#ekonomik zorluklar
Explore tagged Tumblr posts
lefkosahaberleri · 6 days ago
Text
Almanya'nın Kredi Notu ve Ekonomik Zorlukları
New Post has been published on https://lefkosa.com.tr/almanyanin-kredi-notu-ve-ekonomik-zorluklari-37794/
Almanya'nın Kredi Notu ve Ekonomik Zorlukları
Tumblr media
Almanya’nın kredi notu ve karşılaştığı ekonomik zorluklar üzerine derinlemesine bir analiz. Ekonomik göstergeler, kredi notunun önemi ve zorluklarla başa çıkma stratejileri hakkında bilgi edinin.
https://lefkosa.com.tr/almanyanin-kredi-notu-ve-ekonomik-zorluklari-37794/ --------
0 notes
alittlefurtheroutoftheway · 20 days ago
Text
CHP Milletvekili Hasan Öztürk, Pazarda Emeklilerin Sorunlarını Dinledi
CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk, Pazarda Emeklilerin Sorunlarını Dinledi Zehra Değirmenci/Sibel Kahraman (BURSA) – En düşük emekli maaşına yapılan zam farkı ile pazar alışverişine çıkan CHP Bursa Milletvekili Hasan Öztürk, hem pazarcıların hem de vatandaşların dertlerine ortak oldu. Pazar alışverişi yapan bir vatandaş, “Bizim paranın yarısını alsın, çok verdi. Böyle bir şey olur mu? Çoluğu…
0 notes
qulden · 3 months ago
Text
Paranın gün geçtikçe değerini kaybettiği bu günlerde bizim sıfırlar ile mücadelemizi anlatan güzel bir video. Bol paralı günlere 🙏
1 note · View note
borcumvarmi · 1 year ago
Text
Enflasyonun Tüketici Davranışları Üzerindeki Etkisi Günümüzde, tüketici davranışları üzerinde bir dizi etken bulunmaktadır ve ekonomik faktörler bu etkenlerin en önemlilerinden biridir. Pahalılık, tüketicilerin harcama alışkanlıklarını, tercihlerini ve genel davranışlarını derinden etkileyen bir faktördür. Bu makalede, pahalılık ile değişen tüketici davranışlarına odaklanılacak ve bu etkileşimin günümüz ekonomik koşullarında nasıl evrildiği incelenecektir. https://www.borcumvarmi.com/pahalilik-ile-degisen-tuketici-davranislari-ekonomik-zorluklarin-izleri_3171.htm
Tumblr media
0 notes
tibbivearomatikbitkiler · 1 year ago
Text
<b>Şehirden Köye Kaçış:</b> Köyde ilk kış, koliler, çamur ve tarla
Şehirden Köye Kaçış: Köyde ilk kış, koliler, çamur ve tarla
#AronyaDikimi, #ÇamurSorunları, #KöyYaşamıZorlukları, #KöydeÇevreDüzenleme, #KöydeKar, #KöydeSosyalYaşam, #KöydeTarımDeneyimi, #KöydeYaşam, #KöydekiAltyapı, #KöydekiEkonomikZorluklar, #KöydekiGünlükIşler, #KöydekiHayvanlar, #KöydekiIklimEtkisi, #KöydekiKomşulukIlişkileri, #KöydekiMevsimselDeğişimler, #KöydekiPazarGünleri, #KöyeYerleşmeSüreci, #PolikültürTarım, #SalepYetiştiriciliği, #TıbbiBitkiler https://is.gd/GJZPXZ https://www.tibbivearomatikbitkiler.com/podcast/sehirden-koye-kacis-koyde-ilk-kis-koliler-camur-ve-tarla/
Şehirden Köye Kaçış: Köyde ilk kış, koliler, çamur ve tarla bölüm 2’ye hoş geldiniz. Herkese merhabalar ben Selin,
Bir önceki podcastte köye yerleşme kararını nasıl verdiğimizden ve genel aşamalarımızdan bahsetmiştim sizlere. Bugün ise biraz daha köyümüzün genel özellikleri ve biz köyde neler yapıyoruz bunlardan bahsetmek istiyorum. Spotify üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.

Youtube üzerinden dinlemek için hemen aşağıdaki medya oynatıcıyı başlatabilirsiniz.
youtube
Köye yerleştikten sonra önceliklerimiz evin ve  evin çevresinin düzenlemesiydi. Ancak yeni yıla 4 gün kaldığı için açılmayan kolilerden benim ilk görevim kızımı mutlu etmek için yılbaşı ağacını bulmaktı. Ortalık yangın yeri her yerde koliler, yerleşmeyen eşyalar ama yılbaşı ağacımız tamdı 🙂 bu bizim evdeki en çok güldüğümüz ilk anımızdır. Bir yandan köydeki komşularımızla tanışalım, bir yandan ilçeye inip markete gidip gelme düzenini oturtmaya çalışıyoruz.10 Km de olsa ilçe merkezine her gün gidip gelmek hem fark ettirmeden günümüzden 2-3 saati alıyor hem de maddi olarak dikkat etmek gerekiyordu. Yıllardır alışmışız market evin altında, son yıllarda online marketler 1 parça bile unutsanız hemen çıkıp alıp geliyorsunuz. Burada unutma lüksünüz pek yok özellikle demirbaş ihtiyaçları.
Ocak ayı itibariyle çevre düzenlemesine ufak ufak başlandı ancak hava şartları bizi bu konuda oldukça zorladı. Yıllardır İzmir iklimine alışkın olduğumuzdan aşırı soğuk hava ve dehşet bir rüzgar var. Beni instagram üzerinden takip edenler bilir.  Evimizin tam manzarası karşı dağda sırayla dizilmiş rüzgar gülleri var. Arsa alım sürecinde, ay ne güzel manzara derdik sonradan aydınlandık. 🙂
Bölge aşırı rüzgar aldığından bu şekilde konumlandırmışlar rüzgar güllerini. Ben böyle bir rüzgarı hiç bir zaman yaşamamıştım. Öyle bir rüzgar ki takılmayan klima motorumuzu merdivenden aşağı atar kıvamda öyle düşünün.. Haliyle çevre düzenlemesi için sakin günleri bekledik. Havanın eksiye düştüğü zamanlarda kar görmemiş masum İzmirliler olarak sokak lambasının yansıyan ışığına bakardım sürekli havada toz uçuşsa kar yağıyor koşun diye herkesi ayağa kaldırırdım.
Şubat ayında  yoğun rüzgar ile beraber kar yağışı şiddetli bir şekilde başladı. Arka bahçe tellerini sıfırlayacak kadar kar yağdı. Eşim Sakaryalı, onlar yıllardır karla tanışık ancak o bile bu tarz bir kar görmediğini söyledi. Rüzgar bir yerden alıp bir yere fırlatıyor karları bazı alanlarda kar yok bazı yerlerde tepeler şeklinde ve aşırı sert bir kar var öyle ki  kardan adam yapamadık :)))
Normalde köylüler kardan yolların kapandığını 1 ay karın kalkmadığını falan söylediler bize ancak 10 gün içinde kar kalktı, herkes şaşkındı sanırım iklim değişikliğini yoğun bir şekilde hissettiğimiz bir kış oldu burada sağ olsun ekipler gelip biriken yerlerdeki karları kaldırdılar. Sadece tarlaya gidilen yolu açmıyorlarmış çünkü rüzgar oraya çok fazla kar yığıyor siz açıyorsunuz arkanızı dönüyorsunuz yine yığınlar. Öyle ki eşimle babam sabah hayvanlarımıza bakmak için normal açık yoldan gittiği tarlaya akşam kazma kürek yol açarak dönmek zorunda kaldılar.
Bizim köyde en alışkın olmadığımız durum çamurdu. Her yer toprak yol köyün iç kısımlarında kilit taş döşeli ama oralarda bile yolda çökmeler olmuş çamur yine de var. Özellikle bizim ev etrafı ve yollarımız hep toprak ve her yağmurda yoğun bir çamur çizmesiz gezmenize imkan yok. Kar sonrası çamuru söylemiyorum bile.
