#derin tarih
Explore tagged Tumblr posts
yeniyeniseyler · 2 months ago
Text
GZT TV, 1 Aralık'ta yayında! (Özel Haber)
Yeni Şafak gazetesi, tvnet haber kanalı ve Derin Tarih, Cins, Lokma, Nihayet, Skyroad, Genç Motto gibi dergilerin sahibi Albayrak Medya Grubu’ndan yeni bir tv kanalı geliyor. Grubun sosyal medya hesaplarıyla dikkat çeken gzt markası tv kanalına dönüşüyor. GZT TV, 1 Aralık 2024 Pazar günü yayına başlayacak. Türksat 4A’da 11837 kanal frekansından yayına geçecek olan kanal Digitürk, D-Smart, Kablo…
0 notes
siyahtanbiiradam · 1 year ago
Text
Hani bazen "neden yaşıyoruz ki, amaç ne" tribine girer ya insan, herkes gibi bana da olmuştu. Tam tarih veremesem de önemli olan bu değil zaten. Şöyle ki; o anda ben sadece hayattaki güzel anlar için yaşadığımı fark ettim. Mutlu olduğum, bir şey başardığım, güldüğüm, eğlendiğim anlar. Sonra o güzel anları düşündüm, hangi sıklıkla güzel şeyler oluyordu hayatımda? Sanırım pek sık sayılmazdı. Tanıyorum kendimi az çok. Öyle mutlu olmak için kocaman mutlulukları beklemem. Ufak şeyler de sevindirir beni (herkese olduğu kadar), ama buna mutluluk demek kelimenin içini boşaltır biraz. İnsanın mutluluğu kendi içinde bulabileceği safsatalarına inanmam şahsen. Yok yani, bildiğin aldatmaca. Biraz kafası çalışan mutsuzların, mutluymuş gibi hissetmek için uydurdukları yöntemler, gerçek mutluluğun önünü tıkayanlar bir bakıma. Mutluluk dıştan gelen etkenlerle tetiklenen sonra da bünyenin mecburen verdiği bir tepkidir bana göre. Yine de bilimsel dayanağı yok, şu an uydurdum. Şimdi bakıyorum hayatıma, şöyle bir genel tarıyorum. Güzel şeyler var elimizde, efendim iyi okul, tam iyi diyemesek bile bir aile, iyi bir kaç arkadaş. Ama bunlar artık sindirilmiş şeyler. Mutluluk cepten yemek değildir, olmamalıdır. "Ne güzel her şey yolunda, hayat çok güzel" kandırmacasına doyuyorsun bir şeyden sonra. Her şey yolunda değil aslında, her şey sıradan. Depresif belirtiler gösterdiğimi fark ediyorum bazen. Tabi bunu kendi başıma keşfettiğim için yanılma payı da bıraktım. Olmaya da bilirim. "hayattan sıkıldım" çerçevesinde bir şeyler yazacaktım. mutluluktan girdim, çıkamadım bir yerden. Evet Mehmet Pişkin’e geldik. Uzun zamandır tasarladığım hayalimdeki şeyi yapmış adam. Kullandığı cümleler, motivasyonu, düşünceleri ve realizmiyle adeta kendimi ekranda izliyormuş gibi hissettim. Tam aklımdaki şey buydu aslında ve kendisine aşk olsun, benden daha önce davrandığı için. İnsanoğlunun bütün bu gerzek çırpınışlarına ve bir zavallı gibi mutlu rolü yapmaya çalışmasına inat, göte göt demiş ve gitmiş. Mutsuz olduğu her halinden belli ve bununla yüzleşebilecek kadar cesur. Her gün, bıkmadan usanmadan mutluluk rolü yapanlara ve mutsuz olduğunu anlayamayacak kadar moron olanlara inat. Hangimiz kaçıp gidebilme cesaretini gösterebiliriz bu adam gibi? Aslında hayat çok güzel bak kuşlar çiçekler böcekler zırvalıklarına kanmadan hepsine bir siktir çekip gidebiliyoruz? Birçok insanın cesaret edemediği şeyi gerçekleştirmiş, hayatına son verme hakkını kullanmış. İnsan için en iyi ikinci şeyi bir parça geç de olsa kendi isteğiyle yerine getirmiş, iyi de yapmış. Ve açıkçası şanslı bir ölüm olmuş onun için. Herkes, istediği şekilde, son kez bir kadeh şarap, bir sigara içerek ve en önemlisi en sevdiği şarkıyı son kez dinleyerek ölemez. Ve belki bu kadar zaman niçin dünyada var olduğunu öğrenmiştir ölünce. “İnsan için en iyisi hiç doğmamış olmaktır. ikinci en iyi şey ise hemen ölmek." Siyahtanbiiradam olarak eski hesabımla birlikte yaklaşık 6-7 yıldır buradayım. Bu platformda çok güzel dostluklar edindim çok güzel insanlar tanıdım eğer bilmeden istemeden birinizin kalbini kırdıysam af ola. Hep beraber, bir şeyler denemeye devam. Hoş çakalın aşkla yaşayın çok güzel olsun hayatınız. Genellikle derin bir ıstırap içinde olsam da içimde hâlâ sükûnet, kusursuz düzen ve ahenk var. Çiçekler solar, kitaplar biter, şiirler olur, bana da elveda demek düşer. Zamanınızı çaldığım için özür diliyorum.
138 notes · View notes
hisboslugu · 9 months ago
Text
korkutma beni. bu yaşlı, başsız, kelli, felsiz hâlimle. gereğinden ziyade güzelsin zaten, aklımı çelme. takma fikrime aksak ritimler. o havaya ayarlı değil bu yelken, bu gemiler. kimin rastlantısı benim başıma geldi, bilinmez. ummandır ıslak aksak girilmez. kapma kutusunu cahil ömrümün, açılır da içinden boş bir hayal çıkar, seçilmez. daha bu yağış bir şey değil, sen bir de acıklı halimi gör. ürkünden derin soyulur, farkına varmazsın. suda balık nasıl aymayı bilmez, su da balık da, hangi denizin neresindedir ayırmaz. böyle bir sevmek vardır ve birçok er mektubunda görülmüştür. yok, kadınlara aşık olanların işidir şiir. kirlidir yakası gömleklerinin, boyuna boyna fular papyon istemez. şairin boğazı darboğazdır, boğazın en inceldiği yerden solur. gülme üstüme, kaçacak yerim yok. gelme yareme, yarın veya başka seyir. tarih tevellüt, iklim, cetvel yok. saçlarında bulunabilir bazı kayıp kentlerin yakışıklı cesetleri. bir ağıta asılı kalır, infaz gibi acılı çağların. yeri geldi diye ağlıyorum, yoksa hiç aklımda yoktu. gidenler gelirler her gece yalnızlığıma, halleşir vedalaşırız. bir merhaba saflığında kalanlarda kalmış ya aklı gidenlerin, hep eski haberler arıyorlar, günlük taze gazetelerde ve yalanlar kalanlara kalıyor. nasılsa gidenler gerçeğin olduğu yerde. sebebim sensin, bu mürekkep balığı, bu bukalemun, bu kalem, yokluğun. her şeyi sorduğum hayat, beni rahat bırak! her evin kilerinde toz içinde kitabı, ölülerle konuşma sanatının grev var ansiklopedilerin bazı sayfalarında. süresiz olarak açıklamıyorlar bazı ideolojileri. sözlüklerin bazı sapa harflerinde işi yavaşlatma eylemi, beş saati buluyor, anlamak bir sözün etnik kökenini. bütün bunların sebebi sensin, asla hatırlanmayacak bir rüyanın ortasında, elinde derin bir uyku kokusu.
23 notes · View notes
kaan-bora07-turk · 1 month ago
Text
🐺 "Çocuk Annenin Kostümüdür" Çerkes Atasözünün vücut bulmuş hâlidir.
Değerli yazarımız, Eda Tokuç Balbay'ın kızıyla verdiği bu resim.
Çerkes kültürü, binlerce yıllık geçmişiyle yalnızca bir yaşam biçimi değil, aynı zamanda derin bir ahlaki, toplumsal ve ailevi değerler sistemidir.
Bu zengin kültürün içinde, atasözleri halkın tecrübelerini, inançlarını ve toplumsal değerlerini yansıtır.
“Çocuk annenin kostümüdür” Çerkes atasözü de, bu derin anlam katmanlarını taşıyan bir deyiştir. Söz, çocukların annenin dış dünyaya yansıyan bir temsili olduğunu, annenin kimliğini ve değerlerini gözler önüne serdiğine vurgu yapar.
Anne, sadece bir biyolojik bağ değil, aynı zamanda çocukların eğitiminde, ahlaki gelişiminde ve sosyal kimliklerinin oluşumunda en önemli figürdür.
Çerkes kültüründe, bir çocuğun davranışları, tutumları ve topluma katkısı, annenin başarı ya da başarısızlığı olarak algılanır. Bu, annenin toplumdaki yerini belirleyen önemli bir göstergedir.
Çocuğun annenin “kostümü” olması, annenin topluma olan temsilinin çocuğu üzerinden yapıldığını ifade eder. Annenin çocuğu iyi yetiştirmiş olması, çocuğun toplumsal normlara ve değerlere uygun hareket etmesi, annenin başarılı bir anne olduğunun kanıtı olarak görülür.
Tıpkı bir kostümün dış dünyaya bir mesaj taşıması gibi, çocuk da annenin yetiştirme tarzını, ahlaki ilkelerini ve sosyal değerlerini dış dünyaya yansıtır.
Çerkes toplumu, aile değerlerine ve özellikle anneye büyük önem veren bir yapıya sahiptir. Çocuk yetiştirme, sadece ailenin değil, tüm toplumun ortak sorumluluğu olarak kabul edilir, ancak bu sorumluluğun merkezinde her zaman anne yer alır.
Anne, çocuklara Çerkes Xabze'sini (örf ve adetler) öğretmekten, onlara doğru yolu göstermeye kadar geniş bir yelpazede etkili bir figürdür. Bu bağlamda, “Çocuk annenin kostümüdür” sözü, annenin toplumsal ve ahlaki sorumluluklarını vurgulayan güçlü bir ifadedir.
