#Süryaniler
Explore tagged Tumblr posts
Text
Midyat süryani şarabı
#Shiluh Süryani Şarapları 🍷 Sipariş ve detaylı bilgi için DM veya instagram: aramsarapevi https://www.instagram.com/aramsarapevi/#süryanişarabı#şarap#süryani#süryaniler#şarapkeyfi#şarapseverler#şarapevi#şarapkültürü#kırmızışarap#sıcakşarap#beyazşarap#shiluh#wine#winelover#winetime#winenight#izmir#istanbul#ankara#daraantikkent#gapturu#tekirdağ#Midyat#adana#mersin#bursa#moment#picoftheday#photooftheday
3 notes
·
View notes
Photo
Midyat’a özgü Mazrona üzümünden yeşil elma, narenciye aromaları ile Shiluh Mazrona🥂 #süryanişarabı #şarap #süryani #süryaniler #şarapkeyfi #şarapseverler #şarapevi #şarapkültürü #kırmızışarap #sıcakşarap #beyazşarap #shiluh #wine #winelover #winetime #winenight #izmir #istanbul #ankara #daraantikkent #gapturu #tekirdağ #trakya #adana #mersin #bursa #moment #picoftheday #photooftheday #mardinsokakları (Ömür Süryani Şarap Evi) https://www.instagram.com/p/CqGP-fno02L/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#süryanişarabı#şarap#süryani#süryaniler#şarapkeyfi#şarapseverler#şarapevi#şarapkültürü#kırmızışarap#sıcakşarap#beyazşarap#shiluh#wine#winelover#winetime#winenight#izmir#istanbul#ankara#daraantikkent#gapturu#tekirdağ#trakya#adana#mersin#bursa#moment#picoftheday#photooftheday#mardinsokakları
2 notes
·
View notes
Text
Nükhet Everi – Süryani Köyleri (2023)
Süryani köyleri… Tarihin sessiz tanıkları… Güneydoğu Anadolu’da, Dicle’yle Suriye sınırı arasında kalan yüksek kalker platosu, inişli çıkışlı tepeleri ve vadileriyle günümüzde bile, hâlâ, her yere ve herkese oldukça uzak. Süryaniler sayıca çok azalmış olsalar da, eskilerde ulaşımı güç, dış dünyayla çoğunlukla bağlantısı kesik, dağlık Turabdin’de salt buraya özgü, buradan başka hiçbir yerde…
View On WordPress
0 notes
Text
Amerika'nın Osmanlı'daki misyonerlik faaliyetleri ile ilgili bir yazıyı iletiyorum. Yazı benim e-postama gelmişti.
Selamlar...
AMER��KAN BOARD TEŞKİLATI
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ, çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal Paşa Merzifon Amerikan Kolejinin pontusçu ve Ermeni eşkıyana yataklık yaptığını görünce kapatmış, bu Amerikalıların tepkisine yol açmıştı. Amerika hemen harekete geçerek Genelkurmay Başkanları General Harbordu Türkiyeye göndermiştir.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Anadoluda Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbordun Amerikan kongresine sunduğu 44 sayfalık raporunda Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü ifade etmiş, senato da büyük oranda fikri kabullenmiş. Başkan Wilsonun Anadolu ve Kafkasyayı Amerikan mandası altına alma fikri de çökmüş oldu.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
REHAN GÜNDOĞMUŞ
(Alıntı)
10 notes
·
View notes
Photo
GİTSİNLER Mİ? "Önce Ermeniler gitsin, İstanbul'u İstanbul yapan değerleriyle; Dolmabahçe Sarayı'nı, Çırağan'ı, Kuleli'yi, Selimiye Kışlası'nı, Malta Köşkü'nü, Beyazıt Kulesi'ni, Dünyanın hayranlıkla bakakaldığı mimarilerini de alıp gitsinler. Giderken Ermeniler, Güllü Agop'u, Ara Güler'i, Mıgırdıç Magrosyan'ı, Onno Tunç'u, Garo Mafyan'ı, Adile Naşit'i, Cem Karaca'yı da unutmasınlar. İpek puşularını, Potinlerini, Nacarlarını, Vodistlerini, Çilingirlerini, Çömleklerini, Bakırlarını da alsınlar yanlarına Ermeniler. Topiği, Kuzu kapamayı, Çılbırı, Ciğer bohçasını da