#beri sans
Explore tagged Tumblr posts
Text
Among the Red Lights
Zoro x FemReader
SADDNESS + ANGST
⚠️ Warnings: ⚠️ Angst, Sex Workers
Support me on Ko-Fi
Main Masterlist <<<
Amidst the vibrant chaos of the red light district, Zoro's sharp eyes scanned around for a bar not wanting to stray far from the group either- especially with Usopp so close to watch him.
The swordsman who wasn't amused at him and the crew needing to travel through the district of this particular village, however he didn't complain nor judge. Simply annoyed at it all- Mainly Sanji damn near drooling the whole time.
Glancing around, seeing if anything caught his eye he stopped mid step..
There sitting on the balcony of a Oiran was a women, he could see the red of the lanters bathing her form and how the moon haloed around her delicately painted face, he couldn't help but stare in awe. While a time in this district wasn't what he wanted, he could appreciate her. That was till more light hit her face and details began to be shown- his eyes narrowing as he stepped closer to the building.
Discerned the figure that stirred both recognition and warmth in his chest. There, dressed in the exquisite garments of a Oiran, was (Y/N) – an old acquaintance from a time when dreams were still untainted by the harsh realities of life. Remembering training with her in his youth and finding her skills as elegant and graceful as a dance.
As he approached, memories of shared laughter and innocence flooded Zoro's mind, contrasting sharply with the sight before him. Usopp went to stop him, till he saw his gaze up at the women on the brothel balcony.
"(Y/N)," he called out, his voice cutting through the lively ambiance, as if a spell was being broken at his words.
Her eyes painted in kohl and red met his, revealing a mix of surprise and a tirdness that hadn't been there before, having not heard her own true name in many years.
"Roronoa-san," (Y/N) acknowledged eyes widening at him being there, her voice carrying the weight of unspoken stories. The elegant attire adorned her, yet failed to conceal her form underneath with some Beri they were ment to be easy to peel off like paper- something that made Zoro's heart feel heavy and uneasy.
A heavy silence hung between them before Zoro mustered the courage to speak, his concern evident. "Is that really you? What happened to you?"
She sighed, a bittersweet smile playing on her lips. "Yes, it's me. Life took unexpected turns, and this is where I've ended up. It's not what I envisioned either." She admitted, looking down at herself from her seat on the balcony.
Zoro's gaze remained intense as his mind raced, "You don't have to live like this. Come down, we can find a different path – a better one."
(Y/N)'s eyes, a mix of gratitude and kindness, met his. "My choices led me here, Zoro. I appreciate your care, but.. it is far too late for me, my path I walk on my own even if it's different from what we once dreamed."
"Then we can buy your freedom" He argued, anger starting to build in his chest.
"My price is too much for any one man to Buy-" She continued but Zoro glared up at her, an anger he thought he had once grown out of coming out of him.
"What can they possibly have that makes you sell yourself!- staying in this hell hole and letting all those use you! You were a great swordswoman! Not some some-!" He yelled up at her, Waving around at the brothels that surrounded him.
"Prostitute?" She finished, watching the way he winced at her words.
(Y/N) smiling down at her robes sadly, messing with the fabric of her dress for a moment. "My child Zoro.. They have my child"
Silence filled the air after that, Zoro looking to the side as the weight of her words settled on his frame.
"Your?-.. Child?"
She nodded softly at his confirming words, taking a heavy breath.
"He was sick... Sick with a illness no one could afford.. So I did everything I could to afford it. So now, this is now I pay my debt. This is but a small price, for his life"
Zoro stared at the ground he stood on. His head bowed in shame at his anger towards her-
"I understand..." Zoro said softly, looking away from her in saddness. (Y/N) giving a sad smile, before reaching around her neck to pull something from her necklace.
"Here-"
Plucking one of the last remaining fragments from a life she once desired. She tossed it down to him, his hands quick to catch it- Staring down at the small gold pendant, he recognized it well. It was the symbol of the Dojo they had grown up in, it was gifted to each of them on their 12th birthdays.
"Bring it with you Zoro... So a small peice of me may explore and experience the adventures I dreamed of with you"
The swordman nodded at her, clutching the pendant close to his chest as he stared up at her form basking in the moonlight.
"I refuse to forget you.. I'll come back one day to rescue. So we can explore this world together"
Zoro declaired as he backed away, Usopp who had witnessed it all leading the swordsman away from (Y/N) who looked up to the moon the last bit of freedom in her life as tears rolled down her painted cheeks.
"Mourn me instead.. For I truly died long ago and there is nothing left to rescue except my legacy"
#x reader#one piece#one peice x reader#one peice live action#ronoroa zoro#zoro x reader#one piece zoro#roronoa zoro#zoro#one piece angst#zoro angst#depressing shit#zoro roronoa x reader
158 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
244. BÖLÜM - Cennetin Kutsaması ile hiçbir yol çıkmaz değildir. -
“Tebrikler tebrikler!”
“Tebrikler ekselansları!”
Yeni inşa edilen PuQi Tapınağı hareketli ve canlıydı, insanlar içine girip çıkıyordu, Xie Lian dolu olan birkaç uzun masanın arasından geçerek su gibi akan erişte kaselerinden, altın gibi parıldayan yağlı çorbalardan ve kar beyazı, ağız sulandıran pirinçten sonra sıcak buharlı kaseleri veriyordu. Koşuşturma içindeydi ve hala misafirleri karşılamalıydı, elindeki görevlere “Teşekkür ederim, lütfen oturun.” demek için ara verdi.
Ne yazık ki bir kavgada çöken PuQi Tapınağı yeniden inşa edilmişti.
Yeniden inşa edildikten sonra, bir zamanlar harap olan küçük tapınak şimdi çok daha görkemli hale geldi, birkaç yeni bahçe bile eklendi. Aslında inşa eden Hua Cheng ya da Xie Lian değildi, PuQi köyünün köylüleriydi. O gün, Xie Lian utanç içinde kaçtığında, enkazı araştırdılar ve aslında altın külçeleriyle dolu bir kutu buldular. Doğal olarak o Quan Yi Zhen’in bağış kutusuna doldurduğu altın külçeleriydi.
Bu köylüler hiç bu kadar çok altın görmemişlerdi ve neredeyse akıllarını kaçırmaktan korkmuşlardı. Kendilerine geldiklerinde Köyün efendisi birazını PuQi tapınağını yeniden inşa etmek için almış, kalanına dokunmaya cesaret edememiş ve Xie Lian dönüp ona verene kadar güvenli bir yerde saklamıştı.
Böylece, Xie Lian Hua Cheng’i getirerek döndüğünde onları memnuniyetle karşılayan “Daozhang” ve “Xiao Hua” ya yapılan çoşkulu karşılamalarının yanı sıra yepyeni bir Taocu tapınak ve altınla dolu ağır bir kutuydu.
Xie Lian bu altın külçelerini Quan Yi Zhen’e geri vermeyi planlamıştı ama Quan Yi Zhen asla geri almazdı, her gördüğünde reddediyordu ki Hua Cheng ona şunları söyledi; “Eğer o altın külçelerini geri almazsan ruhları beslemek için doğru yöntemi unutabilirsin.” Ancak o zaman bu çocuk uslandı ve insanlara körü körüne külçe altın doldurma kötü alışkanlığını düzeltti.
Cennet mensuplarından oluşan grup selamlaşmalarını yaptıktan sonra Mu Qing'in liderliğinde, dikkatli bir şekilde avluya girdiler. Yanlışlıkla yukarı baktılar, bu Taocu tapınağın tam görünümünü gördüklerinde bütün sözleri anında boğazlarına takılıp kalmıştı.
Büyüleyici.
Fazlasıyla büyüleyici!
Kutlama renklerinin parlak, birbiriyle çatışan kırmızıları ve yeşilleri ve aşırı derecede abartılı, gökkuşağı renginde, ilahi heykel en kötüsü değildi. En kötüsü, kuruluşun plaketiydi.
O plaketin üzerine tam olarak ne yazılmış veya çizilmişti?
Yeni bir türbenin kurulmasıyla birlikte doğal olarak orada da bir kutlama yapılması gerekiyordu. Ama bu yeni türbenin kalitesi ve tadı her açıdan berbat ve pejmürdeydi, özellikle de o umutsuz yapının plaketiyle. Bu herhangi birinin iltifat etmesini gerçekten zorlaştırıyordu. Aslında önceden düşündükleri tüm tebrik cümleleri tamamen unutulmuştu.
Ancak Xie Lian bunların hiçbirine aldırış etmedi ve bunun oldukça iyi olduğunu düşündü. En azından her an çökebilecek harap bir bina değildi. Gelenleri yeniden selamladı, “Lütfen oturun.”
Bu göksel yetkililer grubu oturmak istiyormuş gibi görünmüyordu ve tebrik etmeye gelmeleri muhtemelen sadece yüzlerini göstermek içindi bu yüzden acele ettiler ve hediyelerini teslim ettikten sonra ayrıldılar. Xie Lian Mu Qing’e döndü, “Neden bu kadar aceleyle ayrıldılar?”
“Hala soruyor musun?” dedi Mu Qing.
“Evet?” diye cevapladı Xie Lian.
Mu Qing huysuzca tükürdü, “O zaman neden gidip senin şu iyi San Lang’ına sormuyorsun?”
Görünüşe göre, Hua Cheng ilk geri döndüğünde, bunu bilen ilk kişi Xie Lian oldu, ikincisi ise henüz koltuğunu ısıtmamış olan Üst Mahkeme'ydi. Bunun nedeni uzun zamandır tüm emeklerini koydukları ve aniden Sonbahar Ortası Ziyafeti gibi Hua Cheng'in üç bin fenerden oluşan gündelik dalgası tarafından katledildikleri ShangYuan festivalinin uzun zaman önce olması değildi. Sebebi muhtemelen o geceden beri tehlike çanları deliler gibi çalıyor, sanki onlara hatırlatırmış gibi tüm üst cennette o ses yankılanıyordu; “Cennetin kabusu geri döndü!”
Kabus onların gözleri önündeydi, bu yüzden tabii ki normal cennet mensupları yaklaşmaya cesaret edemediler. Ancak Xie Lian ve Hua Cheng hakkındaki dedikodular zaten abartmaya gerek kalmadan oldukça sertti. Ama onlar hala Xie Lian'ın iyi lütuflarını almak istiyorlardı Yani gelecekte Hua Cheng'e biraz merhamet göstermesi için yalvarabilirlerdi.
Xie Lian bunu öğrendi ve geçmişte Hua Cheng’in üst mahkemeden tüm bir yıl boyunca kahramanca başarılarını ilan etmesini nasıl talep ettiğini hatırladı ve güldü, “Arsız.”
“Bu sadece bir arsızlık meselesi değil?" diye azarladı Mu Qing, “Ona biraz dinlenmesini söyle, bu kontrolden çıkıyor. Şu anda bu zil her gün çok gürültülü, hiç kimse konsantre olamıyor ve tüm Üst Mahkeme işlevini yerine getiremiyor. Hatta zaman zaman tekrar düşüp insanları ezeceği anlar oldu. Yeni cennet başkenti sonunda inşa edildi, bunun gibi bir şeyin onu bir daha yok etmesine izin verme.”
“Pekala.” Dedi Xie Lian, “Birazdan ona anlatacağım. Biz buradayken denemek ister misin?” Avludaki masalardaki pirinç, erişte ve çorbaları işaret etti ve ekledi, “Onları ben yapmadım.”
Mu Qing ilk kısmı duyduğunda ifadesi soğuktu, yüzünde baştan sona ret yazılmıştı ancak son kısmı duyduktan sonra normale döndü. O sırada Feng Xin de gelmişti. Birkaç tam da gitmek üzere olan kıdemsiz yetkiliyi fırçalamak için tam zamanında bahçeye girdi. Selamlaştılar, sonra fısıldadılar, “Bu General Nan Yang.”
“Bu o. Çok üzücü, karısı ve oğlu bir erkekle kaçtı...”
Feng Xin’in alnındaki damarlar lanetlerini oracıkta kükrerken şiddetli bir şekilde fırladı, “LANET OLSUN!!! SİZ CİDDEN BUNDAN BIKMADINIZ MI?! KAÇ AYDIR BUNUNLA İLGİLİ SIKIŞTIRIYORSUNUZ?? AYRICA ‘KAÇTI’ OLACAK, ‘BAŞKA BİR ERKEKLE KAÇTI’ DEĞİL.! S*KİK BOŞ DEDİKODULARINIZI YAPMAYI KESİN!!”
Bu dedikoducu kıdemsiz yetkililer dehşete kapıldılar ve aceleyle kaçtılar. Mu Qing, elleri kollarının içine sokulmuş halde yan tarafta duruyordu, “Kendin açıklamamış olabilirsin, bu sadece kulağa daha da utanç verici geliyor.”
Feng Xin öfkelendi, kenardaki bir süpürgeyi kaptı ve sonra onu fırlattı. Mu Qing onu anında yakaladı ve homurdandı, “Artık bu eskidi. Bunu bana karşı kullanamazdın.”
Feng Xin biraz daha bağırmak üzereydi ki Xie Lian elinde başka bir süpürge ile ellerini doldurdu, “Ah iyi, ya buna ne dersin? Neden ikiniz bana bahçeyi süpürmemde yardım etmiyorsunuz? Daha önce bazı havai fişekleri ateşledik, böylece zemin kırmızı parçalarla kaplandı. Teşekkürler. Eğer sıkıldıysanız biraz deyim çalışabilirsiniz, tamam mı?”
“???”
Bir saat sonra tapınağın dışından insan seslerinin gürültüleri yakına ve daha yakına geldi.
Avludaki birkaç kişi dışarı baktı ve bir süre sonra büyük bir insan kalabalığı PuQi Tapınağı'nın avlusuna akın etti, bağırarak, “ORADA MI?”
“BURADA, OHO, OLDUKÇA ETKİLEYİCİ DE GÖRÜNÜYOR.”
“BU GERÇEK PİRİNÇ, BİR SÜRÜ PİRİNÇ!”
“VE ET DE VAR!”
Az önce Feng Xin ve Mu Qing’in süpürdüğü yer bir kez daha kirli ve çamurlu ayaklardan oluşan dev kalabalık yüzünden kirlenmişti. Mu Qing süpürgesini kavradı ve sanki birisinin ona pire bulaştırdığını hissetmiş gibi görünüyordu, gözleri büyüdü, “…Bu dilencilerin neyi var?”
Dilenci kalabalığı lideri kıyafetleri terli, saçları darmadağın bir adamdı. O Shi Qing Xuan’di. Zıpladı hopladı ve ellerini nazikçe birleştirdi, “Ekselansları, sizi rahatsız etmeye geldik! Ne dersin, Geçen sefer kabul ettiğin şey hâlâ geçerli mi?”
Xie Lian kahkaha attı, “Herkes hoş geldi, tabii ki geçerli! Lütfen oturun, oturun.”
“Çok fazla insan yok mu?” Mu Qing merak etti.
“Hayır!” dedi Shi Qing Xuan, “Geçen sene kraliyet başkentindeki insan dizisini korumaya yardım eden tüm eski ustalar burada.”
İnsan rününü korudukları sırada Shi Qing Xuan, diğerlerine bu eylemin tamamlanmasının ardından gelen gelmeyen herkese tavuk bacağı çorbası verileceğinin sözünü vermişti ama işler halledildikten sonra kimseyi bulamamış ve doğal olarak çorbalarını içememişlerdi. Bugün ise kase kase tavuk bacağı çorbası ve erişteler verildikten sonra sonunda sözlerini yerine getirebileceklerdi. Shi Qing Xuan seslendi, “MİLLET, BUGÜN KENDİNİZİ TUTMANIZA GEREK YOK! HADİ YİYELİM!!”
Dilenci kalabalığı masalardan yere sıkıştı, her biri tezahürat yaptı, sonra süper büyük kaselerine sarıldılar, höpürdettiler, höpürdettiler. Yerlerken aniden biri konuştu, “Bekleyin, bir şeyler yanlış. Kötülüğün özü burada!”
Kalabalık bakmak için başlarını çevirdi, o küçük grup aslında Cennetin Gözü ve yoldaşlarıydı. Xie Lian başında bir ağrı hissetti, “Nasıl oldu da sizler de geldiniz?”
“Geçen sefer de yardım etmiştik.” Dedi cennetin gözü, “Yani neden gelmeyelim ki?” Sonra kasesini yukarıya kaldırdı, ifadesi ciddiydi, “Millet, beni dinleyin. Bu konuda hakikaten yanılmıyorum! Bu kaselerdeki yiyeceklerde kötülük özü var, yani muhtemelen iyi bir şey değil. Bu çok şüpheli. Hemen kaselerinizi indirin, çabuk!”
Hiç kimse onu kabul etmedi. Dilenciler çoktan yemeklerini bitirmişlerdi, hepsi yine ellerini kaldırdılar, “BİR TANE DAHA!”
Feng Xin ve Mu Qing , havai fişeklerden arta kalan kırmızı artıklarla dolu avluyu süpürürken kavga etmek için süpürgelerini kullanıyorlardı. Ama diğerlerinin bu kadar memnun olduklarını ve yemek yediklerini gördüklerinde onlar da kendilerine bir kap yemek aldı ve oturdu.
Peşinden cennetin gözü öfkeyle bağırdı, “Nasıl oluyor da hiçbiriniz mantığı dinlemiyorsunuz?” ardından gidip mutfağı kontrol etmeye hazırdı ki Shi Qing Xuan onu geri tuttu, “Cidden, Daozhang, çok düşünüyorsun. Burası Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un bölgesi, yani canavarların ve iblislerin özüne sahip olması normaldir. Peki peki peki, endişelisin değil mi? Gidip bir bakacağım. Sen sadece orada otur ve fazla sinirlenme”
Gerçekten ayağa kalktı ve mutfakların olduğu yere doğru yürüdü, perdeleri kaldırarak, “Gördünüz mü? Şüphe duyulacak bir şey yok—“
Xie Lian konuştu, “Bekle, ben de gelip bakacağım…”
Ancak o, Shi Qing Xuan, Feng Xin ve Mu Qing kafalarını içeri sokup baktıklarında şaşakaldılar.
Mutfağın içinde, kesme tahtası üzerinde deli gibi doğrayan iri domuz kasap vardı ve arkasında asılı olanlar hiç de domuz bacağı gibi değildi, orada doğrananın insan bacağı olduğunu düşünebilirlerdi. Diğer tarafta Dev bir tencerenin altında ateş yakılmış ve kazanın içinde Hayatının en güzel zamanını kendini fırçalayarak geçiren uzun boyunlu bir horoz ruhu vardı. Dışarıdan onu gören insanların olduğunu gördüğünde, anında çığlık attı, elleriyle göğsünü kapattı.
