Tumgik
#aslı gibidir
942705 · 2 years
Text
''şu selvi ağaçların bak, ne güzeller. hepsi eşsiz. hiçbiri birbiriyle aynı değil. yaşlılar. bin yaşında olan bile varmış. orijinallik, yaş, güzellik, işlevsellik; bu bir sanat eserinin tanımı. tek fark galeride değil kırlarda olmaları. bu yüzden kimse onları fark etmiyor.''
12 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 5 months
Text
💙Kadın ile Erkek
Ateş ile Su gibidir..
Herkes zanneder ki ;
Su, ateşi söndürür yok eder..
Ama, işin aslı öyle değildir..
Ne zaman araya bir kap girer
İşte o zaman ateş suyu kaynatır,
Buhar eder yok eder..
İşte o kap AŞK'dır...
Erkek, kadına hakimdir..
Taa ki araya AŞK girene kadar...
İşte o zaman ;❤
Kadın, erkeği buhar eder..
Kadın erkek eşit değildir.
Kadın muhteşem bir şeydir...benim muhteşem kadınım aşkım sevdiğim hasretim ❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️🌷🥰😍
instagram
8 notes · View notes
se-a-ser · 6 months
Text
bu sene Ramazan Bayramında genelde 1 haftalık tatil olacak. bildiğim kadarıyla Kurban Bayramı da yine 1 hafta olması için müsait
bu gibi durumlarda hemen "az çalışıyoz yeea, Almanlar öyle yapmış, Japonlar böyle yapmış" muhabbetleri döner. basında da bu yönde haberler yer alır
ama işin aslı öyle değil. Dünyanın en çok çalışan milletlerinden biriyiz (boşa çalışıyor olabiliriz kabul)
***** ***** *****
En Az Çalışan Ülkeler Listesi
Haftalık mesai saatlerine göre en az çalışan ülkeler listesi aşağıdaki gibidir
Avustralya
Mikronezya
Somali
Kazakistan
Cibuti
Malawi
Norveç
Gana
Almanya
İsviçre
Ekvador
...
Bu ülkelerin çoğu, vatandaşlarının daha iyi koşullarda çalışması ve iş-yaşam dengesini daha iyi sağlayabilmesi için yeni kanunlar ve düzenlemeler getiriyor1. Örneğin, Avusturya’da çalışanlara verilen yıllık izin 25 gün ve 13 gün ise resmi tatil bulunuyor
15 notes · View notes
acz1kul · 9 months
Text
Günlerdir sağlıklı uyuyamıyorum..
Bir haftadır hasta şekilde işlerimi yapmaya çalışıyorum..
Hastayım ama halimi ‘rahatsızım’ diye tariflemiyorum..
Çünkü Allah’ın takdir buyurduğundan rahatsız olunmaz..
Doktor “şikayetiniz nedir” dediğinde “bu halden şikayetçi değilim tedbir için geldim” diyorum.
Öyle diyorum çünkü başımıza gelenlerin rahatlığımızdan geldiğini biliyorum.
Size de oluyordur belki, sanki uyusam dünyanın çivisi çıkacak gibi hissediyorum. Sanki nöbetim var da kaçıyor gibi hissediyorum. Sende de ki “uyumadın da ne faydan oldu?”
Haklısın ama böyle hissediyorum işte.
Bugün serumu yazan doktora dedim ki “içine beni uzun uyutacak bir şeyler de yazabilir misiniz?”
Gülümsedi “Serum bitince hemen eve geçecekseniz yazayım” dedi..
Geçerim dedim..Geçtim..
Ve burdayım işte..
Sonra izlediğim bir video geldi aklıma..
Gazze’deki insanlarla röportaj yapmıştı geçenlerde yine Gazzeli biri. İnsanlara hep aynı soruyu soruyordu.
“Bu kötü zamanlar bittiğinde ilk ne yapmak istersiniz?”
Aralarında bikaçı aynı cevabı vermişlerdi “Uyumak!” “Deliksiz uyumak istiyorum” demişlerdi..
Bir vücudun azaları gibidir inananlar..Böyle betimler Efendimiz (asm) müminleri..Dedim ki demek bu yüzden böyleyiz..Bu sebepten uyuyamıyoruz..Zira azalar ya hepsi uyur ya hepsi uyanıkdırlar..
Modern dünyanın “empati” diye tanımlayarak içini boşalttığı ama aslı “Hemdem” olmak “Hemhâl” olmak dedikleri şey bu olsa gerek..
O gün gelsin inşallah..
Biz de görelim..
Yatsıyı özgür Aksa’da kılıp kardeşlerimizle Aksa’nın avlusunda çay içip sohbet edelim..
Sonra huzurla,bölünmeden,kabus görmeden derin bir uykuya çekilelim..
Ta ki Aksa’nın minarelerinden yükselen sabah ezanları bizi uyandırana dek..
Düşünsene bi..!
Tumblr media
7 notes · View notes
mantikutayr · 2 years
Photo
Tumblr media
şeceretu’l kevn (varlık ağacı) tüm varlığı ağaç sembolü üzerinden anlatan bir terkip.
varoluş, yaratılış, sudur, zuhur, tecelli.
mutasavvıflar çekirdek-ağaç  sembolizmini farklı anlamlarda manzum ve nesir olarak eserlerinde çokça işemişlerdir. bunlardan en sevdiklerimden biri muhyi efendi’nin temsil-i şecer isimli yazma eseridir. (16. yy.)  aslında sadece islam tasavvufunda değil bir çok öğretide kullanılmıştır.
selvi, hayat ağacını; nar, ebediyeti; çam, noel ve kutsal geceyi; meşe, gücü vs. ..
 kuran’da yaklaşılmaması emredilen ebediyet agacı ise şeceretü’l huld. yahudi mistisizmi veya kabalacılıkta sefirot, 10 düğüm ve bu düğümleri bağlayan 22 hattan oluşan ağaç benzeri bu diyagram yaşam ağacıdır.
muhyi’nin şeyhi Bayezid de sırr-ı canan isimli eserinde:
vücud ağacının arzı da oldu / dahi diyeyim ahi sana n’oldu / hakikatte tohm bu oldı iy cam / bulursan bunı buldun cana derman
kitaba gelicek olursak en çok üzerine düşündüğüm kısım ‘‘..nurunu adem’in alnında yaratınca..’‘ oldu.
