#babasız bir oğlan
Explore tagged Tumblr posts
Text
pekiii.. fırtınaları çıkaran kimdi?
.
e. ve ben, metroda yanyanayız.
gözüm sürekli istasyonların isimlerini takip ediyor, sanki bir an gözümü ayırsam zaman kırılacak, ya da saçma sapan başka bir şey olacak, bir an kendimizi ineceğimiz istasyondan fersah fersah ötede bulacakmışız gibi- bir tehlikeye karşı,
gözümü istasyon isimlerinden ayırmıyorum.
.
e. kolumu sıkıyor. bunu yaptığının farkında değil. ineceğimiz durağa henüz var, boş konuşmaya karar veriyorum, şöyle soruyorum-
hani filmlerde bazen bir sahne olur, mesela.. kız, oğlanı hiç beklemediği bir anda yanağından öper. oğlan duraksar, kıza şaşkın şaşkın bakarken elini kendi yanağına götürür, öpüldüğü yere dokunur, hissettiğim gerçek mi? der.
evet bu bir klasik diyor e.
evet diyorum, bu bir klasik.. ama sence ne manaya geliyor?
.
tekrar istasyonların isimlerine bakıyorum, daha önce hiç bilmediğim bazı kelimeler var. doğru hatta olduğumuzdan emin misin? diyorum, bu istasyonları hiç duymamıştım.
.
bence beklemediği bir anda öpüldüğü için oğlan sadece şaşırıyor diyor e. işte, şaşkınlıkla elini yanağına götürüyor (suç mahallini işaret ediyor).
ama, acıyan yerimize de bastırırız biliyorsun diyorum.
mesela, heyecanla merdivenlerden aşağı koştuğunu düşün -sanırım kapının zilini duymuşsun, sevgilini bekliyordun ya- ama öyle heyecanla koşuyorsun ki gözlerin buğulanıyor, ayağın takılıyor, tepetaklak yuvarlanmaya başlıyorsun, düşüyor düşüyorsun, yüzün ellerin, dizlerin dirseklerin, muhteşem tatmin edici bir şekilde her yerini çarpıyorsun- neresinin ağrıdığından emin olamıyorsun.
ama diyelim ki en fena dizini çarpmışsın, can havliyle dizini iki elinin arasında alıyorsun, sıkıyorsun, ağrı hissini bastırmaya çalışıyorsun.
ağrıyı örtbas etmeye çalışmak-
işte diyorum, oğlan da yanağındaki öpücük hissine aynısını yapıyor, bu hissin beynine ulaşmasını engellemeye çalışıyor.
ah diyor... e.
senin bir romantik olduğunu sanıyordum.
hayır diyorum. ben bir gerçekçiyim.
.
metro yoluna devam ediyor. duraklar geçiliyor. nerede olduğumuzu anlamak için istasyon listesine bakıyorum. artık istasyon isimleri sadece bilinmedik kelimelerden değil, karmakarışık harflerden oluşuyor.
hey diyorum. sıradaki durak için smtyya yazıyor görüyor musun, bu nasıl bir kelime? .
şşşş.. diyor e. istasyon isimlerini boş ver.
.
elimde bir kitap var: "behçet necatigil - mitologya sözlüğü"
böyle metro yolculuklarında çantamdan çıkarıyor, elimde tutuyor ve çantama geri koyuyorum. bir kitabı bitirmek için çok verimsiz bir yöntem-.
e. kitabı görüyor,
pekiii... diyor. (daha evvel sormadığı bir soru bulmaya çalışıyor..) fırtınaları çıkaran kimdi?
poseidon! diyorum.
ama o denizlerle ilgili değil miydi?
işin aslı, o zamanlar her şey ama her şey biraz... ve de mutlaka, denizlerle ilgiliydi.
kimsenin aklına tarladaki ekinlerin büyümesi için dua etmek gelmiyordu. tanrılarından fırtınasız bir deniz diliyorlardı: gemiler kayalıklarda parçalanmasın, askerler yurtlarına dönebilsin, sevgililer kavuşsun, çocuklar babasız kalmasın.. bunun gibi şeyler..
anladım diyor e. poseidon. şu çatalı olan hani?
tanrılarını hep insan formunda düşlemeleri çok sevimli değil mi?
.
"gelecek istasyon-" diyor hoparlördeki ses:
ne dedi diyorum? söylediğinden hiçbir şey anlamadım? sanki uydurma bir kelime söyledi?
şşşş diyor e. elini yanağıma koyuyor, yüzümü kendine çeviriyor. gelecek istasyonun ismini söyledi, endişelenme.
ama diyorum... kapının üzerinde yazan istasyon isimleri artık karmakarışık harfler, anlamsız kelimeler. hoparlördeki sesi ayırt edemiyorum? doğru hatta olduğumuza emin misin?
şşşş. diyor e. doğru hattayız, merak etme.
.
insan formunda olmayan bir tanrı nasıl olurdu ki diye soruyor... ah-ha diyorum... mitoloji külliyatı benim elimde olsaydı, mesela, athena, göz şeklinde bir tanrı olurdu, senin gözlerin gibi.. gökyüzünde ölümlüleri izleyen, iki muhteşem göz şeklinde bir tanrı.
bu çok özgün bir fikir değil ama.. benim gözlerimin renginde bir tanrı fikri hoşuma gitti diyor e.
insancıklar senin gözlerine tapınıyorlar ve hayvanlar kurban ediyorlar. yeni doğmuş bebekleri hastalıklara yakalanmasın, askerlerin ölümcül yaraları iyileşsin, aşıklar birbirlerine kavuşsunlar diye. bir tür şifacı tanrı.. böylesi tam sana göre.