Xie Lian tamamen şaşkına dönmüştü ve fısıldamak için aceleyle içeri girdi, “Bunu yapamazsınız demedim mi?”
Horoz ruhu buruştu ve söz vererek göğsüne tokat attı, “Büyük amca! Gelmeden önce banyolarımızı yaptık, çok temiz! Ayrıca bu çorbanın uzun ömürlülük etkisi var, yemenin kimseye zararı olmaz! Kayıp yok! Gönül rahatlığıyla tüketebilir!”
“…”
Shi Qing Xuan sessizce perdeleri indirirken Feng Xin ve Mu Qing anında kaselerini fırlatıp attılar ve tükürdüler, “Senin yemek yapmanı tercih ederdim!”
Xie Lian alnını ovuşturdu hem eğlendiğini hem de üzüldüğünü hissetti, “Yardım etme konusunda kararlıydılar. Hayır diyemezdim. Bunu iyilik olsun diye yapıyorlar.”
O sırada Cennetin Gözü sonunda etrafta gizlice dolaşan oldukça şüpheli bir grup bulmuş gibi görünüyordu ve o da yanlarına geldi, “Bu ne?”
Cennetin Gözü’nün domuz kasabını ve diğerlerini görüp bir kere daha başka bir isyan başlatmasından korkuyordu. Ancak beklenmedik şekilde Cennetin Gözü mutfaktakiler için değil, doğrudan onun için geldi. Xie Lian'ın birkaç kez daire içine aldı ve kafa karışıklığı içinde merak etti, “Oldukça garip…”
“Ne?” Xie Lian sordu.
Cennetin Gözü şaşkın ve kafası karışık görünüyordu, “Bu doğru değil. Xie Daozhang, Nasıl oldu da vücudunuzdaki kötülüğün özü son seferden bu yana daha da kötüleşti?”
“…”
Xie Lian hafifçe boğazını temizledi. Mu Qing omuz silkti, “Tüm gün hayalet kralın etrafında dolaşıyor, tabii ki kötüleşir.”
Ancak cennetin gözü “Hayır. öyle olsa bile, böyle olmamalıydı.” dedi.
“Ne gibi?” diyerek sorguladı Feng Xin.
Çok fazla tereddüt ettikten sonra Cennetin Gözü açık sözlü olmaya karar verdi, “Nasıl oluyor da bedeninizdeki kötülüğün özü artık içinizde oluyor? O… O artık tamamen vücudunuzun içinden ve dışından yayılıyor.”
“…”
“Muhtemelen bu sefer büyük bir suçla karşı karşıyasınız. Ne yaptınız? Nasıl oluyor da bu kadar hastasınız?”
“…”
Xie Lian artık daha fazla öksüremiyordu bile. Tüm yüzü kanla patlamak üzereydi.
Feng Xin ve Mu Qing ilk başta anlamadı ama düşündükten sonra ikisi de dönüp Xie Lian'a baktılar ve sessizleştiler, “…”
Shi Qing Xuan anlamayan tek kişiydi, “Ne oldu? Yani? Neler oluyor? Ekselansları, cidden hasta mısın? Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur biliyor mu? Sana iyi bakmadı mı?”
Hayır, hayır, hayır. Onun yüzünden böyle oldu!
Xie Lian hafifçe mırıldandı, “Hm. Aslında. Hayır. Şey… bence, artık siz neden, hmm…”
Bir görüntü karmaşası onun zihnini dolduruyordu ve kafası karışmış bir şekilde bir yığın anlamsız kelime söyledi. Aniden sırtı birinin göğsüne çarptı. Gümüş bir kolluk takan bir kol belini sardı ve tanıdık bir ses alçakgönüllülükle gülümsedi, “Bence, siz neden yerlerinize dönüp yemeğinizi yiyip herhangi bir şeyler hakkında endişelenmeyi bırakmıyorsunuz? Nasıl olur?”
Xie Lian şu anki durumda gerçekten kendini affedilmiş mi yoksa daha da tuhaf mı hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, “San Lang!” diye haykırdı.
Hua Cheng’in ortaya çıktığını gördükleri an hem Feng hem Xin hem de Mu Qing’in yüzleri karmaşık görünüyordu. Ama Xie Lian'dan önce onlar gerçekten hiçbir şey söyleyemediler. Sadece Shi Qing Xuan hala çok ciddi bir şekilde sorguladı, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur, ekselanslarının vücudunu hiç inceledin mi?”
Xie Lian alnını tokatladı ve umutsuzca Shi Qing Xuan’ın daha fazla soru sormamasını umuyordu. Tam o sırada dilenci kalabalığı şikayet etmeye başladı, “BİR KASE DAHA!”
“DAHA FAZLA ET EKLE!”
“BU TAVUK BACAĞI ÇORBASI ÇOK TATSIZ, BİRAZ DAHA TUZ EKLE!”
Mu Qing daha fazla izleyemiyordu, “Hepiniz buranın bir tapınak olduğunu biliyor musunuz? Tanrılara tapmak için, hepiniz biraz daha kendinize dikkat edebilir misiniz?”
Ancak dilenci kalabalığı bunu takmayı reddetti. Geçen sefer insan rününü tutmak için birçok cennet mensubuyla el ele tutuştular ve korkudan titreyen, son dakikada kaçan onlarca cennet mensubu gördüler, cesaret açısından onlarla boy ölçüşemezlerdi bile. Onlar aynı zamanda Shi Qing Xuan'ı da tanıyorlardı bu yüzden tanrılar hakkında böyle düşünmekten başka bir şey gelmezdi ellerinden. Hayat söz konusu olduğunda, onlardan pek farklı görünmüyorlardı ve bu yüzden tanrılar artık o kadar yüksek ve ulaşılmaz, sert ve dokunulmaz görünmüyorlardı.
Aniden mutfağın içinden şaşırtıcı bir çığlık geldi, “KİM ORADA?”
Bunu duyan Xie Lian'ın kalbi anında sarsıldı ve mutfağa fırladı. Domuz kasap ve horoz ruhu içeride çığlık atıyorlardı bu yüzden Xie Lian aceleyle onları teselli etti, “Sakin olun, sakin olun! Ne oldu?”
Horozun ruhu o kadar sarsılmıştı ki, tüyleri diken diken oldu, vücudunun her yeri ürperdi, “BÜYÜK AMCA! BİR HAYALET VAR! bir hayalet hazırladığımız tüm yemekleri silip süpürdü. Sadece kafamı et suyunun altına daldırdım ve yukarı çıktığımda, ortada bir kase bile kalmamıştı! O Bİ HAYALET!”
Yaban domuzu kasap tükürdü, “Neden bu kadar korkuyorsun? Sende hayalet değil misin?”
Xie Lian’ın biraz kafası karışmıştı, “Bu nasıl olabilir? Az önce elli kase yaptığınızı açıkça gördüm.”
“EVET!”
Ama tekrar baktığında tabii ki elli kasenin tamamı boştu ve et suyu bile tamamen temizlenmişti!
Aklına biri geldiğinde hala şaşkın hissediyordu ve arkasına döndüğünde kapıya yaslanan Hua Cheng’i gördü, “San Lang, bu olabilir mi?”
“Büyük olasılıkla daha fazla.” Hua Cheng net bir şekilde yanıt verdi.
“En…” Xie Lian derin derin düşündü, “Muhtemelen o da kutlamaya geldi. Tabii ki hoş geldi, ama, biraz fazla yemiş… tüm yemekleri yemiş, ne yapmalıyız?”
Hua Cheng güldü, “Hiçbir şey. Faizini arttıracağım.” (Karasu gelmişti)
Hayalet Şehir'den gelen sorunlu hayaletler çetesi teslimiyetle sıfırdan yemek pişirmeye başladı. O sırada Büyük salondan ve bahçeden sanki birisi başka bir kişiyle tartışmaya başlamış gibi bağrışma sesleri geliyordu. Xie Lian tam arabuluculuk yapmak üzereyken Hua Cheng onun elini yakaladı ve bir yan kapıdan dışarı çıkardı.
İkisi el ele tutuşarak PuQi Tapınağı'ndan dışarı çıktılar. Yolun üzerinde yolu kapatan ağaçlar vardı ve Eğer ellerini bıraksalardı, ilerlemek daha kolay olurdu. Ama ikisi de birbirinin elini bırakmak istemedi ve döndüler, dolaştılar, yoldan saptılar. Onlar dolambaçlı bir şekilde dolaşırken, Xie Lian sordu, “San Lang, şimdi nereye gidiyoruz?”
“Burası çok gürültülü.” Dedi Hua Cheng. “Bırakalım onlar isyan etsin, önce biz gideceğiz.”
Xie Lian başını geriye çevirerek yürüdü, sesi biraz endişeli geliyordu, “Onları öylece bırakacak mıyız? PuQi Tapınağı daha yeni inşa edildi, ya o kavgadan sonra tekrar çökerse?”
Hua Cheng umursamış gibi görünmedi, “Eğer çökerse o zaman başka bir tane inşa ederiz. Eğer Gege isterse, dilediğin kadar çok tapınağa sahip olabilirsin.”
“ahahhahhaha…”
.
Gece vakti, QianDeng Tapınağı içinde, banyodan sonra Xie Lian hafif, kar beyazı bir iç cüppe giyiyor divanın yanındaki yeşim masaya yaslanarak fırça darbesi peşine fırça darbesi atıyordu.
Hua Cheng için bir kaligrafi defteri oluşturuyordu. Hua Cheng, divanda onun yanına uzanmıştı, o da iç cübbe giymiş, cübbesinin yakası hafifçe açıktı, parmakları saçının kuyruk ucundaki kırmızı mercan incisini oynatıyorken ölümüne sıkılmış görünüyordu.
Yeşim taşı gibi ılık lamba ışığının altında tüm bu zaman boyunca Xie Lian'a bakıyordu, Bir süre baktıktan sonra gözlerini kıstı, memnun tatmin olmuş görünüyordu. İç çekti, “Gege, bu kadar yeterli. Gel de biraz dinlen.”
Xie Lian az önce işkenceye maruz kalmıştı ve bir daha kandırılmamaya kararlıydı. Ancak bu ses tonu kulaklarının ucunun yanmasına neden oldu ve yazmaya devam ederek kendini sakin kalmaya zorladı. Sert bir sesle şunları dedi, “Hayır. San Lang, bugün biri daha senin yazına çirkin dedi, daha çok pratik yapmalısın, tamam mı? Aksi halde kimsenin sana benim tarafımdan öğretildiğini bilmesini istemiyorum.”
Hua Cheng hafifçe doğruldu, kaşlarını kaldırdı, “Gege, hatırlıyorum da geçmişte aç��kça benim yazımı beğendiğini söylemiştin.”
Hua Cheng geri geldiğinden beri uzun bir süre boyunca Xie Lian uysal ve itaatkar biriydi ve her dediğine hevesle cevap veriyordu, bu da muhtemelen Hua Cheng’i şımartmış, gittikçe daha da kurnazlaştırmıştı. Xie Lian karakterleri yazmayı bitirdi ve fırçayı yere koydu, sesi daha da sert çıkıyordu, “Bırak şunu! İşim bitti, gel ve pratik yap!”
Böylece Hua Cheng tembelce Xie Lian'ın sırtına doğru ilerledi, beline sarıldı ve hafifçe eğilerek başını omzuna yasladı. O kırmızı mercan incisini saçından çıkardı ve kağıdın üzerine yerleştirdi. Xie Lian’ın elini takip edip etrafta yuvarlanmasını ve bu sayede Xie Lian'ın düzgün yazmasını kasıtlı olarak engellemek içindi.
Böylesine yaramazlık, ama aynı zamanda onun mevcudiyet duygusuyla övünme konusunda çok güçlüydü, Xie Lian cennetin gözünün “vücudunun içten dışa her yerinden” kötülüğün özünün yayıldığını söylediğini hatırladı. Bu tamamen Hua Cheng'in kokusuydu ve Xie Lian, kendiliğinden kalbinin yumuşadığını hissetti. Hafifçe mücadele etti ve fısıldadı, “…Düzgünce yaz.”
“Peki, Gege’yi dinleyeceğim.” Dedi Hua Cheng.
Fırçasını kaldırdı ama iki mısradan sonra geri yerine koydu. Xie Lian bir bakış attı ve başını salladı, zihinsel olarak sayısız kez iç geçirdi. “Umutsuz vaka.” Bir süre durakladıktan sonra o da bir fırça kaldırdı Hua Cheng'in son iki dizeyi doldurmasına yardım etti.
İşi bittikten sonra Xie Lian hafifçe üfledi ve kağıdı aldı, beraber yazdıkları şiire hayranlıkla baktılar.
Kağıdın üzerindeki mürekkep, göklere ve yeryüzüne yayılan dört zarif ifadeyi oluşturmuştu.
Hiçbir su yetmez denizi aştığında,
Tepeyi taçlandıran buluttan güzeli yoktur.
Biçare beni cezbedemeyen çiçeklerden geçtim,
Bir yarısı senin, bir yarısı aradığım Taoizm için.
Masanın yanında asılı duran E-Ming bile gözünü kırpmadan yaptıklarına büyük hayranlık duyarmış gibi kocaman açılmış gözüyle izliyordu. Hua Cheng kahkaha attı, “Gege, çabuk, adını yaz. Bu sözler kesinlikle gelecek nesilleri sersemletecek ve çağlar boyunca aktarılacak.”
Xie Lian daha önce Hua Cheng'in adını zaten yazmıştı ama onu duyduğunda kendi adını eklemek için gerçekten fırçayı eline alamadı. Hua Cheng kahkaha atmayı kesti ve ciddi gibi davrandı, “Gege, utandın mı? Sana yardım edeyim.”
Ardından Xie Lian’in elini tuttu ve kaba vuruşlarla birkaç kelime yazdı. Doğal olarak şu anki sahne olmadan kimse bu iki kelimeyi okuyamaz, kimse orada Xie Lian’in adını yazdığını söyleyemezdi.
Xie Lian kendi eliyle yazılan bu şeyi izlerken gülünç hissederek başını Hua Cheng'in göğsünün yanında kıpırdatıyordu. Aniden bu karakter çiftinin sanki onu daha önce başka bir yerde görmüş gibi tanıdık geldiğini hissetti.
Bir dakika sonra hatırladı ve gözleri aniden parladı. “San Lang! Kolunda!” diyerek haykırdı.
Hua Cheng'in kolunu yakaladı ve kolunu yukarı çekti, heyecanla haykırıyordu, “Bu o!”
O ikisinin PuQi Tapınağı'nda birlikte yaşadığı dönem Xie Lian’in Hua Cheng’in kolunda yazılı sanki başka bir diyarın karakterlerinden oluşan bir dövme olduğunu fark ettiği bir zaman olmuştu. O zamanlar zihninde uzun uzadıya düşünmüştü ama gerçekten onun başka bir dilde yazılmadığını hayal etmemişti. Görünüşe göre onun adıydı!
Hua Cheng de kendi koluna baktı ve güldü, “Gege sonunda onu tanıdı mı?”
"Bunu çok uzun zaman önce tanımam gerekirdi." Dedi Xie Lian, “Sadece…”
Sadece, Hua Cheng'in yazdıkları gerçekten şeytanın sanatıydı. Hiçbir şey söylemesine gerek yoktu ve Hua Cheng onun ne düşündüğünü tahmin edebiliyordu ve yürekten gülmeye başladı, bir el Xie Lian'ın beline sarılıyor, alnına nazik bir öpücük veriyordu, “Endişelenme, Gege’nin yazısı güzel olduğu sürece sorun yok. Yazılarım güzel olsaydı milyonlarca kez daha mutlu olurdum”
Xie Lian'ın eli dövmenin olduğu yeri okşadı. Dövmenin mürekkebi derindi ve bunun ne kadar acı verici olduğunu hayal etmek kolaydı. Yavaşça sordu, “Bu sen küçükken mi yapıldı?”
Hua Cheng gülümsedi ve başını sallayarak kolunu aşağı çekti.
O halde bu kesinlikle kendisinin yaptığı bir dövmeydi. Hayranlık duyduğu kişinin ismini sinsice kazıyan bir küçük bir çocuğunu düşününce; ne kadar çocukça. Bir o kadar da cesurca.
On parmak arasına dolanmış kırmızı bir ip ile birbirine sıkıca kenetlenmişti, aniden Xie Lian'ın gözünün önüne bir yıl önce Hua Cheng’in TongLu Dağı'nda kelebeklere dönüştüğü sahne ortaya çıkmadan önce…
O son anda, Hua Cheng bir şeyler söylemişti.
Her ne kadar sessiz olsa da Xie Lian onun ne söylediğini hâlâ tam olarak biliyordu.
Hua Cheng'in çocukluğundan beri hayatını adadığı kelimelerdi ve bundan sonra sonsuza dek onun ölümünün ötesindeydi.
“Ben sonsuza kadar senin en sadık inananınım”
“我永远是你最忠诚的信徒”
----
O kadar değişik bir his oldu ki tekrardan içimde :3
*Yarın hua cheng ve xie lian ın kaligrafi çalışırkenki çizimini güncelleyip net halini atacağım bakmak isteyen unutmasın :3 bugün atayım bitsin istedim sizi de daha çok bekletmek istemedim. yarın minnoş bir halk hikayesi var hua lian ile ilgili kesinlikle okuyunn
ayrıca devamında 252. bölüme kadar ekstralarla mutlu olacağız. o yüzden arada kontrol etmeyi unutmayın, şahsen ekstralar en tatlı olan bölümler diye düşünüyorum.
kitabın devamında görüşürüz şimdilik asıl hikaye bittiiii 🥹
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#jian lan#hualian#mu qing#xuan zhen#nan yang#yushi huang#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#pei su#peiming#pei ming#ban yue#mei nianqing
36 notes
·
View notes
Text
๑ keep safe : his hand on his ankle (12)
one piece x male reader
i think we're like fire and water.
i think we're like the wind and sea.
you're burnin' up
and i'm coolin' down
『 prev 』
“oi, pervy cook, stop harassing women!” [name] shouted from across the market stalls, “look this guy has a good deal, give me the bag of beri nami gave you!!”
sanji’s eyebrow quirked up in annoyance, new angry tick marks spawning all over his forehead as well. due to [name]’s shouts, the two beautiful women in front of him ran off.
he didn’t pick up on the fact they just ran away from sanji as a person, not because of [name].
grumbling under his breath about skewering [name] alive, he walked over to the stall and looked at their selection of ingredients. pretty quickly, sanji got over his anger and began bargaining with the sales rep.