alsınlar... Kürtler de gitsin Kilimlerini, keçelerini, İlmek ilmek dokudukları halılarını denk edip gitsinler. Yaşar Kemal'i, Ahmet Kaya'yı, Yılmaz Güney'i, Ahmed Arif'i, Aynur Doğan'ı sakın unutmasınlar. Cigerxun'u, Ahmede Xani'yi, Mem u Zin'i, Balıklı Gölü, Aynzeliha'yı, Surları, burçları Deliloyu, Halayı, Çaçanayı, Şemameyi de yanlarına alsınlar. Zazalar da gitsin "Homa zanu kafır kamu" diyerek. Süryaniler de terk etsinler bu toprakları Telkariyi, Basmayı, Nahit ustalarını, Dokumalarını, Dayr-ul Zaferan'ı da alsınlar yanlarına. Ha, Coşkun Sabah'ı da unutmasınlar! Rumlar da gitsin Giderken cumbalı ahşap evlerini, Arnavut kaldırımlarını, Ve Selanik türkülerini, O güzelim Rum meyhanelerini, Rakılarını, mezelerini de alıp gitsinler Rumlar. Bulgarlar da gitsin Şarkılarını, türkülerini "Ayletme Beni"yi, "Arda Boyları"nı, Akıtmalarını, Börek, çörek, bozalarını, Komik aksanlarını, Naim Süleymanoğlu'nu, Sabahattin Ali'yi unutmasınlar. Çerkesler de terk etmeli bu toprakları Ama terk ederken Türkan Şoray'ı, Nazım Hikmet'i, İsterlerse Çerkes Etem'i de götürsünler. Lazlar; Fıkralarını, Takalarını, Horonu, Hamsiyi, Muhlamayı, Hatta Kazım Koyuncu'yu da götürsünler. Romanlar toplasınlar sazlarını, darbukalarını, çadırlarını Alıp gitsinler Neşet Ertaş'ı, Adnan Şenses'i Engin hoşgörülerini, Hamam sefalarını... O mozaiğin bütün renkleri gitsin Kalsın siyah-beyaz. O aşure kazanının bütün çeşitleri yok olsun Kaynasın o bulamaç. Kalın bir başınıza Bir dağ kadar sessiz Bir çöl kadar ıssız Bir bulut kadar ağlamaklı Bozkırın ortasında tek başına açan bir çiçek, Yapayalnız bir ağaç gibi... .............................alıntı-> tt.
14 notes
·
View notes
Text
BU YAZIYI OKUMADAN TÜRK MİLLETİNİN YAŞADIĞI BİRÇOK OLAYI ANLAYAMAZSINIZ.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbord raporu Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü büyük oranda kabullenmiş.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
Ah ATAM ahh! Senin vatan sevginin bir kısmına dahi sahip olmayanlar seni eleştiriyor ve Türk milleti sessizce izliyor. Gelde kahrolma!!!
Alıntıdır
4 notes
·
View notes
Text
Çözümsüzlük
Çözümsüzlük vaaz olunuyor. Bitimsiz bir halde var edilen yeni ülke tiradında biteviye bir süreklilik olarak her şeyin o çözümsüzlük bağına terk edilmesine devam olunuyor. Yolun, yordamın, anlam ve sözün, meramın her şekilde tüm o bağnazca halin içinde tümden açık bir biçimde çözümsüzlük sapağına meyil ettirilmesi kesintisiz kılınıyor. Durup da bir kere tek bir an ne oluyor diye soran eden yok artık. Durup da bu hal perişanlık nicedir diye hiç hayıflanan yok. Sosyal, politik, ekonomik ve müşterek hakların / eylemin talan edildiği bir zemin aralıksız bir biçimde o çözümsüzlük ekseninde bina ediliyor. Yarın şimdiden ol mahvın pençesine rehin kılınıyor. Her gün bir öncesinden de ağır sınavların esiri kılınıyor artık. Behemehal reel politiğin sunduğu her dönemeç / her hamle tüm bu halin bütün bütün ol çözümsüzlük girdabının da nasıl temellendirildiğini göstere geliyor. Dirençli bir yok sayma, süreğen bir hakir görme, aralıksız bir nefrete yem kılma halleri içinde ülkenin feleği şaşırtılıyor artık. Topyekun kurumsallaştırılan nefret edimi, yeniden ve yılmadan var edilegelen ayrımcılık halleri, yaftalamalarla bir ve beraber o çözümsüzlük aksi tüm bu modern zamanları, şu yeni ülkeyi bir açık cezaevi kılıyor kim ne derse desin.
