#giriş tabelası
Explore tagged Tumblr posts
Text
Bir uykulu kafayla yazılmış şiirler ne tür şeyleri yansıtır?
Her zaman ki gibi ben anlık kafayla gelen şiirlerin yazıları daha derinlikle içtenlik getiriyor. Sınıfta aşırı derecede sıkılmıştım uykuya dalmıştım bu yüzden ama tekrardan uyandım ve kafam çok ağırlık taşıyor gibiydi. Bende bir şeyleri dökmek amacıyla şiir kalıbına sokmak istemiştim. Size sadece son kısımlarını vereceğim ... Belki de karanlıktır senin dostun. Işığın ise bozulmuş bir pusula. Güzel ama tabelası kırılmış. Belki ışığını kırarken hiç istemedin yapmak. Ama biliyordun yok olmalıydı. Yoksa kendi ışığın bile seni kirletecekti. Bilsin ki geri dönmek istediğinde kapılar açılmayacak. Oldu da girdiyse ışığı bulamayacak. Çünkü ben o ışığın mezarını kazdım. Şimdi ise onun son dualarını okuyorum.. Bunları sadece uykulu bir kafayla yazıp tekrardan geri uyumuştum ve kafamı tekrardan kaldırdığımda bunları yazdığımı bile adam akıllı hatırlamıyordum. Buraya gelip bunları yazacağım diye kağıtta yazıları okumakta bile zorlandım. Bu tarz kafayla yazılmış yazıların kafamızda dönen düşüncelerin karışımını aktarır. Kendimize ve karşımızda ki insanlara olan has düşüncelerimizi yansıtabilir. Daha önce kafamda dönen kelimeleri azaltmak için kağıda yazma yöntemini kullanıyordum. Böylece kafamda ki kelime rafını daha düzenli yapıyordum ve çöp olanları çöpe atıyordum. Bu çöpleri de kağıda döktüğümüzü düşünelim. Sanırım sınıfın içerisinde dönen bir ton boş muhabbetlerin yüksek bağırmalarını duymaktan beynim bunları bastırmak amacıyla bunları bana yığmıştı. Ve yığarken kağıda dökmek isteğiyle beni bunu yönlendirmiş olmalı. Hiç bir zaman duyguları kalbin içerisine yığmak iyi bir fikir değildir güzel dostlarım ve düşmanlarım. Bir yerden sonra bir kutu gibi yırtılmaya başlayacak ve kendisini bozacak. Ve bu da sizin çöküş döneminize giriş şeklinizi ayarlar. Bir duyguyu illa birisine anlatmak gerekmeyebilir. Şiirler veya resimler, kitaplar bunlar içindir. Çoğu internet yazarı kendi hayatı üzerinden alıntılar yaptığı vardır. Ve bunları paylaşmaktan kimisi rahat kimisi ise bundan rahatsız mı belli değil. Şairlerimiz bile bu kadar yazıları boşuna sanatsal yazmamıştır. Şiirler etkileyici kelimelerle yazılır değil mi? Çünkü onlar duygularını sayfaya aktarıyorlar. İyi veya kötü bir şekilde. Kimisi çöpü döker kimisi cam raflarında sergilemeye karar verir. Ve orayı bir antikacı yapar. Ve bilirsiniz antikacılar hep değerli mallar olarak satarlar ve bizlerde hayran kalırız. İşte acılarından ders çıkartıp bunların üzerinden gelmeye başaranlara karşı hayranlık duyduğumuz gibi.. Onlar acılarını bir antikacı dükkana haline getirerek hem dış görünüş çekiciliği kazanırlar hem de kişisel bakımından insanları etkilerler. Bir yandan düşmanlarını bile uzak tutarlar..
#şiir#şiirheryerde#geceyebirnotbırak#geceye bir söz bırak#felsefe#kişisel#kişisel blog#kişisel gelişim#kişiselhuzur#tecrübe#duygular
2 notes
·
View notes
Text
Dazai’nin Giriş Sınavı 1. Bölüm
Wattpad linki
Bu sabah yağmurluydu.
Heybetli ve soğuk bir kış yağmuru aşırı soğukların geldiğinin habercisiydi.
İdeallerime göre yaşamayı dilerdim.
İdeallere göre hareket etmek, ben bunun için çalışıyorum. Korkusuzca, ilgimi kaybetmeden ve duraksamadan ilerlemek...
Kahretsin! Gelecek hakkında hayal kurma ayrıcalığını kovalamak için profesyonel görevlerimi sadakatle yerine getirmeme rağmen müteşekkir olacak mıyım?
Yokahama Limanı'nın yanında bulunan uçuruma tırmanırsanız, Silahlı Dedektif Ajansı ofisini görebilirsiniz.
Kırmızımsı kahverengi renginde tuğla bir bina. Eski bir yapı olduğundan ve deniz meltemi güçlü olduğundan su boruları ile telefon direkleri bile paslanmış. Dış görünüşünün şüpheli gözükmesine karşın aslında sağlam bir binadır. Öyle ki, düşman makineli silahla ateş açsa bile içeriye ufacık bir zarar veremezler.
Neden kendime güvenerek bunları anlatıyorum? Çünkü deneyenler olmuştu.
Basitçe Silahlı Dedektif Ajansı binası sadece dört kat, bunların dışında diğer katların kendi şahsi kiracıları var. İlk kat bir kahve dükkanı, ikinci kat hukuk bürosu, üçüncü kat boş ve beşinci kat çeşitli malzemeler için depo olarak kullanılıyor. Maaş günlerinden önce genelde kafeye borçlanırım, ne zaman belalı bir iş gelse aşağıya, hukuk bürosuna inip yardım için yalvarırım.
Şimdi, işe gitmek için anlattığım binanın asansörüne biniyorum.
Asansörden indim ve Silahlı Dedektif Ajansı ofisinin kapısının karşında durdum. Fırça ile yazılmış, basit bir Silahlı Dedektif Ajansı tabelası çerçevelenmiş ve kapıya asılmış.
Kol saatime baktım. Sabah sekizde işe gitmeme kadar hala 40 saniye var.
Biraz erken geldim.
Zamana katı bir şekilde uymak benim parolam. Beklemek zorunda kaldığım 40 saniyede defterimi açtım ve bugünün planını bir kez daha gözden geçirdim. Kahvaltı zamanıma, yurttan ayrılış saatime, kırmızı ışıkta bekleme süreme bir kez daha baktım ancak sırf bir kere bir aksilik yaşadığım için bu plana ölmüş gibi davranmayacaktım.
Defterimi okurken kafamda bir ampul yandı. Yakamı düzelttim ve bir kez daha kol saatime baktım.
...Zamanı geldi.
"Günaydın."
Kapıyı açtım.
"Ah, Kunikida-kun! Günaydın. Hey, şuna bir baksana! Tam bir rezalet!"
Dazai aniden kapının önünde ortaya çıktı. Gülümsüyordu.
"Uzun bir çabadan sonra, sonunda başardım! Oh, ne kadar muhteşem bir dünya burası! Ölümden sonraki dünyadayım, Ölüler Diyarı! Tıpkı hayalimdeki gibi, bak! Yerden dumanlar yükseliyor, cama vuran ay ışığı bilindik hissettiriyor, pembe gökyüzünde bir fil dans ediyor!"
Garip el kol hareketleri yaptı ve ofis kapısının önünde dans etti. Ne baş belası ama...
"Hohohoho, umduğum gibi Mükemmel İntihar El Kılavuzu tam bir başyapıt! Sadece dağ sırtlarındaki patikalarda yetişen mantarları yiyerek İntihar için böylesine mutlu ve zevk verici bir yol buldum! Muhteşem! Hohoho!"
Dazai'nin gözleri sabit değildi. Göz bebekleri seğiriyordu.
"L-lütfen bir şeyler yap, Kunikida-san!" Bir ofis çalışanı yaşlı gözleriyle bana baktı.
Sanıyorum ki, daha iş saati başlamadan bu haldeydi.
Dazai'nin masasına göz attım.
Masada lanet antika kitap, Mükemmel İntihar El Kitabında tek bir sayfa açıktı. Sayfadaki başlık "Mantar Zehriyle Ölüm"dü. Kitabın yanındaki tabakta ısırılmış bir mantar vardı.
Dahası, dikkatle bakılırsa kitapta çizilmiş mantar ile tabaktaki arasında ufak bir renk farkı vardı.
"Hey hey, Kunikida-kun, sen de Ölüler Diyarı'na gel! İstediğin kadar alkol içebilirsin, sonsuz yemek var ve istediğin kadar güzel kadınları koklayabilirsin!"
"Lütfen bize yardım et Kunikida-san! Her şeyi denedik, yine de..."
Lafın kısası Dazai'nin yediği mantar ölümcül zehirli olan değildi, bunun yerine halüsinasyon görmesine sebep oluyordu.
Ama bu şey...
Her sabah, tam işe geldiğim vakit, planlarımı ve yapacaklarımı mahvediyor. Eğer ki sabah planlarımı düzgünce yerine getiremezsem günün geri kalanını sorun çıkartmadan halledebilir miyim ki? İmkansız.
Sarsılan ve kıpırdanan Dazai ile ağlamak üzere olan çalışanı görmezden gelerek kendi masama doğru yürüdüm.
Her zamanki gibi çantamı masaya koydum. Sonra bilgisayarımı çalıştırdım. Her zaman yaptığım gibi pencereleri açtım.
"Vay, Kunikida-kun, pencerenin ardında dev bir denizşakayığı var! Muz! Muz yiyor! Etrafımızda beyaz bir parti düdüğü öttürüyor!"
Her zamanki gibi kahvemi bardağıma koydum. Güne başlamadan önce gereksiz dosyaları kağıt parçalayıcısına attım.
"Anladım! Soyunacağım! Üstümdekileri çıkarırsam seyirci reytingleri yükselecek! Kolay bir görev değil ama n'olucak, soyunayım! Sonra değişiklik olsun diye tayt giyelim! Herkes tayt giysin, sonra bankaya gidip Kazak1 Dansı yapalım!" Her zamanki gibi telgraftaki yazışma kutusunu kontrol ettim. Kahvemden bir yudum aldım.
"Bir ses duyuyorum... urgh, ka-kafamın içinde! Küçük bir dede! Ve bana fısıldıyor, Kyoto'yo git, eşsiz lezzetiyle gerçek tofuyu yiyeceksin2 ve ben dene-"
Dazai'nin kafasının ardına uçan tekme attım. Duvara çarptı ve bayıldı.
000
Baştan başlayalım.
Sınavdan kesinlikle 0 puanla kalan kişi, yaklaşık 4 gün önce iş arkadaşım oldu.
"Yeni çalışan mı?"
Başkanın odasına çağrıldığım o gün iş dosyalarını düzenliyordum.
Yeni bir dedektif işe alınmıştı ve benden onunla ilgilenmem isteniyordu.
Beklenilmedik bir durumdu.
Dedektif Ajansında çalışmak öldürmeyi ve kavga etmeyi gerektiren tehlikeli bir iş olmasına rağmen personelimizin yetersiz olduğunu hiç duymamıştım. Bu yüzden yan işim olarak okulda haftada iki kez cebir öğretmeni olarak çalışıyordum.
Doğal olarak, son "Terörizmin Mavi Bayrağı" davası ya da "Yokohama Turistlerinin Seri Kayboluşu" vakası yahut illegal organizasyon Liman Mafyasıyla yaşanan çekişmeler gibi gibi davalarda Dedektiflik Ajansı'ndan istenen yardım, son zamanlarda artmıştı. Eminim ki, bu istekler baş dedektifimiz Ranpo-san için ayrıca çoğalacaktı. Başkanın kararını, çoktan bunu tahmin ettiğinden bu şekilde verip vermediğini merak ediyorum.
"Tanıştırayım. İçeri gir."
Bir süre iyice düşünüp taşındıktan sonra başkan kapıya baktı ve seslendi.
"Nasılsınız?"
Bir gülümsemeyle yürüyen adama baktım.
Kum rengi ceketi ve açık yakalı bir tişört giyiyordu. Uzun ve çok zayıftı, koyu, dağınık saçları vardı ve kıyafetleri bakımsızdı. Ama karman çorman görünüşünün yanında güzel aksesuarları vardı. Boynuna ve bileklerine sarılmış beyaz bandajlardan biraz rahatsız oldum.
"Dazai Osamu. Yaş 20. Tanıştığıma memnun oldum."
20. Benle yaşıt.
"Kunikida. Anlamadığın herhangi bir şey olursa bana sorabilirsin."
"Ooh! Silahlı Dedektif Ajansı'nın kıdemli dedektifi sen misin? Etkilendim."
Dazai olarak bilinen adam coşkuyla elimi tuttu ve salladı. Sallamaları abartılıydı.
O sırada, aniden -adamın gözlerinde soğuk ve keskin bir ışık gördüm sandım. Hayır, tıpkı bulutların üstündeki rahibe3 benzer, bakışları zihnimin derinliklerine işlemiş gibi hissettirdi. Ama gözlerini kırpınca, aziz bakışları kayboldu ve Dazai'nin yüzü normal aptal haline geri döndü.
Yanlış mı gördüm? Gözlerindeki şey delilik miydi?
"Bu arada, Dazai? Neden dedektiflik? Bilirsin, yalvardığında kabul edilebileceğin bir tapınak değil burası."
"O konu hakkında... işsizdim, motivasyonum yoktu ve sıklıkla bir barda sarhoştum. O zamanlarda yanımdaki amcayla konuşurdum ve bir bahse girdik. Kim içki yarışmasını kazanırsa bir işe arabulucu olacaktı. Şaka sanmıştım ama sonra kazandım."
O yaşlı adam kimin nesiydi?
"Bahsettiği kişi Özel Kuvvetler Departmanı'ndan Taneda-sensei. Dün bize bir iyilik istemek için uğradı."
Başkan ciddi bir bakışla bunları söyledi.
Ancak Taneda-sensei'nin adı söylendiği anda nefesim kesilmişti.
Bahsettiğimiz kişi İçişleri Bakanlığı, Özel Kuvvetler Departmanı'ndan Taneda-sensei ise bu iş içinde onu tanımayan kimse yoktur; kendisi Özel Kuvvetler Birimi'nin yöneticisidir. Görevi tüm yetenek kullanıcılarının üstesinden gelip bir düzene sokmaktır. Başkan Silahlı Dedektif Ajansını kurarken bile, ara sıra Taneda-sensei'nin yardımsever baskısının altında kalmıştı.