[name] looked around as sanji took care of collecting all the ingredients, sighing as he felt himself grow immensely hot at the island’s weather. he had already stripped off his shirt, now donning a pair of knee length shorts while his torso was exposed.
he should get some more breathable clothing soon because the looks the townspeople were giving him were obviously laced with disapproval.
“i really can’t take you anywhere, your manners are nonexistent,” sanji said, backtracking to how [name] yelled earlier.
“they weren’t gonna get with you anyway,” [name] teased, throwing an arm around sanji’s shoulder. sanji easily shrugged the heavy limb off, scowling as [name] got too up close and personal.
the two continued on shopping and as soon as things began piling up, [name] looked around in wonder, “where’s chopper?” he asked, mentally hoping that the chef kept an eye on their newest crewmate.
“ah, i thought he was with you?” sanji said mindlessly, browsing through more selections of clothing for nami and vivi.
“hm, he probably is fine- hey! sanji, don’t buy those clothes, that’s not appropriate attire for the desert, idiot,” [name] said, slapping sanji in the head to rid him of his sudden heart eyes.
the blonde was looking at a beautiful piece of clothing that was definitely not actually made for the desert heat. “get them something more…not flashy,”
“flashy is the best!” sanji cried out, making [name] slap him on the head once more.
“idiot!”
[name] took care of buying actual clothing for the women, and the men — since sanji definitely wouldn’t care about them enough to spend beri on them, and made sure he snagged the whole bag of beri away from sanji. he didn’t need the chef wasting any more money on useless things.
after what felt like hours of shopping, the two rejoined with their group that was in hiding.
“huh? where’s chopper?” nami asked, noticing their missing reindeer.
“well, we don’t know, but!!! before you hit me, he’ll be able to find us with that strong nose of his, if anything we just lost him in the crowd,” [name] said, not really putting nami at ease, but it did stop her from hitting him on the head.
sanji quickly threw food at zoro and usopp, who jumped at it to ravenously eat it since they were starving. then he politely handed the share to vivi and nami. lastly, he didn’t even think twice in throwing a skewer at [name] — who easily swallowed it in one second.
“at least savor it, [name],” vivi said, worried as she saw [name] spit out the wooden stick that went through the meat skewer without a care in the world.
“i did savor it, your country’s food is yummy, vivi,” [name] approved, a thumbs up given to the princess who could only hum in delight.
“and, nami-san and vivi-chan, please put on the gowns i bought you!” sanji said, once again love struck as he spun his way over to nami and vivi. at that cue, [name] rummaged through their newly bought goods and brought the actual clothes out.
he laid them out to zoro and usopp first, the two nodding quickly in thanks before going back to devouring their share of meat. and then he walked over to nami and vivi, giving them an apologetic smile.
“here's some more clothes if you want to change into this instead,” vivi didn’t seem to hesitate in grabbing the cloths. she saved him a thankful look, patting him on the head as well. nami kept sanji’s choice of clothing, telling [name] to put the other robes into the bag for safe keeping in case.
everyone changed into their new outfits, [name] gagging as he felt it become even more suffocating with the layers he put on. the moment he emerged from behind the wall where he was changing, they all stopped and stared at him.
“does it really look that bad? because i feel like shit right now,” he said, not thinking much of their stares.
and there was nothing to make of it anyway as they all erupted with their own comments.
“yeah, you fit the part of a bandit,” sanji insulted, taking a drag of his cigarette.
”don’t have such a pathetic look on your face, [name], it makes you seriously look miserable,” nami advised, sweatdropping as [name] dropped in front of them in exhaustion from the heat.
“you’re gonna eat shit in the desert, aren’t you?! haha!!” zoro laughed at [name]’s personal hell.
“come on, [name], get serious! you need to be in tip-top shape in order to protect us, this isn’t a joke!!!” usopp cried, shaking [name] back and forth by his collar.
meanwhile, [name] was slumped over right next to chopper as they were both suffering immensely from the heat.
“[name], are you going to be alright? you look really, really…” vivi trailed off, seeing the sweat that was practically soaking into [name]’s headpiece. “hot.”
“i’m terrible with hot weather! first we go to drum island, as fucking cold as it was, then we end up in the middle of the desert! i might as well jump into a boiling tub of hot water!” [name] shouted, kicking into the sand in frustration, “i can’t deal with this!”
“you’re awfully affected by the weather, just make sure you pack some water,” nami huffed, shrugging her shoulders, “or take off a couple of layers.”
[name] easily did as told, eager to get the suffocating clothes off of his person. he kept the headpiece on, tying the arms of the robe around his waist to leave his torso bare. he threw the sword over his person to rest on his back, breathing a sigh of relief.
with his muscular back and torso exposed, nami eyed him in interest. something had caught her eye on [name]’s back and she stopped him from moving around when she finally made out what it was.
”you have a tattoo, [name]?”
[name] turned around to look at his back, grinning when he saw the ink that permanently was etched into his skin.
“yeah, you like?”
it was a big tattoo, honestly. the crew was surprised they’d never seen it before. a pair of wings were running the expanse of [name]’s wide shoulders, going on until the ending tips of the wings were a little bit exposed to his deltoids.
“what’s it mean?” nami asked, gently trailing a finger over [name]’s inked skin, flinching back when she felt that the skin was slightly raised as well, “wait…what’s this?”
her hand flattened against [name]’s back, making sanji seethe where he stood, to get a better feel. [name] sighed in content feeling her cool palm cool him down, but then perked up at her actual question.
“what?”
“it’s like, you’ve got a map…of scars,” she breathed out, eyes widening in realization. just as she said, there were linear scars that were trailing over [name]’s back. she looked down and realized that they continued on until his hip, which was as far as her eye could see.
she abruptly turned him around, shock gracing her features as she saw that [name] was thoroughly scarred all over. the lines of his raised marks were very, very thin, and small. very precise work, it looked like.
but no doubt, it was there.
“how have we never seen?”
“well, they’re small, so it only really noticeable when you’re up close,”
in intrigue, usopp leaned in closer and was shocked to see that there really were marks all over [name]’s torso, “woah, they kind of look badass, how far do they go?”
“from my face, all the way down to my feet,” [name] said, shooting a look to chopper, as if a warning to not say anything. the reindeer dropped his head and obediently stayed quiet.
before nami could ask any more questions regarding the scarring, vivi abruptly asked about the tattoo on his back.
“so what is the significance of the tattoo?” she asked, feeling a sense of pressure put on [name] to explain the scarring that even made her uncomfortable. the marks themselves weren’t making her uncomfortable, but rather the incessant questions that [name] may not have wanted to answer.
nami and usopp probably didn’t mean for it to come off as invasive, but either way that was what it felt like, to vivi at least.
“to make me fly!” [name] childishly grinned. his smile was purely innocent, as if he truly believed he could. it was a smile that could easily mirror that of their captain. he looked so carefree as he referenced the large tattoo. and it was easy to miss the longing look in his eyes as he smiled, but a certain few picked up on it.
vivi smiled sadly at [name], sensing there was a deeper meaning to it than just that, but she left it alone. as did everyone else on the crew.
“sounds stupid, humans can’t fly idiot,” everyone besides zoro, as he was always eager to rile up [name]. and it worked as he knocked the swordsman on the head.
“but are you sure you want to walk around like that, [name]? the sun might get to you even more with your skin exposed,” vivi said worriedly, but [name] shot them down instantly.
“i’ll be fine,” [name] said, waving off the worries. “if anything, i’ll put the clothes back on if its really getting too much,”
“put them back on now, no one wants to see it,” sanji and zoro said in a monotonous voice, making another fight between the three of them break out. nami and usopp could only sigh at their antics, chopper watched on in admiration, and vivi couldn’t help but feel secure.
she had such strong people on her side.
well, she still had to ask them to assist her…she swallowed the lump in her throat, looking up with a fierce glint in her eyes.
“everyone, please, i want to save this country. and the journey is going to be treacherous, especially across the desert, there’s no saying what will happen. but, please!! if you could lend me your help, please!”
it was silent for a couple of seconds. nami was the one to break it with her mischievous giggle, “you finally said it! we were waiting for you, of course we’ll help you!”
[name] grinned along with her, throwing an arm around vivi’s shoulder, “you remember my promise, don’t you?” he asked, mindlessly leaning into her. she felt flustered at the close contact with the half naked [name] that her ears and cheeks started burning almost instantly.
sanji took care of her “problem” by kicking [name] down on the head. and with his foot still resting on top of [name]’s head, he grinned at vivi, trying to look charming, “of course, we will help you, vivi-chan! anything to help you my beautiful princess.”
“pervy cook,” [name] said in a strained voice in unison with zoro’s bored one.
“we gotta go through yuba first, right?” usopp checked, earning a hum of confirmation from [name] and nami.
chopper, despite feeling the heat most sensitively, was more than excited to see the vast desert.
everyone raised their marked arms into the air, ready to set themselves out for adventure. but then they all faltered as they realized they were missing someone…their captain.
“where the fuck is that idiot?!”
the only resolution they had to their missing captain issue was searching in the nearest town.
“i’m gonna go check the restaurant,” [name] said, his head held down. just as he was about to walk off, nami grabbed ahold of his ear.
“only to look for luffy!!! do not, i repeat do not!!!, go in there to eat for your own appetite. we have a whole country to save, [name]! don’t even think about getting distracted now!”
“i won’t, now let me go!” [name] whined, running in his spot as nami had a hold on his ear. when she finally let go, he mimicked a rocket taking off with how fast he made a beeline to the restaurant up ahead.
‘coffee!! meat!!! sorry, nami!!!’ he thought in his head as he ran into the restaurant. not waiting a second, he took a seat at the bar’s counter and got ready to be served.
“cup of coffee and three plates of meat, please!” [name] said, grinning from ear to ear at eating a proper meal. he had only eaten that one skewer sanji had secured for him, that piss blonde didn’t pity [name]’s endless stomach one bit!
“[name], we gotta stop meeting like this, it’s feeling a little bizarre,” a voice said from next to him.
[name] turned his head to the side, tears coming into his eyes as he recognized that grin from anywhere, “ace!!!”
he jumped out of his seat, completely tackling ace out from his seat. this landed them both on the floor. he peppered kisses all over ace’s face, whose cheeks dusted pink very quickly at the action, “my ace!!!”
“alright, alright, i get it,” ace said, holding onto [name]’s shoulders to push him back a little from his suffocating attitude. “i missed you too,”
[name] broke free from ace’s grip on his shoulder, leaning back down to press his forehead against ace’s, nudging the freckled nose with his own. even if he was already burning up from the climate outside, he couldn’t help but press himself further into ace’s warm chest.
“we saw each other a couple months ago, [name], get ahold of yourself!” ace said, tired of fighting against [name]’s need to be pressed against him. [name] was stubborn and didn’t let up his pushing at all.
“come on, ace, i never knew when i’d see you again!” [name] said, nuzzling into ace’s neck, a devious grin on his face, “i can be selfish on the affections,”
“i think you were plenty selfish last time we saw each other,” ace mumbled with red dusting his face.
the two got up, or rather, ace sat up and since [name] had all of his limbs wrapped around ace, he too came up with him. ace sat back down on the barstool, [name] sitting on his lap.
it was definitely a sight to see for everyone in the restaurant. [name] wasn’t some small guy, he was tall and imposing with his strong build. to see him so childishly (trying to) fit himself onto ace’s lap, who was significantly smaller than him, made the customers blink a couple of times to make sure they were seeing right.
”i can’t eat with you on me like this!”
“hm, i’ll just feed you,”
ace looked at him in annoyance, “that’s not my point, idiot,”
rolling his eyes, [name] propped himself up on the bar counter, off the side of ace so that the man could eat his food perfectly fine. [name] kept his legs resting in between ace’s, squeezing every now and then around ace’s thigh to keep the skinship.
“you’re oddly clingy,” ace grumbled, not flinching backwards when [name] pressed their faces close to one another again, “you act too young, man up a little,”
“i think we both know you wouldn’t prefer the cold shoulder, though,” [name] smirked, referencing the last time the duo had seen each other, “weren’t you the one who almost started crying when-”
ace shoved a spoonful of rice into [name]’s mouth, “shut up.”
[name] happily ate the food and grinned in utmost pleasure, “say, ace, join luffy’s crew!”
“no.”
“you always were so heartless,” [name] sighed.
“i think it’s obvious why i can’t join,” ace said, scarfing down more food. one of his hands wrapped around [name]’s ankle, the one that wasn’t in between his legs, and he squeezed it gently.
[name] looked up at the action, ace’s firm and warm grip around his foot knocking him out of his daydream. he was greeted by a smirk from the freckled man, “why don’t you join the whitebeard pirates? they’re more in your league anyway,”
“nope,” [name] grinned, putting his fingers in front of his face to form an ‘x’ shape.
“see, that’s what i thought,” ace said, rubbing his thumb up and down [name]’s ankle as he spoke. neither of them paid the action no mind. ace did it to reassure himself [name] was really in front of him and [name] always welcomed skinship with ace, so he definitely didn’t mind.
“well-”
then ace’s grip on his ankle became loose and a loud slamming onto the table made everyone in the restaurant look their way.
“he died mid-chew!?” they cried out, looking at the ravenette who collapsed.
[name] sighed, taking ace’s hat off and placing it on his own head. he buried his hand in ace’s hair, happily taking more food off of his plate and eating to his heart’s content.
“he doesn’t even care!!!”
“eh? he’s not dead,” [name] simply said, looking at the crowd as if they were crazy, “how’d you guys come up with that conclusion?”
“he obviously looks dead, don’t play dumb!” the crowd shouted in unison once more.
suddenly, ace shot up again, looking dazed. wordlessly, he snatched his plate back up from [name] and continued eating.
“he didn’t die?!”
“i told you he didn’t!”
“ah, [name], my hat looks good on you,” ace said cheerfully, a stunning smile on his face.
“ew, ace, you’ve got food in your mouth still,” [name] grimaced, “also around your entire face, hold on,”
[name] grabbed a stray napkin and wiped ace’s face clean, the man presenting himself prettily to [name]. that made him laugh, gently tap his cheek at his obvious posing, and ruffle his hair.
“all clean.”
“you’re so reliable [name], that’s why you should join old man’s crew,” ace said, once again slipping an invitation into the conversation.
“nope!”
ace’s warm hand went back to resting on [name]’s ankle, continuing to finish plate after plate.
”you two are bold to be eating out in the open like that,” a voice said behind ace, making [name] look up in interest.
he saw a man with two thick cigars resting on the corner of his mouth, eye twitching at the sight. the man continued on, “second division commander of the whitebeard pirates, portgas d. ace.” his eyes then trailed onto [name], looking even more angered, “and you, cursed orphan [name]. are you aware that your bounty had shot up?”
[name] sweatdropped, “but i didn’t even do anything,” he said in exasperation, nudging ace, “these guys hate me for no reason, i swear,” this made the freckled man burst out laughing.
“you’re a wanted man, a bounty of 250,000,000 million,” the man announced, making [name] pout, “that’s not even much higher,” and that was enough to send the entire place into an uproar.
“whitebeard pirates?! over 200 million bounty?!” they all shouted in fear and realization. these two men that were casually cuddling up with each other in the middle of the restaurant were fearless, deadly, and intimidating pirates.
“what are you two low lives doing in this country in the first place?”
as ace turned around, [name] leaned his entire body against ace’s, resting his chin on his shoulder. the two grinned devilishly, and the occupants in the restaurant genuinely did fear for their lives. the two answered easily, “i’m looking for my little brother / i’m here to kick some warlord’s ass,”
the marine, [name] assumed, flinched at their confessions, averting his eyes to [name], “you, what did you just say?”
[name] grinned proudly, twirling the ends of ace’s hair with his finger, “i’m gonna beat up some asshole,” he grinned, enjoying the confused look on the marine’s face and laughing in delight.
tension in the room seemed to only fill, almost at its brim.
“so? what do you want from me?” ace asked, biting back laughter as he felt [name] attach to his back as if he were a backpack. if [name] wasn’t sitting on the bar counter, ace would have had to uphold all the weight of him on his back. his legs were wrapped around his torso and his arms were lazily thrown over ace’s front.
[name]’s chin was resting on ace’s head, the orange hat still on top of his h/c hair.
the two looked so casual and comfortable, not to mention smug, for smoker’s liking.
“to capture the both of you quietly,”
“nope, i think i’ll pass. how about you, [name]?”
“i just said i have important business, marine man, i got places to be so no can do!”
“well, i figured,” he sighed, a puff of smoke trailing out of his mouth, “i’m busy trying to find another pirate at the moment. to be honest i have no interest in taking either of you in,”
[name] gave a thumbs up, “great, so leave us alone!”
”can’t,” the marine said in a strained voice, “so long as you’re a pirate and i’m a marine, i can’t let either of you out of my sights,” smoke began to erupt at a much faster pace, this time coming from his fist and [name] already knew that the man in front of him had some sort of devil fruit power.
“that sounded too much like a confession,” [name] hummed in disinterest, leaning into ace’s back even further.
“that’s a pretty bland reason,” ace said, hands turning into clenched fists, “don’t go threatening us, either. you should know - i like showing off in front of [name], so i won’t go easy on you,” ace leaned back a little, raising an eyebrow as he felt nothing but completely relaxed, “so let’s have some fun!”
[name] squinted, seeing past smoker and sensing something very, very, very rapidly approaching. unfortunately, his innate abilities weren’t even fast enough to dodge, so he only took a tight hold on ace, acting as the man’s human shield and braced for impact.
in a second, the front door of the restaurant welcomed a crashing figure — who was shouting about food. ace and smoker were knocked off of their feet, [name] as ace’s backpack, as the mystery person crashed into both of them.
[name] felt several walls break down behind him from the impact, making him grit his teeth in annoyance. he’d kill luffy for sure! moving the rubble surrounding them aside, [name] sat upright with a frown on his face.
“you alright, ace?”
“yeah, just pissed off, who the hell is causing all that trouble?”
”i think we both know the answer…” [name]’s voice trailed off as he stood up and began walking through the many holes his captain caused inside people’s homes and establishments.
as he walked ahead, he could only think of so many ways to make luffy understand he was dead meat.
as [name] and ace came to the restaurant, ace’s eyes widening as he realized who it was, they were about to rush forward, but were slapped down to the ground by the marine that was pestering them earlier.
“you’re fucking with me right now,” [name] cursed into the bricks he got a face full of, feeling nothing but annoyance seep into his bones. “i’ll kill the both of you bastards!”
“straw hat!!!” the marine called out, rushing forward and chasing luffy out of the restaurant.
in a second, luffy was running out of the place, followed by smoker, who was then followed by [name] and ace.
“wait, luffy! it’s me!!! wait up, luffy!!!” ace desperately shouted, running after luffy’s fast figure.