Çerkes kadınları tarih boyunca, sadece ailede değil, aynı zamanda toplumda da önemli roller üstlenmiştir. Bir anne, evlatlarına yalnızca temel yaşam becerilerini değil, aynı zamanda cesaret, onur, dürüstlük ve adalet gibi değerleri de öğretir.
Bu değerler, Çerkes kültürünün temel yapı taşlarını oluşturur. Dolayısıyla, bir çocuk bu değerlere göre yetiştirilmişse, annenin kültürel ve ahlaki başarısı da teyit edilmiş olur.
Çerkes toplumunda çocukların eğitimi, bireysel bir süreçten ziyade toplumsal bir sorumluluk olarak görülür. Toplum, bireylerin davranışlarını, özellikle de çocukların topluma nasıl adapte olduklarını yakından izler.
Annenin çocuğunu bu süreçte iyi bir şekilde yetiştirmesi, hem kendi saygınlığı açısından hem de toplumun genel refahı için hayati öneme sahiptir.
Bu bakımdan, “Çocuk annenin kostümüdür” Çerkes atasözü, bireyin toplum içindeki sorumluluklarının bir yansımasıdır. Bir annenin çocukları toplumsal değerlerle uyumlu hareket ettiğinde, anneye yönelik saygı ve takdir de artar.
Bu, annenin çocuğu üzerinde ne kadar etkili olduğunu ve çocuğu topluma ne kadar faydalı bir birey olarak kazandırdığını gösterir.
Çerkes toplumunun bu sözle ifade ettiği derin anlayış, ailenin ve özellikle annenin, çocuk yetiştirme sürecindeki vazgeçilmez rolünü bir kez daha gözler önüne serer....🤘💚💛
Tumblr media
11 notes · View notes
if-haber · 4 months ago
Text
Tumblr media
Tolkien’in Orta Dünya Eserleri: Tarih Sırasına Göre Bir Yolculuk John Ronald Reuel Tolkien yani bildiğimiz kısa ismiyle, J.R.R. Tolkien, Orta Dünya’nın derin mitolojisini yaratan, fantastik edebiyatın babası olarak kabul edi...
10 notes · View notes
hivronrojger · 6 months ago
Text
“Onun gözlerinde hep bir hüzün ve derin bir sevgi vardı. Onun gözleriyle konuşurduk, onun gözleriyle anlaşıyorduk. Gözlerinde surlar kadar heybetli duygular biriktirmişti. Her şey onun gözlerinde saklıydı, sözcüklere ihtiyaç duymadan her şeyi anlardı. Onun gözleri, bir çölün suskunluğunu taşıyordu. Her bakışında, yüzyıllık acıların ve sessizliğin derinliği vardı. Kelimeler, onun iç dünyasını aydınlatmaya yetmiyordu. Onun sessizliği, bir dağın eşiğinde rüzgarsız kalan anların yankısı gibiydi. Onun gözlerinde bir ömürlük derinlik ve hüzün saklıydı; bu sessizlikte, dertleri ve sevgisi bir araya gelmişti. Onun sessizliği, bir mezarın içindeki karanlığa benziyordu. Gözleri, geçmişin karanlık derinliklerinden gelen bir bakışla doluydu; acı ve sevgi, göz bebeklerinde taşan bir nehir gibi akıyordu. Onun varlığı, bir yığın taşın altındaki sessiz bir mağara gibiydi. O, dışarıdan bakıldığında sıradan görünebilir, ama gözleri içine girilmesi gereken bir evren sunardı; sessizliğinde, konuşulan her kelimenin ötesinde bir anlam vardı.. Her bakışında, geçmişin gölgelerinden süzülen acı ve özlem vardı; konuşmalarının gerisinde, içsel bir denizin derinliklerinde boğulan bir sessizlik mevcuttu. Gözleri, tarih boyunca birikmiş olan tüm acıların, umutların ve kayıpların derin kuyusunu yansıtırdı. Onun bakışları, kadim bir bilgelik ve derin bir acının birleşimi gibiydi. Gözlerinin derinliklerinde, yaşamın bütün yüklerini taşıyan bir sessizlik vardı; o sessizlik, bir hayat boyu biriken hüzünleri ve özlemleri anlatıyordu.
Onun yeşil gözleri, tıpkı bir ormanın derinliklerinde kaybolmuş gibi hüzün ve özlemle doluydu. Her bakışında, yılların birikmiş acısı ve özlemi gözlerinin derinliklerinden fışkırıyordu; yeşil gözleri, hiç sönmeyen bir hasretin ve zorluğun izlerini taşıyordu. Onun haykırışları, bir dağın derinliklerinden yankılanan bir çığlık gibi keskin ve acılıydı. Sesindeki titreme, yaşadığı zorlukların ve çektiği acının her bir izini taşıyordu; gözleri, yılların birikmiş hüsranını ve özlemini her kelimede barındırıyordu. O, sesini yükseltirken adeta bir savaşçının son direnişini veriyordu. Her haykırışı, yaşamın ona sunduğu acıları ve zorlukları ifade eden birer patlama gibiydi; içindeki acı ve özlem, her sözcükle dışa vuruluyor, derin bir çığlık olarak yankılanıyordu.”
İki Göz Bir Dünya,
Gözlerin Derinliklerinde: Solda Annenin Acı Haykırışı Ve Özlemi İle Sağda Babanın Sessiz Bilgeliği ve Hüznü
Babama Ve Anneme…
12 notes · View notes
halimecan · 3 months ago
Text
Tumblr media
Asrın Felekâtı 6 Şubat 2023
6 Şubat 2023, tarihimizin en acı günlerinden biri olarak kayıtlara geçti. Deprem, sabahın erken saatlerinde güneydoğu Anadolu'nun kalbini paramparça etti. Ama deprem sadece binaları değil, aynı zamanda insanlık onurunu, vicdanı ve adaleti de yerle bir etti. 7.8 büyüklüğündeki bu felaketin ardından yaşananlar, unutulmayacak bir travma olarak hafızalarımıza kazındı.
İlk dakikalarda halk yardım beklerken, maalesef devletin tepkisi çok geç geldi. Yardımlar engellendi, askerin müdahalesi geciktirildi, halkı yalnız bırakmakla kalmadılar, bazen bir umut ışığı görmek isteyenlerin sesini dahi kesmeye çalıştılar. 3 gün boyunca askerin, halkın yardımına koşmasını engelleyen bir durum ortaya çıktı. O 3 günde binlerce insan soğuk betonların altında, kurtarılmayı beklerken yaşamını yitirdi. Birçoğu çaresizce ölümü bekledi, ama birçoğunun hayatta kalabileceği o altın saatlerde yardım edilmedi.
Bir ülkenin en temel sorumluluğu, hayat kurtarmak olmalıydı. Ama o günlerde hayatı kurtarmak bir kenara, insanlar kendi selalarını duymaya zorlandı. Ölüme terk edilenler, son anlarında bir türlü ulaşamadıkları kurtuluşu beklediler. Başka bir hayatın, başka bir ülkenin, başka bir devletin yardımını dilerdiler. Ama her geçen dakika, onları daha da uzaklaştırdı.
İnternetin kapatılması, halkın bilgiye ulaşmasının engellenmesi, insanların dış dünyadan izole edilmesi, yaşanan facianın bir başka boyutuydu. İnsanlar, kayıplarını öğrenemediler, sevdiklerinin sesine bir türlü ulaşamadılar. Sosyal medyanın susturulması, insanları yalnızlaştırdı, onları seslerini duyuramayacak bir noktaya getirdi.
O günlerde, felaketi en yakından yaşayanlar, en acı gerçeği gördü: Devletin gücü, bazen halkını korumaktan çok, onun sesini kesmek için kullanılabiliyor. Bazen de kurtarma ekipleri, birkaç adım atabilmek için haftalarca engellemelerle mücadele etmek zorunda kalabiliyor.
Bu süreç, sadece bir deprem felaketi değildi; aynı zamanda vicdanların, adaletin, insan haklarının da sarsıldığı bir dönemdi. Ancak bu dönemde, halkın dayanışması, yardımlaşma gücü, umudu hiç kaybetmemesi de bir o kadar büyüktü. Her şeye rağmen, insanlar hayatta kalabilmek için her yolu denediler, birbirlerine omuz oldular, birbirlerini kucakladılar. Çünkü asıl güç, halkta ve insanlıkta yatıyordu.
6 Şubat 2023, hepimizin yüreğinde derin izler bırakmış bir tarih olarak hafızalara kazındı. Geride binlerce hayat, kaybolan umutlar, terk edilmiş yaralılar kaldı. Ama bir o kadar da güçlü bir halkın direnişi, dayanışması ve sevgisi kaldı. Her şeye rağmen, bu felaketten çıkarken hayatta kalmayı başaranlar, asla unutmadılar: "Birlikte, her şeyin üstesinden gelebiliriz."
9 notes · View notes
aynodndr · 4 months ago
Text
Tumblr media
‘’Elimizde onlarca tarihi miras varken, biz hala fotoğraflara, sözcüklere sığınarak anlatıyoruz tarihimizi’’
‘’Haklısın, dört duvar arasında anlatılmaz böylesine şanlı bir tarih. Ellerinden tutarak Sakarya’ya, Afyon’a, Çanakkale’ye kadar götüreceksin’’
‘’Ama eline kâğıt kalem vermeden önce. Tıpkı Japonlar gibi yapmalı dedi’’ genç kadın.
‘’Elbette okul öncesinde başlamalı değer ve tarih bilinci evladım. Bizim rahmetli Özal bir Japon gazeteciyle konuşurken demiş ki:’’ Siz Japonlar Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan atom bombasının izlerini silmemekle, yeni nesile bunu göstermekle iyi ediyorsunuz. Bizim de böyle bir imkânımız olsaydı keşke dediğinde gazeteci çocuk ‘’Sizin de Çanakkale var’’ demişti. ‘’
‘’Gözümüzün önünde hayatımızın tam ortasında capcanlı duran bir mirasa sahip çıkamadık ne yazık ki? Çanakkale’de bulunan Şehitler Abidesi’ne bile seneler sonra sahip çıkabilmiştik.’’
