#hamasis
Explore tagged Tumblr posts
Text
Do not misrepresent Noa Argamani's story. The Israeli hostages taken by Hamas are enduring severe torture as we speak.
Recently, Noa Argamani, an Israeli hostage who was freed from captivity by Hamas, shared an Instagram story urging the Israeli media not to misinterpret her words. She recounted her ordeal in captivity, clarifying that her injuries were caused by an Israeli airstrike, not by her captors' violence.
Some pro-Palestinian supporters have seized this moment to cast Hamas in a more favorable light, portraying the group as morally principled. This narrative is deeply misleading.
Almog Meir Jan, another Israeli hostage rescued by Israel's special forces alongside Noa Argamani, recounted his harrowing experience in an interview: he and his fellow hostages were subjected to daily beatings and torture. They were handcuffed for weeks and warned that any attempt to speak would result in brutal beatings.
Mia Regev, an Israeli hostage released during a prisoner exchange between Israel and Hamas, described being shot in the leg during captivity to prevent her escape. She was left untreated for weeks, and her captors targeted her bullet wound during beatings. One particularly cruel captor even pressed his finger into her wound to inflict excruciating pain.
Amit Soussana, another released Israeli hostage, was the first Israeli woman to publicly speak about the sexual assault and other forms of violence she endured. Her captors beat her, sexually assaulted her, and held a gun to her head regularly.
The reality is clear: Israelis are being tortured and raped in captivity. Regardless of one's political stance, the only path to peace lies in the return of the hostages and the defeat of Hamas. Hamas is not a friend to Israel, nor to the Palestinian people.
#noa argamani#hamas#hamasis#israel#gaza#Palestine#freegazafromhamas#iran#hezbollah#war#Hostages#bring them home#bring them home now#Almog Meir Jan#Amit Soussana#Mia Regev
5 notes
·
View notes
Text
WE DEMAND DEATH PENALTY FOR TERRORISTS NOW!
#TheWestlsNext#NeverAgainIsNow#Israel#IsraelFightsBack#Gaza#PalestiNazis#BringThemBack#hamasis#hamasisisis#News#Jewish#IsraelHamasWar#IsraelPalestineWar#Hezbollah#PalestinianGenocide#AmYsraelChai#hamas#HamasTerrorists#iran
11 notes
·
View notes
Text
Ohad = hero. So good to see him enjoying his 9 year old life. My heart is bursting.
22 notes
·
View notes
Text
it's exhausting being palestinian right now.
watching the news is like watching a deadly car wreck - i want to look away but i can't. i'm not sure how much more of the vitriol i can take. i don't know how much longer i can stand and watch as people argue whether people like me deserve to live. whether we deserve to exist on a strip of land that has so much history to me and my family. my grandfather, who was kicked out of haifa 80 years ago. my mother and father, who were born on the wrong side of the wall. and myself, and all the generations to come, who are scoffed at and treated worse than dogs by a government that assumes we are all terrorists. a government that has denied us basic life necessities like water. that has denied us our dignity. all because of who we are.
i cant stand watching the news, which has put the hamasi scumbags and all other palestinians in the same category, furthering the agenda that all palestinians are terrorists. i am tired of being grouped with so-called freedom fighters who do not have my best interests in mind, whose actions i never support and never will support. i hate that not supporting hamas comes with the assumption that i am in support of the israeli-led genocide against my people. i hate that there is no middle ground, and that i must defend myself at every corner, to palestinian and israeli people alike. that i must defend my palestinian existence to zealous anglo-saxon christian friends and condemn my overzealous liberal friends for supporting a terror group. i have no allies, no one who understands me, no one who has TRIED to understand me.
but, then again, how will anyone understand this? how can i blame anyone for this? they don't know any better. i wish they knew better. i wish to be understood. but i also don't want people to understand. i don't want people to wake up every day afraid that their family is gone. i don't want people to worry about whether their family can recieve life saving treatment daily while people debate whether your family even deserves to live.
most of all, i hate how isolated i feel. it seems like everyone i talk to about my hurt has to prove just how politically correct they are, ignoring what i am saying in favor of dehumanizing me further by displaying peacock tailed "support" - support that is all for show with no subtance or nuance. no one is truly listening or trying to understand me. every day i wake up and wish i didnt have to live in this world anymore. every day i go to work and feel detached from the people around me, wishing i could be as blissfully ignorant as they are. every day i fight with the hopelessness and distress as i watch the genocide unfold while grappling with how privileged i am for not being subject to the horrors myself.
i am tired.