Şehirde iken doğumdan önce kurumsal bir firmada çalışıyordum. Doğum sonrası ayrıldım. Eşimde aynı şekilde köye yerleşme sürecine girildikten sonra kurumsal işinden ayrıldı. Gelelim köyde bizim neler yaptığımıza ve yapmayı planladığımıza, bizim zaten İzmir’de tavuk ve köpeklerimiz vardı. Öncelik tarlaya onlar için kümesler ve köpeklere kulübeler yapıldı. Hatta bunlar biz yerleşmeden inşaat aşamasındayken yapılmaya başlandı ve tamamlandı.
Kış ekim dönemini geldiğimiz ay itibariyle kaçırdık. O yüzden bir şey ekilmedi hemen tarlaya. Sağ olsunlar köyden komşularımız kış boyunca bizi sarımsaksız, soğansız hiç bırakmadı. Ispanağımızda oldukça boldu. Artık ıspanaklardan gözlemeler, yemekler, ıspanak kavurmaları neler neler yapıldı. Topraktan çıkıp hemen bize geliyordu ıspanaklar hatta şehirde aldığımız kadarda çamurlu değildi enteresan bir şekilde.
Dağ köyünde olduğumuzdan domuz, çakal çeşit çeşit yaban hayvanın olduğu bir bölgedeyiz. Ne ekelim dikelime karar  vermeden önce tarladaki ürünlerimizi nasıl koruruz kısmını düşünmeye başladık. Elektrikli çitlere baktık. Baya bir video izledik.  Bu sistem, bir elektrik akımı taşıyan tel veya kablodan oluşuyor. Yabani hayvanlar, bu tel veya kabloya dokundukları zaman yüksek yükte elektrik çarpar ve bu da onları tarladan uzak tutar. Ancak bu hayati bir tehdit oluşturmayan bir çarpma. Bu sistemin artılarını eksiklerini incelerken domuz yıkıp geçer dediler. Tekrar  telle çevirmeyi araştırmaya başladık. İlçemiz zaten küçük bir kaç tel çekimi yapan yerle görüştük fiyat aldık. Neredeyse tarlanın yarı fiyatına denk gelen fiyatlar aldık. 2-3 günde değişen fiyatlardan hemen karar vermemiz gerekiyordu. Hızlıca karar verdik 1 hafta içinde çevrildi.
Araştırmalarımız sonucu neler yapacağımız şekillendi. Köye yerleşip etrafta dolaşırken çok fazla böğürtlen olduğunu farkettik.. Böğürtlen, kuşburnu, güvem eriği, alıç ve bu bitkilerin hepsinin ortak noktası gülgiller familyasından oluşuydu. Aslında aronyaya karar vermemizde bu şekilde hızlandı. Bulunduğunuz bölgenin doğal ikliminde en çok ne yetişiyorsa aynı familyadan bitki yetiştirmeniz daha sağlıklı olur.
Üzülerek söylüyorum ki son yılların popüler ürünü aronya dikmeye karar verdik. Aronya dediğimizde işin içinde olanlar sizde mi ya der gibi bakıyor ancak planlardan bahsedince bir iç rahatlaması geliyor. Çevreden çok fazla duymaya başladık işte 60 dönümde 80 dönümde aronya ekiliyor. Bu iş lavanta işine döndü dedim kendimce lavanta popülerdi herkes lavanta dikti. Şimdide aynısı aronya için başlıyor bence. Ancak benim zaten 4 dönüme yakın bir yerim var ve tek ürünle gitmek istemiyorum.
250 kök kadar aronya, denemelik biraz salep ve tıbbi ve aromatik bitkiler çeşitleriyle devam etmek istedik. Aronya hakkında size kısa bir bilgi vermek isterim. Çok kafa karışıklığı var bu konuda. Aronya meyvesini gösterdiğinizde çoğu kişi işte bizdeki it üzümü bu bizim dağda var bu falancanın bahçesindeki değil mi gibi tepkiler veriyor.
En yüksek antioksidan oranı ile bilenen yaban mersinidir bunu aksine, araştırmalar, aronya meyvelerinin, yaban mersini meyvelerine göre yaklaşık 15 kat daha fazla antioksidan içerdiğini gösteriyor. Aronya meyveleri, özellikle antosiyanin adı verilen bir antioksidan türünden zengindir. Antosiyaninler, güçlü anti-inflamatuar özelliklere sahiptir.
Aronya, Kuzey Amerika’ya özgü bir çalı türüdür. Üzümsü meyveleri, zengin antioksidan içeriği ile bilinir. Aronya meyveleri, siyah renkli, küçük ve yuvarlaktır. Tadı ekşidir ve taze olarak tüketilebildiği gibi, kurutulmuş, reçel, marmelat, meyve suyu, şurup ve liköre de dönüştürülebilir.
Dediğim gibi biz daha çok her şeyden biraz biraz toprağı yormadan, zehirlemeden, mono kültür değil de polikültür olarak gitmeyi hedefliyoruz. Polikültür aynı arazide birden fazla tarım ürününün yetiştirildiği tarımsal üretim sistemini ifade eder. Polikültür, genellikle sürdürülebilirlik ve çevresel faydaları nedeniyle tercih edilir.
Salep ise yine son yıllarda bence bu youtube kaynaklı ilgi arttı. Dönümde şu kadar para bırakıyor bu kadar para bırakıyor salebin bakımı kolay gibi efsanelerden dolayı. Ancak işin iç yüzü gene işin içine girmediğiniz zaman bilinecek gibi değil. Ekimi, bakımı, yabancı ot mücadelesi ilgi ve zaman isteyen bir şey.
Salep yetiştiriciliği hakkında bilmeniz gereken ilk ve en önemli bilgi, salep bitkisinin koruma altında olan endemik bir tür olduğudur. Bu nedenle çalışmalara başlamadan önce il-ilçe tarım müdürlüklerinden izin alınması gerekiyor. Biz haziran gibi yumrularımızı aldık. Ancak ilçe tarımdan çiftçi kayıt sistemine dahil olduktan sonra dikimini eylül itibariyle yaptık.
Özellikle yabancı ot mücadelesi sadece salep için değil her yetiştirdiğiniz bitkide sorun bizim mücadelemiz zehirle değil tek tek elle ve o yabancı otlar zamanında müdahale etmediğinizde çok fazla kökleniyor, haliyle sökmesi zorluyor.
Tıbbi ve aromatik bitkilerde ise istediğim çeşitlerden kendimiz çoğaltarak gidiyoruz. Tıbbi ve aromatik bitkilerde fide yetiştirmek için sera kurmak amacımız. Ancak kış aylarında gelen şiddetli rüzgarlar bizim bu fikrimizi sorgulamamıza sebep oluyor ara ara. Köyde 1 yılımız dolmak üzere o yüzden daha iyi neler yapabileceğimizi, yada nelerde daha başarılı olabileceğimizi tahmin edebiliyoruz. İmkanlarımızı yada imkansızlıklarımızı biliyoruz. Bir sonraki podcastte köydeki imkansızlıklarından bahsetmek istiyorum yerleşmeyi düşünen, yada hep mi hayatınız çiçek diyenlere ithafen olumsuzluklardan bahsetmek istiyorum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim diğer podcastlerimden haberdar olmanız için beni takibe almayı unutmayın.
0 notes
mcanylm34 · 2 days ago
Text
Keyifsiz uyanışlar yaşıyoruz artık, Öyle ki,
Kalkıp sevdiğiniz arkadaşlarınıza, takip ettiklerinize, takip edenlere, Bir günaydın dahi diyemeyecek kadar moralsiz zamanlar.
Çünkü canım ülkemde gün aymıyor bir türlü,
Her gün bir sıkıntı yaşıyoruz.
İki gün üst üste mutlu bir gün yaşayamaz duruma geldik.
Nasıl düzeleceğiz artık cidden bilmiyorum.
Otel yangınları, Göz altı, tutuklama, ihraç, ihmal, tecavüz, cinayet, darp, hakaret, linç...v.s
Ne ararsanız fazlası var ülkede,
Bunun üstüne ekonomik zorluklar, emeklilerin durumu, zamlar ekleniyor, İş dünyası karışık, zam beklentileri, mobingler, iflaslar, batmalar, adam çıkarmalar.
Nasıl nefes alıp yaşayacağız artık şaşırdık.
Tumblr media
Tumblr media
62 notes · View notes
elestirenadam · 4 months ago
Text
Maymunlar Cehennemi'ne gidiş, doğru programla önlenebilir.
