#Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist
Explore tagged Tumblr posts
Text
Marxist-Leninist women political prisoners stage an underwear protest for dignity
Communist Party of Turkey/Marxist-Leninist - Liberation Army of the Workers and Peasants of Turkey, Kurdistan Women's Freedom Party, Marxist-Leninist Communist Party women comrades have been repeatedly strip searched by guards. Being kept in a state of semi-nudity by the guards clandestinely and individually is meant to keep women in a state of fear and anxiety. But by organizing together as comrades to publicly expose the state they are being held in, revolutionary prisoners have flipped it into resistance and dignity. They are making official the unofficial policy that all Marxist-Leninist women be kept in their underwear. It has been brought out from the darkness into the light. Despite being sentence to life in prison, Comrade Resmiye Vatansever continues to lead the struggle behind bars and update us with letters.
A Letter from Comrade Resmiye Vatansever on prison resistance
Hello Dear Friends,
We embrace you and wish you continued success and ease in your work. I am writing to inform you about the attacks that have been escalating in this prison recently.
As political women in this prison, we began to protest by taking off our clothes against the strip search attacks.
In this system where women's bodies are dominated by all means, where male murderers of women are rewarded with "good behavior" reductions in court, and where the male state's law enforcement officers are given the authority to harass and rape by law, prisons continue to be harassment and rape centers for women and LGBTIs.
The harassment continues unabated in this prison. In recent times, when we go to hospitals and courts, the routine body searches conducted by guards have been supplemented by the imposition of the military to perform a body search. Moreover, these searches were not conducted in the usual place, but in a room where there were no cameras (the room where the strip search attack took place). We did not accept such a search and have prevented it from being performed for now.
But these types of attacks are constant and come in many forms in prisons. We learned that female visitors to the August open visit were also asked to remove their underwear.
At the same time, in this period when arrests and deportations are intensified, strip searches are being imposed on our friends who have just been brought to this prison. This search is being carried out by force, even though they do not accept it. As always, we respond to these attacks with protests. With the latest attacks, we have added new ones to our protests.
As TKP\ML-TİKKO, PAJK, MLKP prisoners, every time we are taken out of our cells, we all take off our shirts and blouses and walk with only our underwear on, accompanied by the slogans “No to Strip Searches” and “Human Dignity Will Defeat Torture”. We go to our destinations in this manner and do not put on our clothes until we return to our cells. At the same time, in the face of every strip search attack; we all chant slogans and knock on the doors.
Resmiye Vatansever
Ankara Women's Closed Prison
Prisoner of TKP\ML
#political prisoners#women's rights#Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist#marxism leninism#marxist feminism#Communist Party of Turkey/Marxist–Leninist#Kurdistan Women's Freedom Party#Marksist Leninist Komünist Parti#kurdistan workers' party
3 notes
·
View notes
Text
Türkiye Komünist Partisi-Marksist-Leninist.
178 notes
·
View notes
Text
HDP - Otzovizm- CHP
Siyaset, doğası gereği hegomonya savaşı'nın bir aracı, birinin diğeri üzerinde tahakküm kurma aygıtı olarak savaş dışı bir mücadele yöntemi olarak tarih sahnesine çıktı. Burjuvazi'nin feodalizmi yıkıntıya uğratıp, bir üst aşamaya geçmesi ile burjuva demokrasinin ilk adımları atılmış oldu. Siyaset o günden sonra, burjuvazinin kendi biçimlendirdiği yasalar yoluyla kendi elinde tuttuğu, tekelci sermaye iktidarından başka birşey olmadı. Onu yıkıma uğratan ilk olarak; halk demokrasinin, halkın kısa süreliğine yönetime el koyma biçimi olarak ilk elden Paris komünü oldu diyebiliriz. Ardından 1917 Ekim (Kasım) Bolşevik devrimi ile burjuva siyasetine, yani halktan kopuk, bir grup ayrıcalıklının, otokrasinin, iktidarına son verme yolu ile dengeler değişti. Kapitalistlerin içinde bulunduğu kriz aynı zamanda burjuva siyasetin siyasi bir krizi olarak Devrimleri açığa çıkardı. Sovyetler Birliğinin reformist çizgiye geçmesiyle ve daha sonra ise sosyalist kalmakta direnen ardından yıkılan ülkelerin çöküşüyle, burjuva siyaseti; ezen ile ezilen arasındaki savaşımda en gerici faşizan yol ve yöntemleri izleyerek varoluşsal krizini bir şekilde sürdürüp iktidarını devam ettirdi.
Ezen ile ezilen arasındaki amansız savaş bugün de hala yürürlükte, araç ve yöntemleri farklılık göstersede savaşım sınıfsal ve ulusal boyutları ile bir çok ülkede sürüyor. Bunun bir ayağında da bulunduğumuz coğrafya Türkiye yer alıyor. Ülkemizdeki siyasi hegomonya savaşı'nın siyasi boyutu ve dengeleri hem askeri bölgesel yayılmacı hevesler ile dışta, hem de siyasi olarak içte her geçen gün büyük krizler yaratarak değişip ve derinleşmekte. HDP'li ve CHP'li vekillerin vekilliğinin düşürülmeside bu siyasi krizin bir devamı. Kriz ilk olarak 7 Haziran'da HDP'nin ''iktidarı ortadan'' kaldırması ile derinleşti. Devlet, bu hegomonya savaşında ezilenlerin halk iktidarına; demokratik yoldan yürüyüşünü engellemek için büyük bir savaş konseptini devreye koydu. Herkesin bildiği 4 Kasım siyasi darbesi tüm yaşananların başlangıcıydı. Bu süreçte katkıları hiç unutulmayacak olan anamuhalefet partisi CHP, sürecin önünü tıkamak yerine sürecin önünü açan bir misyon üstlenmişti; Çünkü ilerici demokrat kitlesi HDP'ye kanalize oluyordu. Özellikle başta Aleviler. CHP bu tehlikeyi görünce; Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz düsturu ile hareket edip, çöken politik İslamcı rejime bir can simidi oldu. Hem iktidarın koltuğunu sağlamlaştırdı hem de HDP'li vekilleri tutuklatıp, iktidar ile kol kola HDP'yi kriminalize ederek kendi kitlesini tekrar konsolide etmeye calıştı. Peki sonuç? Kazdığı kuyuya kendi düştü; kendi vekilinin dokunulmazlığı kendi eliyle düşürülmüş oldu. Ve bugün ise kendisi bunun ''ceremesini çekiyor.''
