#Süryaniler
Explore tagged Tumblr posts
Text
Midyat süryani şarabı
#Shiluh Süryani Şarapları 🍷 Sipariş ve detaylı bilgi için DM veya instagram: aramsarapevi https://www.instagram.com/aramsarapevi/#süryanişarabı#şarap#süryani#süryaniler#şarapkeyfi#şarapseverler#şarapevi#şarapkültürü#kırmızışarap#sıcakşarap#beyazşarap#shiluh#wine#winelover#winetime#winenight#izmir#istanbul#ankara#daraantikkent#gapturu#tekirdağ#Midyat#adana#mersin#bursa#moment#picoftheday#photooftheday
3 notes
·
View notes
Photo
Midyat’a özgü Mazrona üzümünden yeşil elma, narenciye aromaları ile Shiluh Mazrona🥂 #süryanişarabı #şarap #süryani #süryaniler #şarapkeyfi #şarapseverler #şarapevi #şarapkültürü #kırmızışarap #sıcakşarap #beyazşarap #shiluh #wine #winelover #winetime #winenight #izmir #istanbul #ankara #daraantikkent #gapturu #tekirdağ #trakya #adana #mersin #bursa #moment #picoftheday #photooftheday #mardinsokakları (Ömür Süryani Şarap Evi) https://www.instagram.com/p/CqGP-fno02L/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#süryanişarabı#şarap#süryani#süryaniler#şarapkeyfi#şarapseverler#şarapevi#şarapkültürü#kırmızışarap#sıcakşarap#beyazşarap#shiluh#wine#winelover#winetime#winenight#izmir#istanbul#ankara#daraantikkent#gapturu#tekirdağ#trakya#adana#mersin#bursa#moment#picoftheday#photooftheday#mardinsokakları
2 notes
·
View notes
Text
Anlatılanla Hakikat Arasında...
Bildirilen ile yaşanan arasındaki uçurum hali hayatın üç yüz altmış beş gün, altı saatini her anlamda her şekilde çitliyor. Bütünüyle kuşatılan yaşamlarımızın orta yerinde açık, aleni, belirgin bir biçimde muğlak olagelen bir cerahat halinin esirleri ilan ediliyoruz her an her şekilde. Tümüyle kendine vazife belleyenlerin elinde ite kaka, bata çıka, hep dibe, hep sonsuz bir girdabın içine yuvarlanıyor insan / akıl / töz. Uçurum o kadar keskin bir hal dahilinde var ediliyor ki, kimse nasıl buralara demirlediğini ülkenin sorgulamaya tek bir an olsun çabalamıyor. Başlangıcının gerisine düşmüş olagelen bir demokrasi meselini, hiçbir türlü var edilememiş hürriyet aksını, düşünsel / eylemsel bağımsızlığın tam suretini her haliyle hayatı muhafaza etme gayretinin unutturulduğu bir zeminde bildirilen ile artık yegane gerçeklik kılınan yaşanmışlıklar arasında derin yarlar belirginleşiyor. Hiçbir vakit olmadığı kadar yakıcı, delici, delirtici.
İki haftanın gündeminde kendine çokça yer bulan bir hakikat söz konusu; Suriye. Bildirile gelenlerle yaşananların arasındaki uçurumun çokça zehir edileni bildirdiği bir sarmalın ta kendisine dönüştürülen yerden insanlık namına tek bir iyi haberin var edilemediği bir hali güncenin içinde yaşam sınırlandırılır. Zorbalığına kimsenin hayır diyemeyeceği Esad’a ait ol elli bir yıl, Baas partisinin tek kılındığı toplamdaki altmış bir yıllık devinimin, otokrat iktidarın devrilmesinin ardından çıkagelen tablonun vahameti bunu bildirecektir. Kaç parça oldukları muamma, Suriye Milli Ordusu nam çatı, Türk Silahlı Kuvvetlerinin dolaylı ya da doğrudan katkı / arka toplayıcısı kılındığı Özgür Suriye Taburu, Türkmen İslam Birliği, Sultan Mahmud / Murat Tugayları, Uygur ve Çeçen uyruklu milisler, kiralık bir örgüt olarak varlığını sürdüre duran, daha düne kadar terörist bildirilen El Kaide maşası Heyet Tahrir Al-Şam önderliğinde ortaya çıkan cihadist yapının var ettiği her şey o yıkımların devamlılığına dair endişeyi de var eder. Güncelliğin sınırlarında iş bu memleketin her sorunu tamamlanmış, halledilmiş gibi yıkıcılıkta pay sahibi olup yeniden ol Büyük Türkiye, Turan sevdası, Osmanlı mirası Şam, Halep diyerek çıkılan güzergahta o terör devletlerinin taşeronu olarak iş bölüştürücü olagelen, harami bir iktidarı yerle bir ettirip, yerine ikame edilenle çok daha acıyı var edebilecek bir cürete sahip çıkılmasıdır misal bir örnek. Bildirilen ile yaşatılan arasındaki uçurumun gövde gösterisi, dünyaya kimin kimin sahibi olduğuna dair rivayetler bitmeyen toprak hırsının, zulmün binbir türlü hal ve yönteminin yeniden biçimlendirilmesine ön ayak olunan bir tahayyülü birleştirir.
