Tumgik
#devri sabık
seslimeram · 1 month
Text
Herkesi Yutacak Olan Karanlık...
Tumblr media
Bir kesit karşımıza çıkartılıyor. Bir menzil bina ediliyor. Bir ülke var edilmiş olagelen her şeyin ötesindeki bir karanlığın esiri kılınıyor. Bir sahnenin dününden beter, yarının belirli bir halde, başı sonu muğlak kılındığı bir yere dönüşümü gerçekleştiriliyor. Gerekçeler ya da belli başlı mazeretlere yer konulmuyor. İnsan nedir ki diye çevrilip dururken evrilen ol şeyin başkalaşmış, teslim olmuş bir akıldan ötesi olmadığına biat isteniyor. Aşağılamaları bini bir paraya tekabül ederken, temcit pilavı gibi sunulan daima güncellenen nefret edimi ile beraber bariz bir karanlık menzil bina olunuyor. Kesin bildikleri, kestirip bildirdikleri o yıkıcılık ekseninin etrafında hayatın anlamı tahrip ediliyor. Varsa nefret, yoksa hiddet ol ikisinin yanında muhakkak bir etiket, yaftalamalar silsilesi ve beraberinde kotarılan bir kesit ki her yana yara, her güne eza veren.
Cürümler ekseninde yolunu zayi etmiş bir ülkenin tiradı karşımıza çıkıyor işte. Birbirileri üstünde hükümranlık kurmaya çabalayan devletli erkanının suna geldiği zehirli cendereler bir kere daha sıradan insanın da sonrası / ötesi olmayan bir karanlıkla bütünleşmesini var eder. Kesintisiz addedilen hamlelerle birlikte ön alma gayretleri yerini zora terk eder. Bir biçimde tehdit, tahakkümü doğurur. Tahakküm yıkıcılık eksenindeki ol ötekisinden aleni bir halde nefreti var eder. Siyasanın pragmatist / ezberci söylemlerinin sokaktaki yansısını en kötüye meyil ederek var ettiği bir karanlık bina olunur. Cürmü içselleştiren, kötülüğün her ne olursa olsun kötülüğün neferi olmayı kendisine inandıran bir taşıyıcılık var edilir. O katran karanlığının, siyaset zemininden, sürekli denetim, gözetim ve tahakküme esir edilmiş, atılan her adımını takip olunduğu sanal dünyadan gerçeğine birbirine paralel eşik ve çukurlar imal ettiği zeminde tuzaklara düşen yepyeni bir ülke gerçekliği var edilir. Tek başına nefretten mülhem, duyduğu ya da gördüğü kadarıyla kinini yücelttiğini ima edip bir yandan da o devletin şiddet seremonilerini yekunda tekrarlayan bir cerahat erkine haiz olunur. Her yandan çıkagelen kan / revan / harap viran memleket halinin tek seferde özeti budur. Bir tek kesit dahi nasıl bir çürümeyle sınandığını memleketin örnekler.
Yaşatılanların, ima edilenlerin karşılıklarından birisi artık yoldan çıkmış olagelen sıradan o insanın neleri var edeceğini de gösterir. Bütünüyle bir kimliğin, tek bir sistematik ile var edilmiş olagelen üst kimliğin etraflıca her şeyi kendisine düşman bildiğine eyleyebildiği bir zeminin imali o korkunç gerçekliği var eder. Geçtiğimiz hafta Salı günü, Eskişehir’de bir parkta meydana gelen, bıçak ve baltalı saldırının akıbeti de bunu bildirecektir. Arasız, fasılasız, eksiksiz bir nefret tahayyülünün var ettiği kırılma sonunda cinayet teşebbüsüne evrilir. Bir oyun bağımlısı diye geçiştirilmek istenen failin suna geldiği şeyler ortaya bile isteye saçılan nefretin aslında insanı nasıl dönüştürdüğünü de göstere gelir. Nazi miğferi, üstünde gamalı haç bulunan hücum yeleği, çoktan çetrefilli hale gelmiş olagelen bir aklın sunduğu, hayattaki varlığını gösterdiğini sanmasına vesile bıçak / balta her yanında, her detayında apayrı bir korkunçluk ile var edilen bir saldırının temsili / baş oyuncusu / kurgu değil hakikaten de ülkedeki cenderenin aldığı boyutu ortaya serer. Ötekisine kim olursa her ne olursa olsun ötekisine duyulan / biriktirilen öfkenin bir yansıması diye geçiştirilir. Ol parkta kendi halinde oturan insanlardan beşinin canının yanmasına / yaralanmasına sebep kılınan şiddet pratiğiyle bir kere daha görevin tamamlandığı zikredilir. Sanal mecra üstünde ortaya serdiği manifestosundaki gibi insanları “böcek gibi ezmekten” özenle / hiç ama hiçbir şerhe ihtiyaç duymadan var edebilen bir temsil, nefreti koca bir hakikate dönüştürür. Kime sahiden bu ülkede yer vardır, kimin / kimlerin hayatı güvende kalabilir sahi ama sahiden?
“Eskişehir Valiliği'nden yapılan basın açıklamasında, A.K.'nin 19 Haziran tarihi itibarıyla 18 yaşını doldurduğu ve adli suç kaydı bulunmadığı belirtildi.
Saldırganın olay öncesinde sosyal medyada canlı yayın açarak ekipmanlarını tanıttığı, ardından saldırını anını canlı yayınladığı belirlendi.
Saldırganın esinlendiği isimler arasında Yeni Zelanda'da Christchurch camii saldırganı Brenton Tarrant ve Norveçli aşırı sağcı Anders Behring Breivik bulunuyor.
A. K.'nin blog yazısında "Planım" diyerek anlattığı bölümde saldırıyı nasıl gerçekleştireceği ile ilgili, "Soğuk bir duş alıp kıyafetlerimi giyiyorum. Ekipmanlarımı alıp saldırı alanına gidiyorum. Müsait bir yerde ekipmanlarımı giyiyorum ve baltamı, bıçağımı yeleğime takıyorum. Ardından önüme gelen herkese saldırıyorum" ifadeleri yer alıyor.
Nazi SS sembolü bulunan "Mass Cleaner El Kitabı" adını verdiği manifestoda göçmenler, Suriyeli çocuklar ve LGBTQ+ üyelerini hedef almak istediğini belirten saldırgan, önceden "TKP binasına saldırmayı amaçladığını" belirtiyor.”
Fikir Turu’nda Hilmi Demir’in makalesinden aktaralım: “Radikalizme Mücadele Nasıl Olmalı?
Terörle mücadele gibi, radikalizmle mücadelede de kolluğa terkedilmiş gibi. Oysa kolluk kriminal bir olay olmadıkça radikalleşmekte olan bir bireye karşı ne yapabilir ki? Burada devreye girmesi gereken önleyici tedbirleri alması gereken sosyal kurumlar. Milli Eğitim, YÖK, Gençlik ve Spor Bakanlığı, Aile Bakanlığı ve Diyanetin radikalleşme ile mücadelede etkin biçimde sorumluk alması gerekir. Tüm Dünyadaki örnekleri de böyledir. Söz gelimi İngiltere aşırılıkla mücadele için devreye konulan CONTEST programında İç İşleri Bakanlığının, Belediye, Sivil Toplum Kurumları, Dini Cemaatler, Eğitim Bakanlığı gibi birçok paydaşı var.
Radikalizmle mücadele zaten eylem gerçekleştikten, bomba patladıktan sonra devreye giren bir eylem türü değildir. Radikalizmle mücadele bomba patlamadan önce, eylem olmadan önce ne olduğuyla ilgilenir. Amaç, birey şiddet eylemine yönelmeden önce, bireyi radikalleştiren, onu radikalleşmeye doğru iten ve çeken faktörleri öngörebilme ve bunları önleyebilmek için sahada olmaktır.
Maalesef biz tıpkı depremde olduğu gibi deprem olduğunda depremi konuşup sonra bir daha hiç olmayacak gibi tüm önlemleri unuttuğumuz gibi toplumda karşılaştığımız bu tür şiddet olayında da bir süre sonra her şeyi unutuyoruz. Ama yıllardır yaptığım uyarıyı bir kez daha yenileyim: Artık bu tür yalnız aktör radikalleşmesi her zaman her yerde karşımıza çıkacak. Acilen radikalizmle mücadele için yeni bir konsepte geçmemiz gerekiyor. Zira fay hatları harekete geçti…”
Radikalleşmenin, toplumun tam da bu eğrelti / eksik kılınmış olagelen haline yapılan tüm o sert müdahalelerin / yol vermeme hallerinin, sorunları görmek yerine geçiştirmenin bir başka yerde yeniden tekrarına kadar unutulduğu zeminde bir vaka daha meydana gelir. O halin nasıl yaygınlaştığını, bir örnekleştirilip devamlılığa kavuşturulduğu da şu kısacık haber metni dışında hiçbir bilginin yer almadığı metinde görebiliriz. “Yozgat’ın Sorgun ilçesinde bir cinayet işlenir. İddiaya göre, Z.Y. (17), Salih Paşa Camisi önünde sohbet ettiği F.Ü. (14) ve E.G'yi henüz bilinmeyen nedenle bıçakla yaraladı.
Şüpheli, kendisini yakalamak isteyen M.L'yi (61) de yaraladıktan sonra olay yerinden kaçtı. İhbar üzerine bölgeye sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Sağlık ekiplerince Sorgun Devlet Hastanesi'ne kaldırılan yaralılardan F.Ü, buradaki müdahalenin ardından Yozgat Şehir Hastanesi'ne sevk edildi. F.Ü, müdahalelere rağmen kurtarılamadı.”
Bu kısa haberler silsilesi içerisinde, iletişim işler başkanlığının yönlendirmesiyle iktidarın güzellemesi dışında hiçbir meseli kalmamış haber bültenlerinden taşan şiddetin zerresine yer yoktur, ilave olunmamıştır. Tümüyle bir girdap halini alan şiddetin, nefretin bir yaşam sahnesini enikonu nasıl dönüştürdüğünün detayları kazıldıkça ortaya çıkar. Sadece birkaç günde on insanın katledildiği, bir o kadarının yaralandığı, soluk alır gibi nefretin açıkta ve aleni bir biçimde pazarlandığı bir zemin imal edilir. Dur durak nedir bilmeyen iktidarın en dibindeki sağcı / ırkçı / pan-türkist yapıların, iktidar ortağı faşistlerle paralel yürüdükleri o yolda iktidarı / gücü muhafaza etmek adına gün aşırı var ettikleri nefret söylemi birilerinin canının yakılmasına vesile kılınır. Bir biçimde Türkiye Türklerindir ötesinin de bu sahnede kölelikten / itaatten gayri hakkı yoktur şablonuna yeniden zamklanan / tutturulan habis bakışla birlikte bir yurt yeniden cerahatin kılınır. Sokaklarında dökülen kan, birbirine kırdırılan halkların varlığının yanında Anayasa Mahkemesinin hakkının da var ettiği hukuki öznenin / kararların da altının çizildiği, gelenin terörist, geçenin hain ya da mihrak kılındığı bir zeminde hayata hiçbir zaman yer kalır mı? Mecliste Türkiye İşçi Partisinden Ahmet Şık’ı, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi – Dem Parti’den Gülistan Koçyiğit’i, Cumhuriyet Halk Partisinden Okan Konuralp’i yaralayan başta Alpay Özalan nam zatın kendisinde vücut bulan o şiddete tapınma halinin sofrasında çıkan Türkiye imgesi de mi bir şeyleri aksettirmiyor artık.
Bildik olağan akışında bir hayatın, mübalağasız kendiliğinden var edilmiş birbirine teyel edilmiş olan müşterek bir yaşama pratiğinin köküne kibrit suyu dökülmeye devam olunuyor. Irkçılığı ama ve fakat şerhlerine çokça düşerek birbirinden uzak / ırak halkların birbirilerine düşman edilmesi için kullana gelen bir cerahat sarmalı bina ediliyor. Her X mutlaka teröristtir, haindir, en olmadı işbirlikçi diye uzayıp giden bakışın tahayyülleri bir yerlerde bambaşka yıkımları bina ediyor artık. Eskişehir’den Yozgat’a, sokaktan da tüm o meclise varan, yayılan şeyin adının / sanının tastamam bir nefret eylemi olduğu artık giz değildir. Irkçılığı siyasetteki var olma biçimi olarak ele alan, gün aşırı, mültecilerden iş bu ülkenin kuruluşundan da önce yaşamış / halen yaşayan insanları hedef kılmak için kullanan bir zatın / siyasi erkanının sunduğu kindarlık hali de buna ilave edilebilir. Asırdır bir menzildeki yaşam pratiğinin çalınması güncelleniyor. Ermeni, Süryani, Rum, Pontos, Keldani, Kıpti, Arap Hristiyan, Mıhellemi, Ezidi, Alevi, Arap, Kürd, Yahudi, devletin ve o çetelerin bildirdiği Türklük imgesinin dışında kalakalan herkesin nefrete yem edildiği bir zeminde hangi ülkeyi var edilecektir. Sorunlarıyla baş başa, her gün biraz daha dibine ta en dibine yollanan bir katran karanlığının orta yeri sahi ülke olabilir mi, öyle kalır mı? Gerçekliğini çoktandır yitirmiş, herkesi düşman belleyen, toplumsal barışının zayi olunduğu bir zeminde hayata ne haldedir, düşünüyor musunuz? Irkçılık, nefret, şiddet ü��lemesi her şeyi, her gün yeniden zehirlerken, sahiden görüyor musunuz, insan eliyle kurulmuş olan o cehennemi. Herkesi yutacak ol karanlığı...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: The Living Room-2010 – Nilbar GÜREŞ – Image via Galerie Martin Janda
Meramda Paylaşılan Haberler
Eskişehir’deki Saldırı Bize Ne Söylüyor? - Hilmi DEMİR - Fikir Turu https://fikirturu.com/toplum/eskisehirdeki-saldiri-bize-ne-soyluyor/
Yozgat'ta Bıçaklı Saldırı: 1 Çocuk Öldü, 2 Kişi Yaralandı - T24 https://t24.com.tr/haber/yozgat-ta-bicakli-saldiri-1-cocuk-oldu-2-kisi-yaralandi,1179670
0 notes
onderkaracay · 3 months
Text
🎯 Politik Dalkavukluk 🎯
0 notes
gazetelinkmedya · 4 years
Text
Kimsenin cesaret edemediğini söyledi! Rifat Serdaroğlu: "Biz devri sabık yaratmak istiyoruz"
Kimsenin cesaret edemediğini söyledi! Rifat Serdaroğlu: “Biz devri sabık yaratmak istiyoruz”
Kimsenin cesaret edemediğini söyledi! Rifat Serdaroğlu: “Biz devri sabık yaratmak istiyoruz; biz hesap sormak istiyoruz”…Eski Bakan ve Doğru Parti Genel Başkanı Rifat Serdaroğlu, kimsenin cesaret edemediklerini söyledi. Serdaroğlu, “Bizim selam vermeyeceğimiz iki parti var, biri AKP, diğeri MHP. Bizi 40 sene aynı kazanda kaynatsalar kaynayamayız. Bizim hareketimizin çıkışı Atatürk’tür. Varacağı…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
buyukakin · 5 years
Text
Adil yargı yakında, “devri sabık”ta herkese gerekecek..
1 note · View note
baybaykus · 3 years
Text
Arkadaş bu makam odalarına banyo yaptırmanın anlamı ne?
Kiminle başladı bu furya?
