#abbasi halifesi
Explore tagged Tumblr posts
Text
İmam Mâlik Hârûnu'r-Reşid'in zamanındaymış. Hârûnu'r-Reşid; "Yâ imam! Duyduğuma göre hadis kitabı yazıyormuşsun." "Evet, yazıyorum." "Hadi bize de oku da o hadislerin okunmasından biz de şereflenelim." demiş. "Peygamber Efendimiz; ilmi ayağınıza getirmeyin, siz ilme gidin." buyurdu. Onun için hadisi burada okumayayım, gelin benim evimde okuyalım." demiş. İlim çok kıymetli bir sey. Sen ilmin ayağına gideceksin; attığın her adımda ecir, sevap var.
"Peki! Olur, yürüyerek gidelim." demiş. Halife, imam, adamları yürüye yürüye gitmişler.
Imam Mâlik'in evine gelince halife geçmiş baş köşeye şiltelerin, minderlerin üstüne kurulmuş. "Efendim, bu ilimdir. Şöyle edeb ve tevazu ile hürmetkâr bir dekilde diz çöküp okumak, dinlemek lazım. Peygamber Efendimiz'in hadisidir, oyuncak değil. Şöyle buyursanız, rahlenin önüne diz çökseniz daha iyi olur." demiş. Abbasî halifesi ona da "Peki!" demiş, önünde diz çökmüs, okumuş. Sonra çok memnun kalmış, "Allah senden razı olsun yâ imam, adını ne koydun?" demiş. "Efendim, başından beri dikkat ediyorum, o kadar yumuşak davrandınız ki. Ne dersem 'peki, öyle olsun.' dediniz. Sizin bu yumuşaklığınızın hâtırasına bu kitabın adını Kitâbu'l-Muvatta koydum; "çiğnenmiş, yumuşamış, ezik, mütevâzı" mânasına." demiş.
Evet, hadis ilmi böyle.
#kitap#kitaptavsiyesi#sünnet#ümmet#mahmud esad çoşan#imam malik#harun reşid#yumuşaklık#muvatta#hadis kitabı#ilim#abbasi halifesi#halife#hadis#peygamberimiz#edep#hürmet
35 notes
·
View notes
Text
Bir Şii Gazetecinin tespitleri.
“Biz arlanmaz, utanmaz bir toplumuz. Ve tarihi gerçekler asla unutulmamalı!
1) Şam, İran ve Irak’ı kim fethetti?
Ömer bin el-Hattab, Sünni.
2) Pakistan, Hindistan ve iki nehir ardındaki ülkeyi kim fethetti? Muhammed bin Kasım, Sünni.
3) Kim Kuzey Afrika’yı fethetti?
Kuteybe bin Müslim, Sünni.
4) Endülüs’ü kim fethetti?
Tarık bin Ziyad ve Musa bin Nasr, Sünni.
5) İstanbul’u kim fethetti?
Fatih Sultan Mehmet, Sünni.
6) Sicilya’yı kim fethetti? Esed bin Furat, Sünni.
7) Kim Endülüs medeniyetini kurdu ve ilim yuvası yaptı? Emevi Halifeleri, Sünni.
8) Hıttin’de Müslüman lider kim idi?
Salahaddin Eyyubi, Sünni.
9) Ayn Calut’ta Müslümanlar’a kim liderlik etti ve Moğollar’ı hezimete uğrattı?
Seyfeddin Kutuz ve Rukneddin Baybars, Sünni.
10) Kim İspanya’yı bozguna uğrattı Fas’ta?
Abdulkerim al-Hattâbi, Sünni.
11) Kim İtalya’yı hesap vermeye zorladı Libya’da?
Ömer el-Muhtar, Sünni.
12) Ve yakında kim Rusları perişan etti Çeçenistan’da? Şeyh Şamil, Dudayev, Şamil Basayev ve Hattab, Sünni.
13) Kim Rusya’yı (SSCB) Afganistan’da hezimete uğrattı? Afganistanlı Sünniler.
14) Kim yine Afganistan’da NATO’nun yüzünü toprağa sürttü? Sünnîler
15) Kim Amerika’nın Irak’tan çekilmesini sağladı?
Sünnîler.
Lakin biz Şiî olarak çocuklarımıza ne bıraktık?
1) Kim Hz.Hüseyin’e ihanet etti ve Kerbela’da yalnız bıraktı? el-Muhtar es-Sekafî, Şii.
2) Abbasi Halifesi Râdî Billah’a kim ihanet etti?
Buveyhiyyûn, Şii.
3) Irak’ı Moğollar’a satan kim? İbnü’l-Alkami, Şii.
4) Kim Hülagü’nün pis işlerini örtbas ederdi?
Nasır al-Tusi, Şii.
5) Kim Moğollar’a Şam işgalinde yardım etti? Şiiler.
6) Kim Fransızlar’a yardım etti Müslümanlara karşı?
Fatimiyyun Şiileri.
7) Selçuklu Sultanı’na kim ihanet etti?