CHP kitlesinin, Vekilliği düşürülen HDP'li vekillerin ismini dahi anmaktan korkan, demokrasi dışı tutum takınmakta ısrar eden partisinin içinde bulunduğu bu durumun bilincine varıp, ona göre hareket etmesi, hesap sorması beklenir, bugün itibariyle artık CHP' de saf tutması değil.
HDP cephesinde ise, yoğun saldırılar, faşizan baskı siyaseti, onu geri çekilmeye itsede bir şekilde ''yetersiz'' direnme gücü ile politikasını yapmayı sürdürdü ve sürdürmeye çalışıyor. Tabi bunu yaparken son AKP -MHP darbesi ardından kitlesinden ve kimi içindeki çevrelerden HDP'nin sine-i millet'e dönmesi tekrar talep edilir oldu. Ve bir gecede bu sosyal medyaya çok net yansıdı. Yani kitlesi ve onunla yol yürüyen yapıların bir kısmı onu geri çağırıyor. Buna Rusya'da bolşeviklere, Bolşevikler içinden yapılan cağrı ile otzovizm denir yani; tüm legal yapıları terk edin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin hiç bir kurum ve kuruluşunda bulunmayın manasına gelir. Bu duygusal bir kopuştan öte kitlelerde başka bir siyasi bilincin açığa çıktığını da göstermektedir: İllegalizm. Lakin bunu söyleyenlerin kaçırdığı birşey var ki; HDP Bolşevikler gibi Marksist-Leninist bir örgüt olmadığı için, salt demokratik siyaseti benimsediği için bunun olması mümkün değildir, ki Lenin önderliğindeki bolşevikler geri çağırma durumuna, meclisi terk etmeye kökten karşıdır, hem legal, hem illegal çalışmayı yürütme Komünist Parti'nin yöntemidir. HDP'den bunu isteyenler, geri cağıranlar tam olarak ne istediğini de ortaya koymakla yükümlüdür. Çünkü, demokratik siyasetin demokrasi cephesini oluşturan HDP'nin bunu yapma koşulu yoktur. Onun daha fazla bulunduğu kazanılmış mevziyi koruması gerekmektedir.
Neden? Eğer siyaset bir hegomonya savaşı ise, Burjuvazinin ahırı olan parlamento; ezilenlerin sesini yükseltiği, ezenleri teşhir ettiği, onu ezilen halk kitleleri için bir muhalefet kürsüsüne çevirdiği, devletin yozlaşmış tüm kirli çalışmalarını ortaya döktüğü bir siyasi arenaya çevirme görev ve sorumlulukları vardır. Saldırılar 90'lardan bugüne, ilk olmadığı gibi demokratik halk iktidarı kuruluncaya dek sonda olmayacaktır. Bugün HDP'nin sine-i millet'e değil, burjuva parlamentosunu içeride vekilleri, dışarıda halk kitlesi ile çalıştırılamaz -ki zaten çalışmıyor- hale getirmelidir. Parlamento'nun işlevsizliğini, bize geri dönün diyen kitleler - ki bu kitleler demokratik direnişe hazır olduğunu beyan ediyorlar, sosyal şovenler dahil- ile birlikte, direniş mevzisine çevirip ezilen halk kitlelerinin talebine cevap vermelidir. İşte burası çok önemli: Ezen-ezilen karşıtlığının mücadele yöntem ve aracı siyaset, takrar edersek; hegomonya savaşı, halkların birleşik demokratik cephesi HDP'nin bu hegomonya savaşıyla halk kitlelerinin önüne düşüp, demokratik halk iktidarını kurmaya yönelik fiili meşru mücadele yöntemlerini en hızlı bir şekilde devreye koyması gerektirnektedir. Bugün kitlelerinin özlemini duyduğu politik özgürlük sorunlarının ortadan kalkması, ancak HDP'nin yüzünü en geniş demokratik direniş cephesini oluşturarak, meclis-sokak diyalektiğini iyi hesaplayarak geçmişin kazanımlarına yaslanarak, geleceğin zaferlerine doğru dönmelidir. Buna erken seçim dahil, hükümet istifa kampanya ve yürüyüşleri ile birleşik bir demokrasi cephesinin ilk adımlarını atmalıdır. Çünkü bugün yaşananlar AKP-MHP iktidarının iktidar kaybı korkusu sonucundan dolayı yapılıyor, başka başka türlü okunamaz. Bu yönetememe krizi içerisinde iktidarda kalmalarının tek yolu saldırı siyasetidir, iktidarda sadece saldırı siyaseti ile kalabilirler. HDP dışında, buna alternatif başka siyasi mecra bulunmamaktadır, yaşanan darbeye karşı açıklama yapmaktan korkan yeni kurulmuş bulunan AKP artığı partiler dahi. HDP, artık meşruiyetleri dahi tartışılmayan bu zihniyetin, iktidar dışına atılması için siyasetin öncüsü konumunda olması gerekir; yaşananlar faşizmdir ve buna karşı HDP'nin siyasetini sokakta anti-faşist hareketle buluşturması ezilen halk kitlelerinin özlemidir.
1 note
·
View note
Photo
The IFB had already reformed and reorganised before the recent Turkish invasion, and the former members of the Antifascist Forces In Afrin (AFFA) are now a part of the IFB. We are now fighting alongside our Turkish, Kurdish and Internationalist comrades in the IFB in Tiltamir.