İnsanların aklına fena şeyler geleceğini hesaba katmıyorlar mı?
Bir de kravatlı, takım elbiseli dili dışarda pis pis heriflerin mesai saati içinde ve makam odalarında yedikleri haltın görüntüleri servis edilmeye başladı.;
İğrençler..
Gerçi bu pis heriflere gelinceye kadar kimler var kimler de, birilerinin çıkıp "devri sabık yaratamayacağız" demesi kanıma dokunuyor.
Yani demek isteniyor ki, "yaptıklarınız yanınıza kar kalacak."
Kim adına böyle bir laf ediliyor?
Hesap sormayan her kimse, işlenmiş bütün suçların ortağıdır.
Bunu bilir, bunu söylerim..
Ayten Altayli
0 notes
operasyon · 3 years
Video
youtube
Konuşmanın sonunda benim Kılıçdaoğlu’nun “devri sabık yaratmayacağız” eleştireme de aynı benim gibi değiniyor bu abi.
Yalnız garip olan şu ki, üstünden kaç gün geçti, işte bir tek bu adamı gördüm aynı eleştiriyi yapan.
Ülke adına umutsuzluk burda.
O lafı düşkün kılıçdaoğlunun ağzına tıkmak gerekir, yalatmak gerekirdi. 
O söze bir kişi beş kişi değil, milyonlarca insan itiraz etmeliydi.
0 notes
bayrampasatv · 5 years
Text
İmamoğlu, öğrencilere verilecek burs miktarını açıkladı
Tumblr media
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu öğrencilere burs verileceğini katıldığı Habertürk canlı yayınında açıkladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Hedef 75 bin ama ilk etapta 15 bin kişiye burs verilecek. Aylık 400 TL ve okul süresi boyunca verilecek. Hukuken bir engeli yok. 22 milyon diziye veren bir iştirak, öğrenciye para mı veremeyecek? Verecek tabi ki. Yarın bize hesap sormak isteyenlere bende o soruşturmaları göstereceğim. Çok net… Ben hukuka taşıyacağım hukuk ne karar verir. Ben o merci değilim.” dedi İmamoğlu programda bir süredir tartışma konusu olan "kırık sandalye"ye ilişkin de açıklamada bulundu. İmamoğlu, "Benim için birkaç yorum yaptılar, kırık sandalyeli diye. Ben oturdum, daha sonra sayın Cumhurbaşkanı konuştu. Ardından basın dışarı çıkarıldı, ilk konuşmamı yaptım. Diğer konuşmalara geçiş esnasında bu olay oldu. Otururken sandalye kırıldı. Hemen ayağa kalktım, sayın Büyükerşen'i tutmak istedim, baktım onu da çekeceğim, vazgeçtim" diyen İmamoğlu, "Sayın Cumhurbaşkanı tam o esnada 'kırdın sandalyeyi, israf yaptın'dedi. Ben kendisinden 'geçmiş olsun' beklerdim. Devri sabık yaratma başka bir psikoloji" ifadesini kullandı.
Tumblr media
Read the full article
0 notes
izmirbelediyeajansi · 5 years
Text
10 TEMEL İLKE
10 TEMEL İLKE ŞÖYLE
Kılıçdaroğlu'nun bir anlamda belediye başkanlarının "yol haritası" olması için belirlediği "10 temel ilke" şöyle:
1- Tüm söylemleriniz olumlu-pozitif olmalı. Önyargılarla, "devri sabık" yaratmak (önceki yönetimin yaptıklarının hesabını sorma) gibi düşüncelerden özenle kaçınılmalı. Elbette yolsuzluklarla mücadele yapılacak, yolsuzluğa izin verilmeyecektir Ancak bu konuda bir denetim yapılacaksa, mutlaka yetkin kişiler görevlendirilmeli, adaletli olunmalı.
2- Bir ihbar furyası ile karşılaşabilirsiniz. Belgesiz ve isimsiz hiçbir yazı, ihbar ciddiye alınmamalı. Tüm uygulamalarınız vicdana ahlaka ve hukuka uygun olmalı. Aksi halde çok zaman kaybedersiniz. Oysa zaman kaybetme lüksümüz yok. Çünkü vatandaş için yapacağımız çok şey var.
3- Belediye personeline ayrımcılığa uğramayacakları, özlük haklarının korunacağı, görevlerini sürdürecekleri, kimsenin işiyle aşıyla uğraşılmayacağı bildirilmeli.
4- Atamalarda mutlaka liyakat esas alınmalı, partizanca uygulamalara fırsat verilmemeli.
5- Önceki dönemde başlatılmış proje ve faaliyetler kamu yararına aykırı olmamak şartıyla devam ettirilmeli.
6- Harcamalar, yatırımlar, mali disiplin içerisinde şeffaf ve hesap verilebilir bir şekilde yapılmalı. Bütçe harcamalarıyla ilgili olarak belirli aralıklarla, belde sakinleri ve kamuoyu mutlaka bilgilendirilmeli.
7- Belediyede çalışan personelin asgari ücreti en az 2 bin 200 lira olarak belirlenmeli ve düzenlemenin Ocak 2019'dan itibaren geçerli sayılması hususunda gerekli çalışmalar en kısa sürede tamamlanmalı.
8- Ulaşımın dini ve milli bayramlarda ücretsiz olması konusunda belediye meclislerinden karar alınmalı. Özellikle gençlerin ve çocukların okul servisi ile toplu taşıma masraflarını en aza indirmek için gerekli çalışmalar en kısa sürede tamamlanmalı.
9- İstihdam politikalarında ve toplu sözleşmelerde dezavantajlı gruplar ile kadınlar lehine irade ortaya konulmalı. Örneğin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde kadın çalışanlara izin verilmeli.
10- Büyükşehir belediyelerinin bulunduğu yerlerde hangi partiden olursa olsun, ilçe belediyeleriyle eşgüdüm ve uyum içinde olunmalı. Kimseyi ötekileşmeyeceğiniz gibi, ilçe belediyeleri de ötekileştirilmemeli.
Tumblr media
0 notes
haberci90-blog · 6 years
Text
Ak Parti'nin seçim beyannamesi 25 Mayıs'ta
Ak Parti'nin seçim beyannamesi 25 Mayıs'ta - Haberci90
https://www.haberci90.com/ak-partinin-secim-beyannamesi-25-mayista-13611h.html
Cumhurbaşkanı Erdoğan başkanlığında toplanacak üst komisyona, her ilin milletvekili sayısının üç katı oranında aday listesinin kısaltılarak sunulacağını belirten Ünal, listelerin 21 Mayıs’ta YSK’ya teslim edildikten sonra aday tanıtım toplantısının 25 Mayıs’ta yapılacağını söyledi. Seçim beyannamesinin girişini 6 Mayıs’ta cumhurbaşkanı tarafından açıklanan manifestonun oluşturacağını belirten Ünal, “Manifesto işin ruhu, seçim beyannamesi işin somut, teknik referans metni olarak oluşturacak” dedi. Ünal, şunları söyledi:
MUHALİFİ DE ERDOĞAN BELİRLER: Cumhurbaşkanımız “Bu millet tamam derse biz tabii ki tamam deriz. Devam derse de vira bismillah der devam ederiz” dedi. Cumhurbaşkanımızın sözünden yola çıkarak kendilerine slogan buldular. Seçimi de, seçimlerin motivasyonunu da, sloganlarını da, seçimin süreçlerini de, taraflarını da, muhalifini de 16 yıldan beri Recep Tayyip Erdoğan belirliyor. Zaten liderlikte böyle bir şeydir.
İNCE’YE TEBRİK: Muhalefete ısrarla ‘Lütfen dilini ve söylemini Türkiye düşmanı yapıların dilinden ve söyleminden ayrıştır’ diyoruz. Sayın Muharrem İnce bu konuda hassas ve dikkatli. Bu yüzden Sayın İnce’yi tebrik ediyorum. Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun diline baktığınızda bütün devletin kurumlarına saldıran, itibarsızlaştıran, bölen ve nefret dili üzerinden bir söylemi üzerinden olamaz muhalefetin. Seçimlere giderken bu hain yapı (FETÖ) içeride ve dışarıda seçimi sabote edebilecek birtakım manipülasyonlar içerisine girebilir. Tamam mı meselesinde bunu açıkça gördük.
GÖZYAŞI DİNDİ: (İYİ Parti’ye giden CHP milletvekillerinin dönüşü) Hasret bitti, göz yaşı dindi. Bu meseleye üzüleyim mi yoksa son derece komik hale gelmesi yönüyle güleyim mi açıkçası karar veremedim. Bu durum muhalefetin içine düştüğü pespayeliği, siyasetsizliği göstermesi bakımından şayanı dikkat bir durum
GENEL BAŞKANLIĞI BİR KAZANSIN: (İnce’nin devri sabık yapmayacağız açıklaması) İnce’nin bu sözünü kendi tabanına dönük bir söylem olarak görmek lazım. Nasrettin Hoca’nın peşin parayı gördün nasılda gülüyorsun demesi gibi, muhatabına seçimi kazanmış da seçim sonrasını mı düşünüyor. Öncelikli olarak Muharrem İnce’nin kendi partisinde verdiği genel başkanlık mücadelesini bir kazansın, sonra Türkiye’yi konuşuruz.
0 notes
seslimeram · 2 years
Text
Başka Bir Hikâye!
Tumblr media
Hep aynı lafzı anlatıyormuş gibiyiz. Her gün sanki yeniden ve yeniden aynı odaklardan o habis döngüye dair ezberleri sıralıyormuş gibiyiz. Her an, sahiden her an yenilenmeye ve aralıksız bir biçimde sabit olunmaya çalışılan cerahat karşısında sözü mükerrer kılarmış gibiyiz. Oysa hakikat, oysa yalın kılınmış gerçekliğin ta kendisi hiçbir şeyin tekrara asla düşmediğini göstere geliyor. İnsanlık mefhumunu çoktan toprağa gömmüş, kendi ezberi olarak bellediği biyopolitik bir şiddet sarmalını aralıksız güncelleyen devri sabık iktidarın var ettiği her şey o lafzı, şuralarda aksettirmeye çalıştığımız sözü tekrardan alıkoyan bir hal / bir istemi bildirir. Cerahat ve ceberut olagelen akılla işlenmiş olagelen her bir eylem, var edilen her bir kanun, nizam ve bildirimle birlikte hayatın ehveni çoktan çalınmıştır. Ki bunu bildirecek bir kelam da kalmamıştır sayelerinde.
Demokrasi beşiği olunduğundan dem vurup, herkesin ama en başta Avrupa ve özellikle ol Almanya’nın bizi kıskandığından dem vurulurken, cerahatle kuşatılmış olagelen ülkeden bihaber kalınmış bir yerin hikayesinde hiçbir biçimde aynı lafzı açabilmek mümkün değil, söz konusu edilemeyecektir. Yaşama vurulan gölgelerin, eksiltme hallerinin, kesintisizliği sağlama alınmış cerahat imini tamamlayan nesnel ayrımcılık ve şiddete tapan erkanın var ettiği her dönemeç bir kere daha kıskanılan yeri değil, doğrudan çürüten ülkeyi bildirendir işte. Tüketimi, dönüşümü mutlak yenilgi adına, kendi iktidarının konforunu yüceltebilme gailesiyle kuran bir ekolün sunduğu her şey sürprizlidir. Ne ki tekrarlansa da, yeniden, hiç arasız bildirilse de olmakta olan bir cehennem tezahürünün ta kendisidir. Hangi ezberleri, hangi kelam ve cümleleri sıralarsanız sıralayın olan / biten hep buradadır. Hep bu halden ileriye taşınandır.
Geçtiğimiz İstiklal Caddesindeki muğlak sahipli bombalı eylemin hemen ardından taşına durulan uçurumun kıyısındaki ülke de o bahse dahildir. Ekonomik çöküşünü çoktandır bir biçimde var eden yerin hazin suretine bir kara daha çalınır. Politik aksiyonun sunduğu her bir hamlenin çok daha iç kıyıcı, psikolojik çöküşü de beraberinde taşıdığı, herkesin istisna barındırmadan herkesin bir biçimde barut kılındığı yerde, seçim sathı mahalline girişin tek yönlü sunumundan sonra çıkagelen savaş çığırtkanlığı ve Kobane başta olmak üzere o Rojava topraklarına dönük saldırılar madun siyasetin / benzerine az rastlanan soykırım hal ve tavrını nasıl yeniden sahiplendiğini de örnekler. Bitimsiz bir halde, doğrudan ve hiç kesintisiz olarak yıldırı / yok etme pratiklerine geri dönüş var edilendir. Cerahatle bir halkın onuruyla yaşam mücadelesini ortaklaştırdığı öteki Mezopotamya halklarıyla eylediği her açılım / tahayyül boğulmak istenir. Bir tek eylem, birkaç zaman önce ülkenin istihbaratçı temsilinin oradan sallarız iki roket, buradan dalarız yollu kurgusunu takip eden bir zihni garabetlik hayatı hiç olmadığı kadar alenen kuşatırken, hangi söz tekrardan ibarettir ki!
Mezopotamya Ajansından aktaralım: “HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, iktidarın çatışmacı ortamda seçime gitmek için adım attığını belirterek, “Toplumun değil, iktidarın beka sorunu vardır” dedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Meclis Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, AKP-MHP iktidarının yarattığı savaş ortamı ve sonuçları üzerinde durdu. Savaş ortamının yıkım ve ölüm olduğunu söyleyen Oluç, “Savaş, yokluk, yoksulluk demektir. Savaş, insanlığa kaybettir. Savaş, acı, adaletsizlik, baskı ve zulüm demektir. İnsanlığa kaybettirirken, silah tüccarlarına, uyuşturucu tacirlerine, kara paracılara, çetelere ve mafyalara kazandırır. O yüzden hep savaşlara karşı çıkmak ve savaşların karşısında durmak gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘Demokratik Suriye'ye Katkı Sunmalı’
Türkiye’nin Suriye iç savaşının sonuçlarını yaşadığını dile getiren Oluç, “Bunun nedeni sürdürülen yanlış dış politikadır. Göçmen, mülteci sorunlarından her türlü yolsuzluk ve uyuşturucu ticaretine, kara para aklamasına kadar her türlü melanet aslında Suriye iç savaşında alınmış olan yanlış tutumdan kaynaklanmaktadır. Olması gereken, Suriye'de barışın sağlanması ve demokratik bir Suriye rejiminin inşası için çaba gösterilmesidir. Türkiye'nin hem bir bölge gücü olması açısından hem de yüz yıllardır bu topraklarda birlikte yaşadığımız komşularımız açısından baktığımızda, yapması gereken demokratik bir Suriye rejiminin ortaya çıkmasına imkân sağlayacak katkılarda bulunmasıdır” şeklinde konuştu.
Savaşsız Bir Seçim Ortamı
Türkiye’nin seçim ortamına girdiğine değinen Oluç, “Bizler Türkiye'de savaşsız bir seçim süreci olması gerektiğini düşünüyoruz, cenazesiz bir seçim süreci olması gerektiğini düşünüyoruz. Seçim sürecinin demokratik bir şekilde kutuplaştırıcı ve çatışmacı bir ortamda değil, gerçekten demokratik bir ortamda yaşanması gerektiğini düşünüyoruz, çünkü bu ülkenin ve toplumun beka sorunu yok. Hep söyledik, söylemeye devam ediyoruz, esas itibarıyla bu iktidarın bir beka sorunu vardır ve iktidar bu beka sorunu nedeniyle de mümkün olduğu kadar çatışmacı, kutuplaştırmacı bir seçim sürecinin yaşanması için adım atmaktadır. Bizler bir savaş felaketini önlemek için her türlü çabayı veriyoruz ve vermeye devam edeceğiz, çünkü biliyoruz ki yeniden bir savaşın patlak vermesi demek, Suriye'de ve bölgede sadece bölge halkları için değil, bu ülkede yaşayan bütün halklar için de aslında acı demektir, olumsuz gelişmeler demektir, ekonomik kriz demektir, sosyal kriz demektir. Bunların yaşanmaması için bütün sorunlarımızı savaşla ve çatışmayla değil, tam tersine diyalog ve barışçıl yollarla çözmemiz gerektiğini bir kez daha özenle vurguluyoruz” dedi.”