Tuğrul al-Basasiri, Şii
8) Kudüs’ü işgalde Haçlılar’a kim yardım etti?
Ahmet bin Ata’, Şii.
9) Kim Salahaddin Eyyubi’nin ölümünü organize etti? Kenzü’d-Devle, Şii.
10) Hülagü’yü Şam’da kim ağırladı?
Kemaleddin bin Bedr al-Tiflis, Şii.
11) Suriye’de kanlı rejimle kim birlik oldu ve Rusya’ya destek verdi? Ali Hamaney, Şii.
Görülüyor ki, Şiilerin kalemleri, kılıçları ve dilleri hep Sünni Müslümanlara karşı olmuştur. Ve her ne kadar biz Kâfirlere karşıyız deseler de kalpleri Kâfirlerle beraberdir."
Siyaset Bilimci ve Gazeteci Mehmet Dağıstanlı
13 notes
·
View notes
Text
BÖLÜM -1- Çarşaf ve Peçenin Öyküsü
Çarşaf sözcüğü dilimize Farsça “gece örtüsü” anlamına gelen çâder-şeb sözcüğünden geçmiştir. Peçe sözcüğünün ise Türkçe mi yoksa Farsça kaynaklı mı olduğu kesin değildir. Günümüzde birçok Müslüman, çarşaf ve peçenin İslamiyet’le birlikte ortaya çıkan ve Ahzap suresi 59. ayetinde sözü edilen “cilbab” olduğunu düşünürler. Oysa Arap toplumunda ne Cahiliye döneminde ne de Hz. Muhammed döneminde çarşaf giyildiğine ilişkin hiçbir tarihsel belge yoktur. Yine aynı şekilde fıkıh kitaplarında kadına nafaka olarak verilecek elbiseler teker teker belirtilirken hiçbirinde çarşafa rastlanmaz. Örtünme daha çok ferace adı verilen giysi ile yapılır. Kara çarşaf, Endülüs Emevileri döneminde İspanyol rahibelerinin giydiği bir elbise olarak Emeviler aracılığı ile İslam coğrafyasında görünmeye başlamıştır. Örtünme elbette İslamiyet öncesi Arap toplumlarında da vardı. Örneğin antik dönemlerin en önemli dini ve ticari merkezlerinden biri olan ve günümüzde Suriye sınırları içinde bulunan Palmira’da yapılan kazılarda bulunan tabletlerde, örtünmüş kadınların tasvirleri bulunur. Fakat bu örtünme biçimleri günümüzdeki çarşafa benzemekten oldukça uzaktır. Gerçekte çarşafın ve peçenin kökeni binlerce yıl öncesine, Sümerlere kadar uzanır. Pagan inanca sahip Sümer toplumunda kendilerini Tanrıya adayan tapınak kadınları, diğer kadınlardan ayırt edilebilmek için çarşaf ve peçe takarlardı. Yalnız yanlış anlaşılmaması için belirtmekte fayda var: O dönemde tapınak kadınlığı kutsal bir görev olarak görülürdü ve bu nedenle zaman zaman kralların kızları dahi kendilerini bu göreve adarlardı. Zaman içinde, özellikle tek tanrılı dinlerin doğmaya başladığı zamanlarda çarşafın ve peçenin amacı tam tersi yönde değişime uğradı. Fırat ve Dicle ırmakları arasında uygarlık kuran Asurlular döneminde özgür kadınların kölelerden ayırt edilebilmesi için örtünmesi yasa ile zorunlu tutuldu. Günümüzde Berlin Müzesi’nde bulunan Asurlular dönemine ait tabletlerde kadının örtünmesiyle ilgili 40. yasa şöyledir: “İster evli kadınlar, isterse dul kadınlar veya Asurlu kadınlar olsun, sokağa çıkarlarken başlarını açmamış olacaklardır. Fahişeler ve köleler örtülü değildir. Örtünen fahişeler tutuklanacaktır.” Asurlu kadınlar gibi Yahudi kadınların de başı açık olarak toplum içinde dolaşmaları yasaklandı. Eski Ahit’te kadınların başını örtmesi gerektiği, üç farklı pasajda belirtilmektedir. İşaya 3/20’de başa giyilen kıyafet demek olan “fara”, İşaya 3/23’te başörtüsü anlamındaki “tsnyafaah” ya da Tekvin 24/65-38/14.19’da yüzü kapatan örtü anlamında da “tsaayafa.” Ayrıca vücudun üst kısmını örten örtü anlamında “radod” sözcüğü kullanılmıştır. Fakat peçenin anlamı değişime uğramamıştı. Tevrat’ta Yaratılış Bölüm 38’de peçe, fahişelerin giydiği bir örtü olarak anlatılır: “Yahuda onu görünce fahişe sandı. Çünkü yüzü örtülüydü.”