#at this point the only person who understands me#is my one israeli jewish friend#everyone is falling for some sort of propoganda#and i'm tired#palestine#palestinian#palestinian genocide#israel#idk. i might delete this later. but also my blog is small and i doubt anyone will see this
17 notes
·
View notes
Text
VİCDAN Diye bir ekonomi terimi ya da kaidesi yok. Var diyosan önce Asgari ücretliye emekliye is bulamayan gençlere vergisini ödeyemeyen esnafa iki ayda % 100 artan benzine yurt dışına giden nitelikli iş gücüne ideolojik nedenlerle işinden gücünden edilen liyakatli personele ucuz ekmek kuyruğunda bekleyenlere et yiyemeyen çocuğunun cebine harçlık koyamayanlara... ( Liste uzayıp gidiyor ) bakacaksın.
Bir evin yaklaşık 20 yıllik kira getirisi evin fiyatını verir Türkiye'de.
Bu süre uzadıkça yatırım rantabl olmaktan çıkar.
Buna göre ; Ortalama Ev fiyatlarının 4.000.000 TL. Olduğu yerde ortalama kira da 15.000 TL nin altında olmaz. Bu durumda yapılması gereken ; diğer değişkenler ceteris paribus olsun, HANE HALKI GELİRİNİ ARTIRMAN gerekir . Kişi başına düşen gelir artmadan barınma sorununu vicdanla hamasi laflarla - ecek, - acak larla çözemeyiz. Diğer tüm ekonomik sorunları da bu şekilde çözemeyiz. * Peki neyle çözeriz ? * Elbette ki Akılla çözeriz...Rasyonalite ile çözeriz .. iktisat basit bşr bilimsel terimdir ancak anlamak için bilgi ve akıl gerekir * Var mı?
bu notunda buraya derc edelim
17 notes
·
View notes
Text
Direniş denklem yaratıyor.
Sahada yapıyor bunu. Planı, koordinesi ve adanmışlığı hamasi değil, son derece akılcı ve düşmanın tüm hareketini izleyerek strateji geliştiriyor. En beklenen anda suskunluğu, en beklenmeyen zamanlardaki güç gösterisi ondan...
Direniş, savaşı yönetiyor.
5 notes
·
View notes
Text
Hamas sympathisers are using *LITERAL NAZI RHETORIC* in calling for a second holocaust of the Jewish people on their native land.
If you associate in any way with this movement, you are a neo-nazi. No two ways about it.
Hamasi Palestine is the new nazi Germany, and you should view anyone who waves their flag with the same level of contempt as someone who waves the flag of nazi Germany, the confederated states, or fascist italy.
HAMAS ARE A NEONAZI GOVERNMENT!
6 notes
·
View notes
Text
Türkiye'de Tartışma Kültürü
Türkiye'de tartışma kültürü son 20 yılda sekteye uğramış, noksanlığı da ülkedeki siyasetin kalitesini düşürmüştür.
ABD'de 1960'lardaki Kennedy-Nixon tartışmalarını yakından takip etmiş olan halkın çocukları 90'larda Bob Dole ve Bill Clinton tartışmalarını da, milenyumun başlarında Bush ve Al Gore tartışmalarını da, 2020'de Trump-Biden tartışmalarını da dinlediler ve bu gelenek sürmeye devam ediyor. Münazaraları kaçıran yeni nesiller de bugün istediği zaman bu tartışmaların transkriptlerine, videolarına ulaşabiliyor. Bu, yüzeysel popülizmin önüne tamamen geçemese de en azından daha rasyonel düşünmeye eğilimli kitleler için ucuz miting retoriği hapishanesinden bir çıkış yolu sunan bir gelenek.
Türkiye'de büyük siyasi parti liderlerinin en son gerçekleştirdiği açık oturum ise Erdoğan ile Baykal'ın 2002'de çıktığı, moderatörün Uğur Dündar olduğu bir program. Bu program için AKP Dündar'dan ilginç bir ricada bulunmuştu. Dündar'dan arkada kullanılacak miting resimlerde yalnızca türbanlı kadınların fotoğraflarının seçilmemesi temenni edilmişti, zira bu AKP'nin kapsayıcı imajını zedeleyecekti. (Bugün tam tersini CHP yapıyor. Hayatın cilvesi, muktedir olmayan taraf her zaman daha kapsayıcı bir imaj inşa etmek durumunda kalıyor)
Gelgelelim "kapsayıcı" bir imajla iktidara gelen AKP'nin ülke yönetimine hakim olduğu dönemde lider açık oturumları ve tartışma kültürü tamamen bittiğinden, AKP döneminde büyümüş yeni nesiller bunu normal bir vaziyet olarak algılıyor.