‘’ilim bir noktadır. onu çoğaltan cahillerdir.’‘
‘’sonra varlığa ve varoluşuna, gizli olana ve düzenlenişine baktım. baktım, varlığın tümü bir ağaçtır. bu ağacın nurunun aslı “ol” habbesidir. “sizi biz yarattık…” (vakıa, 57) tohumunun aşısıyla varlık, “kaf”ı aşılanmış. bu tohumdan “ biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (kamer, 49) meyvesi çıkmıştır. bu ağaçtan kökleri aynı, uzantıları ayrı iki farklı dal belirmiştir. kök iradedir, dalı ise kudrettir. dolayısıyla “kaf” cevherinden iki farklı anlam çıkmıştır: “bu gün size dininizi ikmal ettim” (maide, 3) ayetinde işaret edilen kemal “kaf”ı ve “İçlerinden kimi iman etti, kimi de inkar etti.” (bakara, 253) ayetinde işaret edilen küfür “kaf”ı… “nun” cevherinden ise “belirsizlik nun’u” ve “belirlilik "nun’u” zuhur etti. öncesizlik (kadem) iradesinin hükmüne dayalı olarak onları yokluk gizliliğinden ortaya çıkarınca, üzerlerine nurunu serpti.’’
‘’çünkü “o” vardı, varlık yoktu. “o” şu anda, önce olduğu gibidir. varlıkla bütünleşmez; ama varlıktan da ayrı değildir. çünkü bütünleşme ve ayrılma sonradan olma (hadis) varlıkların sıfatıdır, öncesiz (kadim) varlığın sıfatı değildir. çünkü bir bütünleşme ve ayrılma bir şeyin intikalini, bir yerden başka bir yere taşınmasını, dönüşümünü, zeval bulmasını, değişimini, başkalaşımını gerektirir. bunların tümü de noksanlığın belirtileridir. eksiksizliğin, kemalin değil.    
3 notes · View notes
senihh · 14 days
Text
Acıya Devinen Talep
Kaçınılmaz bilfiil elem tadan, büyük bir şehvetle üstelik, en sığ sularında bile derinden kanayan yaradan ne hacet. Belli ki aslı büyük keder ve bu kerem bir özge kadere kabuk tutturur. Bu fırtınada durulmak bir tüne tini teslim etmeye direnmek gibidir. Açılan yola açı almaktadır muzaffer, inayetiyle bir de ödün verdiği kifayetlerini celp etme umuduyla umar ederken. Muamma, bu minvalde bu ide için katledilen. Söz bu kontaktta ne acı bir çaresizlik vardır. Ne kadar doğru yatırılsa da o minvale yek akim yetiyor; ahvalde olanın aynı kısır döngüyle yeisliğe despotlaşmasına. Bilfiil kederle boğulan, ruhunun lehine ve umdelerine ters düşmeyen tek akide de olsa bu kargaşa da bunla oyulmak ister. Zira tin dilemmalarla yerle yeksan olduğunda ona uzanan el her kimin eli olursa olsun tutar. Bu çıkış uğruna ne ayaz yutulur da bu raddeye gelinmeye ne gerek? Ve son; bu hasret kemirir içi, yiyip bitirir de. Esas olan can atanı da bulmak değildi, sağ olan bakmamaktan ömürden geçti 'Ben'i aramak yerine. O vakit keşif sonu her kimse yerine.
0 notes
birpaylass · 3 years
Text
Hizmet Pasaportu Nasıl Alınır
BirPaylaş Paylaşım Platformu https://birpaylas.com/hizmet-pasaportu-nasil-alinir.html
Hizmet Pasaportu Nasıl Alınır
Tumblr media
Hizmet Pasaportu Nasıl Alınır
Yurt dışına gidecek kişiler ve yurt dışında görev yapacaklar için belgeler gereklidir. Bu belgeler ise devletin tıpkı memurlarına vermiş olduğu belgeler gibidir. Hizmet Pasaportu Nasıl Alınır. Gri pasaport olarak adlandırılır.
Reklam ( Hizmet Pasaportu Başvurusu )
WordPress tema ve eklenti Türkçeleştirme
K-Pop Çılgınlık Tehlikesi
Depresyon Belirtileri Nedir ?
Raspery Pi 
Böbrek Taşı Nedir ?
Belgeler Kime Verilir?
​Özel belediyelerce ve idareciler tarafından verilir.
Hizmet pasaportu milli sporculara da verilir.
T. C. üyesi olan tüm memurlara verilir.
Kanun gereği sadece görev süresini kapsar.
Pasaportun diğer adı gri pasaporttur.
Kişinin bu pasaportla diğer ülkelere girişini vizesiz olarak gerçekleştirir.
Diplomatik ya da hususi pasaportu olmayana verilir.
Aile sebebiyle eşiniz, 25 yaş altı olan ve evli olmayan ailesiyle birlikte yaşayan çocuklar için de çıkarılır.
Pasaportun Süresi
Görev süresi boyunca geçerliliği devam eder.
Görev süresi biten kişi bu pasaportu artık kullanmaz.
Görev süresi 5 yıl olarak ayarlanır.
Görev yapılacak ülkenin vizesini içerir.
Görevi biten kişi pasaportu tekrar aldığı kuruma iade eder.
Kurumda pasaportu İl Nüfus Müdürlüğü’ne geri verir.
Pasaport İçin Gerekli Belgeler
​​​​​​Pasaportun talebi için olması gereken form,
Nüfus cüzdanının aslı, ( Her ihtimale karşı fotokopisi kişinin yanında bulunmalı)
Daha önce var olan pasaportlarının aslı,
Sağlık kurulunun vermiş olduğu rapor,
2 adet biyometrik fotoğraf,
Engelli ya da 18 yaş altı olan kişinin muvafakatnamesi,
Pasaport dekontu gerekli olan belgelerdir.