BÖLÜM *2*
Türklerde Örtünme Kültürü Osmanlı ile Başlar Türklerde örtünme kültürü ise İslamiyet’in kabulünden oldukça uzun zaman sonra başlar. İslamiyet öncesinde Türk kadınları tıpkı erkekler gibi deriden yapılmış giysiler giyiyor onlar gibi yaşıyorlardı. Yalnızca giydikleri şalvarlar, ata erkekler kadar sık binmedikleri için daha uzun ve baldırlara kadar uzanıyordu. Bu nedenle uzun konçlu çizme yerine daha fazla, etük, başmak gibi ayakkabılar giymektelerdi. Başlarında tıpkı erkekler gibi kalpaklar bulunsa da bu bir dini inanıştan ya da zorlamadan gelmiyordu. Göçebe uygarlığının hâlâ süren etkilerinin bir sonucuydu. Bedenini yabancı gözlerden saklamak gibi bir dertleri olmayan bu kadınlar 10.yy başlarında Arap gezgin İbni Fadlan’ı şaşkınlığa uğratmıştı. İbni Fadlan’ın şaşkınlığı, Bulgar Türklerinde kadınlarının erkeklerde birlikte nehirde birlikte yıkandıklarını gördüğünde iyice artmıştı. Abbasi Halifesi II. Melik döneminde çarşaf, İslamiyet’in yayılması amacıyla bir öge olarak kullanılmıştı. Yine yanlış anlaşılmaması için konuyu açmakta fayda var. II. Melik döneminde Bizans’ın bazı toprakları Abbasilerin egemenliği altına girmişti ve Bizanslı gayrimüslim kadınların bal rengi çarşaf giymesi zorunlu tutulmuştu. Bu kadınlar yalnızca iki koşulu yerine getirdikleri takdirde bu yasaktan kurtulabiliyordu: Müslümanlığı kabul etmek ya da Müslüman bir erkekle evlenmek… İslamiyet’le birlikte örtünmenin önemi giderek artınca, Selçuklular döneminden başlayarak kentlerde tesettüre uymak için, kadınlar sokakta bedenini saran yeni bir üstlük giymeye başladı. Yine de bu örtünme biçimi yalnızca kentlerde uygulanıyordu. Kırsal bölgelerde kadın ve erkeğin birlikte yaşaması ve çalışması geleneği ekonomik gerekçelerle değiştirilemediği için, bu kesimlerde sokağa çıkan kadının başına bir örtü alması örtünme için yeterli sayılıyordu. Kısacası Müslümanlığı kabul eden Türklerin 9. ve 11. yüzyıllarda yaşam biçimleri geleneksel Müslüman yaşamına uymuyordu. İslamiyet’in kabulünden 14. yüzyıla kadar Türk kadınları yüzlerini kapamamış, çarşaf ve peçe gibi örtüler kullanmamış ve toplantılara erkeklerle birlikte “başları ve yüzleri açık” olarak katılmışlardır. Türklerin Orta Asya’dan bu yana sürdürdükleri bu özgürlükçü anlayış Osmanlı döneminde Bizans’a ait topraklar ele geçirilmeye başlanıncaya kadar sürdü. Türklerde peçe giyilmesine ilişkin ilk tarihi kayıt I. Murat döneminde (1360-1389) dönemine aittir. Tarihçi Şikari, Karaman Tarihi adlı kitabında Türk kadınlarının peçe takmaya başlamasını günümüz Türkçesiyle şöyle anlatır:Yüz örtmek sonradan adet haline geldi. Karamanoğlu Alaüddin Bey, Hamidoğlu İlyas diyarında katliam yaptığında üç kabile Osmanlı topraklarına firar etmişlerdi. O vakit bunları Murat Han görüp pek temiz ve efendi olduklarından kendi kentinde (Bursa’da) yerleştirmiş. İşte bu kabilenin kadınları oldukça güzel olduklarından herkes bunları seyretmeye dalınca, ulema bu kabilenin kadınlarına yüzlerini saklamasını emretti.