Daha da vahimi, Twitter'da karşıma çıkan şu manzara:
İnsanlar geçmişten ve dünyanın geri kalanından bihaber oldukları için tartışma fobisi olan tarafın Kılıçdaroğlu, tartışmaları kazanabilecek kapasiteye sahip özgüvenli tarafın da Erdoğan olduğunu zannediyor.
Bunun sebebi muhtemelen Erdoğan'ın mitinglerde kullandığı popülist, hamasi belagat. Oysa mitinglerde kahraman olmak basit, çünkü mitinglerde karşında sana hesap soracak hiç kimse yok. "Böyle dedin ama, şöyle bir durum var." diye sana itiraz edecek, ettiğin lâflara kontra-argüman üretecek bir rakibin olmadığı zaman kahraman olmak için desibelini yükseltmen yeterli oluyor. Prompter faciaları bunun bonusu.
Realite ne yazık ki, Erdoğan'ın yaratmaya çalıştığı ve belirli bir ölçüde bunda başarılı da olduğu imajın tam tersine işaret ediyor. Türkiye'de tartışma kültürünü bitirmiş olan, tartışmadan kaçan bizzat Erdoğan rejiminin kendisi.
Kılıçdaroğlu Erdoğan'a defalarca "çık karşıma otur beraber tartışalım." çağrısında bulunup bundan hiçbir sonuç alamadı. Binaenaleyh 20 yıldır televizyonlarda büyük partilerin liderlerinin karşılıklı oturup sakin sakin sohbet ettiğini göremiyoruz.
90'lar özellikle Kürtler için karanlık bir dönem olduğundan ötürü romantik romantik 90'lar nostaljisi yapacak değilim. 90'lar komple geri gelmemeli elbette, lakin liderlerin bir arada oturup halkın gözleri önünde sergilediği tartışma kültürünün geri tesis edilmesi daha sağlıklı bir demokrasi için şart.
Dilerim bir gün Türkiye bu geleneği tekrar kazanır ve siyasi problemlerin sığ kimlik savaşlarının ötesinde, akılcı bir zeminde müzakere edileceği ortam oluşur. Bu her şeyi düzeltmeyecek olsa da, en azından salt antagonizm üzerine siyaset kurgulamayı bir tık zorlaştıracak ve liderleri daha sağduyulu olmaya motive edecek, siyasetin kalitesini artıracak bir gelenek.
2 notes
·
View notes
Text
Incorrect. If the Hamasi were 'operating' from an ambulance, that is, shooting from it or getting from one fighting position to another or otherwise using it for basically anything except transporting wounded, then they were in breach of the conventions and targeting them was entirely fair. Indeed if such misuse is routine then all ambulances become valid targets even if they happen to be actually transporting wounded at that moment.
Now, obviously you don't have to take the Israelis' word as gospel, maybe the Hamasi were indeed wounded and not abusing the Red Cross. That'll have to be figured out case by case. But the story they are giving would in fact be a defense at the Hague, if true and the trial was fair. The laws of war don't actually forbid the side you dislike from shooting people, believe it or not.
68K notes
·
View notes
Text
AMSTERDAMI MASSKAKLUS
Esialgseil andmeil juhtus Amsterdamis selline asi.
Toimus jalgpallimatš ühe Iisraeli võistkonna ja ühe Maroko võistkonna vahel.
Iisraelist kohale sõitnud jalgpallifännid käitusid provokatiivselt nii staadionil kui väljaspool staadionit.
Hispaania loodusõnnetuses hukkunute mälestuseks korraldatud vaikuseminutit segati karjumisega.
Tänavail rebiti puruks Palestiina lippe.
Amsterdami moslemikogukond ja arvatavasti peamiselt teistest riikidest üritusele söitnud moslemid ning muud Palestiina toetajad olid kakluses arvulises ülekaalus.
Juudid said väga julmalt peksa. Neid rööviti, nende dokumente võeti ära, neid pussitati ja loobiti kanalisse. Hiljem tungiti ka hotellidesse, kus Iisraeli võistkonna toetajaid arvati olevat.