Bir cerahat sarmalının ortasına konuşlandırılıyor ülke. Yaşatan, yaşam veren, ufuk açan bir yerden çıkış peyderpey kılınıyor. Bugünün mahveden retoriklerinin peşinde koşan eden yer ülke vasfını yitiriyor artık. Bütünleşik olagelen madun siyaset aktörlerinin eline oyuncak kılınmış bir menzilin varlığı söz konusu ediliyor. Geçmeyen geçmişi tekrarlayan, bununla övünerek bir yarın projeksiyonuna girişilen yerde hayat mahvın kılınıyor artık. Tümü birden bir istikamet devşiren madun siyaset aktörlerinin yıkıcılığı, çözümsüzlüğü tam anlamıyla var eden muktedirin yolunda yürüyen muhalif partilerin birlikteliğinde bu kavramlar birbirini tamamlar. Bir deney sahnesi kılınmış olagelen yerde hayatın ehveni kalmaz, bırakılmaz. Mutlak teslimiyetçiliğin vaz olunduğu bir zeminde genel geçer değil artık doğrudan bir şiddet mefhumunun / aba altından sallanan sopaların refakatinde belli bir yoğunluk var edilir. Yeni ülke, yenilenmiş demokrasi denilirken, kırk bir parça yama ile çıkagelen / bugünlere getirilmiş ol anayasanın dahi üstünün çizildiği bir mahvetme hal ve isteminde hak talanına devam olunur. Bütünüyle çözümsüzlük girdabına düşmüş olan yerde seçim gümbürtüsü sırasında sökün eden tavırlarla, yönlendirme ve yinelemelerle bir ve beraberce o madun siyaset aktörlerinin vurdulu / kırdılı halleri bir ülkeyi geriye doğru taşır. Bugünün hali, bugün şimdi var edilenlerle yarına taşınanların sunduğu her şey, imge o primitif yapının, gücü elinde tutan muktedirin var ettiği ülkenin hali perişanlığını göstere gelir.
Evrensel Gazetesinden aktaralım: “İstanbul Havalimanında bir yurttaş Türkçe bilmeyen annesini 2,5 saat boyunca havalimanından çıkaramadığını söyledi, Kürtçe hizmetin olmamasına tepki gösterdi.
Tepkisini videoya kaydederek paylaşan yurttaş, "2,5 saattir annem okuması yazması olmadığı için rehin, vergisini ödediğim ülkenin memuru görevlisi bana yardımcı olmadılar. Arabın dili var, Azerinin dili var, İngilizin dili var, benim annemin yok. Benim annem anlatamadı kendisini, 2,5 saat boyunca şu kapıdan dışarı çıkaramadım" ifadelerini kullandı.
İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada video "art niyetli", "devlet aleyhine propaganda" ile itham edildi. Olayın 17 Ocak 2024'te yaşandığı belirtilen açıklamada, Van'dan İstanbul Havalimanı'na gelen kadının uçağa binmeden önce Refakatlı Tekerlekli Sandalye hizmeti için başvurmadığı savunuldu.
Açıklamada şu ifadeler yer aldı:
"17.01.2024 TK2751 Van'dan İstanbul Havalimanı’na gelen 1944 doğumlu S.Ç.’ nin uçaktan iniş süreci şu şekilde gerçekleşmiştir:
14.26 Uçak piste iner,
14.36 Körük kapısındaki uçaktan çıkar,
14.44 Tekerli sandalye ile alınır,
14.51 Bagaj alım salonuna bırakılır,
15.05 6A bagaj bandı yanına geçer,
15.39 Bagajını alır,
15.41 Bagaj alım salonundan çıkar,
15.42 Bagaj alım salonu önünde video çekilir.
S.Ç. isimli vatandaşımız, Van’dan İstanbul Havalimanı’na gelmiştir. Vatandaşımızın ya da yakınlarının, uçağa binmeden önce talepte bulunması gereken Wheel Chair (Refakatli Tekerlekli Sandalye) hizmeti için başvurmadığı, Van’dan hareket ederken anlaşılmış ve İstanbul Havalimanı’nda gerekli talep, uçak ekibi tarafından yapılmıştır. Uçuş ekibinin yaptığı talep doğrultusunda vatandaşımıza uçaktan inişinden, Havalimanı çıkış noktasına kadar talep edilen hizmet verilmiştir.