‘’Hem de Zeki Müren sayesinde’’ dedi deneyimli öğretmen. Gözlerini gökyüzüne çevirerek minnet içinde konuştu:
‘’1958 yılına kadar o Abide bir türlü tamamlanıp da ziyarete açılamamıştı. Rahmet olsun o asil, vefalı insana. Abide inşaatı parasızlık nedeniyle yarım kalmıştı. O koca yürekli adam hemen el koydu soruna. Önceden planladığı bütün konserlerini hemen yarıda kesti. Önce gazinolardan para toplanmaya başladı. Sonra düştü yollara. Türkiye’de o yapıt için konserler vermeye başladı. Şehir şehir şarkı söyledi ve oradan gelen parayı, abidenin yapımının tamamlanması için Çanakkale’ye gönderdi. Nur içinde uyusun’’
İkisi de derin bir ah çekişinden sonra bir süre sustular. Sessizliği genç kadın bozdu:
‘’Ne diyordu Nihal Atsız: Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından/Koşar adım gitmeli onların arkasından. Biz de gideceğiz onların bıraktıkları yerden. Yılmadan, yorulmadan. Bu da bir tür Kurtuluş Savaşı işte! Savaş her zaman topla tüfekle olmaz ki!’’
(Gülsen Dede/Kendine Gökyüzü Ismarla adlı eserden)
Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun Türkiye'm ❤️🇹🇷❤️
7 notes · View notes
tanriningolgesi · 2 years ago
Text
Sonun Sonsuzluğu
1 Acı, bir ırmak gibi Doluyor yüreğime Bardaktan boşanırcasına ağlamak istiyorum Beni arhk ne çiçekler, Ne çocuklar kurtarır; Ne de o her gün Yinelenen doğum. Fırtına ektim Rüzgar biçtim şu dünyada. Acı, tepeden tırnağa Acı çekiyorum. Ey, yüreğimden hep ölüme doğan İsa! Haydi, yeniden çarmıha geril Bu son ölümün olsun Ve bir daha doğma!
2 Öldürmeyeceğim kendimi Ama, keşke öldürseydi Diyeceksin bana. Öldürmeyeceğim kendimi Ama, bir ağıt yakmak Gelecek içinden; Aklımı yakıyorum çünkü ben Yaşanmış, yaşanacak Bütün günlerimi. İntihar diye bir şey Yok bu dünyada. Ölümle biten bir intihar yok. Asıl intihar Gün gün yaşamakta. Öldürmeyeceğim kendimi Ama, keşke öldürseydi Diyeceksin bana.
3 Yüreğime bir tanım Bulabilmek için Yollara vurdum kendimi, Dillere düştüm. Ben hangi yalnızlığın tarihi, Hangi umudun Tarih öncesiyim? Birbaşıma kalakalmışım uzak, Uzak ufukların sonsuzluğunda Kollarım ardına kadar Dünyaya açık. Ama yaşamımda ne bir esinti Ne de bir Yangın var artık.
4 Ey taşlar! Ey, Karşımda susan dünya! Ey, bütün ölümlerime Gebe kalan deniz! Yağmurun bile İzi kalır toprakta. Havada çiçeğin kokusu Yel vurdukça tüter. Değil mi ki Ufuk çizgilerinin bile Bir sının var Değil mi ki Artık ne topraklar, ne sular Beni sarıp sarmalayacak. Gitsem, kendime Gideceğim bundan böyle; Kalsam, bir uçurum Kendi derinliğiyle dolacak. Yaşamı da, ölümü de Tutmayacak yüzüm benim Yüzüm benim, yüzüm benim Dalacak bir yol gibi Kendi çizgilerine – Kim bilir nereye?
5 Bütün kapıların Dışına kovuldum. Taşlandım kahve masalarında. Şimdi ben, ıslak bir toprağın Tüten buğusuyum; Kendine bakan bir aynayım Ben bu dünyada. Bütün kapıların Dışına kovuldum. Yüreğim, kurtarılmış bir Bölgedir şimdi. Yaşamak eğer Gerçekten bir savaşsa, Kalkana ve mızrağa Çevirdim de dilimi Omuzlarımdaki Apoletlerden oldum.
6 Her denizin bir kıyısı, Her insanın Bir boyutu varmış. Ölüm araya girmeye görsün Bütün hücrelerini Bir kapıya döndürüp beklesen de Açan olmazmış Gel ey Yalnızlığım benim! Açıp da solmayan gülüm! Doldurdum bir vazoyu seninle Suyunu yeniledim, Kokunu öptüm.
7 Beynimle yüreğimin Arasında ırmaklar akar Her sabah Boğulurcasına uyanmam bundandır. Azraili yoldaş bilip, Yeniden doğanım ben. Her susayışım çöl, Her boğuntum Çağlayanlar boyuncadır. Çırpınsam da çıkamam Kendi eksenimden.
8 Çiçeksiz bir dal gibiyim Susuz ırmak yatağı … Varlığım soyutlandı Bütün anlamlarından. Gün gelir çekip giderim Avuçlarıma alıp da aklımı Çığlık çığlığa Bu sokaklardan.
9 Yüreğimi dünyaya karşı Bir kalkan bilirken Son burcu da çökertildi İçimde bir kalenin. Aklımın ovalarını yeniden Ölçüp biçmem gerekiyor şimdi Kimsesiz ve dingin. Bu sorular tufanında Tutunacak dalım değil, Bir tek yaprağım bile kalmadı sanki. Ne bir kıpırh var havada Ne de sularda Yeniden doğuşların cenini.
10 Dünya kendine döner Ben kendime dönerim. Aklın dizginlerini çözdüm, Yüreğin köprülerini athm Savaşlara girdim Yenik, umarsız Bana bir yara kaldı Bir de yaşama isteği Belli belirsiz.
11 Bir şiire başlamadan önce Noktayı koymayı öğrendim; Yeni başlamış bir şeyi Yitirilmiş görmeyi… Tufanlar da istemiyorum artık Bir dünya kuruyorum kendime Devinimsiz, duruk. Aklımı da kovuyorum cennetlerimden Yüreğimi de şimdi. Günışığıdır beni kör eden Yağmurlardır yaralayan Ve eve döner gibi yapıp, Kendime döndüğüm her akşam Anladım, yüreğimde doldurulmamış Uçurumlar olduğunu. Karşılıksız sorular göveriyordu Aklımın geniş ovalarında. İşte, bir zamanlar Denize kavuşan ırmak Şimdi gerisin geri dönüyor Kaynağına.
12 Yalazlanıyor deniz Önce usul usul Sonra gürül gürül… Uçurumlar açılıyor derin, Dağlar yükseliyor yüce. Oturmuşum bir kayanın üstüne Akdeniz’e bakıyorum Kendime bakar gibi Mavi bir aynadaki gençliğime … Ne söyledim, ne yazdımsa bu dünyada Ne yitirdim, ne buldumsa Bir derin iç çekişin Bağrında eridi. Bütün nesneler tek bir ses olarak Bağırıyor bana:
Bitti arbk, Artık her şey bitti!
13 Ardımda kalan bütün köprüleri bir bir yakhm Geri dönemem artık Namludan çıktı kurşun. Ne çok yürüdüm şu dünyada Ne kadar az yol aldım Acının alfabesindeyim daha. Geri dönemem artık Bir çizgi gibi uzar giderim Anlamsız, kimsesiz Ve soluk.
14 Aamı Anlamıyor musun yüzümden? Yüreğimi yansıtan Bir aynaya döndü. Aklımdan Azat oldu da dilim Yaşamın arkasından konuşarak Özgürlüğünü kanıtlıyor şimdi. Acımı Anlamıyor musun yüzümden? Bir kez olsun duy beni Sözcükler Araya girmeden!
15 Bir gün gelir de Ölüme yenilirsem eğer -Yenileceğim demiyorum Yenilirsem eğer – Deyin ki, erlerindendi Eşit olmayan bir savaşın Kılıcı sözcüklerdi, Kalkanı sevgiler…
16 Dağlar sesimi tutar Dağılıp, parçalar ovalar Acılar niye benim Üstüme kanat gerer? Ne dünya kadar yaşım Ne göklerden akranım var Hüküm niye hep ölümüm? Urganlar da kendini boğar Göreceksiniz bir gün Bütün uçurumları böler Köprüleri sevginin.
17 Kendi rengini yadsıyan Bir bayrak gibi Dürüp, katlıyorum yüreğimi. Ne kaldı konuşacak, Ne vardı ki? Yücelerde seyrettim Uzun bir zaman; Gönderlere çekildim Ve anladım ki , Doruktur asıl uçurum Odur insanı boğan.
18 Ben mi yanıldım, Yoksa dünya mı bilmem? Bir yerlerde tökezledim Ama düştüm diyemem. Yağmur boğulmaktan söz eder şimdi bana Güneş çekip gitmekten. Beni kurtarmak için Pamuk iplikleri uzanır Uçurumlanma … Sevgili dünya, Ne petekle balım kaldı, Ne derilecek çiçeğim Salıver arlık beni Kopar dizginlerimden!
19 Gün akşama kavuşur Dünyadan el ayak çekilir Bütün görüntülerimi yitiririm birden. Aynalara baka baka Unuturum yüzümü. Her şiirde biraz daha Koparım sözcüklerden. Gün akşama kavuşur Kapılar sürgülenir Evler mezar taşıdır arlık Sokaklar teneşir … Ey yankısız ses! Ey devinimsiz tufan!
