#ağlatıcı
Explore tagged Tumblr posts
gelmemeyeegitmisim · 5 months ago
Text
Bu şarkı bana hiç ağlatıcı gelmiyo artık
Söyle kaç bahar oldu.
Penceremde gül soldu.
Belki de zaman doldu,
Sevgilim dönmüyor…
9 notes · View notes
gidemiyorum2705 · 3 years ago
Text
Tumblr media
Bazı şarkılar;”Hadi zaten ağlayacaksın uğraştırma beni”der gibi🌴
4 notes · View notes
nurunalanur98 · 3 years ago
Text
Birincisi: Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız cennet fikriyle onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler. Ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o cennet ile bir ümit bulup mesrurane yaşayabilirler. Mesela, cennet fikriyle der: "Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, cennetin bir kuşu oldu. Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar."
Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zayıf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalp, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.
Sözler - 108
Nev-i insanın dörtten birini teşkil eden çocuklar, âhiret imanıyla insanca yaşayabilirler ve insaniyetin istidatlarını taşıyabilirler. Yoksa elîm endişeler içinde, kendini uyutturmak ve unutturmak için çocukça oyuncaklarıyla, haylaz bir hayatla yaşayacak. Çünkü her vakit etrafında onun gibi çocukların ölmesiyle onun nazik dimağında ve ileride uzun arzuları taşıyan zayıf kalbinde ve mukavemetsiz ruhunda öyle bir tesir yapar ki hayatı ve aklı o bîçareye âlet-i azap ve işkence edeceği zamanda, âhiret imanının
dersiyle, görmemek için oyuncaklar altında onlardan saklandığı o endişeler yerinde, bir sevinç ve genişlik hissederek der:
"Bu kardeşim veya arkadaşım öldü, cennetin bir kuşu oldu. Bizden daha iyi keyfeder, gezer. Ve validem ( Babam ) öldü fakat rahmet-i İlahiyeye gitti, yine beni cennette kucağına alıp sevecek ve ben de o şefkatli anneciğimi ( babacığımı ) göreceğim." diye insaniyete lâyık bir tarzda yaşayabilir.
Asâ-yı Mûsa - 46
Dördüncü taife ki çocuklardır. Bunlar, hamiyet-i milliyeden merhamet isterler, şefkat beklerler. Bunlar da zaaf ve acz ve iktidarsızlık noktasında;
merhametkâr, kudretli bir Hâlık'ı bilmekle ruhları inbisat edebilir, istidatları mesudane inkişaf edebilir.
İleride, dünyadaki müthiş ehval ve ahvale karşı gelebilecek bir tevekkül-ü imanî ve teslim-i İslâmî telkinatıyla o masumlar hayata müştakane bakabilirler.
Acaba alâkaları pek az olduğu terakkiyat-ı medeniye dersleri ve onların kuvve-i maneviyesini kıracak ve ruhlarını söndürecek, nursuz sırf maddî felsefî düsturların taliminde midir?
Eğer insan bir cesed-i hayvanîden ibaret olsaydı ve kafasında akıl olmasaydı; belki bu masum çocukları muvakkaten eğlendirecek terbiye-i medeniye tabir ettiğiniz ve terbiye-i milliye süsü verdiğiniz bu Frengî usûl, onlara çocukçasına bir oyuncak olarak, dünyevî bir menfaati verebilirdi. Mademki o masumlar hayatın dağdağalarına atılacaklar, mademki insandırlar; elbette küçük kalplerinde çok uzun arzuları olacak ve küçük kafalarında büyük maksatlar tevellüd edecek.
Madem hakikat böyledir; onlara şefkatin muktezası, gayet derecede fakr ve aczinde, gayet kuvvetli bir nokta-i istinadı ve tükenmez bir nokta-i istimdadı;
kalplerinde iman-ı billah ve iman-ı bi'l-âhiret suretiyle yerleştirmek lâzımdır.
Onlara şefkat ve merhamet bununla olur. Yoksa divane bir validenin, veledini bıçakla kesmesi gibi hamiyet-i milliye sarhoşluğuyla, o bîçare masumları manen boğazlamaktır. Cesedini beslemek için beynini ve kalbini çıkarıp ona yedirmek nevinden, vahşiyane bir gadirdir, bir zulümdür.
Mektubat - 479
18 notes · View notes
inmemoried · 4 years ago
Text
Yeni ağlatıcı ve fav şarkımı buldum
5 notes · View notes
acid-gramma · 4 years ago
Note
Kolun ağrıyordu iyi mi şimdi
Hala ağrıyor ama keskin ağlatıcı ağrısı geçti
2 notes · View notes
videoandvideo-blog · 8 years ago
Text
AYAĞI KIRILAN AT NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?
Yeni içerik yayınlandı hemen incele! https://www.videotabi.com/ilgincbilgiler/ayagi-kirilan-at-neden-oldurulur/
AYAĞI KIRILAN AT NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?
Yeni Video Yayında = LEGODAN YAPILAN 10 ŞAŞIRTICI TASARIM https://www.youtube.com/watch?v=DADHB4SeEEk
KENDİNİ NE KADAR TANIYORSUN? TEST ET! https://www.youtube.com/watch?v=rbluz8iXUm8
SENCE BU YAZI NE RENK ? İLGİNÇ TEST https://www.youtube.com/watch?v=CZHxaB69t3o
HAYVANLARIN 5 SÜPER GÜCÜ https://www.youtube.com/watch?v=NTpDoFvVGPc
NADİR BULUNAN 5 KEDİ IRKI https://www.youtube.com/watch?v=ZMfJewkPlSA
SİVİLCE PATLATILIRSA NE OLUR ? https://www.youtube.com/watch?v=21aL5mW0yd4
İNSANLIK ÖLMEMİŞ DEDİRTEN 4 OLAY https://www.youtube.com/watch?v=Wn7snFw0tpQ
BALIKÇI KAMERASINA YAKALANAN 10 İLGİNÇ AN https://www.youtube.com/watch?v=1tcP6TsNM64
YERKEN SİZİ ÖLDÜREBİLECEK 8 YEMEK https://www.youtube.com/watch?v=GhBT-VJZVNg
GÖZLERİNE İNANAMAYACAĞIN 7 İLLÜZYON https://www.youtube.com/watch?v=uqy99alfZq4
RENK KÖRÜMÜSÜN ? TEST ET ! https://www.youtube.com/watch?v=HCTogaA05EA
Yeni BULMACA KANALIM https://www.youtube.com/channel/UCR3rfDiOfD1hk0IEdIwusIw
İnsanoğluna binlerce yıl fayda sağlamış ve herzaman sadık olmuş olan atlar birgün ayakları kırıldığında insanlar tarafından ölüme terkediliyor yada anında öldürülüyorlar . Peki ayağı kırılan bir at neden öldürülür ? Tek çare öldürmekmi? Hepbirlikte izleyelim.