Yaşlı vatandaşımızla ilgili çekilen videonun tamamı en hafif tabirle art niyetli olup, devletimiz aleyhine propaganda yapmaktan öte amaç taşımadığı anlaşılmaktadır."
Çözümsüzlük nasıl da kendiliğinden görünür kılınan bir mefhum oluyor bir kere daha en küçük vakada dahi ötekileştirme / ayrıştırma hamlelerinden görünür kılınır. Görünen ve kayıt altına alınmış olanın olabildiğince hızlı bir biçimde inkarla yolunu bu devletin her ne şekilde kesiştirmiş olduğunu da örnekler tek bir vaka. Kürd dilini bu ülkenin kadim halkları olarak değerlendirilen gel gelelim hiçbirisini anmadıkları bir çerçeve içerisinde yok addeden devletlinin bugün ulaştığı merhalenin utancı her ne yana düşer sahiden de! Bitimsiz bir kindarlıkla, çözümsüzlüğü bir çözüm hali olarak dayatarak, güncelleyerek hiç aralıksız bu önyargı hallerini devam ettirerek ama öyle ama böyle Kürd halkının varlığını da dilini de inkar etmeyi sürdürerek hangi ülkeye varılabilir ki. Sözüm ona sorunları çöze duran bir iktidar kliğinin ulaştığı seviye günbegün daha kalıcı bir biçimde Kürd siyasetini, yaşayışını, eylemini, dilini ve kültürünü hedef kılarken, kuru kuruya öyle değildir aslında böyledir yollu ezber okuyan açıklamaların ışığında hangi sorun çözülebilir. Dahası bu ülkenin heder edeceği bir asrı daha var mıdır? Düşünür müydünüz?
Mezopotamya Ajansına bağlanalım: “Gazete Sabro, Süryani Dernekler Federasyonu (SÜDEF) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, 21 Şubat Dünya Anadil Günü kapsamında Beyoğlu’nda bulunan İHD binasında “Dünya Anadil Günü’nde Süryanicenin Dünü ve Bugünü” başlıklı bir panel gerçekleştirdi.
Toplamda 2 oturumdan oluşan panelin moderatörlüğünü gazeteci Marta Sömek yaptı. Panelde, SÜDEF Başkanı Evgil Türker, Süryani Kadın Derneği’nden (SÜRKADİM) Teodora Hobil, İHD Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon adına Gülistan Yarkın, aktivist Altan Açıkdilli, Jineps’ten Yaşar Güven ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden Bülent Bilmez konuşmacı olarak yer aldı.
‘Süryanice Türkiye’de Yok Olma Tehlikesi Yaşıyor’
Panelin açılış konuşmasını yapan Evgil Türker ilk olarak Süryaniler’in yaşadıkları coğrafyalarda karşılaştıkları sorunlara değindi. Süryanice’nin bugün Türkiye’de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Türker, “ Asırlar önce Mezopotamya’nın ve Ortadoğu’nun en güçlü eğitim, bilim, edebiyat, ticaret ve iletişim dili olan Süryanice, bugün Türkiye’de yok olma tehlikesini yaşamaktadır” diye ifade etti.
Açılış konuşmasının ardından söz alan Gülistan Yarkın, konuşmasına SÜDEF’in tarihçesi ve faaliyetleri hakkında bilgi vererek başladı. Komisyonun 1994’te yılında, Azınlık Hakları İzleme Komisyonu olarak kurulduğunu, 1997’de ise şu anki ismini aldığını belirten Yarkın, “6-7 Eylül olayları Türkiye’de konuşulmazken komisyon pogromla ilgili bir sergi hazırladı. 2005 yılında ise Ermeni Soykırımını ilk defa soykırım kelimesini kullanarak andı. 2013’te komisyon Süryanilere dair de bir sergi düzenliyor. Devamında da Zaz ve çevresindeki Süryani köylerine dönük saldırılarla ilgili bir rapor hazırladık” diye belirtti.
Bethnahrin Kadınlar Birliğinden Anadil Mesajı
Yarkın’ın konuşmasının ardından Bethnahrin Kadınlar Birliği’nin (HNB) panele gönderdiği mesaj okundu. Anadilin öneminin belirtildiği mesajda, “Dünya üzerinde farklı coğrafyaların, tarihsel, siyasal etkilerin doğurduğu renk, karakter, kültür, dil, din farklılıkları çoğu zaman sekter görüşler tarafından bir organizma hatası, bir zayıflık olarak görülse de; aslında dil, kültür, din farklılığı ve çokluğu büyük bir zenginliği tasvir etmektedir. Tek bir çiçekten oluşan bir bahçe bir yandan güzel olsa da, farklı renk, boyuttaki çiçeklerin oluşturduğu bahçe daha zengin, daha sağlıklı ve göz alıcıdır” ifadeleri kullanıldı.