20 Uzun dinginliklerden Sonra gelen fırtına Taş taş üstünde koymamaya yeminli Dönüp dolaşıp geldiğim Bu kör noktada Kırılıyor gülüşüm Bir bardak gibi. Ölüm kapıyı çalınca Söylenmedik bir sözüm kalmayacak Ve bu dünyada Tepeden tırnağa yürek olmasını bilenler Hep selden kaçarken Tufana kapılacak Batacak sulara yüzüm Batacak sulara yüzün Ağır bir taş gibi Gömülüp susacak…
21 Yağmurun ardından Kar geliyor; Onun ardından sel… Bir şeyleri tamamlamadan Ölmek bana Zor geliyor. Bu şiir nerde biter Gece güne ulanırken? Çiçek tohum olur döner, Su denize kavuşurken, Yaşamın sonunda mı, Başında mıyım bilmem? Beni kim düşünür bu irinler dünyasında? Herkes kendi yüreğini deşip, Derin kuyular açarken Sinmek, saklanmak için Karanlıklarına. Gülün ardından Diken geliyor; Sütün ardından irin… Bir şeyleri bitirmeden Ölmek bana
22 Sonun sonsuzluğundayım Ufkun çok ötesinde. Geçip giderim dünyanızdan Bir yıldız gibi akarım Yanarım kendimce. Ok çıkınca yaydan Artık beni aramayın Ne mezar taşı dikin Ne diriltin söylevlerle. Ok çıkınca yaydan Saplanacak bir yerler Bulurum elbet Gücümün yettiğince…
23 Bir kalenin Ele geçirilemeyen Son burcuyum ben; Yeryüzünden silinmiş ırkların Tek temsilcisi … Ne söyledimse yele söyledim, Sanki ne yazdımsa buza Taşlandım adımbaşı Taşlandıkça konuştum. Ben acının dallarıysam Yeryüzüydü gövdesi Ben bir ırmaksam Yaşam denizdi… Bekleyen görecek. Yanan sular, Boğulan topraklar bana tanık. Ben susarsam Taşlar konuşacak artık.
24 Yağmurlar yağacak uzun Yağmurlar ince Dünya, bir alıcı kuş gibi Üstüme çökünce Ne bir sözcük kalacak, Ne de bir çığlık. .. Yine de gülsün isterim Şu pencerelerde Sokağı seyreden çocuk; Gülsün artık!
25 Umut, o arslanın Ağzında değil, Midesindeyken şimdi Gülümseyerek seyrediyorum Tarihin sofralarında Onu çiğneyenleri. Varın taşlayın beni! Yaralarım övüncümdür Bu dünyadan olduğuma Yaşadığıma dair. Umutsuzluğun umudundayım Karanlığın ışığında Öyle derin, öyle yoğun Uçurumların doruğundayım. Varsın bir yanıt Bulmasın sorularım; Yalnızca soru sormaya Bile razıyım…
26 Kişisel alacakaranlığın Cephelerindeyim. Yaralarım bedenimi yırtarcasına fırlıyor. Geride kalan Yalnızca kan ve irin…
27 Sabaha yakın görülen düşlerde Bilinci körelten Bir karabasan yoğunluğu, Biraz da aa vardır. Güneşin alhnda kararan şeyden Korkun, derim ben Kül alhnda yanan kordan … Ve ışık, uzun bir karanlığın Ardından gelirse eğer Asıl anlamını bulur.
28 Güneşin öte yüzünü gördüm O sonsuz karanlığı … Doğadaki her şeyin İkinci adı yalnızlıktı, Ölümdü, suskunluktu. Bir çiçek ki, taşırmış İçinde hep solgunluğu, Suyun akışında bir Boğulma korkusu varmış Yanan topraktan Yükselen buğu… Güneşin öte yüzünü gördüm Ki, orada her şey Önce kendini yadsıyordu.
29 Belki kendini boğan Biri değilim Yağmur, ne biliyorsun? Belki bir beklediğim var yaşamdan. Bir bardak mıyım sanki Kendiyle dolup taşan? Belki bir sıcaklık Kaldı bir yerlerimde Güneş, ne biliyorsun? Belki gecelerimizden sızan bir ışık. .. Bir kum saati miyim? Boşalıp kaldım mı artık? Belki açacak Bir şeylerim vardır Çiçek, ne biliyorsun? Belki konuşacak birkaç söz kalmıştır Bir gün karşıma çıkacak olanla Geçmişe, geleceğe dair…
30 Akdeniz susuyor. Susuyor turuncu. Susuyor yeşil. Bir yaşam ki nasıl Ancak kendiyle tanımlanır; Bir insan ki nerede Artık her şeye razıdır Orada dursun dünya! Ölü deniz, Güneşli, puslu deniz Sularını rahim, taşlarını cenin Kıldığın çağlardan kalmış Bir gülümsemeydim bir zamanlar Belli belirsiz … Cebimde kelebek ölüleri, Ağzımda tütün kokusu Turuncu sokaklardan denize uçan Soluk bir gölgeydim Dalgın ve kimsesiz … Köşkerin kızının Memelerine dolan iyot kokusunda, Gülüşünde bir işçinin Bir payım vardı Hiç kuşkusuz… Akdeniz susuyor. Yaralı bir balık gibi; Çağın zıpkınlarıyla delik deşik. Akdeniz susuyor. Suları kirli şimdi, Mavisi soluk…
31 Beni doğuracak rahim, Beni sallayacak beşik yok! Dünyaya düştü yolum Bir görümlük Konuk geldim. Tek bir soru sordum Bin yanıt aldım; Ama hiçbirine bende yanıt yok! Uçurumlara itildim, Doruklara çekildim. Çaprazlama çiçekler astım da göğsüme Şaire çıktı adım. Dinsiz bir peygamberim şimdi Ateş olsam bir kendimi yakarım. Kendi karanlığından korkan Bir geceyim ben, Kendi sınırlarına düşman Bir ülke; Kuşablmış, yorgun … Ey dünyalıklar, ey tarihçiler! Oysa hepsi topu topu iki kelime: Yaşadım ve öldüm.
32 Bu şiir burda biter Yaşam benimle bitmiyor Umutsuz değil, umarsızım şu anda Ne çiçeklerde payım var, Ne şu suskun taşlarda… Acıdan kurtulmaya yeltendiğim zamanlar Acı olduğumu anladım Dünya bunu bilmiyor… Ben insanlığın çocukluğuyum Ve yaşlılığıyım sırasında. Bu şiir hurda biter Hiçbir dayanak bulmadan Doğanın avuntusu nedir? Gece günle tanımlanırken? Işığın kaynağında hep Bir karanlığın donduğu Bilmem nasıl kanıtlanır? Y ıllar yılı sorulara yaslanıp Yaşarken ölüme doğdum ben Hiç kimseyi öldüremem Kendimi bile artık. Bu şiir burda biter Nasılsa anlaşılmaz Çünkü bir sese, yankısından başka Kulak veren çıkmaz -Çoktan biliyorum bunu… Karanlıkta gülümsüyorum son kez Böyle anımsa beni…
70 notes · View notes
yamanates34 · 6 months ago
Text
Tumblr media
TARİH YENİDEN YAZILACAK MI?
...
Arkeologlar uzun zamandır Paskalya Adası'ndaki bazı "kafaların" gömülü bir vücuda sahip olduğundan şüpheleniyorlardı. Aynı zamanda, birkaç metre yüksekliğindeki "dev kafaların" bir istisna olduğu düşünülüyordu. Aslında, bu kafaların altında bir vücut olsaydı, oranlara uyması için en az 20 metre boyunda gerçek taş devler olmaları gerekirdi.
...
Son kazılar, Paskalya Adası'ndaki "dev kafaların" aslında başları topraktan çıkan gömülü "taş devler" olduğunu gösterdi. Birkaç ton ağırlığındaki heykeller nasıl neredeyse 20 metre derinliğe ulaştı? Bunu bilerek yaptılarsa, onları kırmadan bunu nasıl başardılar? Paskalya Adası küçük bir adadan biraz daha fazlası. Okyanusun ortasına düzinelerce ve düzinelerce "taş devi" gömmek için insan gücünü nereden buldular? Cevaplanmamış sorular.
...
Mısırlılar da benzer şeyler yapabiliyorlardı, ancak emrinde bir imparatorluğun insan gücü vardı. Küçük Paskalya Adası'ndaki adalıların emrinde ne kadar iş gücü vardı? Aynı şey Nan Madol'da da oldu. Gizemli bir halk, Okyanusun ortasındaki küçük bir adaya bir metropol inşa etti. Elbette bunu yapmak mümkün. Ancak bir imparatorluğun iş gücüne sahip olduğunuz sürece. Ancak Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki tamamen izole bir adada ne kadar iş gücü vardı?
...
Aynı şey Türkiye ile Suriye arasındaki sınırda da oldu. Tüm bir megalitik kompleks tamamen gömüldü, kimse kim tarafından, kimse neden gömüldüğünü bilmiyor. Bu siteye "Göbekli Tepe" adı verildi, yani "göbek tepesi". Ancak o tepenin altında insanlığın en derin gizemlerinden biri yatıyor. Jeoradarlarla yapılan son çalışmalar, Göbekli Tepe'ye benzer onlarca sitenin metrelerce derinliğe "gömüldüğünü" ortaya çıkardı. Daha sonra doğal bir felaket nedeniyle ortadan kaybolan, bizim bilmediğimiz bir medeniyet miydi? Yoksa ne? ...
Ünlü bilim dergisi Nature'da çıkan birkaç bilimsel makale, 10.000 yıldan uzun bir süre önce bir dizi kuyruklu yıldızın Dünya atmosferinden geçerek binlerce parçaya ayrıldığını söylüyor. Dünya, en az dört kıtaya çarpan gerçek bir parça bombardımanına maruz kaldı. Hiçbir şey bir daha asla eskisi gibi olmadı. Tarih öncesinde, bilinmeyen sayıda "homo sapiens"i yok eden gerçek bir "Kıyamet" yaşandı. Paskalya Adası'nın kalıntıları Göbekli Tepe'nin kalıntılarıyla uyuşuyor mu?
10 notes · View notes
dramatik-buluntular · 6 months ago
Text
Tumblr media
(Tarih: 30.07.2024-Köpek katliamı yasasının kabul edilişi)
(İnandırıcılığını kaybetmiş iktidarların, tahtı kaybetmemek için yapacakları tek şey kalmıştır: kaosun dozunu yükseltmek. Bunu da hayvan, doğa katliamı, çocuk istismarı, kadın, ahlak ve ülkeyi savaşa sokma tehdidi üzerinden yapacaklardır. Çünkü toplum korkuyla sindirilir.)
................................................................................