The IFB is comprised of the following groups: • Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) / Birlik • Marksist-Leninist Komünist Partisi (MLKP) • Maoist Komünist Partisi (MKP) • Türkiye Komünist Partisi-Marksist-Leninist (TKP-ML) – TİKKO • Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) – Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (MLSPB) • Türkiye Komünist Emek Partisi/Leninist (TKEP/L) • Devrimci Komünarlar Partisi (DKP) / Birleşik Özgürlük Güçleri (BÖG) • Tekoşîna Anarşîst (TA)
Long live the revolution! Long live internationalism!
11 notes
·
View notes
Text
TARİHTE BUGÜN(18 MAYIS)
1871 - Paris Komünü, eşit işe eşit ücret verilmesini kabul etti.
1941 - Alman zırhlısı Bismark ve ağır kruvazör Prinz Eugen, Ren Egzersizi (Rheinübung) Harekatı için denize açıldılar.
1943 - Adolf Hitler, müttefiki İtalya'nın teslim olmaya yönelmesi üzerine, Alaric Operasyonu'nu başlatarak İtalya'nın Alman ordularınca istilası emrini verdi.
1944 - Kırım Tatar Sürgünü: Josef Stalin, Kırım Tatarlarını Kırım Yarımadası'ndan sürgün etti. Sürgün edilen 193.865 Kırım Tatarının %45'i sürgünde hayatını kaybetti.
1973 - Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP-ML) ve Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu'nun (TİKKO) kurucusu İbrahim Kaypakkaya, sıkıyönetimde gözaltında bulunduğu sırada gördüğü işkenceler sonucunda öldü.
1980 - Türkiye'de 12 Eylül 1980 Darbesi'ne Giden Süreç (1979- 12 Eylül 1980): Muhalefet lideri Bülent Ecevit, "Demirel kadar yıkıcı bir kişi daha olsa memleket çoktan batardı." dedi.
1987 - İstanbul'da ilk deniz otobüsleri işlemeye başladı. İlk seferler Bostancı-Kabataş arasında yapıldı.
1 note
·
View note
Photo
Figen Yüksekdağ: Hakikatli bir kadın İngiliz Gazeteci Steve Sweeney'in, Figen Yüksekdağ'a ilişkin The Morning Star için kaleme aldığı yazının çevirisi: Türk bir çiftçi ailesinde dünyaya gelen Figen Yüksekdağ, dünyada öncü bir feminist, sosyalist ve Marksist bir simge olarak saygı duyulması gereken devrimci bir liderdir. Bununla birlikte, Avrupa'da ve ötesindeki en ilham verici mücadelelerden birine öncülük etmesine rağmen, ismi Türkiye dışında veya Kürt hareketi dışında pek bilinmiyor. Figen Yüksekdağ, 2014'te Selahattin Demirtaş ile birlikte HDP'nin eş genel başkanlığına seçilen, bazıları tarafından "radikal feminist" olarak tanımlanan bir Marksist ve devrimci. Yüksekdağ, ağırlaştırılmış müebbet hapisle karşı karşıya bulunuyor; bu da hayatının geri kalan kısmının tek kişilik hücrede, tecritte geçmesi anlamına geliyor, çünkü Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ülkedeki her türlü muhalefete göz açtırmıyor. Erdoğan HDP'yi bir terörist örgüt olarak yaftaladı ve yasadışı Kürdistan İşçi Partisi ile bağlantılı olmakla suçladı. Hareketin liderlerinin yüz yüze kaldıkları suçlamalar arasında "bir terör örgütü kurma ve yönetme" suçlamaları da yer alıyor. Temmuz 2016'daki başarısız darbe girişiminden beri Türk toplumunun her katmanına karşı uygulanan olağanüstü halle birlikte, ülkedeki baskı ve zorbalığa karşı savaşanlar için ağır bir bedel söz konusu. Yüksekdağ, Türk devletinin özel hedefi olarak seçildi. Nisan 2017'de tutuklu iken, "bir terörist örgütün propagandasını yapmaktan" bir yıl ceza aldı. Ve Haziran 2017'de Alman medya kuruluşu Deutsche Welle ile yaptığı röportajda yaptığı yorumlar nedeniyle aynı suçlamalarla 18 ay hapse mahkum edildi. Yüksekdağ, bir terörist örgüt olarak listelenen Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP) üyesi Yasemin Çiftçi'nin 2012'deki cenaze töreninde yaptığı konuşma için de 10 ay hapis cezası aldı. Bu nedenle, Şubat 2017'de milletvekili statüsü ve daha sonra HDP'nin eş genel başkanı pozisyonu elinden alındı. Parti bu kararı reddetti ve siyasi ve "barışa karşı" olarak nitelendirdi. HDP Sözcüsü Osman Baydemir, partinin Serpil Kemalbay'ın yeni eşbaşkan olacağını ilan etmesinden hemen önce İstanbul'daki buluşmamızda, bana Yüksekdağ'ın Türk bir kadın olmasından dolayı kasıtlı olarak hedef alındığını, hükümetin Türk kamuoyu ve Kürtler arasındaki dayanışmayı sabote etmeye kararlı olduğunu söyledi. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın korktuğu; Türkler, Kürtler ve diğer azınlık grupları arasındaki birliktir ve bu birlik, Yüksekdağ'ın "ezilenlerin bu topraklardaki birleşik hareketi" olarak tanımladığı HDP programının merkezidir. 