Kannatada on saanud paarkümmend Iisraeli kodanikku. Arreteeritud on poolsada Iisraeli kodanike ründajat.
Netanyahu saatis Amsterdami kaks transpordilennukit ettekäändel, et on vaja juute evakueerida.
Iisraeli peaminister Netanyahu ja mõned Hollandi poliitikud teatasid, et tegemist on antisemitismi ja progrommiga.
Siiski oli tegemist juutide enda poolt provotseeritud kaklusega.
Asjaolu, et see rünnak oli provotseeritud, loomulikult ei õigusta vägivalda ja omakohut.
Mina olen juba ligi aasta aega olnud seisukohal, et Iisraeli poolt Gaza sektoris teostatava genotsiidi tõttu ei tohiks Iisraeli võistkondi rahvusvahelistele spordivõistlustele lubada.
Samuti oli see ette ennustatav, et kui praeguse sõja ajal toimub juutide ja moslemite vaheline jalgpallimatš, siis lõppeb see fännide kaklusega.
Arusaamatu on ka see, miks Madalmaade (Hollandi) politsei võttis oma kaitse alla Iisraeli juudid, ei võtnud aga kinni Palestiina lippude hävitajaid ja neid Iisraeli kodanikke, kes avalikult hüüdsid üleskutseid genotsiidile.
Ainus lahendus sellises olukorras on Iisraeli spordivõistkondi riiki mitte sisse lasta.
Sest lasta võistlustele Iisraeli võistkond on sama hea kui lasta sinna Hamasi võistkond.
PS
Täpsustus:
Amsterdamis mängisid omavahel jalgpalli järgmised võistkonnad:
Maccabi Tel Aviv
Ajax (Holland)
Esialgu on mulle selgusetu, miks Maroko jalgpallifännid seal olid.
***
Kakluses olevat osalenud "Nafri immigrant groups in Amsterdam".
0 notes
Text
Haftanın objektifinden - Özkan Yıkıcı
Herhalde Altı Yedi Eylül olayıarının Kıbrıs objektifinde olduğunu yazacak değilim. Çünkü, Kıbrısta bu konuya dokunan olmadı. Hatırlayan ise hiç derecesinde. Oysa onca Türkiye hamasi nutukları içinde, Türkiyenin İngiltere konumuyla Kıbrıs sürecine girdiği tarihi olaylardan söz etmekteyim. Ama Kıbrısta hele de altı Yedi Eylül olayları ve ingilterenin sıkıntılarının giderilip Türkiyenin Kıbrıs…
0 notes
Text
Yönetmen İsmail Güneş: "Sanat, insanları birbirine dost etmeli, düşman değil"
https://pazaryerigundem.com/haber/187203/yonetmen-ismail-gunes-sanat-insanlari-birbirine-dost-etmeli-dusman-degil/
Yönetmen İsmail Güneş: "Sanat, insanları birbirine dost etmeli, düşman değil"
Yakın zamanda Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nde yayınlanacak ve Kıbrıs Barış Harekatı’nı Rum perspektifinden ele alacak olan yeni bir dizi, Türkiye’de çeşitli tartışmalara neden oldu. Dizi, Rum tarafının bakış açısıyla Kıbrıs’taki olayları ele alırken, bu tür yapımların sanatsal ve toplumsal etkileri üzerine de geniş bir tartışma başlattı.
BURSA (İGFA) – Konu ile ilgili Herkes Duysun’a değerlendirmelerde bulunan Yönetmen İsmail Güneş, sanatın hamasetten uzak olması gerektiğini vurguladı.
Güneş, “Fragmandan gördüğüm kadarıyla Rumlar açısından hamasi bir dizi bu. Bizde de bu tür işler tersi olarak yapıldı. Ben öncelikle sanatın hamasetin kucağına düşmemesinden yanayım. Çünkü her alanda olduğu gibi sanatta da manipülasyon yanlış bir şey. Doğru bir yola vardırmaz. Çünkü sanatın amacı insanları birbirine düşman etmek değil, insanları birbirine dost etmektir.” dedi.
“BİZ BİZİMLE İLGİLİ NE DÜŞÜNÜLDÜĞÜNÜ İZLEMİYORUZ AMA BAŞKALARI İZLİYOR”
Dizinin sadece Türkiye’de değil, dünya genelinde yayınlanacak olması konusuna da değinen Güneş, “Eğer dizi sadece Türkiye’de yayınlanmayacak ise ve dünyanın diğer ülkelerinde gösterilecekse bunu da yanlış buluyorum. Bizimle ilgili önyargısı olan insanlar veya diğer ülkeler bu diziyi seyredip bizim seyretmememiz bence fevkalade yanlış bir şey olur.” şeklinde konuştu.