.
artık bilmediğim bir dilde konuşan ses son durağı anons ediyor... ne dediğini artık hiç anlayamıyorum. ne dediğini anlamıyorum diyorum- şşşş diyor e. son durağa geldiğimizi söylüyor- ama diyorum, biz daha önce inecektik- sakinleş diyor e.
yanağıma elini koyuyor, başımı omzuna yaslıyor- nerede ineceğimizi boşver-
.
peki, şu şifacı muhteşem yunan tanrıçası- gözlerimin renginde, gökyüzünden insancıkları izlerken, ve insancıklar ona hayvanları kurban ederken, sen ne yapıyordun? diye soruyor-
ben, diyorum.... (ben, dünyadaki en doğru cevabı vermek istiyorum- allahım. ben her zaman dünyadaki en doğru cevabı vermek istiyorum.)
bu sırada ben, senin uğruna hayvanların kurban edilmesine karşı çıkıyordum.
gökyüzündeki şu muhteşem iki gözden başka bir tanrı yoktur, ve o hayvanların kurban edilmesini istemiyor diyordum.
e.'nin gözleri ışıldıyor.
(bu renkteki gözlerin ışıldadıklarına hangi renkte ışıldadıklarını hayal edemezsiniz.)
.
kapılar açılıyor. nereye geldik diyorum. bilmiyorum diyor. vagondan inen kimse nereye geldiğimiz bilmiyor gibi, ama itiraz etmiyorlar. artık anons yapan ses tümüyle kimsenin bilmediği bir dilde konuşuyor, ama huzur verici bir karmaşa- değil mi? diyorum. e. kolumu sıkıyor. hey diyorum: metroya bindiğimizde kolumu sıkmıştın, ve her şey böyle başlamıştı-
.
seninle gurur duyuyorum diyor e. yani şu yunan tanrısı olan gözlerim, seninle gurur duyuyorlar. onun için hayvanların kurban edilmelerini engellediğin için.
hey! diyorum.. doğru yerde indiğimizden emin misin? aksi imkansız diyor. anonsu duymadın mı.- sanırım diyorum. biraz ateşim var. evet biraz öyle diyor, anlamak için elini yanağıma götürüyor -
20 notes
·
View notes
Text
Eve geldiğimde kapının önünde ayakkabılarını görmek isterdim.
#neeba#ihtimaller sarhoş olur#aşk acısı#aşk acıtır#aşk#siyahkadarsonsuz#siyahkadaryalnizz#sevmek#siyahkiriksigara#ihtimallersarhoşolur#babasız bir çocuk#babasız bir oğlan#babasız bir kadın#babasız çocuk#dipnotbabasızım#dipnotgelmelisin#dipnotdengesizim
74 notes
·
View notes
Photo
Yedi Güzel Adam
İşte size söylüyorum
Toprağın yorulacağını Fıratın ordusuyla kah cenge vardığını (kâh uykuya varmıştır) Zeynebin fakir göğsü cılız bacağı Fırat cenge vardıkca kabarmış Uykuya vardıkça kırılmıştır
- Zeynep çık kuyudan - Ben çıkmam kuyudan
1
Kent kurmaya bir seher vakti Dualar ederek seyirtiyor Siyah yanaklı etleri barbar kabartılılar
Geliyorlar bulmaya insanları Kan damarlarını bağlamaya kırnaplarla
Çün içlerini basıyor halklar Yağma var içlerini basıyor halklar
Öykü böyle başlasın işte söylüyorum Önce yeryüzünde yoktunuz - bir kadın ki Rahminde boğmadı size annenizdir Buluşunuz değildir anne - doğuranınızdır (Anne boğmaz doğurur) Nasıl ki doğdunuz ve buldunuz annenizdir.. ... Ve nasıl geçti çocuğan süreleri Erkeklik ve kadınlık gürlemeleri Bir av gibi Göğü mutlu bir nefes yapıp söyleyip Muhabbetle ölürken Yepyeni bir anne gerekli
En çalkantılı yönleriyle dünün Mağara hummasına tutulmuş Gerçek mavi ırmağını Durmayın düşünün
-Düşünün Dağların sivri döşlü bir ceylan Ormanın ve kara bahtlardan korkan (Vuruken korkulsun vurulanın bahtından) Bağırana öfkeli yürekler Şehre yürüme devleri toplayan (Dağlara gitmeli ağaçlara mağaralara ne zaman) Düşünün yaylaları ağız'ları dürüst çiçekleri Kırların hünerli hayvanlarını insanı hür yatırıp hür kaldıran buğday hakikatını -Düşünün zekanın doluluğunu - bir emanet olduğunu -Kullanın çocukluğunuzu Bombalığını Cepane damlarını Diri bedenlerdeki kadınlığı Erkekliğin altın çağını Ki ölüm bir doku konuğu Gibi durmadan geldikçe ve göründükçe
2
Dağda genç kadın Güneşe gömleğini açtı İncecik tüylü kabarcıklı tenini Kalın bir dudak gezindi ve güneş
Kentte genç erkek Geceye gömleğini açtı İnce zehirli morarmış etini Kalın bir akrep gezindi ve loşluk
Dağda Zeynep kadın Kuluncunda çıkan kızıl çıban gibi benzeri Doğurdu bir çocuk
Köylüler ırmağı sıvazlar Dururlar ay - buğday korosunda -Ay kararınca ad konmaz oğlana Mehmet kente çağrılıp Afsunlanıp burgaçla kurcalandıkça Yüreğinde morarmış kan vurdukça Köy kararı ad konmaz oğlana Heyda heyda heheyda Yaşamaklı başın nar gibi Koy belini toprağa belin çatlasın Sok gövdeni toprağa toprak çatlasın