Demokratik Suriye Güçleri (QSD) Basın İrtibat Merkezi, Türkiye'nin 23-24 Kasım’da Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük gerçekleştirdiği saldırıların bilançosunu açıkladı. Hawar Haber Ajansı'da (ANHA) yer alan açıklamada, saldırılarda alt yapı ve sivil bölgelerin hedef alındığı belirtildi.
23 Kasım bilançosunun ayrıntıları şöyle:
Qamışlo
* Mehşûq, Dêrna Qilinga, Gir Henak, Sawyer, Rotan, Til Zîwan, Elî Fero, Hermê Şêxo, Kodo ve Dodan köyleri, 20’den fazla obüs ve doçkayla bombalandı.
* Şehir merkezinde bir araç SİHA ile bombalandı. Newroz şirketi ve yakıt istasyonu obüs ve havanlarla hedef alındı. Bunun yanı sıra Tirbespiyê ve Dêrna Qilinga köyündeki mazot dağıtım yerleri bombalandı.
Gırê Spî
* Hoşan, Şorbenîsk, Seyda ve Qizelî köylerindeki bombalandı.
Mınbıc
* El Hemam tepesi, Til El Seyada ve Toxar köyü 10 obüs ve havan topuyla bombalandı.
24 Kasım bilançosunun ayrıntıları ise şöyle:
Efrin Bölgesi
* Soxanekê, Bênê, Maliliyê, Meyasê, Şewarqa, Merenaz, Tatmaraş, Kefer Naya, Îrşadiyê, Elqemiyê, Hirbil, Miniq, Bêlûniyê, Til Medîq, Mişêrfê, Zîwan, Kefer Nasih, Eyn Deqnê ve Şêx Îsa köyleri ile Şehba Barajı ve Til Rifat ilçesi 200’den fazla obüs ve havan topuyla hedef alındı.
Tıl Temir
* Qibûr Qerecna, Gozeliyê, Dirdara, Xelf El Rikbê köyleri 20’den fazla obüs topuyla bombalandı.
Amûdê
* Esediyê, Bobî, Mihemela, Rabîat, Cetel, Til Kêf, Şorik, Xeşafiya, Xirzê, Xanikê, Bîhîra, Cirnikê, Elgaziya, Xirbe Şîhîr, Til Werd, Til Emîr ve Zirgan kasabası 80’den fazla obüs ve doçkayla hedef alındı. Bu saldırılarda bir savaşçı yaşamını yitirdi, 2 savaşçı ise yaralandı.
Qamışlo
* Neyîf, Til Cîhan, Digirê, Miherikan, Mele Ebas, Mahşûq, Mizgeft, Hatimiyê, Herem Reş, Zorava köyleri 30’dan fazla obüs topuyla hedef alındı.
Kobanê
* Zormexar, Til Ehmed Mûnîr, Til Ehmed, Zorava, Ziyaret, Kirbenat, Til Cîşan, Til Ebrê û bajaroka Şiyox Foqanî köyleri 50’den fazla obüs, havan ve tanklarla bombalandı.
Gırê Spî
* Meilek, Dibis, Seyda, Îbrahîm Kirdo köyleri obüs ve havanlarla bombalandı.
Mınbıc
* Boxaz, Koryehûk ve Toxar köyleri 12’den fazla obüs topuyla bombalandı.”
Birbirinin tıpkı basımı cümleler kuruyormuş, her dem sadece aynı noktalardan bahisler açıyormuş gibiyiz. Oysa yekpare bir düzlem, tek bir devletli aklı, tahayyülü olmadığı gibi, birbirini tamamlayan bir cerahat halinin her gün farklı tezahürleri karşımıza çıkartılıyor. Bir biçimde odak kılınmış öteki addedilmiş Kürd nefreti kartını yeniden kullana gelen ol devlet aklının var ettiği yegane şey bir farazi meseli değil olduğu gibi yıkım halini doğrudan bildiriyor. Meclis çatısı altında bulunan Halkların Demokratik Partisi vekillerinin suna geldiği, paylaştığı her kelamın “terör” faaliyeti addedildiği bir zeminde, harekat, eylem / saldırı adına her derseniz deyin onun var ettiği yıkıcılık sadece birkaç gün içinde nasıl bir cerahate rehin edildiğimizi de göstere geliyor. Bir kere daha insanlar, sıradan pek çok insanın hayatına göz diken, tahakküm ve tehditle çıkagelen bir kuşatmayla baş başa konulurlar. Yolun, yordamın, anlam ve mananın yıkıcılığa evrilmesi neticesinde ortaya çıkan primitif imgenin toptan / kalıcı bir çözümsüzlüğü, yok ediciliği, ardışık / ardıl sıra bir kötülüğü var ettiği gözlerden kaçırılmak istenir. Bugün ulaştığımız yer, şu sahnede ortaya konan kötülüğün, sınırın içinden dışına çıkanın vahameti bütünüyle / kati bir biçimde o cerahatli saldırganlıkla görünür kılınır. İyi de bu hallerle tek bir iyi gün var edilebilir mi?
Bir haftalık süreç içerisinde kaçıncı yıkımın şeceresi artık sınırları belirsiz kılınıyor. Daim bir biçimde öteki addedilenin sınamak bir kere daha tekrardan var ediliyor. İyi de hayatın bu berhava edici hallerde, sürekli yalın ayak, baldır çıplak bir despotizm elinde çalınması sonrası karanlık bunca yalınken hayat ne hale gelir. Hayattan geriye iz kalır mı? Rojava’dan gayri, Rojhilat Kürdistan’ında eylenen aralıksız şiddet de mi bir şeyleri anlatmaya yeterli değildir? Hala mı mesel anlaşılmamaktadır? Kötülük hallerinin birbirinin peşine eklemlendiği bir zeminde, bir başka tahakküm örneği olarak 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle mücadele günü kapsamında, kolluk denilenlerin var ettiği, içişleri nazırlığının eyledikleri de mi bir şeyleri aksettirmez, misal, bunlar da mı hep aynı cümlelerdir, sözüm ona? Yüzlerce kadının gözaltına alındığı, “jin, jiyan, azadi” sloganı gibi ortaklaşmış bir imdat çığlığının dahi duyulmasına tahammül göstermeyen bir erkin olduğu yerde hangi cümle tekrardır ki? Taksim ve İstiklal Caddesinin ve Gezi Parkının ve Karaköy’den Haliç’e kadar bir sahanın, baştaki üçünün insansız bölge, sondaki ikisinin de toplama / gözaltı merkezi kılındığı bir zeminde, kurşunsuz, bombasız bir imha deneyinin ta kendisinin yinelenmesi değil, cümlelerin tekrardan bildirimi mi sorun teşkil eder nedir ki yani?
Hep aynı lafzı anlatıyormuş gibiyiz. Oysa her gün, yaşatılan her vaka, olay örgüsü, hadise eninde sonunda bambaşka sonuçları beraberinde getiriyor. Bütünüyle bir çürütme halinin en kestirmeden yıkım güncesinin ortasında / kıyısında olduğumuz gerçekliği, cümlesiz alt yazısız, paldır küldür bir mizansenler silsilesiyle karşımıza çıkıyor. Hayatın bu coğrafya iş bu ülke ve etrafında ucuz bir mesel olmasının kanıtları her gün bir kırımla, bir cinayetle, binbir farklı tür / şekilde zulüm ile bütünleşik var ediliyor. Sokaklarında işkence etmenin normal addedildiği bir düzlem güncelleniyor. Hayatın ekonomik pahalılığını örtbas etmek, yaşanmaz kılınması sorgulanmasın diye meşum şahsiyetin var ettiği bir sallarız oradan bir ufak savaş çıkartırız yollu göndermesi mot-a-mot var ediliyor. Bir öyle, bir böyle, bir şöyle insan un ufak ediliyor. Sistemin dışında olanları usandırmak, sorgulamalara girişmesini engellemek ve tabi ki de mutlak iktidarı var edebilmek için her an bir fırsat görülüyor muktedirce. İyi de bu kötülük, bunca afaki bağnazlık, kan dökücülük, kırım haline seferberlik, sınır içinde despotizm, sınır dışında soykırımcılık heveskarı olanların yönetiminde bir tek iyi cümle var edilebilir mi? Tek bir cümle aynı olmadan, kalmadan bir şeyler izah edilebilir mi? Bir hayat tecrübesinin bunca zora koşulduğu, alenen her gün aşağılandığı bir zeminde hayat her neye tekabül edecektir ki bariz birer ahtan gayri. Düşünür müydünüz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: Rojava Never Dies – Rozha v/ @rozhaarchitect Instagram
2 notes · View notes
seslimeram · 3 months
Text
Sınama
Tumblr media
Makbul bulunan ötesinden bir sınama halinin her güne içkin kılındığı bir dünyanın bizzat kendisine rehin kılınıyoruz. Yeni dünya düzeni diye çıkagelen yönelim / tahayyül pratiği ve eylem sahanlığının sunduğu her şey bu sınama halini her günün başat ögesi kılıyor her an. Toplumu biteviye bir sarma, kuşatma halinin orta yerinde yaşam derdest olunuyor. Ne başı, ne dibi belirgin olagelen bir bütün cerahatten beslenen, yön gösteren bir karanlığın güncesi bina olunuyor. Makul addedilenler yaşam pratiğinin her anlamda zorlandığı tüm o sınırlarının da alt üst edildiği bir zeminde, terör, tehdit ve tahakküm üçlüsü filizleniyor devletçe. Bir tahakküm veçhesi üstünden bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Tümüyle, belirgin bir biçimde yerli ve milli diye anılanın suna geldiği her şey daraltılmış bir saha, keskin hatları olan bir zorbalık rejimini işaret ediyor. Coğrafyanın sunduğu yıkıcılığın en önemli aktörlerinden biri olan bir devletin yaşamı sınama halin mütemadiyen güncellene geliyor. Sanılanın ötesinde bir hızla her gün aynı tarumar ediliyor. Bu sınama halinin var ettiği her yıkım yepyeni yarınları bina ediyor. Girift, katran karası ve sonu belirsizliklerin kılınmış bir yarın.
Sınama hali her günü bambaşka veçhelerle dönüştürürken olmakta olan kalıcı bir kırılma halinin mütemadiyen güncellenmesidir. Baş efendi ve şürekasının, sermaye kodamanları ve asalakları ve yancıları olagelenlerin elinde bir ülkenin kaderi, mavi kürenin kalanında olduğu gibi zehirlenir. Coğrafya kederdir aynı zamanda da insafsızca tahakkümün esareti altına alınabilen hayatların sahnesidir. Vurgusu, iması, yönelimi her daim sıradan insanlar için tersine işleyen bir güncelliği Batı’da yükselen ırkçılık gibi baskın kılan bir faşist çatı, zümreyle beraber kurumsallaştıran devletin sıradana vereceği yegane şey daha kalıcı ve kati azaptır. Ekonomik cenderenin yükü günbegün ağırlaştırılmış olagelen bir sınama hali ve istemini barındırırken, asgari ücret ve bir katıyla yaşamaya çalışan milyonlarca insana o halin sorumlusu olaraktan göçmenlerin gösterilmesi misal bir örnektir. Tehdidin birisi var edilmeden bir başkasını güncelleyenler eliyle, bırakalım ötekisini, bu toprağın kendisi içinden olagelen insana dahi tahayyül olunamadığını gördüğümüz bir karşılık var edilir. Her punt bulunduğu vakit başka şeyler üstünde bir cerahat imal edilir. Kötülüğün varlığı, arşıalaya çıktığı bir zeminde muteber olagelen nefretten mülhem bir çıkarsama denilerek kısadan kestirilir. Oysa sınama o mülteci / göçmen için de, buralı olan gayrimüslim ve ol Alevi için de ya da Kürt halkı için de benzeştir. Bir türlü Türk sayılmayanlar, onlarda ya da devri sabık iktidarın onayını bulamayan herkes için zorluk hayatın kuşatıldığı, evden o sokağa adım atıldığı dakika başlayan bir mefhumdur. Makbul olanın tersinde yürüyen bir ülkenin vahametle entegre olmuş suretinin nesi yenidir ki, yüz koca yıldan uzunca zaman aynı / bir örnek yabancılaştırma haline devam olunurken, düşünüyor musunuz?
Bu sınama hallerinin yekunu bir yeni dünya düzeni gerekliliği olarak işlevsellik kazanır. Ol muktedir ve avenesinin güdümündeki medyadan, fikir sahnesine, gündelik yaşam hal ve isteminin çepeçevre kuşatılmasında hedef hep başkası olarak zikredilir. Sorumluların o sorumluklarına dair en ufak bir teşebbüse dahi zemin bırakmadan kendilerini akladıklarını sandıkları zemindir Türkiye’nin yenisi. Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “İnsan Hakları Derneği (İHD) Amed Şubesi, son dönemlerde HÜDA-PAR’lı grupların kentteki saldırılarına dair adliye önünde açıklama yaptı. Açıklamaya, İHD Eş Genel Başkanları Eren Keskin, Hüseyin Küçükbalaban, sivil toplum örgütleri temsilcileri ile çok sayıda kişi katıldı.
Yetkilileri göreve çağırdı
Açıklamada konuşan İHD Eş Genel Başkanı Küçükbalaban, 90’lı yıllarda Kurdistan’da işlenen faili meçhul cinayetlerin merkezinin Amed ve Êlih (Batman) olduğunu belirterek, kentte son dönemde artan saldırılara dikkati çekti.
Hem dans okulundakilere, hem bir sitede havuza giren kadınlara yönelik saldırılar hem de kamuoyuna yansıyan diğer videoların topluma korku salmaya yönelik olduğunu dile getiren Küçükbalabani “‘Sizin ağa babalarınızı öldürmüşüz daha mezarları belli değil, siz kimle konuşuyorsunuz’ gibi kullanılan bu dilin devlet tarafından dikkate alınması gerektiğini düşünüyoruz. Daha dün kayıp yakınlarının 803’üncü eylemine katıldık. Devletin bu söylemlerde bulunanları gözaltına alıp ‘Hangisini öldürdünüz?’, ‘Kim öldürdü, bunları biliyor musunuz?’ diye sorması gerekmez mi? Buradan bütün yetkilileri, İçişleri Bakanını ve Adalet Bakanını göreve çağırıyoruz” diye belirtti.
‘Devlet korumasında ortaya çıktılar’
Dini inanç ve inançsızlığın kişinin kendisiyle bağlantılı olduğunu belirten İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı:
“Herkes inanmak ve inanmamak konusunda özgür olmalı, ama 90’larda birçok insanımızı katleden bir zihniyetin yeniden ortaya çıktığını görüyoruz. Bugün başka bir yöntemle devlet korumasında ortaya çıktılar. Burger dükkanlarını bastılar, dans eden insanlara saldırdılar yaraladılar. Havuza girmeye çalışan özellikle kadınları engellemeye çalıştılar. Bunlar bize tabiri caizse sökmez. Herkesin inancı doğrultusunda özgürce yaşamasını savunan bir örgütüz. Devlete sesleniyoruz: Yapmayın, çok acı çektik daha fazla çekmek istemiyoruz.”
