Tumgik
#Yurttaş Gazeteciliği
yenicagkibris · 6 months
Text
Yurttaş gazeteciliği ve özel hayatın gizliliği - Latif Aran
Yurttaş gazeteciliği nedir? Yurttaş gazeteciliği, geleneksel gazetecilik süreçlerinden tamamen ayrı ve bağımsız olarak, profesyonel veya amatör kişilerce gerçekleştirilen; haberi ve bilgiyi araştırmayı, toplamayı, yazmayı ve internet veya diğer yeni iletişim teknolojilerinden faydalanarak yayınlamayı içeren faaliyete verilen genel bir addır. Yeni ortaya çıkmamıştır. 1980’li yıllardan beridir bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
antalyamemurlarcom · 2 years
Text
Akdeniz Üniversitesinde "İnternet Çağında Haberci Olmak" söyleşisi düzenlendi
Tumblr media
ANTALYA (AA) - Anadolu Ajansı (AA) Antalya Bölge Müdürü Mustafa Yıldırım, Akdeniz Üniversitesi Toplumsal Bilimler Meslek Yüksekokulunda (MYO) düzenlenen "İnternet Çağında Haberci Olmak" bahisli söyleşiye katıldı. Üniversitenin Muratpaşa ilçesindeki yerleşkesinde bulunan MYO'nun Dede Korkut Konferans Salonunda düzenlenen söyleşide konuşan Yıldırım, gazetecilik mesleğinin son 25 yıldaki dönüşümünü anlattı. Dijital teknolojinin gelişmeye başladığı 2000'li yıllardan itibaren mesleğin teknik manada kolaylaştığına değinen Yıldırım, bu durumun çeşitli dezenformasyonlara ve bilgi kirliliğine de neden olduğuna dikkati çekti. Bu kapsamda muhabirin hakikat ve teyitli bilgiye süratlice ulaşmasının ehemmiyetinin arttığını belirten Yıldırım, "Gelişen teknolojilerle birlikte yurttaş gazeteciliği de arttı fakat gazeteci olmayan birinin yanlışsız bilgiye, haberin ayrıntılarına ulaşması kolay değildir. Enformasyon çağında gerçek bilgiye ulaşmak muhabirin kıymetini arttırıyor. Bu nedenle temel seviyede gazetecilik unsurlarının günümüzde daha gerekli olduğunu gözlemliyoruz." dedi. Yıldırım, gazetecilik mesleğinin kendi içerisinde alanlara ayrıldığını hatırlatarak, şunları kaydetti: "Örneğin etraf bahisli bir haberi etraf alanında bilgi sahibi olan bir gazetecinin yazması haberi daha tesirli ve anlaşılır kılar. Yıllar içerisinde gazetecilik mesleğinde uzmanlaşmanın bariz bir biçimde arttığını ve ehemmiyet kazandığını söyleyebilirim. Bu nedenle gazeteciliği bir meslek olarak düşünen gençlere bir alanda uzmanlaşmalarını tavsiye ediyorum. Gazetecilik mesleğinin çeşitli alanlarda entelektüel birikim gerektirdiğini unutmamak kaidesiyle öğrenci arkadaşlarımıza kendilerini bir alanda geliştirmelerini öneriyorum.” Konuşmasının akabinde öğrencilerin sorularını yanıtlayan Yıldırım, alandaki tecrübe ve deneyimlerini aktardı. Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Burhan Özkan'da katkıları için Yıldırım'a teşekkür evrakı takdim etti.   Read the full article
0 notes
seslimeram · 5 years
Text
Çürümeyi Hiçbir Söz Örtbas Etmiyor!
Tumblr media
Çürümeyi hiçbir süslü laf örtbas edemiyor. Hiç ama hiçbir hamle var edilmiş, devamlılığı sağlama alınmış, karanlığı gizlemeye kafi gelmiyor. Cerahat güncellenirken, yanan / ateş düşen başka bir yermiş gibi bir tahayyül işlenirken “cürüm” herkesi kuşatıyor. Anlatıp da durduğumuz bir mübalağa ya da tevatür değil, bunun sürekli yeniden bina edildiği bunca kötülüğün günbegün yinelendiği bir hakikat tasviri olduğu şimdi açık değil midir? Yerle bir olunan insanlıktır! Yerle bir edilen umuttur. Yerle yeksan kılınan hayatın müşterekler bahsidir. Yerle yeksan olunup üstünde tepinmeye devam olunan şey hayat hakkıdır.
Çürüme güncellenirken oluşturulan cerahat her yeri kapsarken ‘insan’ unutuşa terk edilir. İnsana dair olan ol asgari müşterek sözsüzlüğün gizil sahasına yollanmaktadır. Unutuşu, mütemadiyen kılarak ortalıkta imal edilen tüm fecaatlerin kaybedilebileceği tahayyül olunur. Oysa devlet denilen makam / mekanizma bu hali var ederken yeni denilen yerde de o eskiyi canlandırır. Unutturmak şöyle dursun geçmiş, aslen geçmeyen hep şimdidedir. Unutturmak bir yana hakikat hep şimdiyi kapsayandır var edendir.
Çürümeyi artık hiçbir laf gizlemiyor. Çürüme hali hiçbir türlü sonlanmıyor. Nüksetmiş ve devamlılığı sağlama alınmış, yenilenmiş yinelene gelen her dem hemen hemen her yeri kuşatan devletli aklının var ettiği her şey bu bahsi güncelliyor. Bir yaşatan vatan / saha / yer imi geri konulmuyor. Biyopolitik olanın güncelliği böyle devam olunuyor. Bedene kastın nasıl biçimlendirildiği var edilmiş yeni ülke şablonunda bariz kılınıyor. Yersiz ya da evham değil artık vatan yaşatan değil tüketen ve çürüten bir sahanın ta kendisi kılınıp yenileniyor. Mültecilerden sıradan halkına, gazetecilerden belediye başkanlarına, şehirli ya da köylüsüne, kadınından lgbtiq ya da gayrimüslim kimliğine haiz olanlara her durumda her şartta o yaşatmama hali kafaya kakılıyor!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Libya'da askerlerin yaşamını yitirmesine dair yayımlanan haberlere gazetelerinde yer verdikleri için 6 Mart’ta ifadeye çağrılan Yeni Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ferhat Çelik ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser, ifade işlemlerinin ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Savcılığın itirazı üzerine yeniden gözaltına alınan Çelik ve Keser, “istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme” iddiasıyla 8 Mart’ta tutuklandı. İstanbul 5'inci Sulh Ceza Hakimliği tarafından tutuklanan Çelik ve Keser, Silivri 9 No'lu Kapalı Cezaevi’ne götürülmüştü. Avukatlarıyla görüşme gerçekleştiren Çelik, kararın hukuki olmadığını ve siyasi saiklerle verildiğini söyledi.
Çelik, avukatı aracılığıyla gönderdiği notta, “Tüm arkadaşlara sıcak sevgi ve selamlar. 30 küsur yıllık basın tarihimizdeki faili meçhuller, bombalamalar, işkence, on yıllara varan tutuklamalar yanında tutukluluğumdan zul addederim.  
Birçoğunuz soruşturma dosyasını gördü. Hukuki olmadığı siyasi saiklerle karar verildiği çok açıktır. Öyle ki beni tutuklayan hakimin duruşma boyunca agresif tavırları, mübaşirlere bağırıp çağırması, elini masalara vurması, iki defa (Biri gelen telefon üzerineydi) salondan çıkması nasıl bir baskı olduğunu gösteriyordu. Ben gayet iyiyim. Şuan tek tutuluyoruz. Yakında aynı koğuşa alınırız sanırım. Beni bilirsiniz, hep bu ceberut iktidarın gitmek üzerine olduğunu söylerim. Bu inancımdan zerre kaygım yok. Sizlerin de özgür basın gerçeğinde hakikati yazacağınızdan şüphem yok. En kısa sürede görüşmek dileğiyle…” ifadelerine yer verdi.”
Çürümeyi hiç ama hiçbir süslü laf örtbas etmiyor artık. Güncellik, varılan eşik, sözün de sesin ve seslendirilenin üstünün alelade örtülmesini bildiriyor. Oysa hiçbir şey saklı / giz perdesi ardında kalmıyor. Gazeteciliği suç kılan, görünen ve duyurulmuş olanın herkesle ve herkesin haberdar olduğunu devlet sırrı sayan bir zihniyetin ulu orta kırıma devam hali bizatihi o tahayyüldür çürüme, değil mi? Yeni Yaşam Gazetesi’nden aktaralım: “Libya’da yaşamını yitiren askerlere ilişkin yapılan haber için 6 Mart’ta ifadeye çağrılan gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ferhat Çelik ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser, ifade işlemlerinin ardından adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Savcılığın itirazı üzerine yeniden gözaltına alınan Çelik ve Keser, “istihbarat faaliyeti ile ilgili bilgi ve belgeleri ifşa etme” iddiasıyla 8 Mart’ta tutuklandı. Odatv Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Odatv Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Odatv muhabiri Hülya Kılınç ve Yeni Çağ gazetesi yazarı Murat Ağırel de aynı gerekçelerle tutuklanmıştı.
Arkadaşlarımızın da içinde olduğu tutuklanan gazeteciler Silivri 9 No’lu Kapalı Cezaevi’ne götürülmüştü.  CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dün grup toplantısında tutuklanan gazetecilerin isimlerini saymış ve “Bu ülkenin onurusunuz” demişti. Fox TV, Kılıçdaroğlu’nun gazetecilere ilişkin yaptığı bu açıklamayı haberleştirdi ancak arkadaşlarımızın isminin geçtiği kısmı sansürledi. Aynı zamanda Fox TV sunucusu Fatih Portakal da gazetecilerin isimlerini sayarken arkadaşlarımızın isimlerini saymadı.
T24, haberimizin ardından Fatih Portakal’a ulaşarak “Neden Yeni Yaşam gazetesi çalışanlarını es geçtiniz” diye sorduğunu ve Portakal’ın “Onları unuttum, telafisini yaparım” diye yanıt verdiğini kaydetti. Fatih Portakal, ana haber bülteninde arkadaşlarımızın isimlerini neden görmezden geldiğine ilişkin açıklama yaparak, isimleri kasıtlı olarak atlamadığını, unuttuğu için belirtmediğini iddia etti.”
Birbiri içerisine çoktan geçmiş, lehim olmuş bir çürüme hali dört bir yanı kuşatandır. Ol merkez medyanın dışında, çeperin de en dışında kalan diğer gazetecilerin başlarına gelen her fecaat böyle sinsice görmezden gelinir. Bir cehennemin nasıl var edildiğini adım adım ve günbegün bildiren insanların tecrit edilmesi, mahpus kılınmasıyla bir ülkede hayatın şu ahval içindeki hali unutturulmaya çalışılır. Eşitlik, adalet, demokrasi bahisleri açılırken ol Avrupa kapılarında şöyle iyi, böyle düzgün ülke meselleri / masalları zikredilirken Sınırsız Gazeteciler Örgütü’nün Dünya Basın Özgürlüğü indeksinde 157. sıraya mıhlanmış bir ülke karşımıza çıkartılır. Cürmün, cerahatin ortasında hakikat konuşulmasın diyedir tüm bu çaba!  Mehmet Ferhat Çelik ile Aydın Keser’in tutsak edilmiş dört insandan daha az değerli kılınmaya çalışılmasının hazanı da öte yandadır!
Tumblr media
Şu aşağıdaki gibi insanlık kırımlarından memleket haberdar olamasın diye her şey sümen altı edilmek istenir, her yara bir gazeteci sonra biri daha içeriye atılarak kanıksattırılmak istenir. Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Diyarbakır’ın Lice ilçesi kırsalında 24 Eylül 2019’da çıkan çatışmada yaşamını yitiren 3 HPG’liden biri olan Kubar Hacîzade’nin (Rojda Cudi) cenazesi, 6 ay sonra alınarak Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde toprağa verildi. İran’da yaşayan Hacîzade ailesi ise koronavirüsten kaynaklı sınır kapılarının kapatılması üzerine cenaze törenine katılamadı, ancak cenazenin hastanede bulunduğu dönem ve sonrasında aile birçok engelle karşılaştı.
Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (MEBYA-DER)  Eşbaşkanı Şeyhmus Karadağ, Diyarbakır’a gelemeyen ailenin avukatları ve kendilerine vekalet verdiğini, cenaze almak için 6 Mart’ta Gazi Yaşargil Eğitim ve Araştırma Hastanesi Morgu’na gittiklerini, yetkililerin gece olmadan cenazeyi vermeyeceklerini söylediklerini belirtti. Avukat aracılığıyla savcılıkla yapılan görüşmenin ardından kendilerine izin verildiğini ifade eden Karadağ, “Morg yetkilileri, bize ‘Cenaze yıkanılamayacak durumdadır. Derisi kalkıyor’ dedi. Biz de yıkanılamayacak durumdaysa o zaman biz kefenleyelim dedik. Kefenlemekten bahsettiğimiz gibi görevli kadın koşarak morga gitti. 10 dakika sonra gelip kefenlediklerini söyledi. Arkadaşlarımız da bizden izinsiz niye kefenlediniz, bir kişi tek başına kefenleyemez diye sordular” dedi.
Doğubayazıt’ın girişinde polislerin sürekli kendilerine tehditlerde bulunduklarını, ilçe merkezine girişlerine izin verilmediğini ifade eden Karadağ, polis ablukası altında mezarlığa gidebildiklerini, mezarlığın imamıyla birlikte 4 kişinin cenaze namazı kıldıklarını, Doğubayazıt ve Erciş’ten gelen arkadaşlarının da mezarlığa yanaşmasına izin verilmediğini söyledi. Hastane morgunda cenazeyi kefenleme işleminin kendilerine yaptırılmadığını hatırlatan Karadağ, “Defin esnasında baktık ki cenazenin başı yok. Elimizle yokladık, başın olduğu yeri poşetle doldurmuşlardı kimse fark etmesin diye” şeklinde konuştu.
Cenazeyi toprağa verdikten sonra mezarlıktan çıktıklarını kaydeden Karadağ, “Polisler ‘Nereye gidiyorsunuz’ diye sordu. Biz de bu gece burada kalacağımızı belirttik. Onun üzerine ‘Kimin evinde kalacaksanız, isimlerini bize ileteceksiniz’ dediler. Biz de tanıdık arkadaşlarımız var, onlarda kalacağız, zaten hepsini tanıyorsunuz. Daha sonra ‘Bu gece bu şehirde durmamanız gerekiyor’ diye belirttiler. Nerede oturduysak polisler adım adım izliyorlardı. Baktık ki bu şekilde olmayacak şehirden çıktık” ifadelerini kullandı.”
Çürümeyi hiçbir süslü laf gizleyemiyor. Cerahatin her nasıl günbegün bu sınırlarda var edildiğini görmek için şu yukarıdaki haberdeki naaşa reva görülenler bile tek başına yeterli gelir o bahsi anlatmaya. Hayatı alınanın düşman hukukunda bile yeri olmayan bir insanlık suçunun var edilmesi, geride kalanlara işkence ve fazlasının suretinde görünür olandır çürüme. İnsan hakları karnesindeki kırık notlarında fazlasını ihtiva eden, cerahatin dört bir yanı kuşattığı zeminde bu haller her şeyi açık eder. Düşmanlaştırma, nefret ve tüm o hiddetle birlikte bütün bir sahayı milliyetçi hezeyanlarla bağlanarak oluşturulan ol yıkıcı iklimin fecaati her nerede durur. Barışmak yerine yıkımla harcanan bir yüz yıl daha var mıdır, olacak mıdır, kim verecektir bu hallerin hesabını!
Çürümeyi hiçbir süslü laf kapatmıyor. Cürmün, cühela cüretiyle bir ve birlikte nefretin ve tehdit dilinin oluşturduğu hal yaşamın ehven odaklarını tarumar ediyor. Bariz kırım hali ve döngünün biteviyeliği memleket denileni çürütüyor. Hayat bu sahada hiçbir zaman olmadığı kadar kesintisiz bir deney sahası kılınıyor. Var edilmiş katran oluşturulan karanlık bu kadar bariz bir tahayyülle çıkagelir. Bir menzilde yol nereyedir? Hayatın biteviye kesintiye uğratıldığı yerde cürümlerin, cezasızlıkla kutsandığı bir sahada yol sahiden de nereyedir? Derin bir karanlık her yerde her gün hepimizi kuşatırken söz her neye yarar!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Halkın Hukuk Bürosu (HHB), sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada 255 gündür İzmir Şakran 2 No’lu T Tipi Cezaevi’nde adil yargılanma talebiyle ölüm orucunda olan Mustafa Koçak’a zorla müdahale edildiğini duyurdu.
HBB sosyal medya hesabından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı: “255 gündür ölüm orucunda olan müvekkilimiz Mustafa Koçak'ın dün saat 16.00 civarında, hayati tehlikesi olduğundan bahisle hücresinden alınarak Şakran Kampüs hastanesine iradesi dışında götürüldüğü bilgisini aldık.
Doktorlar müvekkilimizin enfeksiyon riski çok yüksek olduğundan bahisle avukatla görüştürülmesini yasaklamıştır. Bu nedenle çok sınırlı bilgi edinebiliyoruz.
Müvekkilimiz Mustafa Koçak'a zorla tıbbi müdahale edildiği bilgisini aldık. Müvekkilimizin sağlığından şüphe ediyoruz. Zorla Müdahale sakat bırakır! Zorla müdahale İşkencedir! İşkence insanlık suçudur!
Hayati tehlikesi olduğu iddiası ile hastaneye götürülen müvekkilimizin adli tıp kurumuna sevki ve derhal tahliyesi gerekir. Bu konuda yapmış olduğumuz başvuruların gereği yapılmamıştır. Müvekkilimiz Mustafa Koçak, adli tıp kurumuna sevk edilerek derhal tahliye edilmelidir! Müvekkilimiz Mustafa Koçak, adli tıp kurumuna sevk edilerek derhal tahliye edilmelidir!”
Bir hayatın ucuza koyulması bir kez daha işlevselleştirilir. Mustafa Koçak bir gizli tanık eliyle bu devletlinin tahayyülü doğrultusunda hayatına göz dikilen bir gençtir. Dahası ol adalet tahayyülünün elinden çalınması, adil yargılanma talebinin toptan zayi edilmesinin karşısında bir tek bedenini ölüme yatırarak sesini duyurabilir. Böylesine ağır bir konuda dahi bir yönergesi, bir duru, durağı olmayan, insani halden hala anlamayan bir menzilde Mustafa Koçak’a yapılan şey bir işkencenin yeni ülke halidir. Durmaksızın bir cerahatin yükseldiği menzil hakikat kılınandır. Yaraları iyileştirmek bir yana var edilmiş hemen tüm kırımlara yenilerini ekleme çabasına düşülen bir yerde çürüme zaten gözler önündedir.
Hayat haklarının çalındığı, birbiri ardına var edilmiş cürmün asıl müsebbipleri ifşa edilip bildirildiği için insanlar hedefe koyulur. Daha uzunca bir süre demokrasi nedir bunun hiç ama hiçbir biçimde anlamca karşılığını bulamayacağımız bir menzilde olduğumuzun yalın hakikati hepimizi buluyor. Geleceği çürütülmüş, şimdisi kökten yıkıma rehin edilmiş, dünü gibi tüm olası yarınlarını da tek tip bir otokratizm üstünden, tek sesle, tek bir yoldan güzergahlar belirleyerek yürümeye devam eden ülkenin halini hangi kelimeler her nasıl anlatsın? Yaşamaya çalıştığımız çukurun var ettiği cerahat artık gözlerimizin önünde onca müdahale çağrısına, bir o kadar demokrasi ne olacak tahayyülüne, eşitlik ve adalet beklentisine rağmen hayat çalınıyor. Hayatlarınız çalınıyor. Çürümeyi hiçbir süslü laf örtbas etmiyor. Yeni ülkeniz hayırlı olsun!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Underground – Alexander Schoenberg – Behance
0 notes
onderkaracay · 3 years
Text
Tumblr media
🗣️ Körleştirme
Örgütlü idealizm bir körleştirme oyunudur.
Her ideal örgüt içinde radikal bir damar büyütür.
İşte o radikal damarı kötü gidişat kolesterolü genişletip patlatmasın diye körleştirmek gerekir.
Aksi takdirde iktidar ile muhalefet kol kola nasıl girer.
Manevra alanını genişletmek gibi bir derdi olmayan muhalefet iktidarı taklit ederek onun desteği olmayı kaybetmez.
Böyle yama bir muhalefet anlayışında radikal tutumun asla başa geçmesi istenmez. Çünkü tabanda ki radikal gücü büyütmesi onu iktidara taşıyarak kuklacı oynatıcıların bütün planları altüst olur da ondan.
Hiçbir tiyatrocu bir parti başkanı kadar rolünü iyi oynayamaz.
Hangisi rol diye ayıklamak mümkün değildir çünkü.
Tek rolü var kodlanmış kişilere teslim edilmiş siyasi partilerin başında ki kişilerin.
Gaz vererek tabanlarını derli toplu tutmak!
Taban neden kör edilmesi gerekir?
Çok basit yanıtı. Bir partinin içinde radikalleşmemiş ve körleşmemiş herkes bunun yanıtını hemen verebilir.
Asıl iktidar sahibi başa geçirilmiş her liderin para pul ve iktidar hırsının anlaşılmasını önlemek ve kime hizmet ettiğinin anlaşılmamasını sağlamak için tabanı körleştirmek gerekir.
Dış güçlerin maşası olup dış güçleri suçlamak, tezkereye hayır dedikten sonra Kandil'i yerle bir edeceğiz gibi çelişkiler aleni yaşanan iki canlı örnektir.
Fırtınaya tutulmuş bir sürünün yönünü tutturması o sürüyü körleştirmeden mümkün değildir.
İşte bu noktada çobanın peşine takılmayan hain olur.
Hain olmak o kadar zor değildir.
Hainliğin peşine takılmak kadar kolaydır hain ilan edilmek.
Kim haindir sorusu işte bu sebeple sürekli havada kalır.
Bu şartlarda takiyye ile yoğrulmuş herkes sağ kurtulur, bölünmüş sol yine yolda kalır.
Bu düzenin en büyük tehdidi içeride birlik ve beraberliği sağlama çabasıdır.
Bölerek körleştirmeye karşı birleştirerek göz açanlar tehdide dönüşür.
Abdülhamid de bizim Atatürk de bizim diye yazmaya başlar düzen gazeteciliği.
Bir cümlede birleşir toplum kaynadığı yerden!
Her iki bölünmüş ve öyle kalması isyenen tarafların değirmenine su taşınmış olur.
Vatan, millet, bayrak, din, şehit bir başka körleştirme ve uyuşturma araçlarıdır.
Bu tarihi kutsallığı olan kelimeler en çok hainlerin ağzında dolaşır.
Tabanı cahil olmayan bir partiyi ve işbirlikçi biri başa geçmişse o partiyi asla iktidar yapamaz. Öyle bir derdi de yoktur zaten. Eğer iktidar sen olmalısın görevi kendisine verilmemiş ise!
Çünkü cahil olmayan tabanı hiç kimse körleştiremez. Tabanı cahil olan örgütün lideri körleşmis bir şekilde bulur o tabanı. Tek yapması gereken aynı şekilde kalmalarını fire vermeden sağlamaktır.
İktidarlar günümüzde yem dağıtma başarısı olarak görülmektedir.
Hukuksuz bir ülkede bu çok daha kolaydır.