Ancak Halifeliğin Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlıya geçmesi ve Mısır’dan Arap Yarımadası’na kadar bölgenin Osmanlı sınırlarına katılması bir milat oldu. Yavuz'un halifeliğini kabul etmeyen arap aşiretlerini ikna edebilmek için Araplar içinde bile oldukça dar görüşlü kabul edilen ancak toplumda sözü geçen EŞARİ tarikatı mensupları anadoluya getirildi saray ve çevrsinde anadolunun çeşitli vilayetlerinde bunlara görevler verildi ve örgütlenmelerine ses çıkarılmadı..Yine de Meşrutiyet dönemine gelinceye kadar çarşaf, yaygın bir giyim biçimi halini alamadı. Çarşaf ilk başlarda baştan yere kadar uzanan, kolsuz, tek parçalı bir giysiydi. Meşrutiyet’in ardından çarşafta değişimler yaşandı. Başı ve omuzları örterek bele kadar uzanan bir pelerin ve belden aşık kemiklerine kadar inen bir etek olmak üzere çarşaf, iki parçalı bir dış giyim haline geldi. Fakat çarşaf giyen kadınların sayısı oldukça azdı. Çünkü çoğunluk tarafından çarşafa, Hristiyan kadınların giydiği bir elbise gözüyle bakılıyor ve Hristiyan adeti olduğu gerekçesiyle uzak duruluyordu. Hacdan dönenlerin İranlı kadınlardan görerek benimsemesiyle 19. yüzyılda Osmanlı’da çarşaf giyenlerin sayısı gün geçtikçe artmaya başladı. Bu dönüşüm öylesine hızlı olmuştu ki, yazar Leyla Saz, 1878’de İstanbul’da kadınların ferace giydiğini, eşinin valiliğe tayini üzerine gittiği Trabzon’dan İstanbul’a dönüşünde kadınların çoğunun çarşaf giymeye başladığını görüp şaşırdığını anlatır. Gerçekten de çarşaf bu dönemde bir anda yaygınlaşmıştır; ta ki II. Abdülhamit tarafından yasaklanıncaya kadar. 15 Ağustos 1881 ve 27 Temmuz 1882 tarihli Levant Herald gazetesinde yayınlanan iki ayrı haber bu yasağa değinir:Şeyhülislamın başvurusu ve padişahın buyrukları üzerine Emniyet Müdürlüğü, Devlet Şurası’yla fikir birliği halinde Müslüman kadınların topluma açık yerlerde nasıl davranmaları gerektiği konusunda bir yasa çıkarmıştır. Bu kanuna göre, kadınların açık ve kalabalık yerlerde “çarşaf” giymeleri yasaktır. Ama bu örtüyü tenha sokaklarda ve misafirliklerde kullanabilirler. (15 Ağustos 1881) Yeni İzmit valisi çevre köylerden pazarda satmak için pazara mal getiren ferace giymemiş ve ayağında pabuç olmayan Türk kadınlarının 5 gün hapis ve bir mecidiye para cezasına çarptırılacağı konusunda bir yasak çıkardı. Bu yasağa karşılık köylü kadınlar, atalarından kalmış gelenek ve göreneklerini hiçe sayıp baskı altına alan bu yeni yasaya uymaktansa, köylerinde kalmayı tercih ettiler. (27 Temmuz 1882) II. Abdülhamit’in yalnızca belirli bir alanda çarşafı yasaklayan bu kararı, 2 Nisan 1892 tarihinde Saray Başkâtibi Süreyya Bey’e bir ferman yazdırıp çarşaf giyilmesini tümüyle yasaklayana kadar sürer.
7 notes
·
View notes
Text
✨İmam Musa Kâzım (as), zindanda iken Abbasi halifesi Hârun'a şöyle yazdı:
✨Her gün bittikçe senin sevinçli günlerinden birisi ve benim de hüzünlü ve acı günlerimden birisi bitiyor. İkimizin de Allah'ın huzuruna çıkacağımız gün yaklaşıyor.
✋Esselamu aleyke ya Musa ibn. Cafer.. Allah katillerine lanet etsin
3 notes
·
View notes
Link
0 notes
Text
ANMA
BUGÜN 17 OCAK (1041)
GAZNELİ TÜRK DEVLETİ SULTANI
I.Mesud (Gazneli)’UN
ÖLÜM YIL DÖNÜMÜ RAHMETLE ANIYORUM.
I. Mesud (ö. 17 Ocak 1041), 1031-1041 yılları arasında hüküm süren Gazne Devleti sultanıdır.
Gazneli Mahmut 30 Nisan 1030 tarihinde öldükten sonra, hanedan üyeleri tarafından 33 yaşındaki Gazneli Muhammed tahta geçirildi.[1] Muhammet tahta geçer geçmez sarayda bazı anlaşmazlıklar çıkmış ve bazı komutanlar ve köleler Mesut'un yanına kaçmıştı. Bu sırada İsfahan'da bulunan Mesut'a babasının ölüm haberi, 26 Mayıs 1030'da ulaşmıştı. Kardeşiyle yapacağı taht mücadelesi için ülkenin batı kısmını vekiline bırakarak Rey'e geldi.[2] Kardeşine bir mektup yollayan Mesut, kardeşinin vekili olmak ve hutbelerle paralarda kendi adının da zikredilmesini istedi. Ancak, Muhammet bu istekleri kabul etmedi.[3]
Abbasi halifesi El-Kadir ve Horasan orduları kumandanı gibi makam sahibi olan kişilerin de kendini hükümdar olarak tanıdığını haber alan Mesud, Karahanlı hükümdarının da desteğini almış ve babası Gazneli Mahmut devrinde ülkeden kovulan Türkmenlerin geri gelmesine izin vermiştir.[4] Gazneli Muhammet, sultan oluşundan 4 ay sonra, kardeşinin üzerine yürüdü. Ordu komutanları Rey'e ulaşmadan, Muhammet'e artık Sultan Mesut'a tâbi olduklarını bildirdiler ve Muhammet'i yol üzerindeki bir kaleye hapsettiler.[1]
Gazneli Muhammed'i hapseden komutanlar, Ekim 1030'da Gazneli I. Mesud'un adına hutbe okuttular ve bunun üzerine Mesut hükümdar oldu. Gazneli Sultan Mesud, ilk iş olarak hapiste bulunan kardeşi Muhammet'in gözlerine mil çektirdi.[5][6] Sonra, amcası Yusuf'u Kusdar valisi olarak görevlendirdi. Mesut'un Belh'te bulunduğu sırada Kirman'dan gelen casuslar, bu bölgenin karışıklık içerisinde olduğunu belirttiler. Sistan'a komşu olması yönüyle stratejik bir konuma sahip olan Kirman, 1031 yılında kesin olarak Gazneli hâkimiyetine alındı.[7]