Başkan ne kadar önemli birisi olursa olsun Taneda-sensei'nin özellikle önerdiği birisini reddedemezdi.
"Sizin gözetimin altında olacağım, senpai!"
Kalbimdeki huzursuzluğun farkında mı değil mi bilmiyorum ama yeni çalışanımız büyük bir gülümsemeyle dişlerini gösterdi.
000
Ama İçişleri Bakanlığı liderinden kabul edilmiş süper önemli birisi olsun ya da olmasın sabah ilk iş mantar yiyip hayal dünyasına uçmak gerçekten sinir bozucu.
Bugün Dazai ile ortak olmamın üçüncü günü.
Kalbim ve ruhum bir anlığına bile dinlenemiyor, iş biraz bile ilerlemedi ve şikayet aramaları gelmeye devam ediyor.
Gözlerimi bir saniyeliğine ondan ayırmaya kalkıştığımda bir nehire atlayıveriyor. Biraz ara vereceğini söylediğinde bir bara gidiyor ve düpedüz sarhoş geliyor. Gökten bir vahiy aldığını söylediğinde rastgele hoş bir bayana asılmış oluyor. Ona 20 yaşında bir çocuk demek gayet yerinde olur, canı istediği gibi kimseyi umursamadan hareket ediyor, planlarımı binlerce parçaya yırtıyor.
Bunu söylesem bile iş iştir, ast yine de asttır. Eğer sadece üç gün sonra başkanın talimatlarına karşı gelirsem ve sesimi yükseltirsem başta başkanın güveni olmak üzere Silahlı Dedektif Ajansı'nın itibarını lekelemiş olurum.
"Yeni üye nasıl?"
Ajans ofisinin yakınlarında bulunan Go salonunda, başkan küçük bir tatami odasında Go oynarken bunu sordu.
"Felâket. Şeytanın tohumu, gulyabani ve sefalet tanrısının birleşimi gibi. Siyah Go taşını selvi ağacı Go tahtasına yerleştirdim. Taşın tahtaya vuruş sesi yankılandı.
"Ama bunun hakkında bir şeyler yapacağım."
İşten sonra başkan her zaman bu yerde Go oynarım. Bu Japon-tarzı odada etrafta kimse yokken Go tahtası ortamızda, karşılıklı otururuz.
"Bu son değil..."
Başkan beyaz taşı tahtaya yerleştirdi ve beni tahtanın sağ tarafımda çıkmaza bırakarak üstünlüğü kazandı.
"Değil. Taneda-sensei'nin davası var. Ama Sensei neden böyle bir adamı buraya yerleştirsin ki?"
Bir yandan konuşurken taşımı oynayacak yer aradım. Belki de oyun tahtasının köşesinin sağ altına kou4 yapmalıydım -hayır yoseku için bir yığın set olurdu. Sol taraftan devam etsem bile ortaya doğru ilerleyemezdim ve son olurdu. Kıpırdayacak daha fazla yerim yoktu. Görünüşe göre başkanın oyunu kazanması için sadece birkaç eli kalmıştı.
"Taneda-sensei'nin asi bir kişiliği olabilir ancak insanları yargılarken zeki gözlere sahiptir. O genç adamda sıra dışı bir yetenek keşfetmiş olabilir."
Kesinlikle. Dedikoduların Taneda-sensei hakkında söyledikleri gibi konu insanları değerlendirmeye geldiğinde ondan iyisi yoktur. Aksi takdirde İçişleri Bakanlığı Özel Kuvvetler Departmanı'nın yöneticisi olamazdı.
Ama "sıra dışı bir yetenek" mi? O kafası çamur dolu gibi gözüken adamda mı? "Taneda-sensei'ye katılıyorum. Dazai öncesinde sınava girdiğinde tam puanla geçti. O çocuk doğuştan kazanan. Bu yüzden şüphe verici."
"Şüphe verici derken... ne demek istiyorsunuz?"
"Ofiste Dazai'nin geçmişini araştırdım. Ancak hiçbir şey bulamadım. Bomboştu. Polis soruşturma ekibindeki bir arkadaştan yardım istedim Ama esrarengiz bir şekilde hiçbir şey ortaya çıkmadı. Sanki kasten geçmişini silen birisi varmış gibi..."
Polis soruşturma ekibinin hiçbir şey bulamamasını düşününce, gerçekten garipti.
"Belki de basitçe hiçbir yoktur ve bunca zamandır sadece aylak aylak dolaşmıştır?"
"Belki. Yoksa..."
Biraz zaman geçti ve alnının ortasında bir kırışıklık ortaya çıktı, sonra başkan devam etti.
"Dazai'ye yeteneğini sordun mu?"
"Hayır, henüz değil."
Yeri gelmişken, yetenek kullanıcısı olduğunu duymuştum Ama yeteneğinin ne olduğunu sorma şansım hiç olmamıştı.
"Dazai'nin yeteneği... dokunduğu yeteneği etkisiz hale getirebilmek."
Kulaklarımdan şüphe duydum.
Etkisiz bırakmak. İlk bakışta çok da parlak olmayan basit bir yetenekmiş gibi gözüküyor Ancak yetenekliler arasında bile sıra dışı bir yeteneğin nasıl kullanıldığına göre diğer yeteneklere yenilme ihtimali vardır.
Benim yeteneğimin adı "Yalnız Şair", yeteneğim sayfaya yazdığım kelimeleri sayfayı yırtınca ve sessizce sözcüğü mırıldanınca gerçeğe dönüşmesini sağlıyor. Ama defterimin boyundan daha büyük bir sayfaya yazarsam, yazdığım ortaya çıkmaz. Kapsamlı, üstün nitelikli ve bazen kusurlu bir yetenek. Bir şeye ihtiyacım olur diye defterimi yanımda taşımak zorundayım, ama defterimin yanımda olmasının tek nedeni kesinlikle bu.
Fakat Dazai'nin yeteneği farklı.
Teknik olarak, rakipleri Dazai yüzünden yeteneklerini kullanamayacak. Dünyanın en güçlü yetenek kullanıcısı bile Dazai'nin karşısında sıradan bir adama dönüşür.
Birçok ulusun 'yetenek kullanıcılarının' birleşip onu izlemesi garip olmazdı.
Başkanın dediklerini yavaşça kabul etmeye başladım.
"Yani... kısaca şöyle oldu: Taneda-sensei kadar harika insanların içmeye gittiği bir yerde dahi bir yetenek kullanıcısı normalmiş gibi yanına oturdu ve hiçbir neden yokken bir anlaşma yapıverdiler. Sarhoş kelimeleri ve davranışlarıyla bir adam, sınava girdi ve tam puanla geçti. Bu tarz birisi ne gariptir ki işsizmiş. Sonra birisinin bağlantıları sayesinde hemencecik, hiç soruşturulmadan Silahlı Dedektif Ajansı'na işe alınma ihtimali çok yüksekmiş?
Gerçek olması için fazla tozpembe değil mi?"
"Sadece çok detaylı düşünüyor da olabiliriz. Ancak Silahlı Dedektif Ajansı'nın yetkili makamlar ve polisle birçok bağlantısı var. Bu iş kolunda devlet sırrına boyun eğmek zorunda kaldığımız zamanlar olabilir."
Kesinlikle, bir suçlu organizasyon vakası varsa dedektiflik ajansı polisle birlikte çalışır, içeri sızmak için uygun bir yerdir.
Ama - Dazai'nin Ajansa sızmış bir casus olması mümkün mü ki?
Seçkin Taneda-sensei'yi zekasıyla alt etmiş birisi olduğuna göre?
O Dazai?
"Kunikida, o adamın giriş sınavına seni görevlendirmek istiyorum."
Kafamı kabul ettiğimi gösterecek şekilde salladım. Başkanın bahsettiği 'giriş sınavı' Ajansın gelecek dedektiflere verdiği bir değerlendirme. 'Gizli teftiş' gibi. Eğer bu sınavı geçemezseniz gerçek bir çalışan olarak kabul edilmezsiniz.
"İşteyken Dazai'ye yakın dur, gerçek niyetinden emin ol. Olur da gizli ajan, casus ya da özel görevli olduğuna dair kuşkulanırsan tereddüt etmeden kov onu. Ayrıca, ek olarak ruhu kötüyse, içindeki kötülüğü gösterdiği bir an olursa-"
Başkan arkasından önceden hazırladığı bir çantadan siyah, otomatik bir silah çıkardı ve bana uzattı.
"..."
Tek bir kelime söylemeden silahı aldım.
Ağır.
"Sen vur."
Dazai herhangi bir kötücül işin içindeyse, daha fazla ilerlemeden onu durdurmak dedektiflik şirketinin görevi.
Silahlı Dedektif Ajansı'ndan alınmış bir dedektiflik lisansını elinde bulunduran kişi, polisle eşdeğer bir yetkiye sahiptir. Belirli durumlarda silah ya da bıçak taşıma iznimiz vardır. Polisten bilgi alabiliriz. En önemlisi ise, soruşturmanın yetki kapsamında soruşturmaya karışma ve müdehale etme, polis bilgisini değiştirme, kablo şebekesine bağlanarak ya da gizli dinleme cihazlarıyla önemli tesisleri dinleyebilme gibi her kanuna aykırı uygulama olanaklı. En kötü ihtimalde terörist gibi davranıp önemli binaları yıkar, yüzlerce ve binlerce insanın hayatını alır, bunun olması mümkün değil.
Demir ototmatik silah elimde soğuk ve sessiz hissettirdi.
Körfezden gelen dalgaların yumuşak bir biçimde çarpma sesi, suya ışığıyla yansıyan ayın görüntüsü...
Limana koşuşturarak yürüdüm. Şu anki rakiplerin alacakaranlıktaki sesi, ay sokak lambasıyla yarışıyor...
Arkamda Dazai salına salına yürüyor.
Dazai'nin mantar kargaşası yarım gün boyunca devam etti, sonunda biraz iş yapabilirdik.
"Kunikida, gösterdiğin yeteneğin- adı Yalnız Şair miydi? Bir ara bana yeniden göster."
"Reddediyorum. Yetenekler önemsizce meydanda gösterilecek bir şey değildir. Ayrıca yeteneğimi kullandığım her sefer defterimden bir sayfa kaybediyorum. Bu defter, uzun zaman sonra sadece 100 cilt yapmayı başarabilmiş ve fiyatı bile istisna yapmış belli bir zanaatkarın sınırlı sayıda ürettiği bir ürün. Sanki seni eğlendirmek için harcarım da."
Bileğimdeki saate baktım ve etrafıma göz attım.
"Daha önemlisi, Dazai, hızlı yürü. Randevumuza geç kalacağız."
"Geç kalacağımızı söylesen bile Kunikuda-kun, randevunun ne zaman olacağına dair bir bilgi yok yani bu, gerçek bir randevu olmadığı anlamına gelir, değil mi?"
"Hayır. Telefonda onlara '7 civarlarında' buluşacağımızı söylemiştim."
"Ve? Şu an tam 7. Buradan itibaren yürümemiz sadece 5 dakika alır, yani geç kalmamızın imkanı yok."
"Aptal! 7 civarlarında dediysem saatimi 18.59.50 ile 19.00.10 arasına kurmuşum demektir, o yirmi saniyeyi kast ediyorumdur!"
"Böylesine bir zaman hakimliği, sadece senden beklenirdi gerçi..."
Dazai ile önden ve arkadan laklaklık ederek yürüdüm.
Bu arada, kol saatim her sabah yataktan kalktığım standart zamanla uyumlu olduğundan saatin kuruluş süresindeki kayma, 1 saniyeden daha az.
"Mutlu mantarı yiyip bugünün işinin ilerlemesini engelleyen kimdi? Sakın bir kez daha bunu yapmayı düşünme. Yaparsan bile yediğinin zehirli olan olduğundan emin olarak ye."
"Şey, mutlu geçen bir saatti."
"Şimdiden iyi misin? Daha fazla pembe gökyüzündeki fili görmüyor musun?"
"Fil mi? Aptal olma. Onun gibi bir şeyin uçabilmesinin m��mkünatı yok, değil mi? Uçan şey mor renkli paremesyumdur."
Bu adam çoktan umutsuz vaka.
Dazai ile konuştuğum her sefer emin olduğum şeyler kulağa aptalca geliyor.
Gizli ajan mı? Şeytan mı?
Muhtemelen yapabileceği en kötü şey raylara atlayıp tren yolculuğunu aksatmak olur.
Ne olursa olsun, Dazai sadece sıradan konuşan, ilginç, ortalama beceriksiz birisi -ki bu, onu işten atmak için yeterli bir sebep. Buna rağmen sadece-
"Dazai bundan sonrasında yapacağımız işi hatırlıyorsun, değil mi?"
"Mor paremesyumu yok edeceğiz."
"Şu ana kadar... anlaşılmaz şeyler hakkında konuştuğunu düşünmüştüm ama bilerek yapıyorsun, değil mi?"
"Ahaha. Öyle mi? Perili Köşk Soruşturmasındayız."
Dalgaya vurmadan gülümseyen bir suratla bunu söylediğinde kaşlarımı çattım.
Dün e-postama gelen bir istek almıştım. Mektubun içeriği aşağıda belirtildiği gibi, şöyleydi:
Sayın yetkili, Silahlı Dedektif Ajansı'ndan duyduğumuz saygı ile, umarım bu mektup sorunsuzca size ulaşır. Bu mektubun sunduğu olanakla Silahlı Dedektif Ajansı'ndan bir ricamız var. Meşgul zamanlar geçirdiğinizi biliyoruz ama lütfen size bu vakayla sorun yaşatmamıza izin verin. Doğruyu söylemek gerekirse, garip doğaüstü olaylar, geceden sonra dolunayın yükselmesiyle ortaya çıkmaya başladı. Bu bir soruşturma başlatmanız için yapılan ricadır. Kimsenin kullanmaması gereken bir binanın içinden esrarengiz inleme ve fısıltı sesleri duyuyoruz. Dahası sönük, titrek bir ışık camlara yansıyor, bu binanın etrafında yaşayan bizlerin rahatlamak için tek bir anı bile yok. Terbiyesiz bir rica olduğunun farkında olsak da bu işin birisinin haylazlığı mı yoksa başka bir şey mi olduğunu ve bir yaramazlıksa nasıl yapıldığını açığa kavuşturursanız minnettar oluruz. Küçük bir şey ama özel bir avans göndereceğiz. Faturayı memnuniyetle kabul edeceğiz. Dahası, Bu ricanın içeriğinin sır olarak tutulmasını umuyoruz. Tüm bencilliğimizle şirketinizden gereğinin yapılmasını arz ederiz. Saygılarımla.