Ardından aktivist Altan Açıkdilli konuşmasına; Çerkesçe, Kürtçe, Lazca, Ermenice, Hemşince, Zazaca, Rumca, Çeçence, İbranice, Boşnakça, Pomakça, Süryanice dillerinde merhaba diyerek başladı. 2012 yılında birçok kurum ile beraber Türkiye’de ilk defa Taksim Meydanı’nda Dünya Anadil Günü’nü kutlamak için meydana çıktıklarını belirten Altan, ”Bu 2007’den beri süren; halkların, kurumlarının, temsilcilerinin, bir araya gelerek ‘asimilasyonu engellemek için bir şeyler yapabilir miyiz’ sorusunun sonucuydu” diye ifade etti.
‘Anadilimizi Kaybetmemeliyiz’
Panelin ikinci oturumu Teodora Hobil’in Süryanice yaptığı konuşma ile başladı. Etkinliği düzenleyenlere derneği adına teşekkür ederek sözlerin başlayan Hobil, “Biz halk olarak ana dilimizi kaybetmemeliyiz. Çünkü onu kaybettiğimizde kimliğimizi, vatanımızı, ailemizi, annemizi kaybetmiş olacağız. Süryanice, Ortadoğu’da, Bethnahrin yani Mezopotamya’da ve hatta tüm dünyada tanınan ve mirası olan eski bir dil. Fakat bugün maalesef unutulmaya ve kaybolmaya yüz tutmuş bir dil. Bizler de dilimizin gittikçe zayıfladığının farkındayız. Bu nedenle de Süryani kadını olarak, ilk eğitim olan annelerin, dilimizi yaşatmanın önemini kavraması için uğraşmaktayız” diye ifade etti.
Panel, Jineps Gazetesi’nden Yaşar Güven’in konuşmasıyla devam etti. Türkiye’de birçok anadilin yok olduğuna vurgu yapan Güven, “Bu coğrafyanın yeni anadillere mezar olmaması gibi bir sorumluluk bizi bekliyor” diye konuştu. Ülkedeki “tekçi yapıya” karşı ortak bir dayanışmayla mücadele edilmesi gerektiğine vurgu yapan Güven, “Mücadeleyi omuzlarımız birbirine değdirerek sürdürmek durumundayız” diye ifade etti.
Dilsel Soykırım Da Kabul Edilmeli
Panelde son olarak eğitimci ve yazar Muzaffer İris söz aldı. Türkiye’de anadillerinin unutulmaya yüz tuttuğunu ve bugün birçok insanın anadilini bilmediğini belirten İris, “Biz hep Seyfo’yu, soykırımı konuşuruz. Ben dilsel soykırımın da kabul edilmesi gerektiğine inanan bir insanım. Ben soykırıma uğradığımda dilim de soykırıma uğradı” diye konuştu.
Konuşmaların ardından soru cevap bölümüne geçildi. Daha sonra, SÜDEF ve Gazete Sabro’nun Anadili Günü’ne dair talepleri okundu. Talepler şöyle sıralandı:
*Tehlike altındaki diller arasında yer alan Süryanicenin öğrenilmesi, kullanımı ve koruma altına alınması için hukuki haklar sağlanmalı ve somut adımlar atılmalıdır.
*Süryanice anadilinde eğitim hakkı tanınmalı, devlet tarafından okul açılmalı, öğretmen istihdam edilmeli ve materyaller sağlanmalıdır.
*Birçok ülkede sahip olunan Süryanice teolojik ve diğer eğitim hakları, Türkiye'de akademik olarak kabul edilmeli, resmi ve idari yetkiler sağlanmalıdır. Bu bağlamda okullar ve enstitülerde Süryanice kaynak ve kapasite sağlanmalıdır.
*Süryanice anadili üzerine çalışmalar yürüten basın organları ve kurumlar desteklenmelidir.
*Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 2 Eylül 1990’da yürürlüğe giren ve Türkiye tarafından 2 Ekim 1995’te onaylanan Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin anadilini kapsayan üç maddesine Türkiye tarafından konulan çekinceler kaldırılmalıdır.