Güneş, geçmişte Türkiye’de gösterimi yasaklanan Gece Yarısı Ekspresi filmine de atıfta bulunarak, bu tür yasakların daha büyük sorunlar doğurabileceğini ifade etti. Güneş, “Bu film uzun süre bizde gösterilmedi ama dünyanın her yerinde gösterildi. Biz bizimle ilgili ne düşünüldüğünü izlemiyoruz ama başkaları izliyor. Bunu çok yanlış buluyorum. Bununla mücadele etmenin yöntemi ise üretmektir. Hamasetten uzak, gerçeklere yakın iyi işler üretmektir.” dedi.
“BEN YAPMIYORUM SEN DE YAPMA DEMEKLE OLMAZ”
Kıbrıs Barış Harekatı’nın hamasetin kucağına düşmemesi gerektiğini belirten Güneş, “Elbette 74 çıkarması durup dururken, ‘Hadi biz gidelim şuraya girelim.’ duygusuyla yapılmadı. Bu çıkartma, ülkenin garantörlük haklarından gelen birtakım hakları ve insanların can güvenliklerini korumak için yapılmıştı.” ifadelerini kullandı.
Yasaklamaların sanat alanında çözüm olmadığını söyleyen Güneş, Türkiye’nin daha iyi yapımlar üreterek karşılık vermesi gerektiğini söyledi. Güneş, “Yasaklama bir çözüm değil, ben yapmıyorum sen de yapma demekle olmaz. Eğer onlar yapıyorsa, sen daha iyisini yapacaksın ki gerçek vuku bulsun. Diziyi Güney Kıbrıs bu büyüklüğü ile yapıyorsa, siz de koca 90 milyonluk bir ülke olarak daha iyi bir yapım ortaya koymak zorundasınız.” şeklinde konuştu.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
HAMASIS
#TheWestlsNext#NeverAgainIsNow#Israel#IsraelFightsBack#Gaza#PalestiNazis#BringThemBack#hamasis#hamasisisis#News#Jewish#IsraelHamasWar#IsraelPalestineWar#Hezbollah#PalestinianGenocide#AmYsraelChai#hamas#HamasTerrorists#iran#Death
3 notes
·
View notes
Text
Protesta masive në Izrael kundër kryeministrit Netanjahu
Mijëra njerëz që morën pjesë në demonstrata masive që përfshinë të gjithë Izraelin pasi trupat e 6 pengjeve që mbaheshin nga Hamasi në Rripin e Gazës u gjetën të pajetë nga ushtarët të dielën. Protestuesit, shumë të veshur me flamuj izraelitë, u tubuan në qytetet kryesore, duke përfshirë Tel Avivin dhe Jerusalemin, duke kërkuar që qeveria të arrijë një marrëveshje për të siguruar lirimin e…
0 notes
Text
Anıları Sağarken
✍🏻 Yavuz Kürkçü
https://www.gundemarsivi.com/anilari-sagarken/
Senin adını ben seçtim, oğlum; anneni kandırdım, nüfus memuruyla savaştım. Babam da, onun babası da çocuklarına isim koydular, ama kavgasız, didişmesiz. Hoca çocuğunun adını kulağına okurken, babam kasıntıyla ellerini göğsünde kavuşturmuş, gözleri gururdan yarı şehla, ağzının ucunda en zor kazanılanı bir söze feda ederkenki boş sırıtma. Yabancı değil bu gülümseme bana.
Hani, Erciyes’in karlı sularıyla beslenen Dervenk’e geziye gitmiştik ya. Vadinin yamacındaki belli belirsiz delikten süzülüvermiştik içeri. Ansızın apaydınlıktan koyu karanlığa dönüveren mağaranın derinliklerine, birbirimizin elini kaybolmayalım diye -daha çok korkuyla- tutarak, sonsuzluk kadar uzun bir zamanda girmiş, ilk Hristiyanların baskılardan kaçtıkları dönemde saklandıkları bu oylumda bulmuştuk kendimizi.