Başkalarının yemi göz göre göre başkalarına dağıtılır. Sosyal devlet hemen burada devreye körleştirmek için girer.
İktidar ile helalleşip kendi partisinin geçmişi ile hesaplaşmaya kalkar kodlanmış kişiler!
Sizce kim vermiştir bu görevi kendisine?
Ekmeleddin İhsanoğlu'nu aday göster diyenler olabilir mi?
Yarın bunlar yeni bir gül daha açarlar siyaset arenasına. Nifak ittifaklar neden kuruldu acaba?
Sandıkta ikna odasına yine tıkacaklar bu toplumu.
Yanılsam en çok ben sevineceğim.
Gökten zembil ile inmiş sahaya yeni sürülen ak kaşık siyasetinin kime nasıl hizmet ettiğini siyaset mühendisliğinden anlayan herkes bilir.
Tutarsızlığında bir stratejisi vardır.
Şer merkezi dışarıdan “dizayn” edilmiş tek bir büyük siyasî partinin farklı fraksiyonları gibi duran iktidar ve muhalefet partilerinin çarkları parayla dönüyor, söylemleri demagojiyle sürüyor.
İkna odası sandıkta yurttaş olmak hergün biraz daha zorlaşıyor.
Gelecek bize 'sandığa gitmemek yurttaşlık görevi olacak' sözümü anlatacak herkese!
Yurttaş hangisi daha az zararlı, hangisinin insan profili bana daha yakın diye düşünüp öyle oy verecek. Buna da demokrasi denecek. Öyle mi?
Medyasıyla, tanıtım şirketleriyle, ikna anketleriyle, yeni zenginleriyle, yağmalanan varlıklarıyla, yozlaşmış belediyeleriyle dışa bağımlı öyle bir sistem kurulmuş ki parti kurup siyaset yapmak isteseniz bile ancak kenarda oynamanıza izin veriyorlar.
Örgütlü bir halk gücüyle kale kapılarını zorlamadıkça sesinizi duyan olmaz.
Milli üretim ekonomisini bitiren 24 Ocak 1980 kararlarıyla başlayan darbe faşizminin iktisat politikalarının bütün izleri silinmedikçe; gerçekten laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devletinin temelleri yeni bir Toplum Sözleşmesi’yle atılmadıkça mevcut durum iyiye değil, ancak daha kötüye gidebilir.
✓ Siyasi partilerinde demokrasi olmayan bir dayatma düzeninde toplum her seçimde kötü olanın biraz iyisi ile iyi olanın biraz kötüsü arasında o günü kurtardığını sandığı ve kendi aleyhine oy kullandığını bilmediği bir tercih yapmak zorunda kalır.
[] Önder Karaçay []
2 notes · View notes
Text
1. Türkiye Vegan Yaşam Kampı Sonuç Metni
Türkiye Vegan Yaşam Kampı’nın ilkini 20-24 Ağustos tarihleri arasında Ayvalık’ta gerçekleştirdik. Birbirini tanımaya, yalnız olmadığını bilmeye ihtiyaç duyan veganlar olarak örgütlediğimiz kampta hayvan sömürüsüne karşı bir arada durmak; eşit, adil bir dünya fikrini yaymak; yaşama hakkını sonuna kadar savunmak adına tek başına mücadeleden fazlasının gerektiği konusunda ortaklaştık ve dedik ki: Veganlar birlikte daha güçlü!
"Yaşayacak ve Yaşatacağız” diyerek başlattığımız kamp süreci bir eylem sonrası bir araya gelen ve bir arada olmanın verdiği gücü hisseden veganların ortaya attığı fikirle başlamış oldu. Kamp fikrini yaygınlaştırmak ve gerçekleştirmek için yıllar boyu kendi yerellerimizde oluşturduğumuz dayanışma ağlarını ve sosyal medya araçlarını kullandık. Bir taban hareketi olan veganizm, kampa yüzün üzerinde veganın katılımı ile gücünü gösterdi. Farklı atölyeler, oturumlar, sunumlar ve forumlar yaptığımız kampta çeşitli konularda etkili tartışmalar gerçekleştirdik.
Aktivizm konusunda pratikteki farklılıkları tartışarak çeşitli deneyimlerimizi artı ve eksileri ile düşünme imkânı bulduk. Birlikte yapılan aktivizm şekilleri dışında bireysel olarak sürdürülen aktivizm deneyimlerimizi de paylaştık (cube of truth, vegan stant, vegan piknik, tek konulu eylemler, ALF eylemleri, festivaller, işte/okulda vegan yemek mücadelesi, aile/sosyal çevre içerisinde vegan mücadele vb.). Bu pratiklerin oluşmasında etkili olan teorik birtakım tartışma başlıkları ön plana çıktı:
1. Hayvan sömürüsünü belgeleyen şiddet içerikli görsellerin kullanılması doğru mudur? Bu belgeler arşiv niteliğinde olmakla beraber kontrolsüz yaygınlaşması nasıl sonuçlar doğurabilir? - Şiddet içerikli görüntülerin kullanılması konusunda gerçekleşen tartışmalarda bir kısım vegan bu görüntülerin etkisi ile vegan olduğunu belirtirken diğer kısım bu görüntülerin şiddeti besleyen, meşrulaştıran ve hayvanları birey olarak göstermekten uzaklaştıran yanı olduğuna, şiddetin pornografisine dönüşebildiğine dikkat çekti. Özellikle çocuklarda travma yaratacak ve etkisinden emin olmadığımız görüntülerin tehlikesi üzerine konuşuldu. Hayvan sömürüsünün gerçekleştiği alanlardan görüntü paylaşımı yapılmasının belli bir etkisi olduğu konusunda mutabık kalındı ancak hayvanların özgürlüklerini arayan ve hissedebilirliğe sahip canlılar olduğunu vurgulayan görsel materyaller seçilmesi gerektiği fikri de gündeme getirildi. (Bir kesim makinesine götürülen ineğin geri dönmeye çalışması, kurtarılmış hayvanların birey olarak yaşayabildiği çiftliklerden görüntüler, birey olarak sosyalleşen türlerin çeşitli viral videoları vb.) Bu görüntüleri kullanırken stratejik davranmanın önemine değinildi.
2. Medya üzerinde nasıl daha etkili olabiliriz? Hak odaklı habercilik insan odaklıdır ve bunu hayvan odaklı olarak değiştirmek veganların elindedir. Bunun için nasıl bir yol izlemeli? Sosyal medyayı yeterince etkili kullanabiliyor muyuz? - Hak odaklı habercilik üzerine yapılan kısa anlatımın ardından haberin ne olduğu, nasıl yazıldığı ve yurttaş gazeteciliği kavramı üzerine forum gerçekleşti. Ana akım medyanın haber dili ve alternatif kanallar üzerinde yoğunlaşıldı. Söz konusu dezavantajlı gruplar insanlar olduğunda, bu alanda yapılan hak temelli çalışmalar sayesinde, haberlerde eskisinden daha az hak ihlalleri yapılmaktadır. Hak odaklı habercilik, ne yazık ki hala sadece insanı odak almaktadır. Bunun dönüşümü bizlerin birey odaklı haberler yazmayı öğrenmesinden geçmektedir. Bu konuda iletişim fakülteleri ve gazete ofislerine hayvan hakları odaklı habercilik üzerine bir yönerge yazmanın gerekliliği öne çıkmaktadır. Bu konuya müdahele etmek için inisiyatif almak isteyen kişiler rahatsızlıklarını, konunun aciliyetinden ve bir araya gelme ihtiyaçlarından dem vurdular. 
Medya oturumunun bir diğer önemli konusu ise sosyal medya kullanımıydı. İnternetin hayatımıza girmesiyle beraber, yurttaş haberciliği diye bir kavramla karşılaştık. Aktivizm yaparken sosyal medya en çok kullandığımız alanlardan. Girebildiğimiz tüm sosyal ağlarda, diğer birçok ayrımcılık türüne de olduğu gibi, veganlığı da odak alan paylaşımlar gerçekleştirilmesi; veganlığın pek çok yönünü anlatan yazı, makale, video, görsel konusunda özel çalışmalar yapılması gerekmektedir. İnternet siteleri veganlığı araştıranların en çok karşısına çıkan portallar olma özelliği taşıyor. Bu siteleri daha çok öne çıkarmak ve nitelikli hale getirmek önemli. Türkiyeli veganlar olarak hedefimiz bir yayın faaliyeti oluşturmak.
3. Birbirimizle ve vegan olmayanlarla kurduğumuz iletişim aktivizmimizin en önemli parçasıdır. Peki, bu konuda ne kadar başarılıyız? Nasıl iletişim teknikleri kullanabiliriz? Tartışma kültürümüzü nasıl güçlendiririz? - Kamp sırasında gerçekleştirilen şiddetsiz iletişim oturumu bu konuda kafamızda kavram kargaşaları olduğunu açığa çıkardı. Şiddet tanımı üzerine ve şiddetsiz iletişim eğitiminin yetersizliği üzerine gerçekleşen oturumda ayrımcılık ve etiketleme yapmadan önyargısız biçimde iletişim kurmanın zorluğu üzerine fikirler ortaya atıldı ve forum bu tartışmalar ekseninde devam etti.
4. Çocuklara yönelik türcülük karşıtı eğitimler ve etkinlikler yapmanın yolları nelerdir? Çocuklarla iletişim konusunda neler yapabiliriz? -Hayvan hak ve özgürlüklerini çocuklarla da konuşmamızın,  onlarla türcülük karşıtı eğitimler ve çalışmalar yapmamızın vegan harekette çok önemli bir yere sahip olduğu üzerine konuşmalar gerçekleştirildi.  Çocuklarla iletişime geçerken farklı yaş gruplarına yönelik farklı yöntemler geliştirmek gerektiği fikri ortaya atıldı. Konuya 7 yaş altı ve 7 yaş üstü olarak iki ana başlık altında yaklaşılabileceğinden ve iki yaş aralığı için farklı yaklaşım biçimleri üretilebileceğinden bahsedildi. İki yaş aralığında da empati kurma becerisini geliştirmeyi amaçlayan bir eğitimin yarar sağlayacağı fikri ortaya çıktı. Örneğin, 7 yaş altı çocuklar daha somut düşünme eğiliminde oldukları için soyut kavramlar kullanmamızın pek de yararı olmayacaktır. 
2-3 yaş grubundan çocuklarda hayvan sevgisine odaklanmanın ve evde bakımı üstlenilmiş herhangi bir hayvan olmasa da çocuklara hayvanlarla temasa geçmeleri için alan açmanın önemine değinildi. Temasa geçecekleri hayvanların da yalnızca kedi, köpek değil diğer hayvanları da kapsaması gerektiği söylendi. 
4-5 yaşlarındaki çocuklara ise hayvanlara dair sorumluluklar verilebileceğinden bahsedildi. Sokakta veya evde yaşayan bir kedinin günlük mama sorumluluğunu üstlenmek gibi edimlerin faydalı olabileceği üzerinde duruldu. Ayrıca, hayvan oyuncak ve kuklalarıyla oyunlar ve hikâyeler ile hayvanların hisleri ve çeşitli durumlarda verebilecekleri tepkiler üzerine drama oyunları oluşturulabileceği fikri ortaya atıldı. 
7 yaş altı çocuklara hayvanların gördüğü muamelenin görsel ya da işitsel olarak üzerinde durmanın travmatik etkileri olabileceğini gözden kaçırmamak gerektiğinden bahsedildi.7 yaş üstü grupta ise çocuklara insanların hayvanlarla kurduğu ilişkiyi sorgulamalarına yol açacak sorular sorulabileceğinden; hayvanların da insanlar gibi birer kişi olduğunu fark etmelerinin sağlanabileceğinden bahsedildi. Ayrıca bu yaş grubunda akranlar arası iletişimin önemi vurgulandı. 