Karahanlılar'la 1032'de yaptığı Debusiye Savaşı'nda üstünlük sağlayamayan Mesud, Gazneli Mahmud'un oğlu olduğunu iddia eden Ahmet Yınaltegin'i öldürtmüş[8] ve Selçuklulara karşı birtakım seferler düzenlemiştir. 24 Mayıs 1040'taki Dandanakan Savaşı'nı kaybetmesinin ardından Hindistan'a gitmeye karar veren Mesut, oğlunu ve devlet hazinesini de yanına alarak Hindistan yoluna çıktı. Ancak, Türk ve Hint gulâmlarının yoldayken ayaklanması sonucu Mesut'un kardeşi Gazneli Muhammed, 21 Aralık 1040'ta ikinci kez Gazne sultanı ilan edildi ve Mesut hapse atıldı. Sonra da 17 Ocak 1041'de bu kalede öldürüldü
0 notes
Text
2020 Yılı Mart Ayında Suudi Müftüsü: “Türk’ler Mevalidir, İslamı Temsil Edemezler” Diye Fetva Verdi...
Mevali Ne Demek?
İslamiyetten önce Araplar “Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu.
İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türk’ler geliyor.
Türk’ler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.
Onlara göre Kuran “Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş” bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.
“Her millete bir peygamber gönderdik” şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, “Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.
Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.
Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler’de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler...
Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...
Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-
2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: “Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler” diye fetva verdi...
Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...
Tarihin hiç bir döneminde Araplar (yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...
Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...
Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...! (Alıntı)
0 notes
Text
MEVALİ NE DEMEK..?
İslamiyetten önce Araplar ''Azad edilmiş kölelere'' Mevali diyordu.
İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla TÜRKLER geliyor.
TÜRKLER, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından,
üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.
Onlara göre Kuran ''Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş'' bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti.
O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.
''Her millete bir peygamber gönderdik'' şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, ''Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir'' diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.
Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur.
Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.
Sonradan Müslüman olan TÜRKLER'İN Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi.
Abbasiler de aynı geleneği devam ettiriler.
Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi.
Gerekçe, Tuğrul Bey'in TÜRK olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, TÜRKLER'İN İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar.
İlk fırsatta TÜRKLERE karşı isyan ettiler...
Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu.
Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti.
Hain Şerif Hüseyine göre, TÜRKLER Mevali idi.
Mevaliden Halife olamazdı...
Mevali'nin iktidarına karşı gelmek,
İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların TÜRKLERE karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü:"TÜRKLER mevalidir,
İslamı temsil edemezler'' diye fetva verdi...
TÜRKLERE karşı Suudilerin,
Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...
Tarihin hiç bir döneminde Araplar(yöneticiler), TÜRKLERİ kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...
Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor.
TÜRKLER ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak,
arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...
Bu tarihi gerçeği her TÜRK insanı bilmeli,
ona göre hareket etmelidir...
TÜRKLER'İN araplar için ağlaması Atalarına hakarettir..!
1 note
·
View note
Text
Dün gece İşgalci İsrail'in kana buladığı Mescid-i Aksâ'da yaralanan müslüman bir kadın... Karikatürde başörtüsünde "Va Mutasımah" yazıyor. Neden böyle yazdıklarını biliyor musunuz?
Bu olay İslam tarihinde şöyle geçer: Halife Mutasım döneminde Rum valisi yağmaladığı Müslüman kasabalarından birinde Müslüman bir kadını esir alır. Kadına işkence ederlerken kadın "Va Mutasımah! Neredesin Mutasım!" diye haykırmıştır.
Bunun üzerine Rum valisi dalga geçerek kadına: “Tabi, Mu’tasım beyaz atlı ordularıyla şimdi gelir ve seni kurtarır” der. Bu haber hilafet sarayına ulaştığında Mutasım sevdiği bir içeceği yudumluyordur. Haberi öğrenince: “O kadını esaretten kurtarmadan, bana yeme içme yok!” der.
Bu haber Hilafet sarayına ulaşır ulaşmaz Mu’tasım Billah tam da Rum valisinin alaycı dille ifade ettiği gibi beyaz atlı 4.000 kişilik süvari birliğinin öncülük ettiği devasa bir ordu hazırlar.
Rum valisine bir mektup gönderen Abbasi Halifesi bu mektubunda aynen şöyle der: “Müminlerin Emiri Mu’tasım Billah’dan Rumların köpeğine! Esir aldığın bacımı derhal serbest bırakmazsan sana öyle bir ordu hazırlıyorum ki, bir ucu burada (Bağdat) öteki ucu da orada (Amuriye) olacak.”