2012'de HDP'nin kurulması, sol ve demokrasi için Türkiye'de önemli bir adım teşkil ediyordu. Partinin Haziran 2015'teki seçim başarısı; yüzde 10'luk barajı geçmesi ve 81 milletvekili ile ilk kez Türkiye Parlamentosu'na girmesini sağladı. HDP, iktidardaki AKP’nin parlamento çoğunluğunu sona erdirdi, ancak bir koalisyon kurulamadığı için yeni seçimler yapıldı ve partiye saldırılar tırmandı. Gayrıresmi Kürt başkenti Diyarbakır'da düzenlenen bir HDP mitinginde meydana gelen bir bombalı saldırı dört kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. Bir başka bombalı saldırı da Yüksekdağ'ın partisi ESP'nin gençlik kanadını hedef alarak, Suriye'deki Kürt kenti Kobane'nin yeniden inşasına yardım etmek için çıkacakları dayanışma yolculuğu öncesinde, sınırdaki Suruç ilçesinde basın açıklaması yapıldığı sırada 33 genci öldürdü. Patlamaları IŞİD'in yaptığı söylense de, Türk devletinin de katılımına dair bazı iddialar var. Yüksekdağ'ın kendisi de hükümeti, cihatçı gruplara uzun zamandır destek vermekle suçladı. Yüksekdağ, saldırı sonrasında "Devletin veya MİT'in bilgisi olmadan Suruç bölgesinde hiçbir güç hareket edemez" dedi. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, Yüksekdağ'ın da yer aldığı HDP milletvekillerinin ve aktivistlerin Kasım 2016'da tutuklanmasıyla sonuçlanan bir dizi baskının yolunu açtı. Yüksekdağ yakın zamanda tutuklanacağını biliyordu. Hem kendisi hem de eşbaşkan Selahattin Demirtaş'a Brüksel'e giderek ülkeyi terk etme fırsatı verildi. Ancak, o kalmaya karar verdi ve o zamandan beri meydan okuyan bir tavra sahip. Yüksekdağ ilk siyasi eylemini lisedeyken feminist broşürler dağıtmak olarak tanımlıyor ve Sosyalist Kadın dergisinin editörlüğünü yaptığı dönem dahil olmak üzere, Türkiye'de kadın hakları hareketinde uzun zamandan beri yer alıyor. Yüksekdağ, 2009'da komünist Atılım gazetesinin editörüyken, gözaltına alındı ve tutuklandı. Savcılar gazeteyi "yasadışı faaliyet" yürütmekle suçladı. Yüksekdağ serbest bırakıldıktan sonra, Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) kurucularından oldu ve HDP'ye katılmak için 2014'te partiden ayrılmasına dek, başkanlığını yürüttü. "Kadın düşmanı" olarak nitelenen bir partinin yönettiği ve toplumun her kesiminde kadına karşı ayrımcılık görülen bir ülkede, Yüksekdağ'ın ilerici bir hareketteki liderliği, çok büyük önem taşıyor. Yüksekdağ, Kürt kadınların binlercesinin ulusal kurtuluş hareketine katılarak ve birçoğunun Kürt halkı için özgürlük mücadelesinde öldürülerek kıymetli bir "bedel ödediklerini" söyledi. Oynadıkları öncü rol nedeniyle, kadınlar Kürt özgürlük hareketinde özel bir yere sahiptirler. Onların mücadelesi, hem toplumda hem de devrimci harekette ataerkiye karşı olduğundan, sadece ulusal değil, aynı zamanda toplumsaldır. Kürdistan İşçi Partisi (PKK) üyeleri Beritan (Gülnaz Karataş), Zilan (Zeynep Kınacı) ve Mizgin (Sema Yüce) de dahil olmak üzere hayatlarını feda eden kadınlar, hareketin kahraman simgeleri haline geldi ve Türkiye'deki tüm devrimci ve ilerici insanları etkiledi. Ancak Yüksekdağ, onu Kürt sorununu tam olarak anlamayacak bir etnik Türk olmakla suçlayan kişileri ciddiye almıyor. Kürt meselesinin, tüm Türkler ve enternasyonalistleri ilgilendiren bir mesele olduğu ve Kürtlerin mücadelesinin ataerki, faşizm ve emperyalizme karşı küresel mücadele ile bağlantılı olduğu konusunda ısrarcı. Kürt kadınları, IŞİD'in ölüm çemberinin kuşatması altında tutulan Suriye'deki Kürt kenti Kobane'nin kurtuluşunda herkesçe bilinen bir rol oynadıklarında dünyanın dikkatlerini üzerine çekti. Kuzey Suriye'nin Rojava bölgesindeki kadın devrimi, YPJ Kadın Asayiş Birimleri ve YPG Halkın Koruma Birimleri aracılığıyla IŞİD'e karşı silahlı mücadeleye öncülük ederek Ortadoğu'daki kadınların en seküler, devrimci yüzü haline geldi. Suriye'de IŞİD ile mücadele edenler, Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "faşist diktatörlüğü" olarak gördüklerine karşı savaşanlarla aynı kişiler. Yüksekdağ'in lideri olduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kürt yanlısı bir parti olarak görülürken, Yüksekdağ partinin çoğulculuğunu ve ezilenleri bir araya getiren bir hareket olarak statüsünü vurgulamak istiyor. O, Suriye'deki YPG ve YPJ güçlerinin istikrarlı bir destekçisi olmuştur ve HDP'nin Erdoğan tarafından terör örgütü olarak yaftalanmasının tersine, tıpkı HDP gibi kadınların siyasi hayatının merkezinde bulunduğu Rojava'daki Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile dayanışma içindedir. HDP için, kadınların rolü yalnızca destekler gibi görünülen bir şey değildir. Kadınlar partinin neredeyse yarısını oluşturuyor ve parti yapısı ve karar verme sürecinde aktif olarak yer alıyor. HDP, eşitliğin parti yapılarına yerleştirilmiş olması ve seçilen her erkek pozisyonu için kadın eş pozisyonu olması açısından Türk siyasetinde benzersiz bir partidir. Partinin Kadın Meclisi "kadınların siyasete katılımını teşvik etmek ve siyaseti sosyalleşmek için güç odaklı ve tekelci bir erkek bölgesi olarak inşa edilen