Her şeyiyle makus bir talih denilen, oldu bitti devletlerin var ettiği / bütünlediği belirgin bir yıkım sarmalının mükerrer imalidir. Yeniden on üç yıllık yıkımın en başından bir kez daha imaline çaba sarf edilir. Cihatçı çetelerin var ettiği yağma, soygun, ganimet savaşları kimi kentlerde yapmaya çalıştıkları katliamlar ile Nusayriler, Hristiyanlar, Kürtler, Ezidiler topyekun bir kez daha hedef kılınırlar. Cerahati imal edip, sonra da biz ne yapıyoruz bile diyemeyen bir ülkenin teşvik ve onamasıyla birlikte Suriye’deki birliğin de, yeni kurulan yönetim şemasının da dünkü kadar ağır, ezici ve yıkıcılıktan imal edildiği görünür olacaktır, olur. HTŞ nam yapının başındaki Golani’nin ılımlılık mesajlarının yanında, Rojava topraklarındaki yaşayan başta Kürtler olmak üzere hiçbir halkın var olma mücadelesinin kaile alınmayacak olduğunu bizatihi Türk devletinin ol destek attığı çetelerle yürüttüğü operasyonlarda bildirilir. Yaşamın Suriye sınırları içinde kalakalan bir hayat memat mücadelesini, terörist faaliyet olarak gören, kentlerini, insanlarını, hayatta var olma biçimlerini, seslerini ve soluklarını bu haliyle, birlikte muhafaza etmek isteyen insanlara saldırılır. YPG’nin varlığını PKK ile bir edince, ya da SDG-QSD’nin her kimliğin kendi hayat hakkını savunması için, Işid ya da başka bir cihatçı çete ile mücadele etmesini sorun teşkil ederek oraları da ilhak ve istimlak edilmesini tahayyül eder. Türkiye’nin savunduğu tezlerin, anlatılanların Efrin’den Mare ve Tel Rifat’a, Tel Abyad’da Serekani’ye bir çürümenin ta kendisini oluşturduğu konuşulmasın / bildirilmesin istenir. Yerlerinden edilen insanlar, katledilmeye bugün hala devam olunan doğal zenginlikler, bitimsiz bir kinle, hayatın kökten lağvına uğraşılan birer sahneye dönüştürülen Türkiye işgali altındaki bölgeler ol Rojava’nın kalanında yapılmak istenenleri de bildirir. Bu tahayyül, istimlak ve ilhak pratiklerinin elinde taşınan onca cihatçı ile kurumsallaştırılan Türkiye olgusunun Suriye topraklarının geleceğinde her nasıl bir karanlığı imale evrildiği görenler için büyük birer soru işaretidir.
Nicesinden / daha nice örnekle birlikte var edilebilecek bir uçurum tahayyülünün, sınırları hep muğlak katliamcılık / istimlak ve tehciri savuna gelen bu devletin var ettiği şeylere bir son ek olarak Menbiç’teki kuşatma hali ve sonrasında yaşatılanlar ilave edilebilir. Kobane ile bağlantıyı sağlayan, Qerekozak köprüsü ve civarındaki şiddetli çatışmaların ve Türkiye Devletinin üniformasıyla, askeriyle Cihatçı çetelerin el ele verdiği bir karanlığı belgeleyen iki gazeteci katledilir. “Kuzey ve Doğu Suriye'deki gelişmeleri takip eden gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin, dün saat 15.20 sularında Tişr��n Barajı ve Sirîn beldesi arasındaki yolda hedef alındı. İki gazeteci, Türkiye'nin SİHA saldırında katledildi. Aracın şoförü Ezîz Hec Bozan ise yaralandı. Daştan ve Cihan Bilgin, 8 Aralık’tan bu yana Tişrîn Barajı ve Qerekozak Köprüsü’nde yaşanan gelişmeleri takip ediyordu.”