Artan şiddet, cinayetler, sosyal medyada şantaj, zorbalık, hayvanlara işkence… Her köşede –halkımızın deyimiyle- bir ali kıran baş kesen. İnsanlık durumuna ilişkin kaygılar öne çıkıyor. Maymunlar Cehennemi’nde başrol oynamaya doğru gidiyoruz. Sosyal medyaya bakıyorum. İnsanlar endişeli. Herkes kendince çözüm bulmaya çalışıyor. Seçenek aynı: Bireysel silahlanma. Zaten caddeler, sokaklar, okullar barut fıçısı gibi. Herkes patlıyor. Orman kanunu yerleşiyor. Sorunu, sorunla çözme fikri gelişiyor. Silahı, silahla bastırma. Türkiye’nin en büyük sorunu devletsizleştirme ve yoksulluk. Bununla birlikte çürüme, gerilim, zorluklar, cehalet artıyor. Adalet geç geliyor, kanunlar caydırıcı değil, polisin hükmü yok. Çünkü bunun sebebi, kamu yönetiminde denetim ilkesinin olmaması. AK Parti, arkada kalan 22 yıl boyunca kazandığı siyasi başarısını ve elde ettiği siyasi gücü, kendisini denetlenemez hale getirmek için kullandı. Şiddetin sebebi korkutulmuşluk ve şımartılmışlık. Korkutulan, çözüm olarak bireysel silahlanmayı gösterenlerde olduğu gibi, şiddet sarmalının içine düşüyor. Fırsatçı, ahlaksız, egoist ve benzeri küçük insanlar da şımartıldığı için devlet kurumları hiçbir sonuç alamıyor. Bu duruma yine hükûmetin çözümü muhafazakârlaştırma. 12 Eylül bunu ortaya koydu. Liberaller bunu ortaya koydu. Ahlâki çürümeye karşı muhafazakârlaşarak kurtulmaya, insanlar ikna edilmeye çalışılıyor. Ama 40 yıllık neoliberal politikaları, yani üretimden kaçışı, yoksullaşmayı, borçlanma kültürünün mirasını sahiplenerek ahlaki çürümeyi besleyen sosyo-ekonomik temeli sabit bıraktılar. Görüldüğü üzere ekonomik temel değişmeden, kültürel üstyapı değişmiyor. İşte bu kültürel iklim değişmedikçe, buradan çıkış zor. Bir gerçeği bilmek zorundayız. Çağımızda insanlığın ortak sorunlarını çözmek için kullanabileceğimiz milli devleti aşan küresel bir siyasal yapı yok ve kısa süre içinde de olmayacak. Elimizdeki en işlevsel örgüt milli devlet. Ancak devlet dediğimiz, son tahlilde bir araçtan ibaret. Esas olan o devletleri yöneten, onun imkânlarını kullanan dünya görüşü ve programı, hem millet hem de insanlık için sorunun değil çözümün bir parçası haline getirebilmekte.
33 notes · View notes
elisaa-suu · 11 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Şubat ayı okudularım;
BUKRE :Tam bir Tütkiye'de çekilen yaz dizileri tadında bir kitap hani okumasam da çok bir şey kaybetmezmişim. Belirli bi sayfadan sonra yazar sadece kendi fikir ve düşüncelerini yazmış.🤎 10/4
SÖYLEME BİLMESİNLER: Dışardan bakınca mutlu gözüken bir ailenin içeri de yaşadıkları olayları konu edinmiş. Bi çeşit Müge Anlı gibi.Roman deselerde kitaba içerik bakımından kişilerin otobiyografi'si olmuş. 💙10/6
PETEY: Beyin felciyle doğan Petey doktorların yanlış teşhisi sonucu zihinsel engelli kabul ediliyor.Yaşamı boyunca çektiği zorluklar ama herşeye rağmen sımsıkı hayata tutunuşunu konu edinmiş. Gerçek bir yaşam hikayesi çok güzeldi.💚 10/10
YAŞAMAK (YU HUA) : Gençlik yıllarında bütün servetini yiyen Fugui, uzun bir hayatın ona vereceği zorlukları bilse o denli harcama yapmazdı tabikide. Yazarın sonunda bütün kahramanları öldürmesi kalbime bir çıt dedirtti. ❤️10/8
FARELER VE İNSANLAR : Kısacık bir konu ama akıcı bir kitaptı.Yaş gurubu olarak biraz daha ortaokul seviyesine hitap ediyor. Güzeldi ❤️10/8
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE : Henüz bitirmedim ama yarısını geçtiğim için bu aya verdim. Imm kitabı nasıl anlatsam Bi ülkenin Finlandiya 'nın nasıl geliştiği ülkenin insanın nekadar zeki olduğu toprakları nekadar verimsiz olursa olsun herşeyi başarabildikleri, hem dini hem ekonomik, siyasi, konudaki başarılarını anlatıyor. Keşke bizim vatandaşlarımız, başımızdaki üst seviyedeki insanlarda bu zihniyette olsa da ülkemiz gelişebilse kitapta çok altı çizilecek yerler var. Bilgi verici bi kitap.💜 Benim için 10/8
97 notes · View notes
ahmet-34 · 2 months ago
Text
Baba Vanga’nın 2025 yılına yönelik kehanetlerinde, dünya genelinde önemli olayların ve değişimlerin yaşanacağı öngörülüyor. Bazı dikkat çeken tahminler şunlar:
1. Doğal Felaketler ve İklim Değişikliği: Baba Vanga, 2025’te iklim değişikliğinin etkilerinin daha belirgin hale geleceğini ve büyük doğal afetlerin yaşanabileceğini belirtmiştir. Bu durum, günümüzdeki bilimsel tahminlerle de örtüşüyor.
2. Ekonomik Çalkantılar: Global ekonomik krizlerin olası olduğu, özellikle gelişmekte olan ülkelerin bu krizlerden daha çok etkilenebileceği iddia ediliyor.
3. Teknolojik Gelişmeler: İnsan organlarının laboratuvarda üretimi gibi tıp alanında büyük atılımlar bekleniyor. Ayrıca yapay zekanın daha yaygın hale geleceği ve bu durumun etik tartışmaları beraberinde getireceği ifade ediliyor.
4. Yeni Enerji Kaynağı: Doğal kaynaklara bağımlılığı azaltabilecek, sınırsız ve temiz bir enerji kaynağının keşfi gibi devrim niteliğinde bir gelişmenin yaşanabileceği öne sürülüyor.
5. Uzay Keşifleri: İnsanların uzaya olan ilgisinin artacağı, Mars gibi gezegenlerde kolonileşme çabalarının hız kazanacağı tahmin ediliyor.
Bu kehanetlerin büyük bir kısmı yoruma açık ve doğrulukları zamanla test edilebilecektir. Ancak Vanga’nın tahminleri, insanlığın gelecekte karşılaşabileceği zorluklar ve fırsatlara dair spekülasyonlar sunmaya devam ediyor. Daha detaylı bilgiler için Cumhuriyet ve Listelist sitelerine göz atabilirsiniz
8 notes · View notes
halimecan · 3 months ago
Text
Toplumsal Öfke ve Asabiyet
John Steinbeck, “Bir insana dengesini kaybettirip, sonra da normal davranmasını bekleyemezsiniz” diyerek, bir bireyin içsel dengesinin ne kadar hassas bir şey olduğunu vurgulamıştır. Bu söz, sadece bireysel bir durumu değil, toplumun genel psikolojisini de sorgulamamıza neden olur. Türkiye’de, ekonomik zorluklar, toplumsal eşitsizlikler ve güvenlik endişeleriyle şekillenen bir yaşam biçimi, bu dengeyi bozan unsurların başında geliyor. İnsanlar, yaşadıkları zorlukların altında ezilirken, onlardan “normal” davranışlar sergilemeleri bekleniyor. Ancak, bu beklenti, Steinbeck’in dediği gibi, gerçekçi değildir.