siyaseti dönüştürmek ve demokratikleştirmek" amacını taşıyor. Yerellerde mahalleler, ilçeler, şehirler ve parti içindeki her seviyede örgütlenerek, yaşama ve mücadeleye aktif, etkili ve örgütlü kadın katılımını yaratarak, kadınların özerk alanlarını oluşturuyor. Yaşamını hapiste geçirme tehlikesine rağmen, Yüksekdağ'ın hiçbir pişmanlığı yok. İlk duruşmasında "Bana yüz yıl talep ediyorlar! Birkaç ömrüm daha olsaydı, yine aynı şeyleri yapardım. Bizim bir asra değecek demokrasi ve barış davamız var" dedi. Yüksekdağ, hareketimizin kahramanıdır. Ona yapılan bir saldırı, tüm kadınlara yönelik bir saldırıdır. Bu, devrimciler ve demokrasiye yönelik bir saldırıdır. Yüksekdağ'ın derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyoruz. Önümüzdeki ay (Şubat) Ankara'daki bir sonraki duruşmasına katılacak olan uluslararası bir heyetin üyesi olacağım. "Güvenlik tehdidi" olarak görüldüğümüz için, Aralık ayında mahkeme salonuna girilmemiz engellendi. HDP, bunun bizi sindirmek ve korkutmak için bir girişim olduğunu söyledi ve bizi daha da kalabalık gelmeye çağırdı. Bu çağrıyı dinlemeye ve büyük bir uluslararası dayanışma delegasyonu getirmeye söz verdik. İngiliz delegasyonu örgütlenmeye devam ediyor ve mümkün olduğunca çok kişiyi mahkemeye göndermek için para toplama amaçlı Kürdistan Dayanışma Kampanyası tarafından koordine ediliyor. Nasıl destekleyebileceğiniz hakkında daha fazla bilgi için lütfen www.kurdistansolidaritycampaign.orgadresini ziyaret edin. Yazının orijinali: https://morningstaronline.co.uk/article/figen-yuksekdag-woman-substance
13 notes
·
View notes
Text
Mühürler - Gökhan Atılgan
İbrahim Kaypakkaya ve Proleter Devrimin Güncelliği, Ateş Uslu
462 - Kaypakkaya bir yandan Maoizmden etkilenerek geliştirdiği devrim stratejisini Türkiye’nin özgül koşullarında hayata geçirmeye çabalamış ve bu doğrultuda Türkiye Komünist Partisi-Marksist-Leninist (TKP-ML) adlı illegal örgütü kurmuş, diğer yandan da bu devrim stratejisini de tamamlayacak şekilde derinlikli bir Kemalizm eleştirisi yaparak ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda kapsamlı bir analiz ortaya koymuştur.
465 - ABD Donanması Altıncı Filosu’na karşı Temmuz 1968’de dü- zenlenen gösteriler bağlamında yayımladığı bir bildiri nedeniyle Kasım 1968’de Yüksek Öğretmen Okulundan atıldı. Aynı dönemde sosyalist gençler arasında MDD tezleri giderek daha fazla yaygınlık kazanıyordu; Kasım 1968’de yayınlanmaya başlayan Aydınlık Sosyalist Dergi (ASD), Mihri Belli çevresinde toplanan Milli Demokratik Devrim yanlılarını bir araya getiriyordu. Bu tezler İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü içinde büyük ilgi topladı. Kaypakkaya, 1969 ortalarından itibaren Milli Demokratik Devrim tezini benimsedi ve hemen sonrasında Türk Solu dergisine yazılar yazmaya başladı; önce grevler ve toplumsal mücadelelerle ilgili kısa haberler kaleme aldı, daha sonra daha ayrıntılı haberler yayımladı.
466 - Aydınlık dergisi 5 Ocak 1970’te ikiye bölündü; Mihri Belli, Mahir Çayan, Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli ve Atilla Sarp’ın dahil olduğu bir grup Aydınlık Sosyalist Dergi’yi çıkarırken Doğu Perinçek, Şahin Alpay, Halil Berktay, Gün Zileli, Cengiz Çandar, Ömer Özerturgut, Oral Çalışlar, Atıl Ant ve Bora Gözen’in dahil olduğu bir diğer grup Proleter Devrimci Aydınlık’ı (PDA) çıkardı.
467 - Dünya sosyalist hareketi içinde 1960’ların ortasından itibaren Çin Devrimi ve Maoizme yönelik olarak büyük bir ilgi uyanmıştı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi ile Çin Komünist Partisi arasında 1950’lerin ortasından itibaren ideolojik düzlemde ayrılıklar kendini göstermişti: Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılını izleyen yaklaşık beş yıllık dönem boyunca Çin Marksizmi, Sovyet Marksizminin yoğun etkisi altında gelişirken 1955’ten itibaren Mao başta olmak üzere Çin komünistleri Çin’in özgüllüklerine dikkat çekmişlerdi.
472 - Kaypakkaya, 1971 sonu ve 1972 başında TİİKP yönetiminin Türkiye tahlili ve devrimci strateji konusundaki konumlanışlarını eleştiren üç yazı kaleme aldı: “Türkiye’de Milli Mesele” (Aralık 1971), “Başkan Mao’nun Kızıl Siyasal İktidar Öğretisini Doğru Kavrayalım” (Ocak 1972), “TİİKP Program Taslağı’nın Eleştirisi” (Ocak 1972).
Bu raporun yayımlanması sonrasında Kaypakkaya ve bir grup arkadaşı, Perinçek ve diğer TİİKP yöneticilerinin silahlı mücadeleyi geciktirdikleri, pasif ve reformcu oldukları gerekçesiyle Şubat 1972’de örgütten ayrıldı. Bu grup 24 Nisan 1972’de Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist (TKP-ML) adlı ayrı bir örgüt kurdu; örgütün silahlı kanadı ise Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu (TİKKO) adını taşıyordu.
