#efsane prens
Explore tagged Tumblr posts
thbcway · 3 months ago
Text
Heavens Official Blessing, Yeniden Düzenlenmiş Versiyon, Kitap 1 Bölüm 10 - Kırmızı bulutların arasından çiçeğe hayranlıkla bakarken, kalp şevkat ile dolu
Hua Cheng onu sırıtarak aldı, bakmak için kaldırdı ve elinde tuttuğu şeyi sallayarak, "Sözü aldım" dedi.
Gerçekten kabul ettiğini görünce, Xie Lian ne diyeceğini bilemedi. Uzun bir süre sonra, "Bu soğuk. Biraz sert olabilir." dedi.
Hua Cheng dedi ki, "Sıkıntı yok, önemi yok."
Xie Lian der, "O zaman.. Ben gidiyorum?"
Hua Cheng dedi ki, "Şimdiden mi gidiyorsun? Pekala."
Hala biraz pişman görünüyordu ama birşey yapmadı. Salondaki tüm hayaletlere gelince, onlar çoktan suskunlaşmışlardı. Daha önce hayaletler Xie Lian'a yol verdiklerinde, onun yolunun sonunu görmesini izlemek için can atıyorlardı, ama bu sefer ona yol verdiklerinde, hepsi ona hayranlık ve merakla baktılar: Bu, Şehir Lordu'nun biriyle bahse girmek için ilk kez geri çekilmesiydi ve bahis yarı pişmiş bir buharda pişmiş çörekti, ama bunlar bile iyiydi, Şehir Lordu sonuçta böyle yaramazdı, sadece bir hevesle etrafta dolaşıp durmadığını kim bilebilirdi. Beklenmedik bir şekilde, Şehir Lordu gerçekten kaybetti! Sadece kaybetmekle kalmadı, aynı zamanda tüm ciddiyetiyle buharda pişmiş bir çöreğin yarısını diğer eline vermesini de istedi. Şehir Lordu'nun kıdemleri ve kıdemlerinin kıdemleri olarak, sessizce izlemekten başka ne söylemeye cesaret edebilirlerdi ki?
Amanın, bu adam gerçekten de şehrin efendisinin ağabeyi miydi?
Geriye bakmamaya kararlı olmasına rağmen, Xie Lian öne birkaç adım attıktan sonra omzunun üzerinden geriye bakmaktan kendini alamadı ve Hua Cheng'in doğrudan ona doğru baktığını gördü. Ona bakan Hua Cheng, buharda pişirilmiş çöreğin yarısını havaya doğru fırlattı, yeniden yakaladı ve başını eğerek bir ısırık aldı.
"..."
Sanki kendisi tarafından ısırılmış gibi, Xie Lian, Lang Qianqui'yi yakaladı ve hemen dışarı atıldı, neredeyse bir masayı devirecekti hatta hareket ederken. İkisi de çılgınca koştu ve tenha bir sokağa girer girmez, Shi Qingxuan çekildi, elindeki yelpazeyle saçlarını her yere savurdu, "Çok yakındı, çok yakındı, sonunda dışarı çıktık. Korkumdan parçalara ayrılacaktım neredeyse!" dedi.
Xie Lian'ın kalbi hala çarpıyordu ve Lang Qianqui, "Korkudan bile solgunlaştın." dedi. Shi Qingxuan, "Bu korkudan değil! Bu daha önceydi.. Eh, ben bununla doğdum." dedi.
Hayalet teyzeler ve ablalar tarafından yüz bakımı yaptırmaya sürüklenmesinin onun için pek de onurlu bir şey olmadığını hatırlayarak, sözlerini yarıda keserek ciddi bir şekilde, "Qianqui, az önce neden kumarbazın inine atladın? Sanki burasının kimin sahası olduğunu bilmiyorsun!" dedi.
Lang Qianqui ellerini açtı, "Başka seçeneğim yoktu. Acil bir durumdu, kumarbazın kumar kupasını açmasına izin veremezdim, bu yüzden harekete geçmem gerekiyordu."
Shi Qingxuan, "Ne kötü bir hareket. Neredeyse kızıl bir yağmura dönüşüyordun. Hepimiz seni toplamak için bir havzanın nerede bulunacağını tartışıyorduk!" dedi.
Lang Qianqiu karşılık verdi, "O zaman ne yapmalıyım? Başkalarının ortaya çıkmasını mı beklemeliyim?"
Shi Qingxuan sinirli bir şekilde, "Öyle olsa bile..." dedi, ancak Lang Qianqui başını çevirip Xie Lian'a bakmış ve gülümsemişti, "Az önce için çok teşekkür ederim. Üç kez yükselen Veliaht Prens siz misiniz? Etkileyici!"
Başkası bunu söyleseydi şüphesiz ki alaycı olurdu, ancak Xie Lian, Lang Qianqui'nin "Etkileyici" ifadesinin kalbinin derinliklerinden geldiğine tamamen inanıyordu. Sırıtarak, "Evet, o benim." dedi.
Lang Qianqui ona karşı gerçekten de en ufak bir önyargı taşımıyordu, onu karşıladıktan sonra doğal olarak başkaları hakkında konuşmaya başladı, "Az önceki kişi Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru muydu? Gerçekten çok güçlü. Ancak o efsanelerden farklı görünüyor."
Xie Lian der, "O efsanelerde nasıldı ki?"
Lang Qianqui, "Efsane, onun sekiz yaşında bir çocuk olduğunu söylüyordu." dedi. Xie Lian bir kıkırdama bıraktı. Shi Qingxuan ellerini salladı, "Sahte Kılık! Çiçeğe Uzanan Kan Yağmuru, yüzlerce sahte kılık kullanmış olmalı. Kimse kendisinin neye benzediğini bilmiyor. Bu da sahte bir kılık olmalı."
Ama Xie Lian düşündü, "O gerçek." dedi.
Lang Qianqui ekledi, "Ama tuhaf bir mizacı var ve ürkütücü davranıyor. İnsanlarla çok fazla uğraşıyor!"
Xie Lian bir kahkaha bıraktı, "Tamam, bu kadar gevezelik yeter! Hala resmi görevlerimiz olduğunu unutmayın." Dedi.
Shi Qingxuan dedi ki, "Doğru, önceliğimiz görev. Nasıl araştıracağız?"
Xie Lian, "Hayalet Şehir düşündüğümden çok daha büyük. Ayrı ayrı araştıralım." dedi. Xie Lian, hayaletlerle karşılaşmaları durumunda tabuların ne olduğunu ve onlarla karşılaştıklarında belirli canavarları nasıl memnun edeceklerini ayrıntılı olarak açıkladı ve diğer ikisi tekrar tekrar başlarını salladı. En sonunda, "Hayalet Şehir'e pek aşina değilim. Başka tabular olup olmadığını bilmiyorum. Sadece akışına bırakalım. Yirmi dört saat içinde burada buluşacağız." dedi.
Shi Qingxuan "Tamam" diye cevapladı karşılık olarak ve az önce öğrendiklerini denemek için aceleyle gitti. Lang Qianqui'de "O zaman ben de gideceğim" dedi.
Ama Xie Lian onu durdurdu, "Majesteleri."
Lang Qianqiu daha yeni birkaç adım atmıştı bile ve omzunun üstünden ona bakarak "Ne oldu?" diye sordu.
Xie Lian aniden gülümsemesini bir kenara bıraktı ve ciddiyetle ona doğru eğildi.
Tumblr media
8 notes · View notes
seyyahh-h · 5 months ago
Text
NAR ÇİÇEĞİ VE HİKAYESİ...
Efsaneye göre Cihangir Hanlığı'nın genç Prensi Salim Şah, birgün raksını görüp hayran kaldığı, Anarkali isimli genç ve güzel rakkaseye aşık olur...
Zaman geçer ve Prens Salim Şah gönlünü çelen bu güzel rakkase ile evlenmek ister...
Kurallar ise farklı...
Bir prensin halktan bir kızla evlenmesi yasak, hele bir rakkase ile evlenmesi akıldan bile geçmemesi gereken bir düşüncedir...
Zamanla bu aşk yasağa rağmen büyür, iyice alevlenir.
Bütün Hanlığı sarar.
Anarkali ile Salim Şah'ın aşkı ağızdan ağıza anlatılır.
Bu hâl prensin babası olan Han Akbar tarafında ise büyük bir rahatsızlık yaratır.
Aşıkların birbirini görmesi yasaklanır.
Ama ferman dinlemeyen gönül, burada da ferman dinlemez.
Aşıkların ilişkisi sürer gider.
Aşk hükmünü sürdürür. Efsane aşk iyice dillenir.
Civar hanlıklara da yayılır.
Bununla başedemiyeceğini anlayan Akbar Han çareyi sevdalıları ayırmada bulur.
Çözüm çok zalimcedir. Güzel rakkase Anarkali ibret için kentin ortasında yapılan, penceresi olmayan dört duvardan ibaret dar bir odaya hapsedilir. Arkasından giriş kapısı da duvarla örülüp kapatılır.
Ölüme terkediştir bu..