Ve Mu’tasım bir tek kadının haykırışı üzerine dediğini yapar, devasa bir orduyla Amuriye üzerine yürür. Halife Mutasım Billah şehri fetheder ve Rum valisini öldürür, kendisine haykıran kadının elinin bağlarını çözer, onu tutsaklıktan kurtarır.
Bugün İslam dünyası olarak sayımız 2 milyarı geçti. Ancak ne bir halifemiz ne de yaralanan o kadınların hesabını soracak Mutasım gibi liderlerimiz var
Soruyorum şimdi size Aksâda işgalcilerin dövüp ellerini kolları bağladığı, çaresizce bekleyenler gençler mi yoksa biz mi çaresiz....
Yetişin diyor..biz sözde müslümanlara....😔😔😔😔😔😔Neredesiniz diyor..neredesiniz eyy müslümanlar.....😔😔
Dün gece İşgalci İsrail'in kana buladığı Mescid-i Aksâ'da yaralanan müslüman bir kadın...
Karikatürde başörtüsünde "Va Mutasımah" yazıyor.
Peki ne demek bu "Va Mutasımah
64 notes
·
View notes
Text
#Dilenci kılıklı Abbasi halifesi#arap diyarından geldim#Allah'ın yeryüzündeki elçisiyim islam halifesiyim.#Türk toplulukları#Allahın yeryüzündeki gölgesi olan şahsıma biat edip#benim hakimiyetim ve tebaam olarak yaşayacaksınız!#Hülagü Han#at ile çiğnenerek öldürüldü 🇹🇷#Arap olma!
0 notes
Photo
Premier Lig ekiplerinden Sheffield United, Liverpool'dan annesi Türk olan 20 yaşındaki golcü Rhian Brewster'ı kulüp rekoru kırarak kadrosuna kattı. Sheffield United, İngiltere alt yaş kategorilerinde yıldızlaşan genç oyuncu için 26 milyon euroluk kulüp rekoru olan bedeli ödedi. Sheffield United, 20 yaşındaki İngiliz santrfor ile de 5 yıllık sözleşmeye imza attı. Futbolcunun Sheffield United'dan başka bir kulübe geçmesi halinde Liverpool, bu transferden yüzde 15 pay alacak. Liverpool, gelecek 3 sezon içinde sözleşmede belirtilen bonservis bedelini ödemesi halinde Brewster'i kadrosuna yeniden katabilecek. Liverpool'da 4 kez A takımda görev yapan Brewster, kiralık oynadığı Swansea City'de 22 maça çıktı ve 11 gol attı. ANNESİ KIBRIS TÜRKÜ 1 Nisan 2000 yılında Londra'da doğan Rhian Brewster'ın annesi bir Kıbrıs Türkü, adı Hülya Hasan Brewster. Kuaför olan annesi, Rhian'ın futbolcu olması için kuaför dükkanının bir kısmını sattı. Öte yandan genç oyuncu tam bir Suarez hayranı, "Artık bir Premier Lig oyuncusu olmadığını biliyorum, ama Luis Suarez tam bir futbolcu. Fantastik bir oyuncu ve gelişimimde onu örnek alıyorum" dedi. Brewster, 2017'de Hindistan'daki U17 Dünya Kupası'nda şampiyonluğa ulaşan İngiltere'nin 7 golle en golcü ismi oldu ve adını duyurdu. U17 DÜNYA KUPASI'NDAKİ BAZI GOL KRALLARI 2001 Florent Sinama Pongolle (Fransa) 2003 Cesc Fabregas (İspanya) 2005 Carlos Vela (Meksika) 2007 Macauley Chrisantus (Nijerya) 2011 Souleymane Coulibaly (Fildişi Sahili) 2013 Valmir Berisha (İsveç) 2015 Victor Osimhen (Nijerya) DÜNYADA BİTEN TRANSFERLER, TIKLAYIN!
#annesi türk olan osmanlı padişahları#annesi türk olan padişahlar#annesi türk olan padişah kimdir#annesi türk olan abbasi halifesi kimdir#annesi türk olan ingiliz oyuncular
0 notes
Text
TARIHTE BUGÜN
SELÇUKLU DEVLETİ VEZİRİ NİZAMÜLMÜLK
Nizamülmülk, 14 Ekim 1092 tarihinde Hasan Sabbah'ın kurucusu olduğu Haşhaşi tarikatının bir üyesi tarafından sırtından hançerlenerek öldürülmüştür...Nizamülmülk kısaca, Büyük Selçuklu Devleti'nin veziri olan devlet adamı,aynı zamanda Siyâsetnâme adlı kitabın yazarı ve siyaset bilimcisidir..
Nizâmülmülk veya gerçek adıyla Ebu Ali Kıvamuddin (Doğum 10 Nisan 1018 – ölüm 14 Ekim 1092).
İran'ın, Horasan'da Tus şehrinde doğmuştur.
Bu dönemde bu şehir Gazne Devleti idaresinde bulunmaktaydı.