Aslında oldukça laf kalabalığı vardı. Mektubun içeriği karmaşık olsa da konusu kısaca "Yakınlardaki bir binadan gelen şüpheli sesler var, gidip bizim için kontrol edin."'di.
Bu mektup bana ulaştıktan hemen sonra, avans Ajans ofisine geldi. İçini kontrol ettikten ve gerekli masrafları hesaplandıktan sonra ajanstan artan yeterince miktar vardı.
Böyle olduğundan reddetmek için bir sebep yoktu. Her zamanki gibi soruşturmayı başlatacaktık.
Ancak -tek bir sorun vardı.
Rica eden kişinin adı yoktu.
İsteği gönderen kişi, bu şahsın nerede yaşadığı, kendisiyle iletişim kurabileceğimiz herhangi bir yer... hepsi belirsizdi. Muhtemelen bu kişi kasıtlı olarak kendisini gizli tutuyordu ama ayrıca bulduklarımızı da bildiremezdik.
Bu yüzden zorlu, ismi belirsiz kişiyi bulma görevinde Dazai ile ortak oldum.
"Belki isteği gönderen kişi ayrıca perili köşkte bizi bekleyen kötü bir hayalettir. Ve biz, dedektifler tuzağa kanıp tek lokmada midesine-"
"Aptal. Sanki Bu dünyada hayaletlerin e-mail gönderebildiği bir hikaye var da."
Diğer taraftan ortalıkta bir hayalet varsa korkmam... Muhtemelen.
Gereksiz ve mantıksız şeyler hakkında konuşurken körfez tarafındaki depoya doğru yürüdük. Kahverengimsi kırmızı tuğla binalar karanlık, sisli gecenin ayışığında renklerini yansıtıyordu.
Geri kalanlarından daha eski ve küçük olan bir depoya girdik.
Tavan yüksekti, duvardaki sıvalar esen deniz rüzgarıyla soyuluyordu. Yedek makine parçalarıyla yağın kokusu ve toz ile eski zamanın kokusu etraftaydı. Ofisin zilini çaldım.
Demir yüzeyin açılması ve zincirlerin birbirine çarpma sesi duyuldu.
"Girin."
Beklediğim gibi, içeriden tiz bir ses cevap verdi.
Pek çok asma kilidin arasından büyük ve ağır huş ağacı kapıyı açtım ve içeri girdim.
Oda, 20 tatamiden biraz daha küçüktü. Duvarlarda ve yerlerde elektronik makineler yığılmıştı ve titrek ledler loş odayı aydınlatıyordu.
Odanın merkezinde bir yığın bilgisayar sıralanmıştı ve vantilatörlerin sesleri sokak köpeklerinin hırıltılarına benziyordu. Masada dört LCD ekran vardı, herbiri solgun bir şekilde parıldayan farklı resimleri gösteriyordu.
"Yo, gözlüklü. Bugün de defterin ne derse onu mu yapıyorsun?"
"Bilgi eksik diye avantaj elde etmeye çalışma, ağzı bozuk. Eğer bu kanıtı ajansta doğru yerlere ulaştırırsak hapiste on yıl yatarsın. Parmaklıklar arasına girecek olursan rahmetli baban ağlar."
"Babam hakkında konuşma."
İki bacağına da masaya uzatan yasadışı istihbaratçı, 14 yaşındaki bir erkek çocuğuydu.
Büyük gözleri ve kısa saçı vardı. İster kış ister yaz olsun giydiği tek kıyafet beyaz bir süveterdi. Bedeni zayıf olabilirdi ama gözlerindeki kıvılcım kırık cam kadar keskindi.
"Daha önemlisi, belli ki geç kaldın? Alışılmadık bir durum. Ne o, randevun mu vardı?" Eşcinselliği ima ederek serçe parmağını kaldırdı.
"Kesinlikle yanlış. Randevuya çıkmak sadece evleneceğimi planladığın kıza özeldir. Ayrıca defterimde, gelecek planlarımı yazan sayfada evliliğe daha 6 yıl olduğu yazıyor."dedim defterimi açarken.
"O nedir ,gözlüklü? Evlilik planladığın bir kız mı var yoksa?"
"O'nun olmasına daha 4 yıl var."
"Oh, anlıyorum."
Defterimi açarak onu ciddiyetle cevapladığımda oğlanın gözleri büyüdü ve çenesi bir karış açıldı.
“İdeallerle ve planlarla yaşamak, bir yetişkin olmak bu demektir işte. İzle ve öğren, genç adam.”
“Hmm… Kunikida-kun’un karakterini az çok anlar gibiyim, ama şimdiki biraz…” Dazai arkamdaki tahta kapıdan belirdi.
“Hm, yeni bir yüz var. Kimsin?”
“Selam. Kendimi tanıtmak aslında kötü bir şey değil, ama Kunikida-kun’un az sonra söyleyecekleri yüzünden, bunu yapmam mümkün değil.”
“Çocuk, başka birinin adını sormadan önce, kendi adını vermelisin. Ve Dazai, iznim olmadan hareketlerimi ve sözlerimi tahmin etme.”
“Gözlük, ‘yapmalısın’ sözünü cidden seviyorsun değil mi… Pekala. Adım Taguchi Rokuzo. 14 yaşındayım. Uzmanlık alanım bilgisayar hacklemek.”
“Ajansın iletişim ağını hacklerken yakalandı. Kapı dışarı ettiğim aptalın teki.” diyerek kibarca eleştirdim.
“Bu kadar konuşma yeter. Hey, ortalıkta dolanmayı kes ve o zamanki aktarım kaydını ver.”
Üç ay önce, Rokuzo veledi Silahlı Dedektiflik Ajansı’nın bilgi ağını hackledi, ajansın kargaşaya kapıldığı bir zamandı. Doğal olarak ajansın siber korumada bile gardını düşürmesi mümkün değildi. Kargaşa çabucak çözüldü ve bir takip soruşturması sonucu bu yer bulundu.
Sonuç olarak, Rokuzo veledi çok fena batırdı, bir suçlu olmasının kanıtı olan aktarım kaydı, polise verilmemesi karşılığında ajansa istihbaratçı olarak yardım etme şartıyla iki tarafın da kazandığı bir anlaşmayı kabul etmesi gerekti.
“Ve? O maili göndereninin kim olduğunu buldun mu?”
“İş arkadaşlarıyla konuşma şeklin çok kaba, gözlüklü. Hemen halledebileceğim bir iş değil. Biraz daha bekle.”
Çocuğun dediği gibi, bu adamın yerini, bir isim olmadan bulma işiyle görevliydi. Mailin gönderildiği kaynağın izini sürmek özel yeteneğiydi, bu yüzden çok da zor bir dava olmamalıydı.
“Zaten diğer davayla ‘kayıp kişilerin izini sürmekle’ meşgulüm. Öncelik o vakanın, değil mi?”
“Doğru.” diye kabul ettim.
--Yokohama’nın Turistlerinin Art Arda Kaybolmaları. Bir kayıp vakası, ilk bakışta birbirleriyle hiçbir ilişkisi olmayan mağdurların aniden kaybolmaları ve sonrasında geri dönmemeleri. Güncel kayıp insan sayısı 11. Soruşturma ekibinin bu davaya başlamasından beri bir ay geçti. Kurbanlar arasındaki ortak özellikler, Yokohama dışında yaşamaları ve kayboldukları sırada iki ayak üstünde yürümeleri hariç, neredeyse yok, hem de hiçbir şey yok. Samanlıkta iğne arıyormuş gibi bu zorlu dava araştırılıyordu.
Rokuzo’nun görevlendirildiği iş kurbanların kaybolmadan önce yaptıklarıyla ilgili bir kayıt hazırlamaktı. Araştırmaya demir yolundan ve taksi raporlarından başlaması istendi, ama görünüşe göre olayların kaynağı pek de hoş değildi.
“Bu dava ne? İlk defa duyuyorum. Bana detaylıca anlat.”
Dazai ilgileniyormuş gibi gözükerek burnunu sokuyordu, .
“Sonra anlatırım.”
Böylece konuyu düşünmeden kapattım.
Tabii ki böyle yapmamın bir sebebi vardı. Bu seri kayıplar olayını Dazai’nin giriş sınavıyla birlikte çözülmesini planlıyordum.
“Hmm, demek yeni üyeleri eğitiyorsun. Gözlük, terfi etmişsin huh.”
“Oldukça dik başlı bir üst; bilirsin, biraz dertliyim."
-Ah, doğru ya. Rakuzo muydu? Hackersın değil mi? Kunikida’nın zayıflığı ya da utanç verici gizli fotoğrafları gibi bir şeyin yok mu…?”
“Oi, Dazai! Birinin gözü önünde açık açık şantaj malzemesi arama!”
“Oh, demek bu işleri anlıyorsun, yeni eleman, 1000 yen, 10000 yen, 100000 yen, hangi anlaşma senin için uygun?”
“Böyle bir şeyin mi var!?”
Bekle, bekle, bekle. Sakin ol.
"Maskaralık etmeyin. Benim zayıflığım falan yok. Velet belli ki havaya girmiş, Dazai uyma şuna."
“…Hmm.” Dazai gizli anlamlarla dolu bir bakışla bana baktı.
“Bana inanmıyorsan kalsın. Sadece bana ne olursa olsun inanan müşterilere satış yaparım zaten. Ancak gözlük ödeme yaparsa, tüm kanıtları senin için silebilirim.” “Kim ödeme yapar ki?! Hakkımda öyle utanç verici bilgilerim yok! Gidiyoruz, Dazai!��� Dazai’nin ensesinden çektim ve oğlanın odasını arkamda bırakarak ahşap kapıdan dışarı çıktım.
…111000 yen huh…
Gece vakti, depo bölgesinde bir tek kişi bile görülmüyordu.
Bu bölgenin sokaklarında, Dazai ve ben önceden çağırdığımız taksiyi bekliyorduk. Yaklaşan ve yol boyunca ilerleyen arabanın farları uzayarak önümüzde durdu. Gümüş kürdeleler gibi, sarı renkli gölgeler. Fren lambalarının kırmızı ışığı yayıldı. Beyaz farlar binanın gölgesini aydınlattı. Arabanın camına yansıyan loş ışıklar sıvı gibiydi, göze yakınlaştıkça bir nehirden akıyor gibi.
Deniz rüzgarı bulutları ileriye ve geriye götürerek esiyor, ay ışığı liman yoluna siyah beyaz gölgeler düşürüyordu.
“Ne hoş bir çocuk.” Dedi Dazai gecenin gökyüzüne bakarken.
“Çocuğun seninle tanışmasına izin vermek benim açımdan bir hataydı. Ortaya iyi bir şey çıkmayacağını önceden fark etmem gerekirdi.”
“Senpai, bir soru sorabilir miyim?”
“Ne var?”
“Neden Rakuzo ile ilgileniyorsun?”
Dazai’ye baktığımda, yüzü ciddi bir hal almıştı.
“Neden ona bir iş verdiğini merak ediyordum. Kayıp insanları aramak gibi şeyler, ajansın da bu kadarını yapabileceğine eminim. Durumumuzda, telefonla yapılan bir konuşmayla halledilebilecek bir iş için bile yolunu değiştirip buraya geldin."
Sessiz kaldım. Cevaplaması kolay bir soru değildi.
“Konuşmanızda geçmişti, ama çocuğun babasıyla mı alakalı?”
Aniden Dazai’ye baktım.
“Yani doğru anlamışım.” Dazai yüzüme baktı ve gülümsedi.
“…Rakuzo’nun babası mükemmel bir polisti. Ancak, öldü.”
Bu konuşmadan kaçamayacağını bildiğimden anlatmaya başladım.
“Önceden, bir suçlunun soruşturması için ajansla beraber çalıştı. Devlete ve anonim şirketlere ait tesisleri yok eden tanındık bir suçluydu. Polis ne kadar peşinden koşarsa koşsun, nerede olduğunu anlayamıyordu."
“Ve bu- Mavi Bayrak Terörizm davası mıydı?”
“Doğru.”
Vakaya polis ve ordu da dahil oldu, ülkeyi kargaşaya sürükleyen iğrenç bir vakaydı. “Ajansın araştırmasının sonunda, gizli üssünü keşfetmeyi başarabildik ve bunu şehir polisine bildirdik.”
“Ee, büyük bir başarı değil mi!?” Dazai takdir etti.
“Evet, kesinlikle öyleydi. Ancak o sırada ordu, kamu refah ofisi ve şehir polisi birlikte çalışıyordu, emir zinciri karıştı ve bir kargaşa yarattı. Ne yazık ki bu yüzden suçlu tehlikeyi sezmeyi başardı ve gizli üssünde barikat kurdu. Bir çok güçlü patlayıcı yerleştirmişti."
Hatıralar canlanmaya başladı. Telefon ahizesinden gelen şehir polisini kızgın kükremesi. Tutuklama emri. Bekleme emri. Havada uçuşan tutarsız talimatlar.
“Talimatlardaki karışıklık yüzünden, olay yerine aceleyle gidebilen detektifler sadece beş kişiydi. Onlara verilen talimat içeri zorla girilmesi ve suçluyu kontrol altına alınmasıydı… Ne de olsa toplumda ‘Mavi Kral’ olarak çağırılan suçlu, herhangi bir özel örgütün parçası değildi veya bir yeteneği yoktu, 5 kişiye karşı ne yapabilirdi ki?"
Ancak, olay yerindeki insanlar her şeyi anlayamadılar. Üstten zorla girmekten başka bir yol olmadığını düşündüler.
“Sonuç olarak suçlunun patlayıcıları ateşlemesene sebep oldular. Suçlu ve beş detektifin hepsi öldü.”
“-Ve ölen o beş adamdan biri Rokuzo’nun babasıydı, değil mi?”
“Rokuzo’nun annesi erkenden öldü ve ikisi birlikte yaşadı. Polis memuru olan babasına saygı duyduğunu söyledi.”
Yumruğumu sıktım.
“O zaman, gizli üssün keşfini bildiren kişi, bendim.”
O zaman, sadece daha çok yetkisi olan biriyle iletişime geçseydim... Ya da belki, içeri girmek için ajans yardım etseydi…
“Cinayeti işleyen kişi benmişim gibi hissediyorum”
“Bu doğru değil. Üstünde ne kadar düşünülürse düşünülsün, suçlular talimatları veren şehir polisi amiri ve kendini ölümüne patlatan suçluydu..”