Prens şaşkın ve çaresiz, bu aşkı efsaneleştiren şehir halkı ise ağlamaklıdır.
Her gün gelip bu hücrenin önünde, Hanın insafa gelip güzel Anarkali'yi affetmesini bekler.
Bir müddet sonra umutlar kesilir.
Artık duvarlar yıkılsa da güzeller güzeli Anarkali'nın sağ çıkma ihtimali yoktur. Halk yavaş yavaş çekilir. Bekleme duvarının önü boşalır.
Ama Aşk mecnunu prens, maşukunun çevresindedir hep. Gönüldeki sevda ve sevilen ölmemiştir. Gözleri kapının örüldüğü duvarda sesiz bir tevekkül ile beklemededir.
Mevsimler geçer bahar olur, tabiat canlanır.
Bir gün o taş duvarda da bir kıpırtı başlar.
Prensin gözünü hiç ayırmadığı o duvarda güzel Anarkali'nın girdiği kapının taş örgüleri arasından ince zarif bir dal filizlenmiştir.
Bunu duyan halk tekrar toplanmaya ve hergün bu hayat izini izlemeye başlar.
Günler geçtikçe yeni dallar, yeni filizler çıkar o taşın bağrından ve tüm dallar tomurcuklarla yüklüdür, çiçek açacaktır aşk.
Bir sabah duvarın önüne gelenler, duvarın baştanbaşa kırmızı nar çiçekleriyle kaplı olduğunu görürler. Hayranlık veren bir güzellik vardır.
Adeta güzel Anarkali'nin tüm güzelliği nar çiçeklerindedir.
Bir gecede bütün nar çiçekleri açmıştır. Mevsimler boyu orada aşkın umuduyla bekleyen prens ise duvara yaslanmış nar çiçekleri arasında mutlu bir ifade ile ruhunu teslim etmiştir...
Aşk çiçekleri açmış, aşığın kalbi ise Anarkali'nin güzelliğini seyrettiği o çiçeklerin ihtişamına dayanamamıştır. Sevdalarıyla birlikte maşukunun yanındadır artık.
Rivayet şu ki;
O güzelim ateş rengi nar çiçeklerinin çıkış yeri güzeller güzeli Anarkali nin aşk dolu kalbidir.
Taşları delip sevdiğine kendini göstermiştir...
Not:
Anarkali Hint dilinde nar çiçeği demektir.. 🌺😢
Tumblr media
10 notes · View notes
ahmet-34 · 1 year ago
Video
Prens Dizisi -1.Bölüm (BluTv) Giray Altınok Efsane Komik Sahneler:):):)
3 notes · View notes
koreagirlsmodel · 5 years ago
Text
Jumong / Efsane Prens
Jumong / Efsane Prens
Tumblr media
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılının Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
Seri, Goguryeo krallığının kurucusu Jumong’un hayatını anlatır. Jumong hakkındaki tarihsel kayıtta çok az ayrıntı bulunur, dizideki olayların çoğu kurgusallaştırılmıştır. Orjinal Jumong efsanesini çevreleyen…
View On WordPress
1 note · View note
dizifotoroman · 5 years ago
Text
Jumong / Efsane Prens
Jumong / Efsane Prens
Tumblr media
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılının Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
Seri, Goguryeo krallığının kurucusu Jumong’un hayatını anlatır. Jumong hakkındaki tarihsel kayıtta çok az ayrıntı bulunur, dizideki olayların çoğu kurgusallaştırılmıştır. Orjinal Jumong efsanesini çevreleyen…
View On WordPress
0 notes
filimtanitim · 5 years ago
Text
Jumong / Efsane Prens
Jumong / Efsane Prens
Tumblr media
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılının Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
Seri, Goguryeo krallığının kurucusu Jumong’un hayatını anlatır. Jumong hakkındaki tarihsel kayıtta çok az ayrıntı bulunur, dizideki olayların çoğu kurgusallaştırılmıştır. Orjinal Jumong efsanesini çevreleyen…
View On WordPress
0 notes
sinemanostalji · 5 years ago
Text
Jumong / Efsane Prens
Jumong / Efsane Prens
Tumblr media
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılının Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
Seri, Goguryeo krallığının kurucusu Jumong’un hayatını anlatır. Jumong hakkındaki tarihsel kayıtta çok az ayrıntı bulunur, dizideki olayların çoğu kurgusallaştırılmıştır. Orjinal Jumong efsanesini çevreleyen…
View On WordPress
0 notes
koredram · 5 years ago
Text
Jumong / Efsane Prens
Jumong / Efsane Prens
Tumblr media
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılının Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
Seri, Goguryeo krallığının kurucusu Jumong’un hayatını anlatır. Jumong hakkındaki tarihsel kayıtta çok az ayrıntı bulunur, dizideki olayların çoğu kurgusallaştırılmıştır. Orjinal Jumong efsanesini çevreleyen…
View On WordPress
0 notes
filimkaresi · 5 years ago
Text
Jumong / Efsane Prens
Jumong / Efsane Prens
Tumblr media
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılının Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
Seri, Goguryeo krallığının kurucusu Jumong’un hayatını anlatır. Jumong hakkındaki tarihsel kayıtta çok az ayrıntı bulunur, dizideki olayların çoğu kurgusallaştırılmıştır. Orjinal Jumong efsanesini çevreleyen…
View On WordPress
0 notes
jotem · 4 years ago
Text
Efsaneye göre Cihangir Hanlığı'nın genç Prensi Salim Şah, birgün raksını görüp hayran kaldığı, Anarkali isimli genç ve güzel rakkaseye aşık olur.
Zaman geçer ve Prens Salim Şah gönlünü çelen bu güzel rakkase ile evlenmek ister.
Kurallar ise farklı..
Bir prensin halktan bir kızla evlenmesi yasak, hele bir rakkase ile evlenmesi akıldan bile geçmemesi gereken bir düşüncedir.
Zamanla bu aşk yasağa rağmen büyür, iyice alevlenir.
Bütün Hanlığı sarar.
Anarkali ile Salim Şah'ın aşkı ağızdan ağıza anlatılır.
Bu hâl prensin babası olan Han Akbar tarafında ise büyük bir rahatsızlık yaratır.
Aşıkların birbirini görmesi yasaklanır.
Ama ferman dinlemeyen gönül, burada da ferman dinlemez.
Aşıkların ilişkisi sürer gider.
Aşk hükmünü sürdürür.
Efsane aşk iyice dillenir. Civar hanlıklara da yayılır.
Bununla başedemiyeceğini anlayan Akbar Han çareyi sevdalıları ayırmada bulur.
Çözüm çok zalimcedir.
Güzel rakkase Anarkali ibret için kentin ortasında yapılan, penceresi olmayan dört duvardan ibaret dar bir odaya hapsedilir.
Arkasından giriş kapısı da duvarla örülüp kapatılır.
Ölüme terkediştir bu..
Prens şaşkın ve çaresiz, bu aşkı efsaneleştiren şehir halkı ise ağlamaklıdır.
Her gün gelip bu hücrenin önünde, Hanın insafa gelip güzel Anarkali'yi affetmesini bekler.
Bir müddet sonra umutlar kesilir.
Artık duvarlar yıkılsa da güzeller güzeli Anarkali'nın sağ çıkma ihtimali yoktur.
Halk yavaş yavaş çekilir.
Bekleme duvarının önü boşalır.
Ama Aşk mecnunu prens, maşukunun çevresindedir hep.
Gönüldeki sevda ve sevilen ölmemiştir.
Gözleri kapının örüldüğü duvarda sesiz bir tevekkül ile beklemededir.
Mevsimler geçer bahar olur, tabiat canlanır.
Bir gün o taş duvarda da bir kıpırtı başlar.
Prensin gözünü hiç ayırmadığı o duvarda güzel Anarkali'nın girdiği kapının taş örgüleri arasından ince zarif bir dal filizlenmiştir.
Bunu duyan halk tekrar toplanmaya ve hergün bu hayat izini izlemeye başlar.
Günler geçtikçe yeni dallar, yeni filizler çıkar o taşın bağrından ve tüm dallar tomurcuklarla yüklüdür, çiçek açacaktır aşk.
Bir sabah duvarın önüne gelenler, duvarın baştanbaşa kırmızı narçiçekleriyle kaplı olduğunu görürler.
Hayranlık veren bir güzellik vardır.
Adeta güzel Anarkali'nin tüm güzelliği narçiçeklerinin.
Bir gecede bütün narçiçekleri açmıştır.
Mevsimler boyu orada aşkın umuduyla bekleyen prens ise duvara yaslanmış nar çiçekleri arasında mutlu bir ifade ile ruhunu teslim etmiştir..
Tumblr media
Aşk çiçekleri açmış, aşığın kalbi ise Anarkali'nin güzelliğini seyrettiği o çiçeklerin ihtişamına dayanamamıştır.
Sevdalarıyla birlikte maşukunun yanındadır artık.
Rivayet şu ki; O güzelim ateş rengi narçiçeklerinin çıkış yeri güzeller güzeli Anarkalinin aşk dolu kalbidir. Taşları delip sevdiğine kendini göstermiştir...