474 - Kaypakkaya, Kemalizmi ilerici olarak değerlendiren bu yaklaşımları reddeder. Ona göre içinde bulunulan dönem “proleter devrimleri çağı”dır. Kurtuluş Savaşı’nın Asya’nın ezilen halklarına cesaret verdiğini söyleyenleri de olumsuzlar. Ona göre Kurtuluş Savaşı “Asya’nın korkak burjuvazisine ve emperyalist ülkelerin mali oligarşisine” cesaret vermiştir.
475 - Kaypakkaya Mao Zedong’un bulgularından hareketle komprador burjuvaziye ve toprak sahiplerine karşı “milli burjuvazi” ile ittifak yapılmasını öngören, Kemalist Devrimi de bir “milli burjuva” devrimi olarak değerlendiren Milli Demokratik Devrim yanlısı yazarlara eleştiriler yöneltir. Kaypakkaya Lenin, Stalin ve Şnurov’un yazılarında kullanıldığı haliyle “milli burjuvazi” teriminin Mao Zedong’un eserlerinde karşılaşılan “milli burjuvazi” terimi ile karıştırılmaması gerektiğini söyler. Lenin, Stalin ve Şnurov ise ‘milli burjuva’yı ‘Türk olan burjuva’ anlamında kullanırlar; Mao ise ‘milli burjuvazi’yi ‘işbirlikçi/komprador’ burjuvazinin karşıtı olarak kullanmaktadır; üstelik Şnurov toprak ağalarını da ��burjuva” kategorisi içinde değerlendirmektedir. Dolayısıyla Lenin, Stalin ya da Şnurov’un eserlerinde Kemalist Devrimi ‘milli burjuvazinin devrimi’ olarak nitelemeleri, onların Kemalist Devrimi Türk burjuvazisinin devrimi olarak gördüklerini gösterir; bu anlamıyla milli burjuvazinin içinde emperyalizm ile işbirliği yapan (‘komprador’) burjuvazi de bulunur.
476 - Kaypakkaya, Cumhuriyet Halk Partisi ile diğer partiler (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Demokrat Parti-Adalet Partisi) arasındaki çatışmaları ilericiler ve gericiler arasında bir mücadele olarak düşünmez; bunları toprak ağaları ile komprador burjuvazinin farklı kesimleri arasındaki gerilimler olarak ele alır.
477/8 - Kaypakkaya, Kemalistlerin devletçi oldukları gerekçesiyle onlara ilericilik atfedenlerin görüşlerini de kesin bir şekilde reddeder. Hâkim sınıfların hiçbiri ebedî olarak devletçi, hür teşebbüsçü, tek partici ya da çok partici değildir; hâkim sınıflar konjonktüre göre ekonomi politikası ya da parti sistemi gibi alanlarda tercihler yapabilirler ve sosyalist hareket bu tercihlere dayanarak hâkim sınıflara ilericilik atfedemez: “bir komünist hareket için elbette iki gerici klikten birini tercih etmek söz konusu olamaz.”
484 - Mao, kızıl iktidarın emperyalist bir ülkede ya da bir sömürgede mümkün olmadığını, ancak yarı-sömürge olan Çin’de mümkün olduğunu söyler. Kızıl iktidarın var olması bir “olağanüstü olay”dır, başka bir olağanüstü olayın varlığıyla (beyaz rejimin savaş içinde bulunmasıyla) gerçekleşebilir, bu da Çin gibi yarı-sömürgelerde mümkün olur.
1960’ların ikinci yarısında ortaya atılan Milli Demokratik Devrim stratejisiyle Kaypakkaya’nın Çin Marksizminin etkisiyle 1970’lerin başında savunduğu “kesintisiz ve aşamalı devrim” stratejisinin birbirinden farklı niteliklere sahip olduğunu vurgulamak gerekmektedir. Milli demokratik devrim stratejisinde işçi sınıfı, köylülük, küçük burjuvazi ve milli burjuvazinin ittifakıyla emperyalizm ve feodalizme karşı yapılacak olan bir “milli demokratik devrim”in tamamlanmasından sonra sosyalist devrim için gerekli şartların oluşacağı savunulurken, “kesintisiz ve aşamalı devrim” stratejisinde aşamalar tek ve bütünleşik bir sürecin uğrakları olarak tarif ediliyordu. Kaypakkaya (ve aynı dönemde Çayan) Mihri Belli gibi Milli Demokratik Devrim teorisyenleriyle polemiğe girerken gerek terminolojik açıdan, gerekse içerik açısından ‘milli demokratik devrim’ stratejisi ile bir kopuş gerçekleştirmişlerdir.
495 - Kaypakkaya Türkiye tahlili yaparken sınıflar üstü bir devlet tanımına başvurmaksızın ya da ‘ilerici burjuvazi’ ezberini tekrar etmeksizin Kemalizme keskin bir sınıfsal eleştiri yöneltmiş; ulusal sorunu incelerken ise bir yandan milliyetçiliği radikal bir şekilde reddetmiş, diğer yandan da soyut ilkesel bir ‘ulusların kendi kaderini tayini’ savunusu yapmak yerine ‘ulusların kendi kaderini tayini’ni proleter devrim perspektifinden değerlendirmiştir.
1 note
·
View note
Text
"Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit"
“Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit”
18 Mayıs 1973’te öldürülen ve ölüm sebebi kayıtlara intihar olarak geçen İbrahim Kaypakkaya’nın kardeşi Ali Ekber Kaypakkaya ile ağabeyinin hayatı üzerine sohbet ettik. Ali Ekber Kaypakkaya’nın paylaştığı değerli bilgi ve anıları bugün sizlerle…
Öncelikle hoş geldiniz. Sizi biraz dinleyelim istiyorum. Ali Ekber Kaypakkaya kimdir?