(“kimse aramıyorsa belki de kaybolmamışsındır” kim yazmış bilmiyorum ama duvara sıçramıştı yazı)
KONUM: HİÇLİK
ışık uykuya dalardı sen sırtını döndüğünde gölgeler oluşurdu ve karanlığın gürültüsü resimler çizerdim gölgeye renklerin şöleniyle başaramazdım, görüntü çatlardı orta yerinden ölülerin ağzına benzerdi yeryüzü yeryüzü, tanrının dağınıklığı
herkes duymuştu uçurumlarla kardeş olduğunu herkes vazgeçmişti senden ben ve köpeklerim hariç hırçın mevsimler aşarak geldik ben ve köpeklerim fısıldadık adını yankılar yurdu dağlara duyulmadı bağırdık, var gücümüzle bağırdık: neredesinnnnnn? sesimiz yırtıldı, ellerine alıp yapıştırdı onu yapraklardan ilaç yapan kadınlar sonra uzak bir dağdan yanıt geldi:
hiçlikteyim, hiçlikteyim!
kaçamayacaktık yüzünde kılıçlar gezinen bu ülkeden burada insan, toprağın sahte meyvesi kan ve ırkın yüceltilmesiyle doyuyordu karınları ah, nasıl da kalbin cüceliğiydi ululuğa sığınış göğsüme baktım görmenin derin acısıyla paramparça olmuştu göğsüm köpeklerimin çığlığından görünmez yangınlar çıkarmıştı duyulmazlık kaçamayacaktık külden yapılmış bu ülkeden
duvar sıçramıştı katillerin ağzına faşistler, tefeciler, kalpsizler, illetvekilleri tıka basa doluydu utanmazlığın görkemli panayırı anlamın çektiği acılar için bir köy ayarladım seni bulamadım ama adını yazdım köyün en kolay girilebilen yerine: A-D-A-L-E-T ve tire koydum her harfin arasına yorulduklarında dinlensinler diye küçük patiler aramaya devam edeceğiz seni sokak sokak biliyoruz kaybolmadın orada bir yerdesin
14 notes · View notes
hakankavak · 21 days ago
Text
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
kimsenin kölesi değilim
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
kendime rabb bellemeyeceğim
razı değilim beni tanımayan tarihe
beni sinesine sarmayan
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
Gittim su çektim en derin kuyudan
en hileli desteden
kendi kartımı çektim
yaktım belgeleri
bütün tanıkları yok etmek için
ricacıları öldürdüm
onlar bu dumanlı dünyanın
beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
bu dokunuş parlatınca beni
benden biraz dünya
isteyen ricacıları
öldürdüm ve
kıtal bitti.
Yazık.
Yazık ki yazgımın boyası koyu.
İnilecek kadar indim. Hayfa.
Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
eskilerin tayfası yine hep buradalar
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
havada hayza benzeyen aynı koku
binalara yaklaşırken eskisi gibi
sıklet artıyor
hâlâ ayırdedilemiyor dişli gıcırtıları
çocuk çığlıklarından
tanıyorum bunlar
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
bu da deniz
hırs püsküren, toynak durduran deniz
rezeleri yerlerinden oynatan
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
4 notes · View notes
seyyahh-h · 8 months ago
Text
MİHRİMAH
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ay ışığı türküler
Sürülür akşamın namlusuna
Elif derdim adına
Yoluna can sunardım
Sunardım da her akşam
Ölemezdim sunak taşında
En çok senin adın düşerdi toğrağıma
her damlasına yağmurunun
Düşerdi de her damlasını sen sanırdım
ve ben yalnızlığımda en çok sana ağlardım
Sakla beni gözyaşlarında sen de MİHRİMAHIM
Çok eski bir tarih hikayesiydi bizim aşkımız
Sakla beni raflarında
Sen sakla MİHRİMAHIM
Çakılı kalmışız
İki ucu viran şehirlerin ortasında
Bilinmeyen iki dil
Tutulmayan iki el gibiyiz şimdi biliyoruz
Döküldü göğsümüzden nice bin şiir
Harfler alfabesiz kalemler öksüz
Aşkın alfabesi yok imiş meğer
Senden öğrendim,sende okudum
Adının geçmediği tüm alfabeler
Kaleme hasret kalsın intizarımdır..
Sen en iyisi sakla beni saçlarında MİHRİMAHIM
Ben susayım artık sen anlat bir gün
Nice umutlar ekmiştik toprağın bağrına biz
Nice hayaller
Tarihin en eski çağından yazılmış bize bu yazgı
İnsanlık kadar eski
Vururken nefeslerimiz çok uzaklardan yine birbirine
ve biz ölürken her defasında bu sonsuz savruluşta
Yüreksiz mi kalırız?
Kar tanelerine benzeyen sevmelerin yok oluşunda
ve yine kavrulur her akşam
Nefeslerimiz yokluğumuzda
Sen en iyisi
Sakla beni suçlarında MİHRİMAHIM
Gün olup sen mi çözeceksin
Bu derin suskunluğumun dilini
Artık kim geriye çekebilir
Bizi bu hüzzam sahneden geriye
Bu dibe vurmuş çakıl taşlarının ölümü gibi
Sen tel tel savururken saçlarını
Akşamın rüzgarında
Bir yanımda yağmalanmış umutlarım
Bir yanımda o derin yanılgımın yangınları
Acı bir feryat yükselir şimdi
Yüreğimin en derin dehlizlerinden
Bir bulut geçer üstümüzden
Nem duyulur gözlerimden
Kan damlar yüreğimden
Damlar da ben bu akşamlarda
En çok kendimi terkederim
Sakla beni sen yine
En derin yalnızlığında MİHRİMAHIM
Sana doğru yürüdüğüm yollarda
Bir tek izim yok
Artık son satırlarım sana
Bu zemherimin yazı yok
Sürgün edildiğim bu yollarda sana izin yok
Sen en iyisi sakla beni VE bekle
Adaların yollarında MİHRİMAHIM
Kimbilir ansızın geçerim bir gün…
Sakla beni MİHRİMAHIM
Sakla gecelerin koynunda
En çok ta kendimi kaybettim sende
Yok olan ruhumun karanlığında
Sende sakla beni
Gerdanının en güzel yerinde MİHRİMAHIM
Derin bir gam çöreklenmiş anıların otağında
Ağır kılıçlar parçalayacak yine yüreğimi
Bu sonsuz bozkırımın toprağında
Çoktan çekmişsin zaten sen aşkın hançerini
Bir baştan bir başa
Yüreğimi deler de geçer
Yeryüzünün tüm yaralı kuşları
Yüreğime göçer…
Sakla beni gecelerinde
Sakla beni MİHRİMAHIM
Yaralı dağlar gibi şimdi şu öksüz yüreğim
Sıralı dağlar gibi yanyanayız bilirim
İster tut beni düştüğüm yerden
Yada yuğ beni yüreğinin avlusunda gömmeden
Sor beni anılar mezarlığında bir daha
Yaralıyım sar beni
Senden önce yanmışsam kar yangınlarında
Yusuf'un atıldığı zindanları haketmişim demektir.
Tam yeridir yada gelmeyeceksen
Tam yeridir GÖM beni yüreğinin avlusuna MİHRİMAHIM
Geçtir vakitler artık
Yolları bulamazsın
Durma artık göç benden
Sen de öl benim GÖÇ yollarımda kutluysa göçün
Sen de öl veyahut sana öldüğüm bu kutlu göçte
Öl benim sana öldüğüm yerde
Yada gör beni
Üşüdüğüm bu zemheride
Adının geçmediği tüm harfler
Kefensiz kalsın dilerim
Ölümün koynunda kıyamete dek….
Ben başka bir çağa aitim
SEN SAKLA BENİ ZAMANINDA MİHRİMAHIM
SAKIN UNUTMA!!!
15 notes · View notes
kriptoradar · 13 days ago
Text
DEEP ANALİZ: Deep China or Deep Sh*t? 👀
Tumblr media
DEEP ANALİZ: Deep China or Deep Sh*t? 👀
Teknoloji girişimcileri, bir araya gelin: Bir destek grubuna ihtiyacınız var. Yönettiğinizi düşündüğünüz oyun alanı birkaç gün önce istila edildi ve yeni çocuk daha iyi oyuncaklar getirdi 😀 - daha ucuz, daha hızlı, daha akıllı. Adı: DeepSeek R1. Girişim sermayesi sahnesinde bir vizyoner olan Marc Andreessen, bu durumu "şimdiye kadar gördüğüm en etkileyici gelişmelerden biri" olarak nitelendirdi. Akademisyen ve yapay zeka geliştiricisi Ethan Mollick, DeepSeek'in bilişsel yeteneklerini "büyüleyici, çekici ve neredeyse esrarengiz" olarak nitelendirdi. Neden? Çünkü DeepSeek sadece cevaplar sağlamaz. Aynı zamanda düşünüyor - yüksek sesle. Bu sadece başka bir dil modeli de değil. Bu, Çin'in OpenAI'nin büyüyen tekeline cevabı - aynı zamanda da popülerlik yarışmasını kazanıyor görünüyor. Sadece teknik bir girişim değil, jeopolitik bir güç hamlesi.