“Belki. Ama eminim ki o genç çocuğun düşüncesi farklı. Öyle olmasaydı intikam amacıyla ajansı hacklemezdi.”
Muhtemelen Rokuzo ajansa karşı öfkeli. Bunu yüz yüzeyken hiç onaylamadım. Ancak- “Rokuzo’nun babası artık burada değil. Tek gerçek bu. Birisi babasının yerine ona göz kulak olmalı ve ara sıra terbiye etmeli. Yapabileceğim tek şey bu. Durum ve zaman bunu gerektiriyor.”
“Kunkikida-kun duygusal birisi, huh.” Dazai iğnelemeye benzer bir iç çekti.
Kendimi duygusal birisi olarak hiç düşünmedim, ya da bu duygusallık şeyinin nasıl olduğunu anlamadım.
Ancak, tüm tanıdıklarım bana “duygusalsın” diyorlar. Nedenini anlamıyorum. Bu dünyadaki her şeyin idealler üzerine kurulu olmadığını söylememe rağmen. Ben düşünürken, bir taksi önümüzde durdu. Taksici elini salladı.
000 Taksi sürücülerinin aralarında farklı deneyimler ve bilgilerle donatılmış olanları da vardı.
Temiz olmak, istikrarlı olmak, her çeşit kestirme yolu bilmek, uzun süre şoför olduklarından dolayı edindikleri araba kullanma becerileri veya samimi gülümsemesiyle genç bir adam, ya da taksimetreyi kullanmak yerine vereceği parayı yolcuya bırakmak gibi. Bu kişiler, bir kere bile sözünüzü kesmeden makul bir şekilde isteklerinizi dinler.
Bu sırada, şöförden tek bir isteğim vardı.
“Uzun zaman oldu, değil mi, Dedektif Kunikida? Bugün dedektiflik işleri için mükemmel bir gün değil mi? Bugünün gözlükleri ayrıca size uyuyor, araba kullanma işime devam ederken, gözlüklerin artı ve eksi yönlerini anlamakta iyi bilgilendim, anlarsın ya! Zarif ya da markası kaliteli denilebilir! Dedektif Kunikida’nın gözlükleri gerçekten muhteşem! Sözüm sözdür”
“Yalvarıyorum biraz sus ve sür.”
İlk olarak ve en önemlisi, gözlüklerin markasının avantajına değer biçerek ne kastediyor? Aptalca –Ne demek istediğini bilmek istesem de.
“ ‘Şoförün iyisi sessiz olanıdır’ yolcuların hiç söylemedi mi?”
“Hayır, hiç söylenmedi, huh. Doğrusu, ben araba kullanırken müşteriler asla konuşmazlar. Tüm konuşmayı yapan tek kişi benim.”
Bu taksinin şehirde nasıl çağırılması gerekildiğini biliyorum: Tuzak.
Dazai ve ben önceden görüştüğümüz taksiye bindik ve taksiye söylediğimiz yere doğru gitmeye başladık. Camdan dışarıda görülebilen karanlıkta, şehir sokaklarındaki aydınlatmalar ya çok azdı ya da yoktu, ormanın seyrek hattı, puslu ay ışığını bazen gölgeliyor bazen önünü açıyordu.
Tabii ki, taksinin tuzağına sırf şansızız diye binmedik. Bilerek bu taksiyi tuttuk. Neden mi?
Bilgi toplamak için.
“Dazai, biraz önce konuştuğumuz Yokohoma turistlerinin art arda kaybolmalarıyla ilgili davayı hatırlıyor musun?”
“Ah, Rakuzo denen çocuğun ilgilendiği mi?”
“Evet. 11 kurban var. Bu on bir kişiden ikisini, kaybolmadan hemen önce bu taksi sürücüsü görmüş”
Önümdeki minyon taksiciyi işaret ettim.
“Tanıktan ziyade, sadece onları limandan otele götürdüm. Aralarından birisi tatile gelmiş bir kadın, diğeri iş gezisindeki bir iş adamıydı.”
“Ve bu fotoğraflardaki kişiler olduklarına emin misin?”
Göğüs cebimden birkaç fotoğraf çıkardım. Öyle ya da böyle, fotoğraftakilerin kayıp kişiler olduğunu otelin güvenlik kamerasıyla çoktan onaylamıştık. Figürleri binaya doğru ilerliyordu, resepsiyonda kontrol ediliyor ve ertesi gün dışarı çıkıyorlardı; fotoğraflarının her birinden üçer tane vardı.
“Evet, şüphesiz bunlar onlar. Kıyafetleri bile fotoğraflardakilerle aynı. Onları bu otele bırakmıştım."
“Tamam, her neyse Kunikida-kun, müsait olduğunda kibarca bu davayı detaylarıyla bana anlatabilir misin?”
“…Pekala.”
Takside, vakayı üstünkörü anlatmaya başladım.
Bir ay önce, Yokohama’ya iş gezisi için gelmiş 42 yaşındaki bir adam aniden kayboldu. Ayak izlerini takip ettikten sonra, limandan otele gittiği ve girişini yaptığı, geceyi orada geçirdiği ve ertesi gün şehirden ayrıldığı anlaşıldı. Ancak, iş toplantısında görülmedi, ya da evine geri dönmedi. Eşyalarını otel odasında bırakmasına rağmen nereye gittiğine dair hiçbir işaret yoktu.
Diğer kurbanlar da hemen hemen aynı durumdaydı, yalnız turistler, fuarlara katılanlar ve toplam 11 kişi. Kayıpların yaşları, adresleri ya da işleri aynı değil, tek ortak noktaları Yokohama’ya yalnız gelmeleri. Polis otelden ayrıldıktan sonra gittikleri yerleri bulabilmek için bir soruşturma başlattı ama sonuç koca bir hiçti. Sanki bir sigara dumanında kaybolmuş gibilerdi.
Şehir polisine göre, en olası durum kaçırılmaydı. Ama böyle büyük bir şehirde, tanık olmadan birinin kaçırılabileceği hiçbir yer yok. Ayrıca, aileler fidye ile tehdit edilmemiş, kaçırılmalarının amacı belirsiz.
--“Kaçırılmalarının illa bir amacı olması gerekiyorsa, nedeni açıkça belli değil mi?” Şimdiye kadar dinleyen sessiz Dazai, aniden net bir sesle konuştu.
“Organ mafyalığı.”
“Ne?”
“Diyorum ki, kaçırıldıktan sonra, satıldılar. Duyduğuma göre, kaybolan insanlar sağlıklı yetişkinlerdi, değil mi? Kalp, böbrek, kornea, akciğer, karaciğer, pankreas, kemik iliği – eh, yurtdışına Japon yeniyle pazarlamaya kalkışırlarsa pek bir şey kazanamazlar, ama on bir kişinin bedeni zaten altın dağı gibidir. İşi yürüten yalnız bir suçluysa, servet toplar.”
“Kara borsanın bu tarz işlerle alakası olduğu doğru – ama sen bu konu hakkında fazla biliyorsun.”
Sıradan bir insan, bu tarz bilgileri sadece kitaplardaki hikâyelerden ya da en fazla filmlerden öğrenir diye düşünüyordum.
“İmkanı yok, şehrindeki kenar mahallelerinin birindeki barda, insanların bunun hakkında konuştuklarını duydum sadece.”
Ne kadar da şüpheli bir açıklama. Sanki bahane üretiyormuş gibiydi.
Sonuçta bu adam hakkındaki her şey şüpheliydi.
“…öyle diyorsan, o zaman kayıp insanlar satıcılarına ‘lütfen benim organlarımı alın’ diye yalvarıyorlar mı? Tatilin ya da iş gezisinin ortasında... kasıtlı olarak?”
“Doğru, biraz anormal. Dediğin gibiyse belki de organ kaçakçılığı değildir ama bazı şeyler yüzünden ortadan kaybolmak istemişlerdir. Ve bu yüzden profesyonel bir servisten yeni bir isim ve aile sicili istemişlerdir ve bam! Kayboldular. Bunun gibi bir şey işte."
“Öyle olsa bile, bu profesyonellerle buluşmaya kendi istekleriyle gitseler, o zaman görülmezler miydi veya en azından arkalarında bir çeşit güvenlik kamera görüntüsü bırakmazlar mıydı?”
“Bu profesyonellerin arasında en azından bir tane kılık değiştirmede uzman birisi vardır, değil mi?”
“Düşündüm de daha önce duymuştum, fotoğraf endüstrisindeki gibi bir adamı tamamen bir kadın gibi gösterebiliyorlarmış. Bir şekilde, yüzün hatlarını değiştirmek için yanakların iç kısımlarını ipek dolguyla dolduruyorlar, daha sonra-“
“Kimse seni dinlemiyor.” Hemen şoförün uzun bir konuşmaya doğru ilerliyormuş gibi görünen sözlerini kestim.
“Ah, anladım! Şu fotoğrafa bak, ikisi de gözlük takıyor değil mi? Ortak noktalarını buldum! Gözlüklülerin art arda kaybolmaları vakası!”
Fotoğraflara baktım. Fotoğraflardaki mağdurların ikisi de gözlük takıyordu. Siyah çerçeveli ve gümüş çerçeveli...
“Peki o zaman, Kunikida-kun, senin sıran!”
“Ne sırası? Diğer dokuz kurban arasında gözlük takmayanlar da vardı. Buna ortak nokta diyemezsin.”
Hatırladığım kadarıyla, dokuzunun arasında, dördü gözlük, ikisi güneş gözlüğü takıyordu ve diğer üçü hiçbir şey takmıyordu.
“Tsk… O zaman Kunikida-kun’un yem olmasından başka seçeneğimiz yok. Suçlunun hedefleri turistler, değil mi? Öyleyse Kunikida-kun lastik çizmeler giyecek, bir sırt çantası takacak, yeşil ve kırmızı ekoseli bir tişört ve dağ tırmanış pantolonları giyecek ve Yokohama sokaklarınında gezecek. Sonra kocaman bir kamerayla yayaların yandan fotoğraflarını çekecek ve cümlelerini ‘zura’ ile bitirecek.”
“Bunu kim yapar ki?!”
“Bunu kim yapar ki zura?!”
“Böyle bir saçmalığa taktik bile denmez! Reddedildi!
“Reddedildi zura!”
“Bunun gerçekleşmesini bekleme!”
“Ehh? Öyleyse silindir şapkayla tek tekerlekli bisiklet üzerinde sokaklarda gezen ve beğendiği kızlara avazı çıktığı kadar bağıran çıplak bir Kunikida-kun olsa?”
“Konuyu değiştirdin!”
“Peki öyleyse, palyaço kostümü giymiş Müfettiş Kunikida olsa nasıl olur?”
“Ve sen, kapa çeneni!”
Lanet olsun, her birine!
Yavaş yavaş öfkeleniyordum.
“Dazai! İşinde biraz daha istekli ol! Ne zaman ciddi ciddi çalışmaya başlayacaksın?!”
“Ehh? Ben hep ciddi çalışırım ama...”
Gerçekten böyleyse durum daha da vahim.
“Peki. Öyleyse şunu yapsak nasıl olur? Yakında doğru dürüst bir dedektif olacağıma söz veriyorum. Ciddi bir şekilde soruşturmaları yapacağım, inceleyeceğim ve sonuca ulaşacağım. Üstüm Kunikida-kun'un nutku tutulacak ve yarından itibaren, herhangi bir problem olmadan yalnız çalışmam konusunda bana güvenebilecek. Tıpkı istediğin gibi muhteşem bir adam olacağım.”
Dazai mazeretlerini sıralamaya devam etti, ama ona hiç güvenemiyorum.
“Bu ‘yakında’ tam olarak ne zaman?”
"Taksiden indiğimiz zaman.”
Oh.
“Gerçekten mi?”
“Tabii ki. Bir intihar yandaşı sözünden geri dönmez… ve karşılığında, bir şey istiyorum.”
Bunun olacağını biliyordum.
“Nedir? Maaşına zam gelmesini ya da daha kolay bir iş verilmesini istiyorsan reddediyorum, tamam mı?”
“Öyle büyük bir şey değil. Sadece, tam şu an ilgimi çeken bir şey var.”
Dazai sürekli şoföre doğru bakıyordu. Merak gözlerinde parıldadı.
“… Arabayı sürmeme izin verin.”
000
“En azından tek parça halinde vardık!”
“Bir daha asla… araba sürmene izin vermeyeceğim…”
Kapılar açıldı ve ben neredeyse dışarı yuvarlanırken Dazai havalı bir biçimde taksiden dışarı çıktı .
Taksinin şoförü en sonunda yolcu koltuğunda bayılmıştı. Muhtemelen gecenin geri kalanında baygın olacaktı.
“Hm, yol mu tuttu? Ne kadar da nahoş”
Dazai’nin sözleriyle, hafifçe öldürme isteğimi hissettim.
Buna artık yol tutması falan denilemezdi. Ayağa kalktım, bacaklarım titriyordu. Denge duyum gitmişti. Daha yeni ayağa kalkmayı öğrenmiş yavru geyik gibi, kollarım da ayaklarım da titriyordu.
En ağır dövüş sanatı eğitimi bile bunun kadar yorucu değildi.
“O halde derhal çalışmaya başlayalım! Onlara önceden söz verdiğinden çabucak halledelim!”
Biraz önceki azar yüzünden “Dinlenmeme izin ver!” diyecek gücü zor topladım.
“Mektupta bahsedilen yer hemen şurada, değil mi? …Bu arada, Kunikida-kun, hayaletler ve şeytanlar ve benzerleriyle aran iyi mi?”
“Hayalet…? Öyle şeylerden korksaydım Silahlı Dedektiflik Ajansıyla çalışırdım sanki.. doğaüstü olaylardan çok, bıçakların ve ateşli silahların daha büyük bir tehdit oluşturduğu açıkça ortada.”
“Bunu duyduğuma sevindim. Sonuçta bu sefer araştırdığımız yer perili.”
Bakışlarım Dazai’nin işaret ettiği yere doğru kaydı.
Dağların girintilerinde öylece duran, dökülen siyah bir bina görülebiliyordu. Karanlığın renklendirdiği ölümün işaretleriyle ve binadaki yıpranma işaretleriyle dolu terk edilmiş bir hastaneydi.
000
Neden?
Neden gecenin bir yarısında böyle bir soruşturmaya gidiyoruz?