AYAĞI KIRILAN AT NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?
Yaklaşık 6 bin yıl önce evcilleştirilen atlar; o zamandan beri ve hala günümüzde gücü, hızı, dayanıklılığı sebebiyle çalıştırılan, sömürülen türlerden biri. Düşününki bir insan olarak yıllarca başka bir canlıya karın tokluğuna hizmet ediyorsunuz. Birgün ayağınız kırılıyor ve yıllarca karın tokluğuna hizmet ettiğiniz canlı gözünü kırpmadan sizi gelip öldürüyor. İnsan olarak düşündüğümüzde hayır böyle birşey olamaz dediğinizi duyar gibiyim. Peki atların böyle bir hayatı olduğunu biliyomuydunuz ? Ayağı kırılan bir atın ölüme terkedildiğini yada sahibi tarafından direk öldürüldüğünü. Hep filmlerde görmüşüzdür . At sakatlanır ve sahibi gelip bir kurşunla atın hayatına son verir. Film nasıl olsa gerçekte böyle değildir diye düşünürüz. Ama gerçektede böyle. Kurşunla olmasada iğneyle , iğneyle olmasada ölüme terkedilerek. Bir şekilde atın idamını veriyor insanlar. İçinizden belki at acı çekmesin diye öldürüyorlardır diyenler vardır , hatta öyle sanarız hepimiz ancak öyle değil. Peki neden ? Atın iyileşme ihtimali yokmu .
Atların sağlıklı olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri bakımından anatomik yapıları gereği zamanlarının çok büyük bir çoğunluğunu ayakta geçirmeleri gerekmektedir. Bir at uzun süre yatmak zorunda kalırsa vücut ağırlıkları sebebiyle iç organlarına zarar bile verebilir.Öyle ki ağırlıklarının akciğerleri üzerinde oluşturabileceği baskıya bağlı olarak soluksuz kalma sonucunda ölmeleri bile söz konusudur.Atlar ayakta durma pozisyonunda iken ayak eklemlerini sabitleştirmeye yarayan anatomik yapılar önemli bir kuvvet harcamalarına gerek kalmadan atları kolayca ayakta tutmaya yaramaktadır.
Neden bunu anlattım biliyormusunuz . Kısacası atlar ayakta olmalılar ve uzun süre yatamazlar. Bir atın bacağı kırıldığında, kırık tedavisi için zorlu ve uzun bir iyileşme süreci gerekiyor. Yani atın ayakta durmak yerine yatması gerekiyor. Ancak bir atın o kadar uzun süre yatması mümkün değil. Bu atların doğasına aykırı. Örneğin köpekler, kırık sonrasında üç ayak üzerinde durabilirlerken atların böyle bir şansı yok. Tedavi süreçleri hem çok daha uzun sürüyor hem de bu süre boyunca sürekli yatmaları gerekiyor. Atın ayağını sabitleme olayıda epey bir zor. Çünkü at ayağa kalkma isteği duyup sürekli ayağa kalkmak için çabalayacaktır. Kırığın bir miktar iyileşmesinden sonra at ayağa kalkabilse bile tam olarak iyileşmeyen ayağın yarım tonluk ağırlığı kaldırması mümkün olmuyor.
Şimdi buraya kadarki bilgiyle atın neden ayağı kırılınca öldürüldüğünü azda olsa anladık . Ancak gelişen teknoloji ve imkanlar dahilinde bu olaydan bahsetmek mümkün değildir. Öyleki atın yatması söz konusu değilse bir askı yardımıyla at askıda tutulabilir ve hareket imkanı sağlanabilir. Eskiden böyle birşey zor olsada şuan mümkün. Tabi sahibi vicdanlı biriyse. Yada canlıya değer veriyorsa. Aslında herşeyi unutup şu konuya değinmek gerekli. Atlar, onları bir yük aracı olarak kullanmamızdan, eğlence için yarıştırmamızdan ya da eziyet çektirmemizden ne kadar memnunlar ? Seslerini çıkarmıyor olmaları hayatlarından memnun olduklarınımı gösteriyor. Bu zevklerimiz yüzünden bir gün ayakları kırıldığında öldürüleceklerini biliyorlar mı ? Bir başka canlının hayatına değinmek üzere yeni bir videoda görüşmek dileğiyle.
Videoyu sevdiyseniz ve böyle bir video daha gelmesi için beğenmeyi unutmayın . Sizleri seviyorum. Kendinize iyi bakın. Yeni bulmaca kanalımada abone olabilirsiniz.
Audionautix sanatçısının Act Three adlı şarkısı, Creative Commons Attribution lisansı (https://creativecommons.org/licenses/by/4.0/) altında lisanslıdır. Sanatçı: http://audionautix.com/
0 notes
shakespearellas · 4 years ago
Photo
ağlatıcı biri
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
The Art Of Your Name - Kimi No Na Wa 君の名は。Part One - Dir. Makoto Shinkai (2016)
64K notes · View notes
belkidebirharfimben · 6 years ago
Text
Çocuk edebiyatının tasavvufa ihtiyacı yok mu?