Tepelerde bir yerlerden içeri süzülen gün ışığı, köşede katmerli karasıyla ocak yeri… Titreşerek bakışmıştık çevremize ve geçmişimize. Mutlaka sığınmıştık buraya tarih boyunca, hem de kaç kez. Yabanıl hayvanlardan kaçmış, gücümüz yettiğini avlamıştık. Karılarımıza sarılmıştık, kardeşlerimize ve çocuklarımıza. Gün döndüğünde, ateşin yalımları yüreğimizi ışıtırken oturduğumuz yerde ağırdan başlayıp giderek benliğimizi sarsan salınıma kendimizi kaptırmış, ilahiler okuyoruz.
Çarpılmış yürek ve ayaklarımızla Ekim güneşinde şaşırmıştık. Sonra on üç yaşın aldırmazlığıyla atıvermiştik dereye bedenlerimizi, kökü-kaynağı derinde bir utanma duygusuyla beyaz donlarımızı çıkarmadan. Suda yüzen sarı-boz kocaman püskürük kayaları insanüstü varlıklar gibi ellerimizde tartmıştık.
Üçümüz de aynı anda görmüştük, taş teknede kan kırmızı üzümleri ak baldırlarına sıçratarak ezen kızları. Damaklarımızda daha tadılmamış şarabın burukluğu ve belimizden aşağıda tanımsız kıpırtılar… Soluk almadan izlemiştik, sindiğimiz kayanın ardından, kulağımıza erişemeyen türkünün ezgisine uygun sallanan kalçaları ve onları saran şalvarların renk cümbüşünü.
Ve birden fırlamıştı taşakkapan, dikitlerle kaplı, boz-bulanık ve demir cevherini andıran kertenkele irisi gövdesiyle. Korkunun ataklığa dönüştüğü, o andan da kısa anda taşları kapıp biz de peşinden… Sonunda kıstırmıştık dinozor bozuntusunu. Kafasını, sığındığını sandığı kayaların arasına sokmuş, doğayla bütünleşmiş bekliyor gitmemizi. Sopayla bastırdığımız kuyruğuna ilmeği bin güçlükle geçirdik.
“Soyu tükenmiştir herhalde bu hayvanın, muallim bey? Pastırma yazı bastırdığında, bir de baharda ortaya çıkıyorlar,” diyoruz. “Çocuklar, bırakın gitsin zavallı yaratığı.” Manastırdan bozma yatılı okulun avlusunda taşakkapan, ipin ucu elimizde, öğretmenin yürekliliğini sarsmak için ayakkabılarına yaklaşıyor. “Okulun laboratuvarına hediye edeceğiz, muallim bey.” Hayvan, soluktan sessiz sürünüyor pabuçlara. Kayseri’den haftada bir gelip iki gün süreyle zenginlerin çocuklarına Romalıları ve Fenikelileri anlatmakla yükümlü, ikinci karneden sonra kırlarda elinde curasıyla “Atımı Bağladım Ben Bir Meşeye” türküsüne mahkûm, dar gelirli ve kentteki Cumhuriyet Bayramı törenlerinde hamasi söylevler çeken ve de Amerikalı müdür yardımcısının pembe-ak tenli, varisli karısına âşık Faruk öğretmen, bacaklarının arasındaki en değerli varlığını koruma içgüdüsüyle, ama erkekliğe sürdürmeden, “Alın, ne yaparsanız yapın. İsterseniz atölyeye götürün.”
Atölye deyince, oldum olası yağlı-yongalı önlükleriyle sınıfın en güçlülerinin en azman raspalara ve eğelere el koymasına ses etmeyen ustaları anımsarım. Mengeneye güçlükle sıkıştırdığım demir parçası, dönem sonuna dek ince dişli eğenin iniltileriyle çekiç olacak, hiçbir çiviye vurmamak için.
Atölyenin arkasındaki sessiz kalabalık, hangi anlamsız, belki de en anlamlı, erkekçe kavgayı izlemenin beklentisinde. Manastırdan arda kalan çan, taş yapıların arasından yankılanıyor. İman tahtasına balyoz gücüyle insin istenen, hınçla vurulan yumruklar, güçsüz bedenlerin zavallı savrulmaları… Kazanmak önemlidir, kavgaya çağırmak daha önemlisi.
Bu ilkelliği atlayan ileri sınıfların öğrencileri, yiyecek dolaplarının yanında evden paketi gelen küçükleri kıstırmışlar, istemez gibi istiyorlar; her çeşitten bir avuç: Ankara sucuklarından, kayısılardan, kuru üzüm, fındık-fıstık, pestil ve şemşamerden – Kayserilinin ağzına bir avuç atıp da elinin yardımına sığınmadan çitlediği, yürürken ardında kabuklu bir iz bıraktığı ayçekirdeklerinden en çok.