Tumblr media
DEEP ANALİZ: Deep China or Deep Sh*t? 👀 Yapay zeka olimpiyatlarına hoş geldiniz. DeepSeek sadece ChatGPT'yi yenmiyor - onu toz içinde bırakıyor. Piyasaya sürüldükten birkaç gün sonra DeepSeek, OpenAI'nin ürünlerini geride bırakarak dünyanın en çok indirilen ücretsiz uygulaması oldu. Tech kardeşlerinin üçüncü şişe Soylent'ten sonra sahip oldukları büyüme hayali bu. Ancak bu bir Silikon Vadisi başarı hikayesi değil. Peki DeepSeek OpenAI’ı nasıl bu kadar kısa bir sürede geride bıraktı?          Çünkü Open Source yani açık kaynak. Herkes koda bakabilir. Elitist bir kulüp değil, fikirlerin özgürleştiği Vahşi Batı. -   Uygun fiyatlı. OpenAI'nin GPT-4 Pro'su mu? Ayda 200 dolar. DeepSeek? Bunun onda biri. Birdenbire, “move fast and break things” sloganıyla topluluğun bir şey inşa etmek için milyon dolarlık yatırımlara ihtiyacı yok” dedirtti.. - DeepSeek sıradan bir girişim değil. Bu, Batı'nın yapay zeka gelişimine yönelik bir saldırıdır. Yapay Zeka Modellerinin Devrimi DeepSeek sadece ortaya çıkmadı - partiye şampanya getirdi. OpenAI, AI'nın "düşünme sürecini" kasıtlı olarak basitleştirirken (kısmen rakiplerinin tersine mühendislik yapmasını önlemek için), DeepSeek her şeyi ortaya koyuyor. Arama sonuçlarını analiz ederek, ilgili bilgileri çıkararak ve tutarlı cevaplar formüle ederek "yüksek sesle düşünmeyi" izleyebilirsiniz. Reddit'teki geliştiriciler, araştırmacılar ve kullanıcılar için DeepSeek saf altın. Viteslerin döndüğünü görebilirken neden bir kara kutuya güveniyorsunuz? Gizemli bir hazır yemek servis edilmek yerine bir şefin yemek pişirmesini izlemek gibi. (Ve bu metaforda, OpenAI az önce verilere göre soğuk paket servis dağıttı.) Felsefe, tarih ve veri açığı
DeepSeek sadece zeki değil, kültürlü. OpenAI modelleri öncelikle Batı verileri üzerinde eğitilirken, DeepSeek Çin felsefesini ve edebiyatını Batı bilgisiyle harmanlıyor. Kullanıcılar, onunla etkileşim kurmanın "korunmuş nesiller boyu bilgelik" ile konuşmak gibi hissettirdiğini bildiriyor. Bu neden önemli? Çünkü Batı uygarlıkları eski edebiyat tarihlerinin çoğunu kaybettiler. Öte yandan Çin, benzersiz bir veri kümesi sunan sürekli bir edebi geleneğe sahip. Kısacası: OpenAI modelleri kusursuz özgeçmişleri olan Ivy League öğrencileriyse, DeepSeek üniversiteyi atlayan, eğlence için Marcus Aurelius'u okuyan ve parkta emeklilerle satranç oynayıp kazanan bilgili bir kişi. Ekonomik Darbe Sistem şimdi acımasızlaşıyor. DeepSeek, modelini sadece 5,5 milyon dolara 14,8 trilyon tokenla eğitmiş. Buna karşılık, OpenAI'nin GPT-4'ünün yüz milyonlarca dolara mal olduğu söyleniyor. Sonuçlar yıkıcı: - Yapay zeka inovasyonu artık milyar dolarlık bütçelerle sınırlı değil. - Daha küçük girişimler, finansal kriz olmadan rekabetçi araçlar geliştirebilir. - OpenAI pahalı bir seçenek. - “Tech bros, yeni kabusunuzla tanışın: DeepSeek tam anlamıyla demokratikleştirilmiş bozulma.” DeepSeek OpenAI, NVIDIA & Co. için Derin Sorun mu? Her teknoloji girişimcisinin sorduğu soru: OpenAI bitti mi? Sırada NVIDIA mı var? Henüz panik yapmamıza gerek yok, ama bazı gerçekler acıtıyor. Veriler yalan söylemez: DeepSeek, en son modellerini sadece 5,5 milyon dolara 14,8 trilyon token üzerinde eğitildi. Bunu OpenAI'nin GPT-4 için tahmini yüz milyonlarcasıyla karşılaştırın. Birdenbire, Silikon Vadisi'ndeki yüksek marjlı yapay zeka işi inovasyondan çok verimsizliğe benziyor.
Tumblr media
Çöküş mü yoksa Geri Dönüş mü?
Sırada ne var? Abartılı LLM ve tech şirketlerinde dramatik bir çöküş görecek miyiz - her şeyden önce NVIDIA ne olacak? Söylemesi zor. Bununla birlikte, iki paradoks panik ataklar için çok erken olduğunu gösteriyor: Jevons Paradoksu: Mantık acımasız olduğu kadar basittir: bir şey daha ucuz hale geldiğinde onu daha fazla kullanırız. DeepSeek gibi yenilikler yapay zeka uygulamalarının maliyetini büyük ölçüde düşürüyor - sonuç nedir? Talep, verimlilik kazanımlarının yetişebileceğinden daha hızlı büyür. Örnek: ChatGPT ilk girişimdi, ama şimdi? Dünya çapındaki şirketler, yapay zeka modellerini daha önce "kârsız" olarak kabul edilen süreçlere entegre ediyor. Yapay zeka destekli içerik oluşturma, analitik, otomasyon - her şey bir anda patlama yaşıyor. Ve uygulamalar ne kadar geniş olursa, pazar o kadar fazla GPU ve bulut kapasitesi talep eder. Daha ucuz yapay zeka, daha az donanım satışı anlamına gelmez; daha fazla müşterinin aniden oyuna girmek istediği anlamına gelir. NVIDIA gülen üçüncü taraftır. Moravec Paradoksu: Robotikte büyüleyici bir kontrast var: mantıksal akıl yürütme ve metin oluşturma gibi klasik yapay zeka görevleri nispeten az hesaplama gücü gerektirir. Ancak gerçek, duyusal algılar söz konusu olduğunda - görmek, duymak, kavramak - talep fırlar. NVIDIA'nın CEO'su ve trendleri tespit etme ustası Jensen Huang, bir sonraki rotayı çoktan çizdi. Özellikle GB10-SoC aracılığıyla robotik üzerine odaklanması tesadüf değil. Bu kaynak guzzler'lara bahis oynuyor. Kısacası: arabalar, robotlar, sağlık cihazları - bu pazarlar NVIDIA'nın bir sonraki altın madeni olmaya hazırlanıyor. Jeopolitik Oyun ABD, şimdiye kadar yapay zekada küresel lider olmuştur. DeepSeek'in yükselişi teknolojik bir başarıdan daha fazlasıdır; jeopolitik bir güç oyunudur. Peki mesaj ne? Çin sadece katılmak istemiyor. Kazanmak istiyor.
Tumblr media
Bu neden ABD'yi endişelendirmeli: - Maliyet: Çin, DeepSeek'i neredeyse ücretsiz olarak vermeyi göze alabilir. OpenAI, yatırımcılarının baskısı altında yapamaz. - Ölçeklendirme: DeepSeek'e akın eden potansiyel olarak bir milyardan fazla kullanıcıyla, veri geri bildirim döngüsü eşsiz olacaktır. Daha fazla kullanıcı, daha iyi modeller anlamına gelir ve bu da daha fazla kullanıcı çeker - steroidler üzerinde bir volan etkisi. ABD, TikTok yasaklarını ve veri gizliliği yasalarını tartışırken, Çin Batılı teknoloji ürünlerini beta sürümleri gibi gösteren araçlar geliştiriyor. Demokratikleşme mi yoksa Hakimiyet mi? DeepSeek'in açık kaynak yaklaşımı, yapay zekanın idealist köklerine geri dönüş gibi görünebilir, ancak dürüst olalım: bu fedakar bir kampanya değil. Bu hesaplanmış bir stratejidir. Çin, pazarı uygun fiyatlı, serbestçe erişilebilir araçlarla doldurarak Silikon Vadisi'nin kapı bekçiliğini ortadan kaldırıyor. Geliştiriciler şimdiden DeepSeek'i kullanarak 90 dakikada Perplexity klonları oluşturuyorlar. Tüm endüstriler - sağlık, eğitim, eğlence - bu pump etkilerini hissedecek. Kişiselleştirme bir prim değil, norm haline gelecektir. Evet, bu yenilik için harika. Ancak eski Büyük Teknoloji tekellerini çocuk oyuncağı gibi gösterecek şekilde etkiyi merkezileştirir. Sansürün Gölgesi Birçok kişi DeepSeek-V3'ü inceledi. Web üzerinden veya model olarak serbestçe erişilebilir. Ancak bulduğumuz şey sadece büyüleyici değil, aynı zamanda rahatsız edici. DeepSeek, akıl yürütme görevlerinde ChatGPT'den daha iyi performans gösterirken, aynı zamanda bir siyasi kontrol aracıdır. Sistem talimatları açıkça Çin Komünist Partisi'nin çıkarlarını korumak için tasarlanmıştır. Sansür Bir Dipnot Değildir - Temel Bir İşlevdir Tiananmen Meydanı protestoları gibi olaylar hakkında sorularınız mı var? Model, eğer varsa, dikkatli bir şekilde yanıt verir. Yolsuzluk veya siyasi muhalifler hakkındaki konuşmalar daha karanlık bir tarafı ortaya koyuyor: gerçekliği tartışmak için dolaylı olarak can atan ancak Çin hükümetinin "kırmızı çizgileri" tarafından geri tutulan bir yapay zeka sistemi. Bu sansür sadece tepkilere nüfuz etmez; modelin temel yapılarına gömülüdür. DeepSeek sadece yararlı olmak için değil, siyasi istikrarı korumak için inşa edilmiştir. Bu yerleşik, sistem uyumlu öz kontroldür. Matrix'e hoş geldiniz… Teknolojik Parlaklık (Ama Kimin Kontrolü?) DeepSeek'in en rahatsız edici yönü, sansürünün ne kadar ince bir şekilde uygulandığıdır. Bu beceriksiz bir propaganda değil. Bu, kullanıcıları "en iyi çözümün" her zaman Çin hükümetinin hedefleriyle uyumlu olduğuna inanmaları için yönlendiren bir anlatı çerçevesidir. Sorun mu? İnsan DeepSeek'i ne kadar çok kullanırsa - ister Çin'de ister global olsun - bu ince kontrol kullanıldıkça normalleşir. DeepSeek'in açık yapısı demokratik görünebilir, ancak gerçekte kendisini giderek otoriter bir araç olarak kuran bir sistemin önünü açıyor. Özgürlüğün İronisi DeepSeek ve Çin'in yapay zeka ekosistemi, teknolojik parlaklık kontrolsüz siyasi kontrolle buluştuğunda ne olduğunu bize gösteriyor. Performans nefes kesici. Peki ahlaki sonuçlar? Kabus gibi. OpenAI, NVIDIA ve diğerleri için bu, yalnızca DeepSeek'in verimliliğine ve ölçeklendirmesine ayak uydurmak değil, aynı zamanda benzer "kırmızı çizgiler" tanıtma cazibesine direnmek anlamına gelir. Yeni bir konumlandırma için bir şans mı? Bu ahlak gerektirir. Gerçek rekabet sansür çipler veya yapay zeka modelleri ile ilgili değil - hümanist ve liberal değerler için bir savaştır. Ve şimdi? Çin hamlesini yaptı. OpenAI savaşmadan düşmeyecek, ancak oyunun kuralları değişti. Bir sohbet robotu için ayda 20 dolar talep etme günleri bitti. Silikon Vadisi, alakalı kalmak için iş modelini yenilemeli ve yeniden düşünmelidir. DeepSeek, yapay zeka hakimiyeti yarışının sadece teknolojiyle ilgili olmadığını hatırlatan bir uyarı atışı yaptı.
