilacının dozunun fazla yüksek olması da hipertiroidi belirtilerine sebep olup anne ve bebeğe olumsuz etkilerde bulunabilir. Gebeliğin özellikle ilk haftalarında tiroid seviyelerini etkileyebilecek diğer önemli bir faktör plasentadan salgılanan Beta-HCG hormonudur. Gebelik teşhisinde de kullanılan bu hormon bazı gebelerde TSH isimli tiroid hormonuna benzer aktivite göstererek tiroid bezinin bir miktar hızlanmasına sebep olabilir. Bazı gebelerde aşırı bulantı kusmayla ilişkili olabilse de gestasyonel hipertiroidi denilen bu durum sıklıkla zararsızdır ve gebeliğin ilerleyen haftalarında kendiliğinden düzelir. Tiroidin az çalışmasının olduğu gibi, fazla çalışmasının da gebelik ve bebek üzerinde birçok olumsuz etkileri vardır. Annenin erken doğuma girmesi, gebelik zehirlenmesi geçirmesi ve aşırı şiddetli tiroid hormon fazlalığı durumunda tiroid krizi geçirmesi hayati risklerin önde gelenleridir. Bebeğin düşük ağırlıklı doğması, özellikle doğum sonrası dönemde bebekte çarpıntı gibi zehirli guatr bulguları gelişebilmesi ve bebekte organ gelişim kusurları anne karnındaki bebekte gelişebilecek en önemli problemlerdir.
TAKVİYE İLAÇLARINI DİKKATLİ KULLANIN
Doç. Dr. İlhan, gebelikte tiroid riskleri için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı: Gebelikte tiroid hastalıklarının doğurabileceği ağır sonuçlar tiroid hormon seviyelerinin gebelik haftasına göre hedeflenen aralıkta tutulmasıyla kolayca önlenebilir niteliktedir. Gebelik öncesi tiroid hormonunu dışarıdan alan bazı hastalarda gebelikte tiroid ilaç dozunu yüzde 20-25 arttırmak gerekebilmektedir. Eğer hasta tiroid ilacı almıyorsa gebeliğe uygun tiroid hormon düzeyinin yakalanması için tiroidin çalışma durumuna göre uygun ilaç tedavileri başlanabilir. Bu ilaç tedavilerinin dozunun uygun olup olmadığı özellikle 20’nci haftaya kadar daha sık olmak üzere periyodik takiplerle izlenir. Gebede yeterli tiroid hormon üretimi ve bebeğin tiroid gelişimi için en önemli konulardan biri gebenin yeterli iyot takviyesi almasıdır. Gebelikte çeşitli amaçlarla demir ve kalsiyum takviyeleri çok sık kullanılmaktadır. Burada bilinmesi gereken nokta demir ve kalsiyum gibi takviyelerin tiroid hormon ilaçlarının bağırsaktan emilimini bozabildiğidir. Bu sebeple tiroid hormonu alan gebeler tiroid ilacından en az 4 saat sonra demir veya kalsiyum ilaçlarını almalıdır”
Kaynak: DHA
Bu Yazı “Bebeğinizin zeka gelişimi gebelikteki tiroide bağlı” adresinde ilk olarak yayınlanmıştır. BakNeDio.Com.
source https://baknedio.com/bebeginizin-zeka-gelisimi-gebelikteki-tiroide-bagli/
0 notes
Text
Viral Enfeksiyon Nedir?
Viral enfeksiyon virüslerin neden olduğu hastalıkların bütününe verilen isimdir. Kişilerde eğer viral enfeksiyon varsa aşağıdaki hastalıklar görülebilir: HPV,Kuduz, HIV, Çocuk felci, Solunum yolu enfeksiyonları, Hepatit, Uçuk, Siğil, Suçiçeği, Kızamıkçık, Kızamık, Soğuk algınlığı. Özellikle ani hava değişimlerinden sonra viral enfeksiyon vakalarında artış meydana gelir. Viral enfeksiyonların belirtileri grip ve nezleninkine benzer. Bu nedenle hastalar çoğu zaman viral enfeksiyonu ihmal eder. İhmal sonucu, viral enfeksiyona bağlı olarak ortaya ciddi hastalıklar çıkabilir.
Viral Enfeksiyon Nasıl Bulaşır?
Viral enfeksiyon bulaşması kişiler arasında olur. Enfeksiyonun bulaşması için en tehlikeli alanların kalabalık yerler olmasının sebebi budur. Çocuk ve yaşlılar ile hamileler en büyük risk altında olan kişilerdir. Alışveriş merkezleri, tuvaletler (halka açık), çocuk parkları, okullar virüsün yayıldığı başlıca alanlar arasında yer alır.
Viral Enfeksiyon Belirtileri Nelerdir?
Viral enfeksiyon belirtileri başında bağırsaklara yerleşen virüs nedeni ile bağırsaklardaki bozulmalar yer alır. Vücut sıvı kaybı artacağı için bol miktarda su içmek gerekir. Bağışıklık virüslere doğru hareketleneceği için sinir hücrelerinde ısınma meydana gelir. Bu durum vücut sıcaklığının aniden artmasına neden olur. Bir kişi viral enfeksiyon kaptığı zaman özellikle boğazı hassaslaşır. Hatta ileri vakalarda yutkunma ve nefes almada problemler olabilir. Viral enfeksiyonla beraber şiddetli öksürüğün meydana gelmesinin sebebi budur. Kişiler enfeksiyonu kapar kapmaz kendilerini yorgun ve halsiz hissedebilirler. Kaslarda yavaşlama dikkat çeker. Hastalık ile beraber ortaya çıkan belirtiler şu şekilde sıralanabilir: Yorgunluk, Boğaz ağrısı, Karın ağrısı, İshal, Öksürük, Baş ağrısı, Ateş.
Viral Enfeksiyon Tedavisi Nasıl Yapılır?
Viral enfeksiyon tedavisi için kişinin vakit kayıp etmeden bir an önce ilaç tedavisine başlaması gerekir. Hekim aşı yapılmasını ve bol miktarda C vitamini tüketilmesini önermektedir. Hastalar en az 3 gün boyunca dinlenmelidirler. Ayrıca ağır ve yağlı yemekler tüketilmemeli, bunun yerine hafif ve sağlıklı yemeklerle beslenilmelidir. Hastalar günde en az 3 litre su içmelidirler. Hastanın eşyalarına sağlıklı bireylerin doğrudan temas etmemesi gerekir. Eşyalar düzenli olarak dezenfekte edilmelidir. Eller sürekli bol su ve sabun ile yıkanmalıdır. Yeşil çay, rezene ve buna benzer bitki çayları bol miktarda tüketilebilir. Asitli ve alkollü içeceklerden kaçınmak gerekir. Sindirim sistemini mümkün olan en az şekilde yormak gerekir.
Viral Enfeksiyon için Ne Zaman Doktora Gitmek Gerekir?
Viral enfeksiyon tedavisi için doktora gitmek hastalığın ilerlemesinin önüne geçmek ve tedavi olmak adına son derece önemlidir. Herkes virüs enfeksiyonu geçirebilir ve her enfeksiyon geçirildiği zaman doktora gitmek gerekmeyebilir. Ancak bazı durumlar vardır ki, bu durumlarda mutlaka doktora gitmek gerekir. Eğer şikayetler 7 günden daha fazla sürüyorsa, vakit kayıp etmeden doktora gidin. Ateşin 5 gündür düşmemesi ve nefes darlığı gibi şikayetlerin varlığı da hemen doktora gidilmesi gerektiğine işaret eder. Aşağıdaki belirtileri görüyorsanız, hemen doktora müracaat edin: Hastalık semptomları hızla kötüleşiyorsa, Çenenizi göğüsünüze değdirmek istediğiniz zaman ağrı hissediyorsanız, Cildinizde kırmızı lekeler oluyorsa, Ciltte döküntüler varsa, Ateş 41 derece üzerindeyse. Vücutta virüsler karı geliştirilmiş bir savunma sistemi vardır. Bu sistem virüslere karşı fiziksel bir engel oluşturur. Bu sistem sayesinde de virüsler vücuda kolayca giremezler. Virüsle enfekte olmuş hücreler varsa, bu hücrelet protein üretirler. Üretilen bu proteinler aracılığı ile enfekte olmamış olan hücreler de durumdan etkilenir.
Viral Enfeksiyon Tedavisi için İlaç Kullanımı
Viral enfeksiyon tedavisi için ilaç kullanımı gerekli olabilir. Bu amaçla kullanılan ilaçlar anti viral ilaçlar olarak adlandırılmaktadır. Anti viral ilaçların çalışma prensibinde virüslerin kopyalanmasının engellenmesi vardır. HIV yani AIDS virüsü hastalığının önlenmesi için bu ilaçlar kullanılır. İnsan hücreleri için bazı ilaçlar vücutta toksik bir etki bırakabilir. Virüslerin bazıları kullanılan ilaçlara karşı dirençli olabilir. Aşılar da viral enfeksiyonlarda tedavi amacı ile kullanılan ilaçlar arasında yer alır. Bu aşılar bağışıklık tepkisini güçlendirmek amacıyla hizmet ederler. Hastalıktan korunmak için aşı şarttır. Eğer viral enfeksiyon geçirdiyseniz söz konusu ilaçları en çok ağız yolu ile alacaksınız. Nadir olarak ilaçlar damardan ya da kas içinden enjekte edilebilir. Bazı anti viral ilaçlar toz haline getirildikten sonra uygulanabilir. Hastalık tedavisinde ek antibiyotik kullanılabilir. Read the full article
0 notes
Text
İdrar kaçırma hastalığı nedir? Neden olur tedavi yöntemleri nelerdir?
https://haberoldu.com/saglik/idrar-kacirma-hastaligi-nedir-neden-olur-tedavi-yontemleri-nelerdir-44760.html
İdrar kaçırma hastalığı nedir? Neden olur tedavi yöntemleri nelerdir?
İdrar Kaçırma Hastalığı’na tanımsal bir şekilde açıklık getirilecek olursa; kişilerin anormal bir şekilde kendi kontrolünü sağlayamayıp mesane olarak adlandırılan idrar torbasından idrarını dışarı boşaltması durumu olarak ifade edilmektedir. Toplumumuzda yaygın surette meydana gelmesine rağmen, insanlar sağlık kuruluşuna başvurup bunu dile getirmek noktasında zorluk çekmelerinden ötürü çoğu durumda aldırış edilmeyen bir rahatsızlık olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat kişiler tarafından genellikle aldırış edilmeyen ve dikkate alınmayan İdrar Kaçırma Hastalığının teşhis ve tedavisi erken dönemde gerçekleştirilmediği takdirde hem önüne geçilmesi giderek güç bir hal almakta ve hem de hastaya gün geçtikçe daha büyük problemler yaşatmaktadır. Peki, erkeklere nazaran kadınlarda ağırlıklı olarak kendini gösterebilen İdrar Kaçırma Hastalığı nedir? Oluşumunda birçok önemli faktörün etkili olabileceği İdrar Kaçırma Hastalığı neden olur tedavi yöntemleri nelerdir?
İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI NEDİR?
İdrar Kaçırma Hastalığı nedir? İdrar kaçırma her türlü kontrol edilemeyen ve istenmeyen idrar tutamama durumudur. Eğer bu durum düzenli olarak tekrarlarsa tıbbi bir sorun olarak kabul edilir. Kadınlar, erkeklere göre idrar kaçırma sorunlarından daha fazla şikâyetçi olurlar. Birçok hasta doktorlarıyla idrar kaçırma durumunu konuşmaktan rahatsızlık duydukları için tedavisiz kalmaktadır. İdrar kaçırma sıklıkla meydana geliyor veya hayat kalitesini etkiliyorsa doktora görünmek ve tıbbi tedavi önerileri almak oldukça önemlidir.
İdrar kaçırma tıbbi literatürde “üriner inkontinans ( urinary incontinence)” olarak geçmektedir. Burada ürin (urine) “idrar”, üriner “idrarla ilgili”, inkontinans ise “yetmezlik” anlamına gelmektedir. Toplumda pek çok kişide istemsiz bir şekilde aksırma, öksürme, ıkınma gibi durumlarda karın içi basıncının artışına bağlı olarak mesaneden idrar kaçağı şeklinde idrar kaçırma şikayeti mevcuttur. Pek çok kişide ise idrar geldikten sonra “tuvalete yetiştirememe” şeklinde idrar tutamama yani “inkontinans” şikayeti bulunmaktadır.
İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI NEDEN OLUR?
İdrar Kaçırma Hastalığı neden olur? İdrar kaçırmalarda altta yatan başka sorunlarda araştırılmalıdır. Sorun, basit bir idrar kaçırma gibi görünse de bazen altta yatan neden, şeker hastalığı ve çeşitli sinir sistemi hastalıklarının habercisi olabilir. Eğer kanda şeker seviyesi yüksekse kişi sık idrara çıkmakta ve idrar kaçırma riski de artmaktadır.
İdrar Kaçırma Hastalığı neden olur? Özellikle kadınlarda ileri yaş, çok sayıda doğum yapmak ve aşırı kilo gibi nedenlerle ortaya çıkan idrar kaçırma, önemli hastalıkların belirtisi de olabilir. Aşırı kilolar, idrar kaçırmaya neden olan faktörlerin başında gelmektedir. Çünkü aşırı kilo ile karın içindeki basıncın artışı, idrar yollarını olumsuz etkiler.
İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI NEDENLERİ!
Yapılan çalışmalar; idrar kaçırmanın genç kadınlarda yüzde 20-30 oranında görüldüğünü, orta yaşlılarda bu oranın yüzde 30-40’lara çıktığını, yaşlılarda yüzde 40-50’lere kadar yükseldiğini gösteriyor. Vakaların sadece yüzde 10’luk kısmında ilaç tedavisi veya ciddi bir ameliyata gerek duyuluyor. İdrar Kaçırma Hastalığının nedenleri şu şekilde sıralanmaktadır:
-Zor gerçekleşen doğum
-Kalıtımsal bozukluklar
-Menopoza bağlı hormonal değişiklikler
-İleri yaş
-Cinsiyet (Kadınlarda sıklıkla görülmektedir)
-Beyin ile ilgili hastalıklar
-Kabızlık hali
-Alkol ve Sigara gibi kötü alışkanlıklar
-Ailesel ve ırksal yatkınlığın bulunması
-Kilolu olmak (Şişmanlık/obezite)
-Tedavi edilmeyen şeker hastalığı
-İdrar enfeksiyonu
-Prostat kanseri ile ilgili ameliyatlar
İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI İÇİN DURUMLARDA DOKTORA GİDİLMELİDİR?