Bugün Türkiye’de pek çok insan, geçim sıkıntısı, yüksek enflasyon, işsizlik ve düşük gelirle mücadele ediyor. Bunun yanı sıra, yaşam maliyetlerinin hızla arttığı bir ortamda, insanca yaşamak, sağlıklı bir şekilde eğitim almak veya tatil yapmak bir lüks haline gelmiş durumda. Bu ekonomik belirsizlikler, sadece maddi sıkıntıları değil, aynı zamanda insanların ruhsal sağlığını da olumsuz etkiliyor. İnsanlar, birikim yapmayı, kaliteli bir eğitim almayı, sağlıklı yaşama fırsatları bulmayı bir hayal olarak görmeye başlıyorlar. Bu tür temel ihtiyaçlardan mahrum kalmak, zamanla bireylerin duygusal dengesizliğini artırıyor. Kötü yaşam koşullarının yaratacağı stres, sinirlilik, öfke patlamaları ve asabi davranışlar, toplumun psikolojik yapısının bozulduğunun göstergeleridir.
Steinbeck’in sözleri burada bir uyarı işlevi görüyor: Dengesini kaybetmiş bir insan, topluma uyum sağlamakta güçlük çeker. Ekonomik olarak, psikolojik olarak ve sosyal anlamda zorlanan bireyler, toplumsal normlara uymakta zorluk yaşarlar. Savaşın, belirsizli��in ve güvensizliğin ortasında yaşayan bir toplumun sakin, huzurlu ve dengeli olması beklenemez.
Son yıllarda Türkiye’de insanların daha sinirli, asabi ve öfkeli hale geldiği gözlemleniyor. Trafikte, iş yerlerinde, sosyal medyada ve günlük yaşamda, toplumsal gerilimler artmış durumda. Öfke kontrolü, özellikle gergin zamanlarda, toplumun geneline yayılan bir sorun halini almış görünüyor. Bunun ardında ekonomik bunalımlar, güvensizlik, adaletsizlik ve geleceğe dair umutsuzluk yatıyor. İnsanlar, her geçen gün daha fazla stresle karşı karşıya kalırken, bu baskıyı atabilecekleri sağlıklı alanlar yaratmakta zorlanıyorlar. Tatil, bir aileyi bir araya getirmek, dinlenmek ya da rahatlamak için ayıracak zaman ve para bulmak neredeyse imkansız hale gelmişken, insanın psikolojik sağlığı nasıl korunabilir?
Türkiye’nin çevresindeki savaşlar, iç karışıklıklar ve güvenlik tehditleri de insanları derinden etkilemekte. Komşu ülkelerdeki savaşlar, göçmen krizleri ve iç siyasetteki belirsizlikler, toplumun ruh halini kötü yönde etkiliyor. İnsanlar, sadece kendi ekonomik zorluklarıyla değil, aynı zamanda çevresindeki büyük jeopolitik risklerle de başa çıkmaya çalışıyorlar. Bu sürekli kaygı hali, toplumsal bir stres kaynağı yaratıyor ve bu stres, doğal olarak, insanların davranışlarına yansıyor. Sürekli bir korku, belirsizlik ve endişe içinde yaşamak, insanların ruhsal dengesini alt üst eder. Bu, bireysel anlamda huzursuzluk yaratırken, toplumsal ilişkileri de olumsuz etkiler.
Bir toplumda insanların insanca yaşaması, yalnızca ekonomik büyüme ve kalkınma ile mümkün değildir. Aynı zamanda, herkesin sağlıklı bir şekilde eğitim alabileceği, düzgün sağlık hizmetlerine ulaşabileceği ve psikolojik olarak kendini güvende hissedebileceği bir ortamda yaşaması gereklidir. Bugün Türkiye’de, eğitim ve sağlık hizmetlerinin her kesime ulaşamaması, özellikle maddi imkansızlıklar içinde yaşayan bireyler için büyük bir engel teşkil ediyor. Yeterli eğitim alamayan, sağlık hizmetlerine ulaşamayan ve sosyal güvencesi olmayan bir insan, duygusal ve psikolojik açıdan sağlıklı olamaz. Toplumun geneline yayılan bu dengesizlik, insanların birbirlerine karşı daha tahammülsüz ve öfkeli olmalarına neden olur.
Sonuç Olarak...
John Steinbeck’in uyarısı, bugün Türkiye’deki durumu anlamamıza ışık tutuyor. İnsanlara içsel dengeyi kaybettirip, sonra da onlardan “normal” davranmalarını beklemek, gerçekçi bir beklenti değildir. Ekonomik zorluklar, eğitim ve sağlık hizmetlerine ulaşamama, güvenlik kaygıları ve sosyal eşitsizlik, toplumsal dengesizliğe yol açmaktadır. İnsanlar, bu zorluklarla başa çıkmak için bir çıkış yolu ararken, toplumsal normlara uymak veya sağlıklı ilişkiler kurmak oldukça zorlaşmaktadır. Toplumun psikolojik yapısını iyileştirmek için yalnızca ekonomik büyüme değil, aynı zamanda sosyal adalet, eşitlik ve güven duygusunun yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Ancak bu şekilde, Steinbeck’in söylediği gibi, dengesini kaybetmiş bir toplum, yeniden sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşama fırsatı bulabilir.
3 notes · View notes
lefkosahaberleri · 11 days ago
Text
Cleveland Fed Başkanı Beth Hammack'tan Enflasyon Üzerine Açıklamalar
New Post has been published on https://lefkosa.com.tr/cleveland-fed-baskani-beth-hammacktan-enflasyon-uzerine-aciklamalar-35467/
Cleveland Fed Başkanı Beth Hammack'tan Enflasyon Üzerine Açıklamalar
Tumblr media
Cleveland Fed Başkanı Beth Hammack, enflasyonun güncel durumu ve gelecekteki etkileri hakkında önemli açıklamalarda bulundu. Ekonomik gelişmeler ve enflasyon hedefleri üzerine derinlemesine analizler için makalemizi okuyun.
https://lefkosa.com.tr/cleveland-fed-baskani-beth-hammacktan-enflasyon-uzerine-aciklamalar-35467/ --------
0 notes
alittlefurtheroutoftheway · 1 month ago
Text
Hakan Birkan: 2024 Zorluklarla Mücadele ve 2025 İçin Umut Verici Sinyaller
ANASİAD Başkanı Hakan Birkan’dan 2024 Değerlendirmesi 2024 yılı, iş dünyası açısından enflasyon, yüksek faiz oranları ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar gibi birçok zorlukla geçmekte. Anadolu Sanayici ve İş İnsanları Derneği (ANASİAD) Başkanı Hakan Birkan, bu dönemi bir dayanıklılık testi olarak nitelendirerek, iş insanlarının karşılaştığı başlıca sorunları vurguladı. Birkan, “2024 yılı, maliyet���
0 notes
caginmumineleri · 2 years ago
Text
Tumblr media
634-640 yıllarında Müslümanların Levant'ı fethinin bir parçası olarak Suriye, Ebu Bekir'in (ra) genel liderliği altında Halid bin Velid (ra) liderliğindeki Raşidin ordusu şeklinde Müslümanlar tarafından fethedildi ve bölge İslam İmparatorluğu'nun bir parçası haline geldi. İslam ile tanışan Suriye halkı Allah'a verdikleri sözden o gün bugündür vazgeçmediler. Kulluk sözleşmesinin gereği olarak asla taviz vermediler. Ancak yönetimi ele geçiren Beşşar Esed, Suriye'de taş üstünde taş bırakmadı.
Dera’da çocukların duvarlara yazdığı “halk rejimin değişmesini istiyor” sloganı ile başlayan Suriye kıyamının üzerinden tam 12 yıl geçti. Bu süre zarfında,
12,1 Milyon kişi gıda güvensizliği yaşamakta ve Halkın %90'ı yoksulluk sınırını aşmış durumda. 23 bin çocuk öldürüldü, 1199 okul bombalandı, 217 kimyasal saldırı gerçekleştirildi. 13 milyon insan mülteci oldu, hastanelerin yüzde 78'i yıkıldı. 14 bin 500 kişi cezaevlerinde öldürüldü, 96.000 kişi zorla kaybedildi. Ülke 660 milyar dolar ekonomik zarara uğratıldı.
İslâm'dan başka hiç bir yönetime razı olmayan Suriye halkı büyük zorluklar yaşamalarına rağmen vazgeçmiyorlar ve Esed rejiminin meşru yönetim olmasını asla kabul etmiyorlar. Müslüman Suriye halkının yalnızca Allah (svt) için baş kaldırdıklarının farkında mıyız?