‘Cinayetleri tekrarlamakla tehdit eden yaklaşım kabul edilemez‘
Daha sonra açıklamayı okuyan İHD Amed Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz, artan saldırıların toplumsal barışa ve kentteki ortak yaşam kültürüne zarar verdiğini söyledi. Yılmaz, yaptıkları sağduyu çağrısına rağmen saldırıların durmadığını ifade ederek; 90’lı yıllarda çok sayıda Kürt aydını, insan hakları savunucusu, siyasetçi ve sivil insanların gözaltında kaybedildiğini veya faili meçhul siyasi cinayetlere kurban gittiğini hatırlattı.
Yılmaz, “Yakınlarını kaybeden Cumartesi İnsanları ve kayıp yakınları, yıllardır alanlara çıkarak yakınlarının akıbetlerini sormakta, faillerin tespit edilip cezalandırılmalarını talep etmektedirler. Katledilen veya zorla kaybedilen insanlar; sadece kendi aileleri açısında değil, bütün Kürtler için, vicdan sahibi bütün insanlar için büyük bir acıyı, tutulamayan bir yası sembolize etmektedirler. Bu sebeple, 90’lı yılların karanlığını hatırlatan, insanları bu cinayetleri tekrarlamakla tehdit eden bu yaklaşım hiçbir şekilde kabul edilemez” ifadelerini kullandı.
‘Barış mücadelemiz sürecek’
Yılmaz, faillerin tutuklanmasını, açılan soruşturmanın etkin bir biçimde yürütülmesini istedi.
Artan saldırıların özgürlüklere açık müdahale olarak gördüklerini söyleyen Yılmaz, toplumsal barışın sağlanması, bir arada yaşama kültürünün geliştirilmesi, farklı etnik, inanç ve siyasi grupların barış içinde ortak yaşamı inşa edebilmeleri için mücadelelerini sürdüreceklerini sözlerine ekledi.”
Makbul bulunan ötesinden bir sınama halinin her güne içkin kılındığı bir dünyanın bizzat kendisine rehin kılınıyoruz. Türkiye’de ise Amed / Dikranagert / Diyarbekir özelinde olduğu gibi her günün başat ögesi olan sınamaların nasıl punt bulundu mu yeniden var edildiğini görebiliyoruz. Makbul bulunan, sınırları çoktan çizilmiş olandan en ufak bir sapmanın varacağı eşik, o dans etmek isteyen gençlere saldırı, hamburger yiyenlere saldırı, bir havuzu kullanmak isteyenlere, ağa babalarınızı nasıl vurduysak sizi de vururuz tehdidiyle çıkagelir. Düzenin yeni ülkesi kimseyi kimseye hedef kılmadığını zikrederken bizatihi Kürdistan sahnesinden başlayarak bir ülkeyi çoktan ayrıştırmanın ortasına terk eder, etmiştir. Tümüyle nobran, artık bendine sığmayan bir kötülükle birlikte bir yurdun, yaşatan yer olmaktan alıkonulmasına son sürat devam olunmaktadır. Ortaya çıkan imge, o sınama halinin her nasıl var edildiğini de göstere gelir, iyi de nereye kadar?
Bir açmaz sarmalının ortasında her günü apayrı cehennem kılmaya ant içenlerin elinde ne kalacaktı ki ülke diye bu var edilen tortul toplamdan gayri. Yinelemeye hacet kalmaksızın insani erdemin tükenişine şahitlik ediyoruz. Bir gün önce dost bilinenler bir gün sonrasına düşman olarak çıkartılıyor. İktidarda kalmak için el verilen, sessiz sedasız anlaşılan ol dinci, yobaz güruhlardan bir kesim yurdun bir yerini babalarının bostanı zannedip, ahkam diye linç çağrılarını var edebiliyor. Üstüne saldırılar aralıksız çeşitlendiriliyor. Bir başka ülkenin zulmüne dair göndermeler yapılırken kendi yurttaşının hayat hakkını hiçe saymak konusunda onun eline su dahi dökemeyecek bir tevatür gerçekliğine yollanıyor menzil. Bir cerahat sarmalına dönüştürülen yerde, hayatın ehven olandan kopartılması bu kadar da afaki bir biçimlendirmeyle şekillendiriliyor. Sınama hali herkesi kapsayan bir kör katran karanlığı olarak dört bir yanı sarmalamaya devam ediyor. Böyle bir tahayyül / hal toplamına itiraz şimdi var edilemeyecekse ne zaman söz konusu edilecektir, hangi zaman!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Illustration – Nate KITCH – Associaton Of Illustrators
Meramda Paylaşılan Haber
Keskin: 90’larda İnsanları Katleden Zihniyet Yeniden Ortaya Çıktı - Yeni Yaşam Gazetesi
0 notes
seslimeram · 7 months
Text
Genelleme
Tumblr media
Genellemelerin ortasında topyekun alışılmadık yıkımlara çıkartılıyor güncellik. Her şeyin sütliman olduğu önermesi bir yanda, her şey yolunda şartlı refleksi diğer yandan bir hali o genellemeyi bildirirken gündelik yaşam erimi tüm anlamlarıyla birlikte yıkımın insafına terk ediliyor. Yıkıcı bir eksenin bina olunması anılan / var edilen, güncellenen her şablon ile birlikte mutlak, kati bir dönüşümü de simgeliyor. Reel politiğin, yaygın siyaset olgusu ve halinin, burjuva siyaseti nam çatının öne sürdüğü her eylem, var ettiği her hamle tüm bu yıkım retoriğini de ardıl sıra güncelliyor. Modern zamanların tahayyül edilemeyecek cerahatli hal ve istemini bir istikamet kılan erk, muktedir sayesinde müşterek bir hayatın hal ve gidişatı kesintisiz fenalıklara çıkartılıyor. Karanlık, laf olsun diye değil basbayağı kapkaranlık bir ülke imgesi belirginleştiriliyor bir yerde tek sabitimiz kılınıyor. Belirgin bir tahakküm veçhesi üstünde yalpalaya, yalpalaya ilerliyor devri sabık iktidar. Önüne çıkanı ama tehdit, ama şantaj, ama gözdağı ama korkuları öne sürerek uçurumun tam da kıyısına taşıyor yerli ve milli ülke. Genellenen her davranışla birlikte mutlak sabitimiz ol kötülük, nefret ve ayrımcılık üçlemesiyle yaşam tarumar ediliyor behemehal. Bütünüyle genellemelerin kıyısında bir ezber şablon üstünden artık afaki bir biçimde dar bir kıyafet biçimlendiriliyor. Bu dar kalıba uyulmasına dair baskı her gün arttırılıyor. Demokrasi ve eşitlik, adalet ve hürriyet tahayyül ve ideleri o dar kalıba sıkıştırılmaya çalışılan ucube nesnellikte dönüştürülüyor. Yeni ülke nam çatının bir basma / takım elbise halinde ucuz ve her yanından paldır küldür dökülüveren sureti temsilinde eksikler örtbas edilmeye hala çalışılıyor, iyi de nereye kadar?
Genellemelerin orta yerinde bir ülke tiradı dönüştürülüyor. Ele avuca geçen, iktidara ait medyum / medya ve suç ortağı olagelen sermaye için asrın ücretleri olarak bildirilen ve gösterilen asgari ücret ve bunun dolaylarındaki maaşlarla hayatta tutunmak o dönüşümü sağlama alınmış yerde artık daha da zor bir mesele dönüştürülüyor. Ezber edilmiş olanın tam da kıyısında bir masal aksettirilirken gerçeklik zorun / betin / fecinin sarmalında bir hayat imgesini açığa düşürüyor. Ele geçmiş olan zamlı maaşla bir ayı değil birkaç haftayı dahi geçirmenin zor kılındığı bir zeminde hamdetmek / şükür etmek öne çekiliyor. Oysa rızık sadece şükre, sadece hamda bakan bir mesel değilken, bütünüyle genellemeler ile bir biçimde onu tabu kılarak günlük sorunlar örtbas edilmeye çalışılır. Her gün bulunan ham kaynaklar, doğal rezervler, bitimsiz atılım senaryolarından sıradan insanların hiçten başka bir kazanımı olmadığı unutturulmak istenir. Biteviye kurumsallaştırılan dille kotarılmış ol tehdit döngüsünde, normatif alaşağı edilirken, pandemi sürecinden bu yana devam olunan bir kuşatma gündelik yaşamı tarumar etme istemiyle beraber ilmik ilmik örülür. Yaşama edimini, gündelik gereksinimleri tamamıyla var etmeyi imkansız, bırakalım hayal etmeyi sadece karın tokluğunu ve hastalıklara teğet geçen bir hayat imgesini dahi çok gören bir toplamla o katran karası yeni ülke binasına devam olunur. Bunca eksiltmenin ortasında kim neyden sorumludur, kim gidişatın farkındadır, yolun yol olmadığını görmektedir bu bahisler meçhuldür.
Havva Gümüşkaya imzasıyla BirGün Gazetesinde yayınlanmış haberi aktaralım sizlere; “
TCMB Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın enflasyon raporu sunumunda seçim sonrası elektrik ve doğalgaza zam beklediklerini ve bunu enflasyon tahmini yaparken göz önünde bulundurduklarını söyledi.
Seçim atmosferine girilmesiyle birlikte uzun süredir elektrik ve doğalgaz fiyatları baskılanıyor.
21 yıllık AKP döneminde elektrik ve doğalgaz fiyatları düzenli olarak zamlandı. Ancak seçim yaklaştığında küçük indirimlere gidildi. Bu senaryo 2019’daki yerel seçimler öncesinde de hayata geçirilmeye başladı. Konutlarda kullanılan elektrik için yüzde 10`luk indirim yapıldı. Seçimin hemen sonrası başlayan zamlar, 2023’deki genel seçimin atmosferine girene kadar devam etti. 2019-2023 döneminde elektriğe yüzde 222,7 oranında zam geldi.
Nisan 2023’te ise elektrik fiyatlarında geçen yıl seçimden önce yüzde 15 indirim yapıldı. AKP döneminde ikinci kez indirime gidilmiş oldu.
Genel seçim sonrasında ise ağustos ayında yüzde 1,9'luk küçük bir artış oldu. Zam düzenlemeleri EPDK eliyle sessiz sedasız yürürlüğe sokulurken en küçük indirim ise siyasi bir gösteriye dönüştürülerek, ‘müjde’ olarak sunuldu.
AKP, 2019 yılında seçim yatırımı olarak doğalgaz fiyatlarında da indirime gitmişti. Seçim öncesi BOTAŞ’ın doğalgaz satış tarifelerinde konutlar ve küçük işletmeler için yüzde 10, elektrik santralleri için yüzde 8,8 indirim uygulamıştı. Ancak, seçimlerden sonra yapılan zamlarla, 2019 içinde doğalgaz satış fiyatları konut ve küçük işletmeler için yüzde 41,1, büyük sanayi için yüzde 14,1, elektrik santralleri için yüzde 3,8 arttı. Covid-19 salgını dönemi olan 2020’de ise konut ve küçük işletmelere satış fiyatı aynı kalırken büyük sanayide kullanılan doğalgazda yüzde 8,8, elektrik santrallerinde ise yüzde 11,6 indirim yapıldı.
Seçimsiz Dönemde Yüzde 358 Zam Yapıldı
MMO Enerji Çalışma Grubu’nun hesaplamasına göre 2019-2023 döneminde konutlarda kullanılan doğalgaz fiyatı yüzde 358,4 zamlandı. Seçim yılı olan 2023 başından bugüne konutlara satılan doğalgaz fiyatı artırılmadı. 2019-2024 arasında TÜFE’deki artış ise yüzde 398,4 oldu.
Konutlarda fiyat artışları baskılansa da küçük işletmelerde yüzde 868,21, sanayide yüzde 741,52’i elektrik üreticilerinde yüzde 674,19 zamlandı. Konutlar dışındaki tüketici gruplarına uygulanan zam oranları TÜFE’deki artışın üzerinde gerçekleşti. BOTAŞ’ın doğalgaz dağıtım şirketlerine konutlar için sattığı gazın fiyatına, dağıtım şirketlerinin hizmet bedeli ve KDV eklendiğinde yurttaşların ödediği metreküp fiyatı bugün 7 TL’yi geçiyor. Seçim sonrası daha da artacak.
***
Doğalgaza seçim ayarı
Mayıs seçimleri öncesinde doğalgaza yaptığı indirimler oy devşirmeye çalışan AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan yerel seçimler öncesinde de indirimlerin devam edeceğini açıkladı. Partisinin Zonguldak aday tanıtım toplantısında ekonomiye ilişkin mesajlar veren Erdoğan, “Hedefimiz enerjide bağımsızlık. Konutlarda kullanılan 25 metreküplük doğalgaz indiriminin Nisan 2024'e kadar devam ettireceğiz" dedi. Erdoğan’ın müjde olarak verdiği doğalgaz indiriminin bitiş tarihinin seçimlerden bir gün sonra olması ise dikkat çekti. AKP iktidarının ekonomi politikaları krizin olanca faturasını halkın sırtına yüklerken Erdoğan seçim öncesi bir kez daha kesenin ağzını açtı. Seçim ayarlı doğalgaz desteği olarak yorumlanan ‘müjde’ ye ise tepki yağdı.”
Baskılanmış olagelen sadece dolar / emtia fiyatlarındaki oynaklık ya da gündelik gıda ve barınma hallerindeki uçurum fiyatlamalar değil aynı zamanda bir insanlık hakkı olagelen doğalgaz, elektrik gibi temel hakların da devlet nezdinde bir sopa olarak, seçim öne sürülüp tehditlerle oya dönüştürülmesi meselini barındırır. Oy / seçim süreci öne sürülüp dizginlenen fiyatlamaların seçim sonrasında devreye konulabileceği bildirilir. Yok yere değil, tek adam rejiminin var ettiği gerçeklerden birisi olarak sürgit devam olunan bir ön alma halinin içerisinde yaşam pratikleri cepteki para kadar sınırlandırılır. Demokrasi, adalet ve hürriyet kavramlarında olduğu gibi yaşamsal olan hakların da talanına devam der muktedir. İktidar kümesinin ekonomi politiği bile isteye halkın kaynaklarını daha da fazla sömürmek olduğu, ülkenin değerlerini çarçur ederken bir yanda, hanedanlık ve tüm o cafcaflı yaşama devam olunmasının bedelinin, günlük saray harcamasının birkaç milyon liralık bütçesi gibi nicesini halka mal etmekte inadının yansısı birkaç paragraflık haberde bir kere daha ifşa olur. Bütün bütün bu katran karanlığında yol nereyedir sahiden!
Yeni Yaşam Gazetesine bağlanalım: “Yaklaşan 31 Mart yerel seçimlerine dair konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, kent uzlaşısına dikkat çekerek, ‘Sadece seçim kazanmak değil, demokrasiyi kazanmak istiyoruz’ dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), İzmir’de yöre dernekleri ve sivil toplum örgütü temsilcileriyle bir araya geldi. Bayraklı’da bulunan bir düğün salonunda gerçekleşen buluşmaya DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları da katıldı.