Son Sözler
DeepSeek hızlı, ucuz, güçlüdür - ve içinde tehlikeli bir gölge taşır. Soru, dünyanın DeepSeek'i kabul edip etmeyeceği değil. Soru, bu ilerlemenin bedelini ödemeye hazır olup olmadığımız ve çok geç olmadan kontrolü koruyup koruyamayacağımızdır. Şu anda Çin, çekici sıkıca elinde tutuyor. Tech bros hızlı bir şey bulsa iyi olur. Aksi takdirde, VC tarafından finanse edilen Ferrari'leri yakında yükselen bir Çin güneşinin gölgesinde park edilecek. Peki siz düşünüyorsunuz? Bunlara Mutlaka Göz Atın! - Sektörel İŞ İLANLARI - Kripto Rehberler - Kripto Pazarlama - Bizi Takip EDİN! Read the full article
3 notes · View notes
azad30altug · 9 months ago
Text
CELAL BAŞLANGIÇ'IN KALEMİNDEN: YEŞİLYURT'TAKİ DIŞKI YEDİRME HABERİNİN HİKAYESİ
68 yaşında vefat eden gazeteci Celal Başlangıç, Cizre'nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkardığı haberinin hikayesini şu sözlerle anlatmıştı: "İnanamıyordum. Üstüne basa basa sordum: Size insan pisliği mi yedirildi?'"
Artı Gerçek - Kürtlerin hedef alındığı hak ihlallerini ifşa eden haberleriyle hatırlanan gazeteci Celal Başlangıç, uzun süredir tedavi gördüğü Almanya'da vefat etti. Artı TV ve Artı Gerçek'in kurucu yayın yönetmeni olan Başlangıç, Cizre’nin Yeşilyurt Köyü’nde köylülere dışkı yedirilmesini ortaya çıkaran isimdi. 1989 yılında yaşanan olay bir ilk değildi ama Başlangıç'ın haberiyle, sorumlusunun mahkum edildiği ilk olaydı.
Başlangıç, o gün Yeşilyurt köyünde yaşananları ve haberin Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmasına giden süreci Bianet için kaleme aldığı yazıda şöyle anlatmıştı:
Play Video
"Buluşma saati gelmişti.
Dışarıda yağmur, karanlık, bir de soğuk var.
Elektrikler biraz önce kesildi. Otuz kişilik yer sofrasından geriye tabaklardaki artık kalmıştı. Sıyrılmış kuzu kemikleri ve pirinç tanelerine, solgun mum ışığı vuruyordu.
Günlerdir yaşananlar, derin çizgilere dönüşüp sofranın çevresindeki herkesin yüzüne yapışmıştı gölge gölge. Suskunluğu sesi egemendi; iç çekme, öksürük, tesbih şakırtısı, çakan çakmak, sönen çakmak...
Yeşilyurt köylüleri bekliyordu. Soğuk bir karanlıktaydılar mutlaka.
Kalkmam gerekiyor.
"Ben gidiyorum."
Sanki boşluğa düşmüştü bu ses. Gözler gizliden gizliye birbirine değdi.
Gözlerin birleştiği noktada Cizre'nin Sosyaldemokrat Halkçı Partili (SHP) Belediye Başkanı Tahir Vesek vardı. Belli ki gecenin bu saatinde evinden bir kişinin tek başına çıkması onu tedirgin ediyordu.
Yemek boyunca ayakta dikilip duran ince uzun gence parmağının ucuyla belli belirsiz bir işaret yaptı. Fırlayıp çıktı dışarı, işareti görünce.
Dışarıda yağmur, soğuk, bir de karanlık vardı. Tahir Vesek cama doğru uzattı elini:
"Şimdi gidebilirsin. İşin bitince çocuklar seni geri getirir. Sakın sokaklarda yalnız gezme."
Oda geniş bir avluya açılıyor, avlunun çevresi kale gibi yüksek duvarlarla çevrili. Amansız bir kan davasının ürünü bu duvarlar. Avludan dış kapıya kadar uzun bir koridor var. Her girintide filinta boylu gençler bekliyor.
Dış kapı açıldı. Çevredekiler kartal bakışlı, elleri kabzaya bir solukta uzanacak tetiklikte.
Hala bekliyordur Yeşilyurt köylüleri.
İki koldan iki insan kümesi, elektrik direklerinin diplerinden karanlığa doğru daldı. Bir "U" biçiminde sarmışlardı çevremi. Ceketlerinin yırtmacı, bir kabza kalınlığında açılmıştı. Soğuğa ve yağmura, bir de karanlık eklenince ortalık olduğundan da fazla ürkünçleşiyordu.
Bölgede yaşanan işkence olaylarını incelemek için yola çıkan SHP heyetiyle birlikte Batman üzerinden İdil'e, oradan Cizre'ye gelmiştik. Yol boyunca korkunç işkence öyküleri dinlemiş, büyük bir gözaltı dalgasının yarattığı tedirginliğe tanık olmuştuk.
Her yerde karşımıza işkence yaralarını hala üzerinde taşıyan, gözaltına alınan yakınlarının akıbetini merak eden insanlar çıkıyordu.
İdil'den Cizre'ye geçerken SHP Merkez Disiplin Kurulu Üyesi olan İdilli avukat Hasip Kaplan kalabalıktan sıyrılıp yanımıza gelmişti. İşkence ve gözaltı belgeleri vardı Kaplan'ın elindeki dosyalarda. Bunlardan biri de elle yazılmış iki sayfalık dilekçeydi ve işte bu dilekçe beni Cizre'nin karanlık sokaklarından Yeşilyurt köylülerine doğru götürüyordu.
Günlerdir süren bir kabus yaşanıyordu Cizre'de.
İdil Caddesi'nden gelen polis aracı, yolun soluna yanaşmış. Kapıları açan resmi giysili iki polis tam araçtan inerken çapraz ateşe tutulmuşlar.
Günün tam ortası. Tarih 13 Ocak 1989... Saat 13.25...
İki kişiymiş ateş edenler. Cizre'de bir yıldır süren "kaldırımüstü cinayetleri"nin bir benzeriymiş yaşanan. İki tetikçi 14'lü tabanca, yakın mesafeden çapraz ateş... Ancak bir farkla ki, bu kez öldürülenler ihbarcılar değil, polisti!
İşte bu olay, bir dönüm noktası olmuştu Cizre'de. İki polisin öldürülmesiyle ilçede büyük bir operasyon ve gözaltı dalgası başladı.
Mahalleler tutuldu, girişler çıkışlar yasaklandı. Çarşıya ancak "ekmek alabilecek kadar küçük çocuklar" gidebildi. Büyük bir gerginlik yaşanıyordu Cizre'de. Bir yandan operasyon sürüyor, evlerin kapıları kırılıyor, içerdekiler dövülüyor, kimi gözaltına alınıyor, diğer yandan da halkın tepkisi giderek artıyordu. Geceleri "ilan edilmemiş bir sokağa çıkma yasağı" uygulanıyordu. Anlatılanlara göre, gözaltına alınanların sayısı 300'ü aşmıştı.
celal-baslangic-001.jpgCelal Başlangıç milletvekilleri Cüneyt Canver, Fuat Atalay ve Yeşilyurt Köyü Muhtarı Abdurrahman Müştak ile birlikte Yeşilyurt köyünde. (Fotoğraf: Cengiz Mumay)
İşte böyle bir Cizre'de, gecenin karanlığında, Yeşilyurt köylüleriyle sözleştiğim dükkanı arıyordum. Tahir Vesek'in evinden birlikte çıktığım gençler de bir bir bakıyorlardı kararlığın gölgesindeki tabelalara. Biri, "Tamam, buldum" dedi , "Kent Gıda Pazarı..."
Dükkanın aralık kapısından içeri girdim.
İçerde sekiz kişi oturuyordu. Sekizi de Yeşilyurtlu. Hasip Kaplan'ın bana İdil'de verdiği dilekçenin fotokopisini uzattılar:
"Okun mu bunu?"
Okumuştum ama, inanılır gibi değildi. Dilekçe önümde duruyordu. Mumun titrek ışığında gördükleri daha bir inanılmaz geliyordu insana.
"Cumhuriyet Savcılığı'na,
Sanıklar: 14-15 Ocak 1989 günü Yeşilyurt köyüne gelen güvenlik kuvvetleri.
Suç: Efrada suimuamele, işkence
Olay: 1) 14-15 Ocak 1989 gece saat 02.00'de Cizre'ye bağlı Yeşilyurt köyümüz, jandarma, komando, özel tim ve diğer güvenlik güçlerince sarılmıştır. Sabaha doğru köy yakınında bir eşek ve iki sıpa karaltı olarak görülmüştür, açılan ateş üzerine eşek yaralanmıştır.
2) Köye giren güvenlik görevlileri ise köyden üç kişinin kaçtığını söyleyerek tüm köylüleri kadın erkek bir araya toplamışlardır. Evler aranmış, hiçbir suç unsuru bulunamamıştır. Kadınların tek tek ağızları açılarak bakılmış, üstleri aranmış, tüm erkekler yüzükoyun yere yatırılmıştır. Burada sürekli olarak "Siz PKK besliyorsunuz, düşmansınız, bu köyü yıkacağız" denilerek her türlü küfür edilmiştir. Köy muhtarına 'Sen devletin değil, PKK'nin muhtarısın' denilmiş, yere yatırılan köylülerin sırtında, karda kışta saatlerce güvenlik güçleri gezmiş, kaba dayak atılmıştır.