Güldüğünüzde, öksürdüğünüzde veya hapşırdığınızda, yürürken veya egzersiz yaparken, ağır bir eşya kaldırırken, oturur ya da yatar durumdan ayağa kalktığınızda idrar kaçırıyorsanız, bu durumdan kurtulmak için gün boyunca sık sık tuvalete gitmek zorundaysanız ve ped kulanmak zorunda kalıyorsanız, idrar yapma hissi geldiğinde tuvalete yetişemiyorsanız, tuvalette her zaman idrarınızı tamamen boşaltmadığınız hissine kapılıyorsanız mutlaka bir hekime görünmelisiniz.
İDRAR KAÇIRMA ÇEŞİTLERİ/TİPLERİ NELERDİR? İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI BELİRTİLERİ…
İdrar Kaçırma Hastalığı çeşitleri/tipleri aşağıda sıralanmıştır. İşte, İdrar Kaçırma Hastalığı belirtileri…
*SIKIŞMA TİPİ İDRAR KAÇIRMA: Ani, engellenemeyen idrar hissi ile birlikte tuvalete yetişemeden olan idrar kaçırma tipidir. Sıkışma tip idrar kaçırmanın en sık tetikleyicileri eve girerken kapıyı açmak, soğukta dışarı çıkmak, sifonu çekmek veya elleri yıkamaktır.
*STRES TİPİ İDRAR KAÇIRMA: idrar kaçırmanın bu tipinde stres ile kastedilen ani karın içi basınç artışıdır. Yani öksürmek, hapşırmak, ıkınmak veya gülmek gibi karın içi basıncını arttıran durumlarda idrar yolu çevresini saran kas ve dokuların üretra (idrar yolu) çevresinde doğru bir şekilde destek sağlayamadığı için gelişen idrar kaçırma tipidir. Özellikle doğum yapan kadınlarda sık görülür.
*KARIŞIK TİP İDRAR KAÇIRMA: Sıkışma ve stres tipi idrar kaçırmanın birlikte görülmesidir.
*REFLEKS TİPİ İDRAR KAÇIRMA: Herhangi bir uyarı olmaksızın istemsiz olarak altına kaçırma durumudur.
*TAŞMA TİPİ İDRAR KAÇIRMA: Her yaşta oluşabilecek idrar yolu darlıkları veya ileri yaşlardaki prostata bağlı tıkanıklar sonucu boşaltılamayan idrar torbasındaki basıncın artmasıyla taşan idrarın kaçmasıdır. İdrar kanalında darlığı olan gençlerde de görülebileceği gibi prostat hastalıklarında da karşımıza çıkabilir.
İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI TEDAVİ YÖNTEMLERİ…
İdrar Kaçırma Hastalığı; sosyo-ekonomik düzey gebelik sayısı, vücut kitle indeksi, şeker hastalığı, depresyon, sigara ve menopoz zamanı gibi idrar kaçırmanın birçok risk faktörü ile ilişkilidir. Fiziki muayene, hasta sorgulamaları, mesane günlüğü, idrar testi, işeme sonrası kalan idrarın ölçümü ve ped testiyle İdrar Kaçırma Hastalığı teşhisi konulur.
İdrar Kaçırma Hastalığı tedavi yöntemleri? İdrar Kaçırma Hastalığının tedavisinde, kişinin sosyal yaşamında yaptığı değişiklikler önem taşıyor. Hastaların özellikle sigara, alkol, çay ve kahve tüketiminden uzak durmaları öneriliyor. Düzenli spor yapmak, bu hastalıktan koruyor. Fazla kiloların da idrar kaçırmayı tetiklediği İdrar Kaçırma Hastalığında, mesane bölgelerindeki kasları geliştirmek için egzersizler yapmak gerekir. Sorun düzelmezse, ilaç tedavisi ya da cerrahi yöntemleri kullanılmaktadır.
İdrar Kaçırma Hastalığı Tedavisi nedir? Hastada aşırı kilo varsa uygun diyet ve egzersiz programı ile zayıflaması sağlanır. Sebep kabızlık ise diyeti düzenlenir ve ilaç tedavisi verilir. Kontrolsüz şeker hastalığı sebebi ise hastanın ilaçları ve diyeti düzenlenir. Aşırı sıvı alımı önlenir. Aşırı sigara ve alkol kullanan hastalardan bunları azaltmaları istenir. İdrar yolu enfeksiyonları uygun antibiyotiklerle tedavi edilir. Mesane ve pelvik kasları güçlendirici egzersizler tavsiye edilir. Bu egzersizler idrar yaparken idrarın tutulması ve bırakılması prensibine dayanır.
İdrar Kaçırma Hastalığı tedavi yöntemleri şu şekilde sıralanmaktadır:
-Cerrahi olmayan tedavi: Amaç, sorunu kötüleştiren faktörleri (kabızlık, şişmanlık, sigara kullanımı, aşırı sıvı tüketimi, çoğalmış karın içi basınç) ortadan kaldırmaktır. Bunun için bölgedeki kasları çalıştırmak ve kadınlık hormonunu düzenlemek gerekir.
-İlaçla tedavi: Konunun uzmanı hekimler tarafından karar verilen, mesane gevşetici ilaçların kullanımıdır.
-Cerrahi tedavi: Bu sorunu düzeltmek için günümüzde uygulanan çeşitli ameliyat tipleri mevcuttur.
İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI NASIL ÖNLENİR? İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞINI ÖNLEMENİN YOLLARI NELERDİR?
İdrar Kaçırma Hastalığı nasıl önlenir? Sigara ve alkol tüketiminden kaçının. Uzun süreli içen kişilerde pelvik kaslarda güçsüzlük ve idrar kaçırma durumu meydana gelebilir.
İdrar Kaçırma Hastalığını önlemenin yolları? Mesanenizin dolduğunu ve ilk idrarı hissettiğiniz anda tuvalet ihtiyacınızı giderin, Sürekli olarak idrarınızda geciktirme yaptığınızda idrar kesenizin duyarlılığında azalma ve idrar kesenizin boşaltımında da problem yaratacaktır.
Kahve ve kafein içeren ürünlerin tüketilmesi, idrar kesesinde irritasyona sebebiyet vereceğinden bu içeceklerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.
Sağlıklı beslenmeye özen gösterin. Meyve, sebze, kuru yemiş tarzında lifli gıdalar devamlı surette tüketilmelidir.
Vücut kitle indeksinizin 25 ve altında olmasına özen gösterin. Fazla kilo, şişmanlık-obezite durumu pelvik kaslarda zaafiyete ve idrar kesesinin kontrolünde sorunlara yol açabilir.
İdrar Kaçırma Hastalığı nasıl önlenir? Günde 6-8 bardak (1.5-2 lt) su içmeye gayret edin. Aynı zamanda bu miktarı eşit ölçüde olmak üzere tüm güne bölüştürünüz. İdrar kaçırmanın önüne geçmek adına için su içmezlik yapmayınız. Çünkü daha konsantre şekilde çıkacak olan idrar, idrar kesenizde daha fazla irritasyona neden olarak durumuzu kötüleştirecektir.
İdrar Kaçırma Hastalığını önlemenin yolları? Günde 5-20 dakika boyunca pelvik kasları güçlendiren egzersizler yapmaya özen gösterin. Pelvik kaslarınızı periyodik olarak sıkın ve gevşetin. Bu basit egzersiz idrar kesesi kontrolünde büyük önem teşkil etmektedir.
DOĞAL VE BİTKİSEL İDRAR KAÇIRMA HASTALIĞI TEDAVİSİ…
Doğal ve bitkisel idrar kaçırma hastalığı tedavisi? Sıkça görülen sağlık problemlerinden biri olan idrar kaçırma hastalığının birçok sebebi bulunabilir. Kasların gevşekliğinden dolayı idrar kaçırmanın meydana geldiğini söyleyen Kunak, kasları, idrar yollarını güçlendirmek için evde kolay yapılabilecek egzersizleri ekrana getirdi.
Kaynak: HABER7.COM
0 notes
Text
Anal Fissür Nedir?
Anal fissür günümüzde hemoroidden sonra en sık görülen makat rahatsızlıkları arasında yer alır. Anal fissür, makat halkasında oluşan yara anlamına gelmektedir. Bu yüzden çatlak, yırtık olarak da isimlendirilebilmektedir.
Makatın dış kısmını örten cilt örtü, bağırsağın iç kısmına döndüğünde, bağırsağın iç örtüsü olan mukoza olarak adlandırdığımız epital doku ile birleşme bölümü oldukça narin bir yapıdır ve zorlanmalara karşı dayanıksız olan bir bölgedir. Anüs çok sayıda sinir ucu barındırır ve dolasıyla makat, vücudun hassas olan bölgesi haline gelir. Anal fissür oluşmasının başlıca sebebi; o bölgede fiziksel bir zorlanmadan kaynaklanan yırtık oluşmasıdır. Anal bölgede dişili çizgi (dentatelıne) arasında oluşan ufak yırtıklar genelde dışkının kuru ve sert olmasına bağlı olarak meydana gelir.
Kabızlığın vermiş olduğu zorlamadan dolayı, makattan daha büyük dışkı çıkarken makat çapında yırtılmalara sebebiyet verir. Bu yırtılmalar hastaya dışkılama yaparken şiddetli ağrı hissettirebilir. İlk yırtılmanın oluştuğunda kişide hafif bir kesilme hissi veya cam parçacıkları batıyormuş hissini uyandırır. Birkaç saat sonra ağrı azalsa da anal bölgede oluşan yırtıklar zorlanarak yapılan bir başka dışkılama zamanında, tekrarlama eylemi göstermektedir. Yani ilk yırtılmadan birkaç saat geçtikten sonra kişi iyileştiğini düşünerek, aradan bir süre zaman geçince kabızlık ile karşılaştığında, her seferinde bu yırtıklarla karşı karşıya gelir ve ciddi ağrılar çekmeye başlar.
Ağrılı olan yırtıklar kaslarda spazma yol açabilir ve basınca maruz kalarak kan dolaşımının yetersiz kalması ile iskemiye bile yol açabilir. Bazen bu nedenle hastalar tuvalete gitmeyi ertelerler. Hatta öyle ki bu durum bazı hastaların gündelik yaşamlarını aksatabilmektedir. Bu şekilde ilerleyen ve iyileşme süresi uzatılan fissür rahatsızlıklarında akla ilk olarak gelen kalın bağırsak sorununun olup olmamasıdır.
Op. Dr. Salim Balın
Anal fissür rahatsızlığında zaman içerisinde dışkılama arasındaki sıklık daha fazla olmaya başlar ve böylelikle makatta oluşan yırtık birkaç ayda bir olurken, ayda bir, hatta haftada bir şeklinde yoğunlaşarak görülmektedir. Yırtığın dipte oluşturduğu kasta tahribata bağlı olarak zaman içerisinde makatta darlık meydana gelmektedir. Dolasıyla dışlama daha da zorlaşır hale gelir. Bu sebeple 2-3 günde bir tuvalete gidilmeye başlandığından dışkının daha da sertleşmesi, hastaya büyük bir ıstırap haline gelir. İhmal edildiği taktirde zaman içerisinde apse oluşumu göstererek fistülize kronik anal fissüre dönüşebilir.
Akut dönemi içerisinde anal fissür hekim onayı ve de birkaç ilaç desteği ile geçici bir süreç olarak tedavi uygulana bilinir. Fakat 3 haftayı geçen şikâyetler devam ediyor olursa, bu süreçte kronik anal fissür haline dönüştüğünü gösterir. Kronik anal fissür halinde mutlaka müdahale edilmesi gerekmektedir.
Akut fissür kronikleşemeden önlem alınmalıdır.
Anal Fissür Belirtileri Nelerdir?
Dışkılama sırasında ve sonrasında fissür yapısına bağlı olarak, kişiden kişiye zaman dilimi içerisinde değişiklik gösteren, cam kesiği veya bıçak batması hissi yaşamak
Tuvalet sonrası kâğıtta, yine fissür oluşumuna bağlı olarak hafif kan lekesi ile karşılaşmak
Makat bölgesinde yırtılmaya bağlı olarak oluşan ağrı ve bölgede hissedilen kaşıntı
Dışkılama sonrasında da devam edebilen ağrılı yanma gibi bir sezi uyandırması
Kabızlığa bağlı olarak şiddetli ıkınma ile gelişen zorlanma ve dışkı yapamama durumudur.
Bu belirtilerden herhangi birini yaşıyorsanız mutlaka alanında uzman olan bir Proktoloji hekimine başvurmanız gerekir.
Akut Anal Fissür
Akut anal fissür türünde hastalık başlangıç aşamasındadır diyebiliriz. Aniden ortaya çıkarak kişide büyük ağrılara, zorlanmadan kaynaklı zonklama hissi ve sızlamalara da sebebiyet vermektedir. Ortalama olarak dört ile altı hafta arasında iyileşme süresi görülür ve bu iyileşme sürecinde kişinin aldığı tedbirler ve önlemler çok büyük önem taşımaktadır. Özellikle kişinin beslenme düzenini değiştirmesi, sağlıklı beslenmesi hastalığın iyileşmesinde büyük rol oynamaktadır.
Kronik Anal Fissür
Kronik anal fissür ise yavaş yavaş makatta oluşan yırtığın zaman içerisinde ilerleyerek, kişide dayanılması güç olan ağrı ve acılara yol açarak meydana gelmesidir. Anal fissür yani makattaki yırtık bu aşamada ilerlemiş seviyede karşımıza çıkar. Yaklaşık olarak sekiz haftadan uzun sürdüğü durumlarda, alınan önlemlere rağmen fissür rahatsızlığı tekrarlanması durumunda kronik hale gelmektedir. Anal fissür akut halinde iken hastalık ile karşılaşan bireyler bazen önemsemeyip, oluşan fissürün kronik haline gelmesini neden olmaktadır.
Aniden gelişerek ortaya çıkan bu yırtıkların tedavisi edilmediği sürece zorlanma veya kabızlıktan kaynaklı zamanla artarak kronik hale gelmiş olur.Bu nedenle anal fissürün kronik hale gelmeden daha kısa sürede tedaviye başlanılmalıdır. Bu şekilde tedavi süreside daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiş olur. Günlük yaşama geçiş daha da kolay hale gelir. Bu durumlardan dolayı zaman kaybetmeden doktora gitmek gerekmektedir.