*Anadili yaşatmak bir halkı yaşatmaktır. Tüm dillerin Anadili Günü kutlu olsun.
Çözümsüzlük bir istikamet kılınırken, Türkiye sathı mahallinde yaşayan öteki olaraktan anılan Süryani halkının var ettiği bu sesleniş o yakıcı yok saymaya karşı bir istenci ortaya serer. Tümüyle göz ardı edilmiş olan bir halkın hakikatinden bir kesiti var eder. Bugün ol sözüm ona yenilendiği söylenen menzilinde daha bir asır öncesinde konuşulabilen, çokça nüfuzu bulunan bir kitlenin anadil hakkının dahi çok görülmesinin utancı çözümsüzlüğün her nerelere sirayet etmiş olduğunu da göstere gelir. Yok sayılanlar için, Memduh Çalışkan’ın Kürtçe için dediği bahislerin birebir karşılığını Süryanilerin kelamında ortak bir izlekte görebilmek mümkündür. Anadili var etmek bir halkı yaşatabilmektir. Bugünün ülkesinde, bir kelaynak sürüsü kadar bırakılmış Süryani halkının, Ermeni, Rum, Yahudi, Kıpti gibi pek çok farklı inanç ve dile haiz insanların ortak istenci de bir kere daha günyüzü bulur. Türkiye Cumhuriyetinin var ettiği Türkçe sınırlarının ötesinde kendisinin yaşamasındaki bir temel olan dilini, yaşam pratiklerini, her anlamda iletişim ve diyalektik bağları muhafaza edebilmek. Hiç bitimsiz bir kısır döngü tartışması içerisinde unutuşa terk edilmek istenen o ötekinin asli unsur olduğu gerçekliğini göz ardı etmeden sahiden de hakkı tanzim edebilmek mesel edilmeyecekse, onca eşit yurttaşlık lafzı boş laftan ötesi olmaz, değil mi?
Çarçabuk, doğrudan var edilmiş iki örnek çözümsüzlük bağında bu ülkenin yönetim katı ve tüm o sabit fikirliliğin her neyi yok saydığını örneklemeye yeter. Şubat’ın 21’i Anadil Günü olarak kutlanırken, meclis oturumunda önce Kürtçe, ardından Lazca engellenir. Ol hassasiyetlerini başka konularda göstermesi gereken saray soytarısı meclis başkanı tipin var ettiği istemezükçülük / değnekçi kılınmış mecliste yer işgal eden muktedir ve faşist akım temsilinin sunduğu harala gürele içerisinde gerçeklik bir kez daha unutturulur. Tüm ve yaygın bir biçimde çözümsüzlük vaaz olunurken, geleceğini her nerelerde şekillendirip yoluna devam edecektir bu ülke! Anti-faşist ve bir gelenek gibi sarıp kuşatan tekillik dolu sığ sulardan ötede başkalarının da bu ülkede haklarının olduğunu sahiden idrak etmeye daha çok var mıdır? İstibdat güncelliğini yinelerken, gücünü her defasında daha ağır bir yıkım adına toparlayıp dururken, çözümsüzlükte ısrar, karanlıkta kalmaktaki bu inadın sonu cehennemin ta kendisi değil midir? Ezber şablonlar, benzeş tepkimelerden illallah gelmemiş midir, hala gelmemiş midir?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Artwork By Nask via Rudaw
#mesele#meram#arzihal#türkiye gerçekliği#başka ülke vardır#yordam#yara#anlam#ötekileştirme#insan hakları#anadil#dünya anadil günü#kürd#kürtçe#hayat hakkı#istemezükçülük#süryaniler#süryanice#yol nereye?#azınlıklar#kader#keder#iz#günce#yazı#gerilim
1 note
·
View note
Text
20. Yüzyıl Türkiye’sinde Gayrimüslimler ve Kurumları Ünite -14
Azınlık Statüsü Dışında Kalan Gayrimüslim Gruplar Azınlık Statüsü Dışında Kalan Gayrimüslim Gruplar: Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Durumları ve Uygulamaları Giriş Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması ile birlikte gayrimüslim toplulukların statüsünü azınlık kavramıyla yeniden düzenlemiştir. Ancak azınlık tanımı yalnızca belirli toplulukları kapsarken, Süryaniler, Nasturiler, Yezidiler, Bulgarlar ve…
0 notes
Text
Mahmut Uzun | Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası gerçeklestirilen soykırımlar üzerine kurulmuş bir… | Instagram
instagram
Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası
gerçeklestirilen soykırımlar üzerine
kurulmuş bir
devlettir.