Zeynep kadın genç kadın
Başı bir başka yönde Durur kendi dilinde - Mehmedim kekliğim Katbekat giysilerimdir üstümde Bir gün yağ kokarım bir gün bal Daya Mehmedim daya dertbüken bileğini dizime ev çeviren dizime yıldız güden dizime Değildir hecin yüzünü yüzüme Anla yüreğim bir çarpıntı bellemiş Anla ne demeye bellemiş Yorgun sığırlar Geceyi oldurup Çekip getiren koyunlar Evi çevirsin korkuları çoğaltsın Sofraya karşı bir beygir sureti vursun da Çocuklar sofrada bir çıra gibi yansın da Anla şu dağla bu dağın yanında Anla hayatta Bir gelip gelmemene yaslanmışım Karnım bir dik bayırın Bir dibinde bir doruğunda - Bu oğlan senden olan oğlan Öteki oğlan senden olan oğlan Şu kız kendi kendine doğdu babasız Bir kez gel çocuk gözle sen Bu gece çocuk düzenleme gecesi Çocuklarla sofrada yanıp tutuşma gecesi Yemeği dökeni somunu hırsla kapanı Kardeşinin gözüne parmak atanı bağışlama gecesi
Susunca Zeynep Dağdan Kentten Köyden Kasabadan Bir ışık bir sıcak bir karanlık Bir çocuk yalvarışı bel burkulması Bir erkek çaprazı adele kıvranışı Bir zehir düşünce içine çabalasın Cesur cesur eşyaya dökülürken kadınlık
Köpek evin damına süründükçe İçeriye bir tüy ısısı uyku kaçıran sıcaklığı Saldıkça ve Zeynep karnını avuçladıkça Ve karnı değişip değişip Bazen bir azık çıkını Bir tiken çukuru Bir bal kutusu titreşimleri saldıkça Çocuk delirmiş gibi fırlar ananın sıcağından Deşe deşe koşmak için dağdan kentin yollarına
Çocuk Kısıkkaya dibinde çarpılır Köpek çocukla haber salar köpek ırkına - Durdurun gece hücumlarını Artık aşk insan kalbine sığmıyor
Kentliler akrebi savuşturdular Bağırıyorlar güneş - ışık korosunda - Çocuk Mehmedin dinine bağlansın Ay gördükçe öfkesi ağalansın Aşka değdikçe gövdesi Nar çiçeği gibi patlasın Şerha şerha yarılsın Kurtlarla ağız ağıza verip ağlasın Sabahın çiğini tandır ateşinde dağlasın Köye gelin geldikçe toprak duvarları baltalasın Heheyda Cazgır ve enli bedenler Harman yerinde kütürdiye dursun Kıvrılmış ürkek ve atılgan Dağ gibi güneşe dursun Terleyen ve soluyan bedenler arasında (Damlarda seyre durmuş birbirine sokulan Birbirine dirsek vuran köy kızlarına ait) salkım salkım memeler
Düğündür sanıyorsun ey güvey Bir gelin bulundu sana işaret edilenlerden oldun Bugün bir cennet hüneri kazandın Anan bacın kurban sana Toprak damlardan bir kız aldın Ona selalarla git Onu besmeleyle değiştir
Düğün ve işaret Bir baş çemberiyle atılınca kovalar birbirini genç kızlar Her gece karınlarına bir düğüm çalan İhtiyar kızlar kocamış oğlanlar Ay koşar mızrak koşar Söyleşir devrilir birbiri ardına Er - kız korosu - Er meydanından damdaki giysilerin içine Er kazanlarından hız kazanlarına İtişen bir şey oluyor Künde ve dönüyor toprak evler Durmadan çevriliyor damlar Birbiri üstünden ve içinden geçiyor Kız kadın ve çocuk yüzleri İkinci üçüncü ve beşinci künde Yani aynı anda sanki Beş künde birden Ki Zeynep - Kız çocuk Zeynebin kaderinde kaynasın Ve kentten köye yalvarış - Biz bir insan yaylımı Bir beşik hatası ekmek pazarlığı Bir tarih kurbanı bir bilim yanılması Köye inen aç kurtların Tenekelerle ürkütülen çakalların akranı Çöplerle delinen Ceninlirinden bizler onarıldık
- Kentte kaykılan köy bebeleri Büyüyüp de kenti bıçkın Bir yürek ve lapa beyinlerle Tüneklerde gece diplerinde El yüz yıkanan park çeşmelerinde Sabunsuz kör bıçakla sakal kazırlar Bütün bir ekmekle koca bir gün savarlar Köyden çıkınca kentte anlamsızdırlar - Konuşup türkü söyleyip Pilli radyo peyda etmeleri Uzayıp dursun apartman kapılarına Gazete tokmaklarına Geceyi nakışlı yorganlarıyla Sabaha aktaran köy bebeleri Ey kalın ve kocamış bebeler Başlarında boncuklu takkeler Pazularında topraktan bekçilerle: - Kız çocuk Durmasın ağlasın Bırak ağlasın da durulsun Zeynep kadın ey kadın Yolun ayrı yolun ırak Bir memende bir yılan başı Birinde bir güvercin yavrusu - Nasıl ki duyulur yamacı Suyun şırıltısı Kız çocuk kapanır bakraçlarla toprağa
(Birin ikincisi sal merhâmet bulutlarını- kurut içimizdeki öfke mayalanmalarını)
Görenler durdular kadınlık korosunda - Zeynebin başı su çiçeği gibi döner Ay çiçeği gibi döner