Nilüfer Kuyaş, Başka Hayatlar'da, 'sahne sevgisi' ile 'geriplanda kalma arzusu'nun içinde nasıl bir savaşa neden olduğunu anlatırken der ki: "Büyük çelişkiler insanı hasta eder. Ben de hastalandım. Beden isyan etmişti sonunda. Zihin hummalı bir şekilde arayı kapatmaya çalışıyordu. Aylarca süren çaba, yüzlerce sayfa felsefî görüş, uykusuz geceler. Sonunda tiyatrodan değil felsefeden mezun oluş. Bedenim kırkbeş kilo, zihnim karmakarışık, Türkiye'ye döndüm." Bu paragrafın bendeki etkisi aslında tamamen ilk cümlesiyle ilgili: "Büyük çelişkiler insanı hasta eder." Evet. Çünkü buna, kendi hayatımı da bıçağın altına yatırarak, tastamam iman ediyorum. Hatta biraz daha ilerisi: Bizde varolan her türden arızanın böylesi bir çelişkiyle irtibatlı olduğunu düşünüyorum. Biz, her neyi kendi içimizde çözemiyoruz, onu dışımıza bir hastalık/sorun olarak yansıtıyoruz. Enfüste yaşadığımız savaşlardır ki dışımıza arızalar olarak yansıyor. Gabor Mate'in Vücudunuz Hayır Diyorsa kitabında buna dair mebzul miktarda örnek vardır. Hatta kitabın tamamı şu iddia üzerine inşa edilmiştir: "Sen doğru 'hayır'ları zamanında diyemediğin zaman vücudun hayata 'hayır' demeye başlar." Zira varlığının çelişkiler üzerinde devam etmesini istemez. Güvensizlik kalpte 'kalma arzusunu' azaltır. Fakat o kitaba geçmeden, daha evvel de yazılarımda kendisinde bahsettiğim bir filmden, A Monster Calls/Canavarın Çağrısı'ndan konuşmak istiyorum. Bu filme sık sık dönüyorum. Çünkü pedagojik anlamda önemli birşeye dikkat çekildiğini düşünüyorum. Nedir o peki? Çocukların da tasavvufa ihtiyaçları var. Ne demek o? Yani, özellikle fıtrata/yaratılışa bakan vecheleriyle içlerinde neler olup bittiğini, nelerden oluştuklarını, neden böyle yapıldıklarını bilmeye ihtiyaçları var küçüklerin. George Orwell'ın Kitaplar ve Sigaralar'da dediği gibi, biz büyüklerin çocukları anlamasının tek yolu, 'kendi çocukluğumuzu hatırlamamız'dır. Evet. Ancak kendi çocukluğumuzu anımsamakla çocuklarımıza ulaşabiliriz. Yani, o zamanlar taşıdığımız-yaşadığımız duygu durumları üzerinden, çocuklarımızın duygu durumlarına 'empatik köprüler' kurabiliriz. Çocukluğunu unutan bir büyüğün çocuklarla konuşabileceği ortak bir dünya da kalmaz. Hatta öylesi büyüklere çevrelerindeki insanlar tarafından musırrane şöyle denir: "Sen hiç mi çocuk olmadın?" Evet. İletişim için gerekli olan 'mütercim odasından' yoksundur. Hem anlatamaz hem de anlaşılmaz. Çocuk edebiyatı dediğimiz şey de, bu anlamda, çocuk ve yetişkin arasında 'mütercim odasının' yeniden inşasını başarabilirse başarılıdır. Yoksa sırf bir oyalanma olarak kalır. Bir 'çok satarlık' tuzağına dönüşür. Yani, bir çocuk kitabını okuduğunda, çocuk hayatı anladığı kadar büyük de çocuğunu anlamalıdır. Yazarken ikisi birden gözetilmelidir. Ben de çocukların tasavvufa olan ihtiyaçlarını anlamada kendi çocukluğumu ölçü olarak alıyorum. Sürekli büyünen o yaşlarda, hergün dengelerin yeni baştan kurulduğu o zeminde, çocuk sürekli yeni şeyler öğrenmiyor sadece, yeni duyuşlar da yaşıyor. Bir yakınının ilk kez duyduğu vefatı, bir arkadaşının ilk kez şahit olduğu kazası, bir bültende ilk kez gözünün rastladığı bir acı, belki sarsıcı bir boşanma süreci, belki (Canavarın Çağrısı filminde olduğu gibi) ebeveynlerinden birisinin çaresiz bir hastalığa düşmesi... Bütün bunlar çocuğun dünyasına sadece yeni bilgiler değil yeni 'duyuşlar' da taşıyor. Ve çocuk her öğrendiği yeni duyuşta onu bir yere koyma ihtiyacı hissediyor. (Duyuşlara karşı tarafsız kalamazsınız.) Evet. Bir yere koyabilmeli çocuk, yoksa, bir çelişki olarak geleceğe taşıyacak onu. Yaralarla büyüyecek. O büyüdükçe yaraları da büyüyecek. Belki hastalık olacak. Mürşidim bir yerde böylesi yaralardan birisine şöyle dikkat çeker: "Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i mâneviye bulabilirler. Ve herşeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mîzac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup mesrurâne yaşayabilirler. Mesela, Cennet fikriyle der: 'Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.' Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri o zayıf biçarelerin endişeli nazarlarına çarpması, mukavemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber, ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divâne bir bedbaht hayvan olacaktı." Düşünün lütfen. Bir çocuk hem mutlu olmak istiyor hem de hergün haklarında acı çekmesi gereken, fıtratının bunu iktiza ettiği, birsürü şey öğreniyor. Bu zıtlıklar karşısında ne yapmalı? A) Mutlu olmayı boşverip tastamam Schopenhauercı bir karamsarlığa gömülmeli. B) Duyduklarını boşverip gafilane bir mutluluğa garkolmaya çalışmalı. Hangisini denemeli? Sizce? Siz hangisini seçersiniz? Bence hangi şıkkı seçse yanlıştır. Zira ikisini de başaramayacaktır. İnsan tek bir parça değildir. İnsan bir şirkettir. Bir koalisyondur. Bir birlikteliktir. Ve bu birlikteliği oluşturan parçaların bilgisine sahip olunmadan hayatta karşılaşılan şeyler de doğru şekilde anlamlandırılamaz. Parçaların inkarıyla bütünde saadete varılamaz. Burada hemen Inside Out/Tersyüz animasyonunu da hatırlayalım. Orada çocuklara duygularını doğru şekilde yönetebilmeleri nasıl öğretiliyordu? Elbette onları parçalarına ayırarak. Öfke, üzüntü, neşe, korku, nefret gibi duygular birer ayrı karaktere büründürülerek çocuk dünyasının içine yerleştirilmişti. Ve hayatında yaşadığı değişimlerin doğru şekilde karşılık bulması da, bunlardan birisinin-birkaçının istibdadıyla değil, hepsinin kendilerini rahatça ifade edebilmeleriyle mümkündü. Hayat hep neşeden ibaret değildi. Üzüntünün de onda bir hakkı vardı. İşte Canavarın Çağrısı da aslında bizi bunu anlamaya