Pasaport Ne Zaman Çıkar?
Kişinin eline 3 ya da 5 gün eline geçer.
Pasaport Ne Amaçlarla Kullanılır?
Sadece pasaport göreve yöneliktir.
Turistik amaçlar doğrultusunda kullanılamaz.
Bu durumda yetkili kişiler zan altında kalır.
Gri pasaportun amaçlarına da değinilecek olunursa harçtan muaf olduğu söylenebilir. Kişi 156 ülkeye vizesiz girme hakkına sahiptir. Amerika, Asya, Avrupa, Afrika’nın belli başlı yerlerine vizeye ihtiyaç duymadan gidilir.
Avrupa’da, Almanya, Hollanda, İtalya, Fransa, Beyaz Rusya, İzlanda, Çek Cumhuriyeti gibi yerler; Afrika’da, Güney Afrika Cumhuriyeti, Cibuti, Ruanda, Tunus Cezayir, Mısır, Tanzanya gibi ülkeler; Asya ve Uzak Doğu’da Japonya, Sri Lanka, Çin Halk Cumhuriyeti gibi devletlere; Amerika ve Karaipler’de ise Venüzuella, Peru, Bolivya gibi ülkelere vizesiz giriş yapılan yerler örnek teşkil eder. Başvurudan sonra 2 gün içinde kişinin eline pasaportu geçer. Görev bittiği halde hala pasaportun bitme süresi varsa bordo pasaporta geçiş yapılır. Ama öncelikli olarak İl Nüfus Müdürlüğü’nden görevinin bittiğine dair yazılı belge alınması gerekir.
0 notes
teneres · 4 months
Text
"ÜMMETİMİN ALİMLERİ, BEN-İ İSRAİL’İN PEYGAMBERLERİ GİBİDİR"
علماء أمتي لي مثل أنبياء اسرائيل
Bu söz için Demirî ve Askalânî; Aslı yoktur, dediler.
Zerkeşî de böyle sükut etmiştir.
(Aliyyu’l-Karî, Esrâru’l-Merfû‘a, 247; Şevkânî, Fevâidu’l-Mecmû‘a, 286)
es- Sehâvî şöyle der: "Hocamız (İbn Hacer) ve ondan önce de ed-Demîrî ve ez-Zerkeşî, "Aslı yoktur" demişlerdir. Bazıları buna, "Herhangi bir muteber kitapta mevcudiyeti bilinmemektedir" ifadesini de eklemiştir."
(es-Sehâvî, el-Makâsıdu'l-Hasene, 286; krş. a.mlf. el-Ecvibetu'l-Mardıyye, I, 248; ez-Zerkeşî, et-Tezkire, 167; el-Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, II, 83)
0 notes
lateliv · 6 months
Text
Abgal (Oannes), Sümer mitolojisinde Enki'ye hizmet eden yedi büyük bilge. Apsu'nun tatlısularında ortaya çıkan Abgallar, yarı balık yarı insan olarak tasvir edilirler. Akad mitolojisinde Apkallu olarak adlandırılırlar.
Oannes, Sümer tabletlerinde Uanna ve Uanna-adapa olarak geçen Tanrısal mitolojik bir kişidir. Uanna, Mezopotamya panteonunda denizden çıkan yarı balık yarı insan bir kişidir. Bütün vücudu balıktır. Fakat kafası, kolları ve bacakları insan gibidir. İnsanlarla konuşur ve insanlığa yaratılışın sırları hakkında bilgiler vermiştir.
Oannes ismini Babil’li rahip Berossus’un kitabında görüyoruz. Berossus’un Uanna ismini Oannes diye yazmasının nedeni kitaplarını Yunanca yazmasından kaynaklanıyor. Uanna ismini Yunanca şekilde Oannes olarak telaffuz etmiştir. Aslında kendisinin asıl ismi de Berossus değildir. Asıl ismi Bel-re’ûshunu ‘dur.Kendi ismine de Yunanca telaffuza uyması için –s takısı almıştır.
Oannes’in yazarı bir hellenistik dönem bilginidir Onun yaşadığı yıllar Hellenistik döneme denk gelmişti. Yani büyük İskender Mezopotamya’ya hâkim olmuş ve İskender’den sonra bölgeyi I. Seleukos yönetiyordu. İşte Berossus bu şartlar altında hellenistik dönem başlarken doğmuştu (M.Ö. 323) ve 250 yıl boyunca ülkeyi yönetecek olan Seleukos imparatorluğunda Helen kültürü altında yetişip Yunanca’yı da iyi öğrenmişti.Yunanca konuşan imparatorluk yöneticileri için Mezopotamya tarihi kitaplarını Yunanca dilinde yazdı.
Yunanca’da eril insan ve Tanrı isimleri genelde –s takısı alarak bitmektedir. Yunan Tanrılarının erkek olanlarından örnek verirsek, Zeus, Hades, Ares, Hermes, Dionisos, Artemis, gibi.
Berossus, Cos adasında bir Yunan astroloji okulu açmıştı ve ünü Atina’da o kadar yaygınlaşmıştı ki başkent Atina’ya heykeli dikilmişti.
Berossus, Oannes’ten şöyle bahseder:
“Babil’de Kalde’de bulunan ve yerin canavarları gibi kanunsuzca yaşayan büyük bir topluluk vardı. Birinci yılda Babil’i çevreleyen Eritre denizinin o parçasından sebepsizce vücudu balık olan bir yaratık çıktı. Öyle ki kafasının altında başka bir kafa, bir balık kuyruğuna bağlı insan ayaklarına benzer ayaklara sahipti. Ve bir tasviri bugün bile hala mevcuttur. Bu varlık gününü insanlar arasında geçirdi; ama o sezon hiç yemek almadı. Ve insanlara yazıları ve bilimleri ve sanatların her çeşidini kavrama yeteneği verdi. Onlara şehir inşa etmeyi, tapınaklar yapmayı, kanunlar derlemeyi ve geometrinin tüm prensiplerini öğretti. O, o insanlara toprağın tohumlarını ayıt etmeyi, meyvelerin nasıl toplanacağını; kısaca davranışları yumuşatan ve hayatlarına insanî vasıflar katacak her şeyi gösterdi. Bu zamandan sonra, öğretilerini üzerine getirilecek bir şey yoktur. Ve güneş battığında, bu Oannes denen varlık suya döndü ve geceyi derinlerde geçirdi; çünkü amfibi idi. Bundan sonra Oannes gibi başka yaratıklar da ortaya çıktı.”