3
Zeynep kadın dereden yükselen Haber dolu bir söğüt ağacını Dallı güllü basmalarıyla karşıladı yol başında. Tarlaların ve otların arasında. Yel vurdukça söğüdün dalına ve yaprağına Ve Zeynebin karnında bir tabak açılıp kapandıkça Ve köy isli bebeleriyle tepelerin ardından koptukça ve çeşmelerden derelerden su yerine Bebeler ve köpekler aktıkça Zeynep iki elini bastırır kalçalarına
- Ruhumuzun kirlenmesi dolmadı mı Gövdemizin kıvranması doymadı mı Bir hınzır uyku bir şeklaban uyanıklık Bir batında gecenin gündüzün kavranması Bu nedir böyle gün mü günsüzlük mü Hangisine kapıldık nerelere atıldık
-İşleyen demiri ve el tırpanlarını Onlar ne etti nasıl hamle etti Ruhum Kollarım Günahım Sevabım Ölçülerek tartılacağım
- Gecelerimi ağırlıyamaz oldum Yürüyorum Benimle adım atan bir şey var Ben fakir gövdeli yumuşak etli bir Zeynebim Bir köpeğin kanı yürüyor Benim kanım yürüyor Dişi köpeğin karnı bir ambar Benim karnım bir ambar Belim bedenimi besliyor arkadan destekliyor İşte iz bıraka bıraka yürüyorum toprağı Dağları bayırları Bir köpek miyim ben ki benimle Soluk alan bir şey var Hep köpeğimiz var yanımda Çocuklarla oynaşır durur Ey Mehmet nerdesin bu köpek senin yerinde
- Yoksa bu köpek ben miyim Bu köpek mi benim yerimde
- Ruhum kirlenmeden soluyun beni Dinleyin içimle bir soluk verdiğimi Duyarsanız ben olurum Köpek kendi olur Bana göre değil köpeğin aşkı
- Bizi ışığıyla vuracak şimşek nerede Beni ben olarak ve köpeği kendi olarak Uyuyan ama dik duran heykele ne olacak kim sarsacak (- Uyuyan heykele ne oldu kim sarstı) / yer oynamış gibi kim sarstı / Kılıç çekiyorsunuz ve uzuyor Büyüyor ruhun görgüleri
- Sırtınızı köleniz sıvazladı Siyah ve beyaz bilgileri sonsuz olan Bir dağı bir dağdan ayıran Yani bilen granit yataklarını Ruhun içinden dünyaya doğru keşfe yönelen Namaz vakitlerini aya ve boşluklara göre derleyen Kölenize buyurdunuz bizi Eğildik eteğini öptük tırnağını ve avuç içlerini öptük Efendim büyük efendim Yüzünüzden var olan hurma dallarının önündeyiz Yüzünüzden var olan hurma dallarının önündeyiz Ayın bir muhabbet armağanı olduğu vaktin önündeyiz
4
- Toprağı hazırlayınız çocuklarınıza Ve çocuklarınızı ayar ediniz toprağa Evi dik Karnı tok Kanı sağlam tutup Göze savrulan toprağa
- Kadını hazırlayınız çocuklarınıza Erkeği hazır ediniz onlara Öyle ki kadın Günü saati dolunca doğurunca Bin yılı birden doğursun
Sancısı bel ağrısı teri ve kanı Zorlanan alnı şişen şakağı kadının - Çocuğun yüceliğiyle avunsun
Gün gelecek Mızrağın ucunda yeşil renk bir tülbent
Çemberli mermerin dibinde Balık yiyen balık üreten iki tülbent eri Balıklar ki harflerdirler Ağrıyan başları sürtünüp kızışan derileriyle Kızgın ve diklenen Ürperen ve aklım geçiren güçleriyle Yollara devlet resmi çiziliyor
Hayret ve varolma tıkandı Hayret ve hâyâ tıkandı Hayret ve hayret ve hayret İlk kez geriye dönmek gerekiyor
Dağları yokladınız mı dilsiz duranları Bir de kulak kesilince Dağ konuşur - Hayır konuşmaz mı
Sonsuza dek kalmaz Fırat bu mağarada Tanrı elbet kanatlı halketmiştir toprağı da
Taşın kendisine mahsus bir sesi vardır Nasıl ki kardeşim Yelelerinden zor çekilen bir at gibi Gözü en ilerde Onurlu burnu kaya ve kılıcın çıkardığı kıvılcımlarla çevrili Gövdesinde en ince sanat gelinleri meseleli endişeli Koştukça hızlanan hızlandıkça hızlanan En eski uygarlıklarda hak arayan Gövdenin labirentlerinde Cam gibi birden donan Bütün bir gövde bir hayret Bir şaşkınlık bir taaccüp gibi donan Gelinleri ışığa uzayan bir at gibi Aşk bir at gibi Fetih bir at gibi Minyatür bir taç gibi Çağım ve içimizde balyoz gürültüleri
45 notes
·
View notes
Text
Yemen Gazisi Harputlu Mehmed Arif Seyhun Paşa