Mezopotamya Ajansından iliştirelim: “Türkiye'nin SİHA saldırısında katledilen gazeteci Cihan Bilgin'in taziyesine yürüyüş düzenleyerek giden kitle, miraslarına sahip çıkacakları mesajını verdi.
Türkiye’nin gerçekleştirdiği SİHA saldırısında katledilen gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin için taziye ziyaretleri devam ediyor. Mêrdîn’in Mîdyad ilçesinde Cihan Bilgin için kurulan taziyeye aralarında DEM Parti, DBP, TJA yönetimleri ve Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) ile Mezopotamya Kadın Gazeteciler Derneği'nin (MKG) de bulunduğu yüzlerce kişi yürüyüş gerçekleştirerek, taziye ziyaretinde bulundu. İlk olarak kadınlar için kurulan taziyeyi ziyaret eden kitle ardından yürüyüş ile Hacı İsa Arslan Taziyeevine geçti. Katledilen gazetecilerin fotoğraflarının taşındığı yürüyüş boyunca “Şehîd namirin”, “Özgür basın susturulamaz”, “Jin jiyan azadî” ve “Bijî berxwedana Rojava” sloganlarını atıldı.
Polisin “Şehîd namirin” sloganına yönelik tehditlerine kitle daha gür bir sesle “Şehîd namirin” sloganı atarak karşılık verdi. Yürüyüşün ardından Cihan Bilgin’in anne ve babası ile aile fertleri taziye evinin önünde kitleyi karşıladı. Özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler anısına saygı duruşunun ardından konuşmalar yapıldı.
‘Çözümün Adresi İmralı’
MEBYA-DER Eşbaşkanı Gurbet Tekin, "Gurbettelli Ersöz ve Apê Musa'nın öğrencileriydi onlar” dedi. Gurbet Tekin, konuşmasının devamında “Nazım Daştan ve Cihan Bilgin şahsında tüm Kürdistan şehitlerini saygıyla anıyoruz. Özgür Basın olmasa halkın hiç bir şeyden haberi olmayacak. Özgür Basın doğru habercilikle bize verdikleri bilgilerden kaynaklı hedef haline geliyorlar. Onlar da gerçeğin ortaya çıkmaması için katledildiler. Rojava DAİŞ'i yenmişti. Yok etmişti. Herkesin Rojava'ya yönelik gerçekleşen saldırılara karşı ses olması gerekir. Çözümün adresi de İmralı'dan geçiyor. Sayın Abdullah Öcalan özgür olmadığı sürece bu kan ve bu acı devam edecek ve bu topraklara barış gelmeyecek" ifadelerini kullandı.
‘Miraslarına Sahip Çıkacağız’
Ardından DGF adına söz alan Jinnews muhabiri Öznur Değer de "Bize bıraktıkları mirası her geçen gün daha da büyüteceğiz. Amaçlarına ulaşması için mücadele edeceğiz. Türkiye'nin oyunlarını herkesin görmesi için haykırdık. Rojava ve Kürtler üzerinde yürütülen özel savaş politikalarını herkesin görmesi için duyurduk. Bu yüzden gözaltına alındık, tutuklandık, işkence gördük. Fakat Cihan Bilgin ve Nazım Daştan sınırın ötesinde hakikati kamuoyuna duyurmak istediler. Kürt halkının ve Rojava halklarının sesini bütün dünyaya duyurmak istedikleri için katledildiler. Kelimeler anlamsız kalıyor. Söz veriyoruz ki Türkiye'nin Rojava’da oynamak istediği oyunları boşa çıkaracağız. Kobanê'nin, Rojava'nın, Kürt halkının sesi olacağız. Söz veriyoruz ki miraslarına sahip çıkacağız ve büyüyeceğiz. Özgür Basını susturamazsınız. Cihan ve Nazım gitti fakat onlarcası gelecek. Hiç bir zaman hakikatlerini, sözlerini, kalemlerini ve kameralarını yerde bırakmayacağız" dedi.