3) Muhtar Abdurrahman Müştak, amcası Kamil Müştak, Abdullah Gündoğan ve Bahattin Müştak soruşturmaya alınmış, saatlerce dayak atılarak yaralanmışlardır.
4) Çevreden insan pisliği toplatılarak, muhtarın amcası Kamil Müştak'a, zorla, tek tek, yaşlı genç demeden pislik ağızlarına verilmiştir. Daha sonra bu insan pisliği, Kali Müştak'ın oğlu olan Bahattin Müştak'a zorla babasının ağzına verdirilmiştir. Yaşlı olan Kamil Müştak yaralanmıştır. Abdurrahman Müştak yaralanmış, Abdullah Gündoğan yaralanmıştır.
5) 15 Ocak günü köylü bırakılmamış, şikayet etmeleri önlenmiş, Kamil Müştak ve Ahmet Kaya yalınayak karda yedi kilometre ötedeki Cizre ilçesine götürülmüştür.
6) Köyde hiçbir suç unsuru bulunmadığı halde, her türlü aşağılık, yakışıksız ve yaslara aykırı olarak bize suimuamelerde bulunulmuş, işkence yapılmıştır."
Karanlıkta bir daha yüzlerine baktım. Okuduklarıma inanamıyordum. Üstüne basa basa sordum:
"Size insan pisliği mi yedirildi?"
Sekizi birden kafasını salladı:
"Evet, hepimize birden insan pisliği yedirilmiştir."
ARKA BACAĞI YARALI TERÖRİST!
Yeşilyurt köylülerinin başına gelenler pek öyle inanılır cinsten değildi. Aslında 12 Eylül'den bu yana yaşadıkları sözün dar gelmeyeceği bir öyküydü. Ama onlar sadece 14-15 ocak gecesi başlarına gelenleri bir dilekçeye yazıp önce Cizre Cumhuriyet Savcılığı'na, ardından Cumhurbaşkanlığına [Kenan Evren], Anavatan Partisi (ANAP), Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP), Doğru Yol Partisi (DYP) genel merkezlerine, İçişleri Bakanlığı'na [Mustafa Kalemli], Genelkurmay Başkanlığı'na [Necip Torumtay], İnsan Hakları Derneği'ne göndermişler, bu baskı belki bir gün biter diye.
12 Eylül'den bu yana hiç boş bırakılmamış Yeşilyurt köylüleri. "Korucu ol" baskısı, "Bize silah teslim etmezseniz..." tehdidi, gece baskınları, gündüz baskınları... 12 Eylül 1980'de 120 ev ve yedi mezrasıyla Cizre'nin en büyük köyü olan Yeşilyurt'ta ev sayısı 80'e inmiş. Onlar yıllardır yaşadıklarını değil, sadece bir gece başlarına gelen utanç verici öykülerini son bir umutla duyurabileceklerine inandıkları her yere dilekçe yazıp göndermişler.
Aslında resmi makamlara verilen bu dilekçede anlatılanların çok daha ötesindedir Yeşilyurtluların yaşadıkları.
13 Ocak'ta iki polisin öldürülmesinden sonra ilçe merkezinde başlatılan operasyonlar, bir gece sonra köylere kaydırılmış. Cizre'ye yedi kilometre uzaklıkta olan Yeşilyurt köyünün çevresi, komando, özel tim, jandarma ve yörede görev yapan "sivil zevat" tarafından sarılmış.
15 Ocak başlayalı daha birkaç saat olmuştur. Saat 02.00'de kuşatma tamamlanmıştır. Köye birkaç yüz metre uzaklıktaki mezrada üç karaltı hareket eder. Askerler yaylım ateşine başlarlar. Karaltılar kaybolur. Köyün dört bir yanından ateş edilmektedir. Sıcak yataklarındaki Yeşilyurtlular neye uğradıklarını anlayamazlar. O anda anons duyarlar:
"Başını çıkartan öldürülür. Herkes evine gitsin. Pencerelerin kepekleri kapatılsın."
Köyü bir sessizlik basar. Köy halkı evlerine çekilmiş, ne olacak diye beklemektedir.
Bir süre sonra görevli binbaşı, herkesin evlerinden çıkmasını ister. Kadın erkek, çoluk çocuk... Hatta çocukların beşikleriyle kapının önüne konulması emredilir. Bütün köy halkı alanda toplanmıştır. Komutan, kadınlarla erkeklerin ayrılmasını ister. Sonra, erkeklere döner, yaşlılara gençlerin iki ayrı grup oluşturmasını söyler. Yörede yaşlılık ölçüsü altmış ve sonrasıdır. Komutan genç gruba döner, "Yere yat" emri verir. Sonra köyden üç teröristin kaçtığını söyleyerek bunların bir an önce bulunmasını ister. Muhtar Abdurrahman Müştak ile amcası Kamil Müştak, köyde terörist olmadığını anlatmaya çalışırlar. Bunun üzerine muhtarla amcası "sorguya" alınır. Yörede "sorgu", aslında kaba dayaktır. Ardından komutan, askerlere emir verir ve onlar da yere yatmış gençlerin üzerinde dolaşırlar bir süre.
Köydeki tüm evler aranır. Hiçbir suç unsuru bulunmaz. Ama jandarma, köylülerin ilçeye inip şikayet etmesini önlemek amacıyla köyden ayrılmaz. Bu arada köyün çevresindeki göçebeler, muhtara bir haber salarlar. İş anlaşılmıştır. Köyden sabaha karşı çıktığı sanılan üç terörist, köyün eşeğiyle onun sıpalarıdır. Muhtar, açılan ateş sonucu arka ayakları parçalanan eşekle başında bekleyen sıpalarını alır, ahıra kapatır.
Ertesi gün binbaşı gelir, "Teröristleri buldun mu?" diye sorar muhtara. "Evet" der muhtar, "Buldum". Komutan duyduklarına inanamaz. Nerede olduklarını merak etmektedir. Muhtar ahırı gösteri; "İşte orada". "Ne işleri var orada?" diye bağırır komutan. Muhtar sakindir, yanıtlar:
"Eşekle sıpalarıdır. Dün terörist diye onları vurmuşsunuz."
Sonu dışkı yedirmeye kadar varacak olan baskı ve işkenceler işte bu olaydan sonra bir dilekçeye dönüşür ve ilgili olduğuna inandıkları her kişiye, kuruma başvururlar. Bir de raporları vardır ellerinde işkence gördüklerine dair.
'GİTMEYİN SİZİ VURACAKLAR'
"Bir kazaya kurban gitmemek" için yazıyı bölgeden ayrıldığım gün yazdım.
Ancak, 1989'un Ocak ayında "Yeşilyurt köylülerine asker dışkı yedirdi" diye bir haber girebilir miydi?
Bu soruya "Evet" demek pek kolay değildi.
Bu yüzden haber olarak değil de izlenim olarak yazdım. Dışkı yedirme olayını yazının sondan bir önceki paragrafına deyim yerindeyse "gizledim". Başlığını da "Münferit bir işkence öyküsü" diye attım.
22 Ocak 1989 tarihli Cumhuriyet'te, birinci sayfadan tek sütuna anonslanarak yayınlandı yazı.
Ancak korktuğum başına gelmişti.
Sondan bir önceki paragrafa gizlediğim "dışkı yedirme" olayı, köylülerin bu konuyla ilgili anlatımları tümüyle çıkartılmıştı yazıdan.
O zamanlar böyle durumlarda akla ilk gelen soru "Bu mesleği bırakmalı mı artık?" oluyordu.
Değişik duyguların git-gelinde yaşarken telefon çaldı. Arayan Genel Yayın Müdürü Hasan Cemal'di.
"Yazın çok güzel olmuş eline sağlık" diyordu.
Durumu anlattım, atılan bölümü aktardım ve artık gazetecilik yapmanın pek anlamlı olmadığını, bu yüzden istifa etmeyi düşündüğümü söyledim.
O da şaşırmıştı.
"Köye bir daha girer misin?" dedi. Hiç tereddüt etmeden "Evet" deyince, "Sen köye git, ben de manşet yapacağım" diye söz verdi.
Cumhuriyet'in Adana'daki bürosunda yeniden Yeşilyurt'a gideceğimi duyan herkes aynı görüşte birleşiyordu:
"Gitme, senin vururlar."
Bu tartışma sırasında, bürodan içeri SHP Adana Milletvekili Cüneyt Canver girdi. "Gitmeli mi, gitmemeli mi" tartışmasına o da karıştı. sonunda Canver kararını açıkladı:
"Gidersen ben de seninle gelirim Yeşilyurt'a."
Bu kimsenin görüşünü değiştirmemişti:
"Gitmeyin, bu sefer ikinizi de vururlar."
'DEMEK Kİ DAHA KALABALIK GİTMEK GEREKİYORDU'
Demek ki, daha da kalabalık gitmek gerekiyordu.
SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay'ı aradım. "Tamam" dedi Atalay, "Ben de gelirim."
Sonunda bir plan yapıldı. Canver'le ben Adana'dan Cizre'ye gidecektik. Atalay da ilk uçakla Ankara'dan Diyarbakır'a gelecek, orada Siirt muhabirimiz Cengiz Mumay'la buluşacaktı. Birlikte Cizre'ye geçeceklerdi. Buluşma yerimiz de Cizre Belediye Başkanı Tahir Vesek'in makamıydı.
Hemen Tahir Vesek'i aradım "Biz geliyoruz" diye.
Daha bu telefonun üzerinden yarım saat geçmemişti ki Vesek, Cizre'den soluk soluğa arıyordu.
"Senin telefonun ardından bana 'faili meçhul' bir telefon geldi. 'Gelmesin, vurulacak' diye."
Belli ki telefonlar çok sıkı dinleniyordu. Hatta dinlemeye kalmayıp tehdit etmeye de sıvanmışlardı.
Tumblr media
8 notes · View notes
sp5ranza · 5 months ago
Text
Derin bir uykudan uyanma zamanı geldi kalbimdeki kelebeklere , nasır tutmuş ellerime
Yeniden çarpıyor kalbim , yeniden hayattaki heyecanı hissediyorum ve yeniden aşka yenilmeye başlıyorum…
Bu tarih buraya yazılsın ben yeniden aşka atılıyorum.
26.09.24
4 notes · View notes