Buluşmada konuşan Hatimoğulları, Kürtçe, Türkçe ve Arapça katılımcıları selamladı. Hatimoğulları, halkların anadillerinde konuşmasının önemine işaret etti.
Adil ve demokratik program vurgusu
31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerdeki en önemli vurgulardan birinin ekonomik kriz olduğuna işaret eden Hatimoğulları, “Birlikte güçlü bir çalışma ile bu ülkede adil bir ekonomik programın uygulanması için mücadelemizi daha güçlü sürdürmeliyiz. DEM Parti olarak programımızdaki en önemli noktalardan birisi, adil ve demokratik bir programın hayata geçmesidir” diye belirtti.
Herkesin katılımıyla kent uzlaşısı
Batı kentleri için kent uzlaşısından bahsettiklerini anımsatan Hatimoğulları, “Demokratik yönetim demek, o kentteki bütün yerel dinamikleri, kadınların, gençlerin, çocukların da yönetime katılması demektir. Demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşlarının yönetime katılması demektir. İşte kent uzlaşısı derken tam da bunu kast ettik. Kent uzlaşısı demek o kentte yaşayan bütün farklı halklar ve inançlardan, yöre derneklerinden, emek ve meslek örgütlerinden temsiliyetlerin fikirlerinin buluştuğu bir fikir manzumesi, bir yönetim biçimidir” ifadelerini kullandı.
‘Belediyeleri kendi irademizle yöneteceğiz’
Kayyım yönetimindeki belediyeleri geri alacaklarını vurgulayan Hatimoğulları, “Kayyım, erken dönemde Türkiye’de elde edilmiş olan seçme ve seçilme hakkının Kürdün elinde alınması demektir. Belediyelerimizi kendi irademizle, halkın iradesiyle yöneteceğiz” dedi.
‘Seçimler bizim için durak’
Kürt sorununu savaş ve çatışma ile çözülmeyeceği vurgulayan Hatimoğulları, “İçeride huzur ve barışı tesis etmek, yüzyıldır başarılamayan demokratikleşmeyi gerçekleştirmek için 3’üncü yolun yolcusu olduk. 3’üncü yolu, paradigmamızı inşa etmek konusunda seçimler bizim için sadece bir durak. Sadece seçim kazanmak değil, demokrasiyi kazanmak istiyoruz. Batıda kent uzlaşısının gerçekleşebileceği her yerde kent uzlaşısını zorladığımızı bilmenizi istiyorum. Seçim başarısıyla gerek batıda gerekse Kürdistan’da halkların, ezilen ve sömürülenlerin hayali bir ülkeyi, demokratik cumhuriyeti kurmak için önemli bir adım atmış oluruz. O da sizlerin çabasına, partimizle birlikte dayanışmacı bir ruhla çalışmasına el ele vermesine bağlıdır” ifadelerini kullandı.”
Genellemelerin kıyısında ucuz mavra hallerinin ötesinde sahici bir yarını aramaya çaba sarf ediyor Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi. Güncellik alışılmadık yıkımların ta kendisine çıkartılırken, yolun, yordamın, anlam ve meramın öylesine değil doğrudan elden çalınanı geri alabilmek için bir mesele evrimini örnekliyor eş başkan Hatimoğulları. Seçim mefhumunun Türkiye sathı mahallindeki dönüşümüne karşı, Kürdistan illerinden başlayarak başka bir mücadele hattının var edilebilirliği üstüne kelamını eyler. Tümüyle ezber edilmiş olagelen bir devletli şablonu, dili, kapsamı ve eylemselliği karşısında öteki olarak bilinenin asıl derdine dair bir çıkarım önümüzdeki günleri de biçimlendirecektir en kestirmeden. Üçüncü yolu, kent dayanışmasının elzem halini, Kürd sorunu gibi asırlık bir hat / temel üstünden halen güncellenen yıkımların karşısında sözün neden mühim, eylemin neden acil olduğunu idrak ettiğinde bu ülke bir yarından da bahis açılabilecektir. Genellemelerin kenarında, köşesinde hakikatin kalıplara sığmayan sureti temsilinde bir kere daha yılmayacak olanların meseli ortaya saçılır. Duraksamadan bir kere daha iradenin tam ve eksiksiz beyanı ile bir yarının imal edilebileceği duyurulur. Kulağı olan işitsin...
Genellemelerin ortasında topyekun alışılmadık yıkımlara çıkartılıyor güncellik. Bildik ve aşina olunan tahayyül ve tespitlerin sofrasında hayatın gerçekliği hiçbir kalıba sığmıyor iş bu zeminde. Düzen kendi ezberlerini yeniden var ederken, yarının her ne şekilde kuşatılıp derdest edilmeye sevk olunduğu artık anlık karşılaşmalardan, mütemadiyen 7 gün 24 saat boyunca gözetlemeye rağmen var ediliyor. Ne yana bakarsanız orasında bir cerahatin, bir biçimde hayata kastın bambaşka suretiyle sınanıyor memleket. Memleket artık lafın gelişi olarak bırakılıyor. Tümden belirgin bir halde bir çukura evrimin yönü güncelleniyor artık. Muktedirin boyunduruğu altında hegemonya bir yandan, bile isteye mahvetme diğer yandan, ekonomik ve sosyal politik, hayati herhangi bir müştereğin yaşama şansı sıfırlara indiriliyor. Böyle bir toplamda, onca nutka rağmen, bir dolu vaade rağmen hiçliğin dibine demirleyen bir ülke gerçekliği, genellemeleri aşan bir hakikat olarak kendini sabitliyor. Bir kere daha içinden çıkılamayacak bir cerahat sarmalının her nasıl imal edildiğine tanıklık ediyor şu sahnenin sıradan insanları. Yaşanan her gün, var edilen her dönemeçle bir kere daha ezber edilmiş, genellemeler arasında sıradan insanlar muktedir eliyle yolunu kaybediyor, umudunu, sözünü... Yol nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Artwork ::: Ryo TAKEMASA – Cover Illustration For Musashino
1 note · View note
seslimeram · 11 months
Text
Dünyanın Gümbürtüsü
Tumblr media
Dünyanın gümbürtüsü altında kalakalıyor sıradan insanın hayat memat sorunları. Alenen kendilerini büyük ve güçlü addeden ülkelerin, demokrasiden bihaber karabasan suretlerin bina edildiği zeminlerde var ettikleri yönetim anlayışlarında kurban kılınan insanların tüm o sıradanların yaşadıkları görülmüyor, sahiden duyulmuyor hiçbir zaman. Hemen hemen her günün apayrı bir cehennem kılındığı bir zeminde sınırlamaların kıyısında var edilmiş hayat bahsi un ufak ediliyor behemehal. Hiçbir çıkış en ufak bir ümit kırıntısına sahiden de yer bırakılmıyor. Birbirinin aynısı, birbirinden beter haller, tahayyül ve pratikler içinde gündelik kılınmış her şey tastamam zehir zemberek bir hale esir kılınıyor. Dünyanın var ettiği gümbürtü içerisinde yaraların sarılması, toplumsal bir müşterek imali, yeniden ve bu defa kalıcı kılınabilir bir demokrasiye zemin konulmuyor. Kaynakları hemen hemen her gün tükenen bir yerde tehdit / terör ve tahakküm üçlüsünde binbir yara var ediliyor. Boyunduruk altına alınmış olagelen yaşam idesi mahvedilmeye rehin edilirken cerahat her gün yeniden birimizden birisini hedefe koyuyor. Normatif bahsi zehirlenmiş, kırıcı, kıyıcı bir devlet pratiği var edilmiş, hürriyet çoktan zapt edilmiş bir yerde belirgin bir zeminde hiç kimseler için en ufak bir yarın tahayyülü var edilemiyor. Her şey o şimdi, şu anın içinde yerle bir. Her gün bir şimdiden başlayarak yarının tahrip edildiği bir şekli şemail ile dönüştürülüyor. Her şey her an gümbürtüde bir cehennem pratiğini güncelliyor. İşte size yepyeni dünya!
Dünyanın gümbürtüsü altında kalakalıyor insanlık mefhumu. Azerbaycan’ın arkasında sıra sıra dizdiği İsrail, Türkiye ve Rusya’nın gaz vermesiyle kotardığı yıkıcılığa “sahne” eylenmiş bir zamanların Artsakh, şimdinin Dağlık Karabağ nam sahnesinde bu tahayyül pek çok farklı örneğiyle birlikte bina edilir. Akla seza olanın hakikat eylendiği, zamansız değil Ermeni’nin hep aklında yer etmiş tehcir, kırım, yok etme politikalarının bir kere daha güncellendiği bir zemin dünyanın gümbürtüsü ile unutturulur. Kağıt üstünde çizilen ile hayatın hakikati bambaşka şeyleri beraberinde getirdiği unutturulmak istenir. İktidarda yirminci yılını var eden Aliyev zorbasının, Stepanakert’ten verdiği imgeler, daha yepyeni bir savaşın üstüne, İsrail devletinden alındığı zikredilen silahların istiflenmeye devam edildiği bir cenahta yıkımın, gümbürtü içerisinde hayatların nasıl altüst edilebileceğini de bir kere daha kanıtlar. Sıradaki hedefinin Ermenistan’ın Goris, Syunik ve yöresinden mülhem, sekiz köy tiradının ardından çıkagelecek bir saldırı olduğunu gizlemeyen bir devri sabık liderin var ettiği şey bir zafer değil başlı başına bir yıkımdır misal kestirmeden bunca afaki. Birbirinden uzak görünen parçalar birleştirildiğinde var edilmiş gümbürtüden sonra ortaya saçılan şey bir yıkım tahayyülüdür her şekilde. Sabah akşam Karabağ Azeri, Azerbaycan’ın olsa ne yazar bu raddeden sonra orası meçhuldür!
Gel gelelim sadece o örnek de değil, bizatihi o savaşın mimarlarından bir biçimde baştaki efendinin damadı namıyla bilinen silah tüccarı Selçuk efendinin de var ettiği cerahat ve tüm o ucuz mavralar da bu tahakküm / yok etme pratiklerinde artık hangi seviyelerde olunduğunu göstere gelecektir. Sahibi olduğu firmanın var ettiği Azerbaycan’daki yıkım, bizatihi taşeronu olduğu İsrail’den sağladığı teçhizat / yazılım / araştırma ve geliştirme hal ve faaliyetlerinin beraberinde sunduğu şey ölüm iken bunu bir başarı hikayesi diyerek satmasının da ta kendisi misal o gümbürtü içinde duyulmayandır. Bayraktar denen çatının var ettiği şeylerin yüz yirmi bin insanı evinden etmesinin mesel olunmaması gerektiği bunun turan denilen ucuz mavranın bir detayı olduğu zikredilir. Birbirine kırdırılan halkların bir kez olsun yan yana gelemeyeceğini göstere gelen bir yıkım / savaş / tehcir döngüsünün imalindeki rolü zaten yeterince belirgin olanı işaret eder. Türklük kavramını yok etmelerle iliştiren, birleştiren bir aklın var edeceği tek şey kötülüktür. Ki kendisi daha bugünlerde devam etmekte olan İsrail, Gazze / Filistin arasındaki yıkıcı savaşta bizatihi ol Filistin’den yana görünürken dahi İsrail ile ilişkilerini sağlam tutmaya, kendi firmasını güncel bir yıkım / ölüm makineleri mucidi olarak işlevselleştirmeye devam edendir. Bir yandan da Akdeniz’e çağrılmış olagelen Amerikan donanmasına ait savaş gemisindeki ol pozlarıyla buradayız derken, müttefik olunduğu zikredilenlere de arkalarından iş pişirmeye devam ettiği İsrail ve Amerika’ya da bu işler şu coğrafyada böyle yapılır meselini bildirir. Suçun vakitsizliği bir yana, örtülemeyecek bir cerahati imal edip, can alan makinelerin imalatçısı, eline kan oturmuş bir temsil dahi zaten dünyanın gümbürtüsü sahnedeyken, belirgin bir biçimde ifşa olmalıydı. Burada İsrail’i telin mitinginde görünüp orada İsrail ile iş bitiren, Amerika’ya şirin gözükme çabasına düşen bir primitif / çıkarcı bir burjuva karşımıza çıkar. Her şeyiyle rezil rüsva, her şekilde insanlık suçlusu bir temsil daha neyini nasıl izah edelim! Bir kere daha hayatın mahvına sebebiyeti matah bir şeymiş gibi pazarlarken kendileri, kurumları, yüce makamları, vesaire vesaire.
Mezopotamya Ajansından Ferdi Bayram’ın haberidir: “Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin statüsünü hedef aldığını belirten DİB Koordinasyon Kurulu üyesi Ayşegül Devecioğlu, Kürtlerin bu saldırlar karşısındaki direnişinin meşru olduğunu vurguladı.
Türkiye, İçişleri Bakanlığı’na dönük 1 Ekim’de gerçekleştirilen eylemi gerekçe göstererek Kuzey ve Doğu Suriye’yi bir kez daha hedef aldı. 4 Ekim’de başlatılan hava saldırılarıyla bölgenin alt yapı ve sivil yerleşim alanlarını hedef alındı. Saldırıları değerlendiren Demokrasi İçin Birlik (DİB) Koordinasyon Kurulu üyesi Ayşegül Devecioğlu, Kürtlerin statüsünün hedef alındığını söyledi. Kürtlerin saldırılara karşı direnişinin meşru olduğunun altını çizen Devecioğlu, saldırılarla yaşam alanlarının hedef alındığı ve bu durumun Kürt sorununda çözümsüzlüğünden kaynaklandığına işaret etti.
Türkiye’nin, İçişleri Bakanlığı’na dönük PKK’nin üstlendiği eylemi gerekçe göstererek Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırdığını anımsatan Devecioğlu, Türkiye’nin krizi fırsata dönüştürmeye çalıştığını dile getirdi. Devecioğlu, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’deki Kürtlerin statüsü olan Özerk Yönetime tahammül edemediğini ifade ederek, “Rojava’nın varlığı, Türkiye’yi rahatsız ediyor. Rojava dediğimiz yer, yeni bir sistemin olduğu, halkların bir arada yaşadığı yer. Buna sadece Türkiye karşı değil, dünyanın bütün egemenleri karşı” diye belirtti.
Türkiye’nin yer altı ve yer üstü enerji kaynaklarını bombalamasının nedeninin tamamen kolektif yaşamı parçalamak olduğunu dile getiren Devecioğlu, bu saldırıların uluslararası sözleşmelere ve evrensel hukuk normlarına aykırı olduğunu söyledi. Devecioğlu, “Kürt varlığını yok etmek ve bu çözümsüzlükle ayakta kalabilecek bir iktidar var. Devlet, bizden aldığı vergilerle silah, bomba alıyor ve gidip başka halkların üzerine yağdırıyor. Bugün Rojava’da olanın Gazze’den ne farkı var? Gazze de abluka altında, Rojava da abluka altında. Kalkıp İsrail’i eleştirip, Rojava’da sivil insanlara saldırmak nasıl bir anlayış. Rojava’ya yönelik saldırıyı sadece iktidar değil, kurumsal muhalefet de destekliyor” dedi.
Kuzey ve Doğu Suriye’de halkların eşit haklarla bir arada yaşam inşa ettiğini sözlerine ekleyen Devecioğlu, “Kamusal alanda bu hakların güvenceye alınan bir sistem olduğunu biliyoruz. Burada kadınların etkin olduğu, İŞİD’e karşı savaşan kadın komutanlar ve yöneticiler var. Onların bir kısmı da SİHA’larla yok edildi” ifadelerini kullandı.