"Dış güçler"den çok Anadolu'daki halklara, azınlıklara karşı savaşmış ve katliamlar yaparak kendini meşrulaştırmıştır..
Asıl düşmanları Ermeniler, Yunanlar, Süryaniler,
Yezidiler ve bugün de kürtler olmuştur...
1921'de kurulduğunda Kürtleri ve Alevileri yanına çekmiş, kandırmış, bugünde onları yok etmek istiyor...
Bu devletin kurucu partisi CHP bu insanlık suçun tek sorumlusudur...
... kendi geçmisiyle hesaplaşmayan devlet ve bu parti savunucuları tüm bu tarihin suç ortaklarısınız...
Mahmut Uzun
0 notes
Text
Ahlat nerede, hangi ilde? Kabine toplantısının gerçekleşeceği Ahlat hakkında bilgiler
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, 25 Ağustos günü yapılacak. Toplantının adresi ise bir ilk olma niteliği taşıyor. Kabine ilk kez Ahlat’ta bir araya gelecek. Peki, Ahlat nerede, hangi ilde? Kabine toplantısının gerçekleşeceği Ahlat hakkında bilgileri derledik. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya “Halads” derken, Türkler ve İranlılar “Ahlat”, Kürtler “Xelat”, Ermeniler “Şaleat”, Süryaniler…
0 notes
Text
SÜRYANİ MÜZİĞİ ÜZERİNE YAPILMIŞ EN İYİ İKİ ALBÜM: “SÜRYANİLER 1, 2”
http://dlvr.it/SryDDc
0 notes
Photo
Shiluh Manastır 🍷 Sipariş için DM veya Whatsapp 0537 397 2468 #süryanişarabı #şarap #süryani #süryaniler #şarapkeyfi #şarapseverler #şarapevi #şarapkültürü #kırmızışarap #sıcakşarap #beyazşarap #shiluh #wine #winelover #winetime #winenight #izmir #istanbul #ankara #daraantikkent #gapturu #tekirdağ #trakya #adana #mersin #bursa #moment #picoftheday #photooftheday #mardinsokakları (Ömür Süryani Şarap Evi) https://www.instagram.com/p/CpxuMpQNnxD/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#süryanişarabı#şarap#süryani#süryaniler#şarapkeyfi#şarapseverler#şarapevi#şarapkültürü#kırmızışarap#sıcakşarap#beyazşarap#shiluh#wine#winelover#winetime#winenight#izmir#istanbul#ankara#daraantikkent#gapturu#tekirdağ#trakya#adana#mersin#bursa#moment#picoftheday#photooftheday#mardinsokakları
1 note
·
View note
Text
Kolektif – Süryaniler (2023)
Orta Doğu’nun kadim Hristiyan cemaatlerinden Süryaniler, günümüzün alışılageldik Hristiyanlığına alternatif duruşları ve kendilerine has dinî gelenekleriyle, kurumsallaştığı 6. yüzyıldan günümüze dek kimliklerini korumayı başardılar. Süryaniliğin zamana direnişi ve canlı bir gelenek olmayı sürdürmesinin arkasında cemaatin kendi dillerini kullanarak tesis ettikleri dinî ve edebi literatür büyük…
View On WordPress
0 notes
Text
Aargau Alevi Derneği'nde seçim toplantısı: Oylar Yeşil Sol'a
AARGAU- Aargau Alevi derneğinde seçim toplantısı düzenlendi. Toplantıda Yeşil Sol Parti’ye oy çağrısında bulunuldu. İsviçre’de Cumartesi gününden itibaren seçmenler sandık başına gitmeye başladı. 9 gün boyunca sabah 09.00 ile akşam 21.00 saatleri arasında oy kullanacak. İsviçre Yeşil Sol Parti Seçim Koordinasyonu çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Ev ve esnaf ziyaretleri kesintisiz devam ederken Emek ve ��zgürlük İttifakı bileşenlerinin ortak organize ettikleri halk toplantıları da devam ediyor. Bu kapsamda Aargau kantonuna bağlı Windisch kentinde bulunan Aargau Alevi Derneği'nde bir halk toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya Aargau Alevi yöneticilerinin yanı sıra Turgi Süryani Derneği yöneticileri, Aarau Demokratik