Sonuç olarak çocuklara veganlık anlatmada hayvan özgürlüğüne vurgu yapan yabancı çocuk kitaplarının çevirilerini yapmanın; masal kitapları ve tiyatro oyunları yazmanın; çizgi film ve çizgi romanlar üretmenin; çocuk şarkıları bestelemenin önem taşıdığı gibi fikirler ortaya çıktı.
5. Tek konulu eylemlerin (atlı faytona hayır, mezbahalar kapatılsın, ölüm gemileri vs.) etkisi nedir? - Tek konulu eylemlerin veganlığı anlatmakta etkisi üzerine gerçekleşen sohbetlerde abolisyonist bakış açısı ile yaklaşan katılımcılar bu eylemlerin veganlıktan daha azını önermesinin sıkıntısına değindi. Tek konulu eylemlerden yana olanlar ise taktiksel ve aşamalı biçimde hayvan özgürlüğü adına her alanda olmamız gerektiği görüşünü öne sürdü. Bu iki fikrin ortaya atılmasıyla birlikte tartışma pratik argümanlar sunmaktan daha çok teorik fikirlerin sunulmasıyla devam etti. Refahçılık ve yeni refahçılık kavramları üzerine gerçekleşen sohbetlerde mevcut tek konulu eylemleri veganlık anlatmak için değerlendirebileceğimiz önerisi üzerinde duruldu.
6. Hukukta hayvan hakları ne durumda? Hukuk konusunda kazanımlar sağlayabilmek için izleyeceğimiz yol nasıl olmalıdır? - Hukukçuların katılımıyla gerçekleşen oturumda yasalarda hayvanların yeri üzerine bir sunum gerçekleşti. Sunum sonucunda yasada mal statüsünde olan hayvanlara sahip olunması halinde cezai bir takım yaptırımların olduğunun söylenmesiyle birlikte tartışma bu noktada devinim kazandı.
İnsan merkezli hukuk anlayışının sonucu olarak: Ancak insanların refahı söz konusu olduğunda bir takım cezai yaptırımların olması, mal statüsünde olmayan hayvanlara yönelik kötü muamele ya da hak temelli başka bir düzenlemenin olmamasının sıkıntısı vurgulandı.
Hukuk alanını dönüştürmenin yolunun toplumu dönüştürmekten geçtiği ve bunun ise veganlığı yaygınlaştırmaktan geçtiği görüşünde ortaklaşıldı.
7. Vegan bir dünya mümkün müdür? Veganlık ve ekoloji ile arasındaki ilişki nedir? Veganizm antikapitalist ve ayrımcılıklara karşı mücadele ile nasıl ilişkilenmektedir? - Dünyanın en büyük hayvansal ürün satan şirketlerinin vegan ürünler satmaya başlaması tartışmanın öne çıkan örneği oldu. Türkiye’de de durumun benzer şekilde gelişmesi küresel kapitalist pazarın veganlara yönelik bir planı olduğunu bize hatırlatmaktadır. Tüm bu tahlilin ışığında eleştirel ekonomi-politik bir bakış açısı geliştirmek hayvan odaklı politikaları bu bakımdan tartışmak durumundayız. Frigan yaşam biçimi, endüstriyel dünyaya karşıt bir hareket olarak frigan deneyimler üzerine konuşuldu. Vegan bir dünya kurmak istiyorsak bu dünyanın antikapitalist, ayrımcılık karşıtı ve ekolojik olmasının önemine değinildi. Tüm bu politikaları tartışırken hayvan odaklı bakış açısını yitirmememiz, ayrımcılık biçimleri içinde yer alan türcülüğün diğer tüm ayrımcılıklarla girift bir yapıya sahip olduğu, vegan bir dünya tahayyülümüzün bu ayrımcılıklardan bağımsız biçimde tartışılamayacağı üzerine konuşuldu. Hayvanların mal statüsünden çıkması için dünyadaki vegan bireylerin artması oldukça önemli olduğu vurgulandı. Ancak köleliğin tamamen kaldırılması için sistemin krizlerden beslenen ve insan dahil tüm canlıları kaynak olarak gördüğü bakış açısını yıkmamızın gereği tartışmada ağırlık kazandı. Bu tartışma konularının yanı sıra kamp boyunca gerçekleştirilen atölyelerden bazılarının nasıl geçtiğiyle ilgili atölye yürütücülerinin değerlendirmeleri aşağıda yer almaktadır. Vegan Feministler’in yönlendiriciliğini yaptığı Vegan- Feminist atölyede; toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden insanların konumlandırışı ve hayvanların toplumsal olarak algılanışının kesişimselliğini ortaya çıkarmak ve tartışmayı bu eksen üzerinden sürdürmek için bir araya geldik.  Oyunlarla birlikte Vegan- Feminist bir farkındalık yaratmak atölyenin ana fikirlerinden biriydi. Erkek egemen sistem hayvanları da erkek olmayan insanlar gibi tahakküm altına alıyor problemiyle birlikte,  ataerkilliğin ve heteronormatifliğin “et yeme” üzerinden insanlara roller ataması ve atanan bu rollerin cinsiyetçi olduğu kadar da türcü olduğu konusu ortaya atıldı. Vegan- feminizmle ilgili yaygın bir görüş olan hayvanların dişiliği meselesine değinildi. Hayvanların dişiliği üzerinden değil; yani sadece dişi veya anne hayvanların değil, tümünün “hayvan” oldukları için sömürüldüğü; sistemin patriarkadan aldığı güçle hayvanları ve tüm ayrımcılığa maruz kalan insanları aynı performansla tahakküm altına aldığı fikri dile getirildi.  Maruz kalınan şiddettin kaynağının patriyarka olduğu ve bu sistemde türcülüğün de buradan güç aldığı, bununla mücadele edebilmek için ancak vegan-feminist farkındalığın kazanılması gerektiği düşüncesiyle atölye sonlandırıldı. Faysal Tekoğlu tarafından yönlendirilen Queer tango atölyesinin amacı vegan kampta bütün cinsiyetlerle beraber var olup dansın cinsiyetsizliğine doğru yol almak; dansı erk ve iktidar ilişkisinden arındırarak aktif ve pasif konumları yerine paylaşım ve birliktelik üstüne kurmaktı. Kamp sürecinde derse katılım ve ilgi oldukça yoğundu. Birlikte bir işi nasıl yapabilirizin yolunu atölye katılımcıları birlikte deneyimledi ve amacına ulaşan bir çalışmayı hayata geçirilmiş oldu. Vegan kamp deviniminin içinde queer tangonun da bu devinime katılıp hayat bulması oldukça güzeldi. Kampın 2. gününde Melike İzat tarafından yönlendirilen Origami Atölyesi, Japon kültüründe bir klasik olan turna yapımıyla başladı ve bu sırada İlk kez origami yapanlar için bazı teknik ipuçları verildi. Origaminin tarihinden ve turnanın hikayesinden bahsedildi ve yine klasik bir model olan çiçek yapımına geçildi. Kısa bir aradan sonra isteyenlerle daha zor bir model olan çinçila ve talep üzerine ilerde çocuklara öğretmek isteyenler için zıplayan kurbağa modelleri gösterildi. Oldukça eğlenceli geçen origami atölyesinde gurur duyulabilecek sonuçlar elde edildi.
Kampın son gününde Melike Dirikoç tarafından  Sıfır Atık Atölyesi gerçekleştirildi. Atölyenin amacı;  atığın azaltılması ve / veya sıfıra indirilmesinin yolları ve atık oluşturan alışkanlıkların yerine atıksız yaşam için alternatifler geliştirme konusunda bilgilenmekti. Atıksız bir yaşamın, hem çevre hem hayvanlar hem de insanlar açısından daha sürdürülebilir bir ekoloji için gerekli olduğu vurgulandı. Günlük hayatta en çok atık oluşturan alışkanlıklar/pratikler gözden geçirilerek bunların atık oluşturmayan alternatifleri gösterildi. İnorganik atıkların yanında organik atık konusuna da değinildi. Son olarak, vegan kamp süresince atık ayrıştırma,  atık oluşturmama ve kompost konusunda neler yapıldığı ve neler yapılamadığı konuşuldu. Eksik kalan noktalar için bir sonraki kampta uygulanmak üzere konu başlıkları oluşturuldu. Atölye sırasında aktarım yapılmasının yanı sıra, etkileşimli geçen bölümde de oldukça zihin açıcı öneriler ve fikirler paylaşıldı. Minimalizm Atölyesi Kampın son gününde, Sıfır Atık Atölyesinden önce bu konuyla da bağlantılı olarak Itır İrem Yıldırım tarafından gerçekleştirildi. Atölyenin amacı; tüketimi azaltmak ve hayatı sadeleştirmek temasını aktarmaktı. Sadeleşmenin gerekliliği ve bunun sonunda oluşacak olan gelişim ve değişimler aktarıldı. ”Az çoktur.” (Less is more) felsefesinin kişinin hayatında daha çok alan ve zaman oluşturmasına yardımcı olduğu belirtildi. Japon minimalist rehberi Marie Kondo’nun felsefesinde geçen “zevk vermiyorsa kalmamalı” mottosunun altı çizildi ve  elden çıkarılan eşyaların nasıl ve nerelerde değerlendirilebileceği konusunda öneriler sunuldu, oldukça güzel fikirler ortaya çıktı. Son olarak,  minimalizm konusuyla alakalı olan belgesel ve kitaplar önerildi. Kişisel deneyim ve öneriler aktarılarak atölye sonlandırıldı.
Sonuç olarak, Biz Türkiyeli veganlar, veganlığı yaygınlaştırmakla birlikte hayvan özgürlüğü için kurduğumuz aktivizm zeminini bir dayanışma ağına genişletmeli, pratikte yaşadığımız ayrılıkları söz konusu veganlık olduğunda bir kenara bırakmalı ve birbirimize ulusal/uluslararası destek vermeliyiz. Geniş toplumsal kesimlere veganlığın anlatmanın yollarını bulmalıyız. Mal, köle ve makine olarak görülen hayvanlar için hak arayışımız vegan bir dünya yaratana kadar devam edecektir. Tüm insanları vegan olmaya, türlerin kardeşliğini savunmaya çağırıyoruz.
1 note · View note
guncelpdfindir-blog · 6 years
Text
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği Günümüzde internet haberciliğinin alt dalları olarak; sosyal medya haberciliği, video haberciliği, mobil habercilik, yurttaş gazeteciliği, robot gazeteciliği ve veri gazeteciliği gibi yeni tip habercilik türleri uygulanmaktadır. Bu yeni tip habercilik modelleri hem haberciler tarafından hem de hedef kitle tarafından yakından takip edilmektedir. Kullanıcılar her geçen gün karşılarına çıkan bu habercilik modellerini deneyerek haber tüketim alışkanlıklarına bir yenisini daha eklemektedir. Bugün geldiğimiz noktada, dünyada ve Türkiye’de internet haberciliği oldukça ciddi boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki; her yıl dünyanın dört bir tarafında internet haberciliği üzerine akademik ve sektörel tartışmalar yapılmakta, araştırmacılar ise bir sonraki yılın habercilik trendleri üzerine öngörülerde bulunmaktadır.   Kitabımızda, günümüz internet haberciliği uygulamalarını araştıran on bir adet makale bulunmaktadır. Bu makaleler ülkemizin farklı üniversitelerinde görev alan öğretim üyeleri ile sektöre emek veren uzmanlar tarafından kaleme alınmıştır.