7 notes · View notes
okumaodasi · 1 year ago
Text
GÖRMEDİĞİM ATIK BENİM DEĞİLDİR
Dünyada her yıl toplam 350 milyon tondan fazla plastik atık üretiliyor.
Tumblr media
Bazı mutsuz ve monoton ruhlar tarafından skiouros teriminin anlamının sadece “gölge-kuyruk” olduğu, ya kuyruğun sahibiyle hemen hemen aynı boyutlarda olduğu ve onu gölgesi gibi takip ettiği ya da kendisinin kabarıklığından, gerçek dışı yumuşaklığından kaynaklandığı iddia edilir. Ancak sincabın dinlenirken ve korkusuzken kuyruğunu her zaman bir şemsiye gibi sırtının üzerinde tuttuğu gerçeği bir yana, o bu dünyadaki güzel kibirlerden birine hayat verir.
Atık doğası gereği, ille de atık olması gereken bir nesne değil. Aslına bakılırsa hiçbir şey değil. Atık algısı bu nedenle göreceli. Atık bir amaca hizmet etmeyen veya artık istenmeyen nesne olarak tanımlanıyor.
Gözden çıkarılmış atık işlenebildiği takdirde ömrünü uzatabiliyor. Atığın döngüselliği onu dinamik kılıyor. Atık endüstriyel toplumların gelişmesinde büyük bir rol oynuyor.  Kurduğu uzun zincirle modern dünyanın en belirgin karakteristiğini yansıtıyor.
Tarihin akışındaki tüketici değişimi, modern yaşamda atığın önemini belirginleştiriyor. 18. yüzyıldan itibaren endüstrileşmiş toplumlarda artan tüketimi temsil ediyor. Bu nedenle atık modern toplumların tarihinde gölge-kuyruk olarak adlandırılıyor.
Atık, devasa miktarlarda üretildiğinde nasıl yönetileceği sorusunu doğuruyor. Atık yönetimi karmaşık bir görev olmakla birlikte dünyanın üzerindeki toksinleri temizlemek bir mecburiyet. Atık yönetim tesisleri, endüstriyel toplumların karaciğeri ve modern endüstriyel sistemlerin “sürdürülebilirlik” için sunduğu bileşenlerden biri. Her şeye rağmen etkili bir atık yönetimi için olmazsa olmaz gerekliliklerse fazlasıyla maliyetli. “Ülke ne kadar zenginse bu tesislere yatırım yapacak donanıma o kadar sahiptir,” düşüncesi son derece basit, kitlesel tüketimi kışkırtan uyarıcıların başında geliyor. Oysa atığın hatrı sayılır miktarı limanlara gönderiliyor. Bunun ardındaki mantık ve motivasyon, atığın gemilere yüklenmesinde öncü rol oynayan baskın güçlerin siyasi ve ekonomik temellerinde yatıyor.
Khian Sea ve Koko
Modern dünyanın endüstriyel toplumlarındaki kitlesel tüketimin bir kısmı “Gözden ırak, gönülden ırak” mantığını baskın kıldı. Atığın günlük hayatlarımızı doğrudan etkilemesine gerek yoktu. İstenmeyen bir şey için en kolay çözüm. Toksik ve riskli atık yönetiminde karşılaşılan zorluklar, endüstriyel ülkelerdeki aktörlere atığı gemiyle başka ülkelere gönderme çözümünü adeta altın tepside sundu. Atığın gemiyle sınır dışına yollanmasıyla sorun etkili ve ucuza giderildi. Döngüsü uzayan atık, küresel ekonomi ve siyaset sahnesinde kendine geniş bir yer buldu.
Toksik ve riskli atığın sınırötesi hareketleri, milyar dolarlık bir iş modeli ortaya çıkardı. Güney’de yoğunlaşan küresel ekonomik pazarda güçsüz konumdaki yoksul ülkeler, atığı gözden uzak tutma çözümünde ilk aracı haline geldiler. 1980’lerdeki iki olay, uluslararası manşetlere taşınmasıyla kamuoyunun gündemine oturdu: Khian Sea kargo gemisi pazarlığı ve Koko olayı.
1986’da Pensilvanya’nın evsel atıklarının yakılmasıyla ortaya çıkan 14 bin ton kül, lokal atık artışıyla mücadele etmek zorunda kaldığı için 1984’te tüm atık ithalatını sınırlayan New Jersey’ye dökülmek yerine, Khian Sea kargo gemisine yüklendi ve Bahamalar’a doğru yola çıktı. Yükünün boşaltılması yetkililerce reddedilen gemi bir seneyi aşkın süre kendine yeni bir durak aradı. Atığın 4 bin tonu, gübre olduğu iddia edilerek, Haiti’de bir kumsala döküldü. Greenpeace yetkilileri tarafından bilgilendirilen Haiti hükümeti, atığın geri yüklenmesini istese de Khian Sea çoktan demir almıştı. Geriye kalan 10 bin ton, Filipinler dahil birçok ülkenin atığı reddetmesi nedeniyle 1988’de denize bırakıldı.
Koko olayı ise 1987-1988 yıllarında İtalya’dan Nijerya’nın Koko kentine doğru yola çıkan 3.884 ton toksik atığın inşaat malzemesi olarak etiketlenmesi ve yerel halkın atık Koko’ya ulaştıktan sonra hastalanmasının ardından gündeme taşındı. Araştırmaların sonunda kargonun x-ray atığı, Norveçli Dana Cyanamid’ce üretilen metil melamin, birçok İtalyan üreticiden gelen dimetil ve etil asetat formaldehit gibi toksik atık içerdiği ortaya çıktı.
Hikaye, toksik atıkların Avrupa’da yeni destinasyon bulma girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından geminin 1988’de İtalya’ya dönmesiyle son buldu.
Atık ticareti işi ekonomik, politik ve sosyal bakış açılarını birbirine karıştıran karmaşık bir sürece işaret ediyordu ve dünya ölçeğinde sosyoekonomik eşitsizlik uçurumunu derinleştirdi.
1960’ların ortasında yeşermeye başlayan çevresel farkındalıkla odak eninde sonunda “çevresel adalete” kaydı. Yoksul ülkelerin çevresel olarak araçsallaştırılması endişesi 1980’lerin sonuna kadar devam etti. Bu devamlılık ırkçılık, sosyal adalet, insan hakları ve çevrecilik alaşımının bir araya gelmesine, bugün bildiğimiz adıyla çevresel adalet hareketine öncülük etti.
Toksik sömürgecilik söz konusu olduğunda, çevresel adalet hareketi kültürel çeşitlilik temeline dayanan çevresel adaletsizliğin yanı sıra zengin ve yoksul ülkeler arasındaki sosyal ve politik eşitsizliği de gün yüzüne çıkarmayı amaçlıyordu.
Toksik atık ticareti
1970’ler boyunca büyüyen çevresel farkındalıkla uyumlu olarak, küresel toplumun çevre koruma eylemlerinde belirgin bir artış gözlendi. Acil küresel eylem baskısıyla su ve hava kirliliği gibi çok sayıda olay basında yer buldu. Daha önce düzgün şekilde denetlenmeyen toksik atıkların ticareti konusu, sadece çevreyi değil insan sağlığını da korumak adına önemli bir meseleye dönüştü. Çevresel adaletsizliğin temel sosyal haklardan mahrumiyeti artırdığı ve ülkeler arasındaki uçurumu derinleştirdiği gerçeği iyice netleşti.
Toksik ve riskli atıkların gelişmekte olan ve endüstrileşmiş ülkeler arasındaki ticareti, elbette adil koşullar altında gerçekleştirilmiyordu. Dünyanın bölüştüğü finansal pozisyonlar, zamanın başlangıcından beri zaten asimetrikti.
Temelleri 1970’lerde Bretton Wood sisteminin çökmesiyle atılan 1980’ler resesyonu, ekonomik resmin ana karakterini oluşturuyordu. Resesyon daha az endüstrileşmiş bölgelerde devasa bir borç krizi olarak karşılık buldu. Bu krizden çıkış yolunun taşlarını da ABD Hazine Bakanlığı, IMF ve Dünya Bankası neoliberal yaptırımlarla döşedi. Sadece borç krizine değil, bölgesel ekonomik farklılıklara da çare olacak Washington Konsensusu, 1990’lı yıllara gelindiğinde eşitsizliği, çevresel hasarı ve sosyoekonomik yankıları artıran bir paradoksa dönüşmüştü.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’nca 1989’da hazırlanan Basel Sözleşmesi, riskli atıkların sınırötesi hareketlerini kontrol etme ve bu hareketleri düzenleme tartışmasını 116 üye ülkenin dikkatine sundu. Konferans uluslara atıklarını yönetmeleri için harekete geçme çağrısının yapıldığı ilk resmi girişimdi.