İnsan yaşadığı süreç boyunca, hasta düştüğü zamanlar vardır. Hiç hastalanmamış mükemmel zihin ve beden diye bir şey yoktur. Kanıtı ise, herkesin doğduğu hastanede ölmesi. Hastane önce bu dünyaya, sonra yaşayanlar ile ölüler dünyasını bağlayan bir bağa benzer.
Bu terk edilmiş hastanenin yıkık dökük, tozlu hali her şeyi daha ürkütücü hale getirilirdi. Kırık pencereden yansıyan ay ışığı yıkıntı binaya korkutucu mavi gölgeler düşürüyor, yerdeki durgun şu birikintisine soluk mor rengini veriyordu. Ön bahçede yetişen örümcek zambakları, zehirli5 kırmızı rengindelerdi.
“Karanlık… hiçbir şey göremiyorum.”
�� “Hoş, değil mi?”
İstemeye istemeye girdiğim terk edilmiş hastanenin koridorlarında yanımda yürüyen Dazai ufak adımlarla beni geçti.
Duvarlar çatlamış, kablolar dökülen tavandan sarkıyordu. Pencere pervazları kopuktu, mobilyaların ve ekipmanların çoğu çalınmış ve hastane odaları kurtçuklara ve böceklere ev sahipliği yapıyordu.
Kim böyle bir yıkıntıyı beğenir ve hatta içine girerdi ki?
“Müşterinin isteği burada her gece oluşan ışık ve sesleri yapanın gerçek kimliğinin ortaya çıkması. Ben de karşımıza neyin çıkacağını bilmiyorum. Tetikte ol.”
“Um… Tabii ki anlıyorum, ama Kunikida-kun, biraz fazla temkinli değil misin?”
Dazai’ye baktım.
“Ne diyorsun? Düşmanı küçük görmek aptallıktır. En kötüsünün olacağını varsayıp buna göre hareket etmenin seni, ajansın bir üyesi olmaya değer yapacağını bil.”
Tedbir olsun diye uyardım, sürpriz bir saldırı olmasına karşın yere yakın durdum ve koridor boyunca ilerledim.
“Yoksa… korktun mu?”
“B-b-b-ben korkmuyorum! Aptal!”
“O zaman hızlıca gidelim.”
“Aptal, bu tarz filmlerde, karakterler her zaman heyecana kapılıp dikkatsizce hareket ederler, istiyorsan ilerle ve günah keçisi ol.”
“ ‘Bu tarz filmler’ derken neyi kast ediyorsun?”
“Onu boş ver, sadece ilerle. Ben arkadan gözlemlemeye devam edeceğim.”
“Sadece önde yürümek istemiyorsun… Oh, doğru ya, karanlık olduğu için göremezsin, bir fener kullanmaya ne dersin?”
Bunu çoktan düşünmüştüm. Gerçekten, gerçekten aydınlık olsun istiyordum. Ama…
“Bu hastanede birileri varsa, ışık yüzünden burada olduğumuzu fark edebilirler ve kaçabilirler. Sadece ay ışığıyla ilerlemeye devam edelim.”
“Haah…”
İkimiz karanlık boyunca ilerledik. Bina güçlü rüzgarla gıcırdadı. Bir yerden damlayan su sesi duyulabiliyordu.
Bu terk edilmiş hastanenin komşuları nerede? Etrafta tek bir bina bile yoktu. Sadece sonsuz gözüken orman, geniş tepeler ve tarlalar vardı. Şiddetli rüzgar ağaç yığınını salladı ve yaprakların hışırdama sesi yankılandı.
Müşterinin gönderdiği mektupta yazanları düşündüm. Bu civarlarda kim yaşıyordu ki? Yerleşim yerleri bu binadan kilometrelerce uzaktaydı, birinin izinsiz girebileceği bir yer değildi. Sadece tilkiler ve ayılar gibi hayvanlar bu çevrede yaşardı.
-Öyleyse, müşteri nasıl biri?
-Müşterinin bir adı yok.
- Belki de lanetli kötü bir ruhtur.
Dazai’nin sözlerini tekrar düşündüm.
Etrafımızda, her şey saf karanlıktı, hiçbir şey görünmüyordu. Başıboş rüzgar binanın çatlaklarından içeri giriyor, ağlayan bir kadın gibi ses çıkarıyordu.
……
Hayaletlere inanmam. Ben matematik öğretmeniyim, fizik ve kimyada ustalaşmış bilim adamıyım.
Yaşayan şeylerin şekillerini alan intikamcı ruhlar gibi şeyler boşuna; karanlık korkusu sadece kuruntu.
…….
Korkmuyorum, titremiyorum ya da ağlamıyorum.
“Ortaya çıktı!”
GYAAAAAA!
Dazai’nin önden bir yerlerden gelen bağırışıyla kalbim çıkacak gibi oldu.
Dazai kafasını çevirdi, ağzını bir karış açarak bana baktı, yüzümdeki ifadeye baktı ve sonra yavaşça sırıttı.
Şu lanet herif…..!
“Kovulacaksın, biliyorsun değil mi!?”
“Yok daha neler, Kunikida-kun biraz gergin görünüyordu, bu yüzden sadece dikkatini dağıtmak istedim.”
“Artık hiçbir şeyini umursamıyorum!”
Dazai’yi kenara ittim ve ileriye doğru yürüdüm.
Kahretsin, karanlık. Hiçbir şey göremiyorum. Hiçbir şey göremediğimden karanlıkta neler olabileceğini hayal etmeye başlıyorum.
Gölgelerin mahrum karanlığında, birinin uzun bir nefesle iç çektiğini hissedebiliyorum.
Karanlık.
Karanlık.
Artık değil.
“Yalnız Şair – el feneri!”
Aydınlık oldu.
000
Hastanenin etrafını biraz kontrol ettikten sonra, birisinin içeri girdiğine dair kesin bazı işaretler vardı.
Tekerleklerle bir şeyi çeken birisi, arkasında bir çeşit iz bırakmış. Deri botların ayak izleri, kıyafet tiftiği. Ancak, bunların her gece içeri sızan suçlunun izleri mi yoksa sadece durumun avantajından yararlanan hırsızların izleri mi olduğu net değildi.
Görüş alanımız yeteneğimle oluşturulan küçük el feneriyle görebiliyorduk. Ancak hastanenin yoğun karanlığını aydınlatmak mümkün değildi.
Sadece biraz ilerisi bile zifiri karanlıktı, önümdeki yolu aydınlatırsam ayaklarımın altımdakiler derin deniz karanlığına gömülecek, ayaklarımı aydınlatırsam, önümdekiler bir mağara kadar karanlık olacaktı. Temkinli bir şekilde ilerlesek bile, araştırmada ilerlememize yardım edecek hiçbir şey yoktu.
“Birileri kesinlikle haylazlık yapmış. Hadi eve gidelim.” Dedi Dazai yeterince araştırmış gibi ve dönüp gitti.
“Oi, bekle. Ciddi bir şekilde soruşturmaları yapacağım, inceleyeceğim ve sonuca ulaşacağım lafına ne oldu? Sadece bu kadar araştırmışken dedektif olarak adlandırılmaya layığız sanki. Daha fazla kanıt-“
“Gerek yok. Şuna bak.”
Dazai koyu renkli bir kablo tutuyordu. İki ucu da yere gömülüydü. –Neden?
“O – kablo mu?”
Doğru bildiysem, oldukça yeniydi. Bu binadaki zamanla çürümüş diğer güç kablolarından oldukça farklıydı. Birkaç ay önce yerleştirilmiş olmalıydı. “Eğer bu kabloyu takip edersek-“
Dazai kabloyu makara gibi sardı ve sonuna kadar takip etti. Ustalıkla yerleştirilmiş ve saklanmıştı, ama sonunda kablonun sonuna ulaşabildik.
Dazai başka bir şey aldı.
“Bu… bir kamera. Biri bunu gizlice kurmuş olmalı. Sadece bu konumda da değil. Aman aman, müşterimiz hayalet korkusu yüzünden ağlayan Kunikida-kun’un görüntülerini çalmak için sahte bir istek göndermiş olmalı. Ne kötü bir adam.”
“Hey, ağlamıyordum!”
“Doğru, huh. Sadece terk edilmiş bir binanın karanlığından korkmak, ilkokul çocukları bile yapmaz.”
“……….”
“İlk olarak, bir hastanenin hayaletlerinin içinde mücadele ruhu kalmamış olmalı. Hastalıktan öldüler, değil mi? Bir kaza yüzünden öldüklerini farz edelim, o zaman da öldükleri yeri avlamaya giderlerdi. Bu çeşit hayaletler, bir insanı ölümüne kontrol edecek cesarete de sahip değiller. En fazla kalıcı duyguları ve pişmanlıkları vardır. ‘Ölmek istemiyordum…’ gibi gibi. Ahh, olamaz, olamaz. Gerçekten ölebilmek, ne lüks ama.”
“Dazai….. Oi, sus artık…”
Oh… intikam dolu bir ruh dinliyorsa, ne yaparız?
“Eğer yaşamaya karşı bir kinleri varsa, en azından akciğer tüberkülozu olan çok zayıf bir kadının kini olmalı. Birbirine dolanmış yağlı saçları dalgalanıyor, ve intikam dolu bir şekilde diyor ki, “Garezim var, yaşayan şeyleri kıskanıyorum, BENİ BU KASVETLİ BOŞLUKTAN KURTARIN, BENİ BU ACIDAN UZAKLAŞTIRIN, aa, çok fazla acı, kanım, kemiklerim, etim, içim, AAAAAAAAAAAAAHHHHHH!”
“YARDIM EDİİİİİİİİN!!!!!”
Aniden bir kadının karanlıktaki tiz çığlığı beni o kadar şaşırttı ki kalbim boğazımdan dışarı çıkacakmış gibi hissettim.
Ama hemen sonra üzerime soğuk suda sırılsıklam olmuşum gibi, sakinleştim.
Az önceki çığlık, yaşayan birine aitti.
“Şimdiki ses…”
“Bu taraftan! Çabuk!”
Dazai’yi beklemeden, küf tutmuş koridorda koştum. Olabilecek en kısa sürede, merdivenlerden aşağı indim ve koridorları geçtim. Çığlığın kaynağına doğru koşarken yerdeki döküntüleri tekmeledim.
Bodruma vardım. Tavan yıkılmış ve altındaki zeminde parçalanmıştı. Küçük mutfak, tıbbi malzeme ve ilaç odası, X-ray odası, ve morg sıralanmışlardı.
Sesin peşinden koştum ve küçük mutfağa girdim.
İşte orada!
Çamaşırları yıkamak için kullanılan geniş depodaki suyun yüzeyinden, bir kadının sağ eli çıkmıştı ve kadın umutsuzca debeleniyordu.
Aceleyle koştum ve suya baktım, iç çamaşırlarını giymiş genç kadının figürünün altında görülebiliyordu, tek eli alttaki parmaklığa kelepçelenmişti.
Kelepçeler yüzünden, kadın yüzeye çıkamıyordu! Ölümüne boğuluyordu!
“Bu şey de ne-!?”
“Demir ızgarayı kırmamız gerek!”
Dazai ızgarayı kavrarken bağırdı. Kadının kaçmasını önlemek için bir kapak görevi gören devasa çelik ızgara depoya sıkıca sabitlenmişti.
İki elimle ızgarayı tuttum ve tüm gücümle salladım. Aynı zamanda asma kilitle kilitlenmişti, kaba kuvvetle çıkmasının imkanı yoktu.
Gözlerim sudaki kadınla buluştu. Kırmızımsı kahverengi gözbebekleriyle... Gözlerini yapabileceği kadar kocaman açtı, bakışlarıyla yalvarıyordu. Yardım edin.
“Şimdi seni kurtaracağım! Deponun kenarına git!”
Ellerimi salladım, ona hareket etmesi için talimat vererek. Belki de fark etti, kadın sırtını deponun duvarına bastırdı ve vücudunu çekti.
Belimden tel tabancasını aldım. Güvenlik kilidini açtım, ve deponun dış duvarına nişan aldım.
“Eğil, Dazai!”
İçerideki kadına doğru sekmeyecek şekilde, açıyı hesapladım ve ateş ettim! Darbe alan duvar çatladı ve delindi. Yarıldı ve su dışarı aktı.
O çatlağa doğru hedef aldım ve bir döner tekme attım!
Tekmeyle kazandığım gücü ayağımda toplayarak, seramiği ve sıvalanmış duvarı parçaladım. Büyük bir delik oluştu ve devasa miktarda su dışarı aktı.
“Öhö… öhö, öhö!”
Su delikten fışkırdı, su seviyesi çabucak kadının yüzünün altına indi ve bunu arzuluyormuş gibi, nefes alıp vermeye başladı. Bir şekilde, zamanında yetişmiştik. Dazai büyük bir tıpayı kapattı ve su akmayı kesti.
“İyi misiniz?” kadına ızgaraların arasından bir mendil uzattım. Kadın hala titreyen parmaklarıyla mendili aldı.
“Birisi sizi boğmaya çalışmış gibi görünüyor… Kimin yaptığını gördünüz mü?” diye sordu Dazai.
Çılgınca öksürürken nefes almaya çalışan kadın sonunda sesini çıkardı. “Ben- kaçırıldım. İş için Yokohama’ya geldiğim gün, birden bilincimi yitirdim – ve ne olduğunu anlamadan önce, buraya gelmiştim.”
Dazai ve ben birbirimize baktık.
000
Dazai ile birlikte çalışarak, ızgaraları ve kelepçeyi kırdık ve kadını kurtardık. Çelik ızgaralara üç kere asma kilit vurulmuştu ve başka seçenek olmadığı için, kırabilmek için kanca tabancasının sapını kullandım.
“Adım Sasaki Nobuko. Tokyo’da bir üniversitede öğretim görevlisiyim. Yokohama’ya vardığımda, aniden bilincimi yitirdim ve ne olup bittiğini fark edemeden buradaydım” Sırılsıklam ve yüzü morarmış Bayan Sasaki hala kararlı bir şekilde açıklama yapabiliyordu.
“Sasaki-san, kaç gün önce bilincinizi kaybettiğinizi ve kaçırıldığınızı hatırlıyor musunuz?”
“Özür diliyorum… Bilincimi kaybetmiştim, bu yüzden tam olarak söyleyemem… Ama vücudumun durumuna ve boş mideme bakarak konuşursam, iki ya da üç günden fazla geçtiğini düşünmüyorum.”