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
0 notes
graixel · 6 years
Text
Prof. Dr. Süleyman İrvan: ‘Tanık haberciliği’ tehdit değil fırsat
Prof. Dr. Süleyman İrvan: ‘Tanık haberciliği’ tehdit değil fırsat
ANIL KARACA Dijital teknolojinin hızla gelişmesi ve medyanın dijitalleşmesi, gazeteciliği de şüphesiz etkiliyor. Akıllı telefonlar sayesinde günümüzde her yurttaş, etrafında olup biteni kaydederek sosyal medyada paylaşıp çevresini bilgilendirebiliyor. Günümüzde sokakta olup biten, saniyesi saniyesine sosyal medyada yer alıyor; anında binlerce insan tarafından paylaşılıyor. Hâl böyle olunca,…
View On WordPress
0 notes
pdfindiroku-blog · 7 years
Text
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği Günümüzde internet haberciliğinin alt dalları olarak; sosyal medya haberciliği, video haberciliği, mobil habercilik, yurttaş gazeteciliği, robot gazeteciliği ve veri gazeteciliği gibi yeni tip habercilik türleri uygulanmaktadır. Bu yeni tip habercilik modelleri hem haberciler tarafından hem de hedef kitle tarafından yakından takip edilmektedir. Kullanıcılar her geçen gün karşılarına çıkan bu habercilik modellerini deneyerek haber tüketim alışkanlıklarına bir yenisini daha eklemektedir. Bugün geldiğimiz noktada, dünyada ve Türkiye’de internet haberciliği oldukça ciddi boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki; her yıl dünyanın dört bir tarafında internet haberciliği üzerine akademik ve sektörel tartışmalar yapılmakta, araştırmacılar ise bir sonraki yılın habercilik trendleri üzerine öngörülerde bulunmaktadır.   Kitabımızda, günümüz internet haberciliği uygulamalarını araştıran on bir adet makale bulunmaktadır. Bu makaleler ülkemizin farklı üniversitelerinde görev alan öğretim üyeleri ile sektöre emek veren uzmanlar tarafından kaleme alınmıştır.
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
0 notes
Text
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği Günümüzde internet haberciliğinin alt dalları olarak; sosyal medya haberciliği, video haberciliği, mobil habercilik, yurttaş gazeteciliği, robot gazeteciliği ve veri gazeteciliği gibi yeni tip habercilik türleri uygulanmaktadır. Bu yeni tip habercilik modelleri hem haberciler tarafından hem de hedef kitle tarafından yakından takip edilmektedir. Kullanıcılar her geçen gün karşılarına çıkan bu habercilik modellerini deneyerek haber tüketim alışkanlıklarına bir yenisini daha eklemektedir. Bugün geldiğimiz noktada, dünyada ve Türkiye’de internet haberciliği oldukça ciddi boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki; her yıl dünyanın dört bir tarafında internet haberciliği üzerine akademik ve sektörel tartışmalar yapılmakta, araştırmacılar ise bir sonraki yılın habercilik trendleri üzerine öngörülerde bulunmaktadır.   Kitabımızda, günümüz internet haberciliği uygulamalarını araştıran on bir adet makale bulunmaktadır. Bu makaleler ülkemizin farklı üniversitelerinde görev alan öğretim üyeleri ile sektöre emek veren uzmanlar tarafından kaleme alınmıştır.
Tüm Boyutlarıyla İnternet Haberciliği
0 notes
yenicagkibris · 6 months
Photo
Tumblr media
Yurttaş gazeteciliği ve özel hayatın gizliliği - Latif Aran
0 notes
antalyamemurlarcom · 2 years
Text
Akdeniz Üniversitesinde "İnternet Çağında Haberci Olmak" söyleşisi düzenlendi
Tumblr media
ANTALYA (AA) - Anadolu Ajansı (AA) Antalya Bölge Müdürü Mustafa Yıldırım, Akdeniz Üniversitesi Toplumsal Bilimler Meslek Yüksekokulunda (MYO) düzenlenen "İnternet Çağında Haberci Olmak" bahisli söyleşiye katıldı. Üniversitenin Muratpaşa ilçesindeki yerleşkesinde bulunan MYO'nun Dede Korkut Konferans Salonunda düzenlenen söyleşide konuşan Yıldırım, gazetecilik mesleğinin son 25 yıldaki dönüşümünü anlattı. Dijital teknolojinin gelişmeye başladığı 2000'li yıllardan itibaren mesleğin teknik manada kolaylaştığına değinen Yıldırım, bu durumun çeşitli dezenformasyonlara ve bilgi kirliliğine de neden olduğuna dikkati çekti. Bu kapsamda muhabirin hakikat ve teyitli bilgiye süratlice ulaşmasının ehemmiyetinin arttığını belirten Yıldırım, "Gelişen teknolojilerle birlikte yurttaş gazeteciliği de arttı fakat gazeteci olmayan birinin yanlışsız bilgiye, haberin ayrıntılarına ulaşması kolay değildir. Enformasyon çağında gerçek bilgiye ulaşmak muhabirin kıymetini arttırıyor. Bu nedenle temel seviyede gazetecilik unsurlarının günümüzde daha gerekli olduğunu gözlemliyoruz." dedi. Yıldırım, gazetecilik mesleğinin kendi içerisinde alanlara ayrıldığını hatırlatarak, şunları kaydetti: "Örneğin etraf bahisli bir haberi etraf alanında bilgi sahibi olan bir gazetecinin yazması haberi daha tesirli ve anlaşılır kılar. Yıllar içerisinde gazetecilik mesleğinde uzmanlaşmanın bariz bir biçimde arttığını ve ehemmiyet kazandığını söyleyebilirim. Bu nedenle gazeteciliği bir meslek olarak düşünen gençlere bir alanda uzmanlaşmalarını tavsiye ediyorum. Gazetecilik mesleğinin çeşitli alanlarda entelektüel birikim gerektirdiğini unutmamak kaidesiyle öğrenci arkadaşlarımıza kendilerini bir alanda geliştirmelerini öneriyorum.” Konuşmasının akabinde öğrencilerin sorularını yanıtlayan Yıldırım, alandaki tecrübe ve deneyimlerini aktardı. Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Burhan Özkan'da katkıları için Yıldırım'a teşekkür evrakı takdim etti.   Read the full article
0 notes
yenicagkibris · 6 months
Text
Hukuk düzenimiz büyük bir sınav karşısında… - Hasan Kahvecioğlu
“Bu yasa, rejimin elinde pimi çekilmiş atılmaya hazır bir el bombası gibi duracak. Gerçek gazetecilik yapmak isteyenlerin başına büyük çoraplar örecek.” diye yazmıştım tam 10 yıl önce… Örmeye devam ediyor… Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejim; pimi çekilmiş bu bombayı fırlatmaya niyetli… “Yurttaş gazeteciliği” yapan Serdinç Maypa, yasanın son kurbanı oldu… Tutuklanma biçimi, özel hayatının içine polisin…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seslimeram · 5 years
Text
Direnişin Meramı...
Tumblr media
Demokrasi istenci restorasyon adı altında içeriği bağlamından kopartılan bir meselenin ta kendisine dönüştürülüyor. Hal ve gidişat, anlık değil artık bir süreklilik silsilesi içerisinde, sıradanın hak ve hukuku yerle yeksan ediliyor. Cerahat dört bir yanı kuşatırken bu kafi / hiç yeterli değil seslenişleri muktedir kısmından çıka geliyor. Bir zaman aralığı içerisinde kendileri mağdur olanların bugünkü var ettikleri iktidar tahayyüllerinde o zalimlerle aynı hatlar / yollar biçimlendiriliyor. On sekizinci yılında adalet ve kalkınma partisi bütün bu bahisleri, vaat değil hakikat için çıktığını bildirdiği demokrasi tahayyülünü bir hiç kılıyor. Bugün var ettikleri ülke, bütün bu restore etmek / yenileme çabalarının aslında yıkımın ta kendisi adına olduğu kendiliğinden ifşa olunuyor.
İleri demokrasi nam mesele gerilemenin rotasını belirleyen bir çatı kılınıyor. Sıradanın en temel hak ve hukuku riayet ettiği kurallar kadar talep ettiklerinin de kendi gözlerinin içine baka baka yerle yeksan edildiği bir güncellik gerçek kılınıyor. Demokrasi güncellenebilen bir meseleyken, bu sahada her gün gerilemesine yol / imkan sağlanan bir tahayyülle açık, aleni bir biçimde tüketiliyor. Coğrafya kederin ta kendisi ile meshedilirken çürümenin bu sahadaki varlığı, hak ve hukuk gasbı ile talan edilen gerçeklik ile, ekranlardan verilip bir de güncellenebilen yalanlar birlikte bir menzilin dönüşümü tastamam demokrasinin tersi bir istikamette gerçek kılınır. Hesabını verecek nasılsa yoktur!
Şatafatlı cümleler, yazı akardan düşen nutuklar, sağda / solda seslendirilen iktidara ait / ol kesimden çıkagelen beyanlar, yeni konuş vecizeleri denetim, gözetim ve tahakküm halleri ve suretleri ve eylemselliği ile bu sahanın dönüşümü kesintisiz kılınır. Cerahatin toplamı ulu orta var edilen yekunu her gün çok daha ağır kırılmaların beraberinde güncellenmekte hayat edimi bu hallerle birlikte sıfırlanmaya sevk edilmektedir. İnsani, insana ait olan her şeyin unutturulduğu, tahayyül olunanı kazıyıp duran, silikleştiren bir yeni ülke tahayyülü içerisinde demokrasinin varlığı giderek solgun kılınır.
Demokrasi istencinin toptan bu zeminde yerle yeksan edilmesi, her gün eylenen cerahatli tavırlarla güncellenendir. Gelecek iş bu şimdi dahilindeki yıkımlarla birlikte biçimlenme / düzenleme çabalarında unutturulur. Demans kılınmış toplumun hafızası elinden çalınmış, her şeyi talan edilmişken bunlar yeterli görülmeyip daha derin / kalıcı kırılmaların yolunu açmak güncellenir. İrade gasbından, müşterek talanına, hak mahrumiyetlerinden, göstere göstere yapılan saldırılara, üniformalı faşizmin ayak seslerinden, muktedir olanın dilinde çıkagelen ayrımcılığa / nefrete demokrasinin eksiltilmesi bir deney değil sonuç kabilinden o yeninin restore eden değil yıkımla hemhal olduğunu göstere gelir.
Türkiye’nin içler acısı haline bile / göre hala bu ülkenin kıymetini bilin diye yazaduran ol düşünce insanı nam şahsiyetlerin ortasında hayat hakkı, demokrasinin varlığı, tahayyüller ve birliktelik edimi gibi tavırlar topyekun hiç / yok addedilir. Geçtiğimiz hafta gerçekliğe kavuşturulan kayyım gasbından sonra çıkagelen ülke hakikati bu bağnazlıklar döngüsünü ifşa eder bir kez daha. Milletvekili Ahmet Şık’ın derdest edilmeye çalışıldığı, Amed’den, Wan’a kadar kim neredeyse onu bir fırsat yaratarak kadına ayrı / erkeğe ayrı şiddeti reva gören bir düzen ifşa olunur. Musa Eroğlu’yu tekerlekli sandalyesinde polis kuşatmasının ortasında seslenirken görmek bu ülkede kimseyi sorgulamaya sevk ettirmez.
Bütün bu işkence etme hali, hayatı zindan kılma çabası, çalınan iradenin ayan beyan hali bir yana iki araya bir dereye sıkıştırılan terörist bunlar, dağa para yolluyorlar vızıldaması gibi nicesinin foseptikten hallice yalanlar olduğunun meydana çıktığı yerde demokrasinin nasıl paramparça olunduğu günbegün yaşatılır. Kürd Özgürlük Mücadelesi, birlikte ve illa ki çoğalarak bunca gasba rağmen süreğen bir tahayyüldür. Devletin icraatlarının bir norm, bir pratik olarak cerahate bunca meyili, sorunların hep daha kötüsüne bağlanması halidir ol düşünülmesi gereken. Demokrasinin buraya kadar olanı ile şu sahada ötekisi olanlara karşı var edilmiş sürümlerinin arasındaki uçurumdur mesele.