”luffy, come back here so i can kill your dumbass! i’ll send you flying!”
the chase happened for much longer than it needed, but eventually [name] caught up to his captain. and the first thing he did was sucker punch him. ace disconnected from him to stop smoker, who was very close to actually catching luffy.
when luffy finally got up from being punched, he looked up at the scene in wonder.
“ace?!”
“that’s what we’ve been trying to tell you, idiot, idiot, idiot!!” [name] said, knocking some more sense into his captain, “we’ve been running after you like mad men, don’t you have ears to listen!?”
“[name], i was running from that guy there, give me a break!” luffy whined, holding onto his head in fear of getting hit once more.
“luffy, you really never change, do you?” ace asked, smirking at the sight of his little brother and the crew he acquired.
“ace, did you eat a devil fruit?! you have powers now?!” luffy asked in astonishment.
“yep, the mera-mera no mi,” ace easily answered, the smirk on his face not going away for even a second as he stared at the marines ahead, “anyways, we can’t chat like this! i’ll catch up! you guys run!”
that was enough for [name], as he still wanted to knock some sense into luffy, who dragged their captain by his ear and ran off.
”aren’t you a bit too ready to run away from a fight?!” usopp shouted, never seeing [name] so eager to get away.
“come on, don’t fall behind now!!” [name] shouted, smirking at the still crew, “ace’s got it all handled, let’s run now!!!”
“is he an acquaintance of yours, luffy?! [name]?!”
luffy laughed happily, looking back at his crew with that notoriously troublesome smile, “yeah!! he’s my brother!”
the crew would’ve stopped running in shock, but seeing as the marines were hot on their tail they had no other option but to continue rushing forward. the looks on their faces said it all though.
they thought that learning [name] and luffy grew up on the same island was shocking, it still was, honestly but just now finding out luffy had a brother? and the fact luffy and [name] were so casual on the fact, made their faces freeze in shock.
what else was their captain hiding?
[ miniature : BONUS ]
“why are you protecting those two, fire fist?” smoker snarled, watching as the entire strawhat crew got away from him.
“it’s normal for an older brother to worry about his bungling little brother,” ace smirked, the heat that was dancing on his skin becoming flames.
”your brother-? then you mean to say…” smoker’s voice trailed off, but before he could delve too deep into the new information, he demanded ace move once more.
“i’m afraid that’s a no can do,” ace said, the flames growing stronger with each passing second, “i did warn you though, i said i like to show off in front of [name]. so you understand where i’m coming from even more, right?”
“hardly,” smoker grunted, still not understanding how ace was related to both [name] and luffy.
“come on, you wouldn’t wanna put in some extra effort in impressing your lover?”
『 prev 』 ˗ˏˋ꒰ 🌊 ꒱ 『 next 』
-
taglist (lmk if u want to be tagged ! <3 :
@skullr0se , @strawberrii-tea
#≡;- ꒰ ° keep safe series ꒱#ks#one piece x male reader#one piece x reader#x male reader#x reader#male reader#one piece male reader#one piece imagines#male reader imagines#anime male reader#one piece fanfiction#one piece fanfic#male reader fanfic#male reader fanfiction
170 notes
·
View notes
Note
OP Daddies casually standing in place like a pillar of power and inspiration. Respected. Intimidating. Very attractive.
Smol OP child casually walks up to their papa and tugs on their pant leg: Papa? Can I have some five beri for ice cream?
Immediately scoops up their kid, “…sure, I’ll take you to get some”:
Kizaru ✨
Akainu🌋
Fujitora 🐅
Doflamingo Donquixote 🦩
Benn Beckman 🔫
Katakuri Charlotte 🍡
Killer🔪
King 👑
Queen👑
Izou🔫🔫
Marco the Phoenix 🦅
Rosinantè Donquixote aka Cora-San💕
Rob Lucci🐆
Raises a brow, “…what happened to all the money I gave you earlier? This is coming out of your trust fund, brat”:
Ryokugyu 🌱
Sir Crocodile 🐊
Kaido🐉
Dragon D Monkey 🐉🐒
Oven Charlotte 🍞
Buggy🤡
Eustass Kidd🤘🎸
Who’s-Who ❤️🔥👹
Gecko Moria🦇
Iceburg💜
Gild Tesoro⚜️🏅
#one piece#sir crocodile#crocodile one piece#one piece akainu#akainu sakazuki#donquixote doflamingo#one piece kizaru#king one piece#killer one piece#aramaki ryokugyu#fujitora issho#donquixote rosinante#ice cream with papa#benn beckman#charlotte katakuri#katakuri one piece#izou one piece#gild tesoro#monkey d dragon#eustasscaptainkid#buggy the clown#marco the phoenix#charlotte oven#gecko moria#iceburg one piece#kaido one piece#queen one piece#rob lucci#who’s who one piece#borsalino kizaru
62 notes
·
View notes
Note
Bang, gimana cara ngerawat pertemanan yg jarang ketemu? Soalnya sy orangnya low maintenance banget dan gak selalu aktif komunikasi. Ada tips biar hubungan tetap dekat tanpa bikin orang lain merasa kitanya gak peduli?
Senang untuk membaca jawabannya.
Cara merawat pertemanan dengan cara yang sederhana adalah kita tetap terlibat dalam interaksi digital. Kalau teman kita post sesuatu, kita beri like, komentar, atau respons. Tidak butuh biaya atau energi bahkan untuk sekadar like. Mereka akan melihat itu dan mengapresiasi. Begitu pula saat kita melakukannya. Ada interaksi yang resiprokal di situ. Kita tunjukkan kepedulian, mereka akan melakukan hal yang sama.
Tapi kalau selalu kita terus yang kasih respons, sementara tidak terjadi sebaliknya, barangkali kita harus cek: apakah kita masih jadi mutual-nya? Kalau ternyata tidak, ya, sudah jangan diambil hati. Tinggal unfollow dan fokuskan energi pertemanan pada yang mau saja. Dunia tidak berputar di sekelilingnya dan kita juga bukan pusat alam semesta. Jadi, lanjutkan kehidupan dan tetaplah bernyanyi di sin sen, di san sen, di man man hat ku sen.
8 notes
·
View notes
Text
Reactions to Straw Hats' post-Enies Lobby bounties - a summary
Baratie cooks: Sanji's crappy picture is the best shit ever. We will hang it on the wall in restaurant.
Fuschia Villagers: Fuck yeah, the guy from our village is worth three hundred million!
Fuschia Mayor: Don't celebrate that! It is a disaster!
Makino: But at least he has friends now. And a pet!
Gen-san: I protest this indecent picture of my surrogate daughter! Now there will be love-striken idiots after her!
Nojiko: But you like it too! You enlarged it!
Usopp Pirates: Yeah, Sogeking is totally Usopp. The nose is giving him in. But nobody believes us!
Zoro's Master: It's nice that one of my students it's famous now and follows the Path of a Sword, but, man, is he a bad role model for children!
Smoker: Oh, you're gotta be kidding me... I'm gonna kill this brat.
Dalton: This 50 beri must be a mistake.
Kureha: Well, at least I got to see my son's face again.
Arabasta Officials: Oh no! Nico Robin is part of Straw Hats now! What will Princess Vivi do?!
Vivi: Well, the mind of the future Pirate King works in strange ways. I've seen him do much weirder shit.
Monkey D. Dragon: That's my boy! Off to destroy the World Government!
#meg rewatches one piece#one piece#red leg zeff#one piece makino#nojiko#dr kureha#nefertari vivi#monkey d dragon#captain smoker
79 notes
·
View notes
Text
HELLO! IM ALIVE- YES IM ALIVE! HAVE A BERY LATE NIGHT DOODLE I DID LOL
TW: BRIGHT COLORS
Creator of BlueBerror!Sans @loverofpiggies
48 notes
·
View notes
Text
underfell Papyrus knitting scarves for everyone he cares abt. they're all emo and stuff with skulls and bats and knives because he has to make sure all his friends know he’s still cool
undyne loves hers and alphys is mortified bc she knows Undyne will make her wear it in public (the things we do for love 😔) mettaton also loves his, Sans is so. Tired. But he loves his brothwr and will wear the dorky scarf.anyway <3
Frisk is just glad he didnt put final fantasy belts on theirs (its also bery well made and warm so theyre just vibing). Toriel also loves hers. asgore gets a store bought scarf but considering papyrus was one of like three people to give him a gift at all he’s grateful all the same
#posting from the blorbo chat in discord bc I Can't Think but have been enjoying rotating this imagery#love the idea of uf papyrus going to all sorts of lengths to make things for ppl he loves#sun spots#underfell#uf edge#underfell papyrus#I'll tag everyone else some other time bye
26 notes
·
View notes
Text
"Take a moment to breathe, Suzuki-san!"
Fic feat. Hashira Milo, Cloud Hashira Mari and Muichiro Tokito
Heads up: Milo could be out of character!
“That will be all… Take care, my children.” Oyakata bids his farewells to the hashiras before taking his leave.
The hashiras returned the favor, eventually some took their leave, and some stayed behind.
Mari was supposed to stay behind, intending to speak with the Mitsuri, but she spotted a certain short-haired girl around her age.
"Oh! Suzuki-san!" Milo's ears perked up at a voice calling her out and in a split second, the young brunette was already at her side, smiling softly at her. The Starlight hashira turns to her with her usual stoic expression.
"Hm?" She softly hummed as her empty sapphire eyes focused on the shorter girl. Mari hummed.
"I figured since I have some time in my hands, we could train together! I never trained with you before, Suzu-san." The green-eyed girl offered, clasping her hands. Milo was standing idly, contemplating about her decision and taking her time.
"Oh, Tokito-san! You should join us too!" Mari suddenly calls out on the long haired boy who was about to take his leave. His mint-green eyes meet the two young girls. The brunette wrapping her arm around Milo's and running up to him.
"Join you on what?" He tilted his head as his lifeless eyes focused on the two. Mari sweatdrops a little, realizing that she was probably the only one amongst the three that expressed more compared to the two.
"Mari invited me to train with her and we were wondering if you'd wish to join along us." Milo replied nonchalantly, feeling a little more comfortable around the Mist hashira as she perceives him as her brother.
Muichiro thought for a moment then nodded his head, considering he has free time too.
"I suppose I'll come along too..." He shrugged his shoulders. Mari beamed at his acceptance, happy to train with the two, together. As the two were around her age, she makes an effort to get along with the two, especially with Muichiro, trying to restore the friendship they once had.
"Excellent! Let's head to my mansion, now!" Mari started to lead the two dark-haired hashiras to her place, occasionally looking back to see if they're still following or not.
The three of them reached Mari's mansion, and eventually at the training grounds. Mari grinned at the two, despite their stoic expressions.
"I hope you both will catch up with my pace!" Mari said with a grin. Both the Mist and Starlight hashira deadpanned at the Cloud hashira
She gives Mari a look of "We're hashiras, Mari...". Nonetheless started to prepare herself, same to Muichiro.
"Well, a boost of motivation wouldn't hurt, right?" Mari seemed to get her silent message. Like the other two, Mari prepared herself for the training.
And then the three young hashiras trained for a while with no breaks for at least an hour or two.
Time passed and Mari's crow, Beri flew over to do his usual reminder for Mari.
"CAW! CAW! Mari! It's time for you to rest!" The kasugai crow reminded her, losing her focus and facing the crow who was sitting by her engawa. The brunette was about to listen, but noticed the two still training so she decided to wave the bird off.
"I think I can take a few more minutes, Beri-- OW!!" Mari was suddenly cut off when her crow pecks her cheek, huffing at her.
"YOU ARE GONNA REST, MARI! You shouldn't be over training yourself, you buffon!" Beri harshly scolds her, acting like a worried older sibling for her. The brunette hissed, touching her cheek but she reluctantly followed his crow's orders.
"Okay, jeez... No need to get fired up, you angry bird..." The Cloud hashira retorted, then started to walk back inside her mansion, not before her crow started to peck her again for her name calling, causing her to let out quick yelps of pain.
Muichiro noticed Mari taking a break, and decided it was a good time to rest, too. The ravenette paused his training and focused on the short-haired girl who was still training.
"Milo, you should take a break, too." The mint-green eyed boy told her softly. Her sapphire eyes focused on the long-haired boy, but shook her head.
"I'll keep training." She responded before focusing her attention on training again. Muichiro wanted to convince her, but decided against it and sat on the engawa, watching the Starlight hashira train, alone.
Mari eventually came back with a platter of rice cakes, sitting beside Muichiro and her green eyes focused on Milo, who was still training.
"She's still training..." The brunette mused to herself, concerned about the girl's wellbeing. The ravenette boy sighed, taking a rice cake and biting onto it.
"If my memory is right, she's always been like that..." He explained, feeling as much concerned as Mari is. He hated seeing Milo like this. Training herself harshly and taking no breaks.
"Hmm... Suzuki-san! I have some rice cakes here!" The Cloud hashira called out to her, hoping she would hear her and join them to rest together. However, Milo did hear her, but decided to ignore her and kept training. Mari sweatdrops at that...
"I guess I shouldn't pester her too much..." Reluctantly, Mari just decided to watch along with Muichiro and bit onto her rice cake. She started to wonder if she's always like this when training...
Time passed and Milo was still training. This definitely concerned Mari more. I mean, ironic for someone who over-trains herself for the sake of her perfectionism, but she couldn't stand seeing somebody else like this.
Deciding that she had enough, Mari stood up and waltz her way to Milo, with the intent to stop her.
"Suzuki-san..." She started, trying to get Milo's attention but to no avail... Mari thought of an idea, but was hesitant to go along with it... She didn't know if that was a good idea or not.
'It'd probably be not the best idea to force her... But at the same time, I can't just watch her over-train herself like this... Auugh! Fuck it!'
As the Starlight hashira continued to train herself, her sapphire eyes widened as she was suddenly lifted off the ground and the next thing she knew, she was at the engawa, sitting down next to Muichiro as her eyes made contact with green ones. Mari had her eyebrows furrowed at her, trying to act like a disappointed parent, but given her facial features, she just looked like an angry child... Not like she's thinking she isn't. The three of them were only 14 after all.
"Kaizumi-san... Is there anything important you need to tell me as a good reason to interrupt my training?" Milo asked her, though her voice had a hint of sternness. Muichiro looks at the two girls, concern started to fill in him despite being expressionless.
"You've been training for a little too much, so I'm ultimately deciding on letting you rest for a moment!" She declared, placing both her hands on her hips, trying to show she was serious with her decision. Milo's lifeless eyes stared at Mari's determined ones.
Milo thought this was wasting too much time, and was about to stand up to continue training, but the Cloud hashira suddenly stopped her.
"Ah, ah, ah! I said no!" Mari suddenly placed her hands on the short-haired girl's shoulders, using her strength to keep her in place.
"Mari, you shouldn't try to pressure her..." Muichiro reminded. As much as he wants Milo to rest as well, he knew he couldn't just force her to. Mari shook her head, adamant of her decision.
"I can't let her just train herself to death! That'd be terrible!" The Cloud hashira exclaimed, showing her concern towards Milo. She felt like as she's the oldest amongst them, she should look after them. Milo started to feel overwhelmed with Mari. If she wanted to, she could really just simply push her off, considering she was way stronger than her. But she didn't wanna risk hurting the brunette in the process.
"Kaizumi-san, I really don't wanna take a break." The short-haired girl said, clenching her fists in frustration. This was starting to get a little out of hand for Muichiro.
"And I don't want to see you die, Suzuki-san! You trained yourself too much, you know!" Mari reprimanded her, trying to imitate her older sister when she scolds her. Milo's cat ears lowered, indicating that she was getting more upset.
Without speaking, Milo tries to tell her that she needs to keep training. Mari, who seemed to get her message still shook her head.
"I get training is important, and we'd have to work hard. But you can't just train yourself to the point you could get really hurt! I don't want you to over-estimate your abilities. And--"
"Then how else am I gonna maintain a good role as a hashira then, Mari Kaizumi?!" Milo suddenly cuts her off, raising her voice, which shocked the two. She had enough with Mari's pestering and rambling. Milo wasn't one to raise her voice usually. In fact, she was always pretty silent to others aside from her aunt and Muichiro. Mari was caught off not only by her volume, but by her words... She slowly loosened her grip on the Starlight hashira's shoulders, averting her eyes away from her.
Her words hit Mari personally. She could honestly empathize with her.
"Then what other purpose do I even have aside from being a demon slayer, nee-chan?!"
Her own words echoed in the back of her mind. She was frustrated with herself, unable to help others. Unable to help with house work. Unable to help the Tokito twins when they needed it the most. She wanted to at least have some use for once.
Slowly looking back at Milo who was now dead silent, she could envision herself in her shoes. Wanting to get stronger for the sake of others. She slightly bit her bottom lip, trying to come up with any words.
Only birds chirping could be heard, otherwise it was just pure silence. Usually, this comforted the Mist hashira, but given the tension, he couldn't find any sort of comfort in it. He looked at the two, their expressions darkened. One from guilt and other, despite being emotionless, Muichiro could sense frustration.
"... I'm really sorry... I shouldn't have pushed you too far..." Mari broke the silence by apologizing to Milo, guilt filled her eyes. The latter shook her head, still focused on her lap and gripping her uniform. The Cloud hashira slowly sat herself beside the Starlight hashira, looking up at the clouds, noticing it darkened compared to earlier when it was fluffy white.
"I... Was just scared that you would push yourself too far that you'd end up hurting your own body... We're hashiras and all... We're the strongest amongst the corps... But in the end, we're still human... We have our limits..." Mari continued as her eyes softened. Milo slowly looks up at the brunette, feeling a little guilty, somewhat. She still felt nothing, nonetheless.
"I see..." The Starlight hashira mumbled, her eyes softened too. Muichiro takes the opportunity to place his hand on Milo's shoulder, gently.
"Mari is right... We're still humans at the end... It doesn't hurt to take a break every once in a while, Milo." The Mist hashira affirmed, his mint-green eyes filled with concern for the Starlight hashira, especially since he sees her as a sister. The girl for a moment, then reluctantly decided...
"Alright... Maybe this once..." Her words made both Mari's and Muichiro's eyes light up both in surprise and relief.
"Oh my...- Suzuki-saaan!" Mari was about to squeeze her in a hug, but quickly stopped herself, especially since Muichiro signaled her not to. Although she was holding back her impulses.
"Keyword: once." The starlight hashira added, narrowing her eyes a little at the brunette, which she nodded in response. Mari quickly takes a rice cake from the platter and fed Milo it.
"Now eat up, Milo-chan! I'm also worried if you have eaten anything today!" The Cloud hashira chirped, grinning a little. Muichiro sweatdrops at Mari.