‘Özgür Günlere Ulaşacağız’
DEM Parti Milletvekili Beritan Güneş Altın ise "Tüm zorluklara rağmen Özgür Basın hakikati yazmaktan vazgeçmeyecek. Hakikati yazan, duyuran iki arkadaşımızı kaybettik. Çok üzgünüz. Nazım ve Bilgin sadece gazeteci değillerdi ayni zamanda Rojava'nın hafızasıydılar. Onlar Türkiye ve uluslararası devletlerin kirli oyunlarını ortaya çıkardıkları için katledildi. Nazım ve Bilgin arkadaş son olarak ‘Tarih bizi bekliyor’ demişlerdi. Biz de buradan bizi bekleyen tarihe mutlaka ulaşacağımızı belirtiyoruz. Özgür günlere mutlaka ulaşacağız" dedi.
‘Hakikati Arıyordu’
Cihan Bilgin’in annesi Katibe Bilgin ve babası Nesim Bilgin taziyeye katılanlara teşekkür ederken, anne Katibe Bilgin, “Kızım Kürdistan’ın şehididir. Kızım gazetecilik yapıyordu. Gerçekleri, hakikati arıyordu. Kızım bu uğurda mücadele etti ve şehit düştü. Hepimizin başı sağ olsun” dedi.”
Anlatılanlarla hakikatin arasındaki uçurum giderek daha keskin bir halde belirginleşiyor. Her yıkım, her cinayet, hemen her tahakküm hamlesi, tehdit ve beraberindeki nice eylem ortasında herkese masallar anlatılıp, demokratik bir ülkeye yardımcı olunuyor bizler ol Suriye’nin refahını istiyoruz derken olan biten yeniden insanlarının canına göz koymak, hayat çalmakla var edilen bir sistematik şiddet sarmalını göstere geliyor. Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in bildirdikleri, var edilmiş olagelen cerahat sarmalına dönüştürülmek bir biçimde esarete mahkum kılınmak istenen bir yerin / menzilin / duruşun her nasıl imal edildiğini de göstere gelir. Her faaliyeti bir insanlık suçu olagelenlerin, başkalarının evinde var etmeye çalıştıkları yıkıcılık her gün bir bedele dönüştürülür. Daştan ve Bilgin’in kameralarına, yazdıklarına kaydedilmiş olan şey Rojava devriminin, onunla birlikte bütün o menzilde kök salmış bir yaşama tutunma iradesinin, direnişin de köküne kibrit suyu dökmek isteyen zihniyeti de ifşa eder. Katledilmeleri ardından Şişhane’de yapılmak istenen basın açıklamasında da onlarca gazeteci gözaltına alınır. Duraksamayan, sonu hiç gelmeyen bir öteki olgusunu işleyip duran, bir yandan eşitlik derken öte yandan cürmün ta kendisine arka çıkan zorbalıkla yoluna devam diyen ülke canlı yayınlarda aktarılır. Anlatılanla hakikatin arasındaki farklılık bir kere daha, bir asırdan uzunca bir zaman sonrasında yeniden hayat memat mücadelesinin nasıl da zorunlu ikilemler, süreğen bir tehdit, ardışık bir varlığı sorgulama tahayyülleriyle birlikte zehirlenmek istendiğini göstere gelir. Barışmaktan imtinayla kaçınan bir devletin, komşusu, sınırın içi dışı hep bir olana (Kürd, Ezidi, Arap, Süryani, Ermeni ve herkese) vereceği yegane şey daha büyük elem midir! Artık yetmedi mi?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: From Kobane – Mauricio LIMA – The New York Times
Meramda Paylaşılan Haberler
Gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin Katledildi - Mezopotamya Ajansı https://mezopotamyaajansi40.com/tum-haberler/content/view/261984
Katledilen Gazeteciler İçin Yürüyüş: Miraslarına Sahip Çıkacağız - Mezopotamya Ajansı https://mezopotamyaajansi40.com/tum-haberler/content/view/262149
#meram#yaşam hakkı#rojava#direniş#kürd#söz hakkı#cerahat#cürüm#1915#yıkıcılık#yok etme#tehcir#hayat memat#demokrasi#eşitlik#iç savaş#kötülük#kobane#efrin#azez#serekani#kürd direnişi#mezopotamya#süryaniler#kötülük sarmalı#insan101#türk devleti#taşeron#çeteler#biyopolitika
0 notes
Text
Nükhet Everi – Süryani Köyleri (2023)
Süryani köyleri… Tarihin sessiz tanıkları… Güneydoğu Anadolu’da, Dicle’yle Suriye sınırı arasında kalan yüksek kalker platosu, inişli çıkışlı tepeleri ve vadileriyle günümüzde bile, hâlâ, her yere ve herkese oldukça uzak. Süryaniler sayıca çok azalmış olsalar da, eskilerde ulaşımı güç, dış dünyayla çoğunlukla bağlantısı kesik, dağlık Turabdin’de salt buraya özgü, buradan başka hiçbir yerde…
View On WordPress
0 notes
Text
Amerika'nın Osmanlı'daki misyonerlik faaliyetleri ile ilgili bir yazıyı iletiyorum. Yazı benim e-postama gelmişti.