Bir koca asır sonrasında yerinden saymaktan zerre-i miskal vazgeçmeyen bir sabık aklın her şeyi tarumar etmeye devam etmesidir mesele. İttihat ve Terakkinin kurmayları olan o Talat ve Enver’in yapmış oldukları fecaati bugün mot-a-mot yinelemek isteyen Amirin ve Bahçeli gibi bir faşistin elinde, geçmiş bugüne taşınır. Bir asır sonrasında soykırım halini ve istencini yeniden düzenleyebilmek gibi bir iddia ile çıkagelen devletin felaketleri açık bir biçimde güncelleme halidir mesele, soran eden var mı ola? Demokrasi istenci kayyım operasyonları nezdinde, dünün devletli ile bugünkünün el sıkışması neticesinde yapılırken var edilenin ardılı bunca bariz yıkımdır, kimin umurundadır, sahiden de sorgular mısınız?
Bu bahisleri hiçbiri deney değildir. Bunca yaşatılan fecaat rastlantısal hiç değildir. Kürd halkının, özgürlük hareketinin, siyaset kanadının birbirini duyan ve Bakur Kürdistan’ında hayat var eden tüm kimliklerin mücadelesi lağvedilmek istenir. Baş Amir’in tahayyülü ol geçmişin karanlığını “faşistlere” taşeron edip, kendi rantını, yağmasını, kentlerin içini dışına çıkartıp, demografisini bozabildiği kadar bozmayı ve en önemlisi kan akmasının bir sonunu getirmemeyi var ederek bir ülkeye varmaktır. Böyle bir tahayyülün var edecek olduğu restorasyon değildir, bir replikadır, karanlığın replikası!
Bütün bu karanlık döngüde demokrasi boğulmak istenir. Bir yandan da İstanbul gibi rant, yağma kümesinin merkezinde bulunan ve muktedirin kaynak olarak sömürmeye halen ve halen devam etmeye çalıştığı yerde aldığı yenilgiye yanıt verme çabası da vardır. Erkan-ı muktedirin cerahatli ülküsü bir toprak parçasında kırımın bizatihi kendisine ramak kalan bir mefhumu var eder. Bu kadar aleni bir halde Foucault’nun demokrasi pratiğinde devlet denilenin failliğini ortaya serdiği her edim karşımıza çıkartılır. Demokrasi halktan / tüm o sıradan olandan kaçırıldıkça, düşünme ve sorgulama, yaşama ve tahayyül etme hallerine ne zemin ne imkan bırakılmadıkça güncellenen yer bir sınırlandırıcı saha hakikat kılınır. Bu bahislerle midir yeni ülke?
Bu kadar hazin olandan mürekkep bir toplam mıdır yeni ülke? Demokrasi pratiklerinin bu madun siyaset eliyle yerle bir edildiği yerde, yerine ikame olunan her edimin, eylemin bir başka fecaate kapıyı araladığı iş bu menzilde hayat nicedir, hayat her ne haldedir sahiden soruyor musunuz? Cerahat bir ülkeyi tarumar etmenin, bariz bir dönüşüm diye türetilen fecaatlerin yekununda bir hezimet sarmalını var etmenin ta kendisidir. Bugün yaşadığımız bu coğrafya bütün bu tutarsızlıkların birbirlerine lehimlenmiş bariz bir karanlık tahayyülü ve toplamının izleri üstünde ilerlemektedir.
Yaratılan vahşetin, oluşturulan cürüm hemhal hallerin her nasıl bir demokrasi istencin ta kendisini tarumar ettiği artık yaşananlarla sabit olunmaktadır. Bir ülkede yaşam böylesi bir tahayyül bileşkesinde çalınandır. Bu kadar afaki bir o kadar kesin / kesintisiz bir yıldırı ikliminde hayat her ne yana düşmektedir, her neye dönüşmüştür bu meçhuldür, muhayyiledir. Kesintisiz bir biyopolitik tahakküm şablonu yinelenip dururken yol da, yön de, hayat mefhumu da derdest olunmuştur. Bilinçli olarak bir menzilin dönüşümü fecaat ekseninde ilerleyen yurt akışı bugün hakikat addediliyor. Var edilenin yekununda bir insanlık meseli karşımıza çıkartılıyor aralıksız olarak. Cühela cüretinin, cinnetle cürüm arasında gezinmeye devam eden yerin / yurdun sabıka kaydı dökülüyor ulu orta. Açık, seçik, yalın bir yıkımın varlığı, ezcümle kesintisizdir.  
Restore edilmeye devam edilen demokrasi istencinin var ettiği yıkımlara örnekleri bu satırlar arasında aktarmaya devam edelim. Mezopotamya Ajansı’nda yayınlanmış olan haberden aktaralım: “Mardin'deki kayyum protestoları sırasında darp edilerek gözaltına alınan 5 gazeteci, “Haber yapmasınlar” diye 6 gündür emniyette tutuluyor. Mardin Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atanması protestolarını 20 Ağustos günü kentte takip eden ajansımız muhabirleri Ahmet Kanbal ve Mehmet Şah Oruç ile birlikte Jinnews muhabiri Rojda Aydın, gazeteciler Nurcan Yalçın ve Halime Parlak polislerce gözaltına alınmıştı. İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube’de 6 gündür tutulan gazetecilerin gözaltı süreleri önceki günü 4 gün uzatılmıştı. Gazetecilerin bugün de ifadeleri alınmazken, gözaltına alındıkları ilk gün avukatlarıyla görüşen gazeteciler, kayyum protesto haberlerinin kamuoyuna yansımaması için gözaltına alındıklarını kaydetmişti.” Gözaltına alınan gazeteciler bir haftaya yakın rehin edildikten sonra salıverilirler. Çürümeye tanıklık, olan bitenden haberdar etmenin her neresi suç kılınmak istenir, burası hala ve hala muallakta konulur!
Wan’dan bir başka haber: “HDP’liler, belediyesine kayyum atanan Van’da protestolarını 7’nci günde de sürdürdü. HDP’liler parti il binasından Maraş Caddesi’ne yürüyüş düzenlemek istedi. Sloganlarla yürüyüşe geçen HDP’lilere polis müdahale etti. Müdahale sırasında HDP'li vekillerin de aralarında bulunduğu grup darp edildi. Polis, milletvekillerine yakın mesafede biber gazı sıktı.
Müdahale sonucu milletvekillerin danışmanı Göksel Altuni ve İbrahim Genç, İpekyolu Belediye Meclis Üyesi ve Emek Partisi (EMEP) Van İl Temsilcisi Hayrettin Alan, Seyit Kılıç, Hasan Güven, Kemal Yıldırım ve isimleri öğrenilemeyen çok sayıda kişi gözaltına alındı. HDP'li milletvekilleri ise Cumhuriyet Caddesi'nde polis ablukasına alındı. Polis çemberinde halka seslenen Van Milletvekili Murat Sarısaç, şunları söyledi: “Şuan vekiller çember içerisine alınmış. Biz asla bu halkın iradesini onlara teslim etmeyeceğiz. Hem belediyelerimize el koyuyorlar, halkı iradesine el koyuyorlar hem de en demokratik hakkımız olan açıklama yapmamıza izin verilmiyor. Meclis feshedilmiş, hiçbir meclis üyesinin bunu dile getirilmesine izin verilmiyor. Bir halkın iradesi yok sayılıyorsa onun vekilli de yok sayılıyor. Onun onuru da yok sayılıyor. Sizin meclisiniz utansın. Sizin demokrasi diye yola çıkan ama mazlum iken bugün zalim olan kişiler utansın.” Milletvekilleri polis çemberinde tutulmaya devam ederken basının görüntü almasına ise izin verilmiyor.”
Tumblr media
Amed ve Wan Belediye Eş Başkanları Baş Amir’in var ettiği tehdit cümlelerine, paraları dağa yolluyorlar söylemine makamından yanıt verirler: Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Kayyumları “Paraları Kandil’e gönderiyorlar” diyerek savunan Erdoğan’a yanıt veren Selçuk Mızraklı ve Bedia Özgökçe Ertan tüm faaliyetlerinin İçişleri Bakanlığınca takip edildiğini, böyle bir işlem ve belgenin olmadığını belirterek, “Bir kuruş yanlış işlem yapmadık. İftira atmayınız. Nasıl nereye para yollanmış" diye sordu.İçişleri Bakanlığı tarafından yerine kayyum atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediye (DBB) Eş Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın "Vergilerle gelen parayı halka değil Kandil’e gönderenlere seyirci kalamayız" sözlerine yanıt verdi.
Mezopotamya Ajansına konuşan Mızraklı, “Mızrak çuvala sığmıyor. Söylediğiniz şeylerin hayat içinde karşılığı olmalıdır. İşlem olarak da belge olarak da söyledikleriniz ortaya koymak durumundasınız” dedi. 4,5 ayda 73 milyon TL borç da ödediklerinin altını çizen Mızraklı, “Üç büyük hak din, ‘İftira atmayınız’ der, ‘İftira en büyük günahlardan birsidir’ der. Hiç kimse iftira atmak gibi bir lükse sahip değildir. Böyle bir tutumu g��stermemelidir” diye konuştu.
Tepkisini “Eğer bu halkın, bu kentin bir kuruş parası nahak bir yere kullanılmışsa, Allah benim hakkımı versin. Ama kullanılmadığı halde iftira ediliyorsa o zaman onların hakkını versin” sözleriyle dile getiren Mızraklı, yaptıkları işlemlerin ve belgelerin ortada olduğuna dikkati çekerek, “Türkiye artık bu tür hukuksuzluklarla kendini ileriye taşıyamaz” dedi.
Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanı Bedia Özgökçe Ertan da cevap verdi. Ertan Twitter hesabından şunları söyledi: “1.2 milyar borç, her 10 günde bir VASKİ’nin elektriğini kesme tehdidi, kesintilerle tüm Van’ın susuz kalması, İller bankasından bin bir güçlükle alınan teminat mektubuna bile bankaların kredi vermek istemeyişi, bütçeden yasaya rağmen kesinti, icra takipleri.. nasıl nereye para yollanmış.”
Kayyum politikalarını ve günlerdir süren halkın tepkisini MA’dan Adnan Bilen ve Cemil Uğur’a değerlendiren Bedia Özgökçe Ertan, 31 Mart yerel seçimlerinden görevi devraldığı kayyumunun yaptıklarını hatırlatarak, “O dönemle ilgili bulduğumuz tüm usulsüzlükleri bir bir savcılığa iletiyorduk. Belediyenin bütçesini kendi çevrelerine açıkça peşkeş çekmişler. Van halkı parasını çalan, heba edenlerden bunun hesabını soracaktır” dedi.
DBP yönetimde olan belediyelere 2016’da atanan kayyumların belediyenin bütçesini pervasızca kullandığını  hatırlatan Özgökçe, “O dönem talan ve yolsuzluk düzeni başladı. Belediyedeki amansız fakatsız bütün ihaleler Kayserili, Trabzonlu, Elazığlı firmalara verilmişti. Kayyumların yaptığı bütün işlemlerde yolsuzluklar tespit ettik ve soruşturmalarını başlattık. O dönemle ilgili bulduğumuz tüm usulsüzlükleri bir bir savcılığa iletiyorduk. Belediyede 2-3 milyonluk alımlar bile doğrudan alım yöntemi ile yapılmış. Belediyenin bütçesini kendi çevrelerine açıkça peşkeş çekmişler. Örnek olarak Kocaeli Parkı’nın tadilatı kayyum atanmadan önce yapılmıştı. Fakat kayyum gelir gelmez yeniden bir tadilat çalışması başlatmıştı. Hatta oranın nasıl yapılması gerektiğine ilişkin danışmanlık hizmetine başvurmuş ve 500 bin TL para ödemişti. Yani parkın nasıl olması gerektiği üzerine düşünmeye 500 bin TL aktarılmış. Parkın içerisinde kayyum ve eşi için özel mescit yapılmış ve onlara 48 bin TL’ye özel tabak ve çanak alınmıştı. Parkın içerisindeki restoran sürekli kayyum ve çevresini ağırlayan bir hale getirilmiş ve sürekli zarar eden bir duruma sokulmuştu. Oranın gelirleri öylesine hoyratça kullanılmış ki göl kenarında öyle güzel bir işletme zarar etmiş. Geldiğim dönem ilk iki ayda o işletme aylık 240 bin TL kara geçti” dedi.”