İşte Mezopotamya’da uanna-adapa olarak bilinen yarı insan yarı balık Tanrı figürü Berossus tarafından Yunanca’ya Oannes olarak aktarılmıştır. Oannes ismini duyunca uzaktan Yunus ismine benzetebilirsiniz ama kelimenin aslı Sümer mitolojisinde uanna-adapa’dır ve Kuran’da geçen Yunus ismi ile uzaktan yakından bir benzerliği ve alakası yoktur.
0 notes
dipnotabc · 1 year
Text
*"Blue-tail fly" :mavi kuyruklu sinek, yani yusufçuk anlamına gelir ve "goodbye" ile kafiyelidir. 1940'larda Amerikan halk şarkılarının yeniden popüler olduğu dönemde çocuk şarkısı haline gelen çok eski bir şarkının adıdır. Aslı Siyah Amerikalıların dil ve şivesiyle söylenen şarkının sözleri, sahibinin attan düşüp ölmesine ağıt yakan bir kölenin sözleri gibidir,ama alt metinde kölenin bu ölümü kutladığı hatta belki de kasıtlı bir ihmalle onda payı olduğunu hissettirir. _çn
_Bazen Derin Bir His - Ken Kesey Çeviri: Zeynep Alpar
0 notes
antalyamemurlarcom · 1 year
Text
Filenin Sultanları, Milletler Ligi’nin 2. Haftasında Hong Kong’ta Sahaya Çıkıyor
Tumblr media
Millilerimiz, Milletler Ligi’nin ikinci haftasında Hollanda, Polonya, Kanada ve Dominik Cumhuriyeti ile karşılaşacak. İlk etabı 3 galibiyet, 1 mağlubiyetle tamamlayan Filenin Sultanları’nın ikinci haftada oynayacağı tüm karşılaşmalar, TRT Spor’dan canlı yayınlanacak. 16 takımın mücadele ettiği Milletler Ligi’nde üç hafta sonunda puan cetvelinde ilk 8 sırada yer alan takımlar finallerde mücadele etme hakkı kazanacak. 2023 FIVB Voleybol Milletler Ligi Finalleri ise 12-16 Temmuz’da ABD’nin ev sahipliğinde Arlington şehrinde düzenlenecek. Filenin Sultanları’nın VNL’nin ikinci haftasındaki 14 kişilik kadrosu şu şekilde: Pasörler: Cansu Özbay, Elif Şahin Pasör Çaprazları: Ebrar Karakurt, Melissa Vargas Orta Oyuncular: Eda Erdem, Zehra Güneş, Aslı Kalaç, Yasemin Güveli Smaçörler: İlkin Aydın, Hande Baladın, Derya Cebecioğlu, Saliha Şahin Liberolar: Simge Aköz, Ayça Aykaç A Milli Kadın Voleybol Takımımızın maç programı ise aşağıdaki gibidir: 14 Haziran 2023 15.30 Hollanda-Türkiye (TRT Spor) 15 Haziran 2023 12.00 Polonya-Türkiye (TRT Spor) 16 Haziran 2023 08.30 Türkiye-Kanada (TRT Spor) 18 Haziran 2023 12.00 Dominik Cumhuriyeti-Türkiye (TRT Spor) Read the full article
1 note · View note
hendelin · 1 year
Text
Ayrıca, nasıl aynadaki sûreti gördüğümüzde aynayı göremiyor ancak onun vasıtasıyla görebiliyorsak onun da “misli” yoktur ve temsil edilemez, onunla temsil olunur. Aynada ortaya çıkan sûretler ise tecelliler ile sürekli değişir ancak her tecelli ve tecellinin gerçekleştiği her mazhar kendi başına bir varlık sahibi değildir, yani pay alarak var olmuş değildir, asla rücu eder.
Bu noktada aşk, her zaman bir gayr’a “başka” olana teveccüh olduğuna göre bu gayr’ı nasıl anlamalıyız? Fütûhât’taki bir şiirle başlayalım:
“Hakk’ın gayreti (kıskançlığı) eğer öğrenirsen
Gayrı görmektendir, görünen ‘gayr’ olmadığı halde
Artık gayretten söz etme, zira o,
‘Gayr’ kelimesinden gelir, bırak bir kenara
Gayretin aslı nerede? Yokluktur o.”
Âlemde ve oluşta ortaya çıkan bütün varlıkların “hakikî” olduğunu ancak Hakk’kın “aynı” olmadığını söylemiştik. İşte “başkalık” ve “kıskançlık” da demek olan gayret bununla ilgilidir. Âlemdeki belli bir şeye yönelik sevgi ve arzu, o kişiyi veya şeyi “Hakk”kın aynı kabul etmek gibidir ve tam da bu yüzden ilâhî gayreti mucibdir. Aşk mesnevilerindeki sevgililerin kavuşamamalarının anlamı da burada aranabilir. O yüzden şiirde ifade edildiği gibi “gayret”, “aynı olmaya-nı, başkayı/gayr”ı görmekten ve ona yönelmekten ortaya çıkar. Gayretin başka bir anlamı olan “gizlemek/örtmek” de bu esasla ilgilidir. İbnü’l-Arabî Hakk’kın gayretinin onun veli -dost/sevgili- kullarına yönelik bir gizlemeyle ilgili olduğunu söyler. Çünkü “bu örtü, sadece kendisinde bulunsun diye kıskanılan (gayret duyulan şeyi) (başkalarından) perdeler.” Bu durumda tıpkı “sevilen” gibi “gayr” ve “gayret” de yoklukla ilgilidir.