1966 yılında Çorum’da doğdum. İlk, orta ve lise öğrenimimi…
View On WordPress
#18 Mayıs 1973#ali ekber kaypakkaya#ibrahim kaypakkaya#Marksist Leninist#TKP-ML#Türkiye Komünist Partisi#Yağmur Tanyıldız
0 notes
Text
Çin, Rusya, ABD ve Maduro’nun demokratlığı - Ulus Irkad
https://wp.me/pXsHy-Kql Kapitalizmin sömürücü bir sistem olduğu, kapitalizmin de alternatifinin sosyalizm ve daha sonra da Komünizm olduğu, 1990 önceleri okuduğumuz, konuştuğumuz ve de tartıştığımız durumlardı. Trump kapitalist ve hatta emperyalist, kapitalizmin metropöl ülkelerinden birinde, daha fazla tek adam rejimlerine uygun çıkışları olan ve despot karakterli ama ABD’deki demokratik hukuk modelinin bile Kabul edemediği bir kişiliğe sahip. Bunun yanında, 1990 sonrasında, artık SSCB’nin de çökmesiyle, Rusya’nın, aslında Sosyalist olmayan sistemi de artık söz hakkını kaybetmiş ve artık Sosyalist bir sisteme sahip olmadığı da tartışılmakta. Sosyalist bir sistemin sosyal emperyalist olamayacağı, bunun bilime ve tanımlara uymadığı da tartışılıyordu. Peki ama detaylara da pek girmiyorduk. Sosyalist veya sosyalizmden bürokratların eline geçen veya revizyonistlerin eline geçen SSCB ve Çin, hatta uydu devletler ne kadar sosyalisttiler? O zamanlar düşünemiyorduk ama Stalinizmle Marksizm arasında bir fark olduğunu, Marksizmin ve Leninizmin işçi demokrasisinden yana olduklarını, ama Stalinizmin ise despotizme dayandığını ve Tek Adam Rejimini savunduğunu, daha sonraları tanışacağımız veya okuyacağımız Marksist-Leninist yazarlar da savunacaktı. Mesela bizzat İngiltere’de tanıştığım Ted Grant (1913-2007), aslında SSCB’de bir karşı devrimin yaşandığını ve varolan rejimin Sosyalist mekanizmayı ele geçiren Bürokratik Despotik bir rejim olduğunu, bürokratların ise SSCB’de işçilerin ürettikleri artı değere el koyarak parazit gibi yaşadıklarını, SSCB’de küçük, orta ve büyük bürokratik elitlerin bulunduğunu, son Gorbaçov’un ise orta bürokrasiden geldiğini ve sosyalistlikle hiç ilişkisi olmadığını savunmaktaydı. Ted, “Unbroken Thread” (Kopmayan Tel) ve “Revolution and Counter Revolution In Russia” (Rusya’da Devrim ve Karşı Devrim) adlı eserlerinde de hem Rusya’nın hem de İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan uydu Doğu bloku Devletlerinin de, sosyalizmle yakından uzaktan ilişklileri olmadığını, bürokratik despotik rejimlerle, Stalinist bürokratlarla burjuvalar arasında işbirliği ile idare edildiklerini yazmaktaydı. Hatta Ted, gene de Devrimin bazı kalıntılarının, gerek SSCB’de, gerekse bu ülkelerde varolduğunu, ama bunun sadece Devlet Kapitalizmi olduğunu,ama bunun Sosyalizm olmadığını, Devlet Kapitalizminin sosyalizme bir geçiş için kullanılabilecek bir süreç olduğunu söylüyordu ve bu noktada gene İngiliz Marksist Tony Cliff’le ters düşüyordu. Tony Cliff (Devlet Kapitalizmi adlı kitabı meşhurdur), bu sistemin kapitalizmin aynısı olduğunu, bürokrasinin de bujuvaziye dönüştüğünü söyleyerek, Ted’le ayrı düşüyor ,bu iki Marksist belki de bu konuda yaklaşık kırk yıl tartışıyorlardı. Tony de, Ted de maalesef 1990 sonrasında 2000’li yılların içinde ölüp gittiler. Ted’i tanıyıp yakından konuşma ve tartışma olanağı bulmama rağmen, Tony ile çok yakın temas edeceğim sırada, Oxford’da bir konferansı olmasından dolayı tanışıp konuşma olanağını bulamadım. Ted, senelerce İşçi Partisi içindeki “Militant Grubu”yla hareket etti. Tony ise “Sosyalist İşçi Partisi”nin liderliğini yaptı. SSCB’nin çöküşünden sonra, Çin’in de SSCB gibi aynı modelde olduğu çok konuşuldu. Komünist Partisi’nin Monolitik olarak yönettiği bir bürokratlar partisi olan Çin Komünist Partisi, aynen SSCB gibi çökmedi çünkü despotizmi ve kurduğu baskısıyla emekçi halklar üzerinde baskı uyguluyor ve şu anda Bürokratik elitler, kapitalist sömürü çarkıyla elde ettikleri sermayeyle, dünyada yayılmacı ekonomik sömürücü bir kapitalist emperyalist karışımı (Sosyal emperyalizm iddiasını doğrular bir şekilde,u.ı) bir ekonomik ilişki ağı oluşturuyorlar ve ABD veya diğer emperyal kapitalist ülkelerle, dünya boyutunda rekabet ediyor. Bilinen Sosyalist, Komünist, devrimci tezlere ne kadar uyar hatta hiç uymaz ama, devlet kapitalizminin sosyalizmin geçiş süreci değil ama emperyalistleşmek için yayılmacı bir kapitalist ilişkiler ağı olduğu ve bu sermaye birikiminin demokrasi, insan hakları, emeğe saygı, insan hakları ve burjuva hukukuna bile saygısı olmadığı da bir gerçeklik. Kaldı ki, aynen Türkiye ve Venezüella gibi Çin de, Tek Adam Rejimini bir meziyetmiş gibi ilan etmiş durumda. Bunun 1917 Sovyet Komünist (çoğulculuk) Devrim bilinciyle bir ilişkisi olmadığını ama daha fazla Stalinizmi andırdığını da ekleyelim. Maduro, Chavez’in 1990’lı yıllarda darbe yaparak oluşturduğu, önceleri sosyalistlerin de ılımlı baktığı, ama daha sonra