Selamlar...
AMERİKAN BOARD TEŞKİLATI
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ, çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal Paşa Merzifon Amerikan Kolejinin pontusçu ve Ermeni eşkıyana yataklık yaptığını görünce kapatmış, bu Amerikalıların tepkisine yol açmıştı. Amerika hemen harekete geçerek Genelkurmay Başkanları General Harbordu Türkiyeye göndermiştir.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Anadoluda Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbordun Amerikan kongresine sunduğu 44 sayfalık raporunda Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü ifade etmiş, senato da büyük oranda fikri kabullenmiş. Başkan Wilsonun Anadolu ve Kafkasyayı Amerikan mandası altına alma fikri de çökmüş oldu.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
REHAN GÜNDOĞMUŞ
(Alıntı)
10 notes
·
View notes
Text
BU YAZIYI OKUMADAN TÜRK MİLLETİNİN YAŞADIĞI BİRÇOK OLAYI ANLAYAMAZSINIZ.
ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi Ermenistan'daki sözde soykırım anıtı önünde göz yaşı döktü. Çoğu insan bunu Oscarlık performans olarak görüyor ama Pelosi rol yapmıyordu. Gerçekten çok üzgündü. Çünkü bunun çok esaslı bir gerekçesi vardı:
ABD ile Ermeniler arasındaki bağ çıkarların çok ötesinde duygusaldır. Çünkü arada sarsılmaz bir "inanç" bağı vardır.
Bu bağı bilmek için 1800'lere gitmek gerekiyor. Boston'a...
Son vereceğim bilgiyi şimdi vereyim. Çoğumuz Amerikan-Türk ilişkilerinin 1945'ten sonra başladığını bilir. Büyük bir yanılgıdır.
Sıkı durun: 1914 yılında, Osmanlı toprakları içerisinde tam 426 Amerikan MİSYONER okulunda 25 bin ÖĞRENCİ eğitim görüyordu.
Osmanlı'da yüzlerce Amerikan misyoner okulu... Binlerce öğrenci... Eğitim veren yüzlerce Amerikan misyoneri... Pahalı binalar, lüks eğitim materyalleri...
Bunun nasıl olduğunu bilmezsek Osmanlı'nın nasıl çöktüğünü de tam olarak anlayamayız. Ve Ermeni tehcirini de... Ve içimizdeki FETO vb. hain yapıların nasıl yeserdigini de!!!
Hikaye 1820 yılında başlıyor. Boston merkezli American Board of Commissioners for Foreign Missions teşkilatı, Pliny Fisk ve Levi Parsons isimli iki misyonerle Osmanlı topraklarında faaliyete girişiyor.
Bu çalışmalarda Mısır, Lübnan ve pek çok ortadoğu bölgesi inceleniyor.
İlerleyen yıllarda BOARD teşkilatı Osmanlı'nın pek çok bölgesinin İngiliz ve Fransız misyoner okulları tarafından sarıldığını fark ediyor. Haliyle el değmemiş yeni bir bölge ve yeni bir toplum bulmak için arayışa giriyorlar. Ve buluyorlar:
Gregoryen Ermeni toplumu!
Ermenilere yönelik ilk ciddi teşkilatlanma William Goodell tarafından 1831'de başlıyor. İncil Ermenice'ye çevriliyor.