Hadis-i kudsîdeki “bilinmeyi sevmek” böylelikle varlık, oluş, bilgi ve sevgi-yi birlikte anlamayı ve açıklamayı mümkün kılmaktadır: “Çünkü Allah vardı ve âlem yoktu. Allah bilinmek istedi ve irâdesiyle bu sevgi nedeniyle yokluk halin-deki aynlara yöneldi. Onlar, imkân halindeki istidâtında asıl konumundaydı ve onlara ‘ol’ dedi, onlar da meydana geldi. Böylece Hak, bütün bilinme biçimleriy-le bilindi. Bu, Hak’ka taalluk etmeyen, sonradan meydana gelen (hâdis) bilgidir. Çünkü onu bilen kişi, varlık ile vasıflanmış değildi. İşte bu, mârifetin ve varlığın kemâlini talep eden sevgidir. Demek ki varlık ya da bilgi, âlem vasıtasıyla kemâle erdi. Âlem ise, sevgi yoluyla imkân halindeki a’yânın şeyliklerine dönük bu ilâhî teveccühten meydana geldi. Gayesi ise zahirde ve bilgide varlığın kemâlini gerçekleştirmektir. O halde oluş, varlık ve yokluk arasındaki sınırda ortaya çıkan yokluk aynasındaki “hayâl”e duyulan aşktır. Bu aynada ortaya çıkan sûret, başka’nın arzulanması, ama esasında başka yoluyla bilinmek esasında arzulanmasıdır. Bu yüzden gizli olan nefes “verilir”, isimlerin eserleri yani âlem ortaya çıkar, var-etmeye yönelik sevgi olan Rahmet her şeyi kuşatır. Yani âlemdeki bü-tün sevgiler, aslında Hak’kın kendi kendini mazharlarında sevmesidir.
“Varlık Dağını Delmek” -Zeynep Gemuhluoğlu
1 note · View note
dakikamagazin · 1 year
Link
Oyuncu Berkay Tulumbacı ile şarkıcı Ezgi Gergin nişanlandı
0 notes
belkidebirharfimben · 2 years
Text
Yokluğunda bir varlık var
"Vücudunda adem, ademinde vücudu vardır. Yani, kendini bilse, vücut verse, kâinat kadar bir zulümat-ı adem içindedir. Yani, vücud-u şahsîsine güvenip Mûcid-i Hakikîden gaflet etse, yıldız böceği gibi bir şahsî ziya-yı vücudu, nihayetsiz zulümât-ı adem ve firaklar içinde bulunur, boğulur. Fakat enâniyeti bırakıp, bizzat nefsi hiç olduğunu ve Mûcid-i Hakikînin bir âyine-i tecellîsi bulunduğunu gördüğü vakit, bütün mevcudatı ve nihayetsiz bir vücudu kazanır. Zira, bütün mevcudat, esmâsının cilvelerine mazhar olan Zât-ı Vâcibü'l-Vücudu bulan, herşeyi bulur." Sözler Risalesi'nden.
Kibir avuçlarını kapamaktır. "Ben bana yeterim!" demektir dünyaya. Hatta "Ben hepinize yeterim!" Bu sadedde tekebbür ancak el-Mütekebbir olan Allah'ın hakkıdır. Çünkü es-Samed olan yalnız Odur. Herşey varlığa çıkmak (ve de varlıkta kalmak) için yaratışına muhtaçtır. Oysa hiçbirşeye muhtaç değildir. el-Kayyum Odur. Bir projektörün görüntüyü perdede tuttuğu gibi her ân bizleri varlıkta tutar. Allah büyüklendiğinde kendisini olmadığı birşeyle tavsif etmez arkadaşım. Bunu sakın yanlış anlama. Çünkü büyüklenmek 'fazlası görünmek' gibi anlaşılıyor bizde sadece. Doğru değildir. Allah büyüklendiğinde Zât-ı Kudsîsini hakkıyla tarif etmiş olur. Senasını ettirdiğinde hakettiği övgüyü işitmiş olur. Şükrümüz de zaten hakettiği teşekkürdür. Yani ki, arkadaşım, Hak Teala bizden her ne istese hakkı olanı ister. İhtiyacından istemez. Gereğinden ister. Adaleti öğretir. 'Mış gibi' sahası değildir orası. 
'Mış gibi'yi biz aramızda yaparız. Çünkü hakikatte sahibi olmadığımız şeylerin ticaretini yapıyoruz şu hayatta. Emanetçisi olduklarımızı al-satıyoruz. Emanetçi sahiplik iddia ettiğinde hakikatin gurbetine düşer. Kibri terkettiğimizde tevazu sılamız olur. O 'vazedildiğin gibi' olma halidir. 'Alçakgönüllülük' diyorlar ya karşılamıyor. Aslı şu: Alçalmak, alçaktaymış gibi yapmak, yok. Zaten alçaktasın. Ait olduğun yerden konuşmaktır tevazu. Yapmacıklık değildir. Tasannuyu kibirliyken yapan biziz. Cenab-ı Hakkın büyüklenmesi ise yapmacık değildir. Kemalini tarifidir.
"İnsan kendisini müstağni gördükçe azgınlaşır!" buyruluyor Alâk sûresinde. İşte Kur'an'ın kelamullah olduğuna bir delil. Sen bundan daha isabetlisini duydun mu? Kur'an'da sahiden Allah konuşuyor. Zira bu derece teşhis başkasının sözünde bulunamaz. Ancak Ustası eserini bu denli 'tastamam' tarif edebilir. Evet. Gerçekten de 'kendimizi ihtiyaçsız gördükçe' azgınlaşmaya başlıyoruz. Yoldan çıkışımız da biraz şuna benziyor: Bir fabrikanın herhangi bir çarkı, çevresiyle uyumlu şekilde görevini yürütmesi gerektiğini unuttukça, kendi başına buyruk şeyler yapmaya başladıkça, düzenin zararına işliyor. Kendimizi yeterli görmek bizi büyük resme ilgisizleştiriyor. Lekemizle uğraştırıyor. Uyumdan habersizleştiriyor. Hodbinlik, hodgamlık, hodendişlik... Yani ki 'ben merkezcilik' hükmü altına alıyor herşeyimizi. Ve bu odaklanma hatasıyla parçası olduğumuz bütüne zarar vermeye girişiyoruz artık. Halbuki, arkadaşım, konu biz değiliz. Konu hep beraber Allah'ın senasını edebilmek. Bir orkestrada konu davulcu değildir. Hizmetçisidir. Davulcu gümgümünü konunun ta kendisi sanrılarsa bütün ahengi altüst edebilir. İstiğnamız bizi böylesi bir yanlış tezahüre götürüyor. Harf kendisini kelimenin tamamı sandığında okunacakları okutmaz olur. Vurgu azı çoğa galip eder. Varlıkta elbette tuttuğumuz bir yer var. Ancak tutamadığımız yerler tuttuğumuzdan çok.