Gelişmekte olan ülkelerin bu gibi atıklardan korunmasını, gelişmiş ülkelerin bu ticaretten sorumlu tutulmasını amaçlıyordu. Sözleşme, toksik atık ticaretinin sınırlandırılması açısından bir köşe taşı niteliğindeydi. Atık sömürgeciliği, bir kavram olarak ilk kez dillendirildi ve kayda geçti.
Sömürgeciliğe sömürgecilik demek
Çoğunlukla hükümetler ve sivil toplum kuruluşları aktörleri tarafından kullanılan “atık sömürgeciliği” kavramı, aralarında elektronik atık, kalıcı organik kirletici, endüstriyel atık, yetkisi alınmış gemiler, kentsel katı atık, radyoaktif atık ve diğer atıklar olmak üzere çeşitli zehirli ve riskli atığın sınır ötesinde imha edilmesi anlamında kullanılıyor. Bu kullanım, kardeş kavramlar da doğuruyor. Çöp emperyalizmi, toksik kolonyalizm, nükleer kolonyalizm ve toksik terörizm, her zaman ayrıcalıklı ve varlıklı bölgelerdeki atığın daha düşük ekonomik statüye sahip bölgelerdeki sınırötesi hareketlerle ilgili.
Ancak atık sömürgeciliği atığın kolonyal merkezlerden çevreye ihracatının ötesine geçerek merkezleri olabildiğince güçlendirmeyi amaçlıyor. Sömürgeciliğin –yerleşimci, çıkarıcı, içten ve dıştan olmak üzere– pek çok formu olsa da hepsi tek bir ortak paydada buluşuyor: Sömürgecilik, yerleşimcinin kendi amaçları doğrultusunda o karaya erişimini garanti eden hakimiyet sistemi. Bu her zaman yerleşmek için bir arazi veya çıkarmak için su haklarına sahip olmak anlamına gelmiyor. Karayla ilişkili kültürel tasarımlar ve semboller moda için erişime açılabiliyor. Boru hatları, hava hareketleri ve gemi rotaları ile kara, kirletilecek bir çukura dönüşmeye başlıyor. Sömürgecilikte esas motivasyon din, etnisite, uygarlık yarışı değil, sınıra erişimdir. Bölgesellik, yerleşimci sömürgeciliğin en belirgin ve küçümsenemeyecek bileşenidir. Nerede olduğu fark etmeksizin, bir karayı çukur olarak kullanmanın kökleri sömürgecilikte aranmalıdır. Kirliliğe sınır koymak sömürgeciliktir, çünkü belli miktarda kirliliğin o karaya bırakılmasına izin verilmiş demektir. Atığın ve toksik maddelerin o karada yaşayan yerli halka verdiği zarar sömürgeciliktir. Plastikten ve kağıttan gözden çıkarılabilir şeyler yaratmak için o karanın petrol ve doğalgazını kullanmak sömürgeciliktir. Geridönüşüm, yakma gibi yöntemlerle atığın icabına bakmak adına o karayı kullanmak sömürgeciliktir.
Kolonyal bir yanılsama: Geridönüşüm
O dönem için görece yeni bir konsept olan geridönüşüm endüstrisi, Basel Sözleşmesi’nde bir açık buldu. Geridönüşüm atıkları anlaşmaya dahildi, ancak geridönüştürülecek şeylerde “geridönüştürülecek atık” etiketinden sakınılabilirdi. Örneğin kullanılmış pillerin, eğer halen kullanılabilirlerse veya parçaları kullanılabilir durumdaysa, atık olarak etiketlenmesine gerek olmayabilirdi. Varış noktasına ulaştığında, seçili parçaların geri dönüştürmek için ayrıştırılması sırasında ortaya çıkacak toksik atığın geridönüştürülemeyecek veya verimli şekilde yönetilemeyecek olması gibi boşluklar, Basel Sözleşmesi’ni toksik atıkların sınırötesi hareketini sınırlamaktan uzak tuttu. Hattâ ticaret süreci daha da ilerledi.
Çöpünün geridönüştürülebilir olduğunu bilmek insanı ürettiği atık hacmi konusunda vicdanen rahatlattı ve onun atığı anlama konusunda mucizevi bir düşünce biçimi geliştirmesini sağladı. Küresel Kuzey’deki insanlar, bir şeyleri uzağa atabilmeyi doğal karşılamaya başladı.
Uzak, ikinci bir düşünceye yer bırakmaksızın ahlâki hayal gücünün sınırlarının çok ötesinde, adeta efsanevi bir yerdi. Oysa “uzak” diye bir yer yoktu. Sadece ötekilerden daha az önem atfedilmiş yerler ve insanlar vardı.
1950’lerde kitlesel pazarı istila eden plastiklerin cazibesi dayanıklılığıydı. Dirençliydiler ve uzayabilen zaman döngüleri boyunca biçim değiştirmeyeceklerdi. Doğada çözünmeleri 500 yılı bulabiliyordu. Burada geridönüşüm devreye girdi. Oysa pek çok geri dönüştürülebilir şey, yanlış kutuya veya yemek atıklarıyla birlikte atıldığında bozulmaya uğruyor. Bozulma, devasa balyalar halinde toplanmış maddenin geri dönüştürülmesini engelliyor. Her madde her tesiste işlenemiyor. Dahası, toplanan plastik pipet ve çatal-bıçak, yoğurt ve al-götür kapları gibi nesneler düşük kalitede oldukları için çoğunlukla geri dönüştürülemiyor. Onlar ya yakılıyor ya boş arazilere dökülüyor ya da okyanusa bırakılıyorlar. Yakma işlemi kimi zaman enerji üretmek için kullanılsa da atık tesisleri toksik emisyonlarla ilişkilendiriliyor. Araziler karbondioksit, metan, uçucu organik bileşik ve diğer riskli kirleticilerin havaya salınmasını sağlıyor. Okyanuslarda plastik adaları oluşuyor. İnsanların aşırı hızlı tüketiminin sonucu olarak yönetilmesi imkânsız boyuta ulaşan plastik atığın ne yapılacağı konusunda gözler elbette uzaklara çevriliyor.
1980’lerden itibaren Çin dünyanın gözden çıkardığı şeylerin neredeyse yarısının geri dönüşümünü üstlenmişti, çünkü üretim sektöründe patlama gerçekleşiyordu ve onu beslemek için bu şeylere ihtiyacı vardı. 2016’da sadece ABD’den Çin’e 16 milyon ton plastik, kağıt ve metal taşındı. İşin aslı, bu karışık geri dönüştürülebilir maddelerin yüzde 30’u aslında geri dönüştürülemediği için o karanın da uzaklarına bırakıldı. Öyle ki her sene yaklaşık 1,5 milyon ton plastiğin ömrü Çin’in okyanusa bakan kıyılarında son buluyordu. Dünyanın en iyi geri dönüştürücüleri ile en büyük plastik atık ihracatçıları arasındaki bağ bu sayede gün yüzüne çıktı. Geridönüşümün marka yüzü İngiltere, plastik atığının yüzde 61’ini uzağa gönderiyordu. Dünyanın en geridönüşümcü ulusu tacını takan Almanya, Avusturya, Güney Kore ve Galler’in karışık plastik ihracatının yıllık boyutu bir milyon tonu buluyordu. 254 milyon euroluk değerle diğer tüm AB ülkelerini geride bıraktılar. Tahmin edilen, toplanan tüm atığın sadece üçte birinin ülke içinde geri dönüştürüldüğü veya yakıldığıydı.
Onlarca yıl süren bu ticaret, 2018’in ilk gününe uyanıldığında son buldu. Dünyanın en büyük geridönüşüm pazarı olan Çin, artık kapılarını kapatmıştı. Ulusal Kılıç Operasyonu politikasıyla 24 tip atığın ülkeye girişi yasaklandı. Yine de bütün bu atığın bir yere gitmesi gerekiyordu. Atık yönetiminin çok kârlı bir endüstri olması, onu diğer ülkeler için cazip kılmaya devam etti.