Not:Anarkalihint dilinde narçiçeği demektir.
1 note · View note
sanattarihindenkisanotlar · 4 years ago
Photo
Tumblr media
Efes Antik Kenti: İzmir’in Selçuk ilçesinin sınırlarında bulunan kent eski bir Yunan ve Roma antik kentiydi. Kentte ilk yerleşimler Cilalı Taş Devrine yani, MÖ 6000 yıllarına dayanmaktadır. Kuruluşu ile ilgili iki efsanesi mevcut birincisi : Atina Kralı’nın oğlu Androklos babasının emri üzerine kendi ülkesini kurmak için kahinlere danışır, kahinler Androklos’a şehri balık ve domuzun işaret ettiği yere kurmasının uygun olacağını söyler, aklı karışan Androklos ve ordusu gemi ile Ege kıyılırını keşfe gelir açlık ve yorgunluk baş gösterince prens bir yerde durup kamp kurma emri verir, burada denizden avlanan balıklar pişirilip yemeğe hazırlanırlarken bir yaban domuzu gelip bir balığı çalıp hızla uzaklaşmış Androklos kahinlerin sözlerini hatırlar ve şehri buraya kurar. İkinci efsane ise : şehrin Amazon adı ile bilinen kadın savaşçılar tarafından kurulmuş olduğudur. Kent dönemin ticaret, kültür, ve bilim merkeziydi. Efes Antik Kenti UNESCO tarafından Dünya Mirası listesine alınmıştır. Günümüzde Efes antik kentinde Artemis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi, Meryem Ana Evi, Hadrian Tapınağı, Acık Hava Tiyatrosu, gibi daha bir çok yapısı bulunmaktadır. (🏛) #SanatTarihi #HistoryOfArt #Sanat #Art #Mitoloji #Mythology #Arkeoloji #Archaeology #Tarih #History #AntikKent #AncientCity #Ancient #City #Antik #Kent #İzmir #Selçuk #Efes #EfesAntikKenti #Unesco #ArtemisTapınağı #CelsusKütüphanesi #MeryemAnaEvi #Amazon #AmazonKadınları #Atina #Tiyatro #Yunan #Roma (Efes Antik Şehri) https://www.instagram.com/p/CFg2S5FgD6_/?igshid=yvcrxs40hhbo
2 notes · View notes
tumitutscanlation · 6 years ago
Text
Heavenly Blessing - 4. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 4: Geceleyin Ju Yang Tapınağındaki Üç Aptal Arasındaki Tartışma
O zamandan beri durum daha da kötüleşmişti. Yüz yıl içinde Yu Jun Dağı bölgesinde toplam on yedi gelin kaybolmuştu. Bazen onlarca yıl boyunca huzur olurdu. Diğer zamanlarda ise bir aylık kısa bir süre içerisinde iki gelin kaybolurdu. Çok geçmeden korkunç bir efsane etrafa yayılmıştı: Yu Jun Dağında hayalet bir damat yaşıyordu. Eğer bir kadını isterse, onu düğün gecesinde kaçırıp, yanında eşlik edenleri yalayıp yutuyordu.
Normalde böyle durumlar cennete bildirilmezdi. On yedi tane kayıp gelin olmasına rağmen, yüzlercesi hatta binlercesi düğün günlerini sapasağlam geçirmişlerdi. Ne olursa olsun çoktan kaybolmuş olanları bulmak veya yeni gelinleri korumak imkânsızdı, o yüzden insanların bu tür olayları görmezden gelmekten başka şansları yoktu. Kızlarını büyük düğünlerle evlendirmeye cesaret eden aileler biraz azalmıştı ve yeni evlenmişler düğünlerini büyük bir olay gibi gösterme riskine girmiyorlardı ancak on yedinci gelinin babası önemli bir yetkiliydi. Babası kızına çok düşkündü ve bu efsaneyi duyduğu zaman özenle kırk cesur ve göze çarpan askeri görevliyi kızına düğünde damada kadar eşlik etmeleri için seçmişti. Lakin tüm bu hazırlıklara rağmen kızı yine de kaybolmuştu.
Bu sefer, hayalet damat gerçekten de arı kovanına çomak sokmuştu. Bu yetkili kişi, insan dünyasında ona yardımcı olabilecek hiç kimseyi bulamamıştı. Sonuç olarak kızgın bir şekilde kendi devlet yetkilisi arkadaşlarıyla anlaşma yaparak delice bir ritüel düzenlemişti. Bu yetkili, uzman birinin tavsiyesini dinleyip fakirlere yardım etmek için bir tahıl ambarı da açmıştı. Onca yaptıklarından sonra bir tanrının ilgisini çekmeyi başarmıştı. Yoksa bu ince ve ölümlü seslerin tanrının kulaklarına erişmesi neredeyse imkânsızdı.
Xie Lian söyledi. “Aşağı yukarı böyle olmuş.”
İki savaş tanrısının yüz ifadeleri işbirliği yapmak istemiyorlarmış gibi göründüğü için onu dinleyip dinlemediklerinden emin değildi. Eğer dinlememişlerse Xie Lian’ın olanları tekrar açıklamaktan başka bir çaresi yoktu ancak tahminin aksine, Nan Feng kafasını kaldırdı ve alnını buruşturarak sordu. “Kaybolan gelinlerin ortak noktaları var mı?”
Xie Lian cevapladı. “Bazıları zengin, bazıları fakir. Bazıları güzel, bazıları ��irkin, bazıları eş olarak evleniyordu ve bazılarıysa metresti. Kısacası kaybolmalarının ortak bir yönü yok. Hayalet damadın tercihlerini kolayca belirlemek zor.”
“Hm.” Nan Feng çay bardağını kaldırıp bir yudum almadan önce bir kez homurdandı. Problemlerinin üzerinde düşünmeye başlamış gibi gözüküyordu. Diğer yandan Fu Yao, Xie Lian’ın ona doğru ittiği çay bardağına dokunma zahmetine bile girmemişti. Yavaşça ve durmadan parmaklarını beyaz bir mendille sildikten sonra umursamaz bir şekilde sordu. “Ekselansları Veliaht Prens, hayaletin bir damat olduğuna nasıl karar verdin? Bu kesin olamaz, daha önce kimse onu görmedi. Nasıl bir kadın mı erkek mi yoksa yaşlı mı genç mi olduğunu söyleyebiliyorsun? Çok basit düşünmüyor musun?”
Xie Lian gülümsedi. “Bu parşömende yazılmış olan özet Ling Wen’in sarayındaki tanrılar tarafından çıkarıldı. ‘Hayalet damat’ insanlar arasında en çok kullanılan isim ancak senin söylediğin de gerçekten mantıklı.”
Konuşmalarından sonra Xie Lian bu iki savaş tanrısının oldukça dikkatli düşündüklerini fark etmişti. Yüz ifadeleri çok iyi görünmese de işlerinde umursamaz değillerdi en azından. Bu Xie Lian’ı önemli ölçüde memnun etmeye yetiyordu.
Pencerenin dışındaki hava kararmaya başladığında üçü geçici olarak küçük çayevini terk ettiler. Xie Lian bambu şapkasını taktıktan sonra yürümeye başladı. Bir süre yürüdükten sonra aniden arkasındaki iki kişinin onu takip etmediğini fark etti. Şaşırmış bir şekilde dönüp onlara baktığında diğer ikisinin de şaşkınlıkla ona bakıyor olduğunu gördü. Nan Feng sordu. “Nereye gidiyorsun?”
Xie Lian cevapladı. “Kalacak bir yer aramaya gidiyordum. Fu Yao, neden tekrar gözlerini deviriyorsun?”
Nan Feng tekrar şaşkınlıkla sordu. “O zaman neden ıssız dağlara doğru yürüyorsun?”
Xie Lian çoğunlukla sokaklarda yemek yemeye ve uymaya alışmıştı. Yere serebileceği bir kıyafet bulduğu sürece gece boyunca orada yatabilirdi. Doğal olarak her zaman yaptığı gibi bir mağara bulup ateş yakmaya hazırlanıyordu ancak bu sorulardan sonra aklına Nan Feng ve Fu Yao kendi generallerinin saraylarının altında çalışan savaş tanrıları olduğu gelmişti. Eğer yakınlarda Nan Yang veya Xuan Zhen tapınakları varsa direkt olarak oraya girebilirlerdi. Neden dışarda uyumaları gereksindi ki?
Kısa bir süre sonra üçü sıradan ve küçük bir köşede, yıpranmış ve hasarlı bir yerel tapınak buldu. Tütsüyü tutan tabak kırıktı ve tapınağın çok işlek olmadığı belliydi. Toprak Tanrısının ismi küçük, yuvarlak bir taş plakanın üzerine kazınmıştı. Xie Lian ona birkaç kez seslendi. Bu yerel Toprak Tanrısı’na bağışta bulunan veya onu çağıran birinin gelmesinin üzerinden yıllar geçmişti. Toprak Tanrısı aniden birinin onu çağırdığını duyunca gözleri kocaman açıldı ve karşısında duran üç kişiyi gördü. Hatta bedenlerinin etrafındaki bölge yoğun bir kutsal ışıkla doluydu, yüzlerini net bir şekilde seçmek imkânsızdı. Toprak Tanrısı telaşla zıplarken titredi. “Siz üç tanrının bu aciz ben için herhangi bir emri var mı?”