Eskilerin kadrini bilmediği, yenilerin tanımadığı Harputlu bir kahramandan bahsedeceğim bu yazıda. Gazi Tuğbay Mehmed Arif Paşa’dan. Kendisinin yazıp kızının sadeleştirdiği hâtırat ve merhum Sunguroğlu’nun kaydettiği iki sayfa dışında elimizde bilgi yok. Ama bu kadarı bile bu mühim zatı bize tanıtmaya kâfi. Hacdorlardan İshak Ağa’nın ve Zeliha Hanım’ın oğlu olarak 1884’te Harput’ta dünyaya gelir. Mamuretülaziz’de Mülkiye, Askerî Rüşdiye okullarında başlayan tahsil hayatı Erzurum Askerî İdadi ve İstanbul Harp Okulu’nda devam eder. 1905’te buradan mülâzım-ı sânî (asteğmen) rütbesiyle mezun olur, Çemişgezek’e tayin edilir. 1912’ye kadar Dersim, Hozat, Pülümür, Kiğı’yı içine alan bölgede âsilere karşı savaşır. Dersim dağlarında defalarca ölümle burun buruna gelir. İki defa yaralanır. 1912’de Kiğı’da görev yaptığı taburuyla beraber Balkan Muharebesine katılır. Edirne’nin düşmandan geri alındığı çatışmada o da bulunur. Maddî ve manevî mahrumiyetlere rağmen vazifesini kutsal bilir, zorluklara tahammül etmeye çalışır. Fakat 1914’te biraz rahat etmek için savaş alanlarından uzak bir yere tayin olmak ister. Bununla ilgili yazdığı dilekçesini vermek üzere redif merkezine gittiğinde yüzbaşılığa yükseltildiğini ve “gıyâbî bir kura” ile Yemen’e atandığını öğrenir... Arif Paşa’nın yarınlardan haberi yoksa da kader, hükmünü nakış nakış işlemektedir. Savaştan uzak kalayım derken elli yıldır yüz binlerce müslüman evlâdına mezar olan Yemen’e, kervanların dolu gidip boş döndüğü Yemen’e, evlere şivan düşüren Yemen’e, Yemen’e değil “Yaman’a” atanmıştır... Dersim dağlarını aşarak vücudunun sıcak memleketlerde vazife yapmaya müsait olduğuna dair sağlık raporu almak için Erzurum’a gelir. Bir kahvehanede rapor sırasını beklerken birisi yanına yanaşır ve isterse kendisine Yemen’de görev yapmaya sağlığının elverişli olmadığına dair rapor aldırtabileceğini söyler. Öyle ya, Yemen kurban sahrasıdır... Herkes bilir ki oraya giden yiğit, ana babasını evlatsız, çocuğunu babasız, hanımını dul bırakacaktır. Yokluk, kıtlık, sefâlet içindeki halk Yemen’de ölüp gitmeyi bir türlü anlamlandıramamaktadır... “Yemen bizim neyimize” mısrâının, Gitme Yemen’e Yemen’e/ Yemen sıcak dayanaman Kalk borusu er vurulur/ Sen küçüksün uyanaman ağıdının, Başta kalpak soldu m’ola/ Gün vurdu da uldu m’ola Memedimin gözlerine/ Karıncalar doldu m’ola feryadının sebebi binbir çileyle büyütülen fidanların elli yıldır kendilerine yâr olmayan topraklarda hesapsızca yitip gitmesidir. Bu acıklı hâl maalesef bir piyasa oluşturmuştur. Parası olan, gücü yeten çürük raporu aldırmakta veya yüklü miktarda para ödeyip kanlı savaştan, yollarda kırılmaktan, açlıkla, salgınlarla telef olmaktan kurtulabilmektedir. “Zenginimiz bedel verir/ Askerimiz fakirdendir...” türküsü bize o günlerden yâdigardır... Arif Paşa’nın çürük raporu hazırlayabileceğini söyleyen şahsa verdiği cevap şerefli bir subaya yakışan mertliktedir: “Sıhhatimle ilgili yalan beyanda bulunmayacağım!” “Yemen’e gitmeye elverişlidir.” raporunu aldıktan sonra son görev yeri Pülümür’e gelerek kasaba halkıyla vedalaşır, katır sırtında yaptığı birkaç günlük zor yolculuktan sonra Harput’a ulaşır. Yemen’e hanımı, henüz beş yaşındaki kızları Makbule ve kendisinin yokluğunda onlara bakan kayınvalidesini de götürecektir. Devletin verdiği harcırah çok azdır. Arif Paşa sırf yol masrafını karşılamak için Harput’taki iki bahçesini ve evini satar. (Böylesi fedakârca bir tavrı yarım saatlik mesai, bir saatlik ders ücreti için kavga edenlerin tavrıyla kıyaslayın.) 5 Haziran 1914’te yola çıkarlar. İlk istikâmetleri Diyarbekir- Siverek- Urfa üzerinden Halep olacaktır. Yaylı arabasına binerlerken Harput’ta bıraktıklarının onlara yaptıkları duâlara âmin der, sıhhat ve selâmet dileklerine mukâbele ederler... Halep’e on günde varırlar. Sonra Şam ve Beyrut güzergâhından Port Said’e, Süveyş’e oradan da Yemen’in ilk durağı Hudeyde’ye gideceklerdir. Gideceklerdir gitmesine ama senelerce Dersim’in karlı dağlarında ömür tüketen Arif Bey’in vücudu Afrika sıcağına dayanamaz. Beyrut’ta iki gün otele kapanır, biraz dinlenir, tekrar yola çıkarlar. Trenle Süveyş’e gelirler. Hac mevsimi yaklaşmaktadır. Kasaba İslam coğrafyasından Cidde’ye gidecek hacılarla dolup taşmaktadır. Kalabalık, keşmekeş, sıcak, rutubet, hastalık Arif Paşa’nın ailesini oldukça etkilemiştir. Nihayet beklenen vapur gelir... Yolculuk başlar fakat deniz çok dalgalıdır. Birkaç defa hayatî tehlike atlatırlar. Vapur Kızıldeniz boyunca Hicaz istikametine devam eder ve sonunda hacı adaylarının ineceği Cidde limanına yanaşır. Buradaki kargaşa da Arif Paşa ve âilesini iyice bunaltır. Hicaz yolcularını indiren vapur Kızıldeniz’de yol almaya devam eder. Arif Paşa bir an evvel Hudeyde’ye varmanın hayalini kurarken aklının ucundan geçmeyen bir facia yaşar... Vapurun hareketinden birkaç saat sonra kızı Makbule ansızın rahatsızlanır. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırlarken de ellerinin arasında bir yıldız gibi kayar, ebediyete intikâl eder... Evlat acısı dağları taşları eritir, komutanı mı yıpratmayacak! Cephelerde senelerce ölümle kucak kucağa yaşayan Paşa yıllar sonra yazacağı anılarında bu kısmı anlatırken o acıyı yeniden duyacak ve duygularını “Beklenilmeyen bu kayıp beni çok perişan etti. Hastalandım.” şeklindeki ifâdelerle kağıda yansıtacaktır. Makbule’yi Kızıldeniz’in sol kıyılarından birine defnederler. Ne başına bir taş bırakılır, ne toprağını koklayacak kimsesi kalır... Öyle terkeder, giderler. Bu vaziyette Yemen toprağı Hudeyde’ye varırlar. Bir otele yerleşirler. Arif Paşa kendinde değildir. “Gerek kaybettiğim çocuğumun acısından gerekse sıcak ve rutubetten bitkin bir haldeydim... Su istedim. Getirdikleri su tuzlu olduğundan içemedim. Kahve ve çay istedim. O da aynı sudan yapılmış olduğundan onları da içemedim.” diye yazmaktadır. O böyleyse Makbule’nin garip anası kim bilir nasıldır! Paşa, görev yerini öğrendikten sonra tekrar yolculuk başlar... Aile hasta ve bitkin halde katır ve develerle Şahil denilen görev yerine varır. Arif Paşa’nın beş yıl boyunca -yaşamak denirse- yaşayacağı yer bu mıntıka olacaktır. Baskınlar, milis savaşları, tuzaklar, süngü muharebeleri, göğüs göğüse çarpışmalar, susuzluk, kıtlık, her türlü sefâletle geçecek beş yıl... Ama dert yalnız bunlardan ibâret olsa... Sene 1917... Arif Paşa âilesinden üç gün uzaklıktaki bir kasabada görev yapmaktadır. 24 Mayıs’ı 25 Mayıs’a bağlayan gece... Bir rüya görür. Rüyasında hanımı hastadır... Eski insanlar rüyalara inanırlardı. Zira onlara göre rüya gayb bilgisine ulaşmanın yollarından biriydi. Hele bir insan namazında niyâzındaysa, salih bir insansa gördüğü rüyaların ehemmiyeti daha da artardı. Rüyasını kendisi gibi ağzı dualı birine anlatır, yorumlatır ve onunla amel ederdi... Arif Paşa da dinî vecibelerine sıkı sıkıya bağlı bir müslümandı. Sağlam bir itikadı vardı. Tevekkül sahibiydi; hakkı gözeten, doğruluktan, merhamet ve adaletten şaşmayan bir insandı. Muharebe esnasında bile namazını ve orucunu ihmal etmezdi. Hatta bir Ramazan gününde yağmur altında kalıp katırlarıyla birlikte zar zor sığındıkları bir mescidin damından akan sularla nasıl iftar ve sahur yaptıklarını anlatır. İşte bu sebeple gördüğü rüyaları önemserdi. Sabah olur olmaz izin almak üzere karargâha gider. İşlemler devam ederken evlerinin olduğu Zebdiye kasabasından bir telgraf gelir. Komşuları Paşa’nın hanımının hasta olduğunu bildirmekte ve âcilen Zebdiye’ye gelmesini ondan istemektedirler!.. Rüya daha o an gerçek olmuş, artık gitme kararlılığı telaş ve aceleyle de birleşmiştir. Hızla evlerinin olduğu kasabaya doğru bir kılavuzla katır sırtında yola çıkar. Ne var ki yol tehlikeli, Zebdiye uzak, kılavuz yavaş, Arif Paşa perişan, ıztırap pek çetindir... Hâtıratında bu kahrı uzun uzun anlatır... İki gün sonra zor bela eve varırlar... Âh felek!.. Meğer Arif Paşa’nın rüya gördüğü saatlerde yâr-ı vefâdârı, hayat arkadaşı vefât etmiştir... Komşular defin için Paşa’yı beklemişlerdir. Makbule’den sonra Allah onlara bir oğlan çocuk bahşetmiştir. Fakat henüz bir yaşını doldurmuş yavrucak da iki gün anneden mahrum kalması sebebiyle hayata tutunamaz... Sütsüz, bakımsız, kendi hâlinde bırakılan yavru, babasının gözleri önünde daha kâm nedir, lezzet nedir bilmezken şu hayata gözlerini yumar... Peşpeşe iki acı... Makbule’sinden ayrı düşmüş bahtsız anneyi bu kuzusundan ayırmazlar; aynı toprağı döşek, aynı taşı yastık yaparlar onlara... Sahil kenarındaki yavrusu gibi onun da mezarına gelen olmayacak, onu da hatırlayan kalmayacak, geride kendisinden hiçbir iz, alâmet, nişan bulunmayacaktır... Üstelik tarihini ve yerini