Yokohama turistlerinin seri kaybolmaları vakasının kurbanlarının 35 ila 7 gün arası öncesinde kaçırılmıştı. Bayanın söyledikleri doğruysa, on ikinci kurbanın o olması yüksek bir ihtimaldi.
“……”
Bu sırada Dazai bağlı kollarıyla sessiz kalmıştı, şiddetle bir şey hakkında düşünüyordu. Bayan Sasaki siyah saçlı ve bedeni ince olan bir kadındı. Yaşı benimkine yakın olmalıydı. Vücudu titriyordu. Kıyafetleri kaçırıldıktan sonra mı çıkarılmıştı, yetersiz iç çamaşırları içinde bırakarak? Dazai’nin ona ödünç verdiği ceketi giyiyor olsa da, gecenin bu vaktinde, sırılsıklam yarı çıplak vücuduyla, titrememek mümkün değildi. Soğukta titreyen, koluma tutunan eli, yere uzanmış bacakları fazla inceydi. Tenine yapışan kıyafetler baştan çıkarıcı bir kıvrım çizmişti. Teni o kadar beyazdı ki birisi onun saydam olduğunu düşünebilirdi.
Ensesine yapışan ıslak saçından akan su taneleri göğsüne damladı. Bazı sebeplerden, nedensizce, gözlerimi başka tarafa çevirdim.
“Daha önemlisi, bu binanın bir yerlerinde benimle aynı şekilde kaçırılan daha fazla insan olmalı! Seslerini duydum.”
“Ne-?”
Diğer kayıp insanlar da mı? Onlar da kaçırıldı ve buraya hapsedildiler yani? “Size yolu göstereceğim! Buradan lütfen.” Kadın, aklı karışmış bir şekilde, ayağa kalktı, rehberimiz olmayı planlıyordu.
……Ancak.
“…Bekle.” Bayan Sasaki’yi durdurmak için elimi uzattım.
“Dazai, bu durum hakkında ne düşünüyorsun?”
“Sasaki-san’ın erotik göründüğünü düşünüyorum” dedi Dazai ciddi bir ifadeyle.
“Ciddi ol!”
“…Hmm, çok fazla şey yaptık.” Dazai kollarını bağladı ve bir kez daha cevapladı. “Bu terk edilmiş binaya gizemli sesleri ve ışıkları araştırmak için geldik, değil mi? Bunun yerine, seri kayıplar vakasından kayıp bir kurbanı bulduk. Bunların iki ayrı, alakasız vaka olması gerekiyordu. İki vakadan da sorumlu olduğumuz gerçeğini bir kenara bırakırsak… Sasaki-san, suçluyu en son ne zaman gördünüz?”
“Çok üzgünüm, ama onun yüzünü doğru dürüst bir kere bile görmedim… Ancak bilincimi kazandığımda, deponun musluğu çoktan çalışıyordu ve su seviyesi çoktan yüzüme yaklaşmıştı. Belki suçlunun kendisi ben uyanmadan beş dakika kadar önce musluğu açmıştır.”
O zaman bağırdığı için, onu duyduk. Musluk açılmadan hemen önce...
“Öyleyse suçlu hemen önce burada olmalıydı. Yaklaştığımızı fark ettiğini düşünüyorum. Eğer öyleyse, bunu neden yaptı?”
“Yani bizim varlığımızı öğrendiğinde panikledi, ya da-“
Titizlikle planlanmış bir tuzak mıydı?
Ama böyle bir tuzaktan korkmak ve işleri bu haliyle bırakmak söz konusu olamazdı. Bu binada, kayıp kurbanlar var, burada hapsedilmiş olmalarının ihtimali varsa, onları kurtarmamayı göze alamayız.
“İlk kurban kaybolduğundan beri çoktan 35 gün geçti. Eğer o zamandan beri burada hapis tutuluyorsa, kurban için ölüm kalım meselesidir. Dazai, bayana eşlik et ve beni takip edin.”
Silahımı tuttum ve koridordan aşağı ilerledim.
Polise rapor göndermemi söyleyen hislerimden sonra, Bayan Sasaki’nin rehberliğinde ulaştığımız yer morgdu. Cesetler değerli eşyalardı, bu yüzden hırsızlığı önlemek üzere, kapı normalden daha sağlamdı. Demir kapı bir sürgüyle kilitliydi. Kilit, aynı zamanda yaşayan insanları içeride hapsetmek için de uygundu.
Hiç tuzak olmadığına emin olduktan sonra, sürgüyü kırarak açtık ve hızla içeri girdik. İki bileğimi birbiri üzerinden geçirip çaprazladım, ileriye doğru el fenerini ve silahın ağzını yönelttim.
Morgun çapı yaklaşık on metreydi ve korkunç bir şekilde karanlıktı. Eşyaların çoğu ya taşınmıştı ya da çalınmıştı, içerisi boştu. Geriye kalanlar sadece kırılmış ceset sedyesi parçaları, yırtık kadavra poşetleri ve duvarlara monte edilmiş morg dolaplarıydı. Bundan başka, hiçbir şey yoktu. Yaşayan ya da ölü. –Hayır.
El fenerinin ışığına tepki olarak, odada bir şey hareket etti. El fenerinin beyaz ışığını o yöne doğru çevirdim.
“Y… Yardım edin…”
Orada biri vardı.
Duvar boyunca uzanan demir kafeste, toplam dört kişi vardı. Bayan Sasaki gibi, herkes basit iç çamaşırlarıylaydı.
“Nerede?”
“Az önceki kadın sesinin bağırması… Ona ne oldu?”
“Sakin olun. Sizi kurtarmak için buradayız. Çığlık atan kadını çoktan kurtardık. Yaralı var mı?”
"H-hayır ama burası neresi? Neden buradayız?"
Durumu onaylamak için yakına gittim. Giriş zıt taraftaydı; vahşi canavarları taşımak için kullanılmış tel örgü kafes duvara çivilenmişti. Elimizdeki malzemelerle bunu çıkarmamız zor görünüyordu. Kafesin kendisi sağlamdı, onu parçalarına ayırmak büyük ihtimalle zaman alacaktı.
“Elektrik kilit sistemi, değil mi?” Dazai iç çekti ve kafesin kilidinin önüne yaklaştı ve onayladı. “Bir parola huh, parmak izi gibi biyolojik bir iz mi… ya da bir çeşit anahtar kelime mi… ‘açıl susam!’ ‘-gürleyen şimşek!’ ‘Yüz karası ömrümü sunuyorum’6 Hmm… açılmıyor. Görünüşe göre kırmaktan başka bir seçeneğimiz yok.”
Sonuncusu da neydi öyle?
"Kırmakla açılacaktır büyük ihtimalle, buralarda bir yerde şöyle bir şey-“ Dazai kilit sistemine dokunmak için uzandığı anda, Bayan Sasaki aniden bağırdı. “Yapamazsın, o kilide dokunmaya iznin yok!”
Dazai şaşırdı ve arkasını döndü. Kilit sisteminde kırmızı bir ışık yandı. Yukarıdan, metal bir şeyin düşme sesi geldi, bir şeyin açılma sesi. Kafesin içinde, süt beyazı duman çıktı ve yayıldı. İçgüdüsel olarak aceleyle uzaklaşırken gözlerimin ve boğazımın sanki bıçaklanıyormuş gibi acıdığını hissettim. Kafesin içinde şaşıp kalan kayıp insanlar çığlık attılar.
“Zehirli gaz!”
Yoğun acı yüzünden gözyaşları aktı. Görüşüm . Dünya bulanıklaştı. Her şey ve hiçbir şey dans ediyormuş gibiydi. Ne kadarını içime çekmiştim ki? Ama bu kurbanları terk etmem mümkün değildi. Elimi kafese doğru uzattım.
“Daha yakına gidemeyiz! Artık çok geç!”
Biri kolumu yakaladı ve beni geriye çekti. Çok gürültülü. Onları kurtarmak zorundayım. Kurbanlar ölemez.
İdeal olan bu. Dünyanın böyle olması gerekir.
“Kunikida-kun! Acele et!” Dazai arkadan bir yerden bağırdı.
İstemiyorum. Bu yanlış.
“Yapamazsın!”
Bayan Sasaki beni sıkıca tuttu ve durdurdu. Neden. Neden beni durdurdun? İnsanların ölmesine izin verilmemeli. İki gözümün önünde, bir kişi bile –
Dazai’nin odayı arkamda bırakmak için beni yönlendirmesine izin verdim. Ne diyerek bağırdığım hakkında, en ufak bir anım bile yok.
Hapsedilmiş dört kişinin hepsi öldü.
Çn1: Yanlış anlaşılmasın, buradaki "Kazak" kıyafet olan değil, ülke olan "Kazak(istan)".
Çn2: Oda ölmeden önce Dazai Oda'nın beğenebileceği bir tofu tarifi bulmaya çalışıyordu, ona gönderme. Çn3: Budizm terimi
ÇN4: Daha önce hiç Go oynamadım bu yüzden az önceki paragrafta terimlerden kaynaklı ufak yanlışıklar olabilir. Bunun için özür diliyorum. Çn5: Kırmızı örümcek zambakları (Diğer isimleri: Kasırga Zambak, Meyan Kökü; japoncada Higanbana) ölülerin çiçeği, hayaletlerin çiçeği, cehennem çiçeği, zehirli çiçek gibi anlamları vardır. Örnek resim:
Çn6: Dazai Osamu'nun bir eserine gönderme
@bungoustraydogs-tr /tumblr @nabidan27re /tumblr
142 notes
·
View notes
Text
Oranın az altı
Edirnekapıda küçük merdivenlerden geçip
Geniş arnavut kaldırımlara çıktın mı
Dümdüz aşağı, Molla aşkı terasını geç
Klisenin önünden sağa dön
Solda turşucu Hayriye ablaya bir selam çak (saat geç olsada hep açıktır o)
Az ilerde zifiri karanlığın ortasından şağşalı binanın hemen dibinde istenmeyen evlat gibi
Bina yepis yeni olsada girişinde duvarları dökülmüş halde üst kattakilerin utanmasalar giriş bizden değildir tabelası asacakları..
Kimsesizlerin, şarapçıların, uyumsuzların ve daha bir çok lerin ve larının mekanı Sedatın sabahcı kahvesini kirli camlarındaki boşluklardan sızarak duvara vuran,kütlesi olmasada kirliymiş edası olan sarı ışıktan illaki fark edersin.
Nerden mi biliyorum?
Bazı bazı gider gelirim oraya
İçeride pis bir koku
Çayda pisbir koku
Masalardaki yeşil örtüde ve bir haftadır dökülmeyen ocağın yanındaki çöp pispis koksada
Yılanları kıskandıracak sinsilikte olsada mekanın 4 te 3 ü
Tamamen kaderin daleverisine denk gelmiş tertemiz bir kaç arkadaşım var orada
Dedim ya bazı bazı gider gelirim onlara
Fatih var mesela
Çoktur tutup kolundan balat sahile çayırların üzerine atmışlığım onu
Kokuyorsun denmez ya adama
Mecbur yürülan deyip bir şişe şarap ı da eline tutuşturdum mu
Deymeyin keyfine neresi olsa gelir.
Birde türkü okur aşıksan ağlarsın o derece yani
Meğer gençken çarpmışım ben bunu burnun yamukluğu oradanmış anlatırda durur
Sürekli bir Vildana birde Vicdana gark eder durur insanı.
Güzel hikayeleri olan çocuk gibi bir arkadaş
Birde ekürüsü var bunun adı Mahmut
Geçen gene geşmişden anlatıyor ince ince lafın arasına girdim Mahmut nerde dedim
Küstük dedi
Israr üstüne ısrar edip birde Şirince böğürtlen şarabı almaya söz verince kalktık Mahmutu bulmaya Fatihte dünden razı aramaya da neyse..
Adam in mi cin mi belli değil ne telefonu var nede ulaşmanın başka bir yolu
Gerçi Fatihte farklı değil
Lan kaşmer sana ulaşamıyorum al şu telefonu deyip veridiğim telefonu sabahına satmış parayı şaraba bağlamıştı
Neyse voltaladık önce
Aşağı indik yukarı çıktık köşeden dön merdivenden çık derken bulduk Mahmut u
Bulduk ta surat bir karış tabi
Ne iş lan Mahmut bey dedim
Küstük dedi
Sebep dedim
Geçenlerde sahilde içmeye gittiklerinde (ki hep giderler) Fatih buna kalkerken söylemeden kalkmış gitmiş ona içerlemiş anlatırken bile doldu gözleri.. Neyse barıştılar sarıldılar leş gibide olsa koklaştılar indik gene sahile.. İki hafta bir mutlaka giderim yanlarına gidemezsem haber gönderirim çünkü beklerler beni
Deminki mevzuyu kendini "normal" sanan insanlar yaşasa güler geçer, biraz takılsa üzerinde etrafındakiler ya çok alıngansın der
Ancak bu ruhu güzel şarapcı arkadaşlarım o kadar naif ve o kadar incedirlerki sözlerin
Bedeni olmasada ruhu kurşundan fazla yaktığını bilirler.
Neden mi bu kadar çok içiyorlar?