Xie Lian selamlamak için başını salladı. “Emirlerimiz yok. Sadece buralarda General Nan Yang veya General Xuan Zhen tapınakları var mı diye sormak istedik.”
Toprak Tanrısı onları hafife almayı göze alamadı, böylece cevapladı. “Bu, bu, bu…” Devam etmeden önce parmaklarıyla hesapladı. “Buradan yaklaşık iki bin beş yüz metre ileride bağış yapılan bir tapınak var… General Nan Yang için.”
Xie Lian yanıtlamadan önce ellerini birleştirdi. “Çok teşekkürler.” Toprak Tanrısı, Xie Lian’ın yanında duran iki parlayan öbek halindeki kutsal ışıktan dolayı kör oluyormuş gibi hissettiğinden hızlıca tekrar kendini gizledi. Aynı anda Xie Lian el yordamıyla etrafı arayıp Toprak Tanrısı’nın tapınağına bağışta bulunmak için birkaç madeni para buldu. Ardından etrafa dağılmış olan tütsü çubukları bulup düzeltti ve yaktı. Bunlar olurken Fu Yao o kadar çok kez gözlerini devirmişti ki Xie Lian neredeyse ona gözlerinin yorulup yorulmadığını soracaktı.
Hakikaten iki bin beş yüz metre ileride bir tapınak buldular. Yol kenarına inşa edilmişti, uğrak ve ferah bir yer gibi gözüküyordu. Tapınak oldukça küçük olmasına rağmen ihtiyaç duyulabilecek her şey vardı. Gelip giden insanların alışılagelmedik heyecanlı sesleriyle doluydu. Üçü tapınağa girmeden önce kendilerini gizlediler. Bekledikleri gibi zırh giymiş Nan Yang Savaş Tanrısı’nın yay tutan ilahi heykeli bağış için olan sunağın yanına yerleştirilmişti.
Xie Lian bu ilahi heykeli görünce içinden bir kez “Hı-hı…” diye geçirdi.
Kırsal bölgedeki küçük bir tapınak olduğu için ilahi heykelin kendisi ve üzerindeki boya çok kabaca yapılmıştı. Heykel Xie Lian’a, Feng Xin’in kendisinden tamamen farklı görünüyordu.
Çoğu tanrı ilahi heykellerinin nasıl yanlış bir şekilde tasvir edildiğine alışmıştı. Kendi annelerinin bile onları tanımamasının yanı sıra kendi ilahi heykellerini bile tanıyamayan tanrılar vardı. Sonuçta tanrıları kendi gözleriyle görmemiş birçok usta vardı ve bu yüzden heykeller ya son derecede güzel ya da aşırı derece çirkin olurdu. Hangi tanrının tasvir edildiğini anlamak için heykelin kıyafetlerine, silahına ve kendine özgü duruşuna bakılabilirdi.
Genel konuşmak gerekirse, heykelin yer aldığı bölge ne kadar zenginse ilahi heykel de o kadar çok tanrının kendisine benzerdi. Bölge ne kadar fakirse ustanın zevki daha kalitesiz olacağından ilahi heykel de feci bir görüntü oluştururdu. Şimdiye kadar sadece General Xuan Zhen’in ilahi heykelleri diğerlerine göre daha güzel olagelmişti. Neden mi? Çünkü çoğu tanrı, ilahi heykellerinin çirkin olup olmadığını gerçekten umursamıyordu ancak Xuan Zhen ne zaman kendisinin çirkince işlenmiş bir ilahi heykelini görse sinsice onu ustanın yeniden yapması için parçalardı. Bazen memnuniyetsizliğini belirtmek için ustaya belli belirsiz bir rüya gösterirdi. Böylece bir sürenin ardından tüm inananları onun heykellerinin iyi görünmesi gerektiğini anlamıştı!
Xuan Zhen Sarayı’nın üyelerinin generallerininkine benzeyen kişilikleri vardı. Hepsi detaylara çok dikkat ederlerdi. Nan Yang Tapınağı’na girdikleri iki saat içinde Fu Yao durmadan ilahi heykelin detaylarında hatalar bulmuştu; ‘şekli bozuk’, ‘boya renkleri basit’, ‘ustanın kullandığı teknik kalitesiz’. Hatta ustanın zevkinin ne kadar garip olduğu hakkında da yorum yapmıştı. Xie Lian, Nan Feng’in alnındaki damarların yavaş yavaş kabarmaya başladığını görünce hemen dikkatlerini dağıtacak başka bir konu bulmayı düşündü. Tesadüfen, tapınağa saygı göstermek için giren genç bir kız görmüştü. Kızın dindar bir şekilde dizlerinin üzerine çökmesiyle, samimi bir şekilde konuşmaya başladı. “Nan Yang ZhenJun’un kendine ait bölgesi güneydoğuda olduğu için Nan Yang için yakılan tütsülerin kuzeyde de bu kadar yoğun olmasını beklememiştim.”
Ölümlüler tapınak inşa ettiklerinde aslında cennetteki sarayları taklit etmeye çalışırlardı. Diğer yandan ilahi heykeller tanrının kendisinin yansıması olmalıydı. Tapınakta toplanan inananlar ve yaktıkları tütsüler tanrıların gücünün önemli bir kaynağıydı. Ayrıca coğrafi konum, tarih, gelenekler, toplumsal sınıf ve birçok diğer nedenden ötürü farklı yerlerde yaşayan insanlar normalde farklı tanrılara tapardı. Her tanrının ruhani gücü kendi bölgesindeyken avantaj nedeniyle en güçlü olurdu. Yalnızca Savaş Tanrısı Samavi İmparator gibi bir ilahın gökyüzünün altındaki her kuytu ve her köşede inananı olabilirdi. Her yerde inşa edilmiş tapınakları olduğu için Jun Wu’nun ‘kendi bölgesinde’ olup olmamasının herhangi bir anlamı yoktu. Nan Feng, generalinin kendi bölgesi olmayan bir yerde, tütsülerinin çok kuvvetli bir şekilde yanıyor olması nedeniyle gurur duymalıydı ancak suratındaki renge bakılırsa onun için iyi bir şey değilmiş gibi görünüyordu. Fu Yao ise kenarda duruyordu ve konuşmadan önce zayıfça gülümsedi. “Fena değil, fena değil. General Nan Yang’a olan saygı ve sevgi hiçte az değil.”
Xie Lian konuştu. “Bir sorum var fakat emin değilim…”
Nan Feng onu kesti. “Eğer ‘Sormanın uygun olup olmadığından emin değilim.’ diyeceksen hiç söyleme.”
Xie Lian içinden geçirdi. “Hayır, ‘Cevaplayabilecek birinin olup olmadığından emin değilim.’ demek istemiştim.”
Ancak Xie Lian sorunun cevabının iyi bir şey olmayacağını sezdiğinden sohbetlerinin konusunu tekrar değiştirmenin daha iyi olacağına karar verdi. Fakat Fu Yao’nun konuyu devam ettirmek isteyeceği aklına gelmemişti. “Ne sormak istediğini biliyorum. Buraya bugün gelen inanların neden büyük bir kısmının kadın olduğunu, değil mi?”
Bu tam olarak da Xie Lian’ın sormak istediği şeydi.
Bir savaş tanrısının kadın inanları her zaman erkek inananlarından daha az olurdu. Sadece Xie Lian sekiz yüz yıl önce bir istisna olmuştu ve bunu açıklamak çok kolaydı. Neden sadece bir kelimeden oluşuyordu: yakışıklıydı.
Xie Lian bu gerçeği tamamen anlıyordu. Erdemli ve prestijli biri veya sıra dışı bir şekilde yetenekli olduğundan kaynaklanmıyordu, sadece ilahi heykelleri ve tapınakları güzel göründüğü içindi. Neredeyse tüm tapınakları İmparatorluk tarafından inşa edilmişti ve ilahi heykelleri ülkedeki en iyi ustalar tarafından yapılmıştı. Heykelleri aynı zamanda gerçek yüzüne göre dikkatlice oyulmuştu. Dahası ‘beden cehennemde, ama kalp cennette’ sözünden dolayı ustalar genelde ilahi heykellerine çiçekler eklemeyi severlerdi ve tapınaklarını çiçekli ağaçlarla donatmaya düşkünlerdi. Sonuç olarak, eskiden, Xie Lian’ın bir tane daha ismi vardı: ‘Çiçek Taçlı Savaş Tanrısı’. Kadınlar ilahi heykellerinin güzelliğini ve tapınaklarının çiçeklerle dolu olmasını severlerdi. Bu onların tapınaklara uğraması için yeterliydi. Neyse ki aynı zamanda içeriye girip saygılarını göstermeye de istekliydiler.