"..You shouldn't probably do that too, Mari..." Muichiro lightly scolded her, causing the brunette to tense up a little
"...Ahaha, my bad...!" Mari apologized quickly, offering a sheepish smile before sitting next to Muichiro at her engawa.
Although both Muichiro and Mari's words didn't fully convince Milo, she does feel some sort of comfort that the two cared about her well-being.
Bonus:
Mari's thoughts on Milo:
"She's quite an odd one, but not in a bad way! ..I can't believe her strength is really a lot for someone younger than me... I often talk to her with Muichiro!"
HELLO- this is the first time I ever am writing for somebody else's oc so this could be a little wonky... Milo Suzuki also belongs to @theyluvsmilo !!! I hope you enjoyed this SDHFJSFHFKDGDFGHFD
#cloudy writes#demon slayer#kimetsu no yaiba#kny#kny oc#demon slayer oc#kimetsu no yaiba oc#muichiro tokito#kny muichiro#maybe a teeny tiny hint of oc x muichiro#specificially marimui#kny fic#demon slayer fic#kimetsu no yaiba fic#kimetsu muichiro
24 notes
·
View notes
Note
Umarim cevaplarsin
Cok kucuk yastan beri anksiyetem var. Ilk okul hayatimda dahil yeni ortamlara girdigimde kolay kolay alisamiyorum ve bu bende kusma, terleme, titreme, kalp carpintisi, istah sorunları olusturuyor ama belli bir zaman gectikten sonra bulundugum ortama asiri baglaniyorum ve bu sefer de bu duzenimin asla degismesini istemiyorum, degistiginde tekrar her sey basa sariyor. Her yeni okul donemimde ayni sorunu yasiyorum. Daha calisma donemime gelmedim, uniye yeni baslayacagim ama baskalarinin mezuniyetlerini gormek bile beni asiri strese sokmaya yetti. Deli gibi gelecek kaygisi yasiyorum trde yasadigimiz icin normal bir durum ama bu stresim benim hayat akisimi etkiliyo, hicbir sey yemeden gunlerce duruyorum. Bu sene de yasadigim sehirde bi uniye gidecegim tercihlerin aciklanmasiyla asiri gerilmeye basladim. Kaygim insanlardan kaynakli degil de daha cok yeni bir alanda yeni bir duzene basliyor olmam. Yillar once psikiyatrilerden bir sonuc alamadim ama hic ilac tedavisine de baslamadim, ilac konusunda cekincem saglikli biri olmamam ve ilaclarin olusturabilecegi uyusukluk bu yuzden napmaliyim bilmiyorum. Bir sure ilac kullanip biraksam ve tum sorunlarim tekrar gelirse hicbir anlami olmayan tedavi sureci olacak. Ilaclara on yargiyla yaklasmamin sebebi de genelde depresyon ilaci yazmak istemeleri. Sence nasil bir yol izlemeliyim
bence ilaclara bir sans vermelisin, kontrollu bir sekilde baslayip is gormezse yine kontrollu bir sekilde birakirsin, bazi ilaclar uyku bazilari uykusuzluk yapiyor bazilarinin sende hicbir yan etkisi olmayabilir bile, cozumu de var hepsinin cok korkulacak bir sey oldugunu dusunmuyorum. vucudunu kandirmak icin de olsa bir sure bu yogun anksiyete ve korkuyu normalde yasadigin zamanda yasamayarak bastirarak bi beynine aslinda bsi yokmus ve cok iyi dealleyebiyormusum dedirtebilirsin, aliskanlik kazaninca da psikolojik olarak zaten comfort zonedan learning zonea atlamis oluyorsun fear zoneu ilac baskiliyor cunku
22 notes
·
View notes
Text
Oyun Kartları | Gül ve Kayıp Çocuk (4)
Hiiro: Hayır, ben öyle bir şey demedim...!
Eichi: "Ah, biliyorum. Bu yüzden yanlış anlaşılmaları düzeltmeye çalışıyorum."
Hiiro: ...Şimdi ne yapacağım?
Eichi: "İnanılmaz, hiç lafı uzatmadın. Olayı çabuk anladın. Benim işim de kolaylaştı♪"
Eichi: "Gayet basit. Eğer kötü bir izlenim bıraktıysan, bunu bir şekilde telafi etmelisin. Onların senin hakkında düşüncelerini değiştirmelisin."
Eichi: "Buradaki yetkililer çabuk kızarlar. ALKALOID'in sadece SS'e kadar sıkı çalışmaya devam etmesi gerekecek."
Hiiro: Yani izlenimimizi düzeltmek için çalışmaya devam mı edeceğiz?
Eichi: "İdoller olarak hırslı şekilde çalışın. Hedefler kurun ve gerçekleştirmenin yollarını arayın."
Eichi: "Tekrar ve tekrar, yıldızlar gibi parlayın. Kimsenin sizden hoşnut olamayacağı kadar."
Hiiro: O mesajın tanıdık geldiğini biliyordum. Geçen yaz da bana aynısını demiştin, değil mi, Tenshouin?
Eichi: "Demiş miyim? Yani, geçen yazdan beri aynı kişiyim nasıl olsa."
Eichi: "—Her neyse. Artık ne yapman gerektiğini anlamışsındır diye düşünüyorum."
Hiiro: (Şimdi dediklerini ajanstaki konuşmamızdan daha iyi anladım... sanırım.)
Hiiro: (İşime yarar bir ipucu bu. Tenshouin-senpai, bizden istediği şeyi açıkça ve dürüstçe söyledi.)
Hiiro: (Yani gelecek hakkında yaptığım yorumlar yanlış anlaşılmış, hem dün hem de az önce dediklerim.)
Hiiro: (Herhalde yetkililerin üzerinde bıraktığım izlenimi bir şekilde düzeltirsem, hedefime ulaşmış olurum.)
Hiiro: (İdol olarak büyük hedeflerim olmalı ve kendi başıma ilerleyebilmeliyim. Yaptığım planları gerçekleştirmeliyim. Yani...)
Hiiro: Düşündüklerimi kelimelere dökebileceğimi sanmıyorum, ama dediklerini katılıyorum, Tenshouin.
Hiiro: Benden değerimi ortaya koymamı istiyorsun, değil mi?
Hiiro: Geçen yaz bize verilen görevi yerine getirdik, ve hâlâ işe yaradığımızı kanıtlamak için parlamanın başka bir yolunu bulmalıyız.
Eichi: "Güzel♪ Etkilendim doğrusu. Geçen yazın başında bu konulara bu kadar hâkim değildin."
Eichi: "Rakiplerini yenmekten daha fazla hedefin olmalı. Yoksa bu sektörün anlamı mı kalır?"
Eichi: "ALKALOID'i nasıl yöneteceğini görmeyi dört gözle bekliyorum, Hiiro♪"
────────────────────────────
Mayoi: Of... (Nefessiz kalmış)
Mayoi: Aah! Hiiro! Sonunda buldum seniii!
Hiiro: Mayoi-senpai?
Mayoi: Ödüm koptu! Bir anda kaybolup gittin!
Mayoi: Keşke seni o çitlerin arasına atlar atlamaz takip etseydim, ama etraftan insanlar geçiyordu...
Mayoi: O hâlde görünmek istemediğim için gitmelerini bekledim. Özür dileriiim....
Hiiro: Özür dilemene gerek yok. Benim suçumdu.
Mayoi: Ah, yanağında bir çizik var...
Hiiro: Hm?
Mayoi: Koşarken yanağın çitlere sürtmüş olmalı. Ufak bir kesik, ama yine de kanıyor. Canın yanıyor mu?
Hiiro: Hiç de bile. Hatta sen söylemeseydin fark etmezdim.
Hiiro: Belki de gül dikenlerine çarpmışımdır.
Mayoi: Olabilir... Eve dönünce dezenfekte edelim ki daha çabuk iyileşsin.
Hiiro: Evet. Teşekkürler.
Hiiro: Of, zavallının tekiyim. Hem düşünmeden hareket ettim, hem de kendimi yaraladım.
Mayoi: Neden bir anda çitlerin içine atladın ki?
Mayoi: Ayrıca geldiğimizden beri aklın başka yerde gibi... Seni rahatsız eden bir şey mi var?
Hiiro: Hayır, tuhaf bir ses duydum ve ilgimi çekti.
Hiiro: Ama tavşan falan değilmiş, sadece rüzgarın etrafta sürüklediği bir beyaz gül dalı çıktı.
Mayoi: Vay. O kadar büyük bir dalın rüzgarda sürüklendiğine inanamıyorum.
Mayoi: Hehe. Aslında...
Mayoi: Gerçekten beyaz bir tavşan bulsaydın, tıpkı Alice'in hikayesini yaşıyormuş gibi olurdun.
Hiiro: Onun macerası da beyaz bir tavşanı takip ederken deliğe atlamasıyla başlıyor, değil mi?
Hiiro: Ben şahsen elinde saati olan bir tavşan görseydim, şaşkınlıktan dikkatim dağılır ve izini kaybederdim.
Aira: İşte oradalar!
Tatsumi: Sonunda ikinizi bulabildik.
Aira: Endişelenmeye başlıyordum! Hiro bana Hold-hands'den cevap yazmadı, Mayo-san da bir süre sonra bana yazmayı bıraktı.
Aira: Bekle, aah! Yanağında çizik mi var senin?! İdolsün sen! Yüzünü yaralayamazsın!
Hiiro: Şey, aa, her şey için özür dilerim.
Tatsumi: Yaralanmak bizim için iyi değil, ama oldukça küçük bir çizik, eminim biraz makyajla üstünü kapatabiliriz.
Tatsumi: Mayoi senin bir anda kaybolduğunu söyleyince meraklanmıştım. İkinizi bulabildiğimize sevindim.
Mayoi: Ö-Özür dilerim. O an çok panik yaptım...
Hiiro: Aa, birsürü okunmamış mesajım var. Telefonla konuştuğum için farketmemişim.
Aira: Konuşma mı? Kiminle?
Hiiro: Tenshouin-senpai aradı.
Tatsumi: Eichi mi...?
Hiiro: Şey... Evet. Size söylemem gereken bir şey var, ama nereden başlasam bilmiyorum...
Aira & Mayoi: ?
Hiiro: Kötü haberlerim var.
Hiiro: ALKALOID'in başını büyük derde sokmuş olabilirim.
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
#ensemble stars#enstars#ensemble stars music#enstars music#hiiro amagi#eichi tenshouin#mayoi ayase#aira shiratori#tatsumi kazehaya
3 notes
·
View notes
Text
Pernahkah kita benar-benar menginginkan ia 'tuk dicintai segila-gila mungkin?
Jakarta, 20/04/2021
Seorang tunawicara duduk tepat disebelah ku, ia terus saja menatap kopi yang ia pesan. Ia tak menyentuhnya ataupun meminumnya.
Ia adalah teman ku di Fakultas Hukum dan ia seorang wanita seumuran denganku. Kami sering berpergian bersama. Kami sering berbicara dengan bahasa isyarat. Ia selalu riang setiap harinya.
Tapi entahlah, hari ini dia terlihat gusar. Setelah memandangi kopi pesanannya berjam-jam ia membuka buku catatannya dan menuliskan sesuatu. Ia menghalangi pandangan ku dan ia menyembunyikan apa yang ia tulis.
Selepas menulis ia menutup catatannya dan meraih tangan ku. Ia menggenggam tanganku dengan erat.
"Kamu kenapa sih, Na?"
Ia menggerak-gerakkan jarinya dan berbahasa dengan ku. "Bagaimana perasaan mu saat aku menggenggam tanganmu dengan erat? Kita sudah 5 tahun bersama, kamu tau kekurangan ku, aku tau kekurangan mu. Beberapa minggu lagi, kita sama-sama akan wisuda master. Tidakkah kau pernah berpikir bahwa aku begitu mengerti tentang dirimu, dan aku pantas menjadi pendamping hidupmu.
"Naya, apa yang kau rasakan saat tidur di sampingku dan menyandarkan kepalamu di bahuku?"
Ia tertunduk dan menghela napas panjang.
Ia berbahasa, "San, aku hangat dan aku merasa dilindungi saat aku disamping mu. Aku bahkan lupa batasan agama kita saat kita berdua di tempat tidur. Tapi San, kau berbeda. Tak sedikitpun kau mau menyentuhku ataupun melakukan zina padaku, padahal aku sudah pasrah apapun yang kau lakukan adalah benar bagiku."
"Naya, mendiang ibu dan ayahmu bilang apa saat itu. Mereka bilang, kalau kita direstui untuk menikah tapi hal itu bisa terjadi saat Naya sudah bisa jujur pada dirinya sendiri, Naya bisa menerima dirinya."
Ia pun menangis dan memeluk ku.
Ia berbahasa lagi "San, tidakkah kau keberatan jikalau aku menginginkan dirimu menjadi suami ku?"
"Aku akan jadi suamimu tanpa ditanya pun. Tapi mungkinkah kita bisa tetap bersama melalui rintangan?"
Ia mengangguk dan melempar senyumnya padaku.
Bogor, 28/04/2021
Aku menikahinya, Kanaya Proboandini.
Meulaboh, 10/05/2021
Ia memberikan catatannya untuk ku baca, dan ia bilang "San, aku saat ini bahagia teramat sangat. Selepas ibu dan ayah wafat, hanya ada kamu yang selalu ada nemenin aku. San, boleh kan kita segera punya momongan. Aku sedari waktu itu, pengen dirimu tuh yang mulai. Maaf."
Pulau Pinang, Malaysia. 20/02/2022
Naya melahirkan seorang bayi perempuan, yang sehat, cantik, menangis dengan kerasnya. Bayi yang ku beri nama "Farhana Fakhrunnisa" membawa kebahagiaan. Naya sangat bahagia.
Meulaboh, 07/03/2022
Kami tinggal di disini.
Meulaboh, 11/07/2022
Sebuah kecelakaan menewaskan Naya, istriku. Ia pergi saat tumbuh kembang Farhana tampak pesat. Naya menghembuskan napas terakhir.
Sepanjang malam, aku menangisi Naya sambil menggendong Farhana.
Hingga, keberadaannya dirumah yang hilang tak lagi mengganggu akalku.
Jakarta, 29/12/2022
Aku memutuskan kembali ke Jakarta dan memulai kembali dengan aku, Farhana, dan Ibuku (Neneknya Farhana).
Pernahkah kita menggilai sebuah subjek yang nyata namun tak lagi mampu disentuh? Ia "Naya" memiliki kenyataan namun tak mampu lagi ku sentuh.
5 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing ▪︎
250. BÖLÜM - Hayalet Kralın Uyku Vakti Hikayesi - Çocuklar İçin Okuma Kitabı -
Hua Cheng hastaydı.
Küçük bir hastalık olmasına rağmen, bir hayalet kralının gerçekten hastalanabileceği gerçeği çok merak uyandırıcı ve beklenmedikti.
Bu nedenle, Xie Lian QianDeng Tapınağına döndüğünde ve her zamanki gibi Hua Cheng'in el yazısı çalışmasını kontrol etmeye gittiğinde, bunun yerine Hua Cheng'in yüzünün hafifçe kızardığını görünce çok endişelendi.
Hua Cheng'i sunağa yasladıktan sonra -evet, daha geçen gün ikisi de bu geniş ve ferah sunakta oradan oraya bir tur atmışlardı; ne de olsa herhangi bir [tanrı] heykeli yoktu- Xie Lian elini uzattı ve yanaklarını ve alnını kontrol ettikten sonra daha da endişelendi: "Gerçekten çok sıcaksın."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege'yi gördüğümde doğal olarak ateş basıyor ve hatta Gege bana dokunduğunda daha da ateş basıyor, iyice sıcaklıyorum." dedi.
Xie Lian ne yapacağını şaşırdı ve aceleyle kızgınlıktan yüzü kıpkırmızı olmuş gibi davranarak, "Hastayken bile ağzın çok sahtekâr" dedi.
Hua Cheng masumca cevap verdi: "Ne dedim ki ben? Ben oldukça dürüstüm. Gege, endişelenme, küçük bir şey, büyütülecek bir şey değil."
Ancak Xie Lian, Hua Cheng'in sesinin her zamankinden daha kısık ve boğuk olduğunu duyabiliyordu ve kaşlarının arasında küçük bir kırışıklık belirdi, "O zaman iyice dinlenmelisin. İyileşene kadar bu birkaç gün sana burada eşlik edeceğim."
Bunu söyledikten sonra, Hua Cheng'in yazı çalışması için kullandığı kalem fırçasını, mürekkebi ve kâğıdı alıp sunağın yanına getirdi. Hua Cheng yanındaki yeri okşayarak, "Gege sunakta bana katılmayacak mı?" dedi.
Sunağa giderse, bu birkaç gün boyunca dinlenmeyi unutabilirdi. Xie Lian nazikçe, "Yapmasam iyi olur, San Lang'ım zaten kendini fazla yordu." dedi.
Hua Cheng gülerek, "Saçmalık, eğer konu Gege ise, San Lang neden aşırı yorulmaktan korksun ki?" dedi.
Xie Lian artık onunla birlikte oynamamaya karar verdi ve Hua Cheng'in kopyalaması için alıştırma satırları yazmaya odaklandı. Hua Cheng vücudunu çevirdi, yanağını bir eline dayadı ve Xie Lian'ın yüzüne baktı.
Bu kaç kez olursa olsun, Xie Lian her zaman onun bakışları altında kızarmaya başlardı. Rahatsız bir şekilde, "... San Lang, bana değil alıştırma satırları bak." dedi.
Hua Cheng içini çekti ve şöyle dedi: "Gege, dürüst olmak gerekirse, bu önemsiz şeye baktığım anda başım ağrıyor, ama Gege tarafından yazıldığı için bakmamaya dayanamıyorum. Kim bilir, belki de bu hastalık çok fazla alıştırma satırına bakmaktan kaynaklanıyordur."
Xie Lian, "Ne zamandan beri böyle bir hastalık var?" diye sordu.
Hua Cheng gülerek, "Onun yerine Gege'ye baksam nasıl olur, Gege bu alıştırma çizgilerinden çok daha güzel görünüyor, kim bilir, belki Gege'ye daha çok bakarsam iyileşebilirim" dedi.
Xie Lian ne yapacağını şaşırdı ama yine de gülmek istedi ve kalem fırçasını yere bırakarak başını salladı, "Neden bugünlerde saçma sapan konuşmaya daha da düşkünsün... Ağzından doğru düzgün bir şey çıkmıyor. Tamam, anladım, seni dinleyeceğim. Alıştırma satırlarına bakmak yerine ne yapalım?"
Hua Cheng, "Aslında bir şey yapmamıza gerek yok, sadece bana eşlik etmeni istiyorum, iyileşmem uzun sürmeyecek," dedi.