Akut Makat Çatlaklarının Kronikleşmemesi İçin Nelere Dikkat Edilmelidir?
Sağlığa faydalı olan birçok besin öğelerini içeren posalı besinleri yeterince tüketmeli
Vücudumuzun en önemli hayat kaynağı olan su tüketimi günlük en az 2-3 litre olmalı
Doğru porsiyon ölçekleri oranlarında salata, yeşil sebze, meyve ve yeteri miktarda zeytinyağı tüketmeli
Her gün düzenli ve rahat tuvalet ihtiyacını karşılayabilmek için, kabızlığa neden olan sağlıksız ve dengesiz beslenme türünden uzak durulmalı
Kısa süreli ağrı kesici pomadlar ve ılık su banyoları yapılmalı
Makat bölgesi yapı itibari ile sürekli kirlenen bir bölge olduğu için temizliğine çok önem verilmeli ve sık sık duş alınması gerekmektedir.
Anal Fissür (Makat Çatlağı) Nedenleri
Beslenme alışkanlıklarının sağlıksız olması (aşırı asitli içecekler, fast food tüketimi…)
Yeteri miktarda vücudun su ihtiyacını karşılayamaması
Kabızlık ve uzun süre gelen ishal atakları yaşama
Kabızlığa bağlı olarak gelişen aşırı ıkınma hareketlerinde bulunma
Gebelik ve doğum sürecindeki zorlanma
Aşırı kilo alımı
Anal ilişki de bulunma (ters ilişki yaşamak)
İnflamatuar bağırsak hastalığının varlığı (crohn, ülseratif kolit…)
Tuvalette 5 dakikadan uzun süre vakit geçirme gibi nedenleri sıralayabiliriz.
Anal Fissür Rahatsızlığı Kansere Dönüşür Mü?
Anal fissür diğer adıyla makat çatlağı kansere dönüşmez. Fakat anal fissür farklı hastalıklar ile karıştırılmaktadır. Kanser ile fissür belirtileri birbirine yakınlık göstermektedir. Bu nedenle birçok kişi kanser miyim diye endişeye düşer.
Ancak bilinmelidir ki fissür rahatsızlığı kansere dönüşmez. Bunun yanında hemoroid ve fissür belirtileri de birbirine benzemektedir. Rahatsızlığınızın net tanısını öğrenmek için Proktoloji uzmanlarımızdan randevu alabilirsiniz.
Ameliyatsız Anal Fissür Tedavi Yöntemleri
Kas gevşetici-enjeksiyon tedavisi
Elektro cerrahi tedavisi
Radyofrekans tedavisi
Lazer tedavisi
Ameliyatsız teknikler hastalığınızın durumuna göre tek başına veya kombine olarak kullanılır.
source https://saglik.kocaali.com/anal-fissur-nedir/
0 notes
Text
“Bebeğinizin zeka gelişimi gebelikteki tiroide bağlı”
30 Mart 2020, Pazartesi 13:33
İstanbul
Gebelerde tiroid hormonlarının yetersizliğinin, bebeğin özellikle zeka ve sinir sistemi gelişiminde geri dönüşü mümkün olmayan hasarlara yol açabileceğine dikkat çeken Doç. Dr. Mahmut Muzaffer İlhan,”Hipotiroidinin diğer önemli etkileri arasında düşük riski, düşük doğum ağırlığı, erken doğum, gebelik zehirlenmesi ve kansızlık sayılabilir” dedi.
Çamlıca Medipol Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümünden Doç. Dr. Mahmut Muzaffer İlhan, gebelikte tiroid hormonlarının bebeğin gelişiminde büyük rol oynadığını belirterek anne adaylarını uyardı. Doç. Dr. İlhan, tiroidin boynumuzun orta alt kısmında yer alan kelebek şeklinde bir bez olduğuna değinerek “Tiroid bezi tiroid hormonları salgılayarak hücrelerin şeker yakması, yağ depolaması gibi enerji dengesini yani metabolizmasını ayarlar, hücrelerin büyüme, gelişme, çoğalmasını düzenler” ifadelerini kullandı.
İLK AYLAR OLDUKÇA ÖNEMLİ
Bebeklerin anne karnındayken tiroid hormonu ihtiyacını anneden temin ettiğine işaret eden Doç. Dr. İlhan, şöyle devam etti: “Gebeliğin 12’nci haftasına kadar bebek, annenin tiroid hormonlarına muhtaçtır. Bebeğin tiroid hormon üretiminin iyi seviyelere ulaşması 20’nci haftayı bulabilir. Tiroid hormonları anne karnındaki bebeğin düzgün bir şekilde büyümesi, organ gelişiminin tamamlanması, gebeliğin sağlıklı şekilde sürdürülmesi için mutlak ihtiyaçtır ve bu sebeplerden dolayı gebeliğin ilk dönemlerinde daha büyük önem taşır. Anne kanında tiroid hormon seviyelerinin uygunsuz olması ileride geri dönüşü mümkün olmayan gelişim kusurlarına yol açabilir. Gebede oluşabilecek tiroid hormon bozuklukları tiroidin az çalışması (hipotiroidi) ve tiroidin aşırı çalışması (hipertiroidi) şeklinde sınıflandırılabilir.”
HAŞİMATO HASTALIĞINA DİKKAT
Doç. Dr. İlhan, gebelikte hipotiroidinin yeni ortaya çıkabileceğini ifade ederek, şu bilgileri verdi: Ayrıca gebelik öncesi var olan hastalığın yetersiz tedavisiyle hipotiroidi kendini gösterebilir. Gebelikte tiroid yetmezliğinin en sık sebebi haşimato hastalığıdır. Gebede hipotiroidinin diğer önemli bir sebebi gebelik öncesi alınan tiroid ilacının dozunun düzgün olmamasıdır. Tiroid ilaç dozunun bozukluğu kendisini tiroid hormon yetersizliği ile gösterir. Tiroid hormonları büyüme ve gelişme açısından hayati öneme sahip olduğu için annede ileri yetersizliği, bebeğin özellikle zeka ve sinir sistemi gelişiminde geri dönüşü mümkün olmayan hasarlara yol açabilir. Hipotiroidinin diğer önemli etkileri arasında artmış düşük riski, düşük doğum ağırlığı, erken doğum, gebelik zehirlenmesi (preeklampsi), doğum sonrası aşırı kanama ve kansızlık sayılabilir. Bununla beraber bütün bu olumsuz etkiler tiroid hormon dozunun yeterli ve gebelik haftasına uygun bir şekilde ayarlanmasıyla önlenebilmektedir. Bunun için gebelikte tiroid bozuklukları olan bir hastanın endokrinoloji uzmanına başvurması ve tiroid hormonlarının yakın olarak izlenmesi önem taşımaktadır.
ORGAN GELİŞİMİNİ DE ETKİLİYOR
Zehirli guatr yani Graves hastalığının gebelikte tiroidin fazla çalışmasının en sık sebebini oluşturduğunu ifade eden Doç. Dr. İlhan, şu değerlendirmede bulundu: Kullanılan tiroid ilacının dozunun fazla yüksek olması da hipertiroidi belirtilerine sebep olup anne ve bebeğe olumsuz etkilerde bulunabilir. Gebeliğin özellikle ilk haftalarında tiroid seviyelerini etkileyebilecek diğer önemli bir faktör plasentadan salgılanan Beta-HCG hormonudur. Gebelik teşhisinde de kullanılan bu hormon bazı gebelerde TSH isimli tiroid hormonuna benzer aktivite göstererek tiroid bezinin bir miktar hızlanmasına sebep olabilir. Bazı gebelerde aşırı bulantı kusmayla ilişkili olabilse de gestasyonel hipertiroidi denilen bu durum sıklıkla zararsızdır ve gebeliğin ilerleyen haftalarında kendiliğinden düzelir. Tiroidin az çalışmasının olduğu gibi, fazla çalışmasının da gebelik ve bebek üzerinde birçok olumsuz etkileri vardır. Annenin erken doğuma girmesi, gebelik zehirlenmesi geçirmesi ve aşırı şiddetli tiroid hormon fazlalığı durumunda tiroid krizi geçirmesi hayati risklerin önde gelenleridir. Bebeğin düşük ağırlıklı doğması, özellikle doğum sonrası dönemde bebekte çarpıntı gibi zehirli guatr bulguları gelişebilmesi ve bebekte organ gelişim kusurları anne karnındaki bebekte gelişebilecek en önemli problemlerdir.
TAKVİYE İLAÇLARINI DİKKATLİ KULLANIN
Doç. Dr. İlhan, gebelikte tiroid riskleri için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı: Gebelikte tiroid hastalıklarının doğurabileceği ağır sonuçlar tiroid hormon seviyelerinin gebelik haftasına göre hedeflenen aralıkta tutulmasıyla kolayca önlenebilir niteliktedir. Gebelik öncesi tiroid hormonunu dışarıdan alan bazı hastalarda gebelikte tiroid ilaç dozunu yüzde 20-25 arttırmak gerekebilmektedir. Eğer hasta tiroid ilacı almıyorsa gebeliğe uygun tiroid hormon düzeyinin yakalanması için tiroidin çalışma durumuna göre uygun ilaç tedavileri başlanabilir. Bu ilaç tedavilerinin dozunun uygun olup olmadığı özellikle 20’nci haftaya kadar daha sık olmak üzere periyodik takiplerle izlenir. Gebede yeterli tiroid hormon üretimi ve bebeğin tiroid gelişimi için en önemli konulardan biri gebenin yeterli iyot takviyesi almasıdır. Gebelikte çeşitli amaçlarla demir ve kalsiyum takviyeleri çok sık kullanılmaktadır. Burada bilinmesi gereken nokta demir ve kalsiyum gibi takviyelerin tiroid hormon ilaçlarının bağırsaktan emilimini bozabildiğidir. Bu sebeple tiroid hormonu alan gebeler tiroid ilacından en az 4 saat sonra demir veya kalsiyum ilaçlarını almalıdır”
DHA
The post “Bebeğinizin zeka gelişimi gebelikteki tiroide bağlı” appeared first on Kamu365 | Dünya Gündemi.
from WordPress https://ift.tt/3auR6np via IFTTT
0 notes
Text
Ben Ölüyüm - Cotard Sendromu
1880 yılında Fransız nörolog Jules Cotard’a başvuran 43 yaşındaki kadının hayli ilginç şikâyetleri vardı: Beyninin, sinir hücrelerinin, midesinin ve bağırsaklarının olmadığını, hatta kendisinin de ölü olduğunu söylüyordu. Bu düşünceler nedeniyle yemek yemeye ihtiyacı olmadığı kanısındaydı. Hayatını kaybettiğinde de ölüm nedeni açlıktı. Benzer bir vaka ile 1788 yılında Fransız doğa bilimci ve felsefe yazarı Charles Bonnet de karşılaşmıştı.Bonnet boynuna aldığı darbe sonucunda bir tarafı felç olan bir kadından haberdar oldu. Konuşma yeteneğini tekrar kazandığında kadının öldüğüne inandığı anlaşıldı. 1788 yılında Bonnet British Journal of Psychiatry dergisinde kadının durumundan söz etti. Ancak Jules Cotard’ın açlıktan hayatını kaybeden hastasının durumunu yayımlamasıyla bu sorun literatüre Cotard sendromu ya da yürüyen ceset sendromu olarak geçti. Cotard sendromu kişinin öldüğüne inandığı, nadir görülen tuhaf beyin hastalıklarından biri. Ölü olduklarını düşünen bu kişiler yaşamsal iç organlarının olmadığına ya da vücutlarının içinde çürüdüğüne inanıyor. 1999 yılında Acta Psychiatrica Scandinavica dergisinde yayımlanan çalışmaya göre Cotard sendromu üç aşamada gelişiyor. Başlangıç aşamasında hastanın zihninde yokluk hissi ve gerçeklerden uzaklaşma gibi düşünceler oluşmaya başlıyor, üzgün görünüyor ve günlük alışkanlıkları değişiyor. Depresyonun ağır seyreden bir türü olan psikotik depresyon ve hastalık hastalığı olarak da bilinen hipokondria görülüyor. Bu aşamada teşhis edilmesi de hayli zor. İkinci aşamada Cotard sendromunun en tipik belirtilerinden olan yüksek seviyede yokluk duygusu, kaygı bozukluğu, vücudunu inkâr etme, dikkatsizlik, çevredeki kişilerin isteklerine ısrarla karşı koyma yani negativizm gibi belirtiler ortaya çıkıyor. Son yani kronik aşamada ise çok ciddi hezeyanlar ve kronik depresyon görülüyor. Bu aşamada hastayı inandıklarından, düşündüklerinden uzaklaştırmak hayli zor. Gerçeklik hissinden tamamen uzaklaşan Cotard sendromlu kişiler aynı zamanda kendilerini sosyal çevrelerinden uzaklaştırıyor, hijyen kurallarını da göz ardı ediyorlar. Sendrom, neden olan etkene bağlı olarak günlerce ya da aylarca sürebiliyor. Ölü olduğunu düşünme hezeyanlarının ardından hastalarda kendine zarar verme eğilimi veya intihar davranışı ortaya çıkabiliyor. Ölü olduğunu düşünmesine rağmen hastada intihar ya da otomutilasyon denilen organ kesme, öz kıyım gibi eğilimler görülüyor. Ağrı, acı hissetmiyorlar, vücutlarının ya da vücut parçalarının varlığını kabul edemeyen bu kişiler aynı zamanda kendilerini değersiz ve işe yaramaz görüyor.