davet ediyor: Kanser hastası annesinin yaşam ve ölüm arasında aldığı yolu beraberinde adımlayan çocuk kendi içinde birçok çelişkiyle boğuşuyor. Hem annesinin hep yanında kalmasını istiyor hem de bu gergin sürecin biran evvel bitmesini. Hem annesini rahatsız etmemek istiyor hem de hislerini ona yansıtabileceği bir çatlak arıyor. (Bu çatlak genelde öfke oluyor.) Ve Canavar ona, anlattığı üç hikaye eşliğinde, içindeki bu çelişkilerle barışmasını öğretiyor. Bunların tamamı birer parçası. Birisinin onda olması diğerinin olmadığı anlamına gelmez. Kalbinden kötülük geçmesi şeytanın teki olduğunu söylemez kimseye... Ben, işte tam da bu noktada, Risale-i Nur'la geçen hukukuma bakarak ve onun tasavvufa bakan yüzünden ettiğim istifadeye dayanarak diyorum ki: Çocuklarımıza kendilerini parçalara ayırmayı öğretmeliyiz. Evet. Onlara nefislerini, vicdanlarını, lümme-i şeytaniyelerini, kalplerini, akıllarını, aklı dinlemeyen latifelerini, daha nice nice hazinelerini öğretmeliyiz. Öğretmeliyiz ki, içlerinden birisinin sesinden rahatsız olduklarında, kendilerini o parçadan ibaret sanmasınlar. Bir koalisyon yönettiklerini veya bir koalisyonun onları yönettiğini anlasınlar. Nefislerinden gelen bir arzuyla hata ettiklerinde kendilerini 'şeytanın teki' sanrılamasınlar. Bir 'euzü' sırrıyla onu ötekileştirip ondan kaçsınlar. Kalplerine gelen her fikrin, tıpkı Vesvese Risalesi'nde öğretildiği gibi, kendi malları olmadığını bilsinler. Sevmedikleri şeylerin sırf içlerinden geçmekle onların ana karakterini belirlemeyeceğini görsünler. Bu parçalı yapıyı içlerinde kurmakla hayatta karşılaşacakları zıtlıklara doğru tepkileri verebilsinler. Ben bunu, kendi çocukluğuma bakarak biraz da, çok önemsiyorum. Bu bilgi edinilmediği sürece çocuk kendisini 'uçların varlığı' olarak görmekten kurtulamıyor. Kendi hissedişlerine karşı korunamıyor. Biraz 'ondan' biraz 'şundan' sanamıyor. Herşeyi tastamam sahipleniyor. Hatta bazen "Belki de kötülük benim özümde var!" deyiveriyor. Şeytanın tuzağına düşüyor. Çocuk edebiyatı denildiği yerde 'çocuk tasavvufu'nun artık konuşulması gerektiğini düşünüyorum. Pedagoji bu mirasa yüzünü çevirmeye çok yatkın değil. Materyallerinin büyük çoğunluğu da zaten Batı'dan geliyor. Halbuki biz buranın çocuklarıyız. Buranın tanımları üzerine kuruluyuz. Şifamızı da yine üzerinde yeşerdiğimiz tarlada aramamız gerekmez mi? Bu noktada elimizi durduran tek şey tasavvufî metinleri 'çocukça' anlatabilmek. Bunu başarırsak tamamdır. Ne diyelim? Tevfik her vakit Allah'tandır.
1 note · View note
nisamisa · 3 years ago
Text
hayat çok zor ya en iç dikenleyici korkutucu ağlatıcı çığlığı atsam anca biyüzde iki fln düzelir
0 notes
blackworldsman · 3 years ago
Note
Ağlatıcı
Neden
0 notes
sinemafilmtarihi · 5 years ago
Link
0 notes
batuvansss · 7 years ago
Note
Ya abi sevdiğim çocuğun başkasıyla çıktığını öğrendim üzülmeyeyim ağlamayayım diyorum dashboardda bi bakıyorum ağlatıcı postlar rblemişin naptın abiiimm
Abim @hebelehubeleblog gir ve gül
1 note · View note
dogumgunumesajlari · 8 years ago
Text
Ağlatan Sözler, Ağlatıcı Sözler
Anlamlı ağlatan sözleri sayfamızda bulabilirsiniz. Bu duygu dolu sözleri eşinize, dostunuza, sevgilinize paylaşabilirsiniz. Sevdiğiniz kişiye, sayfamızda bulunan ağlatıcı sözleri sms yoluyla veya sosyal medya üzerinden yollayabilirsiniz. Sayfa içeriği; ağlatan sözler, ağlatan mesajlar, kısa ağlatan sözler, anlamlı ağlatan sözler, etkileyici ağlatan sözler, ağlatan sözler facebook, ağlatan sözler twitter, ağlatıcı sözler, ağlatıcı mesajlar, ağlatan sms
AĞLATICI SÖZLER, AĞLATICI MESAJLAR Aynı kitapları okur, aynı filmleri izler, aynı müzikleri dinlerdik. Herkesten farklıydık biz... Biz gerçekten ayrıydık. Şimdi ne okusam, ne izlesem, ne dinlesem hemen elim telefona gidiyor sonra o eskidendi diyorum çünkü biz artık gerçekten ayrıydık... Bırak hayatım bana kalsın al anılar sende kalsın ver sevgimi belki o zaman anlarsın. Örselenmiş bir çocukluk işte benim bütün hikâyem. Kaç sevda geçse de üzerinden bu yıkıntıları onaramazsın. İstersen hiç başlamasın geç kalmışız birbirimize, yanlış kapılarda geçmiş bunca yıl dönemeyiz artık ilk gençliğimize, istersen hiç başlamasın söz verelim kendimize... Sorarlarsa beni sana; sevilmeden seviyordu de! Ne kadarda saftı de! O kadar seviyordu ki kaldıramadım de! İçin de bir ateş yaktım halen yanıyor de! Gitmeyince aramayınca eridi bitti de! Bir de dünyası vardı onu da ben kararttım de! Kendi eliyle bir çukur kazdı. Ben de gömdüm de... Şimdi sensizliğin naklen mutsuzluğum yayınlanıyor. Ve herkes çektiğim sensizlik acısını canlı izliyor. İnanır mısın be sevgilim, yokluğun reyting rekorları kırıyor. Bazen sadece seninle konuşsun istersin. Ama o herkesle konuşur, sana susar. Bilsem ki bir daha hiç dönmeyecek, bilsem ki gözyaşım hiç dinmeyecek, utanmam sıkılmam mutsuzluğuma, şimdi sensiz cehennemde yaşlanacağım. Yüreğim hep gururuyla övündü. Burada gidene dur denilmiyor. Günler sensiz geçer oldu, yüreğim benden gider oldu. Baharı beklerken güzelim, hep güneşi arar oldum. Her şeyin bir sonu var ama sonu yok ki düştüğüm yerin. Sana değil artık güzelim, ah ölüme koşar içim... Benim de zaten hiç gücüm yok, yüzüm yok, hiç umudum yok. Ama bil ki farklı bir hayaldi. İşkenceydi bazen, bazen çok güzeldi. Ama anlıyorum sesinden, kurtulmuşsun sen nokta konmuş, bitmiş en güzel hikâyem. Gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış.. Gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi… Ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek. Ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken... Canı yanan sabretsin, canı yakan, canının yanacağı günü beklesin. Üç yanlışım oldu. Tanıdım, güvendim, inandım! Bir doğrum oldu. Sevdim ama üç yanlış, bir doğruyu sildi. Gel de birbirimizin kadrini bilelim. Çünkü ansızın ayrılacağız birbirimizden... Eskiden karanlıklardan ve yağmurlardan korkardım şimdi ise yağmurlar gözyaşım oldu, karanlıklar ise sırdaşım oldu. Bazen insan ''Seni seviyorum'' diyemez. Sadece ''Sana da iyi geceler'' demekle yetinir. Ah be çocuk ah! Seninki, masalda ki pamuk prensese âşık olmak değil. Uyutulduğun ninnideki bostana giren danaya yüreğini vermek... Uzaklaşmak iyidir. Birinden, bir şeyden… Uzaklaşmak bazen, yakınlaşmaktan da iyi gelir. Başkasını sevmen, bana acı verir mi sandın? Sen beni de sevmemiştin ki zaten. Çocuktum işte, öyle inanmıştım ki döneceğine... Kimseyi kırmayayım diyorum, bir de bakıyorum kendim paramparçayım. Sanma ki sevmekle usanır bu yürek. Kaderde varsa eğer, sevginle ölmesini de bilirim elbet. Zannetme ki beklemekle usanır yürek. Bir değil bin ömrüm olsa da beklemesini bilirim elbet. Ağlamak gözlerdeki yaşı boşaltır, acın ise hep taze kalır. Geçirdiğimiz günlerde güldüğümüz yerlerde şimdi hazan rüzgârları esiyor gidiyorum rüzgârın estiği yere... Gül şimdi ağlayan gözlerime bakarak gül! Yarınların için gül çektiğim acılar için gül sen hep gül beni düşünme gülüm. Çok sahiplenmeden seveceksin mesela. Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, hem de hep senin kalacakmış gibi... Mızıkçılık yapmadan, oyununun kuralına uyup, yalanlarına inanıyormuş gibi yaptım. Devam etmiştim beni sevdiğine inanmaya... Havam bozulmaya başladı yine. Gözlerim de dolmaya. Sanırım içimde bir yerlere sen yağdı gece gece. Serçe kadar yüreğimin, gökyüzü kadar sancısı var bu gece... Acılarıma sabır ve zaman sürdüm şimdi geçmelerini bekliyorum. İmkânsızı beklemek gibi... Ağlayan kalbime yoktur derman, sensiz kaldım dinlemiyor gönül ferman, adını aldığımda ağzıma sözlerim ağlar o anda seviyorum seni bunu unutma. ''Hayatta sevmem'' dedin ya, bunun ahireti de var, umutlanıyor insan işte... Ağlıyorsa gözlerim kurumuş aşkımızın yeşermesi orjinalsozler.com içindir bebeğim sen anlamazsın ben anlatıyorum gözyaşlarıma seni... Bu kentin en tenha yeri kalbimdir şimdi... Bir sonraki sessizliğim senin için güzelim zamansız gelen ayrılıklar kalbimi yaralar ağlayan gözlerim elbet bir gün aşk acısı için değil hayat acısı için ağlar. Bin defa yalan olsan da inanırdım hep sana.. Sen beni kandırmadın, ben sana inanmayı seçtim. Hepsi bu. Senin de sevdiğini sanmıştım. Ya da öyle olmasını istediğim için, kendimi buna inandırmıştım. Ne garip bir hayatım ve yalnızlığım oldu. Depozitolu bir yalnızlıktı benimkisi. Kim alsa geri getirdi. ''Zamana bırakalım her şeyi'' dedi. Ya beni kime bırakacaksın, dedim sustu. Bir daha öldüm. Birisini unutmak zorundaysanız bunu sindire sindire yapın. Çünkü zamansız öldürdükleri yürekte amansız dirilir. Kolumuzu ısırarak saatler yapardık küçükken, sanki zamanın canımızı acıtacağını anlarmış gibi... Güzel olsan da kalmaz bu dünya, mecnun olsan da güvenmem artık sana, artık herkes kendi yoluna ben seçtim yolumu sana elveda... Biz de unutmuş gibi yaparız. Hiç kırılmamış, hiç ağlamamış gibi... Uykusuz gecelerimde gözyaşlarımla yazdım adını kalbime güneşsiz günlerimde kanımla suladım resimlerimizi yeniden gelirsin diye... Arada bir yokluyorsun sol yanımı. Öyle bir seni seviyorum dedin ki inan olsun kalbime indin. Bir gün ölürsem haberim sana gelirse mezarımın başına sakın gelme sadece elini kalbine koy ve özür dile belki o zaman mutlu olurum. Keşke yanımda olsaydın demiyorum, biliyorum ki; isteseydin olurdun. Eğer bir insanı gerçekten unutmak istiyorsan onunla yaşadıklarını değil, onun sana yaşattıklarını hatırla... Kimine git dersin değerli olursun, kimini canından çok seversin gereksiz olursun. Pişman değilim! Sadece dön bak arkana; ne için, nelerden vazgeçtin? Neler dururken, sen neyi seçtin. Adın ki en güzel kelimedir dağarcığımda ne zaman ansam; kelimelerim kendini asar darağacında... Sen yine de bana, nasılsın? Diye sorma. İyiyim desem yalan olur; kötüyüm desem inancıma dokunur. En güzeli, şükre vurayım. Ömrümün her gününde, asırlık elem saklı... Adın kalbime mühür artık, dilde yasaklı... Yalnızlığımda çoğalıp, kalabalıkta eksiliyorum. Ve öylesine kalabalık ki yalnızlığım; ne yana dönsem sana çarpıyorum. Gelecekten de pek umutlu değilim artık. Adı gelecek olsa ne olur, seninle gelmedikten sonra. Eyvallah ne güzel bir sözdür. Bazen kabulleniş, bazen boş veriş, bazen yol veriş; ama sonunda hep bir rahata eriş...  Ne garip bir dünya bu. Aklımdasın diyen balıklar, ömrümsün diyen kelebekler gördüm. Her şeyin kıymetini bilirim ben. Bana ışığın kıymetini göstermen için dünyamı karartmana gerek yok. Bakmayın öyle tabii ki de ağlamıyorum, giden sevgilinin ardından su döküyorum. Kalbime saray inşa etmeye çalışman çok güzel bir davranış. Ama keşke temeli atıp, derince kazdıktan sonra bırakıp gitmeseydin… Ne güzel demiş şair: ''Şimdi ben mutluluğa müebbet yesem, kesin yarın af çıkar.'' Yağmur dökülüyor şehrime... Bardaktan boşalırcasına... Bu son diyorum bu son! Her defasında bitirdiğim yerden başlıyorum yine sana aşka... Ne olurdu zamanla geçecek değil de zamanla gelecek deselerdi... Dünyaları sığdırırdım yüreğime.. Derdin bana bir zamanlar. Dünyaları sığdırırken yüreğine, beni sığdıramadın mı? Boğazıma takıldı sevdan. Üç kere sırtıma vur helal de, alışık değilim harama ondan olacak herhalde... Alt yapısı olmayan bir şehir gibiyim... Ne zaman hüzünlensem gözlerimi su basıyor. Ve ne zaman seni düşünsem, kalbimin trafiği aksıyor. Sizler de sitemize katkıda bulunmak istiyorsanız; yorum bölümünü kullanarak yeni güzel sözler ekleyebilirsiniz.