Kuzey’in radarında artık Türkiye ve Vietnam vardı. ABD ise kendine Vietnam, Malezya ve Tayland’ı seçti. Sadece 2018’de 68 bin konteyner plastik atık gönderildi. Bu ülkelerin de plastik atık ithal etmeyi yasaklamasının ardından yeni rota arandı: Kamboçya, Bangladeş, Gana, Laos, Etiyopya, Kenya ve Senegal. Ucuz işgücü ve gevşek çevre politikaları ile yılda 1 milyon ton plastik atık. Diğer yanda kirletilmiş sular, ölü ekinler, solunum yolu hastalıkları ve örgütlü suçlar.
Alüminyumu geri dönüştürmek kârlı ve çevreyle barışık bir işlem. Bir tenekeyi geri dönüştürülmüş alüminyumdan üretmek onun karbon ayak izini yüzde 95 azaltıyor. Söz konusu plastik olduğunda durum bu kadar basit değil. Pek çoğu sürecin pahalı ve karmaşık olması ve son ürünün daha düşük kalitede çıkması nedeniyle geri dönüştürülemiyor. Karbon azaltma faydası da henüz net değil. Onları bir yerden bir yere transfer etmeniz, yıkamanız, ince ince kıymanız ve eritmeniz gerekiyor. Bu da çevresel etkiyi en aza indirme motivasyonuyla yapılan geri dönüşümün kendisine çevresel bir etki yüklüyor. Bu nedenledir ki okyanustan toplanmış plastik şişelerin geri dönüştürülmesiyle üretilmiş spor ayakkabı projesi açık bir yalan. Projenin hayata geçirilmesi için sıfırdan üretilen plastik şişeler geri dönüştürüldü.
Broni we wu yani ölü beyaz adamın kıyafetleri
Endüstri dışı geri dönüşümle elde edilen ürünlerin bir daha geri dönüştürülemeyeceği gerçeği bir yana, söz konusu atık sömürgeciliği olduğunda kendini en iyi aklayan endüstrilerden biri de moda. Sadece ABD her sene yaklaşık 12 milyon ton tekstil atığı üretiyor. Hızlı moda markalarının 48 saatte ürettiği kıyafeti bugünün teknolojisiyle geridönüştürmek için 24 sene geçmesi gerekiyor. Günümüz endüstrisinde kıyafetlerin yüzde 69’u polyester ve naylon gibi petrol bazlı hammaddelerden üretiliyor ve çoğu geri dönüştürülmez, doğada çözünmeleri ise 200 yılı buluyor. Tekstilden tekstile geri dönüşümün oranı yüzde %1 bile değilken H&M’in 10 yıldır yürüttüğü “Döngüyü Kapatalım” kampanyasıyla geri dönüştürülmek üzere kupon karşılığı topladığı kıyafetlerin akıbetinin ne olduğu sorusunun cevabı elbette üçüncü dünya ülkelerinde aranmalı.
Sömürgecilik yıllar içinde moda endüstrisini şekillendirmede de kilit rol oynadı. İkinci el kıyafet ihracatı düşük gelirli ülkelerin ekonomisini canlandırmaya yardımcı olacak bir yöntem olarak konumlandırılırken aynı zamanda aşırı üretim ve aşırı tüketim başlıkları üzerindeki yükün boşaltılması için elverişli bir yoldu. Gana’da Batılı kıyafetlere olan talep ilk kez Birleşik Krallık’ın sömürgeci yönetimi altında ortaya atıldı. Afrika ulusu 1950’lerin sonunda bağımsızlığını kazandığında ABD’li iş insanları ikinci el kıyafetleri ihraç ederek kazanç elde etme fırsatını gördü.
Gana’nın Akra kenti, Batı Afrika’nın en büyük ikinci el pazarı Kantamanto’ya ev sahipliği ediyor. Burası 3 binden fazla tüccarın tasarımcılarla bir araya geldiği buluşma noktası. Kantamanto’ya her hafta konteynerler içinde yaklaşık 15 milyon kıyafet geliyor. Tüccarlar, girişimciler ve tasarımcılar pazardan yüksek fiyata satabilecekleri veya ileri dönüşümle yeni parçalar elde edebilecekleri kıyafetler için bu adreste toplanıyor. İçeriklerini bilmeden para yatırdıkları balyalar, zaman içinde kaliteleri gittikçe düştüğü için yeniden kullanılamayacak durumda olan kıyafetlerle dolu. Yatırım yapmak ailelerini güvence altına almaları, aracıların ödemelerini yapmaları ve borçlarını kapatmaları için çoğu zaman riskli. Yine de ayda 20-30 milyon arasında kıyafetin ömrü yıkama, onarma, boyama, ütüleme, dikme ve ileri dönüştürme gibi adımlarla uzatılıyor, Gana pazarına kazandırılıyor.
Kantamanto’ya gemiyle gönderilen kıyafet balyalarının yüzde 40’ı doğrudan arazilere gönderilerek şehrin uzaklarında kıyafet dağları oluşturuyor. Karşı konulmaz yoğunluktaki atığı ve düzensiz boşaltımı denetim altında tutmak için araziler ateşe veriliyor. Zaman zaman 11 ayı bulan yangınlar havaya koyu renk duman ve toksik gazlar bırakıyor, ekinleri ve Old Fatima gibi çevre mahalleleri zehirliyor.
Sonu yakılmak olmayan kıyafetler kendilerini şehrin kanalizasyon sisteminde buluyor. Muson yağmurları zamanında kıyafetler barikatları taşkınlara, yoğun sivrisinek istilasına, dolayısıyla hastalıkların yayılmasına neden oluyor. 2014’te kötü atık yönetimi ve temiz suya erişim sıkıntısı nedeniyle patlayan ve 243 insanın hayatını kaybetmesine neden olan kolera salgınının nedeni, atık sömürgeciliğinde aranmalıdır.
Şehrin ötesinde, okyanusta ise farklı bir felaket yaşanıyor: Deniz biyoçeşitliliği yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Parçalanan kıyafetlerin ve elyafın birbirlerine eklenmesiyle oluşan kıyafet dokunaçlarının uzunluğu 10 metreye ulaşıyor. Okyanus mikroplastikle dolu ve sualtı yaşamı sona ermek üzere. Hiçbir şey şans eseri gerçekleşmiyor. Satın aldığınız ama yine de çok hoşunuza gitmeyen o gömlek. Delindiği için gözden çıkardığınız o tişört. Size artık kötü anlar hatırlatan o pantolon. Hepsi birbirine dolanmış. Döngü kapanmış.
Atığımızı isteyen onlar değil, onları oraya göndermek isteyen biziz
Gölge-kuyruk sincabın lâneti midir bilinmez, ancak atığın insanın kibri olduğu bir gerçek. Atık ticareti Kuzey ile Güney arasındaki bir eşitsiz ve adaletsiz dinamikler yanılsaması.
Atık sömürgeciliği mevcut dünya düzenini pekiştiriyor, uluslar arasındaki ekolojik, sosyal, ekonomik ve politik eşitsizlikleri belirginleştiriyor.
Atığın gelişmiş ülkelerden gelişmekte olanlara gönderilmesi (atık yönetimi kapasitesinin ve altyapının verimsiz olması nedeniyle) giderek artan atığın yönetilememesi gibi mücadele alanları açıyor.
Tüm bu koşullar altında insan ve çevre sağlığının şiddete maruz kalması kaçınılmaz hale geliyor. Dolayısıyla çevrecilik ve çevresel düzenlemeler, sömürgeciliğin yeni boyutuna karşı geliştirilmiş yeni bir direniş formuna bürünüyor.
Çevresel adalet ulusları bu şiddetten koruma amacı taşıyan anti-sömürgeci direnişi sembolize ediyor.
Zeynep Özar Berksü
2 notes · View notes
nefes3534 · 2 years ago
Text
Goebbels gelse bunların yanında propaganda eğitim görür.
adamlar bu kadar ölüm varken bile tv kanallarında propaganda yapabiliyor pess!