Nedenleri Gizemini Koruyor
Nadir görülen bir hastalık olduğu için bu konuda yapılan araştırma sayısı da hayli sınırlı. Bu nedenle de sendromun görülme sıklığı hakkında çok bilgi yok. 1995 yılında İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nden Dr. G. E. Berios’un ve Dr. R. Luque’un Cotard sendromlu 100 kişinin yer aldığı çalışmada yaptıkları istatistiksel analiz sonuçlarına göre sendrom nadir de olsa gençlerde de görülebiliyor. Ama genel olarak başlama yaşı 52±14,5 yıl olarak tespit edilmiş. 25 yaşın altındaki Cotard sendromlu kişilerde sendromun bipolar bozukluk (iki uçlu duygulanım bozukluğu) ile ilişkili olduğu düşünülüyor. Başka bir çalışmaya göre de kadınlarda erkelerden daha yaygın olarak görülüyor, örneğin 8 Cotard sendromlu kişinin 6’sının kadın olduğu vurgulanıyor. Bugüne kadar anatomik, psikolojik, metabolik bir kaç anormalliğin sendromun sebebi olabileceği düşünüldüyse de Cotard sendromuna neyin yol açtığı hâlâ gizemini koruyor. Bazı ilaçların nadir görülen bir yan etkisi olabileceğine ek olarak depresyonun ya da bipolar bozukluğun da Cotard sendromunun etkenlerinden olabileceği söyleniyor. Başka bir görüşe göre Cotard sendromuna beynin farklı yüzleri ayırt etme yeteneğimizle ilgili iğsi bölgelerindeki ve bir yüzü fark ettiğimizde bu yüzü duygularla ilişkilendirmemizi sağlayan amigdalaki sinir hücrelerinin yanlış ateşlenmesi neden oluyor. Bu zihinsel işlevlerin bozulmasından dolayı kişide çevresinden kopma hissi oluşturan derealizasyon denilen hastalık görülüyor. Bu sorunu yaşayan kişilerin bir de kendi yüzlerini fark edememesi ya da kendi yüzlerini duygularıyla ilişkilendirememesi sonucunda Cotard sendromu ortaya çıkıyor.
Cotard Sendromunun Üç Tipi
Neden olan etkene bağlı olarak Cotard sendromunun üç tipi olduğu düşünülüyor ve her tipe de farklı tedavi yöntemleri uygulanması gerekiyor. Psikotik depresyon tipinde kişide melankoli ve yokluk hissi baskın olarak görülüyor. Cotard Tip I’de yüksek düzeyde kuruntu ve kaygı bozukluğu söz konusu olurken duygusal bozukluklar ve depresyon görülmüyor. Cotard Tip II önceki iki tipin de belirtilerini barındırıyor ve genellikle kişi kaygı bozukluğundan, depresyondan ve işitsel halüsinasyonlardan muzdarip oluyor. Şizofreni ya da başka nörolojik ve ruhsal sorunları olanlarda çok daha yüksek oranda Cotard sendromu görülüyor. Çoğunlukla depresyon belirtileri varsa tedavide genellikle antidepresanlar, antipsikotikler, duygudurum dengeleyici ilaçlar ya da elektroşok tedavisi uygulanıyor. Cotard sendromunun gençlerde bipolar bozuklukla, yaşlılarda ise ciddi depresyon ve şizofreni ile bağlantılı olduğu düşünülüyor. Bu nedenle uygulanacak tedavi de duruma göre değişiyor. Tedavi antidepresan ve antipsikotik ilaç tedavisinin birleşimi olabileceği gibi elektroşok uygulaması da olabiliyor. Cotard sendromu yaşayanlar için korkunç bir deneyim olsa da bu hastalık konusunda çalışanlar için hayli merak uyandırıcı. Nadir rastlanan bir hastalık olduğu için bu hastalıkla ilgili çok fazla araştırma yok. Fakat Cotard sendromu sadece nöroloji ve psikoloji açısından ilginç değil. Yapay zekâ alanında çalışan robot bilimciler insan davranışını taklit eden, karmaşık makineler yapmaya çalışıyor. Bu açıdan düşünüldüğünde de akla şu soru geliyor: Makineler gerçekten kendinin farkında olabilir mi? Bu sayede de Cotard sendromunun gizemi çözülebilir mi?
Farmakologlar Cotard sendromunu tetikleyen bir mekanizma keşfetti
Herpes virüsünün neden olduğu uçuğun ve baş-ka enfeksiyonların tedavisin-de kullanılan asiklovirin genellikle zararlı bir yan etkisinin olmadığı biliniyordu. Fakat bu ilacı ağız ya da damar yoluyla alan kişilerin %1’inde Cotard sendromunun da dahil olduğu bazı psikolojik yan etkiler görüldü. Asiklovir ve Cotard sendromu arasında-ki bağlantıyı araştırmak için Stokholm Karolinska Üniversitesi Hastanesi’nden Anders Helldén ve Gothenburg Sahlgrenska Akademisi’nden Thomas Lindén hastane yönetiminin izniyle İsveç ilaç veri bankasından veri topladılar ve asiklovir ile tetiklenen Cotard sendromlu sekiz kişi tespit ettiler. Bu sekiz kişiden biri böbrek yetmezliği olan ve zona hastalığının tedavisi için asiklovir kullanan bir kadındı. Çığlık atarak hastaneye koşan bu kadın bir saat diyalizin ardından kendini çok gergin, kaygılı ve ölü hissettiğini söyledi. Diyalizden bir kaç sat sonra “çok emin değilim ama kendimi ölmüş gibi hissettim hâlâ da garip hissediyorum” dedi. Diyalizden 4 saat sonra ise kesinlikle ölmediğini ama sol kolunu kendisine ait hissetmediğini söyledi. Bir gün sonra bu şikayetleri kayboldu. Kan tahlillerinin sonucu incelendiğinde araştırmacılar durumu açıklayabildi: Asiklovir alındığında ilaç böbrekler aracılığıyla atılmadan önce vücutta parçalanıyor. Parçalanma sonucu ortaya çıkan ürünlerden biri de CCMG. Bu ürün genellikle vücutta düşük seviyede bulunuyor. Ancak Cotard sendromu tespit edilen kişilerde bu ürünün seviyesi hayli yüksekti. Bu sekiz kişiden sadece birinde böbrek yetmezliği vardı. Diyaliz sırasında CCMG seviyesi düşürüldüğünde şikâyetler son buldu. Hastaların birkaçında yüksek tansiyon da gözlendi. Helldén’e göre vücuttan atılamayan ve kanda biriken CMMG beyin damarlarında bir tür daralmaya neden oluyordu. Graham 12 yıl önce banyoda kendisine elektrik vererek intihara teşebbüs etti. Hastaneye kaldırıldı, kendine geldiğinde öldüğünü düşünüyordu. Tat ve koku duyusunu kaybettiğini söylüyordu. Yemek ve konuşmak ihtiyacı duymuyordu ve sık sık mezarlıkta zaman geçiriyordu. Graham, Cotard sendromundan muzdaripti. İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nden Adam Zeman ve Belçika’dalki Liège Üniversitesi’nden Steven Laureys için Graham son derece sıra dışı bir hastaydı. Graham’ın beyin fonksiyonları, anestezi verilmiş ya da uyuyan birinin beyin fonksiyonlarına benziyordu. Beynin ön ve yan bölümlerindeki alanlarda görülen metabolik etkinlik bitkisel hayatta olan bir kişininki kadar düşüktü. Uyanık birinin beyninde böyle görüntülere rastlamak on beş yıldır PET (pozitron emisyon tomografisi) taraması yapan ve sonuçlarını inceleyen Dr. Laureys’i hayli şaşırtmıştı. Graham bu güne kadar PET taraması yapılan tek Cotard sendromlu kişi. Bu nedenle araştırmacıların elinde karşılaştırma yapacak yeterince veri ve sonuç yok. Graham’a psikoterapi ve ilaç tedavisi uygulandı, böylece şikâyetleri azaldı. Graham, Cotard sendromunu yaşamış, teşhis konmuş ve tedavi edilerek şikâyetlerinin azalması sağlanmış şanslı azınlıktan. Çünkü bu sorunu yaşayan ve açlıktan ölen ya da intihar ederek yaşamına son veren Cotard sendromlu kişiler olduğu biliniyor. Bu nedenle Cotard sendromlu kişilerde işlevsel görüntüleme yöntemlerinin kullanılması büyük önem taşıyor. Laureys, böylece eğer hastalıkta iyileşme yönünde bir ilerleme olursa sebep sonuç ilişkisi hakkında daha doğru öngörülerde bulunulabileceği kanısında. Ayrıca bu konuda hayvan modelleri kullanılarak yapılacak araştırmaların, beyinde kendinin farkında olma algısıyla ilgili neler olup bittiğinin anlaşılması açısından fikir vereceğini düşünüyor. Read the full article
0 notes
Text
9 Eylül 2018 Başak Burcu’nda Yeniay
“Kaostan düzen doğar.. Düzen olmadan dağılma, dağılma olmadan yeni bir düzen geliştirilemez..”
9 Eylül 2018 21.01’de Başak Burcu’nda Yeniay gerçekleşiyor. Etkilerini önceki bir hafta ve önümüzdeki 10 gün daha yoğun olarak hissedeceğimiz bu dönemde odaklanmamız gereken alan “Hayatlarımızda kurduğumuz düzen, kime ve neye hizmet ettiğimiz, hatta en çok kendimize, amaçlarımıza, bugüne dek yaptıklarımıza ve elimizde olanlara bakarak o düzen veya düzensizliği yorumlamak olmalı. Başak burcu zodyakta “hasat zamanı”, ektiğiniz ürünleri toplama sırasının geldiğini anlatan ve aslında “karma” ile tıpkı zıt burcu olan Balık gibi doğrudan ilgili olan bir burçtur; ancak buradaki durum Balık burcunun aksine yaptıklarınızın, düşündüklerinizin ve uyguladıklarınızın somut olarak önünüze gelmesi durumudur. Başak’ta psikolojik veya ruhsal değil, somut anlamda tatmin ve karmanın somut sonuçları görülebilir. Bu haliyle şimdi toplayacağınız ürünler oldukça kötü de olabilir, yılın en güzel ürünleri de.. Bu tamamen sizin şimdiye dek kendi tarlanıza ne ektiğiniz, neleri düşündüğünüz, neleri uygulamaya koyduğunuz ile ilgilidir. Başak, kusursuzlaşmanın, mükemmeliyetçiliğin ve bunları gerçekleştirme yolunda, fiziksel ve ruhsal olarak yıpranmanın alanıdır. Elinizden gelenin fazlasını yapsanız da, başkalarından takdir beklemek yerine, kendi yetenek ve değerlerinizi takdir etmeniz gereken bu zamanda, çalışma hayatınızda verimlilik, yoğun çaba ve bir şeyin en iyisini yapmak üzere hareket etme psikolojisi gözlemlenecek. Özellikle ikili ilişkilerinizde sizden bir şey doğrudan talep edilmedikçe, “Senin için saçımı süpürge ediyorum” mantığı ile hareket etmeyin ve dengeli bir alma verme enerjisinde kalarak, verdiğiniz kadar karşılığında ilgi ve sevgi almayı tercih edin. Bu ilişkiler açısından iyi bir adım olacaktır. Yeniay gününde iş hayatınız ve tamamlanmasını istediğiniz konularda düşünmeyi ihmal etmeyin. Gökyüzündeki geri hareketlerin en önemlileri geride kalmış olsa da, Bu Yeniay oldukça kafa karıştırıcı ve hayatınızda yeni bir yön bulmak için adeta baskı yapan bir etkide olacak. Esasen bir düzeni dağıtmak, bozmak, ayrışmak için en ideal zamanlardan biri olsa da, yeni bir düzen kurarken, hayatınızın her aşamasında geçmişten gelen önyargılar, hatalı inançlar, toplum baskısı veya sert kurallarla da karşılaşmanız olası. Üstelik konulara son derece duygusal ve hassas yerden yaklaşırken, tamamen gerçekçi ve mantıkla hareket eden insanlara denk gelerek bir de ruhsal dağılma süreci atlatabilirsiniz. Her tür ilişkide zayıflamış tahammül sınırı, azalan tolerans ve detaylara boğarak güncel resmi kaçırma hali ile karşılaşabilirsiniz; önerim ılımlı yaklaşmak, iyi dinlemek, baskı kurmamak, ana odaklanmak ve yaptıklarınızın karşılığını tam olarak alıp alamadığınızı doğru yorumlamak yönünde olacak. Çalışma hayatınızda birtakım beklentileri değiştirerek, geçmişin bilgeliğinden ve yaratıcı gücünüzden yararlanıp, bugün daha iyi koşullar inşa etmek yönünde adımlar atabilirsiniz. Tabi Venüs Retro başlamadan evvel 4 Ekim’e dek süreniz olduğunu da unutmamalısınız. Başak Burcu’nun kabule geçmeyen doğasını zorla yumuşatan bir Yeniay gözlemliyoruz. Siz herhangi bir şeye şiddetle tutunmak istedikçe, hayat size onu geride bırakmanız yönünde mesajlar verebilir. İnsan, doğduğu andan itibaren bedeni, düşünce ve davranışları dışında tam olarak neye sahiptir ki.. Sahip olma değil, paylaşma zamanı, sorgulama değil olanları derinden anlamaya çalışma anlarındayız. İnanıyorum, alacağımız kararlar bize yeni bir düzensizlik veya kaosa değil, tam tersi varolan düzensizliklerin yerine daha iyi bir düzen getirme şansı sağlayacak. Yeniay zamanında Akrep Burcu’na geçen Venüs, 7 Ocak 2019’a dek, normale göre çok uzun bir süreyi bu burçta sürdürecek. Bu sürecin 1 Kasım 1 Aralık aralığında kalan zaman diliminde ise Venüs geri hareketi devam ederken Terazi Burcu’nda geçiş görecek. 