Oda başka bir hikaye
1 note
·
View note
Text
Yalancının sahnesi yalnız kalana kadardır
Niye moruk niye? Neden inanıyoruz? Neden bazı şeylere inanmak zor geliyor? Bu dünyadaki en büyük savaş hatırlamak ve unutmak arasındadır. Aynı oranda da en büyük antlaşma inanmak ve kabullenmek arasındadır. Sonu gelmiyor kardeşim. Geberip gidene kadar sonu gelmiyor bu durumun. Çünkü gördüğüne inanmak daha zor geliyor. Görmediğini kabullenmek de aynı bağlamda daha kolay. Kaybedene kadar kabulleniyorusun, kaybedince de Anıtkabir nöbet değişimi gibi bir nizamda duygu değişikliği oluyor ve kabullenmek yerini kendini inandırmaya bırakıyor. Ama doğruya değil. Başka bir yalana. Evet dostum, belki de kendine yapacağın en büyük iyilik bir yalana sığınmak ya da inanmaktır. Tarifsiz duygular yaşadın mı hiç? Ben uzun zamadır yaşıyorum. Şimdi nasıl desem, hani uzaktan bir yemek görürsün ve canın çeker ya, sonra tadına bakarsın iğrençtir. İnsan boku gibi düşün moruk. Kokusu dayanılmazdır fakat sen yaparsın onu ve rahatsız etmez seni bakmak. İşte bu ikisinin tam tersi duygular yaşıyorum. Yalan söylüyorum, inanmıyorum, inandıramıyorum ve sonunda da hep yalnız kalıyorum. Bir ara yalnız kalmak için çabalarken şimdi canımı yakıyor yalnızlık. Yalnızlık ne pis bir şey be oğlum. Kanser gibi, veba gibi, kaza gibi ve hatta ne yaparsan yap seni öldürmeyen intihar gibi. Hepsi aynı yani. Şimdi sana arasındaki bağları anlatırdım ve sonunda da "haaa harbi la böyle evet" dedirtirdim ama uğraşamam amına koyim. Düşün ve anla. Ya da şöyle söyleyeyim, aynı ateşe elimizi sokarsak belki aynı şekilde bağırırız ama senin tarifin farklı olur. Bu da böyle işte. Aynı tarifi hissedersin diye açıklamıyorum. Bu ulvi görevi sana bırakıyorum. Eninim ki yaparsın. Her neyse. İnsanın kaçtığı ve merak ettiği şeyler genelde aynıdır. Ben hayatım boyunca hep saçma sapan şeyleri merak ettim dayıcım. Ama bunlar beni yaraladı. İnsan en büyük darbeyi iyi bildiği ve öğrendiği şeylerden yerken fark ediyor aslında her şeyin yalan olduğunu. İllüminaticilerin, tasavvufçuların dediği veya filmlerde duyduğun şeyler gibi değil bu yalanlar. Kendi içinde ağzını kapatırken o tarifsiz duyguların, görmezden geldiğin ve sırtını sıvazlayandan bahsediyorum. Yalan! Merhaba. Bugün yalan hakkında bir şeyler yazacam ama ne kadar iyi olur bilmiyorum. Konuya nasıl girilir onu da bilmiyorum. Çünkü planlı yazmıyorum buraya. Hani yazacaklarımı düşünüp, kurgulayıp ve birkaç deneme yapıp yazmıyorum. İnancın olsun yazıp yazıp silmiyorum da. Çünkü burası bana çok samimi geliyor. Çünkü hiç bilmiyorum buranın orospuluğunu. Fark ettiysen sadece yazı arşivi var burada, sağ üstte. Ne kaç kişi girmiş tabelası, ne benimle iletişime geç sekmesi, ne de başka bir şey var. Sadece yazıyorum moruk. Bu kadar. Biliyorum yüzlerce kişi okumuyor ama ben bunu bilerek yazıyorum. İşte asıl içtenlik bu. Seyirciye oynamamanın verdiği huzurla yazıyorum. Özgün ve konuşma üslubumla yazmaya çalışmak dışında hiçbir sikimsonik tribe girmiyorum. Zaten ne gerek var ki öyle hareketlere? Samimiyet diyorum ya, ben onu cami hocasının yağmur yağarken saklanmamıza kızıp "rahmet yağıyor evladım, insan rahmetten kaçar mı hiç?" dedikten sonra camiye girdiğinde, utancımızı belli etmemek için saklandığımız yerden çıkıp gülerek ıslandığımızda ve koşmak yerine o yağmurun altında top oynadığımız zamanlarda bıraktım kuzen. Çünkü bu sözü diyen herkesin şemsiyesi vardı. Afrika hariç amına koyim! İşte böyle şeylere inanan çocuklar yalana da inandırmayı çok profesyonel şekilde yapabilir. Kendini kandıranların yüzüne gülümsemeyi de! Babam, ben 15 yaşındayken köpeğimi götürdüğünde de ona inandım ben. Hiç suçlamadım. Neden yaptın diye bir kere sordum sadece. Didiklemedim. Hani Chuck Palahniuk, "babalarımız tanrı modelidir" diyor ya, harbiden öyle lan. Ona inancını kaybederse tutunamıyor bir daha. Her neyse ya. Aklıma geldi yine garip oldum. Ben samimiyet kelimesi geçen hiçbir söze inanmak istemiyorum kuzen. Çünkü içtenlikle söylenen her söz, duyan kişi için yıkımdır. Bunu Kurtlar Vadisi dizisinin bitmeyen bölümlerinden çok yaşadım. O nedenle "t��m kalbimle söylüyorum", "samimi söylüyorum", "ciddiyim bak" tarzı başlayan cümlelerin amına koyim. Hepsi psikoloji kurtarma çabaları sadece. Sene 2012. 4 Şubat günü bir işe başladım. 8 Şubatta da dövme yaptırdım. Mecburiyetten. Hani Osmanlı döneminde kardeşini öldüren şehzade Selim vardı ya, işte onun gibi kulağıma küpe olsun diye yaptırdım ben de. Bir daha aynı boku yemeyeyim diye. Ama yedim moruk. Vallah bak. Hala da yiyorum. İnanıyorum. Allah, ayetine "kahrolası insan ne kadar da nankördür" yazdırmış ya, ben de aynını koluma yazdırdım. Askerden gelince en büyük kazığı 5 yıllık sevgilimden ve 23 yıllık kuzenimden yedim. Aynı anda hem de. Bir sene sonra da farklı bir kazığı yine dayımın oğlundan yedim. O kadar içten ve samimi bir kazık yedim ki anlatamam. Hani tarifi olmayan duygular dedim ya yazı başında, bu duygunun ismini bile koyamam. Kürtaj edilen bir duyguydu yaşadığım. Ama kızgın değilim. Ders sonuçta. Çünkü babamı kaybedersem bir gün; kime güveneceğimi bilmesem de, kime güvenmeyeceğimi biliyorum artık. Yalanı doğuran gizlilik, gizliği doğuran hata, hatayı doğuran insandır. Basit bir denklem. Önemli olan ders almaktır derler ya, üniversite gibi düşün hayatı. Alttan aldığın dersleri verirsen mezun olursun. Yani ölürsün. O nedenle inandığımız şeyler bizi sürekli yaralayacak. Biz tekar yapacağız. Tekrar yaralayacak. İnsanı ne öldürür diye sorsam herkes bir sürü şey der. İnsanı şüphe öldürür moruk. Bak şimdi aklıma ne geldi yazarken. Sene yine 2012 olması lazım. Bizim Hasan bir kadına aşık olmuş ama öyle böyle değil. Hiç görmediği birine. Sadece ses ve fotoğraf. O kadar aşık ki, son halife onun kadar iyi yayamaz dini. O derece sağlam duygularla bağlanmış görmediği birine. Ama aşk denilen illet böyledir ya; kadın, karşılık vermiyor buna. İnanmıyor. Öyle sikindirik bir durum işte. Ben konuyu bağlayamam ve konuya giriş yapamam genelde. Adamı teselli edeyim derken mercimek çorbasının tarifini verdim amına koyim. Çocuk bana inandırmaya çalışıyor, ben inandım diyorum ama yetmiyor ona. Çünkü insansın moruk. İnkar doğanda var. Ve yenilmek de. İnandıramadı Hasan da içindekini. Zaten hep böyle olur; içindeki en iyi görüldüğü zaman inanılmaz. Sonra noldu bilyor musun? Hasan başkası işe nişanlandı. Gözümün önünde haykırarak ağlayan adam, başkası ile mutlu olmaya çalıştı. Oldu da. Bak gerçekten inanıyorum oldu. Çünkü inanmak kendinle başlar. Yalana inandığın kadar doğruya inanamazsın. İnandıramazsın. Çünkü savunma mekanizması denilen soyut kavram bunun için var. Seni kurtarmak için. Enis abi hep şunu der, "kınama oğlum. Yaşamadan ölmezsin." Bu sözü nereden duydu bilmiyorum ama ben artık inanıyorum. Vallah. Şimdi nereye bağlayacağım iyi oku. Hasan'ın tersine ben aynı şeyi yaşadım. Hem de adama kızdığım ve asla yapmam deyip ters gelen durumun ikiz kardeşini yaşadım. Kimin sözüydü hatırlamıyorum ama "dert sik gibidir, büyüğü kendine zannedersin." sözüne inanıyorum artık. Çünkü herkes japon yarağı gini olan derdini zenci siki gibi anlatmaya bayılır. Hatta yuh amına koyim dersin ve şükretmiş gibi yaparsın. Her neyse. Ben de aynı yılın sonunda aynı tarz şeyler yaşadım ve teselli edecek, anlatınca inandırcak, hatta elimden tutacak kimse yoktu. Önce kabullendim, sonra inandım. Kendi kafama silah dayayıp boş mukaveleye imza atan yıldız futbolcu gibi hem de. Sonra o antlaşmayı yırtıp en büyük savaşı içimde yaşıyorum. (Bknz. Unutmak ve hatırlamak) Çok kötü bir şey lan yalana inanmak, inandırmak, inandırılmak, inanmak zorunda kalmak... Esbap sükut etmesi durumunun sonsuz tekrarı. Rol yapmadan yaşamak. Kim ne yazarsa yazsın, herkes yaşadığından çok başkalarına yaşattığını yazıyor. Ben kendime yaşattıklarımı yazsam dersin ki; "senin ruhuna yaptığını ne Hitler Yahudilere yapmış, ne de İbrahim putlara." Her şey yalan dostum. Yaşadığın her şey. Kullanılmış bir hayata sahipsin. Burununu silip katladığın ve temiz tarafını dışarıda tuttuğun mendilden farksız hayatlara sahibiz. Rol yapmak niye? Bebek lakaplı arkadaşım öyle bir kızla beraberdi ki, herkes arkasından gavat diye konuşurdu. Bunu bildiği halde devam ederdi. Kız o kadar acıtırdı ki bu elemanı, sadece bana anlatırdı içini. Ciddiyim bak. Amına koyim inandırmak zorunda değilim sikime inan, inanma. Her neyse. Ayrıldılar kuzen. İlk defa birine "Neden?" Diye sordum. Cevabı da onun ağzından yazıyorum aşağıya. "Annesi istememiş benle beraber olmasını Cihan. Sevmemiş beni. Ulan sanki herkes peygamber torunu da bir ben orospu çocuğuyum amına koyim. Ama bir şey diyeyim mi, beni kızına layık görmeyen o annesi kızının ne mal olduğunu bilse acaba ne yapardı? Hiç öyle bakma oğlum arkamdan konuşulanları biliyorum çocuk değilim, 30 yaşında adamım. Ama kapattım kulağımı lan. Arkadaşlarımla konuşmadım icabında. Lan sıf canı çekti diye gece gece işten çıkıp istediği yemeği aldım lan. Ama bunları ona demedim, diyemedim. Sırf evlenip boşandım diye laf yapan annesine 'senin kızın çok mu temiz amına koyduğumun karısı' da diyemedim. İçime attım lan hep. Belki beni sevmemiştir ama mutlu etti ya o bile yeter lan. Ki kendi de söylemese sevdiğini bırakmakla belli etti sevmediğini. Aklım almıyor lan! İnsan sevmediği ile nasıl beraber olur amına koyayım. Dün gibi lan. Daha dün sesini duymadan uyumadığım insan şimdi yaşıyor mu bilmiyorum. Çok koyuyor be. İnsanın yaşamaya devam etmesi için temel ihtiyaçları vardır ya, yemek, su, hatta oksijen. Elini tutunca karşılanıyordu tüm ihtiyaçlarım. Yemin ederim. Lokantada yemek yerken bile dizin dokunsun bana derdim. O derece lan. Peki ya şimdi? Amına koyayım ulan içimi sikiyor çektiğim her nefes." Anlıyor musun kardeşim? İnsan neden yalana inanmak ister bilyor musun? Bilmek ister misin? Huzur için amına koyim. O birkaç saniyelik huzur için! Yazının zirvesinde "ben peygamberim dersem ne yapardın?" diye sormuştum ya. Ne yapıyorsan onu yapmaya devam et. İnandığın her şeyin bir gün yalan olabilme ihtimalini düşünmeden ve sorgulamadan. Anı kurtarmak için devam et yalanlar söylemeye ve inanmaya... 22.8.2020
6 notes
·
View notes
Text
Giriş kapı tabelası / Ats
http://forselreklam.net/giris-kapi-tabelasi-ats/
Giriş kapı tabelası / Ats
0 notes
Text
Herkes İçin En İyi Tabela Çeşidi
Herkes İçin En İyi Tabela Çeşidi
Paslanmayan ve kararmayan metal özellikleriyle, bütün hava koşullarına dayanıklı olarak üretilen totem tabela çeşitleri, büyük ve etkileyici yapısıyla, çok uzaktan rahatlıkla fark edilmektedir. Şehirlerarası yollarda yol kenarlarında büyük tabelalar şeklinde inşa edilen ve ayaklı ve tek sütun halinde üretilen bu ürünler, yüzlerce tasarım özellikleriyle üretilmektedir. Petrollerde, fiyat tabelası olarak bilinen bu ürünler, ışıklandırma özelliklerine sahiptir.
Fabrika ve büyük işletmeler, totem tabela seçeneklerini tercih etmektedir. Üç yönlü totem tabela çeşitlerinin yanı sıra, kare ve dikdörtgen tabela çeşitleri de bulunmaktadır. Ayak tasarım özellikleri bakımından oldukça farklı özelliklere sahip bu çalışmalar, iki renk uyumunu mükemmel bir şekilde yansıtabilmektedir. Yola doğru eğimli olan bu çalışmalarda tasarım farklılığı söz konusudur. Göz çarpan büyüklüğü ve tasarım özellikleri, etkileyici bir reklam özelliği taşımaktadır. Yol kenarlarındaki çok büyük totem tabela çeşitleri, çok uzaktan rahatlıkla fark edilmektedir. Yazı stilinin büyük olması, çok uzaktan rahatlıkla okunmasında etkilidir.
Kutu Harf Tabela
Alüminyum veya epoksi özellikleriyle oluşturulan kutu harf çalışmaları, bir zemin üzerinde kabartma harf gibi durmaktadır. Bu çalışmalarda harflerin altı ışıklandırılabildiği gibi, harflerin üzeri de ışıklandırılmaktadır. Az enerji harcama özelliklerine sahip olan modül ledler, ışıklandırmada kullanılmaktadır. İki renk uygulaması, bu tabela çeşitleri de tercih edilmektedir. Kutu harf tabela çeşitlerinde, animasyonlu model led ürünler, görsel olarak mükemmel özelliklere sahiptir. Mercekli modül led ürünleri ile yapılan ışıklandırmalar göz kamaştırıcı özelliklere sahiptir.