Xie Lian tekrar alnına dokundu. Her ne kadar bu kişi erkeksi ve yakışıklı bir yüze sahip olsa da şu anki sevimli ve şımarık tavrı Xie Lian'ın aklına kışın kendini sıcak bir battaniye yuvasının altına gömen ve kırmızı bir yüzle dışarıya bakan küçük bir çocuğu getirdi ve kalbini çok sevecen hissettirdi. Biraz düşündükten sonra, "Şuna ne dersin: Bugün bu şeyi aldım." dedi.
Elini koluna attı ve bir şey çıkardı: "Bu, bugün topladığım eski, artık istenmeyen bir kitap, okumak üzereydim. Sana bir hikaye okuyayım."
Elinde çok eski ve küçük görünümlü, yırtık pırtık, sayfaları sararmış, tuhaf bir mürekkep kokusu olan bir kitap vardı. Kitabın sayfaları defalarca çevrilmiş olmalıydı.
Ama Hua Cheng, "Dinlemek istemiyorum," dedi. Xie Lian merakla sordu, "Neden?"
Hua Cheng tembelce cevap verdi, "Sonuçta nasıl çevirirsen çevir, hepsi diğer cennet mensupları hakkında hikayeler ve ben onların gereksiz ve alakasız yaptıklarını çok iyi biliyorum. Zaten dinlemeye değecek bir şey değil, neden Gege'ye bunları bana özel olarak okuması için zahmet verdireyim ki?"
Bu da doğruydu. Ne de olsa Hua Cheng üç diyarın kara tarihini en iyi kavrayan kişiydi. Hua Cheng, "Eğer Gege bana bir şeyler okumak zorundaysa, neden bana başka bir şey anlatmasın? Mesela senin hakkında bir hikaye."
Xie Lian gülümseyerek, "Benim meselelerim hakkında senden daha net olan ya da senden daha çok şey görmüş olan başka biri var mı?" dedi.
Hua Cheng dedi ki, "O zaman bana tekrar anlat. Dinlemek istiyorum. Ne kadar dinlersem dinleyeyim asla yeterli olmayacak."
Xie Lian, Hua Cheng'in neyi kastederek söylediğini biliyordu ve Hua Cheng'in yanağındaki saçları dikkatle taradı. Sıradan bir bakış attı ve aniden haykırdı, "San Lang, bu kitap senin ve benim hakkımda yazılmış gibi görünüyor."
"Ne?"
Xie Lian kitabı tekrar karıştırdı ve "Gerçekten. "Kırmızı cüppeli yüce hayalet kral" ve "paçavra giymiş & sıska ölümsüz" hakkında bir sürü gönderme var. Bunlar sen ve ben değil miyiz?"
Hua Cheng de ilgilenmiş görünüyordu, "Öyle mi, ne yazıyor?" dedi.
Xie Lian da insanların neden kendisi ve Hua Cheng hakkında bir hikaye uydurduklarını çok merak ediyordu ve bu yüzden hikaye koleksiyonunu açtı ve Hua Cheng'e okumaya başladı, "Çok uzun zaman önce, kırmızı elbiseler giymeyi seven yüce bir hayalet Kral varmış. Yüce Hayalet Kral çok güçlü olmasına ve birkaç dağ dolusu altın ve gümüş biriktirmiş olmasına rağmen çok mutsuzmuş. Bunun nedeni çok yalnız olması ve kendisine ait bir eşe sahip olmayı çok istemesiymiş..."
"..."
Xie Lian bir kahkaha attı, okumaya devam edemedi ve "Boş yuvasında bekleyen yalnız bir hayalet Kral... hhahaahahaha..... hahahahhahaha…..."
Hua Cheng kaşlarını kaldırarak, "Bu yanlış değil ki, o zamanlar Gege yanımda değildi ve ben çok yalnızdım." dedi.
Xie Lian'ın yüzü kızardı ve okumaya devam etti.
Çok uzun zaman önce, kırmızı cüppeler giymeyi seven yüce bir hayalet Kral varmış. Yüce Hayalet Kral çok güçlü olmasına ve birkaç dağ dolusu altın ve gümüş biriktirmiş olmasına rağmen çok mutsuzmuş. Bunun nedeni çok yalnız olması ve kendisine ait bir eşe sahip olmayı çok istemesiymiş. Fakat birkaç yüz yıl boyunca beklemiş ve kalbindeki sevgiliye kavuşamamış. Bu yüzden fal bakma konusunda çok yetenekli olan yaşlı bir ölümsüze danışmış: "Eşim nerede?"
Yaşlı ölümsüz ona, "Beklediğin kişiyle bir dağda karşılaşacaksın, eşin gelin kıyafetleri giymiş olacak ve bir düğün sedirinde seninle evlenmeye getirilecek" demiş.
Yüce Hayalet Kral eşini bulmaya kararlıymış ve bu yüzden o dağa gidip sabırla beklemeye başlamış.
Bu arada, çok uzaklarda bir yerde, bir paçavra giymiş sıska bir ölümsüz varmış.
Bu ölümsüz, paçavra ve çöp artıkları toplarmış ve bu nedenle cennet görevlileri arasında en fakir olanıymış, hatta çoğu ölümlüden bile daha fakirmiş.
Ancak çok fakir olmasına rağmen çok nazikmiş. Bir gün hurda toplamaktan dönerken yol kenarında ağlayan bir kız görmüş ve ona sormuş: "Genç hanım, seni bu kadar üzen şey nedir?"
Genç kız ağlayarak şöyle demiş: "Evleneceğim ama düğün günümde dağdan geçmem gerekecek ve dağda yoldan geçen gelinleri kaçıran hayalet bir damat yaşıyor. Sadece birkaçı kurtarılabildi. Beni de kaçırıp öldürecek!"
Paçavra giymiş sıska ölümsüz ona büyük bir sempati hissederek ve aynı zamanda insanların zarardan kurtulmasına yardım etmeye kararlı olarak, düğün alayında gelinin yerini almaya ve canavarı öldürmeye karar verdi.
Paçavra giymiş sıska ölümsüzün iki arkadaşı varmış. Biri asabi, biri de sümsük olduğu için onları asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz diye ayıralım. Birbirleriyle didişirken, paçavra giymiş sıska ölümsüze demişler ki, "O hayalet damat, korkunç bir mizaca sahip, aynı zamanda çok kurnaz, tanrılardan ve ölümsüzlerden hiç hoşlanmayan yüce bir hayalet kral olmalı. Eğer seni yakalarsa, kesinlikle yer!"
Ama ölümsüz gitmekte ısrar etti ve böylece ölümsüz için bir sedan yaptılar. Düğün alayının yola çıkacağı gün, ölümsüz Feng Shi'den [Rüzgar Ustası] ödünç aldığı güzel gelin kıyafetlerini giydi ve gelin kılığına girerek sandalyeye oturdu ve çekişen iki arkadaşı tarafından dağa taşındı.
Gecenin zifiri karanlığında hayalet gibi bir rüzgâr esiyordu ve sedan dağa doğru taşınırken görünürde tek bir kişi bile yoktu. Ölümsüz bekledi, bekledi ve sonunda kendisini karşılamasını beklediği kişi gelene kadar bekledi.
Bakmak için duvağını kaldıran ölümsüz, büyük hayalet Kral'ın beklenmedik bir şekilde son derece yakışıklı bir genç olduğunu keşfetti.
Onu daha da şaşırtan şey ise genç damadın çok nazik olması ve iyi yetiştirilmiş, sıcak, nazik ve sevecen biri gibi görünmesiydi. Korkunç [yeşil yüzlü ve keskin dişli] "gerçek yüzünü" ortaya çıkarmak için insan yüzünü saçmadı ve onu kötü bir şey yapmaya da zorlamadı. Gerçekten de efsanelerdeki korkunç, yüce hayalet krala pek benzemiyordu.
Dağ çok büyüktü ve yüce hayalet kral ölümsüzü gelinini yuvasına götürerek ona şöyle dedi: "Şu andan itibaren ben senin kocanım ve sen de benim sevgili karımsın. Tüm bu dağ bana ait ve artık sana da ait, keşfetmek istediğin her yere gidebilirsin. Ama unutma, dağın arka tarafında asla gitmemen gereken evler var."
Ölümsüz sormuş, "Neden?"
Damat olan Hayalet Kral cevap vermiş: "Bu benim sırrım, bilmene gerek yok. Ama oraya gitmek istesen bile gidemezsin, çünkü o iki evin önüne bariyerler diktim ve bariyerlerden geçebilmen için bedenimden bir şeylere sahip olman gerekiyor."
Ölümsüz sormaya devam etti: "Ne gibi şeyler?"
Hayalet Kral cevap vermiş: "Evlerden birinde kirli çöpler var ve bariyeri açmak için bedenimden dokunulabilen bir şey kullanmalısın, hem de çok fazla; evlerden birinde güçlü bir sihirli hazine var ve bariyeri açmak için bedenimden dokunulamayan ama çok sıcak olan bir şey kullanmalısın."
Tabii ki ölümsüz onu dinlemedi. Büyük Hayalet Kral'ın önündeyken çok itaatkârmış gibi davransa da Hayalet Kral uzaklaştığı anda sinsice Dağ'ın arkasına koştu.
Gerçekten de beklendiği gibi, kirli çöplerin bulunduğu evden korkunç çığlıklar ve yardım çağrıları geldi.
Ölümsüz, kayıp gelinlerin hepsinin orada hapsedildiğinden şüpheleniyordu ve bu yüzden gizemli evi açmak için yüce hayalet Kral'ın bedeninden bir şey çalmaya kararlıydı.
Ama ne çalabilirdi ki?
Yüce Hayalet Kral'ın bazen gevşek bıraktığı, bazen de eğri büğrü bağladığı karga siyahı ve parlak saçları vardı. Ölümsüzün aklına gelen ilk plan, her gün birkaç tutam saç çalmaktı. "Lütfen, aynı evde birlikte yaşayabilir miyiz?" diye sordu.
Damadı büyük bir nezaketle, "Tabii ki yaşayabiliriz. Sonuçta biz karı kocayız."
Böylece birlikte aynı odaya taşınmışlardı. Ancak aynı yatakta yatmalarına rağmen, ölümsüz damadın kıyafetlerini çıkarmasına izin vermedi ve bu yüzden yüce hayalet Kral nezaketle ona dokunmaktan kaçındı.
Ancak, ölümsüzün çok çabuk fark ettiği gibi, damadının tek bir saç teli bile dökülmemiş. Her gün sabahları ya da gece uyurken saçlarını taramasına yardım etse de yastıkta, yatakta, yerde, tarakta - hiçbirinde bir tel bile saç yoktu!
Bu sinir bozucuydu. Ölümsüz eline bir kılıç aldı ve bir tutam saçı kesmek için bu fırsatı kullanmadan önce yüce hayalet Kral'ın uykuya dalmasını beklemeyi düşündü. Ancak yüce hayalet Kral çok dikkatliydi ve yaklaştığı anda yüce hayalet Kral gözlerini açtı. Ancak ölümsüz suçüstü yakalanmasına rağmen çok sakin kaldı. Yüce Hayalet Kral'ın kendisinden şüphelenmesini önlemek için hemen kendi saçından bir tutam kesip ona verdi.
Bunu alan büyük hayalet kral çok mutlu olmuştu.
Çok geçmeden, kıvrak zekâlı ölümsüzün aklına başka bir plan geldi. Yüce Hayalet Kral'a, "Lütfen, sizi öpebilir miyim?" diye sordu.
Damadı memnuniyetle, "Elbette öpebilirsin, sonuçta biz karı kocayız."
Böylece ölümsüz, hayalet damadı kucaklamak için inisiyatif almış ve onu büyük bir güçle uzun süre öptü, sonunda hayalet damadın tadından birazcık tatmış halde ve aceleyle ağzını kapatıp dağın arkasına doğru koştu.
Ancak geldikten sonra bunun hala işe yaramadığını keşfetti. Çünkü o şeyden çok çok daha fazlasına ihtiyacı vardı ve sahip olduğu şey yeterli değildi. Hâlâ eve giremiyordu, sadece kafasını sokabiliyordu ama bedeninin girmesine imkân yoktu.
Paçavra giymiş sıska ölümsüz biraz umutsuzluğa kapıldı. Başlangıçta Yüce Hayalet Kral'ın bedeninden bir şey çalmanın kolay olacağını düşünmüştü ama bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti.
İyi arkadaşı Leydi FengShi'yi hatırladı ve FengShui Tapınağı'nı [Rüzgâr ve Su Tapınağı] ziyaret ederek, "Yüce Hayalet Kral'ın bedeninden dokunulabilecek bir şey almak için başka ne yapabilirim, hem de çok fazla?" diye sordu.
Leydi FengShi şöyle dedi, "Dai! {Bir haykırma gibi} bu çok basit. Bir kadın görünümüne bürün ve evlilik odanıza git, işte o zaman ona sahip olacaksın!"
Ölümsüz başını çılgınca salladı. Ölümsüz, Xiulian yönteminin bir kuralı vardı, bekaretini kaybettiği anda güçleri büyük bir zarar görecekti. Bu planı nasıl uygulayabilirdi?
O anda, Lord Shui Shi [su ustası] geri döndü ve hanımefendinin söylediklerini duyduktan sonra öfkeyle bağırdı, "Terbiyesiz! Nasıl böyle ahlaksızca bir şey söylersin!"
Lord Shui Shi sinirlendiğinde, insanları öldüresiye dövmek için para kullanırdı ve bu yüzden paçavra giymiş sıska ölümsüz aceleyle kaçtı. Koşarken aklına diğer iki iyi arkadaşı olan asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz gelmiş ve onları arayıp ne yapması gerektiğini sormuş. Asabi ölümsüz ve sümsük ölümsüz yine tartışıyorlardı ve tartışırlarken ona bazı kötü haberler verdiler: çok fazla insan kaçırıldığı için, cennet mensupları dağa saldırmak ve yüce hayalet Kralı yakalamak üzereydi!
Ölümsüz büyük bir şok geçirmiş ve endişelenmeye başlamış. Şimdiye kadar bu genç hayalet kralın kötü bir şey yapmayacağını keşfetmişti ve belki de bir tür yanlış anlaşılma olduğunu ya da dağın arkasında kilitli olan şeyin o gelinler değil, başka bir şey olduğunu düşündü.
Ancak, paçavra giymiş sıska ölümsüz çok fakir olduğu için hiçbir etkisi de yoktu ve kimse onu dinlemiyordu. Ölümsüz çok endişeliydi. Eğer gerçeği kısa sürede öğrenemezse, Yüce Hayalet Kral'ın etrafı sarılabilir ve cennet görevlileri tarafından saldırıya uğrayabilirdi.
Başka bir seçeneği kalmayan ölümsüzün tek yapabileceği Büyük Hayalet Kral'a koşup "Lütfen, benimle evlilik odamıza girer misin?" diye sormaktı.
Damadı gülümseyerek şöyle dedi: "Ah, elbette girebilirim. Ne de olsa karı kocayız." Ve böylece, paçavra giymiş sıska ölümsüz ve büyük hayalet Kral evliliklerini tamamladılar.
Yarı yolda ölümsüz, yüce hayalet Kral'ın kendisine o çok önemli şeyden çok fazla vermeyeceğinden korkmuş ve bu yüzden yüce hayalet Kral'a sıkıca sarılmış ve "hepsini bana verebilir misin? Ve bana birkaç kez verir misin?"
Damadı, sıcak ve nazik bir şekilde "eğer istediğin buysa" dedi.
Ölümsüz cevap vermiş: "İstiyorum..."
Ve böylece, kıvrak zekâlı ölümsüzün dileği yerine gelmiş ve aradığı şeyi elde etmiş; Büyük Hayalet Kral'ın bedeninden dokunulacak bir şey ve hem de o şeyden çok ama çok fazla.
Ertesi gün ölümsüz, bütün geceyi Büyük Hayalet Kral'dan dilenerek geçirdiği şeyi kirli çöplerin saklandığı eve götürdü. Bu sefer nihayet içeri girebilmişti.
Girişi açtığında, ölümsüz etrafa dağılmış ve hatta bazıları beyaz kemiğe dönüşmüş birçok cesetle karşılaştı!
Bu cesetlerin hepsi düğün kıyafetleri giymişti ve ne yazık ki kayıp gelinler gibi görünüyorlardı. Umutları yıkılan ölümsüz şok olmuş ve üzülmüştü. Arkasına baktı ve aniden, bilmediği bir anda arkasında birinin durduğunu fark etti - beklenmedik bir şekilde, bilmediği bir anda, yüce hayalet Kral orada duruyordu!
Ölümsüz büyük bir şok geçirdi. Asabi ölümsüzün ve sümsük ölümsüzün ona anlattıklarını hatırladı; yüce hayalet Kral son derece kurnazdı ve ayrıca tanrılardan ve ölümsüzlerden hiç hoşlanmazdı. Şimdi ne yapacağını şaşırmıştı. Yüce Hayalet Kral aslında uzun zamandan beri onun gerçek yüzünü görmüş ve bunca zamandır onu oyalıyor olabilir miydi?
Öfkeli ve incinmiş olan ölümsüz kaçmaya başladı, gittikçe daha hızlı koşuyordu.
Ama kim bilirdi ki, evden dışarı koşamadı. Meğer çok hızlı koşmuş ve yüce Hayalet Kral'ın ona verdiği şey azalmış ve bu yüzden evin önündeki bariyer tarafından tekrar engellenmişti.
Yüce Hayalet Kral yetişmiş ve ölümsüzü tek bir hamlede kucaklayarak nihayet neler olduğunu açıklamış.
Yüce Hayalet Kral'ın insanları yemek için kaçırmadığı, sadece kaderindeki kişiyi burada beklediği ortaya çıkmış. Bir gün, gezintiye çıkmışken bir düğün alayı yanlışlıkla ona çarpmış ve alaydaki damat o kadar korkmuş ki, kendisi de kaçmış ve oturduğu yerde ağlayan gelinini terk etmiş.
Büyük Hayalet Kral bu belayı istemiyordu. Gelin böyle bir adamla evlenmek istemediğini söyledi ve bu yüzden geri dönmeyip kendi başına ayrıldı. Daha sonra benzer birkaç olayla daha karşılaşan Büyük Hayalet Kral, beklerken yeni evlileri de test etmeye başlayabileceğine karar vermiş. Eğer damat hayaletler ve hortlaklarla karşılaştığında gelinini korumak için kendini riske atmaya cesaret ederse, Büyük Hayalet Kral çifte zorluk çıkarmayacak ve gitmelerine izin verecekti. Ancak aşağılık damat, kaçmak için biraz zaman kazanmak amacıyla kendi gelinini hortlaklara iterse, o zaman damat yakalanacak ve bu eve hapsedilecekti.