Lakin normal savaş tanrıları genellikle yoğun bir öldürme isteğiyle çevrili olurlardı. Bundan dolayı çoğu zaman ilahi heykeller ciddi, sert veya duygusuz görünürdü. Kadın inananlar ise bu heykellere öylece bakmaktansa Merhamet Tanrıçası Guanyin’e tapmayı tercih ederlerdi ve Nan Yang’ın ilahi heykeli öldürme isteği yayıyormuş gibi gözükmese de pekte iyi görünüyor sayılmazdı. Yine de Nan Yang’a saygılarını göstermek için gelen kadın inananlar erkeklerden daha fazlaydı. Ek olarak Nen Feng beklenmedik bir şekilde bunun nedenini söylemek istememişti ve bu yüzden Xie Lian bir tuhaflık olduğunu düşünmüştü. Bu sırada, genç kız saygısını sunmayı bitirmiş ve tütsü yakmak için ayaklanıyordu.
Xie Lian kızın kalktığını görünce diğer ikisini hafifçe dürttü. Normalde, ikisi de bakmamaya çalışmıyorlardı zaten. O şekilde dürtüldükten sonra sıradan bir şekilde Xie Lian’ın bakışlarını takip ettiler ancak tek bakış bile aniden ifadelerinin değişmesine neden olmuştu.
Fu Yao bağırdı. “Çok çirkin!”
Xie Lian konuşmayı başaramadan önce biraz öksürdü. “Fu Yao, bir kız hakkında böyle konuşamazsın.”
Dürüst olmak gerekirse Fu Yao’nun dediği doğruydu. Genç kızın yüzü kıyaslanamaz biçimde düzdü, sanki sertçe vurularak düzleştirilmiş gibiydi. Ayrıca eğer birisi yüz hatlarının sıradan olduğunu söylerse o zaman ‘sıradan’ kelimesinin hakarete uğramış gibi hissetmesine neden olurdu. Görünümünü betimlemek isterlerse kullanabilecekleri tek tabir ‘çarpık bir burun ile eğik gözler’ olurdu.
Ancak Xie Lian kesinlikle kızın güzel mi çirkin mi olduğuna bakmıyordu. O kızın eteğinin arkasındaki kocaman deliğe dikkat etmişti. Görmemiş gibi davranmak gerçekten de imkânsızdı.
Fu Yao ilk başka şaşmıştı ancak hızla sakinleşti. Diğer yandan Nan Yang’in alnında atan damarlar arkalarında iz bırakmadan kaybolmuşlardı.
Görünümlerinin değiştiğini görünce Xie Lian hızla söyledi. “Endişelenmeyin, endişelenmeyin.”
Bu sırada genç kız tütsüsünü alıp bir kez daha dizlerinin üzerine çöktü ve saygılı bir şekilde konuşmaya başladı. “Bizi koru General Nan Yang. Sana tapınan Minik Ying hayalet damadın olabildiğince çabuk bir şekilde yakalanması için yalvarıyor. Masum insanlar onun kötü…”
İbadetini gerçekten de içtenlikle yapıyordu, eteğindeki delikten ise kesinlikle habersizdi. Aynı zamanda ilahi heykelin ayağında çömelmiş olan üç kişinin de farkında değildi. Xie Lian başının ağrıdığını hissetti. “Ne yapmalıyız? Onu bu şekilde bırakamayız, değil mi? Eve giderken yolda herkes görecek.”  
Üstelik eteğindeki yırtık kasten keskin bir objeyle açılmış gibi görünüyordu. Xie Lian sadece gelip izleyecek insanların yanı sıra düşüncesizce onunla alay ederek olay çıkaracak kişilerin de olacağından korkuyordu. Bunun gibi bir şey çok utanç verici olurdu.
Fu Yao tarafsızca yanıtladı. “Bana sorma. İbadet ettiği kişi benim General’im Xuan Zhen değil. Sonuçta beni rahatsız eden bir şey yok, hiçbir şey görmedim.”
Diğer yandan Nan Feng’in yakışıklı yüzü yeşil ve beyaz renkleri arasında gidip geliyordu. Sadece elini sallayabiliyor fakat hiçbir şey söyleyemiyordu. Düzgün ve gururlu bir efendi sessizleşmeye zorlanmıştı. Daha fazla ona güvenemeyeceği belliydi. Böylece Xie Lian’ın kendisinin bir şeyler yapmaktan başka çaresi kalmamıştı. Biraz düşündükten sonra dış elbisesini çıkardı ve düşürdü. Bir esintiyle beraber elbise süzülerek kızın eteğindeki yersiz deliği kapattı. Bununla beraber üçü de rahatlıkla nefes aldılar.
Ancak esinti gerçekten de fark edilirdi. Genç kızı korkutup etrafına bakmasına neden olmuştu. Ardından o elbiseyi alıp bir süre tereddüt ettikten sonra heykelin olduğu zemine yerleştirdi. Hâlâ kendi durumundan bihaberdi.
Kız tütsüsünün sönüşüyle ayrılmak için hazırlanmaya başladı. Eğer dışarı çıkmasına izin verirlerse Xie Lian bu genç kızın utancından bir daha insanlarla yüzleşemeyeceğinden korkuyordu. Yanındaki iki kişinin heykel gibi durduğunu gördü. İkisi de işe yaramaz gözüküyordu, biraz iç çekti. Nan Feng ve Fu Yao yanlarının boş kaldığını hissettikten sonra Xie Lian’ın çoktan ölümlülerin görebileceği bir şekil alıp aşağıya zıpladığını fark ettiler.  
Tapınak karanlık değildi ancak ışıklar bazı şeylerin belirsizleşmesine neden oluyordu. Xie Lian’ın zıplayışı başka bir esinti daha getirdi ve mumlarının alevlerinin titremesine neden oldu. Genç kızın, Minik Ying’in, görüş alanı aniden karanlıkların içinden tam karşısında bir adam belirmeden önce bir an parlamıştı. Adamın vücudunun üst kısmı çıplaktı ve o şekilde ona doğru bir el uzattığında Minik Ying’in ruhu bedeninden ayrılıp korkuyla etrafa dağıldı.
Beklenildiği gibi kız çığlık attı. Xie Lian konuşmak üzereyken refleks olarak ona tokat atıp bağırdı. “Ah, tacizci!”
Pat! Tokat Xie Lian’ın yüzüne geldi.
Tokattın sesi keskin ve netti. İlahi heykelin yanında çömelmiş olan ikilinin yüzü ses duyulduğu anda aynı şekilde seğirmeye başlamıştı.
Tokat yemiş olmasına rağmen Xie Lian ne sinirli ne de kızgındı. Hızlı ve sakin bir tonda birkaç kelime söylemeden önce kararlılıkla dış elbisesini uzattı. Onu duymasıyla kız şoka girdi. Eteğinin arkasına dokunduğunu anda yüzü hemen kıpkırmızı oldu ve bir saniyeden kısa sürede gözlerine yaşlar doldu. Sinirlendiğinden mi yoksa utandığından mı gözlerinin yaşardığını kestirmek zordu fakat Xie Lian’ın ona verdiği elbiseye sıkıca tutunduktan sonra tapınaktan hızla ayrılmıştı. Xie Lian’ın kırılgan görünen figürü boş tapınakta yalnız başına kalmıştı. Aniden soğuk bir rüzgar estiğinde birazcık üşümüş hissetti.
Xie Lian arkasını dönmeden önce yüzünü ovdu. Yanağında kırmızı parmak izleri vardı, diğer iki küçük tanrıyla konuşmaya başladı. “Tamamdır. Artık her şey yolunda.”
Sözleri bittiği anda Nan Feng sormadan önce onu işaret etti. “Sen… Yaralandın mı?”
Xie Lian aşağıya baktı. “Ah.”
Dış elbisesini çıkardıktan sonra ortaya çıkan şey beyaz yeşim taşı kadar açık renkte olan güzel cildiydi ancak göğsünün tamamı tabaka tabaka ve son derece sıkı bir şekilde sarılmış beyaz kumaşla kaplıydı. Boynu ve her iki bileği bile sargılıydı, sayısızca küçük yaralar beyaz kumaşın kenarlarından gözüküyordu. Kesinlikle şok edici bir görüntüydü.  
Üzerinde biraz düşündükten sonra Xie Lian burkulan boynunun artık iyi olduğuna karar kıldı ve sargılarını çıkarmaya başladı. Fu Yao sormadan önce ona bir iki bakış attı. “Kimdi?”
Xie Lian cevapladı. “Ne?”
Fu Yao cümlesini açtı. “Seninle dövüşen kişi kimdi?”
Xie Lian, “Dövüşen? Ah, kimse…”
Nan Feng, “O zaman vücudundaki bu yaralar…”
Xie Lian hızla açıkladı. “Kendim düştüm.”
“…”
Yaralar cennetten aşağıya yuvarlandığında oluşmuşlardı. Eğer gerçekten biriyle dövüşseydi muhtemelen bu kadar çok yaralanmazdı bile.