4 Ekim 17 Kasım 2018 arasında Venüs geri harekette kalacak olmasına rağmen, Akrep Burcu’ndaki süreci normale göre çok daha krizlidir. Çünkü burası Venüs’ün rahat olmadığı, doğasını iyi yansıtmadığı, dolayısıyla sosyal ve özel tüm ilişkilerde uyum, uzlaşı ve rahatlığı çok daha zor yakaladığı bir alandır. Burada daha çok kıskançlık, saplantı, maddi problemler, geçmiş krizleri çözümleme, inatlaşma ve soğuk savaşlar sürdürme halini görürüz. Yeniay ile başlayan bu süreç, ilişkilerimizde yeni bir sisteme geçmek için çok ısrarlı ve istekli olacağımızı ancak konuları hırsa döndürmememiz gerektiğini hatırlatıyor. Bu süreçte riskli yatırımlar, evlenmek, ev almak gibi eylemlerin bekletilmesi ve imkan varsa 6 Aralık sonrasına bırakılması faydalıdır. (Venüs Rx bitiminde 6 Aralık’a dek Merkür geri hareketi olacak) Peki 2018’de neden bu kadar geri hareket var? Ben evrensel sistemin muazzam işlediğine inanıyorum. Çığrından çıkan ve giderek hem birbirine, hem çevresine hem de doğaya bu derece hoyrat davranan insanoğlu için işlerin yolunda gitmediği zamanlar elbette gelecek; çünkü ısrarla asla sahibi olmayacağımız bu gezegeni ve içindeki her şeyi kötüye kullanma eğilimi gösteriyoruz. Oysa bir kısıma göre aydınlanmış insanlarız. Bana göre aydınlanmış insan kendi kendine yaptıkları ve özgür düşüncesiyle, eğitimi, bilgisi ile, topluma kattıkları ile mutludur. Çevresine duyarlı, bir ağaca, hayvana, doğaya kıyamayan, aksine sürekli “Yaşam vermek için çabalayan” dır.. İçinde bulunduğumuz yüzyılda olduğu gibi yaşam alan, engelleyen, kısıtlayan veya öldüren beyinler aydınlık değildir. Gezegenleri geri harekette gibi gözlemlerken aslında onlar hızlarını yavaşlatmış oluyorlar. Doğada her şeyin bir yavaşlama, hızlanma, akışta olma hali varken, ne yazık ki insanoğlu durup, derin bir nefes alıp, kendine ve buraya nasıl katkıda bulunacağını düşünmek yerine savaşlar çıkarıyor, hız kesmeden masum insanları öldürüyor, tükettikçe tüketiyor ve hiçbir şey üretemiyor. Bunu yapmayan da kendini geliştirmek yerine sürekli sosyal medya yanılgısı ya da hayatın içindeki ezbere bilgileri tekrar içinde ve “sürekli başkaları olarak” hayatına devam ediyor. Tabi buna hayat denilebilirse.. Gökyüzü, gezegenler, doğa, her şey bize sakinleşme, yavaşlama, düşünme, kendini anlamlandırma, üretme, severek katkıda bulunma ve yaşam verme yönünde yeniden düşünmemiz gerektiği konusunda adeta her gün işaretler yolluyor. Ülkemize gelince, son yıllarda kimsenin kendini tam olarak rahat hissettiğine inanmamakla birlikte, özellikle son bir yıldır Türkiye Cumhuriyeti’ne alenen savaş açıldığını deneyimliyoruz. Dış güçlerin sistemli olarak bizi yıkmaya çalışmasının sebebi, bizim iç gücümüzün yeterince ortaya koymayışımız olabilir mi.. İç gücümüz, değişime izin vermek, gerçekleri görmek, kendimizi geliştirmek, okumak, araştırmak, üretmek, yeni fikirleri değerlendirmek ve birbirimizi daha fazla severek gelişebilecek bir şey iken, neden hala körü körüne yanlışlara doğru diyor veya birbirimize bu kadar agresif yaklaşıyoruz.. Manevi taraf bir yana tabi ki içindeki kutsal emanetler, tarihi alanlar, özellikle Ayasofya gibi elzem bir değeri elinde bulunduran Türkiye, jeopolitik konumu itibariyle de her dönemde dış güçlerin hedefi haline geldi. Türkiye haritası geçen seneden beri ve özellikle bu yeni yaşından itibaren yani 29 Ekim 2018’den itibaren açık düşmanlıkları belirgin bir şekilde yaşıyor. Yabancı güçler ekonomik krizi bir başlangıç olarak sunarken, Ekim sonundan itibaren ülkemizi her alanda sıkıştırmaya ve zorlamaya devam edecek, hatta ileri gitmeyi bile deneyecekler gibi görünüyor. Bu noktada Amerika’nın İran üzerindeki yaptırımlarına nasıl bir tepki vereceğimiz ve Suriye konumlanmamız bizim geleceğimizi şekillendirecek olsa da, yapabileceğimiz tek şey şu an devletimiz ve ülkemizin bu sıkıştırmadan bir an evvel kurtulmasını dilemek olacak. Eylül ayında, bu Yeniay ile birlikte ülkemizin varacağı yeni anlaşmaların Türkiye haritasına göre isabetli adımlar olduğunu içinde bulunulan ana göre söyleyebilirim; ancak dikkat etmemiz gereken şey bu adımların uzun vadede istikrarlı kalmayabileceği ve yine dost zannettiğimiz ülkelerin sonradan tavır değiştirebilecek adımlar atabilme olasılığına karşın kendi şartlarımızı çok iyi korumamız gereğidir. Başak Burcu ülkeler Astrolojisi’nde hastalıklar, işçi ve çalışanlar, devlet memurları, topluma hizmet edenler, evcil hayvanlar ve sağlık kuruluşların anlatırken, Türkiye haritasında ise Kuzey Ay Düğümü’nün yer aldığı Başak, yakın komşular, ülkeler arası anlaşmalar, ülkelerin iletişim trafiği ve araçları, haberleşme ve trafik alanını anlatır. Şarbon hastalığının gündeme gelmesi gibi, bu on gün boyunca gündem maddemiz bunlar üzerinden olacaktır. Yeniay sürecinde sinir sistemi ve bağırsaklar hassastır. Bu dönemde kaygı bozukluğu olanların doktor kontrolleri veya psikolog görüşmelerini atlatmamalarını öneririm. Sağlığınız için endişelenmek yerine doktora danışın. -Başkalarının hayatları hakkında endişe etmeyi durdurdun ve şu cümleyi tekrar edin. “Ben kurtarıcı değilim. Bu, O’nun kaderi…” Gökyüzü görünümleri genel süreci anlatırlar; ancak haritanızın aldığı açıları takip ederek kendi yolunuz hakkında daha sağlıklı yorumlar yapabilirsiniz. Astroloji ile İlgili Bilinmeyenler: -Astroloji fal değildir, zamanın kalitesini yorumlamaktır ve size “Ayrılacaksın” gibi cümleler kurmak yerine, “Bu tarihler arasında ayrılma ihtimalin olduğu için daha hoşgörülü davranman ilişkine iyi gelecek..” şeklinde yorumlar yapar. -Her Yeniay iyi enerjili değildir ve Yeniay anında Ay, Güneş tarafından yanık pozisyonda olduğu için, Yeniay zamanları niyet yapmak için uygun zamanlar değildir. Niyetler için en elverişli süreç Dolunay zamanlarıdır. -Her Merkür Retro, herkese eşit anlamda iletişim problemleri vermez; çünkü bazı insanlar haritalarında Merkür Retro enerjisi ile doğmuşlardır. -Dolunay gününe yaklaşan bir iki gün ve uzaklaşan bir iki günde tüm dünyada insanların daha sinirli ve agresif davranışlar gösterdikleri gözlemlenmiştir. -Haritasında Yengeç Burcu ağırlığı olan ya da Güneş’i, Yükselen’i, Ay Burcu Yengeç olanlar Dolunay zamanlarından daha fazla etkilenme eğilimindedirler. -Satürn her zaman kötü değildir. Satürn transitleri hayatınızdaki verimsiz iş ve yararsız kişilerden kurtulup, ruhsal olarak olgunlaşmanıza sebep olan yararlı dönemlerdir. Sadece bunları deneyimlerken size zorlayıcı hissettirebilir. Astroloji’de Satürn’den daha zorlayıcı olan gezegen savaş ve hırs gezegeni olan Mars’tır. -Yorumların hiçbiri Ay Burcunuza göre yapılmaz. Yükselen ve kendi burcunuzu okumanız size yardımcı olur. Ay Burcu, kişinin duygularını yaşama şeklini ve nasıl rahat hissettiğini anlatırken, yükselen burç dışarıya gösterdiği yüzü yani sosyal maskesi, burcu ise kendi içinde ve özelinde nasıl davrandığını anlatan alanlardır. -Takip ettiğiniz yorumlar her zaman genel etkileri anlatmakta olup, herkesin doğum anına göre çıkarılan haritası, sizin hangi süreçte olduğunuzu en doğru şekilde anlamanıza yardımcı olan asıl faktördür. Read the full article
0 notes
Text
Alerjik Problemlerin Toplumda Yaygınlığı ve Nedenleri
Şifahane Sağlıklı Yaşam Merkezi http://www.sifahanemerkezi.com/alerjik-problemlerin-toplumda-yayginligi-ve-nedenleri/
Alerjik Problemlerin Toplumda Yaygınlığı ve Nedenleri
Çocuklarda görülen alerjilere karşı hassaslıkla ilgili çalışmalarda sonuçlar oldukça ciddidir. Büyük şehirlerde yaşayan çocukların %30 unda sebebi bilinmeyen atopik hipersensivite mevcut,%12 sinde alerjik rinit, %10 unda egzama ve %5 inde astım rahatsızlığı görülmektedir. Ancak burada önemli olan şikayetlerin ve klinik tablonun farklı farklı olması deyil, bu rahatsızlıkların altında yatan hastalıklara, şikayetlere sebep olan etmen in aynı kaynaktan olduğudur. Yukarıdaki dört hastalıkta menşeyini aynı yerden almaktadır. Örnek süt intoleransı olan çocuklarda alerjik reaksiyon kiminde egzama, ,kiminde tonsillit, kiminde alerjik bronşit, kiminde alerjik astım olarak zuhur edebilir, burada merkezde olan süt intoleransıdır, semtomların farklı oluşu organların zayıf halka olarak süt intoleransına verdiği cevaplardır. Alerji izole bir hastalık deyildir komleks bir tedavi gerektiren immun sistem hastalığıdır.
İmmunolojik reaksiyonu iki seviye üzerinden inceleyebiliriz.
1-Kalıcı viral yükler ve immunizasyon yükleri; bunlar,viral infeksiyonlardan sonra virüs kalıntıları(DND izleri ) bazı dokularda afiniteleri nedeni ile birikirler intolerans etki yapan gıdalarla birleşerek hapten oluşmasına neden olurlar. oluşan haptenleri vücut yabancı madde olarak algılar ve antikorlar oluşturarak kendisini korumak için reaksiyon gösterir hastalık oluşur.
2-Bağırsak florası bozulması; Bağırsak florası yada intestinal flora,intestinal eko sistem hiç bir zaman göz ardı edilemez .İntestinal florada dost ve (dost olmayan) patogen bakteriler bir denge içinde yaşarlar. simbiyotik(birbirlerinden faydalanarak ) .Herhangi bir nedenle denge bozulacak olursa, ister antibiyotik kullanımı sonucu, ister ağır metallerin toksik etkisi sonucu, ister endüstriel karbonhidratla meslenme neticesi , denge patogen bakteriler lehine bozulmaya başlayınca patogen olan mantar ürer.
Bu patogen bakterilerin bir tarafdan bağırsak duvarında koloni yaparak üremesi nedeni ile bağırsak hastalığı oluşturur.
Diğer bir etki üremesi sırasında oluşan toksinlerin kan dolaşımına geçerek dokularda birikmesi sonucu dokunun hassasiyetine bağlı hastalıklar oluşur.
Özellikle bağırsak cidarına yerleşen mantar immun sistemin gözleri olan peyer plakları üzerini kapatarak immuniteyi bozarak hastalık nedeni olur.
Bozulmuş mide bağırsak fonksiyonu nedeni ile mineral ve vitaminler amino asitlerin absorbsiyonu bozularak yetersizliğe bağli hastalıklar oluşur
I. Nörodermatit in Gelişiminde Rol Oynayan Çoklu Nedenler
Yapısal ve psikosomatik unsurlar
Eğer(alerji) nörodermatit hastadan alınan anamnezde otonom sinir sistemi üzerinde belirgin bir stres olduğu tespit edilir. Ve tedavi bu anlamda düzenlenmeli, harmonizasyon sağlanmalıdır. Bundan dolayı egzama hastalığının altındaki neden stres denmektedir. Buna yönelik ilaçlar verilmekte, faydası olmakla birlikte yetersiz bir tedavidir. Valerian türü ilaçlar çocuklara stres için verilebilir. Bu ilacı alan çocuklar daha uzun süreler konsantre olabilmekte ve böylece okul performanslarında iyileşme görülmektedir.
Yetişkinlerde görülen nörodermatit vakalarında sorunun kaynağı genellikle simpatik ve parasyipatik yada yin ve yang arasındaki dengesizlikten kaynaklanır. Yin ve yang arasındaki dengesizliği yok etmedikçe tedavi de başarı sağlamak mümkün olmaz.
Sağlıklı bir bireyde (yin ,yang ) otonom sinir sistemi ahenk içinde olmalıdır.
Sistemik Yükler
a. Jeopatik Stres
b. ‘Elektrokirlilik , her ikiside etkisini sempatik aktiviteyi artırarak yapar.
Elektro-kirlilik nörodermatitte sorun gibi olan sempatik aktiviteyi artırarak etkili olur. Bu nedenle büyük önem taşır. Elimizden düşürmediğimiz, gece uyku da dahi yanımızda ve yatağımızda olan cep telofonları, bilgisayarlar ,elektronik aletler daimi olarak elektro kirlilik yayar ve strese neden olarak alerjiyi tetikler.
Bulunduğu yere elektrik enerjisi radyasyon yayan elektrostres (Elektro-kirlilik), gece boyunca terlemeye neden olur. Kaşıntı oluşmasını önemli oranda arttırır.
Jeopatik stresle beraber elektro-kirlilik tüm OSS (Otonomik Sinir Sistemi)’ni irite eder. Çocuklarda huy değişikliğine neden olurlar. Bazıları ulaşılamaz, içine kapanık ,konuşmayan kontak kurulamayan depresif yapıda cocuklar, bazıları agresif, hırçın, kavgacı karakterde olurlar. Bazılarında da hiperaktivite sendromlu tip geliştirebilir.
Bu türden çocukları ayırt etmek kolaydır çünkü stres bölgesinden kademeli olarak çıkıp sabaha karşı yatağın bir köşesine kıvrılıp uyuya kalırlar.
Enürezi (gece yatağa işeme) başka bir belirleyici olabilir.
Buna göre, doğal olarak; bebek telsizleri, yaylı yataklar, su yatakları, duvarlarda büyük aynalar aynalar, cep telofonları, bilgisayarlar, televizyon, digital telefonlar uyuma alanınının yakınında bulundurulmaması gerekir .Uykuda odada mümkünse ışıklar söndürülmeli.
c. Asidoz
Her alerjik rahtsızlık, bir sempatik aktivitenin yükselmesi sonucu olur(Yang Yin e oranla yükselmiştir).Başka bir deyişle yang durumu asit-baz dengesini asitik tarafa kaydırmıştır. Her alerjik hastalıkta vücut asidik tarafa kaymıştır. Alerjik vakalardan sabah alınacak idrar örneğinde idrar pH 6’dan düşük olacaktır. Hastaya öncelikle histamin salınımını azaltmak, kaşıntıyı engellemek gerekir, bunun içinde sözü edilen bu pH değerini bazik tarafa kaydırmak gerekir. Sabah idrarının pH değerini 6.8-7.4 aralığına çıkarabilmek amacıyla hastaya yaklaşık 200 ml saflaştırılmış su içine 1 tatlı kaşığı veya fazla baz(yemek sodası )karışımı ekleyip her akşam yatmadan önce içilmelidir.