Bu insanlar kalplerinde doğru ve ahlaklı olmadıkları için, sık sık birbirlerini öldürür ve sonunda kemiklere dönüşürlerdi. Ölümsüzün gördüğü cesetler bunlardı. Gelinlerine gelince, bazıları o zamandan beri evlerine dönmüştü, diğerleri ise sevgilileriyle birlikte uzak bir yere kaçmış, birlikte dünyayı dolaşmış ya da güvenli bir şekilde kendi evlerini kurmuşlardı.
Yüce Hayalet Kral, "Birkaç yüz yıldır seni bekliyordum Gege ve sonunda sana kavuştum" dedi.
Yanlış anlaşılmayı çözdükten sonra ikisi birbirlerine sarıldılar. Yüce Hayalet Kral evden ayrılmak için ölümsüze yine bir sürü o şeyinden verdi. Ancak beklenmedik bir şekilde ve aniden, gökyüzünden büyük bir gümbürtü duyuldu. Meğer uzun zamandır Yüce Hayalet Kral'dan korkan cennet mensupları bu fırsatı değerlendirmiş ve sonunda ona saldırmaya başlamışlar!
Paçavra giymiş sıska ölümsüz dışarı fırladı ve şiddetli bir savaşın ardından bir halka cennet mensuplarını geri püskürttü. Ancak cennet mensupları dağın çökmesine neden olmuş ve Yüce hayalet kralı dağın altında hapsetmişlerdi.
Dağ çok yüksekti ve Yüce hayalet Kral'ın ezilmesinden korkan ölümsüz, çaresizce omuzlarını kullanarak onu tutmaya çalıştı. Tam o anda, aniden henüz açmadığı başka bir gizemli ev olduğunu ve o evde bulunan güçlü sihirli hazinenin büyük dağı kenara itmek için kullanılabileceğini hatırladı. Ve böylece dağ mağarasına koştu. İçeri girdiğinde, büyük bir sevinçle, büyük hayalet Kral'ın orada sapasağlam durduğunu ve hatta daha da güçlü ve kuvvetli olduğunu keşfetti!
İkisi birlikte dağdan çıktılar ve birlikte sorun çıkaran cennet mensuplarını kovaladılar. Sonunda dağın tepesinde omuz omuza oturdular ve kaçtıkları cennet mensuplarının ardından bıraktıkları izleri ve yıldızları izlediler.
Ölümsüz sordu: "Kirli çöplerin bulunduğu evin açılabilmesi için vücudundan dokunulabilecek bir şeye ve çok fazla şeye ihtiyaç olduğunu; büyülü hazinelerin bulunduğu evin ise açılabilmesi için vücudundan dokunulamayacak ama çok ama çok sıcak bir şeye ihtiyaç olduğunu söylememiş miydin?"
Yüce Hayalet Kral gülümseyerek, "Evet. Peki o şey, Gege'nin çok eskiden beri sahip olduğu bir şey değil mi?" dedi.
Ölümsüz sonunda anlamıştı. O şey, hayalet kralın ona olan aşkının yakıcı sıcaklığıydı.
Ve böylece, paçavra giymiş sıska ölümsüz ve Yüce hayalet kral mutlu bir şekilde evlilik odasına birlikte girdiler. Bir daha asla ayrılmamak üzere.
"..."
"..."
Hikâyeyi okumayı bitiren Xie Lian hâlâ şaşkındı, "Ne yazmışlar böyle? Bu hikaye abartılı değil mi? Hayır, hayır, hayır, bu..."
Bu karmaşa da neydi? Buna nasıl hikâye denebilir?
Ama Hua Cheng o kadar çok gülüyordu ki divanın üzerine yığılıp kalmıştı. Xie Lian şaşkın bir tavırla, "Bu tamamen yanlış! Bu hikaye nasıl ortaya çıktı? Yujun dağında olanlarla bir ilgisi var mı? Olanlar böyle değildi...”
Tamamen çarpıtılmış değil mi? Ayrıca, çocuklara bu tür bir hikaye okutmak gerçekten doğru mu? Bu çok uygunsuz. Bunu kim yazdı?
Ve tüm bu karakterler çok tanıdık geliyor ama sadece biraz tuhaflar, onların nesi var...
Daha yakından bakıldığında, bu kitaptaki hikayeler ilk bakışta masum romanlar, çocuklara masal olarak okunabilecek bir şey gibi görünse de ancak içerik son derece açık saçıktı, o kadar ki, basit erotizmle karşılaştırıldığında birinin gözünün içine bakması daha da zordu. Ancak sonuna kadar okuduktan sonra, Xie Lian'ın sorunun kendisinde olup olmadığından şüphelenmesine neden olan bir tür meraklı ve açıklanamaz bir his de vardı.
Hua Cheng, "hm? Ama tamamen çarpıtılmış değil. En azından bazı noktalar doğru. Örneğin, Gege'ye gerçekten de 'Gege' diyorum. Bir başka örnek, Yujun dağına Gege'nin gelin sedanını almaya gerçekten gittim. Ve bir başka örnek, o gece evliliğimizi tamamladığımızda, Gege gerçekten de..."
Xie Lian bunca yıldan sonra yeterince utanmaz bir yüz geliştirdiğini düşünmüştü ama kim bilir, Hua Cheng'in karşısındayken yüzünde hâlâ sık sık bir allık beliriyordu. "Böyle bir şeyi nereden biliyorlar ki! ... ve bunların yanı sıra, başka hiçbir şey doğru değildi..."
Körü körüne anlatılan pek çok halk hikâyesinin aslından kilometrelerce uzakta olduğunu ve sayısız süslemeden sonra kim bilir neye dönüşmelerinin garip olmadığını bilmesine rağmen, bunu kendi gözleriyle görmek yine de son derece şok ediciydi. Arada okumaya devam edemeyecek kadar utandığı ama Hua Cheng'in ona okumaya devam etmesi için zorladığı birçok zaman oldu. Bu durum Xie Lian'ın ona vurmak istemesine neden oldu ama aynı zamanda bir darbe indirmeyi de kendine yediremedi. Hua Cheng'in ifadesi hâlâ değişmemişti: "Belli ki, bilen biri birkaç küçük detayı ağzından kaçırmış, insanlar da bunları bir araya getirmiş, birkaç detay eklemiş ve biraz da spekülasyon yaparak bu sonuca ulaşmışlar."
Xie Lian elindeki öykü derlemesini bir kenara fırlatarak, "Artık böyle saçma, anlamsız bir kitap okumayalım. Biraz dinlenelim."
Ama Hua Cheng ellerini birleştirdi ve yalvardı, "Bence iyi yazılmış ve yazan gayet yetenekli. Gege'nin hikayeyi okuyuşunu dinlediğimde enerji dolduğumu hissettim. Gege, lütfen bir tane daha oku."
Xie Lian kesin bir dille reddetti, "hayır."
"Gege, başım ağrıyor."
"Ama..."
"Gege."
"...tamam."
Ne de olsa Hua Cheng'in hasta olması nadir görülen bir durumdu ve Xie Lian'ın zaten genellikle Hua Cheng'in istek ve taleplerine boyun eğdiği düşünülürse, şu anda nasıl direnebilirdi ki?
Utanmış olsa bile, buna katlanmak zorundaydı. Bir kez daha o sararmış küçük kitabı eline aldı ve Hua Cheng'in yanına uzandı. Hua Cheng kollarını Xie Lian'ın beline doladı ve Xie Lian kendini çelikleştirerek okumaya devam etti.
"Çok uzun zaman önce, uzak bir dağda xiulian uygulayan yakışıklı ve genç bir veliaht prens varmış. Bir gece gizemli bir misafirle karşılaşmış..."
#tian guan ci fu#hualian#xie lian#jun wu#ling wen#feng xin#jian lan#hua cheng#heavenlyblessing#heaven official's blessing#pei su#pei ming#ban yue#bai wuxiang#yushi huang#yin yu#lang qianqiu#mu qing#nan yang#xuan zhen#quan yizhen#shi wudu#shi qingxuan#hexuan#wu ming
24 notes
·
View notes
Text
Okay so I was just laying in bed talking to my partner when the thought suddenly hit me like a freight train:
Where are Horror and Dust in @withtheworms and @0netype's Malltale AU? (Also I hope the tag is okay! Sorry if it's not </3)
I don't know if they've addressed this or not (if they have I haven't seen anything for it) but after giving it some thought;
- Dust would work at GameStop, and his name would be Ness. (He used to work at Spencer's and has a friendly rivalry with Gerard as a result, but the atmosphere of the store was too high energy for him, so he transfered.) This is because Ness is a retro video game character, and of the "Sans is Ness" memes.
- Horror would work at Auntie Anne's, and his name would be Rusk. (Rusk is a type of twice-baked bread.) Rusk is friends with Beri because their shops are right next to each other in the food court, and Rusk admires Beri's warmth and enthusiasm. In turn Beri likes to break Rusk out of his shell.
- BONUS: Farm would work at EarthBound, and his name would be Agate. He used to shop there a lot before deciding to make it his job because he liked the energy there. He dreams of opening up a small, local ranch and saves money from his job in the hopes of achieving that someday. He takes his lunch breaks at Rusk's place of work a lot, and has a major crush on him, but is too nervous to say anything (yet) because he knows Rusk and Ness are together already (it is mutual) (they all end up together eventually!!).
My brain has latched onto this like a feral beast, so expect art soon. (Also I know the AU takes place in Canada, so I apologize if any of these shops are not in Canada, as I'm American. But I did at least verify that they all existed in the early 2000s!)
12 notes
·
View notes
Text
He'd been dreaming about this for a long time.
San tak tahu apa yang salah, kala dirinya dan Wooyoung tak sengaja bertukar pandang di ruang ava—tempat berlangsungnya teater musikal siang ini—Wooyoung melengos begitu saja. Ia rasa hubungan mereka semakin membaik akhir-akhir ini, terbukti dari pemuda kecil yang seringkali kirimkan pesan padanya bahkan hampir setiap hari. Namun, melihat gurat raut datar milik Wooyoung kala netra mereka secara tak sengaja beradu pandang, seolah mengatakan ada yang salah di antara mereka berdua. Dan San tak mengerti kenapa.
Usai tonton pertunjukan teater musikal tiga jam lalu, San belum juga pulang, bahkan ditolaknya ajakan Yuqi dan Arin untuk pergi ke tempat karaoke sebelum mereka benar-benar pulang ke rumah. Pikirnya, ia tak akan tenang jika persoalan dengan Wooyoung tak segera diselesaikan. Dan akhirnya, di sinilah ia sekarang, berdiri di depan mahakarya hasil jemari ajaib milik pemuda kecil. Kembali injakkan kaki di tempat pameran, berharap akan kembali berjumpa dengan Wooyoung secara tak sengaja seperti beberapa saat lalu.
Namun, belum sampai lima menit ia berdiri di sana, pesan dari Hyunwoo masuk, berhasil buyarkan lamunannya. Isinya cukup panjang, rentet kata dengan banyaknya kata tanya itu kalau diucapkan mungkin akan terdengar cukup mengintimidasi.
Mas, jujur aku ga tau masalah Mas ambek Wooyoung apa, tapi tadi Wooyoung ngomong mbek aku, dia pengen ngobrol ambek Mas, tapi Mas lagi bareng cewek. Mas lagi sama siapa tadi? Mas bareng cewek, tah? Iki Wooyoung e galauan, loh, Mas. Mas ki sebenere serius ga sih ambek Wooyoung? Lek emang suka yo diusahake. Iki Wooyoung salah paham aja kan pasti? Diobrolno dulu coba, arek e murung terus daritadi, Mas ga kasian, tah? Arek lain pada ketawa-ketawa, Wooyoung malah cemberut. Lek pengen ngobrol ambek Wooyoung, saiki arek e ndek selasar gedung D18. Samperno yo, Mas. Lek dia nanyano aku, bilang aja aku masih onok urusan.
Dan usai baca tuntas isi pesan itu, San sontak pijat dahinya pelan, ia jelas tahu Wooyoung tengah salah paham sekarang. Dimasukkannya kembali ponselnya ke dalam saku celana, lantas ia beranjak dari sana, susuri selasar gedung menuju parkiran.
Masuk ia ke dalam mobil, keluar dari parkiran, lantas kemudian dibelahnya jalanan menuju gedung D18 yang tak terlalu jauh dari sana. Di sepanjang perjalanan, ia merapal doa, berharap Wooyoung benar-benar masih berada di sana. Dan tepat saat gedung dengan tulisan berbunyi D18 terpampang jelas di hadapannya, ia sontak hentikan laju kendaraannya, lantas turunkan kaca mobil untuk bisa lihat lebih jelas presensi pemuda kecil. Pemuda dengan setelan kaos putih berlapis kain sifon berwarna senada itu berdiri dengan gelisah, berkali-kali mengecek ponselnya, tampak seperti tengah menunggu seseorang untuk datang.
“Wooyoung?” Lantas, yang di sana tolehkan kepala dengan ekspresi terkejutnya. “Lagi nungguin siapa?”
Pemuda itu sedikit mendekat ke arah mobil milik San, untuk pastikan siapa yang baru saja lontar sapa padanya. “Loh, Mas belum pulang?”
“Belum. Kamu lagi nungguin siapa? Belum mau pulang?”
Diliriknya sejenak oleh Wooyoung ponselnya di tangan, sebelum akhirnya ia kembali tatap San di dalam mobil. “Lagi nungguin Hyunwoo, katanya mau pulang bareng,”
“Hyunwoo barusan chat saya, katanya dia masih ada urusan,”
“Loh, serius?”
“Ayo pulang bareng, nanti saya antar sampai kosan.”
Pemuda kecil sejenak berpikir, merasa tak enak kepada Hyunwoo jika pulang lebih dulu, namun ia juga tak bisa menolak tawaran dari San untuk pulang bersama.
“Wooyoung? Ayo, langit juga udah gelap, bentar lagi mau hujan.”
Lantas, akhirnya, ia beri anggukan kepala, kemudian masuk ke dalam mobil senada langit malam milik Choi San. Sejenak ia buka ponselnya, kirimkan permintaan maaf kepada Hyunwoo sebab ia pulang lebih dulu, sebelum akhirnya ia simpan ponselnya, memilih diam perhatikan jalanan di depan.
Baru saja mereka keluar dari gerbang, hujan tiba-tiba turun basahi jalanan, buat orang-orang yang tengah berjalan di pinggiran jalan terbirit berlari, menepi di selasar gedung ataupun di bawah atap ruko.
“Kasian mereka gak bawa payung...”
Gumaman itu tak sengaja ditangkap oleh telinga pemuda tinggi, buat kedua ujung bibirnya terangkat, pamerkan senyum tipis miliknya. “Padahal dari pagi tadi langitnya udah kasih tanda dia bakal nangis hari ini.”
Dengar kalimat itu, buat pemuda kecil tolehkan kepala. Ia tak balas sepatah katapun, hanya pandangi bagaimana netra dibalik kacamata itu berusaha fokus pada jalanan di depan selagi kaca mobil dihantam tetesan hujan habis-habisan. Dan kala netra mereka akhirnya bertemu tak sampai tiga detik, Wooyoung memilih untuk alihkan pandangan, lagi.
Usainya, mereka berdua memilih untuk bungkam. Dengarkan suara tetes air hujan yang menghantam mobil, setidaknya itu bisa usir sunyi panjang yang selimuti dua nyawa di dalam mobil yang dingin.
ㅤ
ㅤ
“Ini, keringin rambutnya. Aku bikin kopi dulu.”
San berakhir di sini, di dalam kamar kosan milik Wooyoung. Usai disambutnya handuk kecil dari tangan Wooyoung, ia lantas duduk di tepi kasur milik si tuan kamar. Diusapnya sejenak rambut basahnya akibat tetesan hujan kala mereka berlari dari gerbang kos sampai ke kamar milik Wooyoung yang berada di lantai dua. Kosan ini tak punya parkiran untuk mobil, jadi mereka terpaksa harus hujan-hujanan menuju kamar milik Wooyoung.
San hentikan gerak tangannya yang tengah keringkan rambut, biarkan tetes air dari rambutnya jatuh ke atas kemeja putih yang nyaris pamerkan seluruh tubuh bagian atasnya akibat tetes air hujan yang terlampau deras.
Ia edarkan pandangan, melirik ruangan itu dari sudut ke sudut. Kamar ini tak terlalu besar jika dibandingkan kamar milik Wooyoung di rumahnya, namun isinya cukup lengkap. Ada toilet dan kamar mandi, dapur kecil, meja belajar, tempat tidur, serta nakas kecil di sampingnya. Namun, mengingat bagaimana mewahnya hidup Wooyoung dahulu, San cukup yakin kosan dengan ukuran tak terlalu lebar ini tak akan cukup nyaman bagi Wooyoung yang terbiasa tinggal di tempat yang luas.
Beberapa mainan yang terpajang di rak dekat meja belajar itu sontak curi atensi pemuda tinggi. Pikirnya, mungkin pemuda kecil kembali koleksi mainan selama mereka berpisah dulu. Ia tak pernah tahu, bagaimana usaha si tuan kamar untuk membuat ruangan ini tak terasa sepi.
Lantas sekarang, pandangannya kembali beralih, kali ini ditatapnya punggung kecil milik Wooyoung yang tengah sibuk di depan pantry. Tadi, di perjalanan menuju kemari, yang lebih kecil ajak ia untuk mampir, dengan tawaran akan diseduhkan kopi hangat, lantas San iyakan tawaran itu tanpa banyak berpikir.
Kalakian, ia berdiri. Dengan handuk kecil yang tersampir di pundak kiri, ia hampiri si tuan kamar dan berdiri di balik punggungnya selagi pemuda itu sibuk aduk kopi di dalam gelas berukuran mini.
“Wooyoung,” dan suara dingin itu sontak buat yang lebih kecil berbalik untuk hadapkan tubuh ke arahnya. Sedikit terkejut temukan ia yang berdiri dengan jarak sedekat ini.
“Kenapa? Duduk aja, ini kopinya bentar lagi selesai.” Ia tiba-tiba mendecak kala dilihatnya rambut serta kemeja itu masih basah. Diraih handuk yang tersampir di pundak pemuda tinggi, kalakian diusapkan pada rambutnya yang basah, bantu ia keringkan rambutnya. Sesekali tangan itu sedikit kibaskan kemejanya, berusaha kurangi basah pada kemeja yang hampir jiplakkan warna kulitnya.