ulusalcı ve de zaman zaman da gericileşen, demokrasiye hiç saygısı olmayan, insan hakları, adalet, uluslararası hukuk, düşünce özgürlüğü ve örgütlenmesine uzak bakan , bir tek adam rejiminin temsilcisi olarak, Chavez sonrası (Chavez Yönetimi de eleştirilmeli) despotlukla da öne geçen, baskıcı bir sistem kurup çıktı ortaya.Bu durumun sosyalizmle de, demokrasiyle de bir alakası yok. 1917 yılında, 168 fraksiyonu birleştirip, çoğulcu demokrasi örneği veren ve belki de devrimci etik gereği Lenin’in bile , bürokratik despotizme dönüşen, kurulan rejim hakkında bile eleştirilmesi gerektiği bir noktada, hiç devrimci etik ve ahlak anlayışı, hatta burjuva demokratikliği çerçevesinde bile bağdaşmayan, Maduro ve despotizmi, Şarkta, çoğulcu demokrasiye hoşgörüsü olmayan, ülkesindeki layikleri ezen, aydınları hapislere atan, bastırdığı sözde FETÖ Darbesi adını verdiği darbe sonrası, kendi halkını doğduğuna pişman eden, Recep Tayyip Erdoğan’la dava birlikteliği ve dayanışma gösterileri yapan, bir gayrı hukuki despot, devlet adamı… Aslında ne Trump ne de Maduro idealdir. Venezülla’da çoğulcu demokratik bir sistemin olduğu, tek adamlığın son bulduğu demokratik bir devleti veya demokratik bir cumhuriyeti savunmak en iyisi. Liberter demokrasi çerçevesinde tüm halkının ve tüm düşüncelerin, özgür ve eşit bir şekilde yarışacağı, çoğulcu ve oydaşmacı düşüncenin egemen olacağı, Venezüella Demokratik Cumhuriyeti’ni savunmak bu günkü şartlarda aslında en iyisi. Ne Trump ne de Maduro, Demokratik Cumhuriyetçi Venezüella…
0 notes
Text
Leyla Güven'den tutuklulara mesaj
Leyla Güven’den tutuklulara mesaj
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi protesto etmek amacıyla 8 Kasım’da süresiz dönüşümsüz açlık grevi eylemi başlatan Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven, Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist (TKP/ML) tutukluların kendisine destek amacıyla yaptıkları açlık grevi eylemine ilişkin avukatları aracılığıyla…
View On WordPress
0 notes
Text
Solda Yenilenme Deneyimi TİP - TKP Birliği ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi
Solda Yenilenme Deneyimi TİP – TKP Birliği ve Türkiye Birleşik Komünist Partisi Hüseyin Çakır Belge Yayınları
TİP-TKP birliği Türkiye sol tarihinde, birleşme anlamında bir ilktir. İki partinin birlik programı aynı zamanda komintern geleneğinden kopuş programı da olmuştur. Bu programın en temel özelliği: “Süreçlere müdahale eden politika,” anlayışıdır.
Türkiye komünist-sosyalist, sol hareket tarihinde derin izler bırakmış iki parti: Birincisi 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi (TKP); İkincisi 1963’te sendikacıların kurduğu Türkiye İşçi Partisidir (TİP). 12 Mart 1971 darbesi TİP’i kapattı. TİP 1975’te Behice Boran liderliğinde Marksist- Leninist işçi sınıfı partisi olarak yeniden kuruldu.
Bu araştırmada, iki partinin kısa tarihlerleri, birleşme süreci, yasal komünist parti kurmak için TKP ve TİP Genel Sekreterlerinin 16 Kasım 1987’de “Dönüş” leri ve sonrası mücadeleleri; iki partinin üstünde birleştiği, program, yenilenme, geçmişin muhasebesi Tezleri yer alıyor.
Birlik Tezlerinde, iktidar olmadan da politik iktidarların politikalarını etkileyerek, demokrasinin derinleşmesinde aktif rol oynayacak çağdaş, demokratik, sol bir partinin kurulması amaçlanıyor.
Türkiye Komünist Partisi ve Türkiye İşçi Partisi’nin birleşmesiyle oluşan Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin yenilenme, birlik, yasallık mücadelesinde önemli kazanımlar elde etmiş olarak yasal kongresini 12-14 Ocak 1991 yapılıyor.
Anayasa’da komünist adıyla parti kurulması yasak olması ve ikinci gerekçe, parti programında yer alan Kürt sorunu bölümü gösterilerek, kuruluştan 15 gün sonra Yargıtay Başsavcılığı Anayasa Mahkemesi’nde TBKP’nin kapatılması istemiyle dava açtı. 16 Temmuz 1991’de TBKP’nin kapatılmasına karar veriliyor.
TBKP’ye ne oldu? TBKP Kongresi, “Partinin Geleceği Üstüne Karar” aldığı kararda: “TBKP’nin en yüksek karar organı olarak Kongre’miz, Partimizin geleceği ile ilgili olarak; Anayasa Mahkemesi’nde Partimiz hakkında açılan dava devam etiği ve yasal engellerin varlığını koruduğu koşullarda TBKP’nin, bu engeller aşılıncaya kadar, tüzel kişiliğini merkez organlarıyla sürdürmesini, bu sağlanınca tüzel kişiliğinin bütünüyle sona ermesini karar altına alır.
Bunun dışındaki tüm TBKP üyelerini Sosyalist Birlik Partisi (SBP) içinde yer almaya, bu partiyi geliştirip güçlendirmeye çağırır. TBKP üyeleri bu yolla yasakların kalkmasına da daha büyük bir katkıda bulunacaklardır.” Bu sürecin nasıl geliştiği, Hüseyin Çakır’ın Yayınevimizden çıkan”Solda “Bir”lik Girişimleri ve Sosyalist Birlik Partisi Deneyimi” kitabında ayrıntılarıyla anlatıyor. .
devamı burada => https://goo.gl/gSKE6D
0 notes