bilmiyoruz ama annesi de (Paşa’nın kayınvalidesi) oralarda vefat etmiştir! Hangisi hangisinin hasretine dayanamamıştır, sadece Allah biliyor... Hem vatandan uzak, hem bacıya kardeşe hasret, hem kocadan ayrı, tek ü tenha, dillerini bilmediği, âdetlerine alışamadığı, bitsin diye gün saydığı, şafak gözlediği bir memlekette yitip giden bir hayat... Beyhûde bir ömür... “Harputlu gelin, Arif Paşa’nın hanımı, Makbule’nin annesi!” Ama kim?.. Adı ne? Bilen yok!.. Bir garip ölmüş diyeler! Mezarımı yol üstüne kazsınlar Telkinimi baş ucumda versinler Oğul oğul gelen giden yolcular Burda bir garib ölmüş desinler Vay ölüm ölüm... Neçe yavruları yuvada goyan ölüm Neçe gapuları kilitli goyan ölüm Valla gardaş! Mezarımı kazın derin edin Su serpin serin edin oy ölem oy Bu dünyada gün görüp murad almadım Ahretimi mamur edin oy oy Valla çetindir ölüm ölüm Getirin de nazlı yavrumu görüm oyy Arif Paşa’nın hâlini hangi kelimelerle anlatalım?! Hayata tutunmaya mecâli yoktur... Merhametsiz Yemen bütün âilesini elinden almış, kendisini gurbette garib, bizâr bırakmıştır... Anılarında derin hüznünü tek cümleyle anlatır: “Zebdiye bana zindân oldu!” Kokusuna doyamadığı yavrusunu, canını, cânânını oralara bırakır, Kimi Yemen kimi Harput/ Üzerinde ince çaput Avut yiğit gönlün avut/ Yâr sarmazsa Mevlâm sarar der, karargâha döner... Ne yapsın? Hastadır, kederlidir... Günü güne, derdi derde ekler, 5 Mart 1919’a kadar görevine devam eder. Mondros Mütarekesi’nden sonra oralar peyderpey İngilizlerin kontrolüne geçer, kendisi de yüzlerce askerle birlikte onlara esir düşer... Mısır’a getirilirler, oradan başka bir kampa nakledilirler. Bu esaretten kurtulunca İstanbul’a gelir... Bir müddet burada vazife yapar, sonra Milli Mücadele’ye katılır, Kurtuluş Savaşı’nda Garp Cephesi’nde savaşır, İstiklâl Madalyası sahibi olur. 1922’de izinli olarak Harput’a gelir. Akrabası Alefdarzâde Mahmud Kâmil Efendi Harput müftüsüdür. Kızı Nâdire Hanım’ı onunla evlendirirler. Erzurum, Erzincan, Sivas, Balıkesir, Konya, Afyon, Manisa, Ankara gibi vilayetlerde rütbeler alarak vazife yapar. Meslek hayatının sonlarına doğru kendisini çekemeyen bazılarının gadrine uğrar, terfi etmesi engellenir. 1947’de Ankara’da Askerlik Dâire Başkanı iken yaş haddinden emekli olur. Hâtıralarını yazarken 28 Aralık 1954’te geçirdiği bir kalp krizi sonucu “maddî ve manevî mahrumiyetlerle geçen” bu hayata vedâ eder. Ankara- Cebeci’ye defnedilir (Olur da bir ziyaret eden çıkar diye yazayım. Ada: 126, Parsel: 90). Mezar taşına Çarpıştı yıllarca çöllerinde Yemen’in Aldı rütbesini gâziliğe ermenin Vuruştu istiklâl için Anadolu’da Tek gâyesi vatanına, dine hizmetti Şeref ve huzurla dünyaya vedâ etti mısrâlarını yazarlar. Yetmiş yıllık ömürden geriye şerefli bir mâzi, bir eş, Müşerref, Yüksel, Sacid ve Şerafeddin isminde dört evlat bırakır. Çocuklarından biri hâkim olur, biri kendisi gibi askerlik mesleğini seçer. Müşerref Hanım (ö. 16.05.2016) onun hâtıratından bir kısmını sadeleştirerek Katıldığım Dört Savaş ve Yaşam Öyküm adıyla bastırır (Ankara 2000). Hâtıralarının orijinali, yayımlanmayan kısımları ve hayatına dair vesikalar kimlerin elinde kalmıştır bilmiyorum... Benim çabalarım sonuçsuz kaldı. Doğup büyüdüğü Elazığ’da bir kaldırım taşına bile adı yazılmazken Manisa’daki kışlaya onun ismi verilir. Kışla bugün “1. Komando Eğitim ve Tugay Komutanlığı Albay Mehmet Arif Seyhun Kışlası” olarak anılmaktadır. Hicrânlı hayatının âhiri cennet olsun, her biri bir yerde kalmış çoluk çocuğunu Allah Firdevs bahçelerinde onunla buluştursun. Peki sevgili Elazığlı! Böyle bir kahraman bu unutuluşu hakkediyor mu? Doç.Dr.Ahmet Karataş Yazarın Tüm Yazılarını Görmek İçin TIKLAYINIZ Read the full article
0 notes
Text
Ondancı
Ondancı M. Sadık Aslankara Can Yayınları
Kör olsaydım neleri yitirirdim sonsuzca? Sağır olsaydım ya da dilsiz? Burnum hiç mi hiç koku almasaydı ne yapardım? Kolsuz biri olmak nasıl bir şeydi acaba? Bense yürüyemiyordum, ayaklarım yok hükmündeydi. Annemin yaşamına ulanmış asalaktım bu nedenle. Pencere önüne ıhıyor, gözlerimin kazandırdığı görüntülerle günümü renklendiriyordum.