San berharap Wooyoung omeli dirinya selagi tangan itu sibuk keringkan rambutnya, namun ternyata pemuda kecil tetap diam, fokus pada kegiatannya. Satu menit sudah mereka bertahan di posisi yang sama, pemuda tinggi diam tundukkan kepala agar tak sulit pemuda kecil usap rambutnya.
San tak tahan, akhirnya, dengan tiba-tiba ia dorong tubuhnya ke arah Wooyoung hingga yang lebih kecil menubruk pantry di belakang, dikungkungnya pemuda kecil dengan kedua lengan yang raih sisi pantry. Wooyoung kaget? Jelas, handuk di tangannya sampai terlepas dan jatuh begitu saja ke lantai.
“Kompornya masih nyala—”
Gesit sekali jemari itu matikan kompor, tak ingin buat pemuda kecil beranjak dari kungkungannya. Lantas sekarang, ia terdiam. Tatap wajah pemuda tinggi yang datar tanpa ekspresi. Ia tiba-tiba merasa sesak, berada sedekat ini dengan pemuda tinggi dengan baju dan rambut yang sama-sama basah, buat dinginnya atmosfer di dalam kamar itu tiba-tiba berubah menjadi hangat. Seolah hujan dibalik jendela itu sama sekali tak pernah hantarkan hawa dingin.
“What's wrong with you today, Wooyoung?”
Ditanya seperti itu oleh San, buat Wooyoung tiba-tiba ketakutan. Jika keadaan saat ini terjadi pada mereka tiga tahun lalu, mungkin Wooyoung akan mendorong San menjauh lalu memakinya tanpa ampun. Namun, sekarang semuanya sudah berbeda. Wooyoung yang selalu ingin terlihat kuat dan terlampau keras kepala itu telah hilang, sisakan ia dan sisi lemahnya yang selalu mengais kasih sayang dari orang-orang sekitarnya. Lantas, kala San memojokkannya seperti sekarang, ia merasa sesak dan ketakutan.
“Kenapa cerewetnya hilang? I don't think there's anything wrong, why are you being so quiet all of a sudden? Kamu marah karena saya bawa teman-teman saya ke kampus kamu?”
Pemuda kecil beri gelengan, usai ditatapnya sejenak manik legam milik pemuda tinggi, tak sampai satu detik. “Aku gak marah. Kenapa juga aku harus marah?”
“Bener? Kamu gak salah paham sama mereka, kan?”
Kali ini ia diam, tundukkan kepala hindari tatapan San yang semakin lama semakin terasa mengintimidasi. “Aku denger dari temen sekelasku yang kenal sama Mas, katanya Mas sama temennya Mas yang namanya Arin pacaran,”
“Terus, kamu percaya?”
Lagi, gelengan lemah itu ia tunjukkan. “Enggak. Kan Mas pernah bilang kalau Mas gak punya pacar,”
“Iya, saya sama dia gak pacaran, dan gak pernah pacaran. She's just my ex-crush. Temen sekelasmu mungkin salah ngira soal hubungan saya sama dia.”
Ia kembali anggukan kepala, cukup paham, walaupun penuturan itu cukup buat ia meringis pelan.
“Now it's clear, right? Kamu cuma salah paham, saya gak punya pacar, Wooyoung,” serius sekali netra itu beri tatap pada pemuda kecil yang masih setia memalingkan wajah. Yang di dalam kungkungan hendak beranjak dari sana, namun kembali ia tahan, lebih didekatkannya wajah mereka hingga buat rambut basah mereka berdua hampir bersentuhan.
“Apalagi? Udah, kan? Mas bilang aku cuma salah paham,”
“No, there's still something wrong with you. Kenapa, Wooyoung?”
Pemuda kecil sejenak diam, hanya pandangi pundak milik pemuda tinggi, sejenak berpikir apakah hubungan mereka akan membaik atau malah sebaliknya setelah ia buka suara dan jujur perihal apa-apa yang ganggu pikirannya saat ini.
“Jung Wooyoung?”
Ah, peduli setan dengan hasilnya. Ia ambil satu tarikan napas, lantas kembali muntahkan kata.
“Mas kalau risih sama aku, bilang aja. Aku tahu Mas pasti kaget karena aku tiba-tiba deketin Mas, padahal dulu tiap diajak ngobrol aja aku gak pernah mau. And I can see that you're straight, so you might be surprised to be approached by a guy like me—”
“Siapa bilang saya risih? Saya gak pernah bilang saya risih dideketin kamu,” suara itu tiba-tiba meninggi, buat yang lebih kecil semakin tundukkan kepala.
“Tapi, Mas kayak risih, aku tau!”
“Don't just look away when you're talking. Mata saya di sini, bukan di pundak.”
Pemuda itu sejenak teguk ludahnya sendiri, sebelum akhirnya dongakkan kepala, sabung mata dengan pemuda tinggi. Hingga kemudian, ia kembali muntahkan kata. “Mas gak pernah jawab tiap kali aku mention kalau aku suka sama Mas. Sekarang juga Mas selalu saya-kamu ke aku, padahal dulu aku pernah bilang kalau aku gak suka, Mas jadi mirip Papa kalau kayak gitu. Terus juga, Mas gak pernah panggil aku Wooyo lagi. Manggilnya selalu Jung Wooyoung Jung Wooyoung terus. Mas lupa, ya? I hate my fullname.”
Kuasa pemuda tinggi terangkat, usap kristal bening yang tak sengaja jatuh dari pelupuk mata pemuda kecil. Kiranya pemuda itu juga tak sadar, sebab raut wajahnya kaget saat jempol itu usap pipinya dengan lembut. “Maaf, ya, Wooyo.”
Semudah itu untuk terbitkan senyum di wajah itu. Setidaknya, tak semustahil dulu.
Pemuda kecil beri anggukan kepala, ���gak apa-apa, Mas,”
“Aku gak pernah risih sama kamu,”
Lagi, kepala itu mengangguk. “Tapi, aku gak boleh naksir sama Mas, ya? Cmiiw, ya, Mas. Cium me if I'm wrong.”
Ia ucapkan kalimat itu hanya untuk cairkan suasana di antara mereka yang sudah kelewat canggung. Namun, sepertinya, pemuda tinggi tangkap kalimat itu dengan serius, sebab selanjutnya, kuasa itu tangkup pipinya lantas daratkan kecupan pada bibirnya tanpa permisi.
“Mas, aku bercanda—umphh!”
Kecupan yang didaratkan tanpa pikir panjang itu berakhir menjadi ciuman yang cukup panas. San lumat bibir Wooyoung berkali-kali selagi tangan kekarnya melingkar pada pinggang pemuda kecil, buat tubuh mereka yang lembab bersentuhan. Sejenak, berhasil Wooyoung imbangi kecupan demi kecupan yang San bubuhkan di atas bibirnya, sebelum akhirnya pemuda tinggi lebih dulu tarik diri, sisakan pemuda kecil yang pejamkan mata bersama juntaian bekas saliva di ujung bibirnya.
“You can't just decide someone's sexuality however you want, Wooyo.”
Wooyoung tak benar-benar mendengarkan, ditariknya pundak lebar milik San, berusaha buat wajah mereka kembali berdekatan. “Mau cium lagi, Mas.”
“Kopinya keburu dingin, Wooyo,”
“Gak apa-apa, nanti aku bikinin yang baru,”
“Nanti lagi,”
“Then, what are we?”
Yang lebih tinggi lantas terdiam.
“Mas kissed me without my consent, aku bisa laporin polisi!”
Kedua alis itu terangkat, tak mengerti apa yang salah dengan pemuda kecil yang tiba-tiba lemparkan keluhan usai ciuman yang ia tahu mereka berdua sama-sama menikmati.
“Are you okay with dating first?”
“Hah? What do you mean by okay with dating first? Of course, I'm okay! Jangan bilang mas mau langsung ngajak nikah?!”
“Is that a bad idea?”
Pemuda kecil tertawa. Dikalungkannya kedua lengannya ke leher pemuda tinggi, lantas dekatkan hidung mereka. “Not really. Kita nikah kalau aku udah lulus kuliah, ya? Sekarang pacaran aja dulu.”
Oleh yang lebih tua, dibalasnya kalimat itu dengan senyum manisnya. Dilingkarkannya lengannya di pinggang pemuda kecil, lantas lanjutkan ciuman mereka ke babak kedua. Tak lagi peduli pada hujan di luar jendela, lupakan lantai yang basah, bahkan anggurkan kopi yang mulai lenyap kepulan asapnya.
3 notes
·
View notes
Text
Before and After
Fandom: One Piece Rating: Teen Genre: Family Characters: Law, Penguin, Shachi, Heart Pirates
Law’s life was divided into Befores and Afters.
Whew, it's been a while since I last wrote any Heart Pirates (or One Piece at all) but clearly these characters are still embedded in my muses because finding their characters again wasn't any challenge at all (which was a relief). In fact, it's been so long that Hakugan's name hadn't been revealed yet, so I've now got to figure out where to place him in my version of the crew's dynamics...
I joined @stereden's Winter Exchange this year for the first (but hopefully not the last!) time, and my match was Castled_Rook, whose prompt options included some Heart Pirates found family (which is, hopefully obviously, what I went for), which has always been my favourite thing to write in this fandom, so that was a perfect match as far as I was concerned :D Hoping they agree after seeing this fic!
There's a warning for this fic but I'm not entirely sure how to word it, so hopefully this will suffice: a character considering if they would have wanted to live if they'd had the time to think in a life-threatening situation.
Law’s life was divided into Befores and Afters.
Before the Flevance massacre. After the Flevance massacre.
Before Cora-san. After Cora-san.
Aged thirteen, those two Befores and Afters had encompassed everything he was, with the underlying weight of white lead cloying in his body, destroying him from the inside out.
Losing his family had destroyed him. Losing Cora-san had obliterated him from existence.
Law had never thought he’d outlive the clumsy idiot who meant well but screamed incompetence with every blunder. In hindsight, when his thoughts were clear from ever-present fevers and resignation paired with desperation, Law realised he hadn’t wanted to outlive Cora-san, hadn’t wanted to lose and grieve a man that meant so much to him.
He’d already outlived his family once.
Then he outlived his family again.
Law could acknowledge that it was a good thing he hadn’t realised he’d felt that way back on Minion Island. If his mind had been – not clearer, but sharper, more self-aware, he might not have followed Cora-san’s last wishes.
He might not have lived.
Law loved Cora-san, but did he love him enough to live for him when he’d left him without a family again? Evidence pointed to yes, because that was exactly what he’d done, but Law was aware, with the cold, harsh truths of hindsight, that if he’d focused on a different emotion, on losing family rather than destroy the world (destroy Doflamingo)… the answer may not have been yes.
It was a good thing the cards had fallen in the order they did.
Not to say Law was glad Cora-san was dead – that was so far from the truth even a liar like him couldn’t even begin to try and say it; the clumsy idiot had no right to leave him like that, no right to go and die to save him when he should have lived for him – but Law would forever be eternally grateful that he had lived. That Cora-san had saved him.
If he had died, he would never have met his crew. His nakama. His third (and final) family.
Law had no way of knowing if he would outlive this family, too. The pattern in his life suggested that it was a possibility, but also Law was no helpless child any more. He was a Captain, a Supernova, a feared member of the Worst Generation, powerful enough to rub shoulders with some of the greatest on the seas (or go toe to toe with them in battle).
He was a doctor. A surgeon. And he had the Ultimate Devil Fruit to back him up.
He was no god, but he could play at being a god, play with lives and who lives and who died for as long as he drew breath – and his crew? His nakama, his family?
Law refused to outlive them, too.
“You’re brooding again.”
Penguin slid onto the bench next to him, pushing a fresh mug of steaming coffee in front of him and taking a loud drink of his own. “Beri for your thoughts?”
Law ignored him, wrapping his fingers around the mug and watching the letters EATH stand out on his fingers while the D of the thumb opposed them. The metal transmitted the heat straight into his skin, almost hot enough to burn.
“Law?”
“It’s nothing,” he told his nakama. Penguin made a disbelieving noise, but something must have convinced him to drop it because he didn’t push any further – although the next slurp of his own drink was obnoxiously loud in a way that Law was more used to hearing from Shachi.
They’d grown up together. Penguin had been Shachi’s older brother the younger’s entire life – not by blood, but Law had learned twice over that blood wasn’t the rule of family (look at the Donquixote brothers, look at Cora-san and Law, look at his nakama). Shared habits and obnoxious traits were hardly a surprise.
Law didn’t let himself wonder what shared habits he and Lami might have developed, in time. Didn’t let himself remember the ones that had started planting their seeds already, before being suffocated out by white lead and a blaze of fire.
(Didn’t let himself dwell on the fact that her face had long since faded from his mind, and that all he remembered was her big, gap-toothed smile, and I love you, nii-san! echoing in the depths of his ears.)
As if summoned by Law’s stray mental observation, or perhaps Penguin’s mimic of his own drinking habits, Shachi materialised on his other side, throwing himself onto the bench with aplomb and almost spilling his own mug of dark bliss. The smell rising from his own coffee was tinted with something else, and Law knew the news his nakama had for him before he even opened his mouth.
“Bepo says we’re coming up on the island,” the ginger reported, taking a slurp loud enough to rival Penguin’s and smacking his lips together obscenely. “We’ll reach it in a few hours at our current speed.”
It wasn’t an island that held any real significance for them – it was just the next one on the route to Laugh Tale, although the fact that it was on the route at all, the fact that it was a New World island, meant it was one to be approached with caution. Law – and Penguin, Shachi, Bepo, all his nakama – had read up what they could find on the islands of the New World and thought they knew which one they were coming up on (and, more importantly, who it was currently in control, which Yonkou’s territory they were encroaching on this time).
An island on the horizon meant more conflict, and if nothing else, Law could plan for those, at least.
“I want everyone in the infirmary between now and then,” he said, and Shachi hummed, draining his mug and letting it hit the table with more force than strictly necessary.
“Already spread the word,” he said, and once upon a time Law would have hated that Shachi knew and shared his orders before he even alerted Law, but it had been thirteen years since Swallow Island, and two older teenagers with makeshift weapons and a cowering mink cub.
Thirteen years.
He’d had ten years in Flevance. Three with one or other Donquixote brother.
He’d spent those two lengths of time combined with the three of them, and despite his thirteen year old self’s attempts not to let anyone in ever again, that had been a battle he’d lost before it’d even begun, and Law was glad for it.
There was no-one in all four Blues, no-one in the Grand Line, no-one in the world, that knew him better than the trio he’d founded the Heart Pirates with, and once upon a time Law would have recoiled violently at the idea of being known.
Now, as he gave a nod of acknowledgement, it was a fact of life, a safety net to catch him when he needed it.
(And it went both ways; they knew him but he knew them, knew the little tics and habits that lurked beneath the concealing hat, behind the dark shades, beyond the thick white fur. He knew Shachi had spread the order because he, too, worried about their nakama and the fact it only took a stroke of bad luck to take someone away forever. He’d known they were coming up on the island before the ginger had even opened his mouth by the smell of mocha because Shachi only indulged in that particular mix of caffeine and comfort when there was an expectation of conflict in their near future. He knew, already, that Penguin would be the last into the infirmary, letting Law remove his vital organs only once the rest of the crew had undergone the same surgery because he knew his armament was the best in the crew and if they were caught early, he had the best chance of protecting his own body.)
He drained his own mug and stood up, gesturing wordlessly for Shachi to follow him while Penguin gathered up their mugs with a mutter he didn’t mean about it not being his job to clean up after them. Penguin would be last, but Shachi was always first.
(If Law didn’t fear long term consequences of keeping his nakama’s vital organs out of their bodies, Shachi’s would never be in his body, not with his non-existent armament.)
The procedure was quick and painless. Shachi had been through it so many times he didn’t even react when the gelatinous cubes erupted from his body and Law Shambles’d them into their allocated place with the secure vault deep within the Tang, not even taking a moment to readjust before hopping off the bed and pulling his tank top back on – Law didn’t need his nakama to take their tops off to get at their organs, but the less in the way, the less potential there was for something to go awry, and Law was a big fan of minimising risks to his nakama. The shades were next, covering closed eyes, before Shachi threaded his arms back through the sleeves of his boiler suit and yanked the zip up with a familiar zzzhp, snapping the covering flap into place.
“Thanks, Law,” he grinned, clapping him on the shoulder before tugging his hat onto his head.
Law didn’t need thanks, not when the action was always inherently selfish – he wouldn’t outlive his nakama if his nakama didn’t die – but Shachi had taken to thanking him every time and Law had never admitted his selfishness out loud, even though he knew Shachi knew him well enough to understand why he did it.
(There was also the fact that Shachi seemed to lose all self-regard once his organs were removed, revelling in the pseudo-immortality it gave him and taking risks that made Law’s own heart want to leap out of his chest because he knew he could, trusted Law to put him back together whatever befell him. Law didn’t particularly want thanks for enabling that streak of Shachi’s either, but his single-minded ferocity in battle had saved other nakama more than once, so it was something Law just had to live with. Shachi wouldn’t stop anyway, no matter what he ordered, asked, or begged. It wasn’t in the ginger’s nature to hold back when his loved ones were in danger – it was a trait they shared. A trait the whole crew shared, for better or worse.)
“Send Bepo and Hakugan in,” he said instead, because while Bepo was one of the less fragile members of the crew and per breakable hierarchy should be near-last, he needed Bepo on navigation and battle ready as early as possible, and Hakugan had a way with the Tang’s helm that necessitated him there at the first signs of trouble, so he needed to be ready early.
Shachi flicked him a lazy salute, carefree and disrespectful of the origin because Shachi hated pirates the most but he hated marines, too, and disappeared as Ikkaku poked her head around the door, oil streaked through her hair and splattered across her boiler suit.
“Reporting for organ removal duties, Captain!” she chirped, and Law waved her to take a seat. After her came Bepo and Hakugan, as requested, then the rest of the crew filed in, some alone and others in groups, with Jean Bart and then, finally, Penguin rounding off the crew.
This was not a new routine; his crew knew how to work around their organ removals and their island ahead duties with ease of practice, and Law trusted Penguin and Shachi to keep everything running smoothly from the command room as he went through the motions of making each of his nakama, his family, just that little bit harder to kill.
Law’s life had been a series of Befores and Afters.
Before Swallow Island. After Swallow Island.
Before the Heart Pirates.
There would not be an After the Heart Pirates. Jack, and Zou, had come closer than Law ever wanted to come (the only time in years his nakama had faced a battle with their organs in their chests, vulnerable to not just injury but poison) but for as long as Law could do something about it, it would not happen.
There would be no After his family. Not this one.
#one piece#one piece fanfiction#trafalgar law#penguin#shachi#heart pirates#tsari writes fanfiction#tales from the heart
36 notes
·
View notes