Firma isminin belirgin olması, logosunun anlaşılır olması ve imla kurallarına riayet edilmesi, tabela sektöründe önemli konulardan biridir. Görüş açısına en uygun şekilde montajlanması gereken bu tabelalar, en uygun boyutlarda tercih edilmelidir. Bu konuda tecrübeli personellerden yardım alınmalıdır. Işıklı tabela çeşitleri, akşam karanlığında tabelanız için aydınlatıcı özellikler teşkil etmektedir. Ayrıca, animasyonlu ışıklı tabela çeşitleri, müşteri kategorisinde son derece ilgi çekici özelliklere sahiptir.
Tabela Rengi
Renk seçenekleri, göze çarpacak şekilde olmalıdır. Koyu zemin üzerine açık veya açık zemin üzerine koyu font çalışmaları yapılmalıdır. Telefon ve slogan gibi ayrıntılar da göze çarpacak şekilde özel olarak tasarlanır. Görüş mesafesi yanlış olan tabelalar, firma tanıtımında her hangi bir özellik meydana getirmez. Yani, iş yerinizin tam üstünde olması gereken tabela, fazla yükseğe asılırsa, etkisini kaybeder. Dükkanınıza girecek kişi, tabelayı tam olarak görmelidir. İmla kuralları da aynı şekilde önemlidir. Tabela çalışmalarında ilk adım, doğru ölçü almaktır. Sanal alemde yapılan deneme çalışmalarıyla, bu işin uzmanı firmalar, sizin için birçok seçenek meydana getirir. Bilgisayara yüklenen firmanızın giriş resimleri üzerinde, birçok tabela çalışması yapılır. Bütün bu çalışmalar özel programlarla yapılır. Bu çalışmalardan istediğiniz çalışmayı tercih edebilirsiniz. Tabela fiyatları işlemlerinde, tabelanın çeşidi, boyutu ve ışıklandırma özellikleri baz alınmaktadır. Ayrıca harcanan işçilik de fiyatlandırma işleminde belirleyici rol oynamaktadır.
0 notes
Photo
Kapı Giriş Tabela Zemin 5 mm Siyah Plexi Olup, üstündeki 3 mm Gümüş Ayna Plexi malzeme tekniği ile yapılır. Kapı Giriş Tabelası ve ofislerinizde kullanılabilir. İsteğe göre belirtilen ebatta ve renkte yapılabilir. Soru ve Bilgi için DM den ulaşabilirsiniz. #tabelatasarım #grafiker #lazerkesim #fotoblokpano #kupabardak #sihirlikupa #plexiglass #aynaplexi #dijitalbaskı #coreldraw #photoshop #tişörtbaskı #folyo #3dmaxdesign #pankart #broşür #matbaa #kartvizit #davetiye #arkafon #aynamodelleri #etikettasarim #nisansusleri #organizasyonmalzemeleri#etikettasarim #düğün #nişanmasası #istanbul #bristolpaper #ümraniye (Umraniye, Istanbul, Turkey) https://www.instagram.com/p/B5DqO7Jhne6/?igshid=1lar6t662z6w0
#tabelatasarım#grafiker#lazerkesim#fotoblokpano#kupabardak#sihirlikupa#plexiglass#aynaplexi#dijitalbaskı#coreldraw#photoshop#tişörtbaskı#folyo#3dmaxdesign#pankart#broşür#matbaa#kartvizit#davetiye#arkafon#aynamodelleri#etikettasarim#nisansusleri#organizasyonmalzemeleri#düğün#nişanmasası#istanbul#bristolpaper#ümraniye
0 notes
Text
Mağaza Giriş Tabelası
Mağaza Giriş Tabelası
Mağaza giriş tabelası boyutları bakımından çok yüksekte olmamakla birlikte tam olarak görülebilmesinin mümkün olacağı yerlere montaj yapılması gerekmektedir. Bölgenin iç bölümde kalması durumunda ise şıklığın belirleyici olması söz konusudur. Bilhassa yapı itibariyle farklı olan tabela modelleri arasında dekota malzemeli örnekler çokça tercih edilmektedir. Gerek giriş gerekse iç kısımlarda görülebilmesi ihtimal dahilinde olan dekota yapılı aynalı tabelaların şıklıkları eşsiz seviyesinde olabilmektedir. Aynı zamanda mekânın çok daha geniş görülmesini sağlamanın yanı sıra altın veya gümüş yapısıyla da zenginlik getirmektedir. Bunun dışında parlaklık seviyesinden dolayı da herkes tarafından girerken görülebilmesi de mümkündür.
Daha ziyade iç bölümlerde kullanımı bulunan dekota dışında alüminyum ya da krom yapılı tabela çeşitleri de mağaza giriş tabelası olarak kullanılmaktadır. Tek bir düze olabileceği gibi çok daha farklı tasarımlara sahip olabilmesi de söz konusudur. Bununla birlikte müşteriler tarafından bilinen mağazaların giriş tabelaların çok sık bir şekilde değiştirilmesi de tanınmış olma özelliğinin kaybolmasına sebebiyet vermektedir. Bundan dolayı diğer tabelalarla uyum içinde olması ve aynı renklerin ve grafiklerin kullanılması tercih edilmektedir. Son derece profesyonel bir yapıya sahip olunması ya da destek alınmasıyla ortaya çıkacak özgün modellerde mağazanın tercihinde rol oynamaktadır. Bundan dolayı benzerlikler değil, farklı yapılar ile mağazanın kendisine ait bir tabelanın yaratılması önem taşımaktadır. Bununla birlikte boyutların belirlenmesi ve renklerin uyumu da tabelanın albenisi anlamında kaçınılmaz faydaları beraberinde getirmektedir. Mağaza giriş tabelası müşteri çekim gücünün belli bir oranda artmasını sağlarken tam anlamıyla her zaman için görülebilir olması da büyük öneme sahiptir.
Çok aşırı gösterişli olma ihtimali bulunsa da mağazalar için neon tabela modelleri de kullanıma uygundur. Aynı zamanda alüminyum tabelaların kenar bölümlerde olabilmesi de söz konusu olurken çok daha parlak tabelalardan ziyade ışıklı özelliğe sahip tabela örnekleri ideal bir seçim olması yönüyle talep görmektedir. Mağaza giriş tabelası olarak belirtilen örneklerin her bütçeye uygun birçok modele sahip olması da tercih noktasında geniş yelpazeli bir imkân sağlamaktadır. Bundan dolayı getirinin hesaplanmasıyla mağazanın bir yüzünün belirleneceği de bilinmektedir. Aynı zamanda bir reklam olması yönüyle de mağaza giriş tabelaları değerlidir.
#Mağaza Giriş Tabelası#Ucuz Mağaza Giriş Tabelası#Mağaza Giriş Tabelası örnekleri#Mağaza Giriş Tabelası çeşitleri#Mağaza Giriş Tabelası modelleri
0 notes
Text
Ayasofya'da o tabela söküldü!
Ayasofya’da o tabela söküldü!
Ayasofya’da 24 Temmuz için çalışmalar tüm hızıyla sürüyor.
Ayasofya’nın hemen girişinde bulunan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın müze tabelası, restorasyon çalışmaları kapsamında bu sabah söküldü. Tabelanın yeri boş kalırken, emniyet güçlerinin geniş güvenlik önlemleri ise sürüyor. 24 Temmuz tarihinden önce içeriye giriş çıkışlara izin verilmiyor.
EMNİYET MÜDÜRÜ İNCELEDİ
İstanbul Emniyet Müdürü…
View On WordPress
0 notes
Text
Yeşilköy pandemi hastanesinin tabelası asıldı
Yeşilköy pandemi hastanesinin tabelası asıldı
İstanbul Yeşilköy’de 8 Nisan tarihinde başlayan ve 45 günde tamamlanacak olan hastanenin yapımı devam ediyor. Koronavirüsle mücadele kapsamında yapılan bin yataklı hastane inşaatı havadan görüntülendi. “Yeşilköy Çok Amaçlı Acil Durum Hastanesi” yazılı tabela, giriş binasının üstüne yerleştirilirken, çevre uyarı tabelaları da takıldı. 7 gün 24 saat aralıksız çalışmaların devam ettiği hastanenin…
View On WordPress
0 notes
Text
Apartman Giriş tabelası
http://forselreklam.net/apartman-giris-tabelasi/
Apartman Giriş tabelası
Satine paslanmaz zemin 10 mm plexi kabartma yazılar
en direkt 3000K led aydınlatmalı
Apartman Giriş tabelası
0 notes
Text
Site Giriş Tabelası – Yavuzhan Kavala konakları – Kurtköy – İstanbul
Site Giriş Tabelası – Yavuzhan Kavala konakları – Kurtköy – İstanbul
İnsanların güvenli bir biçimde yaşamasını sağlayan siteler site giriş tabelası ile güzel bir görünüşe sahip olmaktadır. Bu nedenle site girişine yapılacak tabelalar dikkat çekici olmalıdır.
Biz de TabelaGo olarak Kurtköy’de bulunan Yavuzhan Kavala Konakları için site giriş tabelasıyaptık. Bu güzel tabela sayesinde hem sitenin tanıtımını yapmış olduk hem de şıklık kazandırdık. Geçmiş yıllarda site…
View On WordPress
0 notes
Text
Son dakika... Tabelası konuldu! İşte İstanbul'daki corona virüsle mücadele hastanesi
Son dakika… Tabelası konuldu! İşte İstanbul’daki corona virüsle mücadele hastanesi
Son dakika haberine göre, 8 Nisan tarihinde yapımına başlanılan ve 45 günde tamamlanacak olan hastane inşaatı son hızıyla devam ediyor. Corona virüsle mücadele kapsamında Yeşilköy’de yapımı süren bin yataklı hastane inşaatında son anlara gelindi.
“Yeşilköy Çok Amaçlı Acil Durum Hastanesi” yazılı tabela giriş binasının üstüne yerleştirilirken, çevre uyarı tabelalarının da takıldı. 7/24 aralıksız…
View On WordPress
0 notes
Text
Reklamda İlk Adım Tabelalar
Reklamda İlk Adım Tabelalar
Açık hava reklamcılığında önemli bir yere sahip olan tabela, bir firma için en önemli konudur. Etkileyici bir iş yeri dekoru, dekora uyumlu bir tabela ile tamamlanmalıdır. Her firma için tabela çeşitleri bulunmaktadır.
Tabelada Etkili Çözüm
Totem tabela, tabela çeşitleri içerisinde farklı özelliklere sahip bir modeldir. Yol kenarına kurulan bu tabelalar, firmanın girişine kurulur. Firma giriş dekoruyla uyumlu tasarımlarla, totem tabela çeşitleri oldukça etkili özelliklere sahip olabilir. Alüminyum malzemeden yapılan bu ürünler, renklenme özelliklerine sahiptir. Ayaklı totem modellerinin yanı sıra tek bir parça olan totem tabelalar da vardır. Fabrikalar, büyük AVM türü yerler, totem tabela çeşitlerini tercih etmektedir. Totem tabelada, tabela kısmı yüksekte olur ve ayak kısmı ise sağda veya solda olur. Yüzlerce tasarıma sahip olan bu ürünlerde, ışıklandırma yapılmaktadır. Şehirlerarası yollarda bulunan ve devasa boyutlarda olan totem tabela çeşitleri, çok uzaktan rahatlıkla fark edilir.
Estetik ve Zarif
Reklamın birinci ilk adımı olan tabela, müşteri kitlesini etkilemenin ilk adımıdır. Kutu harf tabela çeşitleri de, diğer çeşitler gibi müşteri beğenisinde üst sıralarda yer almaktadır. Kutu harf, adından da anlaşılacağı gibi bir yüzey üzerine kutu şeklindeki harflerde oluşmaktadır. Işıklandırma bazen kutu üzerine bazen kutu altına yapılmaktadır. Modül ledler ışıklandırmada kullanılmaktadır. Led tabela, modül led tabela ve dijital baskılı tabela gibi birçok tabela çeşidi, özel yöntemlerle üretilmektedir. Işıklı tabela çeşitlerinde, mercekli modül ledler ve modül ledler kullanılmaktadır. Led tabelalar ise, daha farklı özelliklere sahiptir.
Tabela fiyatları kategorisinde, fonksiyonel özelliği en fazla olan ürün led tabela ürünleridir. Power led programında yaptığınız bütün animasyonlu yazıları, bu tabelalara yükleyebilirsiniz. İşlemciye ve hafızaya sahip olan bu tabelalar, kart şeklindeki ledlerin kombinasyonuyla imal edilmiştir. İstediğiniz kadar yazıyı, resmi ve animasyonu, bu led tabelalara yükleyebilirsiniz. Tarih, saat ve hava durumu gibi birçok özelliği otomatik olarak yansıtan bu tabelalarla, duyuru ve indirimleri kolaylıkla sunabilirsiniz.
Dijital Baskılı Tabelalar
Afiş ve branda çalışmalarında etkili olan dijital baskı çalışmaları, tabela çalışmalarında da tercih edilmektedir. Yağmur, kar, güneş ve benzeri olumsuz hava koşullarından etkilenmeyen bu tabelalar, uzun yıllar iş yerinizin reklamını pratik bir şekilde gerçekleştirebilir. Işıklandırma özellikleriyle tercih edilen bu tabelaları, istediğiniz boyutlarda hazırlayabilirsiniz. Reklam çalışmalarında her zaman için birinci planda olan tabela sektöründe, animasyonlu led tabela çeşitleri de tercih edilmektedir.
Led tabeladan farklı olan modül led tabela çeşitlerinde, yağmur ve güneşten etkilenmemektedir. Bu iş için gelen ekipler, öncelikle tabela takılacak kısmı incelerler, daha sonra, katalogdan en uygun tabela çeşitlerini size sunarlar. Tabela çalışmalarında görüş alanının en iyi şekilde tercih edilmesi gerekir. Görüş alanına girmeyen veya hangi dükkanın tabelası olduğu belli olmayan tabela çalışmaları, etkili özellik taşımamaktadır.
0 notes
Text
HDP binasına saldırı
Aydın’da HDP’nin il binasına saldırıda bulunuldu. Binanın kapısı kırıldı ve tabela söküldü.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Aydın İl Örgütü’nün binasına saldırı düzenlendi. Dün giriş kapısı kırılırken, parti tabelası da söküldü. Önceki gün de benzer bir saldırının gerçekleştiği partinin yöneticileri, suç duyurusunda bulundu. HDP Aydın İl Eşbaşkanı Elvan Ortaklar, “Aydın’da, son zamanlarda…
View On WordPress
0 notes