'Kanser' nedir bilir misin? Kanser sorunlu bir hücrenin bedenin yerine geçmeye çalışmasıdır. Amitoz bölünmeyle meczup çoğalarak içinde yaratıldığı âkilliği mahvetmesidir. En nihayet yıktığı uyumun enkazında kendisi de kalır. Öldürdüğü canlının vücudunda kendisi de ölür. Bindiği dalı kesen oduncu gibidir yani. Fakat bu ebleh halini sonu gelene kadar farketmez. İnsanın tekebbürü de onun kanserleşmesidir işte. Tevazusu şifasıdır. Bunu şuradan da anlayabilirsin ki: Tevazu gösterdikçe, varlık, yaptığının doğruluğuna işaret eder gibi seni ödüllendirir. Bir Kanser Hastasından Yakınları İçin 75 Faydalı Öneri isimli kitapta okumuştun. Sonra Vücudunuz Hayır Diyorsa: Duygusal Stresin Bedelleri eseri de öğrendiklerini desteklemişti. Ölümcül hastalıklara yakalananlar genelde hayatın yükünü tek başlarına kaldırmaya çalışanlar. Hastalık sürecinde ilk öğrendikleri şeyse 'insanlardan yardım istemeye alışmak'tır. Hatta, yazar Deborah Hutton'ın tecrübesiyle de altını çizdiği üzere, sanki kanser, acizliğini bilmeyen insanlara 'yardım istemeyi belletmek' için gönderilmiştir. Aslını idrak ettikçe bir nebze hafifler.
Aleyhissalatuvesselam Efendimiz "Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennete giremeyecektir!" buyuruyor. Onun bu inci-mercan beyanına şu açıdan da iman ediyorum: Evet. Öyle. Kibri yokedemeyen insan hayatından tasannuyu da çıkaramıyor. Tasannuyu yokedemeyense 'mış gibi' yapmaktan kurtulamıyor. 'Mış gibi' gemiye atabileceğimiz yükleri sırtımızda taşımamızın en büyük müsebbibi. Yani, her neyde kibir yapıyorsak, onun fazladan yükünü çekiyoruz. Bu fazla yük de 'mümkün cennet fırsatı'ndan uzaklaştıyor bizi. Çünkü, cennet, ona ihtiyacımızı bildikçe bizi tamamlıyor. Bizim tamamlanmamız cennetimiz oluyor. Eğer ihtiyaçlarımız olmazsa Allah'ı bilemezdik. Yaralarımız olmasaydı bedenimize ışık sızamazdı Mevlana Hazretlerinin tabiriyle. Eksik bırakıldık ki tamamlanalım. Avuçlarımız boş bırakıldı ki oraya bağışlarda bulunulsun. Rahmet dolsun. Sahibi bulunsun. İnkâr etmek yerine açmalıyız. Açtıkça zenginleşeceğiz. Açtıkça hayatımız bereketlenecek. Açtıkça cennete dönüşecek.
Hem yine denmiyor mu: "Her adam için, heyet-i içtimaiyede görmek ve görünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. O pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise tekebbürle tetâvül edecek. Eğer kamet-i kıymetinden aşağı ise tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek, tâ o seviyede görsün ve görünsün. İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür. Yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür. Yani tekebbürdür."
Dua da bu anlamda bir 'kabullenme eğitimi' değil mi? Mürşidim bir başka yerde diyor ki: "Bir müslim ne derece dine mütemessik ise, o derece kibrinden, gururundan, hatta izzet-i rütebîden fedakârlık etmek gerektir." Çünkü sebeplere hallakiyet/yaratıcılık vermemenin (tevhidin) sonucu kendini detaylaştırmaktır. Hatta şunun arkasında, arkadaşım, 'yaralarınla barışmak' da vardır. Bediüzzaman'ın 'elyazısının kötülüğünü kabullenmekle-barışmakla' elde ettiği zenginliği düşünsene: "Eskiden beri diyordum: 'Ya Rabbi! Ben o kadar muhtaç iken ve nazmı severken, bu iki nimet bana verilmedi' diye, teşekkî değil, tefekkür ediyordum. Sonra bana kat'î tebeyyün etti ki: Şiir ve hat bana verilmemek de büyük bir ihsan imiş. Hem o hatta ihtiyacımı sizin gibi kalem karamanlarının muavenetleri temin ediyor. Hat bilseydim, hatta itimad edip, mesâil ruhta kararlayarak nakşedilmeyecekti. Eskiden, hangi ilme başladım, hattım olmadığı için ruhuma yazardım. Fevkalâde bir meleke ihsan edildi." 