Sararmıştır kim bilir o fotoğraf, kaç yıl geçti aradan. Kum yığınının tepesinde beş kişi: Tuğrul, Doğan, Şadi’nin kardeşi Nataşa (o zaman kız gibi güzel bir çocuk), Dedeoğlu, ötekini çıkaramadım. Tuğrul idama mahkûm oldu, af yasasıyla ömür boyu hapisle kurtardı. Dolaşmadığı mapushane kalmadı. 1948 doğumludur, hapisten çıktığında ellisine merdiven dayamış olacak. Doğan kaç kez yattı, çıktı. Şimdi ülke dışında. Dedeoğlu doktor oldu; tutturdu doğuya gideceğim diye. İnsanlara adamıştır kendini. Yıllar sonra Ankara’da karşılaşmıştık. Gözleri biraz daha bozulmuş, saçları iyice seyrelmiş. Şadi dışişlerindeydi, kardeşi de galiba. Yahu, biz Kirkor’la, Agop ve Serkis’le sınıf arkadaşıydık. Onların soyundan mıdır sindirmeyle, öldürmeyle devlet kuracak olanlar?
Ayakkabı boyacısını çıkaracağım bir yerlerden. Dikmen’de güneş yanığı bedeniyle, gömleği fora etmiş, her fırsatta amuda kalkan Erol bu. Komşunun kızı Suzan -Tuğrul’un yaşıtıdır- hemen yanı başımızdaki kuyunun suyu kireçli bahanesiyle çeşmeye inerdi bağın eteğine. Şimdi anlıyorum nedenini. Ama bir denizci teğmenle evlenmişti; adamla evlerinin önünde tavla oynamıştık – üniforması bembeyaz, düşlerinde amiral. Nasıl akıl ettiysem, yenilmiştim. Çalıştığım kurumun kapısında ayakkabı boyuyor Erol. Tanımazdan gelsem. O beni daha önce tanıdı. “Dikkat et!” dedi yalnızca. Yukarıda arkadaşlara söyledim hemen: “Kapıya bile sivil polis yerleştirmişler, içeridekiler yetmezmiş gibi.” Sahi, ne yapıyoruz ki biz? Sendikacılık, yasaların tanıdığı bir haktır ve kullanılmalıdır.
Polis cipi, hayrettir, hiç sarsılmadan yol alıyor. Kitapları yakmaya kıyamadım. Nice keskin aydın kişinin, yaza girdiğimiz günlerde bacaları tüttü hep. Belki de banyoda yakıp, suyuyla gusül abdesti almışlardır. Elim varmadı yakmaya. Kara gün dostu arkadaşım, kardeşinin kömürlüğünde sakladı hepsini. İki enerji kaynağı bir arada. Ne çileli işmiş düşünmeye çalışmak! Kontrgerilla oluşmamış henüz. Adamlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. Çoğumuzu adamdan sayıp ilk furyada içeri alıyorlar. Eh, şimdi girdik aydın sınıfına. O sınıfla sınıfsızlık arası tabaka çoktan sınıfta kalmıştır, ya. Peki, sınıfı geçen kim?
Yıllardır hep böyle olur. Sıkıntıdaysa başım, o ezgi deler düşlerimi—adını koyamadığım: marş desem değil, türkü hiç, hiç değil. Derinden gelen, kol kola yürüyen kitlelerin deprem kadar derinden, sevda kadar içli, bilgi gibi ak kanatlı coşkusudur, yatak odamızın içinden geçen.
Alman doktor, yapay sevecenliğin goncalarını kondurmuş donuk gülüşüne: “Eşiniz bana gelemeyecek kadar hasta olamaz. Atalarınız Viyana kapılarına dayanmışlardı üç yüzyıl önce.” Tek sözüm yetiyor: “Önyargılısınız!”
Gündüz vakti, yarım saate kalmadan, hem de muayenehaneyi kapatıp geliyor. Karım sıkılıyor; yatağın yanında ütü tahtası açık, üstünde öteberi. Ortalık biraz daha düzenli olsaymış keşke. Doktor giderken asansörü çağırıyorum, istemiyor. Merdivenlerden inip çıkmak daha sağlıklıymış. Son söz kendisinde kalsın diye geldi, biliyorum. Aydınlık yüzünün ve mesleğinin saklayamadığı yanını kusuyor: “Sizde gizli saldırganlık var!”