Fu Yao kendi kendine bir şeyler homurdandı. Xie Lian onun ne dediğini anlamadı fakat kesinlikle güçlü olmayı denediği için söylenen bir övgü olmadığından duymazdan geldi ve sadece boynunun etrafındaki kumaşı çıkarmaya odaklandı. Ancak işini bitirdiği anda Nan Feng ve Fu Yao’nun bakışları yoğunlaşmış bir hale gelmişti, neredeyse boynunu delip geçecektiler.
Siyah bir kelepçe kar gibi bembeyaz olan boynunu çevreliyordu.
Çevirmen: Kae
173 notes · View notes
elifetkisi · 5 years ago
Text
Faith dizisini izledim.
Tumblr media
Faith 2012 yapımı bir dizi olmasına rağmen tür olarak fantastik olduğu için ve bölüm sayısı fazla olduğu için izlemeyi sürekli ertelediğim bir diziydi. Ama yakın çevremde izleyenlerin baskısına daha fazla dayanamadım tamam ya izleyeyim artık şu diziyi dedim. Ayrıca çok sevdiğim Lee Min Ho'nun kendinden on yaş büyük birisiyle partner olması diziyi izlemek istememe sebeplerimden birisiydi. Neyse işte her şeyi göze alarak izledim ve sonra ne mi oldu? Sonrasında çok pişman oldum tabi. Böyle muhteşem bir diziyi neden bu kadar erteledim diye çok kızdım kendime. Ama olsun geç de olsa izledim ve favorilerim arasında çoktan yerini aldı Faith.
Dizinin konusuna ve cast bilgilerine hatta daha fazla detaya girmeyeceğim. Direk kendimce diziden biraz bahsedeceğim. Günümüzde yaşayan bir doktorun bir şekilde geçmişe gidip orada yaşadığı olaylar anlatılıyor dizide. Gerçi dizi öyle dolu dolu ki her şey var. Fantastik güçleri olan insanlar, zamanda yolculuk, kraliyet savaşları, siyaset, aşk ve az da olsa güldüren komik sahneler... Senarist o an aklına gelen her şeyden azar azar koymuş diziye. Burdan kendisine selam olsun diyorum. 
Neyse gelelim dizinin karakter analizine. Karakter analizi önemli. Merak etmeyin burada spoiler vermeyeceğim. Az da olsa verebilirim tabi. Dikkatli okuyun sevgili okuyucularım.
İlk olarak Lee Min Ho'dan bahsedelim. Dizide Baş Muhafız Choi Young karakteriyle karşımıza çıktı. Bu arada Lee Min Ho ilk defa tarihi bir dizide rol almış. Bunun verdiği acemiliği ilk başlarda fazlasıyla izleyiciye hissettirdi. Hatta çok soğuk bir oyunluğu vardı ilk bölümlerde. Yapamıyordu ama sonradan öyle kaptırdı ki kendisini rolüne oyunculuk hayatındaki en iyi performanslarından birisine imza attı. Ayrıca dönem kıyafetleri kendisine çok yakışmış ve saçları bana BOF dizisindeki halini anımsattı. Tabi ordaki hali bence en iyi hali. Unutulmazlar arasında çoktan yerini aldı bile. Jun Pyo seviliyorsun kardeşim :d 
Not: Choi Young dizide özel güçleri olan karakterlerden birisiydi aynı zamanda. Yıldırım özelliği vardı. Bu gücü sayesinde Yoo Eun Soo'yu kaçırırken polis barikatını aşabilmişti.
Tumblr media
Evet gelelim yetenekli doktorumuz Yoo Eun Soo'ya. Karaktere hayat veren Kim Hee Sun, Lee Min Ho'dan tam olarak on yaş büyük ama bu diziye olumsuz yansıdı mı? Hayır. Hatta bilmeseydim anlamazdım. Çok da yakıştılar ayrıca. Bu arada Kim Hee Sun daha önce Efsane filminde Jackie Chan ile oynamış. Gerçekten başarılı bir oyuncu kendisi. Sadece konuşurken hep bağırarak konuştu. Belki de karakteri gereği öyle olması gerekiyordur. Yine de sevdim. Bence kadın gayet iyi iş çıkarmış. Epey de güzel :d
Tumblr media
Kral ve Kraliçeye değinmeden geçmek olmaz. Dizideki Kral belki de tarihi dizilerde görebileceğiniz en iyi yürekli, merhametli birisiydi ama cesaretli değildi. Sürekli bir korku içerisindeydi ve bunu kendisi de kabul ediyordu. Choi Young olmasa gerçekten başarılı olamazdı. Tabiki kendisi de bunun farkındaydı. Kraliçeyle ilgili yorum yapmaya gerek yok. Fazla ön planda değildi. Kralla olan aşkları çok masumdu. Birbirlerine olan uyumları gayet iyiydi.
Sarayın Hekimi olan Lee philip'in canlandırdığı Jang Bin, diziden sağlık sorunları nedeniyle senarist tarafından hazırlanan ani bir ölüm sahnesiyle ayrılmak zorunda kaldı. Aslında sevdiğim bir karakterdi. En azından ölüm sahnesini çekselerdi. Bir anda öldü dediler. Biraz garip oldu açıkçası. Bir de bu adam gözlerini açmaktan vazgeçsin artık :d Bir insan her dizisinde böyle mi bakar ya :d
Tumblr media
Gelelim kötü karakterlere. Dizide fazla etkili olmasa da gerçekten kötü diyebileceğimiz çok karakter vardı. Bunlardan en önemlisi tabiki Yu Oh Sung'un canlandırdığı Gi Chul karakteriydi. Choi Young gibi özel güçlere sahipti. Tam olarak adını bilemesem de karşısındakileri buz gibi soğuğu kullanarak öldürebiliyor nesneleri dondurabiliyordu.
Benim fantastik ikili dediğim kötüler var bir de. Gi Chul'un kardeşleri Alevzen ve Nağmezen. Bu ikisi bir araya gelip dehşet kötülükler yapıyordu. İnsanları öldürüp, kan kokusundan keyif alıyorlardı. Yine de Nağmezen'nin beyaz saçlarına ve Alevzen'in güzel kıyafetlerine bayılmamak mümkün değil. Kötüydünüz ama görünüşleriniz mükemmeldi :d
Tumblr media
Birde Muhafızlar var tabi. Hepsini teker teker anlatmak zor. Bir kaç görsel onlarla ilgili paylaşmak istiyorum. Onlar olmasa dizinin tadı olmazdı.
Bazen hareketleriyle, davranışlarıyla güldürseler de çoğu zaman ölümleriyle ağlattılar..
Tumblr media Tumblr media
Ayrıca şu aşağıda gördüğünüz kıyafet Lee Min Ho'ya çok yakışmamış mı? Gerçi adam yakışıklı tabi ne giyse yakışıyor.
Tumblr media
YAZININ DEVAMI SPOİLER İÇERİR!!!
.....
Faith genel olarak bakıldığında kaliteli bir yapım olsa da bazı mantıksızlıklar mevcuttu. Tabi fantastik bir diziye mantıksız demek ne kadar doğru olur bilmiyorum. Aslında tutarsızlık demek daha doğru bir ifade olur.
Biraz bahsetmek gerekirse; Eun Soo'nun iki defa zehirlenmesi, Kral'ın amcası olan Prens'in Eun Soo'yu zehirleyip sürekli Choi Young'u tehtit etmesi bir süre sonra sıktı. Tamam ilkinde zehirledi onu anladık da ikinci gereksizdi. 
Olaylar karşısında Kral'ın eli kolu bağlıyken, kötü niyetli Prenslerin sürekli ortalığı karıştırması ve asla yaptıklarının cezasını çekmemesi saçmaydı. Tamam Gi Chul'un ablası Kraliçe, Kralın amcası da kraliyet ailesinden ama yine de çıkar mahkemeye yargıla. Ama kral cezalandırmadığı gibi sinir bozucu bir şekilde bu ikisine her türlü ayrıcalığı tanıdı. Böyle bir krala hizmet etmek Choi Young için gerçekten zordu. Muhafızların çoğu da bu korkak kralın beceriksizlikleri yüzünden öldü. Bazen kralın ölmesini Choi Young'un tahta geçmesini bile istedim ama bu dediğim de çok saçma :d
Dizideki olaylar çok yavaş ilerledi. 24 bölüm yapmak için çok zorlama bir senaryo yazılmış. Tamam ben beğendim ama ilk bölümlerde biraz sıkıldım. İlk bölümlere bolca siyaset sahnesi koymak nedir? Daha karakterleri tanımadan taht kavgasının ortasında bulduk kendimizi. Sırf bu yüzden diziyi izlemekten vazgeçmeyi bile düşündüm. ilk iki bölüm güzeldi sonrasında beşinci bölüme kadar biraz sıkıldım. Sonrasında çok şükür sürükleyici oldu da izlemesi keyifli bir hale geldi.
Yine de bu dizi için 20 bölüm falan idealmiş.