Eksiklerimize "Bakalım nasıl tamamlanacağız?" diye baktıkça cennetimizin kapısı açılıyor. İstiğnaya kapıldıkça bizden küsüyor. Allah korusun. Cennetinden kopan cehennemine yuvarlanıyor. Sahi şu da enteresan değil mi: Cehennem sürekli yandırılmakla sanki bir 'eksiltilme' yeridir. Adem memleketidir. Yıkım cenderesidir. Cennetse nimetlenmekle sürekli 'arttırıldığımız' bir semttir. Vücud yurdudur. İnşa menzilidir. Eğer cehennemin müsebbebi içimizde barındırdığımız kibirse, yani ki o ateşi "Ben hepinize yeterim!" iddiası tutuşturuyorsa, "Bak bakalım yetiyor musun?" tarzı 'mütemadiyen eksiltilmeyle' cezalandırılması mâkul değil midir? Hem madem cennetlik olanlar mütevazı davranıyor. Eksikliğini biliyor. Onların da 'mütemadiyen çoğaltılması' manidar görünmez midir? Ben; hem bu dünyadaki hem ahiretteki tecellileriyle; kibir ile adem, tevazu ile vücud arasında bağlar görüyorum. Ama gösterebiliyor muyum? İşte ona da sen karar vereceksin arkadaşım. Yani onu da sen tamamlayacaksın. Ne de olsa yorum şahit olunanı tamamlar. Zenginleştirir. Ve şahit olunduğunun bir delilidir. 
0 notes
jotem · 2 years
Text
Hayatımızı biz yaratıyoruz, yaşadığımız olayları biz çekiyoruz diyorlar ya. Kimi kader diyor, kimi karma. Kimi de tinin akışı der buna. Ben de saf gibi; "nasıl biz yaratıyoruz ya, kim ister başına öyle kötü şeyler gelmesini" der dururdum. Fakat işin aslı tam da öyleymiş, anlatayım.
Hücrenin etrafında çeşitli almaçlar vardır. Her almaç belirli molekülleri alacak biçimde özelleşmiştir.. Kimi kandaki oksijeni yakalar içeri alır. Kimi insüline duyarlıdır onu yakalar. Kimi kandaki besin maddesine kapıyı açar vs. Bu almaçlar bu iş için özelleşmiştir. Kanın içinde pek çok madde akar. Kan her hücre için akar. Ama hücrelerin almaçları kandaki belli maddeleri yakalar. Buna kan karar vermez, o her şeyi taşır ama hücre hangi almacı hangi molekül için özelleşmişse onu yakalar. Bunu o maddeye ihtiyacı olduğu için yapar.
Tin herkes için aynı eser. Tin hayatın kendisidir. Sana deneyim taşır. Tin bazılarına sert vurur, bazılarına hafifçe. Bazen fısıldar, bazen bağırır. Buna tin karar vermez. O adildir. Herkese eşit eser. Senin almacın neyse sana o takılır. Sende sorun yaratan bir algı, bir takıntı, bir kibir, değersizlik ya da her ne ise, ondan varsa bunlar senden dışarı uzanan özelleşmiş bir çıkıntı gibidir. O çıkıntılar senin malındır. Çevren, arkadaşların, ailen vd. bunları yaratmanda katkıda bulunurlar. Ama sonuçta çıkıntın, almacın sana aittir. Onu kişisel önemliliğinle sen yaratırsın ve sarılırsın. İşte o çıkıntı her ne şekilde özelleşmişse ona uygun deneyim takılır. Böylece hayatında bazı olaylar yaşamaya başlarsın. O çıkıntı orada durdukça benzer olaylar tekrar eder. Hayat sana karşı çalışmıyordur. Sadece senin uzantın hayatın içinden özelleştiği türden olayları yakalıyordur, o kadar.
Hani hayat insanı törpüler denir ya. Çıkıntılarına takılan her olay da o çıkıntıyı biraz törpüler. Buna deneyim deniyor. Hayat seni o yoldan pişirir. Fakat senin o çıkıntın çok sağlam oluşturulmuşsa, ki genelde çok sağlamdırlar, törpülenmesi uzun sürer. Ya da hiç törpülenmez. Çünkü o çıkıntıları seversin, özenle temizler, parlatır yine büyütürsün. Bazı çıkıntıların elmastan yapılmıştır mesela. En değerli mücevherin sandığın, kişisel önemliliğinle bezediğin, olmazsa ölürüm dediğin, başka türlü olabileceği aklına bile gelmeyen türden özelliklerin. Fakat elması elmas keser. Bir gün mutlaka keser.
Bazen de kocaman bir kaya gelir çıkıntına çarpar. Öyle sert çarpar ki kırılır çıkıntın. Kırılırsın. Bunun suçu kayada değildir. Zaten hiç bir şeyin suçlusu dışarıda değildir. Çıkıntı senin çıkıntın. Suçlu arayıp durma. Kendi çıkıntına değil, dışarıda olan bitene o kadar odaklısın ki, kendi çıkıntının farkında bile değilsin. Çıkıntı varsa onun yakalayacağı özelleşmiş deneyim de illa ki ona takılacaktır. Böylece yaşadığın tüm olayları çeken de sen olursun. Almacına uygun olay gelir seni bulur. Sonsuzlukta olaydan bol ne var?
Peki o almaçlar hep orada mı duracak? Hep aynı türden olayları mı yaşayıp duracağız? Bu döngüler bitmeyecek mi? Bu hayatın bizle derdi ne? Hayatın senle ne derdi olacak. Saçmalama. Tin kişi seçmez, olay seçmez, senle uğraşmaz. Rüzgarın adam seçip esmediği gibi, tin de sana özel esmez. O herkese eser, hayat taşır, olay taşır. Senin oltana takılan da senin nasibindir. O kadar.
Şimdi: ben bunları hakketmedim, benim niye başıma hep aynı şeyler geliyor, insanlar çok kötü, hayat çok berbat deyip duracağına, tezelden çıkıntılarını törpülemeye başla. Onlar senin malın, tini uğraştırma.