İlk devlet görevini Gazneliler sultanları için yapmıştır.
Devlet işleriyle ilk olarakGazne Devleti'nin Horasan valisinin yanında çalışarak başlayip 1059'da Gazneliler Horasan valisi olmuştur. 1063'den itibaren Selçuklular devletinde Alparslan'ın Belh valisinin yanında devam etti.
1064 yılında Büyük Selçuklu Devleti'ne vezir olarak atandı.Sultan Alp Arslan ve Melikşah'ın hükümdarlık dönemlerinde bu önemli vezirlik görevinde bulunmuştur.
Memleketin nizamlarının kurucusu anlamında olan Nizamülmülk ismi Abbası halifesi Kâim bi Emrillah tarafından verildi.
Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 yılına kadar aralıksız yirmi dokuz yıl Büyük Selçuklu Devleti’ne, tam bir dirayet ve adaletle hizmet etti. Görevli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Savaşı dışındaki bütün Selçuklu fetihlerinde bulundu.
Sultan Alpaslan’ın ölümünden sonra veliaht Melikşah’ın tahta geçmesini sağlayıp, düzen ve asayişin korunmasında başarılı oldu. Sultan Melikşah’a muhalefet eden ya da başkaldıran Selçuklu prenslerinin disiplin altına alınmasında büyük hizmetleri geçti.
Sultan Melikşah, devletin yönetiminde ona çok büyük ve geniş yetkiler vermişti. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adaletli yönetimi sayesinde de, Melikşâh’ın saltanatının, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devleti’nin de en parlak ve en şanlı dönemi olmuştur.
Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinas bir kişi olduğu için onun meclisleri; bilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer durumuna gelirdi. Abbasi halifesi de kendisine saygı gösterir, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, şairlere, sanatkârlara karşı çok ikramda, ihsanda bulunur ve iltifat ederdi. Kendisi de birçok cami, mescid, vakıf eserleri yaptırmıştır.
Nizâmülmülk’ün Selçuk Devleti’nin kuruluşunda ve gelişmesinde, sağlam bir devlet olarak düzenlenmesinde büyük rolü vardır. Bütün düzenleme ve değişiklikleri ciddî bir içimde inceleyen, devlet yönetiminde kendi görüşlerini, çalışmalarını ve bunların gerekçelerini gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla Farsça olarak yazdığı “Siyeru’l-mülk” (Siyasetname, 1087-92) adlı eseri, bugün bile siyaset bilimiyle uğraşanların el kitapları arasındadır.
“Siyasetname”de Türk-İslâm devletlerinin yönetsel, malî, siyasî, askerî, toplumsal ve kültürel yönlerini incelemektedir.✍️
6 notes
·
View notes
Photo
samarra ulu camisi I ırak
ırak'ın samarra şehrinde abbasi halifesi mütevekkil tarafından 848 ile 852 seneleri arasında yaptırılmış ordugâh tipi camidir.
islam dünyasının en büyük cami yapılarından birisi olarak inşa edilmiştir. 40 metre boyunda ve 156 metre eninde olup, cami kısmı kıble duvarı 25 sahına bölünmüştür. müştemilatıyla birlikte otuz sekiz bin metre karelik bir saha kaplayan yapının günümüzde sadece minaresi ve dış duvarları ayaktadır. eski babil zigguratları'na benzeyen Malviya adındaki büyük minare helezon olarak yükselir ve çevresinde bir rampanın dolandığı koni biçiminde bir yapıdır.
8 notes
·
View notes
Text
✨İmam Musa Kâzım (as), zindanda iken Abbasi halifesi Hârun'a şöyle yazdı:
✨Her gün bittikçe senin sevinçli günlerinden birisi ve benim de hüzünlü ve acı günlerimden birisi bitiyor.
İkimizin de Allah'ın huzuruna çıkacağımız gün yaklaşıyor.
Esselamu aleyke ya Musa ibn. Cafer.. Allah katillerine lanet etsin 🤲
✨Bu gece ve yarın Harun'un (l.a) zindanlarında şehid olan İmam Musa Kazım (as)'ın şehadetidir. Bu münasebetle başta İmam-ı Zaman a.f olmak üzere tüm ehlibeyt dostlarına tesliyet arz ederim.
8 notes
·
View notes
Text
Kitap Önerisi | Vathek
“…öbür dünyada cennete ulaşmak için bu dünyada cehennemi yaşaması gerektiğine inanmazdı.”
Vathek sy. 14, William Beckford
Vathek, İngiliz yazar William Beckford tarafından 1782 yılında Fransızca olarak yazılmış ve 1786 yılında İngilizce’ye çevrilerek yayımlanmış bir gotik romandır. Vathek batılı gözüyle yazılmış bir Arap hikâyesidir diyebiliriz.