Türkiye gerçekliğinin hayata kasıtlarla biçimlendirilmesi hali süreğen kılınmaktadır. Bu tarz onlarca haber, yüzlerce hakikat beyanına rağmen bir dönüşüm / değişim tahayyülü zikredilirken memleket önderi / sahibi kıvamına kendini taşımış olanın, iktidar halinden çıkagelen bir derin çürümedir. Demokrasinin restore edilmesi, iradenin oraya yahut da buraya yansıması, haksızlıkların son bulması, eşitliğin son kertede gerçek kılınması gibi nicesinin nasıl atıl koyulduğu ortaya çıkmaktadır. Bir kez daha ama son kez değil iş bu ülkede ötekisinin hayatına göz koyan devletlinin varlığı kesintisiz bir biçimde hakikatin ta kendisi kılınır / ilam olunur.
“Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum olarak atanan Vali Mustafa Yaman, daha önce kayyum olarak görev yaptığı dönemde AKP’li bakanlara aldığı binlerce liralık hediyelerin faturaları kamuoyuna yansımıştı. Mardin Büyükşehir Belediyesi kayyumundan alınan hediyelerin bizzat bakanlar tarafından seçildiği ortaya çıktı.
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’li bakanlara verilen hediyelerin satın alındığı “Fırat Silver” isimli mağazanın İnstagram sayfasında yer alan fotoğraflarda bakanların hediyelerini kendilerinin seçtiği görülüyor. Mağaza hesabından yapılan paylaşımda yer alan fotoğraflarda İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un mağazaya uğradığı yer alıyor.
19 Ağustos’ta İçişleri Bakanlığı tarafından görevden ve yerine kayyum atanan Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk, geçtiğimiz hafta yaptığı açıklama da kayyumun İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya her biri 40 bin ve 42 bin liradan iki hediye, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a da 136 bin liralık hediye verildiğini söylemişti.”
Bütünleşik, devamlılığı sağlama alınmış bir tahakküm nesnelliği ile hayatın kuşatılması hakikat kılınır. Restorasyon adı altında yıkımın her nasıl şekillendirildiği bugün bunca açık rant / talan ve yağmanın belgelenmiş olmasından barizdir. Muktedirin başının onlar terörist, bunlar terörist sayıklamasının, kendi gazından etkilenip köşelerinden Kürd’e ölüm naraları atabilenlerin, yakalım yıkalım diye coştuğunu sanan zavallıların her daim kafasını kuma gömen dünün devletinin yılmaz neferlerinin arasında bir hayatta var olma hal ve mücadelesi bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Çürümenin, restorasyon, hak talan ve gasbının yeni ülke için adım, seçilmiş insanların derdest olunmasını haklının tecellisi vs. diye ana duran bir ülkede gerçeklik her nedir, gerçekte olmak olanın korkunçluğuna nihayet ayıyor musunuz? Kürdistan direniyor, herkesten beklediği, geri kalandan talep ettiği tek bir şey var, haklılığının işitilmesi, hemen her anlamda...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2019
Görseller – Veterans – Sparse (Ahmed MOSTAFA) - Behancé
0 notes
seslimeram · 4 years
Text
Sesli Meram #125 - Karşı Radyo (31.03.2020)
Tumblr media
“birkaç satırla çıkagelen salt covid-19 salgınında değil memleketin sağlık politikasının bir biçimde var edilmediğini / aslında olmadığını göstere gelir. hayatlar üç otuz kuruşluk bir mesele kılınırken, cerahat her yeri kuşatırken, bağışıklık stratejisinin başımıza ne işler açabileceği mevzu olunmaz. sağlık çalışanlarının kendi hallerine terk edilmesinin halinin her ne olacağı sorgulanmaz. giderek kendini o makama taşıyanın ta kendisine dönüştüren bakan beyin var ettiği gibi bir dolu laf lakırdı şaklabanlık arasında olan biten sıradanın bizatihi hayatlarına düşürülen gölgeler olur ki hayat bu menzilde hep bir biçimde bu kadar aleni bir halde yerle yeksan edilendir.”
podcast image credit: death note x paiheme studios x behance
https://archive.org/details/karsiradyoseslimeram31mart2020
0 notes
seslimeram · 6 years
Text
Karanlığın Bir Sonu Var Mıdır!
Tumblr media
İç içe geçiyor bütün kelimeler. Anlamların paramparça edildiği, bedenlerin; yeni diye tanınan, bildirilen yeri var edenlerce çürümeye terk edildiği, alenen sözün gözden çıkartıldığı menzilde bir çürüme istikameti açıktan tutturuluyor. Bir koca asırda var edilen şeyin devamlılığı açıktan sürekliliği sağlama alınır. Artık harflerin hepsi de birbirine lehimli, olup bitenler yaşatılanların güncesinde var edilen tek bir kelimeye sığıyor; Yeter!
Cerahatin peyderpey kılındığı yerde var edilen iklimdir mesele. Hala, koşar adım şu yaşatılan mesellerdeki kötülükler bütün kelimeleri buluşturan / bütünleyendir. Cerahat bu ülkede bir istikamet belirleyici olarak atanmıştır. Yeter! Kendi döngüsünü baştan, en baştan sıradana karşıtlıkla kuran, demokrasi mi o zaten fazlasıyla var burada diye çemkiren aklın ettiği fecaatedir o kelime yeter. Bir kurgu değil hakikat kılınan bir boyunduruk sarmalıdır. Sırf bunun için bile “yeter” kelamı /seslenişi kafidir.
İç içe geçiyor bütün kelamlar artık. Türetilen, var edilen, varlığı kutsanan cerahatin menzilinde her şey gibi kelimelerin anlamları da boşa çıkartılıyor. Gümbürtüde yaşamak yerle yeksan ediliyor. Bugün yaşanan düzlemin karanlığı bir hız örtbas edilmeye çalışılıyor. Bütünün yıkım ile bina edildiği bir yerde çürüme göz ardı ediliyor hâlâ. Çürüme hakkında hiç ama hiçbir bahis açılamıyor bir türlü. Muktedirin yeni ülkesi yeni tabuları var ediyor. Bir tahakküm nesnelliği bina olunurken Bay E’nin savunduğu ülke bu cürümlerle var ediliyor.
Çiller, Ağar, Soylu hatta Akşener, alttan alta yükseltilen af çıksın denilen Çakıcı gibi figürler ve nice piyonla ol insanlık düşmanlarıyla bir menzil güncellenir. Sahici olan burasıdır. Yeter, buna karşıttır hali hazırda. Bütün kelimeler kalıcı karanlığa rehin edilmek istenendir. Hayatın aleni karabasan döngüye rehineliği barizdir. Karanlık behemehal karşılığı işte bu sahada var edilenlerin özetleyicisidir. Çürümenin ardışık bir icraat olarak yinelendiği yerde söz hakkı çalınmaktadır.
Soylu, Amed Barosunu hedefe alır. Kelimlerin ardılı sıra bir kez daha çıkagelen karanlık meramındadır. “-Şunu da ifade edeyim o kadar alçakça değerlendirmeler yapılıyor ki, şimdi dün Diyarbakır'da Diyarbakır Ticaret Sanayi de dâhil olmak üzere Diyarbakır Barosu zaten Diyarbakır Barosu PKK'ye müzahir bir Baro'dur. Çok açık ve net söylüyorum PKK'ye müzahir bir Barodur. Bütün eylemlerimizde olaylarımızda hukuka dahil olan bütün olaylarımızda PKK sesini çıkarmadığı zaman Diyarbakır Barosu sesini çıkartır.” Pirsus’ta yaşatılan AKP vahşetinin üstünden çıkagelen ol söz öbeğinde, İçişleri Bakanı koltuğunu işgal eden zat, hayat hakkının “savunma” makamına saldırmaktan kendini geri koymaz. Cürümler, yerle bir edilmiş kelimelerin sofrasında bunca bariz ve bir o kadar yara veren olarak güncellenen bir meseldir. Yeni Türkiye artık bunlarla bir bu kadarı ile var edilendir.
Amed (Diyarbakır) Barosu açıklama yapar:
Diyarbakır Barosu, hak, hukuk ve toplumsal meselelerde üyelerinin cesur ve fedakâr mücadelesiyle ödediği ağır bedeller neticesinde edindiği bu müstesna ve görkemli duruşuyla, geçmişte olduğu gibi bugün de tehdit eden bu dile boyun eğmeyecek ve sessiz kalmayacaktır.
Sn. Süleyman Soylu!
Bizleri bu şekilde jitemvari bir tarzla hedef gösterdiğinizin farkındayız. Sevgili Baro Başkanımız Tahir Elçi’yi katleden bu anlayışa karşı bize düşen de onun verdiği bu cevabı sizlere hatırlatmaktır. “Jitemci ağababalarınız ve generallerinize boyun eğmedim sizden mi korkacağım” Biz de korkmuyoruz…
Sn. Süleyman Soylu, iddialarınızın arkasındaysanız sizi gereğini yapmaya davet ediyoruz. Diyarbakır Barosu Başkanı ve Yönetim Kurulu Üyeleri olarak Diyarbakır Barosu Adli Yardım Hizmet Binasında terörle mücadele ekiplerinizi ve savcılarınızı bekliyoruz.
Tahir Elçi’yi aldığınız yerdeyiz…
Süleyman Soylu’nun TRT ekranlarından bahsettiği dehşetin ne olduğunu iyi bilen bir makam olarak Amed Barosu anladıkları dilden yanıtı bildirir. Düzenin vahametle, kötülükle birlikte ol yan yana hallerinin ulaştığı seviye kendisinden olmayan herkesi terörist ilan etme cüreti bariz bir yıkımı çağırmaktadır. Amed Barosu ve onlar gibi bir avuç kesim, bariz bir ülkenin belirsiz sayıdaki insanı, kurumu hep birlikte mücadele etmektedir, edecektir, ediyor. Soylu’nun anlam kaymalarının, kelime çorbalarının arasında hayata kastın var edildiğini görmek için şu hayatta var edilen cerahat tek başına yeterlidir.
Soylu’nun sabık bir akıl yürütme ile birbirine bağladığı / buluşturduğu meram eylediği bahis cürümlerdir. Baro elindeki imkansızlıkların, söz hakkı hiçbir şekilde önemsenmese de doğru olanı bildirip hayatı savunmaya devam etmektedir. Bir metnin satır aralarından görünenler bu ülkede yaratılan yaratılan dehşeti de özetlemektedir. Bakanın bahsindeki yıldırı ve riya, hedef alma ve tehdit bu sınırlarda siyasetin ol omurgası kılınandır. Cerahat budur.
Doksanların kara, kapkaranlığını o Baronun sözcülerinden olan faili meşhur bir cinayete kurban ettirilen Avukat Tahir Elçi’nin canına kasteden bir aklı yeniden üretmenin şablonu ol Soylu’nun beyanlarının sathı mahallini özetlemektedir. Vaat olunan ve yaşatılan bir özet değildir, çürümenin kötülükle hemhal bir düzenin bina olunmasının yapı taşlarıdır. Soylu, Çiller, Ağar ve diğerlerinin eliyle zikredilen / yapılan budur.
Bay E dünün devleti ile el sıkışırken, kendi fundamentalist mizacı ve yapısını da birleştirerek bir yol tutturmuştur. Atılan her adım bunun fasarya değil basbayağı açık bir tehdit olduğunu göstermektedir. Tekçi söylem şu hedef alma güncesi bunun içindir.  Soylu gibi doksanların mimli şahsiyetlerinden, ismini ansanız başınıza iş açacaklarını açıktan dile getirdikleri Ağar Ağabeyleri, mafyöz kontenjanından Peker’lerin cirit attığı bir coğrafyayı mümkünler sınırına taşımak çabasına düşülendir. Düşündürücü olan bir menzilin daha kaç kez yıkım güncesini yeniden var edeceğidir.