0 notes
unutulmayankareli · 6 years ago
Video
tumblr
Yüzüne özlem duyduğum seni görmek için can attığım günlerdendi bugün yine ama olmadı senin hayatında biri var ve ben hala sana diye yazıyorum bu yaptığım doğru bişey değil biliyorum hayatında biri varken benim hala sana karşı yazmam doğru değil fakat bu yazdıklarımı kimse bilmiyo aslında bir ben birde bu sana ait açtığım tumblr. Neyse 731 gün oldu bugün tam tamına dile kolay ama bana zor olan koskoca 2 sene. Ben senin dağınık olduğunu bildiğim halde bile bile geldim sana. Bunu bile bile sevdim seni. Dağınık bir insan zaten yorgundur, beni dağıtmaz, dağıtamaz dedim. Fakat sen, seni bir başkası dağıttı diye beni de kimsenin toplayamayacağı bir biçimde güzel dağıttın. “Olsun.” dedim, dağıtacaksa beni yalnızca o dağıtsın. Sen dağıt istedim Senden gelen her acıya razıydım. Ama sen bana gecenin bir saati yatağın bir ucuna oturup, yastığımı ısırarak ağlamakla sabahı edemeyeceğim geceler, tek başıma yürümekle bir yere varamayacağım yollar, bir daha kimseyi sevemeyeceğim kadar büyük acılar ve pişmanlıklar bıraktın. Sen farkında değildin belki ama ben sana ne yaparsam yapayım yaranamadım. Başkasını sevdiğini bile bile yaralarını sarmak için sana gelerek ben en çok da kendimi acıttım. Mutlu olman ve içindeki acıyı biraz da olsa hafifletmek için çok şey denedim ama olmadı yine de farkına varmadın. Sen her defasında, seni toplamaya çalışan bir insanın yüzüne eski sevgilinin sana bıraktığı acıların, izlerin gözyaşlarını döktün. Başkası için çok acı çektiğini hissettim, gördüm tıpkı benim sende acı çektiğim gibi. Bu hepsinden daha acıydı ve boşlukta gibiyim ne yapacağımı, hangi yöne gideceğimi inan bilmiyorum, bilmeden ilerliyorum. Dönüp arkama baktığımda mahvettiğim onca şey, Pişmanlıklarım var. Yıkıntının ortasında kalakaldım. Hala çoğu şeyi aklım almıyor şaşkınlık içindeyim gecelerce düşünüyorum. Nasıl bu kadar berbat oldu diye. Ama ben seni çok sevdim seninleyken bile oturup çok düşündüm hani Kimileri oturur saatlerce, kimileri ise oturur günlerce düşünür ya Ben aylarca düşündüm sana yaptıklarımı, akan gözyaşlarımın haddi hesabı yok. O kadar çok ağladım ki, sesimi benden başka duyan olmadı. O kadar çok çabaladım ki, çabalarımı benden başka gören dahi olmadı. Her şarkıda anlam buldum, bu çalan şarkı hani seninle bağ evinde oturup dinlediğimiz senin açtığın şarkı “ex love” düşündürücü şarkı demiştin evet haklıydın çok düşündürücü ve ağlatıcı bi şarkıydı o şarkı da bile bana armağan ettiğin bir çok şarkıda tekrar tekrar ağladım. Ağladıkça kendime kızdım. Gece parıldayan bir yıldız görsem anlam aradım. Kendi kendime gelin güvey oldum, gelin güvey oldukça umutlandım, umutlandıkça tekrar üzüldüm. Aylardır beslediğim hayalim, beni olmayacak umutlar besleyip, kendimi değersiz hissetmemden başka hiç bir işe yaramadı. Gel diyorum her şeyi bir kenarı bırak çık gel. Biliyorum kalp’ den kalbe dolaşıp bende son bulacaksın🙏 Olduğun yerde gülüşüne iyi bak.. Ex love❤
~BAL 🌹
20.07.2018 |02.52|
#kareli
0 notes
selahattinmete · 7 years ago
Photo
Tumblr media
İbrahim (a.s.)'ın Mücadelesi Şimdi size hayatı putperestliğe karşı kahramanca mücadeleler içinde geçen bir ALLAH dostunu, Peygamber Hz. İbrahim'i anlatacağız. Daha doğrusu Hz. İbrahim'in bazen ağlatıcı, bazen güldürücü ve her zaman düşündürücü hadiselerle dopdolu şerefli tüm hayatını değil de sadece bir yanını gözler önüne sereceğiz.  Hz. İbrahim'in hayatının büyük bir kısmı vaktiyle Mısır halkının başında Kenan oğlu Nemrut adında zâlim ve sapık bir hükümdara karşı açtığı yılmaz mücadele ile geçti. Bu büyük Peygamber'in Mısır'a vararak orada mücadeleli bir hayat sürdüğünü şu âyetten anlıyoruz:  "İbrahim (a.s.) şöyle dedi: Rabbimin beni hidayet yoluna eriştireceği yere (Mısır'a) gideceğim." (Saffât sûresi, 99) Kur'ân'ın bir âyetindeki ilâhi ifadeden öğrendiğimize göre kendisini-hâşâ- Tanrıların en ulusu sanan ve kulu kölesi bildiği insanları nefsanî hırsları ile zâlim saltanatının esiri ve mahkûmu olarak yaşatan çılgın Nemrut; İbrahim Peygamberin gönülleri tek ALLAH'A ısıtan güçlü soluğunun yalancı saltanatını temelden sarsmaya başladığını anlar. Böylece de İbrahim-Nemrut mücadelesi bayrak açar. Hürriyete, hakikate ve nura susamış ruhların akın akın ALLAH elçisinin safına katılmaları karşısında, her türlü yıldırım metotlarını denemeye girişen zorba hükümdar, en son olarak Hz. İbrahim'i büyük bir ateş yaktırtarak içine atar. Fakat bu denemesinde de başarısızlığa ve hayal kırıklığına uğrar. Çünkü yardımı her yere erişen sınırsız kudretin sahibi ALLAH (c.c.) ateş yerini nadide bir gül bahçesi haline çevirir. Devamı yorumda okuyalım inşaALLAH 🌹 Daha fazlası için sayfamıza bekleriz.