Yatağının gıcırtısından anlıyorum uykunda döndüğünü, oğlum. Annenin başına hantal elimi tüy yumuşaklığında dokundurmaya çalışıyorum. Ateşi hâlâ düşmemiş, dudakları kupkuru. İlacı almasına iki saat var daha…
…Ana rahmine süzülüyorum geriye doğru, tek hücreye dönüşüp atalarıma kavuşmaya. Zaman içinde şimşek hızında bir yolculuk bu, tökezleniyorum. Mağaraların dibinde dehşetten büyümüş gözler; saklanmak, nereye? Alkolle dolu kavanozun içindeki tepetaklak taşakkapan, görünmüyor tel tel beyaz kurtçuklardan. Sürüngenin doğal asalağı bunlar. Tül perdeleriyle sarmışlar koca alâmeti, kefen olmuşlar. Akdenizli komşularımız, ayağı yerde baldır biçimi şarap şişesine basmışlar Dionisos’un kırmızı kanını; kısmet olmadı içmek Kayseri’nin şarabını. Yurdumuz hepten atölyenin arkasına döndü. Tuğrul’a yazmaya elim varmıyor, kaçıncı kez hücreye atılıyor. Doğan’a telefon etmeliyim, sıpaya. İkimize de Deli Haydar sıpalığı yakıştırmıştı—“küçük inatçı” demenin hoyratçası. Serkis ölmüştü, anımsıyorum. Şadi’yi de vurmuşlardır veya vurulacaktır. Polis Erol ya müdür yardımcısıdır ya da müdür. Ama mutlaka işkence tezgâhlarında bellettiği yüzüyle arananlar listesinde. Kalabalıklar geçiyor gene odayı bir baştan; sonsuzda, belki de yakın gelecekte haykıracakları türkülerin neşesiyle dolabın aynasında dans ediyorlar. Ütü, tahtasının üstünde deli gibi gidip geliyor. Saldırganım ben, sal-dır-ga-nım, sal-dır…
“Uyu, canım karıcığım. Daha ilacını almana zaman var. Hep böyle oluyor, biliyorum; sen ateşlendiğinde ben sayıklıyorum. Bakarım canım. Oğlan üstünü açmıştır gene.”
Akıllı oğlum benim. Adını ben koydum senin, anneni kandırıp. İyi uykular, canım yavrum.
Not: Bu öykü çıkaracağım Kırıntılar öykü kitabımdan bir bölümdür.
Yavuz Kürkçü
#öykü#kurgu#nostalji#kitapyakılması#aydın olmak#doğum#edebiyat#hayat#adalet#deneme#tarih#sevgi#toplum
0 notes
Text
TTB’den Kayyum Tepkisi..
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, İçişleri Bakanlığı tarafından 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde Hakkari Belediye Başkanı seçilen Mehmet Sıddık Akış’ın gözaltına alınması, belediye başkanlığı görevinden uzaklaştırılması ve yerine Hakkari Valisi Ali Çelik’in vekaleten atanması üzerine açıklamada bulundu. TTB açıklamasında, “Toplumsal sağlığın olmazsa olmaz koşulu demokrasi, demokrasinin de olmazsa olmaz koşulu halkın oylarıyla seçilmiş kişi ve organlara saygıdır. Demokratik kuralların ve işleyişin olmadığı bir “demokrasi”, hamasi politik söylemleri süslemekten başka bir anlam taşımaz” vurgusunda bulundu.
“Kayyum atanması halk iradesinin yok sayılmasıdır”
Açıklamaya şu ifadelerle devam edildi: “Henüz iki ay önce halkın oylarıyla seçilen belediye başkanlarının, 10 yıl önce açılmış bir dava dosyası gerekçe gösterilerek, atanmış bir bürokrat olan İçişleri Bakanı tarafından görevden alınması ve yerlerine kayyum atanması; apaçık bir şekilde halkın iradesinin yok sayılması, demokratik kuralların çiğnenmesi ve hukuksuzlaştırmanın sürdürülmesidir. Siyasal iktidarın tümüyle araçsallaştırdığı yargı organları eliyle seçilmişlere müdahalesini yakın zamanda deneyimlemiş bir meslek örgütü olarak, tüm sorumluları derhal halkın iradesine saygı göstermeye çağırıyoruz.” (BSHA- Bilim ve Sağlık Haber Ajansı) Read the full article
0 notes