Ondancı birbirine bağlanan öykülerden oluşan bir roman olarak da okunabilir. Çocuk felci nedeniyle yürüme yetisini kaybetmiş akıllı, duyarlı, uçarı bir oğlan çocuğunun hayata tutunma ve yaşam mücadelesini anlatıyor. Babasız büyüyen, ona koşulsuz bir sevgiyle bağlı yoksul annesinden başka kimsesi olmayan bu çocuk, muazzam hayal gücüne, zekâsına ve annesinin sebatkâr ilgisine karşın karamsarlık, umut ve isyan duyguları arasında gider gelir. Ta ki bir rastlantı eseri ondaki yetenekleri fark eden ve ona sonsuz bir dünyanın kapılarını açan kader arkadaşı yaşlı bir adamla tanışana kadar.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://sizekitap.com/hikaye/ondanci/
0 notes
Photo
16 - (Ey Muhammed!) Kur'ân'daki Meryem kıssasını da an (insanlara anlat). Hani o, ailesinden ayrılarak (evinin veya mescidin) doğu tarafında bir yere çekilmişti. 17 - Sonra ailesiyle kendisi arasına bir perde koymuştu. Biz ona meleğimiz (Cebrail)i gönderdik de ona tam bir insan şeklinde göründü. 18 - Meryem: "Ben senden Rahmân (olan Allah) a sığınırım. Eğer Allah'dan korkuyorsan (dokunma bana)" dedi. 19 - Melek: "Ben, sana temiz bir oğlan bağışlamak için, Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi. 20 - Meryem: "Benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan dokunmamıştır. Ben iffetsiz de değilim" dedi. 21 - Melek: "Bu, dediğin gibidir. Ancak Rabbin buyurdu ki: Bu (babasız çocuk vermek), bana pek kolaydır. Hem biz onu nezdimizden insanlara bir mucize ve rahmet kılacağız. Hem, bu önceden (ezelde) kararlaştırılmış bir iştir." dedi. 22 - Nihayet (Allah'ın emri gerçekleşti) Meryem İsa'ya gebe kaldı ve o haliyle uzak bir yere çekildi. 23 - Sonra doğum sancısı onu bir hurma dalına tutunup dayanmaya zorladı. "Keşke bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim" dedi. 24 - Melek, Meryem'e, aşağı tarafından şöyle seslendi. "Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir ırmak akıttı." 25 - "Hurma dalını kendine doğru silkele, üzerine devşirilmiş taze hurmalar dökülsün." 26 - "Ye, iç, gözün aydın olsun. Eğer insanlardan birini görürsen, ben Rahmân (olan Allah)a bir oruç (susmak) adadım. Onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım" de. 27 - Sonra Meryem onu (İsa'yı) yüklenerek kavmine getirdi. Onlar (hayretler içinde şöyle) dediler: "Ey Meryem! doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın." 28 - "Ey Harun'un kızkardeşi! Senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz bir kadın değildi." 29 - Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. Onlar; "Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?" dediler. 30 - (Allah'ın bir mucizesi olarak İsa şöyle) dedi: "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı." 31 - "Beni, nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe namaz kılmamı ve zekat vermemi emretti." 32 - "Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni zorba ve isyankar yapmadı." 👇🏻👇🏻👇🏻
0 notes
Text
Hiç yalnız kaldınızmı şu koca dünya da! Öyle sıradan bir yalnızlık değil. Hiç babanız terk ettimi sizi? Babanız varken yokmuş gibi yaşamak zorunda kaldınız mı hiç?
#neeba#ihtimaller sarhoş olur#aşk acısı#aşk acıtır#aşk#siyahkadarsonsuz#siyahkadaryalnizz#sevmek#siyahkiriksigara#ihtimallersarhoşolur#babasız bir çocuk#babasız bir oğlan#babasız bir kadın#babasız çocuk#babasızlık#baba kız#baba oğul#dipnotbabasızım
48 notes
·
View notes
Text
Babalar kızlarının fırtınaya kapıldıklarında sığınacak limanlar olmalı. Sığınacak liman aramasına sebep olan fırtına değil. 🌊
#babasız bir oğlan#babasız çocuk#babasız bir kadın#babasız#babasızlık#acı#ilk aşk#aşk#aşk acısı#aşk acıtır#sevmek#sevmemek#neeba#ihtimaller sarhoş olur
531 notes
·
View notes
Text
BABA...
UNUTMAYIN;
Baba sevgisi olmayan çocukların,
Günlükleri, göz yaşları ile doludur.
#neeba#ihtimaller sarhoş olur#aşk acısı#aşk acıtır#aşk#siyahkadarsonsuz#siyahkadaryalnizz#sevmek#siyahkiriksigara#ihtimallersarhoşolur#siyahinicindekibeyazleke#siyah saçlı#siyahkal#babsız#babasız bir çocuk#babasız bir oğlan#babasız bir kadın#babasızlık
25 notes
·
View notes