Oetinger’e Göre Baz Karışımı 430g sodyum bikarbonat, 25g kalsiyum sitrat, 25g potasyum sitrat, 10g magnezyum sitrat, 10g kalsiyum fosfat .
d. Mezenkim ve Retiküloendotelyal sistem (RES)
Asidoz mezenkim hücreleri arası sıvının bazik olması gerekir. Bazik ortamda hücreler arası besin, iyon alış verişi iyidir. Hücre içi metobolizma sonucu oluşan atıklar hücreler arası intersitiel aralığa boşaltılır. Buradan genel dolaşıma geçerek dışarı atılır. Eğer intersitiel aralık asidik olursa burası jel kıvamındadır dolayısı ile atıklar iyi bir şekilde dışarı atılamaz ve biriken atıklara karşı reaksiyonlar gelişerek hastalıklar zuhur eder.
e. Ağır Metaller ve Diğer Antagonistler
Nörodermatit hastası insanların yaklaşık %80’i ağır metal yükü altındadır. Baş suçlular Cıva (Hg), Kadmiyum (Cd) ve Kurşun (Pb)’dur. Ağır metalle vücudumuza sindirim, solunum ve temas yolu ile girerler. Sindirimle giren toksik metaller bağırsakta bulunan iyi bakterileri toksik etkileri ile yok ederler. Mantarların bağırsakta tutunmasına ve üremesine yardım ederler (Mantarlar üzerine etkileri yoktur).Böylelikle disbiyisis yolu ile hastalıklar oluşur.
Ağır metaller metabolizmada eser elementlerle yarışa girerek eser elementlerin yerine geçer ve bir çok enzimin yapısını bozarak metobolik faaliyetleri bozarak zarar verir.hastalık nedeni olur. Çinko (Zn), demir (Fe) ve bakır (Cu) gibi imünolojik olarak önemi olan metallere engel olduğundan, bir çok enzimin faal hale geçmesini engellediğinden ağır metaller konusu büyük önem taşır. (örneğin sadece Çinko inhibisyonunda 140’tan fazla enzim etkilenmektedir)
Genel kural: Hg, Cd, Pb maddeleri Cu, Fe ve Zn maddelerinin inaktif olmasına neden olur
Egzama hastalarının tamamında değişik oranlarda Çinko eksikliği tespit edildiğinden çinko takviyesi yapmak gereklidir. Nikel, krom ve kobalt metal grubu da önem taşımaktadır. Bu metallerin nörodermatit hastalığını tetiklerler. Erkekler genellikle krom intoleransı geliştirirken kadınlar da genellikle nikel intoleransı geliştirir.
Arsenik, alüminyum ve berilyum maddeleri de önde gelen suçlular arasında sayılabilir. Bunların kaynağı ağırlıklı olarak katı atık yakma tesisleridir.
Ağır metaller bağırsakların mukoza membranları üzerinde toksik bir etki yaratır ve böylece: a. Mantarların yerleşmesi kolaylaşmakta b. makro moleküller bağırsak duvarlarından daha kolay geçebildiğinden olası herhangi bir alerjik reaksiyon güçlenmektedir
3. (Gizli) Temel Alerjenler
Bu alerji türlerinin, geleneksel IgE alerjilerine kıyasla patojenik düzeyde sorun çıkarmaya daha yatkın oldukları anlaşılmıştır.
Gerçek sorun teşkil edenler sadece süt ve buğday/spelt dir (ve belli bir orana kadar diğer tüm tahıllar). Sözü geçen tahılın binyıllar süren bir optimizasyon sürecine maruz kalması; bu sürecin protein yapılarında değişikliğe neden olması ve dolayısıyla bağışıklık sistemini rahatsız etmesi, bu durumun açıklaması olabilir. Bu ‘tarihöncesi’ gıdaların beden sistemine genetik olarak kilitlenmiş olduğu söylenebilir.
Bu maddelere gizli denmesinin nedeni, intolerans sözkonusu maddenin belirli bir dönem katiyetle kullanılmaması ve ardından tekrar kullanılmaya başlanmasıyla ortaya çıkmasıdır. Örneğin, süt intoleransı olan bir hastanın mandıra ürünleri tüketmesini tamamen engellerseniz semptomlar büyük olasılıkla daha da kötü olacaktır. Böylelikle hastada, uyuşturucuyu bırakma aşamasında olan bir bağımlının geri-çekilme (yokluk sendromu) belirtilerinde olduğu gibi alerjene karşı engel olunamaz bir istek ortaya çıkmaktadır. Yaklaşık beş gün boyunca alerjenin hiç tüketilmemesi ve ardından tekrar yenmesi sonucu çok ciddi tepkilere neden olabilir. Tepkiler çoğunlukla deri ve de bağırsaklarda kendini gösterirken, bedenin tümünde kötü-hissetme hali gelişmesi olasılığı yüksektir. Alerjenlerin belirlenmesi bu sayede olmaktadır ve bir anlamda tüm alerjenleri ortaya çıkarmak için kullanılabilir.
Peki IgE alerjilerine kıyaslandığında, gizli alerjenlerin patojenik potansiyeli neden bu kadar yüksek ve beden üzerindeki sistematik etkisi nasıl bu kadar ciddi olabiliyor? Selye’ye göre bunun nedeni gizli alerjenlerin baskısı altında olan bağışıklık sisteminin tekrar tamir etme hali içinde olmasıdır.
Bu adaptasyon süreci imünolojik rezervlerden sürekli olarak kaynak emer ve ortaya çıkan eksiklik akut sorunlarla kısmi olarak yetersiz derecede baş edilmesine neden olur. Başka bir deyişle, bağışıklık sistemi üzerinde daima ek bir yük bulunur. Bu husus alerjenin nötrleştirilmesi dahil çok büyük önem taşır.
4. Gıda İntoleransları
Süt Etkileri
Doğum sonrası altı hafta emzirilen bir bebeğe ilk defa inek sütü verildiğinde, bebeğin süt intoleransı varsa kusma ve ishal semptomları baş gösterir. Bu semptomlar bir süre sonra yok olabilir ve süte tolerans varmış gibi görünebilir. Gerçekte ise ortaya çıkan hayli kuşkulu bir alışma sürecidir ve bundan böyle bedenin bağışıklık sistemi üzerinde daimi bir yük bindirecektir ki; böylelikle tüm edinilmiş yapısal ve kalıtsal zayıflıklar kendilerini daha kolay ortaya çıkarabilecek duruma gelirler. Bu durum temel alerjenlerin poli-morbiditesini açıklamaktadır. Bu türden çocuklar erken yaşlarda orta kulak enfeksiyonları ve kulak polipleri geliştirirken; ilerleyen yaşlarda da sürekli tekrar eden bademcik sıkıntısı çekerler. Ergenlik dönemindeyse migren ortaya çıkabilir. Yetişkinlik dönemindeyse, çoğunlukla sinüzit ve bununla bağlantılı sorunlar yaşarlar. Bu enfeksiyonlarsa daha sonra gelişecek hastalıkların temelini oluşturabilir. Tüm bu belirtilerin tek nedeni tek başına süt intoleransıdır!
Not: Bebeğini emzirmekte olan, laktoz intoleranslı bir annenin de hiç süt içmemesi gerekir çünkü genel olarak alerjenlerin bir çoğu anneden çocuğa emzirilen anne sütünden aktarılmaktadır.
Buğdayın Etkileri
Normal koşullarda buğday kaynaklı nörodermatit, sadece iki yaşın üstündeki çocuklarda gözlemlenebilir. Cocuk buğday ürünlerini ilk kez tüketmeye başladıktan bir süre sonra ortaya çıkar.
Ne yazık ki, kılçıksız buğdayın da alerjenler arasında listelenmesi gerekmektedir; çünkü buğday gibi bu tahılında verimliliğini arttırmak için yapılan çalışmaların doğrudan bir sonucu olarak hipo-alerjenik özelliklerini yitimiş olması sözkonusudur. Tahıl intoleransı da ilerleyen yaşlarda bronşit, astım veya romatizmal artrit şeklinde kendini gösterebilir. Esasında buğday ve süt intoleransları kendilerine has spesifik lokal etkilere bile neden olabilmektedir.
SÜT:Bademcikler dahil kafa bölgesi tutar. BUĞDAY:Aşağı solunum yolları, akciğerler ve de eklemleri tutar.Eğer süt ve buğday yapısal alerjenler olarak kabul edilirse aşağıdakiler içinde etkili oldukları anlamına gelir. Süt ve buğday Mezenkim, Kişilik, Yapı içne girmiştir. Bu da söz konusu alerjenlerin ortadan kaldırılmasının neden bu denli zor olduğunu açıklamaktadır. Gerçekten etkili olacak terapi yapısal terapiyi içermelidir
DAHA FAZLA BİLGİ ALMAK İÇİN TIKLAYINIZ; Alerji nedir ve nasıl tedavi edilir?
UYARI! www.sifahanemerkezi.com, www.ilacsiztedavimerkezi.com, www.recepcelik.com.tr internet sitelerinde yayınlanan yazı, kısmen resim ve videoların her türlü hakkı Şifahane Sağlıklı Yaşam Merkezi’ne aittir. İzin alınmadan, kaynak gösterilerek dahi iktibas edilemez.
#Alerjenler#alerji#alerji türleri#Alerjik Problemler#atopik hipersensivite#BAĞIRSAK FLORASI#Çocuklarda görülen alerji#gece yatağa işeme#Gıda İntoleransları#intolerans#Temel Alerjenler#viral infeksiyonlar#ALERJİ#BAĞIRSAK MANTARI#GIDA İNTOLERANSI#Hastalıklar#Sağlık Rehberi#Soru-Cevap#Tedaviler
0 notes
Text
Bir Şizofreni Anlamak
Hayatı boyunca bir çok şizofreni hastası görmüş ve onlarla iletişimde bulunmuş birisi olarak şizofreninin ne olduğu hakkında bildiklerimi size anlatmak istiyorum. Herkesin bildiği gibi şizofreni bir akıl hastalığıdır. Genelde neden olduğu bilinmez. Ancak şizofreniye sebep olan bir takım sebepler mevcuttur. Bunlardan bir tanesi genetik olabiliyor. Diğer sebebi beyindeki dopamin hormonunun fazlalığıdır. Ancak dopamin hormonunun fazla olması kişiyi şizofren yapmak için yeterli değildir. Çoğunlukta fazla görülse bile bazı şizofrenlerde dopamin azlığı da görülmüştür. Bir diğer sebebi kullanılan kötü maddelerdir. Depresif durumlar sebebiyle tedavi gördüğüm hastanede tanıştığım bir arkadaşım vardı. Kendisi Şizofreni hastasıydı. Ama onu şizofren yapan şey esrar, eroin gibi maddelerin yoğun kullanımı sonucunda oluşan sebeplerdi. Yani tıp dünyasında kanıtlanmış bir gerçektir ki bazı maddeler insanı bir süre sonra şizofren yapacak kadar zarar verebilir. Bu sayılanlar şizofreninin bilinen sebepleridir. Ancak temelinde tam olarak neden başladığı henüz tam bilinmemektedir. Şizofreni akıl fazlalığı ya da akıl geriliği demek değildir. Şizofren bir hastanın zeka seviyesi normal bir insanla eşit olabilir, daha fazla olabilir ya da daha az da olabilir. Zeka seviyesi ile şizofreni hastalığının hiçbir alakası yoktur. Hayatımda gördüğüm ilk şizofreni hastası ilk yattığım servisteydi. Onu ilk gördüğüm an farklı olduğunu anlamıştım ama şizofreni hastası olduğunu bilmiyordum. Zeka geriliği vardı ve bu çok belli oluyordu. Gece olduğu zaman korkuyordu ve güvenliklerin gelip ona tecavüz ettiğine inanıyordu. Gündüz olduğunda bir sır gibi insanların yanına yaklaşıp durumu anlatıyor ve yardım istiyordu. Kuralları algılayamıyordu. Ne yapıp ne yapmaması gerektiğine çok fazla karar veremiyordu. Başkalarının kaldığı odalara girmek yasak olduğu halde içeri giriyor ve insanların eşyalarını alıp kullanabiliyordu. Genelde depresif bir ruh hali meydana gelmiyordu. Tam aksine gayet neşeliydi. Servisin koridorunda yangın tüpleri vardı ve bu tüpler plastik camlarla kapatılmıştı. Gerçek cam kullanılmamıştı çünkü servis psikiyatri servisi olduğu için cam yasaktı. Bir gün bu arkadaşım koridorda gezerken plastik camı kırdı ve koridordaki başka bir arkadaşımızı rehin aldı. Elindeki plastik ile onun boynundaki damarı keserek onu öldürmekle tehdit etti. Orada sessiz oda denen bir yer var. Sessiz oda’da sadece minderler ve süngerli duvarlar var. Birisi bir şey yaptığı zaman oraya kilitliyorlar. Bu arkadaşımıza müdahale edip sessiz odaya kilitlediler. Sessiz oda’dan çıkabilmenin tek bir yolu vardır. O da artık sakinleştiğine ve artık etrafa da kendine de zarar vermeyeceğini tedavi ekibine inandırmaktır. Aksi halde açlıktan da ölseniz, susuzluktan da ölseniz ne olursa olsun oradan çıkmanın bir yolu yoktur. Bu rehin alma işini neden yaptığını hiçbir zaman anlayamadık. Bir süre sonra hiçbir şey yokmuş gibi davrandı. Hatırlayıp hatırlamadığını bile konuşmadık. Servis içinde hastalıklar ve olan olaylar hakkında konuşmak yasaktı. Ancak bunu gizli bir şekilde yapabilirdik. Ancak yapmak istemedik çünkü bunun hakkında konuşmak hastayı yeniden bir krize sürükleyebilirdi. O bundan hiç söz etmedi. Bizde etmedik. Hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum ama bana hatırlamıyormuş gibi gelmişti. Çünkü rehin aldığı arkadaş ile hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ediyordu. Sessiz Oda’ya kilitlenen o değilmiş, bunları o yapmamış gibi davranıyordu. Yaptıklarının farkında değildi, normal hayata ve kurallara adapte olamıyordu. Bambaşka bir dünyada gibiydi. Ama hissediyordu, yaşıyordu. Kendi dünyasında yaşıyordu ama yine de yaşıyordu. Korkunç bir dünyada yaşıyordu. Aramızdaydı ama aramızda değil gibiydi. Bakın tamam güvenlik ona tecavüz etmedi buna ben şahidim. Öyle bir şey geceleri asla olmadı. Ve her yerde kamera vardı. İddia edilen durum da oldukça ciddi bir suç. Ama bu önemli değil onun için anlıyor musunuz? Bu gerçek değil ama onun için gerçek. O bunu dünyasında yaşadı. Gerçekten yaşadı. Bizim dünyamızda değil ama kendi dünyasında yaşadı. İftira atmıyor, yalan söylemiyor, sadece çare arıyor. Ama bizim dünyamızda olmayan bir olaya müdahale edemiyoruz. Bu yüzden bununla kendisi baş etmek zorunda kalıyor. Biz bilmiyoruz ama o yaşıyor. Biz bilmiyoruz ama o hissediyor. Bizim dünyamızda bu olayın olmamış olması onun için hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü onun dünyasında bu oldu.