Savaş politikalarının Türkiye’yi ekonomik olarak uçuruma sürüklediğini söyleyen Devecioğlu, bu durumun halkların bir arada yaşadığı eşit ve demokratik bir geleceği de yok ettiğini ifade etti. Savaşın sadece askeri olarak yürütülmediğine işaret eden Devecioğlu, özel savaş politikalarına dikkat çekti. Devecioğlu, “Savaş sadece bombayla olmuyor. Kürt illerinde ağaç kesmek, Kürt gençlerini uyuşturucuya alıştırmak savaşın bir parçasıdır. Savaş her anlamda Türkiye’yi yok ediyor. Savaş şu an iktidarın ekonomik alanda bütün çözümsüzlüklerinin üstünü örtmek için kullandığı bir araç. İnsanlar bu ülkede barınma, sağlık, eğitim ve ulaşım haklarını kullanamıyor. Bunları etkin ve nitelikli bir şekilde kullanmak için bunu vergilerimizle sağlıyor. Peki bu kaynaklar şu an nereye gidiyor? Bombaya, mermiye gidiyor. İktidar savaş siyasetiyle ayakta duruyor” diye belirtti.
Erdoğan’ın Gazze’ye dair sarf ettiği, “Şu anda Gazze‘ye su verilmiyor. Elektrik yok, verilmiyor. Hani insan hakları” şeklindeki sözlerine tepki gösteren Devecioğlu, “Erdoğan’ın İsrail’le yaptığı birçok ekonomik anlaşma var. Erdoğan’ın kalkıp insan haklarından bahsedip Gazze’ye sahip çıkması, tam bir iki yüzlülük ve yalan. Gazze onu ilgilendirmiyor. Burada ikiyüzlülüğü aslında muhalefetin onun yüzüne çarpması gerekir. Muhalefetin şunu diyebilmesi gerekir, ‘Kendi halkından olan, evinde oturan insanları bombalıyorsun, çocukları öldürüyorsun’ demeli. Bunun da sorulmadığı bir noktadayız. Gazze’dekiler insansa, Rojava’dakiler insan değil mi? İsrail’e yapılmış bin anlaşma var. Tabanına yaranmak için Gazze’ye sahip çıkmaya çalışıyor” diye konuştu.
İktidarın çözüm için bütün yolları tıkadığını belirten Devecioğlu, barış, adalet ve eşitlik talep edenlerin “terörist” olarak suçlandığını ifade ederek, şöyle devam etti: “Bir barış hareketi ortaya çıkamıyor. Biz usanmadan bu barış talebini her yerde dile getireceğiz. Çünkü bu savaş her şeyi zehirliyor. Demokratik toplumun, bu savaşın meşrulaştırılmasına karşı ortak mücadele etmesi gerekiyor. İki yüzlü olmamak gerekiyor. Filistin halkının direnişi meşru ise, Kürt halkının direnişi de meşrudur. Bu savaşa karşı acil bir şekilde barış adımı atılması gerekir. Bunun önceki çözüm sürecinden farklı olarak daha genel, toplumsal bir mutabakata oturtulması gerekir. Meclisin çözüm yeri olduğu, yasaların çıkartıldığı, insanların barışı konuştuğu bir yol temizliğine ihtiyaç var. Bu da mücadele ve örgütlülükle yapılır. Çocuklar okula aç gidiyorsa, bunun savaş politikaları ve Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklandığını anlatabilmeliyiz.”
Dünyanın gümbürtüsünün yutmaya çabaladığı yıkımlardan birisi Rojava topraklarında sahneleniyor. Daha öncesinde Afrin’i, Ras-Al Ayn’ı, Cerablus ve ötesini abluka altına alıp, toprakları işgal edip, çetelerle birlikte çöreklenen sahalardaki gibi yine yeniden tüm dünyanın gözleri önünde bir cerahat imaline girişilir. Alnımıza sürülmüş tek bir leke yok, olmamıştır da denilirken, Rojava’dan Irak’ın Kuzey’ine kadar geniş bir sahada en başta da Şengal ve Kobane olmak üzere bir müşterekler silsilesini var eden, hayatı ortaklaştıran bir biçimde yaşamı tahrip / onarması imkansız yaralarla donatmak isteyen Irak Şam İslam Devletine boyun eğmemiş olanlara göz dağı vermek için aralıksız bir yıldırı hali var edilir. Bütün o gümbürtü dahilinde yaşamın biricikliğinin mevzu edilmemesine çaba sarf olunur. Bomba / silah / insansız hava aracı vesaire nam adlandırılan mühimmata gömülen milyonlarca doların akıbeti yıkımlarda un ufak edilen hayatların ortasındadır. Bir yangın yerine dönüşüyor Ortadoğu / Kafkaslar ve etraflıca bakıldığında dünyanın handiyse tamamı. Biteviye kendini tekrar edegelen zulüm ile istikbal devşirilmesine devam olunup, hayat altüst edilirken, koltuklarına zamklanmış olagelen temsillerin yıkıcılığı her yanı, her yanda kuşatmayı sürdürüyor. Dünyanın gümbürtüsü altında kalakalıyor sıradan insanlar. Bu da böyle, kayda geçsin.
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: No War – Gündüz AGHAYEV – Twitter
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Cerahat Hayatı Kuşatırken
Tumblr media
“Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi," diye söylendim sokaklarda, "acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim! 'Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum... maddenin ve donukluğun lütfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlemektir. Rüzgâr, havanın çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarımdan istifa ediyorum. Nâmevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... 'Arzu', sözlüklerden ve ruhlardan hepten silinsin! Yarınların baş döndürücü şakası önünde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi hâlâ muhafaza etsem dahi, ümit etme melekemi hepten kaybettim.” Emil Michel CIORAN – Çürümenin Kitabı – Metis Yayınlar�� – Çevirmen: Haldun BAYRI
Bariz devamlılığı sağlama alınmış bir hayat tecrübesini yaşıyoruz. Deneyimimiz kılınan o yaşama eyleminin her anı, her dönemeci, her arası, ötesi berisi bir kere daha cerahat halini kapsıyor. Cürümlere hedef ediliyoruz. Nesnel, sabit bir nefret söyleminin toplumun artık her kesimi için bir linç fırtınasını var etmesine tanıklık ediyoruz. Korkunç dehşet verici bir ayrım, ırkçılık tahayyülünün birlikteliğinde bir göçebeler yurdunun her nasıl ötekisine düşman addedildiğini görüyoruz. Her şey iç içe geçiyor. Her gün biraz daha karanlığa yol alınıyor. Sürgit kılınan tahakküm ve beraberinde imal edilen dehşet hali içerisinde tümden bir kaos teorisi var ediliyor. Birbiri ardına şok doktrinlerinin insafına terk edilmiş olan iş bu cenahta her gün hayat hedef kılınıyor. Cürmün cerahatle bütünleştiği zeminde “hayat” bunca karanlık / tahakküm döngüsü arasında un ufak ediliyor. Birer mezar kılınmış olan, aslında dört duvardan ibaret evlerimizde konforlu sandığımız gibi azar azar, peyderpey bir devinim ile hayat mahvediliyor. Her şey aleni bir çürümenin rotasında afaki bir halde çarçur edilmektedir artık. Her gün bir kere daha sınavlarla kuşatılmaktadır. Devri sabık ol iktidarın korkunç pratikleri icraat olarak duyurulurken var edilen kuru gürültü dahilinde duraksamadan yalın bir yıkım tecrübe ettirilir. İlerleme, yenilenme, medeniyet tahlilleri vesaire boş laf kılınır. Bütünüyle doğrudan ve kesintisiz bir cerahat elinde hayat hedeftir.
Tümden namevcudiyet dayatması söz konusu edilendir. Hayat lime lime edilirken feragat istenen hayatın tam da tüm tanımlarından arındırılmasıdır. Ümit etme tahayyülü felsefeyi günümüzde biçimlendiren temsillerden Emil Michel Cioran’ın yazdığı gibi sıradan olan insanın temellerinden ayrıştırılır. Gündelik bir formu dehşet bir biçimde yerle yeksan ede duran iktidar kliğinin sunduğu her şey ayrıntıda değil doğrudan o ümidin mahvını tümler. Değersiz, aleni bir biçimde yalnız, yapayalnız konulan insanların kursaklarından geçen her lokmanın sayıldığı, sayının günbegün azaltıldığı bir zeminde hayat tecrübe edilebilir bir deneyim olmaktan öteye geçer. Ümidin berhava edildiği, her günün bir öncesinden de ağır sınamalara çıkartıldığı, zorun, zorlukların devlet eliyle istihkam edildiği, yönünün tam ve eksiksiz biçimlendirildiği bir kurgu gerçekliğimiz kılınır. Gerisini zaten Cioran’ın kitabından okuyabilirsiniz. Mahvetme retorikleri bir çürümeyi mutlak kılar. Halihazırdaki muhalefetin olduğu gibi salla baş halleri, görmezden gelme çabaları, nasılsa unuturlar hal ve isteminin refakatinde baş efendinin Türkiye tahayyülü dört bir yanda bu geriletmeyi var eder. Duraksamadan bir cerahatin ortasına düşen ülke gerçekliği yıkımı önceler, kesin bilgi.
Yeni Yaşam Gazetesinden aktaralım: “Zırhlı aracın çarpması sonucu ağır yaralanan 12 yaşındaki Tajdîn Adal’ıyı ziyaret eden Yeşil Sol Parti’li Ömer Faruk Gergerlioğlu, “Niye başka illerde değil Kürt kentlerinde bu olaylar oluyor?” diye sordu
Şirnex merkezde 30 Ağustos’ta zırhlı polis aracının çarpması sonucu ağır yaralanan 12 yaşındaki Tajdîn Adal’ının hayati tehlikesi devam ediyor.
Şirnex’te yapılan ilk müdahalenin ardından Êlih’teki özel bir hastaneye sevk edilen Adal’ın beyin kanaması geçirdiği tespit edildi. Olay ise, tedavinin sürdüğü hastanedeki raporlara “adli vaka” olarak geçirildi.
Êlih’e gelerek Adal’ıyı ve ailesini ziyaret eden Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Kocaeli Milletvekilli Ömer Faruk Gergerlioğlu olaya tepki gösterdi.
Bilinci açık değil
MA’dan Zeynep Durgut’a Adal’ının hayati riskinin sürdüğünü vurgulayan Gergerlioğlu, bilincinin bulanık olduğunu söyledi. Gergerlioğlu, çocuğun son durumuna ilişkin şunları aktardı: “Tajdin Adal’ıyı hastanede ziyaret ettik. Yoğun bakımda gördüm. 11 yaşında 6’ncı sınıfa giden bir çocuk. Şuuru hafif bulanık. Kendisiyle konuşmaya çalıştım. Kaça gidiyorsun, yaşın kaç gibi sorular sordum ancak cevap veremedi. Beyin kanaması geçirmiş. Şuanda ameliyatsız takip ediliyor. Fakat tomografi sonuçlarında beyin kanamasında biraz artış var. Onu da durdurabileceklerini düşünüyorlar. Çocuk gözetim altında. Durumu iyiye de kötüye de gidebilir. Annesi de oradaydı. ‘Çocuğumun canı önemli ondan başka bir şey istemiyoruz’ dedi.”
Niye Kürt kentlerinde oluyor?
Zırhlı araçlar çocukların oyun alanlarından çekilmediği sürece bu tarz olayların süreceğine dikkat çeken Gergerlioğlu, “Zırhlı araçlar çocukların bisiklet sürdüğü, top koşturduğu, oyun oynadığı alanlarda olmamalı. Barışçıl bir çözüm düşünülmediği müddetçe zırhlı araçlar Kürt kentlerinde çocukların dolaştığı sokaklarda dolaşıp, birçok kaza olacaktır. Şimdiye kadar onlarca kaza yaşandı ve birçoğunu takip ettim. Zırhlı araçların görüş açısının, bisiklet sürmekte olan bir çocuğu fark etme noktasında son derece kısıtlı olduğunu gördüm. Dolayısıyla çocukların oyun oynadığı yerde zırhlı araçların dolaşmasının bir kazaya davetiye çıkarttığı apaçık ortada. Şuana kadar pek çok böyle vaka rastladık. Kimisinde çocuklar yaralandı, kimisinde öldü ve hepsinde biliyoruz ki bu olayların üstü örtüldü. Ciddi cezalar verilmedi. Çoğunlukla ‘takipsizlikle’ veya ‘çocuğun kusurlu olduğu’ yönünde kararlar verildi. Bunun politik boyutunun olduğunu düşünüyoruz. Niye başka illerde değil Kürt kentlerinde bu olaylar oluyor? Barış tesis edilseydi, sorunlar Anayasal çerçevede çözülseydi zırhlı araçlar çocukların oyun oynadığı yerlerde olmazdı ve bu kazalarda olmazdı. Şimdiye kadar olanlar apaçık ortada. Bundan sonra çocukların zırhlı araçlar tarafından hayattan koparılmaması için bir an evvel Kürt sorununda çatışmasız, barışçıl bir çözümün gerçekleşmesi gerekiyor” dedi.”
11 yaşındaki Tajdîn Adal’ın başına getirilenin ta kendisidir işte bir yandan çürüyen bir yandan da dehşet dolu bir vahamet sarmalına dönüşen ülke tahayyülü. Yaşamdan eksik kılan, hayata göz diken, her durumda ama her durumda bir sınamayı süreğen addeden ve kendi yurttaşını ister çocuk ister yaşlı, ister kadın, ister erkek bir biçimde düşman gören, bilen ve bildiren aklın eylediği şey tam da bu kötürüm haldir. Çocukların hayat haklarını terörle mücadele diyerek altüst edebilen bir akımın / mekanizmanın karşısında ne kalır ki düzgün. Eşikler atlandığı, çağın ilerisi için hamleler var edildiği, muasır medeniyetlere ait olduğu zikredilen dönemeçlerin çoktan aşıldığı / yükseldiğimiz zikredilirken son kırk üç yılın ve son bir asrın birörnek benzeş tahakküm hamleleri, sistematik şiddetinden bir gıdım uzağa düşmeyecek midir bu ülke? Soykırım pratiklerine tutunarak tek bir iyi günü var edebilir mi bir ülke. Tajdin Adal kaçıncı çocuktu, Kürd sorununa kurban bilinecek ve daha kaç kere insanların gündelik hayatları dar edilecek? Bitmeyecek yaralarla kuşatılmış bir menzilde hangi gün, hangi olay, hangi yıkımdan sonra bir dur denilecektir. Sahi ama sahiden de düşünen var mıdır?
Bianet’ten aktaralım: “Diyarbakır'da 28 Aralık 2019’da zırhlı polis aracının çarpması sonucu yaşamını yitiren Cihan Can davasında karar çıktı.
Can'a çarpan polis H. A.'nın “taksirle ölüme sebebiyet vermekten” yargılandığı davanın karar duruşması Diyarbakır 11’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
MA'nın haberine göre; duruşmada Can’ın ağabeyleri ve ailenin avukatı Fuat Coşacak ile sanık avukatı hazır bulundu. Sanık polis H. A. ise duruşmaya katılmadı.
Savcı önceki celsede, Adli Tıp Kurumu’nun (ATK) olayda sanık polis H.A'yı yüzde 100 kusurlu bulduğu raporlara dikkati çekerek, sanığın üzerine atılı suçtan cezalandırılması yönünde verdiği mütalaasını tekrarladı.