Romanın ana karakteri olan 9. Abbasi halifesi Vathek küçük yaşlarda tahta çıkmıştır. Vathek görkemli ama bir o kadar da kibirli ve açgözlü bir karakterdir. Gücün nasıl kötüye kullanılabileceği, açgözlülüğün ve aşırı merakın ne tür felaketlere yol açabileceği romanda ustalıkla işlenmiştir. Bazı insanlar geldikleri konumlardan ötürü adeta güç zehirlenmesi yaşamakta ve daha fazlasını elde etmek adına her türlü faaliyete baş koymaktadır.
Vathek’in kaderi şehre gelen garip bir tüccardan aldığı gizemli kılıçlar sonrası değişir. Bu kılıçların üzerindeki büyülü harfleri okumak için elinden geleni yapan Vathek kendini çıkılmaz bir işin içinde bulur. Bir süre ortadan kaybolan tüccar, Vathek’in yalvarmaları sonrasında tekrar ortaya çıkar. Tüccar Vathek’ten acımasızca fedakârlıklar istemeye başlar. Vathek ise istediğini elde etmek uğruna tüm bu acımasız istekleri yerine getirmeye başlar ve halkının gözünde bir zalime dönüşür. Genç halife elindekiyle yetinmeyip adeta kâinata sahip olma arzusuyla tutuşmuş ve kendine vaat edilen olağanüstü yeteneklere kavuşmak için her türlü ahlaksız ve vicdansızca faaliyeti yapacak duruma gelmiştir. Daha fazlasını elde etmek adına adeta hipnoz olan Vathek ne tür acımasızlıklar yaptığının ve felaketlere yol açtığının bile farkına varamamıştır.
Vathek kolayca okuyabileceğiniz bir dile ve sürükleyici bir üsluba sahip. Yaşanan olayların neticesinde okuyucuda oluşan merak duygusu kitabı okunabilir kılan özelliklerden biri. Dönemin Arap kültürünün izlerine sahip olan bu gotik roman dünya edebiyatının güzel örneklerinden biridir.
“Vay haline, bilmemesi gerekeni bilmek isteyenin…”
Aç gözlülüğü ve kibri yüzünden adeta şeytanla işbirliği yapan Vathek’in sonu acı bitiyor. Tıpkı olanla yetinmeyip türlü oyunla istediklerini elde etmeye çalışan insanlar gibi. William Beckford’un adeta bir yaşam dersi olan bu romanı okunduktan sonra bize yaşam muhasebesi yapmayı sağlıyor.
Yıldız TOKMAK
#edebiyat#yazın#vathek#William Beckford#fransızca#ingiliz edebiyatı#yıldız tokmak#abbasi#kitap önerisi#kitap tavsiyesi#kitap listesi#kitapkurdu
31 notes
·
View notes
Text
Amuriye şehrinin Rum valisi, yağmaladığı civar Müslüman kasabalarından birisinden çıkarken birçok esir almıştır. Bu esirler içinde bulunan bir Müslüman kadın Rum valisinin kendisine eziyet ve hakaretleri karşısında “Va Mu’tasımah/Mu’tasım neredesin?!!” diye haykırmıştır. Bunun üzerine vali -dalga geçercesine-kadına: “Tabi, Mu’tasım beyaz atlı ordularıyla şimdi gelir ve seni kurtarır” der. Bu haber Hilafet sarayına ulaşır ulaşmaz Mu’tasım Billah tam da Rum valisinin alaycı dille ifade ettiği gibi beyaz atlı 4.000 kişilik süvari birliğinin öncülük ettiği devasa bir ordu hazırlar.
Rum valisine bir mektup gönderen Abbasi Halifesi bu mektubunda aynen şöyle der: “Müminlerin Emiri Mu’tasım Billah’dan Rumların köpeğine! Esir aldığın bacımı derhal serbest bırakmazsan sana öyle bir ordu hazırlıyorum ki, bir ucu burada (Bağdat) öteki ucu da orada (Amuriye) olacak.”
Ve Mu’tasım bir tek kadının “Va Mu’tasımah!” haykırışı üzerine dediğini yapar, devasa bir orduyla Amuriye üzerine yürür ve bu büyük Rum şehrini zapt eder. Kendisine haykırışta bulunan kadını kurtarır ve ona “Ey mümine hanım! Emin ol ki, çağrını işitir işitmez bir an bile beklemeden hemen yola koyuldum” der.
Günümüzde de bir çok belde de sadece Müslüman olduğu için zulme uğrayan insanlar var. Çığlıkları, feryatları arşı inleten Müslümanlar... Kimisi aç, kimisi hapis, kimisi öksüz, kimisi yetim... Ancak onlara kalkan olacak, dertlerine koşacak, ümmeti bir çatı altında toplayacak halifeleri, devletleri yok. Rabbim bizlere dertlerimize halife Mutasım gibi koşacak, İslam ile hükmedecek yöneticiler nasip etsin.
#islam#allah#islamiyet#la ilaha illa allah#allahuekber#ayet#hadisler#tevhid#hilafet#islam devleti#islami#allahaşkı#hakimiyet#hak#kadın#kadın hakları#yazı#toplum#tarih#tumblr#türkiye#allahﷻ#halifelik#halife#halk#haberler#yönetici#adalet#adil#devlet
4 notes
·
View notes