Bu benim gördüğüm ilk şizofreni hastasıydı. Geri kalan gördüğüm hastaların sıralamalarını tam hatırlamıyorum. Kaçıncı olduğu da önemli değil zaten. Bir şizofreni hastasıyla tanışmıştım. O sanırım zaman geçirmiş olmama rağmen şizofren olduğunu anlayamadığım tek şizofreni hastasıydı. Yaşlı bir dedeydi. Çok tonton, çok tatlı ve çok nazlı bir dedeydi. Sürekli şikayet ediyordu. Yürüyemiyorum diyordu. Yürüteç verdiler. Başka şikayetlerde bulundu. Çözmeye çalıştılar. Dedeyi bir türlü memnun edememişlerdi. En sonunda eşi ziyaretine geldi ve eşi hakkında şikayet etmeye başladı. Bu kadın maaşımı alıyor paramı yiyor kaç yaşında adamım parasız geziyorum diyordu. Bir an için gerçek sanmıştım. Yani gerçekten kadının kötü birisi olduğunu falan düşündüm. Ta ki o dedenin şizofreni hastası olduğunu ve akli denge sebebiyle vasisinin eşi olduğunu öğrenene kadar. Hayatımda hiç öyle bir şizofren görmemiştim. Şizofren birisi genelde kendini belli eder. Ancak o dede hiç etmemişti. Tabiki bu örneklerden anlaşılması gereken en önemli şey de hastalık dereceleri. Dede belli etmeyecek kadar iyi durumdaydı ancak ilk hastanın hastalık seviyesi çok ileri olduğu için durum daha farklıydı.
Bir başka şizofreni hastasından söz etmek istiyorum. Mekanların ve kişilerin gerçek isimlerini vermek istemediğim için hiçbir isim kullanmadan yazmaya çalışıyorum. Bir gün hastanenin bahçesindeydim. Başka bir şehirden başka bir şehire depresif halim için çare bulmaya gelmiştim. Dünyam düzelsin istiyordum ve yaşayamayacak kadar huzursuzdum. Tam bir depresyon modundaydım. Çok yoğundu. Hastane, ruh ve sinir hastalıkları üzerine kurulmuş hastanelerden birisiydi. Acilinde bir kadını bağlamışlardı. Kadın olay çıkartmıştı. Ambulans ile gelmişti. İki kızı vardı. Ağlayarak acil servisin orada konuştuk. Yanımdaki annelerine ne olduğunu sordu. Ben ise bunu sormamıştım çünkü o arada içim parçalanıyordu o manzara yüzünden. Kızları annesinin şizofreni hastası olduğunu söylediler. Durumundan bahsettiler. Ben kendi doktoruma girdiğimde intihar riski yüzünden yatış verdi. O kadınla aynı koğuşa yattık. Normalde bazı hastanelerde hastalıklarına ve derecelerine göre ayırırlar. Ancak o hastanede tek bir kadın koğuşu var ve bütün bayan hastaları oraya karma bir şekilde alıyorlar. Bir gün koridorda gezerken o kadın önüme dikildi ve neden beni takip ediyorsun diye sordu. Ne söyleyeceğimi şaşırdım. Beni takip ediyorsun, kapıyı açtığımda kapı açıyorsun, kapattığımda kapatıyorsun, peşimden geliyorsun demeye başladı. Ne söylesem dinlemeyeceğini bildiğim için cevap vermeden odama girdim. Onu takip etmiyordum. Kendi depresyonumla uğraşıp nasıl hayatımı düzeltebileceğimi ya da nasıl ölebileceğimi düşünüyordum. Ama bunun bir önemi yok. Çünkü onun dünyasında ben onu takip etmiştim, onunla aynı anda kapıları kapatıp açarak ona gizli ve tehlikeli mesajlar vermiştim. Ben onu takip eden biriydim. Gerçekte böyle olmamamın hiçbir önemi yok. Çünkü onun dünyasında ben böyle biriydim. Ve onun için kendi dünyası dışında hiçbir şeyin önemi yoktu. Onun dünyası onun sahip olduğu ve gerçekliğine sarsılmaz bir biçimde kör kütük inandığı tek dünyaydı.
Gördüğüm şizofreni hastalarından birisi de çok tatlı bir kızdı. Zararını hiç görmedim. Görenin korkacağı bir haldeydi ancak karşıdan bakmak yerine yanına yaklaştığında şefkatle kucaklayacağın birisiydi. Bilinçsizce bir çok şey yapıyordu ancak zararsızca yapıyordu. Kendi kendine konuşuyordu, sürekli bir transta gibiydi. Beyaz güvercinler gördüğünü iddia ediyordu. Onları bizim görmediğimizi asla anlamıyordu. Bu yüzden kalkıp güvercinleri sevmeye ve beslemeye ��alışıyordu. Aniden şarkı söyleyip bağırarak dans etmeye başlıyordu. Bir an anadan doğma soyunup etrafta öyle geziyordu. Başka bir an bulduğu her şeyi giyip her yerini kapatmaya çalışıyordu. Geceleri aniden yatağından kalkıp başkalarının yatağına geliyor ve onlara sarılarak uzanmak istiyordu. Normalde görevliler böyle bir şeye asla izin vermez. Onlar fark edene kadar kalıyor, bazen ise fark etmeleri uzun sürdüğünde aniden modunu değiştirip kendi yatağına gidiyordu. Yatak odasının zeminine geceleri daire şeklinde idrarını yapıyordu. Uyarıldığı zaman özür diliyordu. Söz dinleyeceğini anlatıyordu. Kendini açıklamaya çalışıyordu. İnsanların ondan nefret etmesinden çok korkuyordu. İnsanlar onu sevsin ve bir sürü arkadaşı olsun istiyordu. Onun dünyasında güvercinler vardı. Evet gerçek dünyada önünde güvercin falan yoktu ama bu önemli değil. Onun güvercinleri vardı işte. Biz görmesekte onun güvercinleri vardı ve o onları besleyip seviyordu. Mutluydu. Güvercinleriyle çok mutluydu. Güvercinleriyle birbirlerini seviyorlardı ve birbirlerine haber yolluyorlardı. Önemli olan tek şey de buydu onun için zaten. Gerçek dünya ile pek işi yoktu. O gördüğüm en ileri seviye şizofreni hastasıydı. Onunla neredeyse bir şey konuşmak imkansızdı. Bazen öylesine kayboluyordu ki bizi duyamadığına emin oluyordum. Onun kendi dünyasından başka hiçbir şeye yer yoktu hayatında. Kimseye de kendi dünyasından bahsetmezdi. Eğer onun ilgisini çekeceği sorular bulursanız ya da sizinle konuşmak isteyeceği zamanlar olursa ancak o zamanlar bir iletişim söz konusu olabilirdi. Gerçek dünyadaki insanlarla ne zaman konuşacağını ne zaman konuşmayacağını kendi seçiyordu. O istemediği zaman ona ulaşmanız mümkün değildi. Çünkü çoğu zaman bedeni bizim aramızda dolaşsa bile bambaşka bir dünyada yaşıyordu. Aramızda dolaştığından haberi bile yoktu. Kendi dünyası vardı, kendi ortamları, kendi arkadaşları. Ve genelde onlarla takılırdı. Onlarla zaman geçirirdi. O insanların gerçek olmamasının hiçbir önemi yok. Çünkü ona göre gerçek olmayan biziz ve gerçek olan onlar. Yazabileceğim daha çok örnek var ancak geri kalanları başka zamana saklıyorum. Bir şizofreni hastası için önemli olan sizin ne düşündüğünüz ya da neyin gerçek olduğu değildir. Bir şizofreni hastası için önemli olan sadece kendi dünyasıdır. Şizofreni geçebilen bir hastalık mıdır? Hayır. Şizofreni asla tamamen geçmez. Ancak ilaç ile kontrol altına alınabilir. Şizofreni hastası birisi gerçek hayata adapte olabilir mi? Tabiki. Ama bu sandığınız kadar kolay bir iş değildir. Gerçekten uğraş gerektiren bir şeydir. Her şeyden önce onun dünyasına girmelisiniz. Dünyasını öğrenmelisiniz. Dünyasında bir yer edinmelisiniz. Onun dünyasına dahil olabilmek için izin istemeli ve ulaşmaya çalışmalısınız. Bir şizofreni hastasına yaşadığı her şeyin gerçek dışı olduğunu ve bunu kabul etmesi gerektiğini söylerseniz ona asla yardım edemezsiniz. Sadece kendinizden ve tedaviden uzaklaştırırsınız. Şizofreni hastaları topluma karışabilir, yararlı şeyler başarabilir. Gerçek ve düzgün bir tedaviyle bizim gibi yaşayabilir. Tam anlamıyla bizim yaşantımıza sahip olamazlar ancak bize benzer yaşayabilirler. Ben çok zeki şizofrenlerde gördüm, zeka geriliği olan şizofrenlerde. Dediğim gibi, şizofreni bir insanın zekasının seviyesini belirlemez. Çok zeki şizofrenler çok zekice işler başarabilirler. Kendi dünyalarını resmetmek isteyen şizofrenler harika ressam olabilirler. Şizofreniden muzdarip bir çok hasta sağlıklı insanların yapmayı başaramadığı şeyleri başarabilirler. Ancak bunun için onun dünyasına girip kendi dünyamıza davet etmemiz gerekir. Davet etmeden önce davet edilmemiz gerekir. Onun dünyasını anlamalıyız, öğrenmeliyiz. Tıpkı uzaydan gelen ve dünyadan gelen iki insangibi. Ya da Amerika ile Afganistan’dan gelmiş iki yabancı gibi. Ona kendi dünyanızı onun diliyle anlatabilmelisiniz. Kendi dünyanıza davet edilmeyi dilemesini sağlayabilmelisiniz. Ona, kendi dünyasını bizim dünyamıza tanıtabileceğini ve bunun için bizim dünyamız için çok önemli olduğunu fark ettirebilmelisiniz. Ona dünyamızın onun dünyasını tanımaya ihtiyacı olduğunu ve bizim dünyamızda tek kural olduğunu anlatmalısınız. Tek kural, kendine ve hiçbir canlıya zarar vermemek. Ama bu birden olmaz. Mesela iki yakın arkadaşın evde ziyareti gibi olmalı. O sizi davet etti, dünyasını anladınız. Bir süre geçti ve size güveniyor. Ona neden birazda bizim evde oyun oynayalım mı diye sormazsınız ki? Ona odanızı gösterirsiniz, oyuncaklarınızı gösterirsiniz. Annenizin yemeklerini gösterirsiniz. Dışarı çıkar en sevdiğiniz yerleri gösterirsiniz. İkinizinde kişisel alanını görmüş olursunuz böylece. Aynı buna benziyor anlatmak istediğim şey. Önce onun dünyasına gidip öğreniyoruz ve sonra onu kendi dünyamıza davet ediyoruz. Beraber takılabileceğimiz yerleri keşfediyoruz, en sevdiğimiz etkinlikleri gösteriyoruz, en sevdiğimiz filmleri izliyoruz. Korkularımızı, şikayetlerimizi paylaşıyoruz. Bir süre sonra bu dünya arası ziyaretler sıklaşıyor. Ve eğer sevdirebilirseniz bir süre sonra sizin dünyanızda yaşamayı istemesine sebep bile olabilirsiniz. Hastalığı tamamen yok etmeniz mümkün değil. En azından şuanki bilim şartlarıyla. Ama hastayı hayata kazandırabilmek mümkün. Günlük işlerini halledebilecek duruma getirebilmek mümkün. Daha iyi hissettirebilmek mümkün. Sanata atılmasını sağlayabilmek mümkün. Bu yüzden yardım çok önemli. Hayat değiştirmek için doktor olmanıza gerek yok. Doktor olmadan da ruhsal ya da akılsal problemi olan insanlara yardım edebilirsiniz. Onların arkadaşları olabilirsiniz.
Tüm şizofreni hastalarının ve yardıma ihtiyacı olan tüm canlıların topluma katılabilmesi dileğiyle yardımın yüceliğini belirtmek istiyorum ve yazımı sonlandırıyorum:
En azından herhangi bir canlıyı kurtarmaya çalışan herkes, insanlık görevini yerine getirmeye çalışmış demektir.
0 notes
Text
Depresyon Hayatı Nasıl Etkiler
https://bilmisler.com/depresyon-hayati-nasil-etkiler/
Depresyon Hayatı Nasıl Etkiler
Depresyon halk arasında zaman zaman girilen çok büyük moral bozuklukları olarak algılansa da; aslında depresyon algılandığından çok daha farklıdır. Depresyon aslında bir hastalıktır ve depresyon hastalığından kaynaklı olarak moral bozuklukları, can sıkıntıları, üzüntüler, mutsuzluklar, umutsuzluklar, hayal kırıklıkları, geçimsizlikler birbirini takip etmektedir. Aslında yaşadığınız kötü şeylerin birçok sebebi depresyon hastalığıdır.
Depresyon hastalığının anlaşılması için öncelikle durumların kontrol edilmesi gerekmektedir. Depresyon tamamen ruhsal bozukluk olarak kendini göstermemektedir. Vücutta olan bazı değişikliklerle de kendini göstermektedir. Depresyon hastalığının gösterdiği ruhsal bozukluklar; sürekli ağlama, sürekli düşünme, uyuyamama, uyku nöbetleri geçirme, sinir krizleri geçirme, öfke patlaması yaşama, öfke kontrolü yapamama, arkadaşlarla geçinememe, eş ile yaşanan çatışmalar, çevredeki kişiler ile bir türlü anlaşama gibi sorunlar aslında depresyon belirtisidir. Ancak halk tarafından ve kişi tarafından genel olarak buna karakter denmektedir. Oysa bunlar karakterden dolayı oluşan durumlar değil; depresyon hastalığının ta kendisidir.