😊 👉@allah.askiyla.yanan.kalpler Resimlerimizi paylaşırken sayfamızı etiket yapalım inşaALLAH ❤ Hayra vesile olan hayrı yapan gibidir biznillah 😉🕋💕 @allah.askiyla.yanan.kalpler #allahaşkıileyanankalpler #iman #freeQuds #islam #kissadanhisse #gününsorusu #kuran #müsluman #ihlas #edep #haya #takva #diniresimler #fani #dünya #ahiret #kabir #tesettür #cilbab #çarşafışerifaşktır #respot #repost @allah.askiyla.yanan.kalpler
0 notes
fakirogrenci · 8 years ago
Text
New Post has been published on Dini Hikaye
New Post has been published on http://www.dinihikaye.com/ibrahim-a-s-in-mucadelesi/
İbrahim (a.s.)'ın Mücadelesi
Şimdi size hayatı putperestliğe karşı kahramanca mücadeleler içinde geçen bir Allah dostunu, Peygamber Hz. İbrahim’i anlatacağız. Daha doğrusu Hz. İbrahim’in bazen ağlatıcı, bazen güldürücü ve her zaman düşündürücü hadiselerle dopdolu şerefli tüm hayatını değil de sadece bir yanını gözler önüne sereceğiz.
Hz. İbrahim’in hayatının büyük bir kısmı vaktiyle Mısır halkının başında Kenan oğlu Nemrut adında zâlim ve sapık bir hükümdara karşı açtığı yılmaz mücadele ile geçti. Bu büyük Peygamber’in Mısır’a vararak orada mücadeleli bir hayat sürdüğünü şu âyetten anlıyoruz:
“İbrahim (a.s.) şöyle dedi: Rabbimin beni hidayet yoluna eriştireceği yere (Mısır’a) gideceğim.” (Saffât sûresi, 99)
Kur’ân’ın bir âyetindeki ilâhi ifadeden öğrendiğimize göre kendisini-hâşâ- Tanrıların en ulusu sanan ve kulu kölesi bildiği insanları nefsanî hırsları ile zâlim saltanatının esiri ve mahkûmu olarak yaşatan çılgın Nemrut; İbrahim Peygamberin gönülleri tek Allah’a ısıtan güçlü soluğunun yalancı saltanatını temelden sarsmaya başladığını anlar. Böylece de İbrahim-Nemrut mücadelesi bayrak açar. Hürriyete, hakikate ve nura susamış ruhların akın akın Allah elçisinin safına katılmaları karşısında, her türlü yıldırım metotlarını denemeye girişen zorba hükümdar, en son olarak Hz. İbrahim’i büyük bir ateş yaktırtarak içine atar. Fakat bu denemesinde de başarısızlığa ve hayal kırıklığına uğrar. Çünkü yardımı her yere erişen sınırsız kudretin sahibi Allah (c.c.) ateş yerini nadide bir gül bahçesi haline çevirir.
Bu başarısızlığından ve hayal kırıklığından sonra zorba ve küstah Nemrut başka bir metod denemesine kalkışır.
Zorba hükümdar bütün yol ve kavşak noktalarına diktiği vergi memurları aracılığıyla oralardan gelip geçen güzel kadınları toplattırır. Memurlar yoldan geçen kadınları kontrol ederek güzellerini seçmekte ve kırbaç darbeleri altında zorla erkeklerinin elinden almaktadırlar.
İşte bir yolculuğa sırasında aynı küstah ve zorba memurlar İbrahim Peygamberin eşini de kontrol ederler. Güzel mi, çirkin mi diye, Hz. İbrahim’in eşi Sâre, devrinin en güzel ve câzip kadınlarından biridir. Hatta kesinlikle söyleyebiliriz ki, o devirde böylesine tabii güzelliğe sahip bir ikinci kadın göstermek mümkün değildir.
Daha önceden zâlim hükümdarın bu çirkin ve vahşi tabiatını öğrendiği için karısı Sâre’yi kilitli bir sandıkta saklayan İbrahim’in sevgili eşini, şımarık memurlar sandıktan çıkararak, “Bu kadın, tam hükümdarımızın ağzına lâyık” diye de sulu sulu alaylar yaparlar. İki cihan güneşi Hz. Peygamberimizin atası olan İbrahim Peygamber ise, “O, benim eşim değil, kız kardeşimdir” diyerek gözleri önünde namus ve şerefine uzanan kirli ellerden uzaklaşmak istiyordu. Fakat boşunaydı.
Midesiyle hükümdarlarına sadık bir köpek gibi bağlı bulunan memurlar, belki büyük bir mükâfat koparırız ümidiyle Sâre’yi yakaladıkları gibi doğruca canavar ruhlu Nemrut’un kirli ve vahşî ellerine teslim ediverirler.