Bu arada internetten yorumlara bakınca bazı seyirciler finali anlamamış. Hemen kısaca açıklayayım. Finalde son sahnelerde Eun Soo Choi Young'u geride yaralı halde bırakıp kapıdan geçerek günümüze geldi. Hastaneye gitti ve gerekli tıbbi malzeleri falan aldı. Tekrar kapıdan geçtiğinde Choi Young'u bulamadı. Onun döneminden çok daha öncesine gitmişti. Tabi gelecekte olacakları bildiği için kendisine bir ajanda ve kayaların olduğu yere de kutunun içinde not bıraktı. Daha sonra yaşadığı dönemde kapı tekrar açıldı. Kapıdan geçen Eun Soo geleceğe yolculuk yaptıktan sonra tekrar kapıdan geri döndü.Hangi döneme denk geldiğini de bilmiyordu. Kapıdan her geçişinde zamanda sapmalar oluyordu. Sonrasında yemek yemek için geldiği yerde tanıdığı muhafızları görünce doğru zamana denk geldiğini düşündü ve kendisini tanımayan muhafızdan hangi dönemde ve nerede olduğunu öğrendi. 5 yıl aradan sonra Choi Young'un dönemine gelebilmişti. Goryeo'nun Yuan'ı yendiğini, Kralın başarılı olduğunu öğrendi. Muhafızların konuşmasından Choi Young'un her gün o ağacın yani onu bıraktığı yerde bulunan ağacın orada olduğunu öğrendi.. İkisi de sevgisinden ve birbirlerinden asla vazgeçmediler. Son sahnede birbirlerine bakıp tebessüm etmeleri çok anlamlıydı..
Choi Young her gün o ağacın altında bekleyerek sevdiği kadının geleceğine inandı. Hiç vazgeçmedi. Eun Soo'da zamanda yolculuk yaptı ve 5 yıl boyunca farklı bir dönemde yaşasa da en sonunda sevdiği adama kavuştu. Onları bir araya getiren birbirlerine olan inançlarıydı.
Son olarak kapı 67 yılda bir açılacaktı neden 5 yılda açıldı diye soranlara. Zamanda sürekli sapmalar yaşandığı için 67 yıl diye tam bir yıl aralığı verilemez. Yine de şöyle düşünmek mümkün tabi. Eun Soo'nun gittiği önceki dönemde kapının açılmasına 5 yıl kalmış olabilir. En azından ben böyle düşünüyorum. Aslında asıl merak ettiğim ve cevaplarını bulamadığım sorular başka. Mesela kapı açıldığında Choi Young geleceğe gidip Eun Soo'yu kendi dönemine götürebildi. Yani zamanda yolculuk yapabildi. Peki son anda Gi Chul neden kapıdan geçemedi? Choi Young geçebilmişti sonuçta. Bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyorum.
Bir de Choi Young'u kim bulup kurtardı. Eun Soo geri dönemedi ama birileri ona yardım etmiş ki ölmedi. Bu sahneleri görmeyi isterdim. Böyle geçiştirme olmamış.
Ayrıca Choi Young kolundan rahatsızdı ama gayet başarılı bir şekilde mücadele etmiş ve savaşlarda başarılı olmuş. Gerçi son bölümlerde iyiydi ama nasıl iyi oldu ya da iyileşti mi gerçekten?
Bu arada Alevzen ve Nağmezen her ne kadar kötü olsalar da çok basit oldu ölümleri.Onların ölmesine üzüldüm ama Gi Chul'un ölmesine çok sevindim haketti. 
Herkesi zehirleyen kötü Prens kayıplara karıştı. Öldü mü kaldı mı noldu bilmiyorum. Demekki sonradan gelip sorun çıkarmadı Kral'a. Son olarak ben böyle bir finalden ziyade Choi Young'un da Eun Soo ile birlikte geleceğe gitmesini ve orada mutlu olmasını isterdim. Sonuçta onun özleyeceği kimsesi yoktu. Ama Eun Soo geride ailesini bıraktı. Bilmiyorum belki de Choi Young hiç bilmediği bir dünyaya alışamazdı sonuçta Eun Soo geçmişin dünyasına alışmakta çok zorlandı.
Yine de dizinin finaline kötü diyemem. Çünkü City Hunter izleyenler bilirler kötü bir finalin ne demek olduğunu. Onunla kıyaslayınca Faith'in finali gerçekten mükemmeldi.
1 note · View note
dongmyeongseongwang · 6 years ago
Text
Song Il-Gook – Jumong, Halk kahramanı komutan Hae-Mo Su’nun oğludur ve dizinin başkahramanıdır. Babasının amacını yerine getirmek için çalışır ve Go Gur Yeo adında yeni bir ülke kurar.
Efsane Prens (Jumong) (Korece: 주몽, Hanja: 朱蒙), Kore tarihinin başlangıcı sayılan Jumong hikâyesini ele alan bir dizidir. Dizi 2006 yılında Kore’de en çok izlenen dizilerden birisi olmuştur.
#gallery-0-6 { margin: auto; } #gallery-0-6 .gallery-item { float: left; margin-top: 10px; text-align: center; width: 33%; } #gallery-0-6 img { border: 2px solid #cfcfcf; } #gallery-0-6 .gallery-caption { margin-left: 0; } /* see gallery_shortcode() in wp-includes/media.php */
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Kore tarihinin bir bölümü üzerine kurulmuş bir dizidir. dizi Goguryeo krallığını ve Jumaong (Dongmyeongseongwang) un hayatını konu almaktadır. Gojoseon, Çin Han İmparatorluğunun eline geçmiştir ve geriye kaldan yönetimi birbirinden ayrılmış olan şehirlerin Han imparatorluğuna karşı koyma şansı yoktur. Zalim Han imparatorluğu esir olarak aldığı Gojoseon halkını hapseder ve imparatorluğun yeni silahlarını onlar üzerinde kullanır
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Seramik Kupa
Jumong / Efsane Prens – 7. bölüm Song Il-Gook - Jumong, Halk kahramanı komutan Hae-Mo Su'nun oğludur ve dizinin başkahramanıdır. Babasının amacını yerine getirmek için çalışır ve Go Gur Yeo adında yeni bir ülke kurar.
0 notes
yeterinceiyilesmistim · 6 years ago
Text
Bir Miktar Kitap Daha
Tumblr media
İş yerinden arkadaşlarım öyle tatlı bir doğum günü sürprizi yaptılar ki bana; onlar için ne desem az, bu tatlış kitap da o gün gelen hediye kitaplardan biri. 
‘Şeker Portakalı’ benim için ‘Küçük Prens’ gibi, ‘Küçük Kara Balık’ gibi, ne bileyim ‘Martı Jonathan Livingson’ gibi özel kitaplardandır, bunların yerleri çok başkadır. İşte, bu Şeker Portakalı’nın devamı olduğunu bilmiyordum. Anladığınız üzere ‘Güneşi Uyandıralım’, ‘Şeker Portakalı’nın devamı. Bunu öğrenince “Canım Zeze’m benim” diyerek kitaba sarılasım geldi, öyle çok sevindim. Hal böyle olunca beklenti de arşa değiyor ve maalesef ki aynı tadı, aynı hissi bu kitapta bulamadım. Bunun da bir devam kitabı varmış, ‘Delifişek’, okur muyum okumaz mıyım kararsızım, seriyi tamamlamış olmak için okurum herhalde.   
Tumblr media
Psikolojiye olan merakım sonucunda ismine vurulup aldığım kitaptan; çok daha derin, psikoloji ve psikiyatri konularında çok daha ufuk açıcı anlatılar beklerken, olayın daha magazinsel ve eğlenceli tarafıyla ilgili, konunun popülerleştirilmesi üzerine yazılmış bir kitap beni karşıladı. Beklentimin altında kaldı belki ama sıkıcı olmadığı kesin.
Kitaptan Amerika ve ülkemizin psikiyatriye yaklaşım konusunda karşılaştırmasını yapma imkanını da elde edebiliyoruz. Mesela orada da psikiyatriste gitmek demek deli doktoruna gitmek, yani deli olmak demek. Bu abes durum sadece bizim milletimize has değilmiş.
Kitapla insan psikolojisinin sırrına erişemiyoruz, derinliklerine inemiyoruz belki; ama oldukça ilginç vakalarla beraber, enteresan hastalıkların varlığından haberdar oluyoruz. Şöyle bir potpuri var kitapta, ilgisi olanlar açsın okusun: Apotemnofili, kitle histerisi, mumsu esneklik, Munchausen sendromu, tıp öğrencisi hastalığı, histerik dönüşüm, polidipsiye ve daha pek çoğu.
youtube
Yeri gelmişken bir filmi de burada önermem gerekiyor. Kitapta da bahsi geçen Guguk Kuşu filmi yine aynı konu üzerine farklı bakış açısıyla ve oyunculuklarıyla efsane olmuş, bolca da oscar almış bir film.
Tumblr media
İnsanı anlamak isteyen, insanı öğrenmek isteyen, işe Dostoyevski okuyarak başlamalı. Aşkı öğrenmek isteyen de işe Beyaz Geceler’i okuyarak başlamalı.
Tanrım! Bir anlık mutluluk! Koskoca bir ömürde az şey mi?..