Daha kaç kez 1915’in karanlığına demirleme gayretine düşülecektir? Daha kaç kez 1937-8’in yıkımına, bu toprakların kanla sulanmasının nasıl ötekisine nefret / kin kusularak imal edildiği ortadayken yeniden, yeniden tahayyülden bir hakikate evrilecektir? AKP'nin Bolu Basın Danışmanı Gökhan Aydın’ın sosyal medya hesabından atıldığı öne sürülen mesaj vardır; daha kaç kez o yollara sapılacaktır bir ülke denilen şu sahnede? “AK Parti’li zina veledi olmaz… AK Parti’nin oyunun bir yerlere kaydığı algısı yapanlar, 24 Haziran’daki kaymaya karşı dikkatli olun. Reise oy atıp, vekillikte AK Parti dışında başka bir yere oy atacak kadar babası meçhul zina veledi bir AK Parti’li henüz mevcut değil…” Pesayelik mi, sadece cürüm için çabalanmak mı, tehdidin düz ayak kılınması mı, hangisini bir diğerinden ayırasınız! Kelimeler birbirlerine karışıyor.
Cümleler kurulurken, cürümler arka planda işlemeye, yeniden var edilmeye devam olunuyor, üstelik iktidarın yancısı bile olunsa aksi düşünüldüğünde hakkınıza düşen teslim olunuyor. Bu kadar cerahat, bu açık, bu fena, bu bet, bu kötülük numunesi sahnede her neye yol verecektir? Korkuların güncellendiği bir yerde, onlardan medet umarak bir ülke bina olunur, bunun neresi yenidir? Bir daimiliğe kavuşturulmak istenen şey cerahattir. Yıkımın her ne olduğu her neye çalışıldığı eski Başbakan Tansu Çilleri’in AKP Mitingine katılıp sonrasında açtığı bahislerle görünür kılınır. Çillerin savunduğu örtbas etmeye hala çalıştığı şey bir kırım döngüsüdür.
İktidar medyasından A. Selvi’ye konuşur ol Çiller: “Çiller’e, sosyal medyadan yöneltilen eleştirileri hatırlattım. “Korku refleksi olmasa bu kadar tepki olmazdı. Doğruları söylememden rahatsız olanlar olabilir” karşılığını verdi. 90’lı yıllara döndü. “Yaptığım her şey doğruydu demiyorum. Çok gençtik, çok idealisttik, birçok şeyi kısa zaman içinde yapmak isterken karşımda çok geniş bir cephe buldum. Çok yoğun yıpratma kampanyaları ile karşı karşıya kaldım” diye konuştu. Son olarak, seçimlere ilişkin tahminini sordum. “Kafalar karışık. Yeni bir sistem, taraflar çok karıştı. Tahmin yapabilmek zor. Seçim sonrası yönetimin nasıl oluşacağını anlayan yok. Çok bilinmeyenli bir seçime giriliyor. Tahmini zor bir ortamdayız” karşılığını verdi.”
Tumblr media
Çürümeyi güncelliyor bu ülke. Dehşetin tanımına yeni eklemeler yapıyor bu ülke. Bir ülke ki çukur halini örtbas edemiyor artık. Gençtik, idealisttik gibi mugalata argümanlarla var edilmiş o doksanların karanlığını hala inkar etme süreğen kılınır Çiller tarafından. Dönemin yıkımı bir tahayyül değil bariz bir hakikatken, halen verilmemiş hesaplar ortadayken bunların öncesi, en önemlisi de olmuş bitmiş olarak değerlendirilmesi söz konusu edilir. Bu utançları anlamlı bir karşılıkla sunabilecek bir kelime yok...
Pirsus kırımına ait görüntüler yayınlanır. Mezopotamya Ajansı’ndan alıntılayalım. “Urfa’nın Suruç ilçesinde AKP Milletvekili ve Adayı İbrahim Halil Yıldız’ın yakınları tarafından öldürülen esnaf Esvet Şenyaşar ve çocukları Adil Şenyaşar ile Celal Şenyaşar’ın aile ve avukatlarına verilmeyen otopsi raporlarına Mezopotamya Ajansı ulaştı. Kanuna göre, ölen kişinin yakını veya avukatı otopsi raporunu istemesi durumunda dosyada kısıtlama dahi olsa verilmesi gerekirken, olayın yaşandığı 14 Haziran’dan bir gün sonra HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul ve Şenyaşar ailesinin avukatı, otopsi raporlarını almak için görevli savcıyla uzun görüşmeler yaptı, ancak raporları alamadı. 14 Haziran günü Suruç’tan Antep’teki 25 Aralık Devlet Hastanesi’ne getirilip tedavi altına alınan Celal ve Adil Şenyaşar kardeşler hastanede yaşamlarını yitirdikten sonra saat 21.00 sıralarında Antep Adli Tıp Kurumu’na götürüldü, adli tıp ekibi aileden hiç kimseye haber vermeden otopsi işlemlerini yaptı.”
Celal Şenyaşar’ın vücuduna 6 adet farklı çaplarda ateşli silah mermi çekirdeği isabet ettiğini tespit eden adli tıp ekibi, vücuda isabet eden mermilerden ilk isabet eden mermi çekirdeğinin öldürücü nitelikte olduğunu, diğerlerinin ise öldürücü nitelikte olmadığını belirledi. Raporda vücuda isabet eden tüm mermilerin giriş deliklerinin incelenmesi sonucu, mermilerin bitişik atış mesafesi dışından yapılmış olduğu ancak elbiseli bölgeye isabet etmiş olduklarından kesin atış mesafesi tayini için elbiselerinin kriminal fiziki incelemesi gerektiği tespit edildi.
Celal Şenyaşar’ın ardından kardeşi Adil Şenyaşar’ın otopsisine geçen ekiplerin harici muayenesinde, vücudun 14 bölgeden kesici, delici alet ve sert cisimlerle darp edildiği belirlendi. 14 bölgenin büyük bir kısmında ciddi yaraların olduğunu belirleyen ekipler, raporda Şenyaşar’ın aşırı darba maruz kaldığını belirtti.
Esvet Şenyaşar’ın yeğeni Osman Ali Şenyaşar kimlik tanığı olarak huzura alınıp kimlik tespiti yapıldıktan sonra yeğen Şenyaşar'ın dışarıya çıkarılıp otopsiye başlandığı belirtildi. Harici muayenede, baba Şenyaşar’ın vücudunun 7 hayati bölgesinden kesici aletlerle büyük çapta yaralar oluşturularak yaralandığı ve 7 ciddi yaranın yanı sıra vücutta 23 noktada öldürücü nitelikte olmayan yaranın olduğu tespit edildi.” Bunca açık ve bariz bir katliamın bile karşılığı ya da adalet önünde hesap verilmesinin bile engellendiği menzilde kelimeler her neye yarar, sahiden!
Riha’da yapılan mitingde konuşur Bay E. “Erdoğan Suruç’taki kavgada yaşamını yitirenlerin tamamı için rahmet diledi. Erdoğan daha önceki konuşmalarında esnafları PKK'li olmakla suçlamıştı. Erdoğan şu ifadeleri kullandı: Geçtiğimiz günlerde Suruç’ta yaşanan elim hadisede hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Ve milletvekilimize ve ölenlerin yakınlarına baş sağlığı diliyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Hadise güvenlik güçlerimiz ve savcılığımız tarafından ayrıca soruşturuluyor. Her şey ortaya çıkartılacak ve suçlular adalet önünde hesap verecektir.” Evrensel Gazetesi’nde yer bulan haber metnindeki gibi çürümeyi güncelleyen, onu yeniden biçimlediren ve koca bir kentin orta yerinde var edilmiş cinayeti bir öyle / bir böyle anarak, sunarak geçiştirmektedir. Bay E v bahsettiği adalet tecellisinin her ne olduğu daha önce, Hrant Dink “Milli Mutabakat” Cinayeti, Soma Maden Cinayeti, Roboski Katliamı, iki seneyi aşan Bakur Kürdistan’ı ablukasında görmek mümkündür. Bütün kelimeler birbirine dolanıyor... Yıkım tek hakikat, Yeter!
Soylu, Çiller yahut da Bay E gibi nevi şahıslarına münhasır cümlelerin, ide ve tahayyüllerin peşinde değil doğrudan ve kalıcı kırımın ol devletli geleneğinin devamında rol alan oyunculardır. Yeni Dünya Düzeni, Neoliberalizm gümbürtüsünde atılan her adım bir başka cerahatin yenilenmesi, güncellenmesidir. Daha bu topraklar kaç kez 90’ların beyaz toros markasıyla örtüşen suçlarını, 80’lerin ortasında var edilmiş devlet düşmanı / teröristler argümanı ile memleketin tek tipleştirilmesini yaşayacaktır. Daha da gerilere gidelim 1964, 20 dolar, 20 kilo, 1955 pogromu, 1937-8 Dersim Tertelesi, 1923 ve geriye doğru 1915’in derin karanlığına kadarki sürede var edilen cerahatli soykırım sürekliliğini kaç kez daha yeniden ve yeniden imal edecektir bu ülke!
Dehşetli devlet mekanizmasını güncelleme gayreti her gün sabit olunurken hayat nedir her ne demektir? Sayıştay Raporlarındaki detay olarak geçilen iç edilmiş, belgelenmemiş harcamalar bahsinden, Patates / Soğan rakamlarına, yükseldikçe coşan enflasyondan bitimsiz savaş iklimi dahilinde yapılanlara gerçekten hayat ne haldedir? Bir sandık / oy bahsi dışında bu ülkede ol demokrasi tahayyülü hiç ama hiçbir zaman işlevselleşmiş / varlığı görünür kılınmış mıdır bu ülkede şu mahalde.
Tehditlerin havalarda uçuştuğu, Bay Yıldırım’ın (Son Mohikan!) Atatürk yaşasaydı bugünün o CHP’lilerine hayat hakkı tanımazdı betimlemesinden, ODTÜ’de 2 öğrenciye 'örgüt üyeliği', 'örgüt propagandası', 'cumhurbaşkanına hakaret', 'askeri teşkilatları aşağılama' suçlamalarıyla soruşturma açılmasına bir cürüm düzeni şekillendirilmektedir. Bir oy verme, sandık bahsinin tam da ötesine geçilmiş bir hayat memat meselesi dururken ortada yarın ne olacaktır! Yarınlar nasıl şekillendirilecektir? Bugünümüz bir çukuru, dipsiz bir karanlığı ve kesintisiz bir yıkımı bildirirken yarın bu enkazın altından kalkabilecek miyiz, o dermanı bulabilecek miyiz sahiden, sahiden!
Bütünlüklü bir çürümenin var edildiği yerde salt Bay E ve AKP iktidarının gitmesi, düşmesi değildir mesele başlı başına bu ülkede var ettikleri cerahatli halin, kanıksanmış kötülüğün ol yıkımına dur diyebilmektir sorun! Gerçekten bugünümüz bir çukurun ta kendisini bildirirken öyle ya da böyle, sıradanın sözü duyulabilecek midir? Eleştiri şerhleri nihayet fark edilecek midir? Yıkımın kıyısına götürülüp, oralarda karanlığın dipsizliğinde dolaştırılıp durulurken bu ülkede yaşam, oralarda geri dönebilmeyi başarabilecek miyiz? Karanlığın bir sonu var mıdır, olabilir mi, sahiden, sahiden, sahiden! Kelimelerin kurduğu karmaşık düzenekte bir sesleniş kalıyor geriye; YETER!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2018
Görseller – Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsü’nden Grafiti Çalışmaları v/ Listelist
0 notes