Bugün görülen duruşmada avukat Fuat Coşacak, "sanığın üzerine atılı suçun sabit olduğunu ve hapis cezasıyla cezalandırılmasını" istedi. Sanık avukatı ise müvekkilinin beraatini talep etti.
Taksirle öldürmekten ceza
Savunmaların ardından mahkeme, “Cihan Can’ın taksirle ölümüne sebep olmaktan” sanık polise 3 yıl hapis cezası verdi. Cezada indirime giderek polisin cezasının 6’da bir oranda indiren mahkeme, indirim uygulanan cezayı 21 bin 200 TL para cezasına çevirdi.
"Ceza değil, ödül"
Polise verilen cezaya ilişkin MA'ya konuşa ağabeyi Neytullah Can, şunları söyledi: “Böyle bir ceza beklemiyorduk. Şu an verilen ceza resmen ödüllendirmedir. Yapılan cinayeti akladılar, biz öyle görüyoruz. 21 bin 200 TL’yi de aile olarak biz yatıracağız. Memur rahatsız olmasın.
“Bizim canımız yandı başkalarının yanmasın dedik ama maalesef başka canlarda yanacak gibi görülüyor. 6 tane yüzde 100 kusurlu rapor kararı verildi. Buna rağmen sonuç böyle olunca bu adaletin peşini bırakmayacağız. Elimizden geleni yapacağız. Bizim için bitmiş değildir. Nereye kadar yol varsa oraya kadar gideceğiz."”
Tecrübe ettirilen hayatın eksiltmelere çıkartıldığı bir zeminde yaşıyoruz. Bir kere daha ama asla son kez değil cürmü var edenlerin sırtlarının okşandığı / haklarındaki davaların birer ikişer düşürüldüğü bir zeminde, müşterek olan bir yaşam hakkının muhafazası her nasıl söz konusu edilebilecektir? Kürd sorununun asırdır süre giden inkar ile imha ikilisi arasındaki seyrüseferinde Cihan Can kaçıncı kurbandı? Hemen arkasından bunca yıldırı sürdürüle durulan o inkar ve tümüyle failin arkasının kollandığı bir zeminde hangi adalet mefhumundan bahis açılabilir ki? Tümden, topyekun bir mahvın kıyısına terk edilmiş ol Kürd halkına her gün ayrı, bazı günler apayrı bir tehdit, yıldırı ve tahakküm var edilirken, cinayetlere ortak olan devlet nasıl bir sulhu var edebilir. Cemile Çağırga, Kemal Kurkut, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, nicesi ve nicesinin isminin geriye kaldığı, yaralarının hiçbir zaman kapanmayan bir mirasa dönüştüğü menzilde tecrübe ettirilen hayatın her nasıl katran karanlığından mülhem olduğu artık afakidir. Düzenin kendisine düşman bildiği ya da saydığına karşıtlığını böylesi bir yok etme istemiyle var ettiği yerde hiç kimse ama ol evin esas sahibi biziz biz diye böbürlenenler güvende değildir. Cihan Can’ın yaşama hakkını elinden çalabilen cüretin, hesap vermezlik zırhı ardından var ettiği bu çürüme, bütünüyle cerahat ve apaçık nefretin karşısında hayat hiçbir sıradana en ufak bir nefes alma hakkını dahi çok görür, görecektir de, derdimizdir.
Bir devinim içerisinde mütemadiyen sınanarak bir yaşama mahkum ediliyoruz. Ya hakkımız olan elimizden gasp ediliyor. Ya hürriyetin ta kendisi unutturulmak isteniyor. Eğer ki bir sıra neferi değilseniz sorgulamak dahi dokunan yanar dediklerini hakkaniyete ulaştıran bir sınavı beraberinde getiriyor. Sistem tümüyle çürükken, her yerinden apayrı sökün eden irine karşı ne yapacağız diye sual etmek dahi imkansız kılınıyor. Ya nefrete, ya hiddete, ya tehdide, ya lince maruz konuluyor bir ülkede sıradan insan. Mütemadiyen sınanmak kesintisiz kılınırken, her türden tahakkümün yepyeni suretleri katara ekleniyor. Bir fasit döngü ki her yanında, her gününde apayrı cürümlerle yoldaşlık ediliyor. Bütünün yıkımlarla, cürümlerle, çürüten ve ezen bir tahakküm nesnelliğiyle birlikte çıka geldiği bir zeminde mahkum edildiğimiz yaşam nefesimize kast ediyor artık kesin bilgi. Cepteki delik nasıl büyüyorsa, ruhlarımızı yaralayan, direnci kıran, ezen, azaltan bir tahakküm hal ve istemiyle ülke kuşatılıyor. Yüzüncü yılında, yepyeni ülke diye anılanın masallardan öte hakikatteki bu sureti temsili, bunca açık kötülük dolu yansısı, istikamet diye var edilen çıkmaz sokağında hayat un ufak ediliyor. Sahiden umursar mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Sertaç KAYAR – Reuters – BBC Türkçe
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Yazgı Meseli
Tumblr media
Bir yazgı kabilinden cerahatin ta kendisine rehin edilmiş ülke, sanki hemen her şey rutin haldeymiş gibi canhıraş savunma halleriyle örtbas edilmek istenir. Müştereklerinin tümü yerle bir edilmiş, artık değme normatif hali bırakılmamış, her gününe apayrı karanlıkların denk getirildiği bir zeminde olmakta olanın fecaat hali, yazgıymış gibi sunulur. Budur işte haliniz diye geçiştirilmek istenir. Haber bülteni görünümlü devri sabık iktidarın alenen ve açık propagandasını var eden bir sunumun dahlinde, kıyıdan köşeden çürümüş olan yerin sureti temsili, korku için yeniden türetilir. Cinayetler, gasplar, talanlar, birbiri ardına dizili kavgalar, dövüşler, rantiye savaşları ve nicesi ile o korkutan / teslimiyeti vaaz eden akımı sürekli öne süren bir fasit döngü bina olunur. Kimsenin acından ölmediği zikredilen yerde bir ülke olmanın en küçük halini var eden ol karın tokluğunun dahi çok görüldüğü bir yer mesel edilmesin isteniyor. Bindirme kıtaların, haber bültenlerinde görece iyimserlik halini sürekli zikrederken cukka doğrultmaya devam ettikleri yerde, doların / euronun evrilip bir aşağı bir yukarı yapmasında sıfırlanmaya doğru yollanan bir halk göz ardı edilir. Bir yazı, yazgıymış gibi bunlar gelip geçici sınavlar olarak zikredilir, oysa hayatın bu sahnede ne tek bir sınavı biter, ne her güne daha beterin ilave edilmesi gayretinin önü alınır. Hayatın o pamuk ipliğine rehineliğinin aralıksız kılındığı bir cerahat sarmalı mütemadiyen çabalar ile birlikte güncellenir.
Birleşik, bütünleşik bir halde dönüşümün yıkımlara denk getirildiği bir zamanın tanıklığı sürdürülmeye devam olunuyor. Bir yazgıymış gibi sunulan / pay edilenlerin yekununda ol cerahatli yıkıcılık / kıyım haline dönüşür. Bütünüyle, doğrudan ve hemen hiç kesintisiz bir halde ak parti ve beraberindekilerin elinde bir oyun sahnesine dönüştürülmüş gerçekle bağlarını toptan koparmış olagelen yerin hazin temsili var edilir. Maksat durmak yok, hiç arasız fasılasız yola devam! Herkese eşit, adil, ortak bir ülke tahayyülünün kenara terk-i diyar olunduğu bir zeminde, neoliberlizmin göndere çekildiği, yıkıcı / kıyıcı / ezici bir yer kelimesi kelimesine bedene yönelik kastın sürekli kılındığı bir cendere / sarmal gerçekliği mevzu edilesidir. Bu kadarıyla dahi bir normatifi bırakılmamış olan yerin haleti ruhiyesini anlamlandırmak mümkündür, görebilene. Mezopotamya Ajansından aktaralım: “İktidarın ekonomi politikasının seçime endeksli hareket ettiğini ve peş peşe hatalar yaptığını belirten İktisatçı Mahfi Eğilmez, “İlk kez bir iktidar kendi kendine enkaz devretmiş oldu” dedi.
Dolar kurunda yükseliş devam ediyor. 14 Mayıs seçimlerinden önce 19,57 lira, 28 Mayıs'taki Cumhurbaşkanlığı Seçimi ikinci turundan önce ise 19,97 lira olan ABD Doları, 28 Mayıs seçimlerinin ardından gelen 8 işlem gününde 2,5 liradan fazla arttı. Dün itibariyle tarihi zirveyi gören Dolar, bugün de yükselmeye devam etti. Piyasanın kapalı olduğu saatlerde 22,20'ye çıkan dolar, bugün 23 TL’yi geçti. İktisatçı Mahfi Eğilmez, bloğunda yayınladığı “Ne Oldu da Dolar Kuru Uçtu” yazısı ile dolar kurundaki artışın nedenlerini değerlendirdi.
İktidarın Peş Peşe Yaptığı Yanlışlar
2021 yılının Eylül ayına girildiğinde enflasyonun da Merkez Bankası faizinin de yüzde 19 olduğuna dikkat çeken Eğilmez, “Enflasyonda yükselme eğilimleri vardı. Doğru para politikası faizi 1 veya 2 puan artırarak bu yukarı gidişi durdurmaya yönelecek politikaydı. Daha az doğrusu faize hiç dokunmamak şeklinde bir uygulamaydı. TCMB tam tersini yaptı ve faizi düşürmeye başladı. Bu yanlışa iki yıla yakın bir süre devam etti ve faizi yüzde 8,5’e kadar indirdi. Bu yanlış yaklaşımın sonucu olarak enflasyon yüzde 70’lere yükseldi. Hükümet, zaman içinde, bu yanlıştan dönmek yerine peş peşe yeni yanlışlar yaptı: Fiyatlara müdahale etmeye ve enflasyonu o yolla denetlenmeye çalıştı. Piyasa ekonomisi içinde kalarak bunu yapmanın imkânsız olduğunu göremedi. İki yüz yıl öncesinin trampa ekonomisi mantığıyla ekonomi politikası uygulamaya çalıştı. Başlangıçta olumlu sonuç alınır gibi oldu. Hep böyle olur zaten. Enflasyon, önceleri baz etkisiyle sonra da fiyatlara, piyasaya ve kurlara yapılan baskılarla inişe geçti. Bunun sürdürülebilir olmadığını da defalarca anlatmaya çalıştık. Yanlıştan dönmek yerine başka yanlışlar art arda geldi. Kuru tutmak için kur korumalı mevduat adı altında aslında döviz olan ama TL gibi görünen yüksek faizli bir mevduat uygulaması devreye sokuldu. Milyarlarca dolarlık bir maliyete ulaştı. Nasıl çözüleceği bilinmiyor ve sorun ertelenerek zamana terk ediliyor. Bir yandan da bankalara baskı yapılmaya döviz alım satımı denetlenmeye başlandı. Bir süre de böyle idare edildi”
‘Ekonomi Politikası Seçime Endeksli Yürütüldü’
Eğilmez, yazısında şu ifadelerle sürdürdü: “Benim yanlış diye yorumladığım bu ekonomi politikası bazı başka yorumculara göre bilerek istenerek seçim kazanmaya yönelik uygulanan bir politikaydı. Bu yorumu yapanların haklı olduğunu düşünüyorum. Ekonomi politikası yaklaşık iki yıldır tümüyle seçime endeksli olarak yürütüldü ve ekonominin ağır yara almasına aldırış edilmedi. Enkaz Başlıklı 5 Mayıs tarihli yazımda şöyle yazmıştım: ‘Siyasal iktidar, çeşitli hamlelerle bu feci enkazı seçime kadar gizlemeyi başardı. Pek çok kişi durumun iyi olduğunu sanıyor. Eğer iktidar el değiştirirse yeni gelenler bu feci tabloyu devralacak. Ve eğer bu durumu halka anlatmayı başaramazlarsa enkazı onların yarattığı sanılacak. Eğer iktidar değişmezse, tarihimizde ilk kez bir siyasal iktidar kendi kendisine büyük bir enkaz devretmiş olacak.
‘İlk Kez Bir İktidar Kendisine Enkaz Devretti’
Bugün gelinen aşamada, zembereğin boşalmasıyla birlikte, dolar kuru, normal düzeyine geldi. Buradaki kritik mesele bugün gelinen aşamanın gelinmesi gereken aşama olup olmadığı meselesi. Eğer ekonomi politikası ne pahasına olursa olsun seçim kazanmak amacıyla bu şekilde popülist yaklaşımlarla yürütülmeseydi ne enflasyon ne de kur böyle bir oynaklık içinde olmayacaktı. Bu yanlış ama popülist olduğu için oy getirici siyasetle seçim kazanıldı ama tarihte belki de ilk kez bir iktidar kendi kendine enkaz devretmiş oldu.”
Bir yazgı kabilinden var edilmiş cerahat ile menzil kuşatılmaya devam olunandır. Dibine ta en dibine kadar çürümenin yollarını arşınlayan dahası tek bir iyi gün ibaresi / düşüncesi ve eylemine müsamaha gösterilmeyen bir zeminde doların oynaklığı hayatlarımızın da her nasıl pamuk ipliğine rehin edildiğini bildirir. Ekonominin ağır biçimde hasar almasına mahal verilen bir zeminde, sıradan insanların hayat haklarının hiç sayılmasının acayipliği çıkagelir. Tümden ezber edilmiş aynı gemi tiradı zikredilirken, batışın çoktan var edildiği mevzu edilemesin diye süslü cümleler bina olunur. Mehmet Şimşek efendi, binbir türlü naz niyaz, belki de zaten başa getirilecek fecaati bildiğinden çekinerekten yeniden bakan koltuğuna yerleşirken plan tıkır tıkır işliyordu. Bir fecaat kabilinden öne sürülenlerle bunlar gerekli şimdi değilse ne zaman denilerek uygun görülenlerin birleşiminde toptan, keskin bir kıyım işlenir. İşlevsellik kazandırılan hızarla, zam üstüne zammın yağdırıldığı bir yerin hakikati karşımıza çıkartılır. Gündelik yaşamda var olmak bir emek mücadelesi ile birlikte psikolojik baskılamaya karşı durabilmeyi, aralıksız bütün tahakküm aparatları ve uygulamalarından bir şekilde sıyrılma çevikliğini ve her tuzağa görerek, bilerek hemen düşmemeyi öğrenebilmeyi vaz eder. Sıradanın gerçekliği artık bunlarla biçimlendirilir. Bu kadar.
Eşikler aşıp, yeni bir yüzyılın başlangıcında olduğu zikredilen yerde hayatiyet ayak altına alınalı çok olmuştur. Gündelik yaşamı var eden temel asgari bir insanlık gereksinimi olan her şey artık ulaşılamaz ilan edilir. Bir gün ekmekten, bir başka gün sütten, beriki gün bu katran karanlığında ulaşılabilen yegane legal zehir sigaradan, başka bir gün deterjandan bir başkasında içkiden, her gün ama her gün bir şeylerin eksik alındığı / temin edilemediği bir zemin gerçeğe ulaştırılır. Bir maaşın kira giderini karşılamaya dahi kafi gelmediği zeminde hangi iyi gün var edilebilirdi ki sahiden? Ele geçen ücretin ancak eksik kılınmış temel gıdaya, çok keskin bir kısmının eğitim / sağlığa gittiği kalanının da tamamının kiraya yönlendirildiği bir zeminde bırakın sahiplenmeyi, hayal kurabilmenin dahi önünün alınmasının karşısında kim nasıl dur diyecektir, sahiden düşünüyor musunuz tek bir an olsun sorguluyor musunuz?