1 note · View note
mgmstrateji · 2 years
Text
Sultan II. Abdülhamit - I
Tumblr media
Sultan II. Abdülhamit hakkında aslı astarı olmayan iddialar ortaya atılmasının sebepleri: Ülkemizde kırk seneden uzun bir süredir siyasi arenada sıkışan bazı siyasetçiler, zaman zaman II. Abdülhamit’in adını anarak bir sürü hikâye anlatmaktadırlar. Sadece siyasetçiler de değil, tarihçi olmadıklarını gizlemek için kendilerine üstat vb. çakma lakaplar takan ve bazılarının akıl sağlığı yerinde olmadığına dair raporları bulunan şahıslar da aynı iddiaları ileri sürmektedirler. Bu kişiler, iddialarına resmi bir belge bulamadıklarından, bir sürü efsaneye veya hatırata başvurmaktadırlar. Hatta bir siyasetçi, bir zamanlar televizyon kameraları karşısında yaptığı bir konuşmada, Abdülhamit hakkındaki iddiaları dedesinden dinlediği hikayelere dayandırdı. Böylece, muhtemelen okuma yazması bile olmayan ve Anadolu’nun ücra bir yerinde yaşadığı için İstanbul’da ne olup bittiğinden bihaber olan yaşlı bir adamın torununa anlattığı hiçbir kaynağa dayanmayan hikayeler, tarih kaynakları arasına girmiş oldu. İster dedesinden ister üstadından veya raporlu delisinden duymuş olsun, bu tür iddiaların ileri süren kişilerin anlattığı hikayelerin değişmeyen temaları; Abdülhamit’in tek bir karış veya tek bir gram toprak kaybetmediği ve ülkeyi 33 yıl boyunca huzur içinde yönettiği iddialarından oluşmaktadır. Halbuki, II. Abdülhamit’in iktidarı süresinde Osmanlı İmparatorluğu’nun bu günkü Türkiye coğrafyasının iki katından fazla toprak kaybettiği, döneme ait en basit tarih bilgilerini içeren kitaplarda bile yazılıdır. Bu bilgiler, sadece cumhuriyet dönemi tarihçilerinin değil Osmanlı tarihçilerinin yazdıkları kitap ve makalelerde de vardır. O da yetmez diyen varsa yabancı ülkelerde yayınlanan Osmanlı tarihi ile ilgili kitaplara bakabilir. Onlarda da aynı şeyler yazmaktadır. Peki ama herkesin doğru olmadığını gayet iyi bildiği bu iddialar neden meydanlarda veya kameralar karşısında sürekli olarak dillendirilmektedir? Bence bunun birinci sebebi, iktidarda işler yolunda gitmediği için sıkışan politikacıların kamuoyunun dikkatini gerçek sorunlardan başka bir yere çekme ihtiyacı duymalarıdır. Çünkü tarih, bizim insanımızın çok merak ettiği, ilgilendiği ve gurur duyduğu ama okuma alışkanlığı olmadığı için en cahil olduğu alandır. Bu sebeple, sıkışan her siyasetçi tarihe gönderme yaparak halkı uyutmaya çalışmaktadır. İkinci önemli sebep, II. Abdülhamit’in oldukça uzun süre tahtta kalan bir padişah olmasıdır. Uzun süredir iktidarda kalan ve ülkeyi artık yönetilemez hale getiren siyasetçilerimiz, “kendileri gibi uzun süre iktidarda kalan bir padişahı örnek vererek ona haksızlık yapıldığını şimdi de kendisine haksızlık yapılmak istendiğini, halbuki onun ülkeyi çok iyi yönettiğini” vurgulayarak halkın bilinç altına seslenmeye çalışmaktadırlar. Böylece, kendilerinin ülkeyi iyi yönettikleri ama aynı Abdülhamit’e yapıldığı gibi kendilerinin de hainler, dış güçler veya başka bir hayali güç tarafından haksız bir şekilde iktidardan indirilmeye çalışıldığı mesajı vermektedirler. Üçüncü önemli sebep ise Osmanlı’da modernleşme hareketleri başladığında ortaya çıkan ve Tanzimat ile kökleşen yenilikçi ve muhafazakâr ayrımına vurgu yaparak muhafazakâr kişileri kendi yanlarına çekme gayretidir. Onlara göre Abdülhamit; çok muhafazakâr bir kişi ve çok iyi bir Müslümandır. Yani, aynı kendileri gibidir. Bu büyük padişah, batıcı İttihatçılar tarafından haksız bir şekilde tahttan indirilmiştir. Bu söylem, her zaman işe yaramaktadır. Çünkü tarihi tarihçi olmayan kişilerden öğrenen, okumayı sevmediği için birinci el tarih kaynaklarından yararlanarak yazılmış eserlere bakmaya lüzum görmeyen geniş bir kitle bu sözlere inanmaktadır. Öte yandan, muhalif çevreler de bilerek veya bilmeyerek bu oyunda kendilerinden istenilen rolü oynamaktadır. Bu tür iddialar ne zaman dillendirilse, dillendirenlere muhalif olan kesimler hemen bunların yalan olduğunu söyleyip ardından da Abdülhamit’i kötülemektedirler. Böylece, tartışma futbol takımı taraftarlarının kavgasına benzer bir duruma dönüşmektedir. Yani toplum; hiçbir mantığı, ideolojisi veya başka bir derinliği olmayan bir kamplaşma içine girmektedir. Bu kör dövüşünden kafasını karışıp da gerçek nedir diye merak edenler için şunu söylemekte fayda var; yukarıda bahsettiğimiz iddiaların hiçbiri gerçek durumu göstermemektedir. Abdülhamit, onu kendilerine kalkan yapanların anlattığı gibi bir insan değildir. Öte yandan, ona sövüp saymaya varan yorum ve hakaretlerle saldıran kişilerin tarif ettiği gibi biri de değildir. İki taraf da gerçekle hiç alakası olmayan kendi Abdülhamitlerini anlatmaktadır. Bu sebeple, lehte ve aleyhte desteksiz atıp tutanların söylediklerine bakarak gerçeğin ne olduğunu anlamak mümkün değildir. Gerçeği anlamak için tarihçilerin; yani tarih eğitimi almış ve bu alanda akademik kariyer yapmış, onun bunun anlattığı masal ve hikayelere göre değil, orijinal kaynaklardan yararlanarak kitaplar ve makaleler yazmış gerçek tarihçilerin anlattıklarına bakmak gerekmektedir. Böylece, siyasetçi ve çakma tarihçilerinin anlattığı masalların gerçekle pek uyuşmadıkları görülecektir. Read the full article
0 notes