Kürt Toplum Merkezinin eşsözcüsü ile HDP eski Milletvekili Besime Konca katıldı. SÜRYANİLER YEŞİL SOL’A OY VERECEK Toplantıda ilk olarak Windisch Alevi Derneği yöneticisi Mustafa Kaya konuştu. Seçimlere az bir süre kaldığına vurgu Kaya, "Bütün canları sandığa taşıyacağız. Cumhurbaşkanlık seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’na, milletvekili seçimlerinde ise Yeşil Sol Parti'ye oyumuzu kullanacağız. Üyelerimiz, canlarımız bu konuda oldukça bilinçlidir. Demokratik bir ülke için bunu yapmalıyız" dedi. Turgi Süryani Derneği yöneticisi Cebrail Steyfo da farklı inançların, kimliklerin bir araya gelip ortak bir amaç için çalışmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Steyfo, “Biz Süryaniler olarak bu seçimde oyumuzu Yeşil Sol’a vereceğiz. Tabii ki bütün Süryaniler adına konuşamam ama Turgi’deki derneğimize üye olanlar adına bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer birlik olursak mutlaka kazanacağız” dedi. 'SANDIĞA GİDENLER KAZANACAK' Aarau Demokratik Kürt Toplum Merkezi Eş Sözcüsü Seda Can, İsviçre’de sandık başına gidecek olanların kazanacağını dile getirdi. Can, “Seçime az bir zaman kaldı. Seçime yönelik hazırlıklarımız kesintisiz sürüyor. Bugün de Alevi canlarımızla beraberiz. Farklı kimliklerin bir arada olması umudumuzu büyütüyor. Birlikte kazanacağız. 2018'de seçime katılım çok azdı. Bu seçimi sandığa gidecekler kazanacak. Sadece kendimizi değil tanıdığını, selam verdiğiniz insanı ikna edip, onu sandığa götürenler kazanacak. Üzerimize büyük bir sorumluluk düşüyor. Bunu yerine getirmek zorundayız” diye konuştu. 'BU SİSTEMİ YENMEK İÇİN HERKES SANDIĞA GİTMELİ' HDP eski Milletvekili Besime Konca, depremde yaşamını yitirenleri andı. Konca, "Dayanışma ile her güçlüğün üstesinden geleceğiz. Nasıl ki depremin yaralarını sarmak için gerek Alevi kurumlarımız, gerek Kürt Toplum Merkezlerimiz ve gerekse de köy derneklerimiz ciddi bir dayanışma gösterdiler, inanıyorum ki bu seçimde de aynı dayanışmayı göstereceğiz” dedi. Konca, "Biz 2018 seçimlerinde İsviçre’de birinci parti olarak çıktık. Ancak İsviçre'de yaşayan her 2 seçmenden biri sandığa gitmemiş. Bunun için biz insanlara ulaşarak sandığa taşımalıyız. Hedefimiz geçen seçimde aldığımız oy sayısını ikiye katlamak olmalıdır. Herkes akrabasını, komşusunu alıp gelmelidir. Bu noktada cemevlerimiz, dergahlarımız, Toplum Merkezlerimiz, derneklerimize büyük bir görev düşüyor. Ben inanıyorum ki bu ceberut sistemin gitmesi için herkes çalışacak” dedi. Read the full article
0 notes
Text
SÜRYANİLER, PASKALYA BAYRAMI AYİNİNDE KORONAVİRÜS İÇİN DUA ETTİ
SÜRYANİLER, PASKALYA BAYRAMI AYİNİNDE KORONAVİRÜS İÇİN DUA ETTİ
MARDİN’in Midyat ilçesinde, Süryaniler Paskalya Bayramı nedeniyle düzenlenen ayinde, koronavirüs salgınının bitmesi için dua etti. Süryaniler Paskalya Bayramı’nı, Midyat ilçesindeki Mor Barsavmo Kilisesi’nde düzenlenen ayinle kutladı. Sabahın erken saatlerinde ailece kiliseye gelen Süryaniler, çocuklarıyla kilise girişinde mum yakarak dua etti. Papaz İshak Ergün’ün yönettiği ayinde, Süryaniler…
View On WordPress
0 notes
Text
Dünya Süryaniler Konseyi: Sevr Antlaşması 100 yıl önce öldü https://sahrahaber.com/dunya-suryaniler-konseyi-sevr-antlasmasi-100-yil-once-oldu/?utm_source=dlvr.it&utm_medium=tumblr
0 notes