Nitelikleri dönüştürmekten ziyade teslimiyet üstünden bina edilmiş, güven oyunu bize bu halk verdi diye böbürlenen muktedirin kendi kendisine yükseltip durduğu enkaz ülkenin hakikati iç kıyıcı bir karanlığın bizleri kuşattığını da örnekler. “Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2022 yılına ilişkin "hane halkı tüketim harcaması" istatistiklerini yayımladı. Verilere göre, Türkiye genelinde hane halklarının tüketim amaçlı yaptığı harcamalarda en yüksek payı yüzde 22,8 ile gıda ve alkolsüz içecekler aldı. İkinci sırada yüzde 22,4 ile konut ve kira, üçüncü sırada ise yüzde 21,3 ile ulaştırma harcamaları sıralandı.” Belirgin bir mahvetme retoriği, bu da sizin yazgınız denilerek her alanda olduğu gibi gündelik ol emeğin karşılığıyla yepyeni sınamalar olarak sıradana paylaştırılır. Bugün baktığımız odak, görebildiğimiz ülke şeması, binbir türlü lafa gereksinim bırakmayan bir cerahatin ta kendisine dönüştürülendir. Mutlak iktidarın suna geldiği seçeneksizlik, asgari ücretin dahi kör topal bir düzenlemeye tabi tutulacağının zikri sonrasında çıkagelen zamansız değil her daim zamanlı zam furyasıyla birlikte, sıfıra sıfır elde var sıfır yeniden takdim edilir. Yaparsa bunu da akparti yapardı, yaptı!.
Bir yazgı kabilinden cerahatin ta kendisine rehin edilmiş ülke, sanki hemen her şey rutin haldeymiş gibi canhıraş savunma halleriyle örtbas edilmek istenir. Kalkınıp, eşikler aşan, yurttaşına gülücükler dağıtıp, x, y, z partilerine de oy vermiş olan geniş kesimleri birlikte kucakladığını zikreden iktidarın 28 Mayıs sonrası yapa geldiği her şey bu kötürüm pratiği bildirir. Birbirinden bağımsız düşünülemeyecek bir zengin zümre yaratımı ile onlara yeni eklemelerin var edildiği, iç kulislerin, brokerlara yönelik doğrudan tüyoların havalarda uçuştuğu, zenginin daha da zengin, o eşikte duranın hemencecik yeni varsıl ilan edildiği, kılındığı bir zeminde, bir tas yemek, bir temiz giysi, barınılabilecek bir küçük ev / yerin dahi çok görüldüğü, her şeyin alenen yağmalandığı, bu hal size yeter, daha bunlar en iyi günleriniz diye takdim edildiği yerde itiraz ne zaman var edilecektir. Düpedüz her günün bir cehenneme dönüştürüldüğü, şen şakrak paylaşımlar arasında olan bitenin yoksunluk, dipsiz bir yoksulluk halinin var edilmesi karşısında müştereken bir itiraz ne zamandır, sahi ne zaman?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Onur DOĞMAN – Sopa Images – Lightrocket – Getty Images v/CNBC
0 notes
seslimeram · 1 year
Text
Yorgun...
Tumblr media
Yorgun kalınan bir hayat tecrübesini var ediyor bugünün ülkesi. Her şeyin hemen hemen her bir durumda yokuşa sürüldüğü, insani olan müştereklerden ayrıştırıldığı bir zeminde, yerilip, yutulurken her şey yorgun bırakılıyor o hayatı var edenler. Sıradan olan insanların en temel haklarının talan edilebildiği yerde seçimden seçime akla getirilen demokrasi hali istem ve pratiğinin hiçbir şeyi çözümlemediği de ortaya çıkar. Cerahat, cürüm ve safiyane kötülük ekseninde oluşturulan hemen her şeyle birlikte bu durum bir fasit döngüyü var eder. O fasit döngünün aşılamazlığı da bütünüyle tahakküme esaretin vaaz edilmesi de bir biçimde yorgun kalmayı beraberinde bir hakikate dönüştürür. Yeni denilen ülkenin açıkta yönelimi, bekası iş bu şimdinin pratikleriyle var edilen tahakküm nesnelliğinden / eksiği gediği olmayan tehditlerden bina edilir. Tümüyle bedene yönelik siyasetin sunduğu halin edim, eylem, ederi ve toplamında o yorgunluk kalıcı kılınır. Demokrasi, eşitlik, adalet ol hürriyet şu hakkaniyet kavramlarının boşa düşürüldüğü sahnede cürümlerin hedefi kılına gelen şey hayattır. Belki bundan bu kadar ayrıksı / eksiksiz yabancılaşma bundandır.
Yaygın bir biçimde var edilen mesel, hayatın dönüştürülmesinde her dem bet / fecinin bir istikamet kılınmasıdır. Her zaman, her yerden varlığı tescillenmiş olan cerahat tecelli ederken tahakküm pratikleri yaşamı duraksamadan eksiltmenin bir yöntemi kılınır. Baş amir ve sultasının yirmi bir koca senede imal ettiği ülkenin / yönelimi bu bahisten çıkan ve güncellenendir. İktidar makamından, yaygın medya denilen saray soytarılarının cirit attığı ortama, sokağa salınmış olan partizanların, jurnallemek bir yandan tehdit, hakaret ve şiddetle teşviki mesaileri öte yandan sunulan / paylaşılan şey bu tahakküm veçhesini yinelemektir.
Seçim tahayyülünün ikinci tura kalacak olmasının kesinleştirilmesi sonrasındaki iki hafta boyunca tehdit / terör / ayrımcılık ve dibine kadar latent bir muhafazakarlık pazarlanırken o nihai yorgun düşürme taktikleri de devreye konulmuştur. Kesintisiz kılına gelen hemen her türden tehdidin yamacında bir kere daha adil bir seçimin var edilmeyeceği muştulanır. Baş efendinin kurduğu düzlem, içişleri nazırı, iletişim işleri başkanlığı nam kurgu üretme, kafa ütüleme merkezindeki çakma goebbels, siyaseten esirliğini akp ile var edenler, ana akım medyadan teslim olduğunu sabah akşam zikredenler ve nicesiyle bir linç fırtınasının imali söz konusu edilir. Bay Kemal Kılıçdaroğlu, önce Aleviliğinden hedef kılnır. Sonra ona oy verenlerin inançları sorgulanır. Önce HDP ile müzakere üstünden, terörle iltisaklı ilan edilir, oysa ortada ne pazarlık ne de tek satırlık bir alavere dalavere söz konusudur, montaj kasetler devreye girer. PKK’li bir temsilin Haydi, haydi, haydi diye bağırdığından medet umulup bunlar bu demeye getirilir. Bunlar, Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Halk Partisi ve seçmenleri. Kesmez bütün bu hadsizlik silsilesi, terörist bu defasında bizzat ol birlikteliği var edip, düzenin yıkıcılığına dur demek isteyen tüm kesimleri muhteviyatına dahil eder. Baş efendi için koltuğun kıymeti, verilecek hesapların hiçbirine yanaşılmaması ve dahası bu zorbalık düzeni / çeteleşmiş ülkenin sadakasıyla yaşanır, öyle ya da böyle diye var edilen bir göz boyama hali içerisinde seçim de / seçenekler de gümbürtüye konulur. Seçim sonrasına kala kalacak yegane şeylerden birisi bugün artık en az iki kutba bölünmüş, birlikteliğini kaybetmiş bir ülke gerçekliğidir. Bu kesindir. Devri sabık iktidarın sunduğu / yönlendirdiği / nefretini örtük değil açıktan var ettiği her hamleyle birlikte bu bahis de kalıcı kılınır. Böyledir bu ülke, bu kadarcık bir tahayyülle rehin alınmıştır, nokta!
Bianet’ten aktaralım: “Son yıllarda Türkiye'de demokrasi ve insan haklarının durumu giderek kaygı verici bir halde. Bu yüzden 2023 seçimleri genellikle ülkenin modern tarihinin en önemli seçimleri olarak adlandırılıyor. Bir değişimin gerçekleşmesi ve Erdoğan'ın 20 yıllık otokratik yönetimine son verilmesine dair bir umut ışığı veriyor. Ancak insan hakları açısından ne gibi değişiklikler bekleyebiliriz? Sivil Haklar Savunucuları* (Civil Rights Defenders) 2018 Sivil Haklar Savunucusu Ödülü sahibi Murat Çelikkan'la ülkenin karşı karşıya olduğu güncel sorunlar ve muhtemel seçim sonuçlarının insan hakları üzerindeki potansiyel etkileri üzerine söyleşti.
* * *
Bugünlerin Türkiye'deki en acil insan hakları sorunlarını belirleyip tanımlayabilir misiniz?
2015'ten bu yana her şey hızla kötüleştiğinden, aralarından birini öne çıkarmak çok zor. Ancak hukukun üstünlüğünün ortadan kalkması en acil konu olabilir. Hakim ve savcılar cumhurbaşkanının kamçısı gibi iş görüyor hukuksuz, akıl almaz mahkumiyet ve tutuklama kararları veriyorlar. Elbette ifade özgürlüğü hakkının yok edilişi bununla el ele yürüyor. Bir başka konu da güvenlik güçlerinin barışçıl protestolara karşı orantısız şiddet kullanması olabilir.
Türkiye'deki siyasi iklim son birkaç yılda nasıl değişti ve insan haklarını nasıl etkiledi?
80 milyon insanın bir kişinin zihninde hapsedildiği bir ulus düşünün. Ve bu kişinin çok otoriter, dindar, yayılmacılıktan yana bir muhafazakar olarak düşünün. Şu anda Türkiye'de olan bu. Türkiye, adli istatistiklere göre, dünyada en fazla sayıda "terörist"e sahip, çünkü savcılar ve hakimler terörle mücadele yasalarını keyfi ve bol keseden kullanma eğiliminde. Terörle mücadele yasalarıyla yargılanan veya hüküm giyen on binlerce insan var. Binlerce insan cumhurbaşkanına hakaret etmiş sayılıyor. Türkiye'nin hiçbir yerinde barışçıl bir gösteri ve protesto yapamazsınız. Güvenlik güçleri doğruca saldırır ve gözaltına alır. İçişleri Bakanı her gün LGBTİ+'ları hedef alıyor ve kriminalize ediyor. Muhalefetteki yasal Kürt partisi, hükümet temsilcilerince terörist olarak adlandırılıyor. Siyasetin bütün fırsat ve alanları kapatılmış durumda.
Neden, yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerininTürkiye'nin yakın tarihindeki en önemli ve belirleyici anlardan biri olduğu söyleniyor?
Ülke neredeyse iflas halinde. Enflasyon oranının yüzde 150 olduğu iddia ediliyor. Nepotizm öylesine güçlü ki, ülkedeki kurumların hiçbirinin verimli çalışması mümkün değil. Son deprem bu açıdan çok dramatik bir deneyim oldu. Liyakatsizlik yüzünden binlerce insan hayatını kaybetti. Öte yandan, Türkiye siyaset tarihinde ilk kez, tamamen farklı siyasi hedeflere sahip birçok parti, otokratik rejime karşı neredeyse bir cephe oluştururcasına bir araya gelebildi. Dolayısıyla, Türkiye'de demokrasi ve insan hakları için gerekli değişimi yaratabilmek açısından tarihsel bir andayız.
Uzun süredir Cumhurbaşkanı olan Erdoğan'ın ya da muhalefet adayı Kemal Kılıçdaroğlu'nun kazanmasının Türkiye'de insan hakları açısından karşılaştırmalı potansiyel sonuçları neler ve politikaları insan haklarının belirli alanlarını nasıl etkileyebilir?
Muhalefet kazanırsa, muhtemelen sınırlı da olsa, ortak bir geleceğin tartışılabileceği bir alan açılabilir. Erdoğan'la demokrasi ve insan hakları için sivil ya da siyasal alan olmayacak.
Muhalefet adayının (eğer kazanırsa) insan hakları durumunu iyileştirmek açısından ele alması gereken en acil konular hangileri?
Devlet kurumlarının, yargının, güvenlik güçlerinin, akademinin ve basının siyasallaşması. Son 7 yıldır herhangi bir muhalefete ve tartışmaya yer yok. İnsan hakları örgütleri ve insanlar ya marjinalleştirildi ya da kriminalize edildi. LGBTİ+'lar, Türk ailelerini mahvetmek için uğraşan Batı'nın ahlaksız, sapkın ajanları vb. olarak hükümetin doğrudan hedefi. Kadınlar kolektif haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya ve Kürtlerin hakları için sesini çıkartmak isteyen herkes ya cezaevine atılıyor ya da terörist olarak kriminalize ediliyor. Şu anda Türkiye'de geçerli olan tek paradigma, komşularla, bölgede veya ülke içinde güvenliktir. Tüm sistem ve ideolojinin değişmesi gerek.
Ülkedeki insan haklarının uzun vadeli sonucu ve değişimi ile ilgili kişisel umutlarınız ?
Muhalefet kazansa bile, insan hakları savunucularının uzun bir zamandan beri birike gelen insan hakları sorunlarının dürüst ve adilane ele alınmasının sağlamaları için güçlü bir mücadele vermek gerekecek. Dolayısıyla seçimden hangi sonuçla çıkılırsa çıkılsın insan hakları savunucularının çok çalışması gerekecek.”
Murat Çelikkan’ın satır satır bildirdiği insan hakları ihlallerinin meylettiği hallere dair onlarca ilavede bulunabiliriz. Böyle bir fasit döngü içerisinde duraksamadan çürüten, her dem mahvı önceleyen, aralıksız bir halde zorbalığın imkanları dahilinde cerahat nüfuzunu güncelleyen bir erkin varlığı bugün meseledir. Yorgun kılan, o iktidar direncinin aralıksız bir halde saldırmaya devam etmesidir. Yargının dikte edilerek, tehditlerle bir hiza tutturup gittiği, haklılığın sorgulanmasının dahi önünün birkaç cümle, birkaç manşetle söz konusu edilebildiği bir zeminde tek bir iyi gün var edilebilir mi sahi ama sahiden de? Bütünüyle o meram dizgisi içerisinde Murat Çelikkan bunları anlatıyor halihazırda, okur muydunuz?
Yorgun düşüyoruz artık bu kadar afaki kötülüğün birbiri ardına yinelenip durulurken, demokrasicilik oyunu oynanmasından. Bir polis devletine dönüştürülüp, el alınabilecek tüm hukuki dayanaktan yoksun çeteleşme imgesi içerisinde hayatın zaptını mümkün kılan eylemlerin arkasının / dibinin / sonunun gelmediği yerde yorgunluk daim kılınıyor. Ne yana dönerseniz hukuksuzluk, hangi güne başlarsanız öyle derinden sabitlik kazandırılmış bir tehdit / terör / yıkım hali / hakimiyeti var ediliyor. Düzen ve onun şimdiki sahiplerinin o seçim galibiyeti üzerine kurumsallaştırdıkları tahakküm veçheleri hayatı günbegün daha da zora koştururken sahiden düşünebiliyor muyuz; durmak yok yola devam bir tükenişin ta kendisine çıkandır diye. Yorgunluk var ediliyor artık, apolitik bir menzil haline evrimin tekinsiz ve kapkaranlık bir hale rehin addedilen ülkenin gerçekliği karşımıza çıktı, çıkıyor. İyi mi bu haller, daha nereye kadar...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Açık Stratejiler Dizisi – İhsan OTURMAK v/K24
0 notes