Bu sırada yüce Allah (c.c.) Hz. İbrahim’in kalb gözünü tamamen açmış, O da zorba hükümdarın güzel eşi Sâre’ye karşı yaptığı bütün hareketleri saniyesi saniyesine, sarayın dışından, yanındaymış gibi izliyordu. Sâre’yi gören zorba Nemrut ise onun çekici güzelliği karşısında çılgına dönmüş ve kuduran arzu ve ihtiraslarıyla ellerini ve bacaklarını okşamak istiyordu. Hz. İbrahim de çılgın şehevî arzularının pençesi altında karısını inletmek isteyen Nemrut’a ellerin tutmasın diye beddua ediyordu. Ellerine ve bacaklarına birden inme inen Nemrut ne yapacağını şaşırmış ve şehvetten kan bürümüş gözleriyle bir yandan Sâre’yi yiyecekmiş gibi süzerken, bir yandan da çaresizlik içinde kadına, “Sen sihirbazsın. Benim ellerimi, ayaklarımı bağladın. Sana yaklaşamıyorum” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Bu acı bağırışlara daha fazla dayanamayan Sâre gerçeği ortaya döktü ve bunu şu sözleriyle dile getirdi: “Ey zorba hükümdar, ben sihirbaz değilim ama Allah’ın dostu İbrahim’in eşiyim. O yüzden bana dokunmaya hakkınız yok. Zâten eşim İbrahim de bana uzanacak ellerinizin ve ayaklarınızın kuruması için bedduada bulundu. El ve ayaklarınızın kuruması bundan ileri geliyor. Eğer tövbe edip Allah’a yönelirseniz elleriniz ve ayaklarınız yine eski hâline dönecektir.”
Çaresizlik içinde Allah’a yalvarıp yakaran Nemrut’un elleri ve ayakları hemen o anda eski halini alır. Sonra Sâre’ye bakar. Yine birden şehevî arzuları kabarınca dayanamayıp sarkıntılık etmeye kalkışır. Bu defa sarkıntılığın cezası olarak Allah (c.c.) gözlerini kör eder. Yine büyük bir şaşkınlığa kapılan Nemrut birden tövbe etmeyi hatırlayarak; gözlerine kavuşturması ve kararan dünyasını aydınlığa eriştirmesi için Allah’a eşsiz bir samimiyetle niyaz eder. Tövbesi kabul olarak eski aydınlık dünyasına döner.
Hemen belirtelim ki henüz daha bu hadise de zorba Nemrut’un aklını başına getirmemiş ve Allahlık iddiasından vazgeçerek, O’nun karşısında aciz bir kulu olduğunu idrâk ettirecek bir seviyeye eriştirmemiştir. Tekrar eşsiz güzelliğe sahip olan Sâre’ye sahip olmak arzusuyla harekete geçer. Bu kötü ve doğru bir istikamet olmaz, niyetinin cezasını bütün vücud azalarına inme inmesiyle ödedi. Fakat üçüncü defa gerçekten tövbe etti. Sâre’ye hiç dokunmadan eşi Hz. İbrahim’e teslim etti. Hz. İbrahim’den çok çok özür diledi, samimi gözyaşları döktü, bağrını, pişmanlık ile dağladı. Yüce Allah da bütün vücud azalarını eski haline soktu. Böylece de bir yandan namusuna ve şerefine leke düşürmeden bütün temizliğiyle kavuşarak, diğer yandan da zorba hükümdarın çirkin ve arsız hareketlerini kırarak Hz. İbrahim (a.s.) çifte başarıya erişmiş oldu.
Hikâyenin burasında bir inceliğe dokunmadan edemeyeceğiz. Sâre, güzel, çekici ve namuslu bir kadındır. Allah dostluğunu hak eden İbrahim Peygamber Sâre’ye son derece tutkundur. O yüzden de yüce Allah (c.c.) Sâre’yi Nemrut’un çirkin tecavüzüne uğramaktan korumuştur. Hatta hayatı boyunca Sâre’ye hiçbir yabancı el dokunamamıştır.
Şimdi şöyle düşünelim. Müminin gönlünden taşıdığı ve tüm yaşantısında söz ve hareketleriyle gereğini yerine getirdiği “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Rasûlullah (Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir)” cümlesini, yüce Allah (c.c.) çok sevmektedir. Hemen söyleyelim ki İbrahim Peygamber’in sevgili eşi Sâre’ye hiçbir düşman eli dokunamadığına göre, yüce Allah’ın sevdiği ve dost bildiği gerçek müminlere amansız düşmanları olan lanetlik şeytan nasıl olup da dokunabilir, zarar verebilir, onları baştan çıkarabilir? Asla!
Bu ince noktayı dile getirdikten sonra hikâyemize devam edelim. Zorba hükümdar Nemrut, bütün vücud azaları eski halini alıp tam sıhhatine kavuşur kavuşmaz Hacer adında genç bir kadını getirerek Sâre’ye hediye etti. Sâre de bu genç kadını eşi İbrahim’e hibe etti. Ardından da, “Êy İbrahim, senden çok çok özür dilerim. Çünkü benim yüzümden çok üzüntü çektin. Bundan böyle sakın üzüntüye düşme. Çünkü yüce Allah (c.c.) aramızdaki perdeyi kaldırmıştır. Bunca zahmet ve sıkıntılara karşılık da şimdi sana bu kadını hediye ediyorum.
Netice olarak zorba hükümdar Nemrut, Allahlık iddiasında bulunmanın bu duygusunun mahsulü olan ve tâ namus ve şereflere kadar uzanan zorbalıklarının, yüce Allah’ın bir imtihanı olarak (daha sonra eski hallerine iade edilmelerine rağmen) ellerinden, ayaklarından, gözlerinden ve daha sonra tüm azalarından olmaktadır. Buna karşılık ise, Sâre güzellik ve çekiciliğine, Hz. İbrahim de bir Peygamber olarak her konuda Allah’ın sınırsız yardımına mazhar olmasına rağmen, Sâre doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamakta, İbrahim Peygamber de alçak gönüllülüğü elden bırakmamaktadır.
Yüce Allah (c.c.) cümlemizi büyüklük taslamaktan uzak tutan ve haddini bilerek kulluk vazifelerini gereği gibi yerine getiren alçak gönüllü kullarından eylesin, âmin… (Seb’ıyyat)
0 notes