Ayrıca depresyon yalnızca ruhsal bozukluklarla da ortaya çıkmamaktadır. Depresyon hastalığının başka belirtileri ise; kabızlık, ishal, kusma, mide bulantısı, yutkunma zorluğu çekme, baş ağrısı gibi sebeplerde depresyon belirtisi olabilir. Bunları devamlı olarak tekrar etmesi depresyon hastalığını büyük ölçüde göstermektedir.
Depresyon hastalığı yalnızca bir hastalık değildir. Depresyon hastalığı hayatımızı da çok etkilemektedir. Depresyon hastalığı olan bir kişinin yaşam standardı da fazlasıyla düşmektedir. Çünkü depresyonun yarattığı geçimsizlik ve uyumsuzluk kişinin çevresiyle anlaşamamasına sebep olmaktadır. Yine depresyonun yaratmış olduğu aşırı sinir ve stres de kişinin mutsuz olmasına, sürekli olarak düşüncelere dalmasına sebep olmaktadır.
Depresyon ile ilgili ve depresyon hastalığı ile ilgili daha fazla bilgi almak için mutlaka bir uzmana başvurmalısınız. Ayrıca bu tip belirtilerle karşılaştığınızda farklı bahaneler aramayarak ilk depresyon hastalığından şüphe etmelisiniz.
#depresyon#depresyon durumu#depresyon ve yaşam#depresyonnun yaşantıya etkisi#depresyonun hayata etkisi
0 notes
Text
MS hastalarına koronavirüs uyarısı
Beykent Üniversitesi Tıp Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Ceyda Hayretdağ, 25 Mayıs Dünya MS Günü öncesi, MS (Multipl Skleroz) hastalığının teşhisi, riskleri, semptomları ve tedavisine ilişkin açıklamada bulundu. MS’in beyin ve omurilik (merkezi sinir sisteminin) hastalığı olduğunu belirten Dr. Hayretdağ, ”MS, beynin görme, konuşma, yürüme gibi fonksiyonlar üzerindeki kontrol kabiliyetini bozar” dedi.
Hastalığa ”Multipl” denmesinin, beynin ve omuriliğin birçok farklı alanı etkilenmesinden kaynaklandığını belirten Hayretdağ, hastalıktaki belirtilerin hafif veya ağır olabildiğini ya da belirtilerin aniden ortaya çıkıp, yine aniden kaybolabileceğini vurgu yaptı.
“ÇARESİZ BİR HASTALIK DEĞİL”
Nöroloji Uzmanı Dr. Hayretdağ, MS hakkında, bireylerin bazı yanlış bilgiler karşı dikkatli olması gerektiğini belirterek, şu ifadeleri kullandı:
“En kısa tabirle MS, bir akıl hastalığı değildir. Bulaşıcı bir hastalık değildir. Henüz önlenebilir bir hastalık değildir. Çaresiz bir hastalık değildir. Tedavi edilebilir bir hastalıktır. MS’li kişilerin çoğunluğu hayatlarına devam edip çalışabilirler.”
“KADINLARDA DAHA SIK GÖRÜLÜYOR”
Kimlerin MS hastalığına yakalandığının net bir cevabı olmadığını hatırlatan Dr. Hayretdağ, ”Ancak, kimlerin yakalanma olasılığının daha yüksek oldu��unu söyleyebiliriz. Özetlemek gerekirse; 20-40 yaş arası bireyler ılıman iklim kuşağında oturan bireylerde daha sık görülüyor. Ayrıca kadınlarda, erkeklere oranla daha sık görülüyor. Ancak, bu durum hamilelikle ilgili değil” diye konuştu.
Hayretdağ, MS’in belirtilerinin kişiden kişiye değiştiğini, aynı zamanda kişide zaman zaman değişkenlik gösterdiğine dikkat çekerek, ”Bunlar, çift görme veya gözün irade dışında hareketi, vücudun herhangi bir bölgesinin kısmen veya tamamen felç olması, ellerin titremesi, mesane ve kalın barsak kontrolünün kaybı, sendelenme veya denge kaybı, dilde peltekleşme gibi konuşma bozuklukları, aşırı halsizlik veya kendini alışılmamış biçimde yorgun hissetme, vücutta koordinasyon bozukluğu, uyuşma ve karıncalanma hissi, ayakların belirgin şekilde sürüklenmesi gibi semptomlar görülmektedir. Ancak tabi ki, belirtilerin her biri başka hastalıklardan da kaynaklanabilir. Nöroloji doktorunuza mutlaka danışmalısınız” diye konuştu.
“SEYRİ ÖNCEDEN TAHMİN EDİLEMEZ”
MS hastalığı için halen kesin bir tedavinin bulunmadığının da altını çizen Dr. Hayretdağ, şöyle devam etti:
”Yine de hastaların bağımsız, rahat ve üretken olmalarını sağlamak için çok şey yapılabilir. Özellikle ilaç tedavisi. İlaç tedavisi; MS’li hastanın ilaçla tedavisinin iki ana hedefi vardır. Birinci hedef, sinir dokusu içerisinde çoğu zaman hiç durmaksızın süren, miyelin ve akson (sinir teli) yıkımına neden olan ve zaman zaman alevlenen iltihabı süreci kontrol altına almaktır. İkinci hedef ise; hastanın şikâyetlerini ortadan kaldırmaktır. Örneğin; kas spazmı ve sertlikleri ortadan kaldırmak için kas gevşeticiler, idrar problemleri için mesane işlevini düzenleyen ilaçlar; yorgunluk için Modafinil veya benzeri ilaçlar kullanılır. Tedavide sürekli izlem çok önemlidir. Çünkü MS hastalığının seyri önceden tahmin edilemez, hastanın gereksinimleri değişebilir.”
“TAKİP VE TEDAVİ KİŞİSELDİR”
Bu sürece, MS hastaları ve onları takip eden nöroloji doktorunun birlikte başlanmasının, tedavinin rahat ve uyumlu bir şekilde geçirilmesini sağladığına vurgu yapan Dr. Ceyda Hayretdağ, ”Sık takip MS hastalık tedavi sürecinde çok önemli bir yer almaktadır. MS hastalığında takip ve tedavi kişiseldir. MS de hastalık yoktur hasta vardır” dedi.
Hayretdağ, günümüzde yapılan araştırmaların; MS’in sebebi, tedavisi ve önlenmesine ilişkin çalışmalar üniversitelerin destekleriyle yapıldığını söyleyerek, ”MS’in erken dönemde tanınmasını sağlayacak teşhis yöntemleri geliştirmeye yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Deneysel çalışmalarla da MS’in nedenine ve etkili ilaç araştırmalarına yönelik araştırmalar yapılmaktadır” ifadelerini kullandı.
MS VE COVID-19 İLİŞKİSİ
Türkiye’de yaklaşık 50 bin MS hastasının bulunduğu bilgisini paylaşan Dr. Hayretdağ, “Hastalığın neden kaynaklandığına dair kesin bir bilgi yoktur. Sadece bazı viral enfeksiyonların etkili olduğu görülmektedir. Bir virüsün, özellikle de covid-19 virüsünün, MS’e neden olduğuna dair bir veriye henüz rastlanmamıştır” dedi.
MS hastalığının bağışıklık sistemini hatalı çalışması nedeniyle ortaya çıktığını belirten Hayretdağ, “Covid-19 testleri pozitif çıkan MS hastalarının şu ana kadar, hastalığı diğerlerinden daha ağır geçirmediği görülmektedir. Ancak, yine de MS hastaları evden çıkmamaya gayret etmeli ve düzenli alışkanlıklarından vazgeçmemelidir” tavsiyesinde bulundu.
Kaynak: DHA
Bu Yazı MS hastalarına koronavirüs uyarısı adresinde ilk olarak yayınlanmıştır. BakNeDio.Com.
source https://baknedio.com/ms-hastalarina-koronavirus-uyarisi/
0 notes
Text
Difteri Kuşpalazı ve korunma Yolları
Difteri, ateş, halsizlik ve solunum güçlüğü ile seyreden kapsüllü bir bakterinin neden olduğu, en çok çocuklarda görülen bir enfeksiyon hastalığıdır. Bulaşma yolları Öksürme, aksırma ile havaya yayılan bakteri ağız, boğaz ve buruna yerleşerek enfeksiyona neden olur. Duyarlı bir kişide mikrop en sık olarak boğaza yerleşir, burada ürer ve toksin salgılar. Hastalanan her 10 kişiden 1’i her türlü tedaviye karşın solunum yollarının tıkanması , kalp yetmezliği ve felçler sebebiyle yaşamını kaybeder. Hastalığın görülme özellikleri Difteri, bilhassa ılımlı iklimlerde dünyanın her tarafında görülen bir hastalıktır. Güz ve kış aylarında görülme olasılığı artar. Hastalığın yaş ile ilgisi vardır. Yenidoğanların büyük bir çoğunluğu hastalığa bağışıktır. Hastalık ilk 6 ayda nadirdir. En fazla 2-5 yaşlarında görülür. 10 yaşına doğru bağışıklık oranı tekrardan artar. Büyük yaşlarda görülen ender vakalar ise hafifçe seyir gösterir. Aşının düzenli olarak uygulanmış olduğu ülkelerde difteri nerede ise ortadan kalkmış ve sıklığı ileri yaşlara kaymıştır.
difteri kuşpalazı korunmak kuş palazının belirtileri Difterinin kuluçka periyodu 1-7 gündür. Hastalık oluştuğu yere nazaran klinik tiplerine ayrılır. Difteri anjini (boğazda bademcik iltihabı belirtileri çevresindeki difteri): Hastalık en sık bu bölgede görülür. Hasar boğazda noktalar şeklinde adım atar ve 12-24 saat içinde beyaz veya grimtrak, yüzeyi düz, kaldırmakla kanayan bir zar haline dönüşür. Bu zar bademcik üstünde kalabilir yada her iki bademciğe, küçük dile, yumuşak damağa, yutak duvarına, buruna yayılabilir. Boynun her iki yanında bezeler difteri anjinine birlikte rol alan belirtilerdir. Klinik tablonun ağırlığı ve sistemik belirtiler toksemi derecesine bağlıdır. Nadir difteri lokalizasyonları Deri difterisi : Sınırları belirli ve kaidesinde membran bulunan bir ülser olarak belirir. Göz difterisi : Konjunktiva difterisi şeklindedir. Göz kapaklarını ilgilendiren bir kızarıklık vardır, sonrasında buna ödem (şişlik) ve psödomembran eklenmiş olur. Kulak difterisi : Dış kulak yolunda sürekli irinli bir akıntı vardır. Vajinal difteri : Ülseratif lezyonların ve yaraların birleşmesi şeklinde kendisini gösterir. Hastalığın neden olduğu kötü sonuçlar Difterinin neden olduğu kötü sonuçların sıklığı ve derecesi mikrobun zehirleme derecesi ve tedaviye başlama zamanına göre değişiklik gösterir. Ön planda kalp-damar ve sinir sistemini ilgilendirir. Toksik miyokardit : Ağır difteride derhal her vakada rastlanılan bir komplikasyondur. Kalp kasının iltihabıdır. Emareleri ilk 1-2 hafta içinde, kimi zaman de ilk günlerde ortaya çıkar. Miyokardit sık olarak kalpte iletim bozukluklarına neden olur. Dinlenme ile birinci kalp sesinin hafiflemesi ve hızlı atımı, miyokardit işaretidir. Ağır vakalarda miyokardit çoğunlukla ilerleyicidir. Difterili hastalarda ilk 3 hafta içinde en başta gelen ölüm sebebi kalp yetersizliğidir. Kalp komplikasyonları ilk 2 haftada çıkarsa erken, 3. haftadan 50. güne kadar görülürse geç olarak nitelendirilir. Felçler : Ağır difteri zehirinin sinir dokusuna yapmış olduğu zarar ile felçler görülebilir. Difteri felçlerinin karakteri simetrik ve ağrısız olmaları ve kalıcı hasar bırakmamalarıdır. Yumuşak damak felci, difteride en sık rastlanılan ve en erken gelişen felç tipidir. Anjinden 1-3 hafta sonrasında ortaya çıkar. Yutma güçlüğü, sulu gıdaların burundan gelmesi, burundan konuşma (hımhım konuşma) ile kendini gösterir. 1-2 haftada tamamen geriler. 3-6.haftalarda gözde göz merceğinin kendini ayarlamasını yapan kasların felci ile yakını görmede güçlük (okuyamama, iğneye iplik geçirememe). Hastalığın neden olduğu öteki kötü sonuçlar Difterili süt çocuklarında sekonder bronkopnömoniler (zatürre) sıktır. Bazı vakalarda geçici nefrit (böbrek iltihabı) belirtileri ortaya çıkabilir. Ender olarak plörezi (göğüs zarının iltihabı), apseleşen lenfadenitis (lenf bezi iltihabı; çoğu zaman streptokoksik) gelişebilir. Bağışıklık Difteri hastalığının geçirilmesi yaşam boyu devam eden bir bağışıklık vermez. Anne kanında difteri antitoksini var ise yenidoğan çocuk difteriye karşı bağışıktır ve bu pasif bağışıklık 3-4 ay sonunda kaybolur. Difteriye karşı bağışıklık durumu Schick testi ile tayin edilir. Schick testi difteri ile temas etmiş kişilerde bağışıklık durumunun saptanmasında, ek olarak immun yetersizlik sendromlarının tanısında kullanılan bir deri testidir. Difteri ve Korunma En iyi korunma şekli aşıdır. Difteri aşısı her sağlıklı çocuğa rutin olarak uygulanmalıdır. Aşı uygulanmasına çocuk 2 aylıkken başlanır ve 2 aylık aralarla üç doza tamamlanır. Üçüncü aşıdan 1 yıl sonrasında bir doz daha verilir. Bunu izleyerek 3 yıl sonrasında bir rapel, hemen sonra 10 senelik aralarla hatırlatma dozları yapılır. Difterili hastanın öteki kişilerden ayrı tutulması şarttır. Karantina birer hafta aralar ile yapılan boğaz kültürü negatif olana kadar devam ettirilir. Taşıyıcıların saptanması ve tedavisi korunmada fazlaca önemlidir. Read the full article
0 notes