20 yıllık şeref ahlak haysiyet gurur liyakat bir gecede fayların kırılması ile ortaya çıktı.ben yazacağım çok şey yazacağım ama şimdi değil!
Savaştan beter şu yaşadığımız yıkım.
dünyada depreme bu kadar alışık olup bu kadar çok can kaybeden bir Haiti bir de Türkiye kaldı.
Japonya’da, peru’da sıradan bir pazartesi sabahı sayılacak olay Türkiye’de ne yazık ki bir felaketle sonuçlanıyor!
Atom bombası yiyen hiroşima ve nagasaki şehirleri bile bu kadar aciz ve çaresiz olmamıştır. bitmişiz biz bitmiş!
Bu olayın güçlü, üzgün, metanetli olacak hali yok. bildiğin felaket. insanlar dağıldı. acıları sıralamak doğru değil ama bir bakış açısı kazandırır diye seviye seviye yazacak olursak:
1: öldünüz.
2: yaşıyorsunuz ama sakatsınız.
3: yaşıyorsunuz ama ailenizi kaybettiniz.
4: ailenizle birlikte iyisiniz ama tüm varlığınızı kaybettiniz
5: aileniz de eviniz de iyi ama şehrinizi kaybettiniz. en temel ihtiyaçlara erişiminiz yok.
6: genel olarak iyisiniz ama sizi ciddi ekonomik zorluklar bekliyor. işsizlik, göç gibi.
Şu an milyonlarca insan bu altı kategoriye dağılmış durumda!bu afete kışın yakalanmak her şeyi çok daha zorlaştırıyor. enkaz altında beklerken hipotermi geçirenler, deprem bölgesinde çocuk arayan organ mafyaları vs!
enkazların %80'nından fazlası kaderine bırakıldı
Gördükleriniz, görmediğiniz daha neler var..
Devletin ne denli bitik olduğu fiilen tescil edilmiş gibi oldu. bir savaş olsa dümdüz ederler bizi. edemezler diyene sorarım o zaman bu insanlar depremde ölüyor diye mi umursanmıyor ? gücün yok işte gücün olsa bile bunu yönetecek zekân yok. imkânlar tam anlamıyla kullanılmadı bu çok açık bir gerçek..
Acı-Gerçek!..📌
9 notes · View notes
elestirenadam · 6 months ago
Text
Dijital diktatörlük ve özgürlük ‘düşkün’leri
Her kavram gibi, “özgürlük” de ideolojik, sınıfsal bir kavramdır. Özgürlük anlayışınız konumunuza göre değişir. Emperyalist sistem kavramların yeniden üretimini sık sık yapar. Bunlardan biri de özgürlük kavramı. Günümüzde özgürlük, barış gibi ters düz edildi. Barış kavramı bugün emperyalistler tarafından haklı savaşların değerini azaltma, milletlerin direnişini kırma amacıyla kullanılır oldu. Özgürlük de böyle… Bugün özgürlük, “kısıtlamalardan kurtuluş” olarak niteleniyor. Evet özgürlük yapabilmektir ama sınırsızca her şeyi yapabilmek değildir. Kısıtlamalardan kurtuluş dizginsizlikle değil, Marx’ın dediği gibi ancak yeni güçlerin yaratılmasıyla olabilir. ÖZGÜRLÜK GOYGOYCULUĞU
Özgürlük kavramının yeniden üretilmesinde turnusol kâğıdı sosyal medya oldu. Sosyal medyanız varsa özgürsünüz! Sosyal medyaya erişim kısıtlıysa, bu özgürlüğe darbedir! Atlantik güçlerinin dayattığı yaşam biçimine boyun eğmek özgürlük oldu. Onların koyduğu yasaklara ses çıkaran yok ama ona karşı bir adım atılınca “özgürlüğümüz kısıtlanıyor” cümleleri havada uçuşuyor. Yakın dönemdeki yapılanlar bize tekelci sermayenin elinin altındaki sosyal medya gerçeğini net bir şekilde görmemizi sağlıyor: - Zeytin Dalı Harekâtı’nda Mehmetçiğimize destek veren binlerce hesap, X (o zaman Twitter) tarafından bir gecede kapatıldı. PKK’lı hesaplara dokunulmadı. - Youtube, “Ermeni Soykırımı emperyalist bir yalandır” diyen videoları siliyor. Ama AİHM’e gömülen Ermeni Soykırımı yalanlarını atmak serbest. - “Doğu Türkistan” yalanları atmak serbest ama gerçeği yazarsanız sansürleniyorsunuz. Bu tekelci sosyal medya şirketlerine göre ölülerinizi bile anamazsınız. - Mazlum milletlerin şehidi Kasım Süleymani’yi ve İsmail Heniyye’yi anan hesaplar kapatılıyor. Ama Gazze’de on binlerce insan ve çocuk katleden İsrailli yetkililere dokunan yok. - Filistin’e sahip çıkmak yasak. - LGBT’ye her türlü özgürlük var ama çocuklarımıza sahip çıkmak yine yasak. - Hakaretler, iftiralar, insanın birbirinin gözünü oyabilmesi buralarda serbest, insanın hakkını araması yasak. Kılıfı da: Kullanıcı gizliliği. Gelinen noktada sosyal medya tekellerinin sansürüne karşı sessizlik gözlemlenirken, bunlara karşı atılan adımlar "otoriterlik" olarak adlandırılıyor. X: TEK TİP DİL KULLANIMI INSTAGRAM: SANAL HAYAT SANAYİSİ
Sosyal medya, insan-insan ilişkilerini “yeniden formatlama”nın aracı oldu. Bakın sosyal medyada kullanılan dil bile herkesi tek tip haline getiriyor. X bunun örneği oldu. Çünkü yaygın bir “karar kalıpları” kullanılıyor. Bu da, kitlelerin ideolojik ve siyasal konulardaki tutumlarını etkileme açısından emperyalist sisteme güçlü bir araç kazandırıyor. Böylece hem “büyük veri” oluşuyor hem de emperyalizmin ideolojik egemenliği pekiştiriliyor. Sanal hayat bir sanayiye dönmüş durumda. Bu da Instagram örneği. Hep güzel ve mutlu fotoğraflar… Zorluklar karşısında gerçeklikten kaçmak isteyenlerin bir sığınağı. İnsanlar kurtuluşu sahte hayat dünyasına kapak atmakta buluyor. Peki bu nasıl tekelci sermayenin işine yarıyor? İnsanları gerçek hayatlarını değiştirmekle uğraşmıyorlar. Böylece mevcut toplumsal sistem de “memnuniyetsizlerden” kurtulmuş oluyor. Bir nevi uyuşturucu görevi görüyor. Yani dinin yerini sosyal medya alıyor. Unutmayalım, Batı’nın özgürlüğü, tekelci sermayenin kârlılığı kadardır.
DEVLETİN GÖREVİ Olumsuzu söyledik ama sosyal medya bir olumluluğu da barındırıyor. İletişim olanaklarının yanı sıra, bilgiye erişim, bilginin anında paylaşılması, veri zenginliğinin toplumsal planlama için dayanak oluşturması, kültürel ve sanatsal etkinliklere katılım artması, kültürlerarası etkileşim… Ekonomik olarak hegemonyasını yitiren Atlantik, en önemli mevzi olarak ideolojik egemenliği elde tutuyor. Ama bunu da sürdüremeyecek çünkü Asya’dan yeni bir dünya doğuyor. Yeni uygarlığın şafağında, sosyal medya araçları dünyadaki bu emperyalist hegemonyaya karşı mücadeleyi yükseltmek için kullanılabilir. Fakat bunun için devletin sorumluluğu vardır. Sosyal medya, demokratik özgürlükler çerçevesinde düzene sokulmalıdır. Devlet düzeninin olmadığı bir yerde, hukuk düzeni olmayan bir yerde hürriyet olmaz. Kamu düzeni, toplumsal ahlâk, insan haysiyeti düzenlemelerle korunmalı. Özellikle hastanelerde, ulaşımda, polis, orduda veya görev kritik diğer altyapılarda millî yazılım kullanmak hayati önem taşıyor. Türkiye, Atlantik emperyalistlerinin internet tekeline son vermek ve milli devletimizin güvenliği için, millî uydu sistemimizi geliştirmeli ve bu amaçla Asya Merkezli İnternet Ağının inşasına katılmalıdır.
25 notes · View notes