Türkiye İş Bankası Yayınları’nda yazarın Beyaz Geceler ile aynı yılda yazdığı birbirinden güzel dört hikaye daha var bu kitapta. Beyaz Geceler’den sonra beni en etkileyen hikayesi de Yufka Yürekli oldu. Diğer hikayelerin de şöyle bir isimlerini yazayım, ne okuyacağınızı bilin: Başkasının Karısı, Noel Ağacı ve Nikah, Haysiyetli Hırsız
Ah Tanrım! Bir kitapcık Dostoyevski! Koskoca bir ömürde az şey mi :)
Bir kitapcık değil tabi ki. Taktir edersiniz ki Dostoyevski sadece bir kitabıyla kalınacak bir yazar değil. Beyaz Geceler’in peşinden Yeraltından Notlar’ı okudum. Orada paylaşacağım bol miktarda alıntı olacağı için pek bahsetmek istemiyorum ama; tam da yeri gelmişken bir film tavsiyesi buraya iyi gider diye düşünüyorum.
youtube
Zeki Demirkubuz’un Albert Camus’nun Yabancı’sından esinlenerek çektiği Yazgı Filmi, bence kitabın üstünde bir işti, çok seviyorum. Yeraltı filmi Yeraltından Notlar’dan esinlenerek demeyeceğim senaryolaştırılmış diyeceğim; ancak kitabın üstüne çıkması ne mümkün. Bunu yermek için değil, zaten beklenenin bu olduğunu belirtmek için söylüyorum. Yine de kitaptaki kahramanı görselleştirme noktasında oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim. Aynı aşağılık duygusu, aynı kibir, aynı utanç, aynı gurur, aynı öfke, aynı tiksinme hissi. Kitabı okurken duyumsadığım bütün hisler bu filmde de aynı şekilde aktarılıyor. Eleştiri olarak ise, filmde anlayamadığım patates ve hırlama muhabbetleri çok tuhaf ve iticiydi, olmasa daha iyiydi diyebilirim.
Tumblr media
Popüler bir yazar, tavsiye edilen çok kitabı var, bir deneyelim bakalım diye incelerden bir tane atmıştım sepete. Gerçekten incecik bir kitap, bir solukta okurum ben bunu diyorsun ama; o iş öyle olmuyor. Okumaya başlayınca bir Allah Allah diyorsun, bu adam ne anlatıyor, çeviren mi çevirememiş acaba, yoksa ben mi anlamıyorum, herhalde Jack London’ın okumak için yanlış kitabını seçtim diyorsun. Neyse ki ilk 10-15 sayfadan sonra olaylar netleşiyor, akıcı ve güzel bir hikayeye dönüşüyor. Kitabın sonundan memnunum, ama hepi topu 40 sayfalık bir kitabın neredeyse üçte biri çok anlamsızsa, geri kalanı iyi olsa bile, o iyi bir kitap olur mu bilemedim. Bir daha Jack London okur muyum, onu da bilemedim. 
Olsundu daha okunacak ve paylaşılacak çok kitap vardı.
3 notes · View notes
selcuksofta · 6 years ago
Link
Mitolojiye İlgi Duyanlar İçin Mitolojiyle Alakalı Yapımlar
Hepimiz hayatımızın bir bölümünde mitolojiyle ilgilenmişizdir. Onunla ilgili kitaplar okuyarak, filmler izleyerek ve hatta araştırarak bir şeyler öğrenmişizdir. Odin’den Horus’a, Achilles’den Centaur’lara sizleri fantastik bir evrene sürükleyecek olan filmler ve diziler için aşağı bakmanız yeterli.
1. Percy Jackson ve Olimposlular: Şimşek Hırsızı (2010) – Yunan Mitolojisi
Percy Jackson, disleksi sahibi hiperaktif bir çocuktur. Annesi için üvey babası Gabe’e tahammül etmek zorundadır ve okuldaki tek arkadaşı Grover adlı sakat bir çocuktur. Okul gezisi için müzeye gittikleri birgün kendisine uçan, iğrenç bir canavarın saldırmasıyla hayatı değişecektir.
Ekstra: Percy Jackson ve Olimposlular 2: Canavarlar Denizi (2013)
2. Pan’ın Labirenti (2006) – Yunan Mitolojisi
İspanya İç Savaşı sırasında sadist üvey babasının yaptıklarına katlanmak zorunda olan Ofelia, çareyi masal diyarına kaçmakta bulur. Kafasının içinde canlandırdığı onca şeyle zihnini dolduran Ofelia, diğer çocuklardan farklı olarak karanlığı gökkuşağına tercih eden biri olarak izleyiciyi kendine çekmeyi başarıyor.
3. Merlin (Dizi) (2008) – Kelt/Britanya Mitolojisi
Merlin adlı bir genç, Kral Uther’ın yönettiği Camelot’a gider. Ancak bir sorun vardır. Kral Uther ülkede büyü yapmayı kesinlikle yasaklamıştır ve Merlin güçlerini kullanmayı yeni yeni öğrenen bir büyücüdür. Güçlerini saklayıp tahtı ve tahtın gelecekteki varisi Prens Arthur’u korumaya çalışan Merlin, çeşitli büyülü yaratıklara ve diğer büyücülere karşı savaşacaktır.
4. Truva (2004) – Yunan Mitolojisi
Truvalı Prens Paris, Sparta’ya gelir ve orada güzeller güzeli Helen’e aşık olur. Birlikte Truva’ya kaçan ikili, Helen’in kocası Menelaus’un peşlerinden büyük bir ordu ve tarihteki en güçlü kahramanlardan birini getirmesiyle Truva’yı büyük bir savaşa sürüklediklerini fark edeceklerdir.
Ekstra : Truva: Bir Şehrin Düşüşü (Dizi) (2018)
5. Mumya (1999) – Mısır Mitolojisi
Richard O’Connell bir tercüman ve rehberdir. Bir Antik Mısır kentini bulmak isteyen Richard’ın yolu, Evelyn ve Jonathan Carnahan kardeşlerle kesişir. Eski Mısır’ın hazinelerine ve gizemine kafayı takmış bu grubun bir kara büyüyü tekrar aktif hale getirmesiyle başlarına büyük bir bela musallat olacaktır.
6. Titanların Savaşı (2010) – Yunan Mitolojisi
İnsanların tanrılara olan inancının sarsıldığı bir dönemde, tanrılar arasında bir savaş süregelmektedir. Aslında bir tanrı olan ancak dünyada insan gibi yetiştirilen Perseus, değer verdiği şeyleri Hades’ten korumak üzere bir göreve gönüllü olur.
Ekstra: Titanların Öfkesi (2012)
7. Herkül: Efsane Başlıyor (2014) – Yunan Mitolojisi
Annesi bir insan, babası ise Zeus olan Herkül, bir prensesin aşkına karşılık vermesi için her şeyi yapmaya hazırdır. Aşkının peşinden koşmakla, kaderinde çizildiği gibi bir kahraman olarak devam etmek üzere arada kalır.
8. Mısır Tanrıları (2016) – Mısır Mitolojisi
Şımarık tanrı Horus, amcası Seth’in tahtı ele geçirip gözlerini ondan almasının ardından inzivaya çekilir. Aynı sırada sıradan bir insan olan Bek, sevgilisini aramak ve Mısır’ı kurtarmak için Horus’tan yardım ister.
9. Avalon’un Sisleri (Dizi) – Britanya Mitolojisi
Avalon, kilisenin kadınlar üstündeki baskısına direnen ve herkesin gidemeyeceği bir yerdir. Burada yaşayan, isteği dışında evlendirilen Igraine’in Morgaine adlı bir kızı olur. Igraine, kral olacak Uther Pendragon’a aşık olur ve ondan bir çocuğu olur. En güçlü krallardan biri olacak olan bu çocuğun adı Arthur’dur.
10. Thor (2011) – İskandinav Mitolojisi
Kibirli ve pervasız bir tanrı olan Thor, dünyaya sürülüp insanların arasında yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Dünyaya ayak uydurup, Asgard’a geri dönmenin yollarını ararken, Asgard’ın en tehlikeli yaratıklarından birinin istila etmek için dünyaya saldırmasıyla dünyayı korumak için elinden geleni yapacaktır.
11. Beowulf:Ölümsüz Savaşçı (2007) – Anglosakson Mitolojisi
Etrafa kaos yayan ve şehirleri kan gölüne çeviren Grendel’a karşı çıkabilecek tek kişi olan Beowulf, Grendel’ı yener ancak başına Grendel’dan çok daha kötü bir bela sarılmak üzeredir; Grendel’ın annesi!
12. Ölümsüzler: Tanrıların Savaşı (2011) – Yunan Mitolojisi
Titan Hyperion, Epirus Yayına sahip olmak için insanlara savaş açar. Bu yayla birlikte Tartarus’a hapsedilmiş titanları kurtarabilecektir ve birlikte tanrılardan intikam alabileceklerdir. Hyperion’un karşısında durması ve tanrıları koruması için Zeus tarafından Thesus seçilmiştir.
6 notes · View notes