Buraya dikkat etmek lazım. BOARD teşkilatı kendi dini inancını kendi dilinde sunmuyor. Toplumun dilinde sunuyor ki başarılı olsun. (Birileri anlıyor mudur)
BOARD teşkilatı daha sonra bulduğu hemen her Ermeni yerleşim yerinde teşkilatlanıyor. Hatta hızlarını alamayıp Nesturiler, Süryaniler, Yezidiler, Keldaniler ve Yakubiler'in de bulunduğu bölgelere yayılıp misyoner teşkilatlarını "okullar" aracılığıyla kuruyorlar.
Kurulan okullar son derece güzel binalardan, lüks eğitim materyallerinden oluşuyor. Osmanlı hükümetini ürkütmemek için sadece Ermeni ve bazı etnik kimliklere yönelik faaliyet güdülüyor.
Okullardaki eğitimciler elbette Hristiyan misyonerlerden oluşuyor.
Attıkları her adımı kayıt altına aldıkları için detaylara hakimiz:
İlk etapta Batı Trakya’da 6, Kıbrıs’ta 3, Museviler için 4, Batı Anadolu’da 227, Orta Anadolu’da 98, Doğu Anadolu’da 102, Suriye’de 59 ve Balkanlar’da 41 misyoner görevlendiriliyor.
Amerikalıların Osmanlı topraklarında bu kadar rahat ve başına buyruk hareket edilebilmesinin nedeni ise çok hazin: KAPİTÜLASYONLAR!
Osmanlı yönetimi 1830'larda ABD'ye pek çok kapitülasyon verdiği için BOARD'un faaliyetleri son derece serbest ve denetimsiz kalıyor.
BOARD teşkilatı dilediği misyoneri Osmanlı topraklarına sokuyor, örgütün mülk edinmesine ve toprak almasına karşı çıkmıyor. Hatta Türkler yabancı yayınları okuyamazken Amerikalılar 60 yılda onlarca kitap, makale vs basıp Ermenilere dağıtabiliyor.
Bu süreçte Protestan BOARD teşkilatlı, Osmanlı bünyesindeki Ermenileri hızla devşirmeye başlıyor. İyi eğitimli ve ABD destekli Ermeniler kısa süre içerisinde Türklerden çok daha nitelikli, eğitimli ve zengin hale geliyor. Toplumdaki sınıf farklı belirginleşiyor.
Osmanlı'nın gidişata uyanması 1878'deki Rus savaşı'yla gerçekleşiyor. Yani yaklaşık 58 yıl sonra. Peki bu nasıl oluyor?
Rus savaşıyla birlikte Osmanlı neredeyse çökme noktasına gelince, BOARD tarafından teşkilatlandırılan Ermeniler çok ciddi bir ayrılıkçı hareket başlatıyor.
Hatta Ermenilerin rolü dış güçleri o kadar iştahlandırıyor ki İngiliz ve Ruslar da bir yandan Ermenileri devşirebilmek için ABD ile rekabete giriyor.
Mesela Ruslar, barış antlaşmasında Doğu'daki vilayetlerde yaşayan Ermenilerin yönetimi için özel madde koyduruyor.
BOARD teşkilat o kadar kusursuz bir sistem kurmuş ki şaşmamak elde değil. Mesela misyoner okulu açmak istedikleri her bölgeye önce konsolosluk kurmak istiyorlar. Padişah kabul etmezse güç gösterisi yaparak zorla, kopara kopara konsolosluk tavizini alıyorlar.
Özellikle ABD iç savaşı sona erdikten sonra . İzmir, Çanakkale, Sakız, Yafa, Kandiye, Şam, Port Said, Lazkiye, İstanköy, Kudüs ve daha pek çok yerde Amerikan konsoloslukları açılıyor.
Konsoloslar sahip oldukları gücü, bölgede misyoner okulu kurulması için kullanıyor.
Hatta iş öyle bir noktaya varıyor ki nerede konsolosluk açılacağını BOARD teşkilatı ABD hükümetine söylüyor, hükümet de Osmanlı'ya dayatarak açtırıyor.
En çarpıcı hadise 1895'te Bitlis'te yaşanmış.
BOARD teşkilatı önce Bitlis, sonra Sivas'ta konsolosluk talep ediyor. Osmanlı bu talebi reddedince ABD yönetimi 1830 tarihli kapitülasyonları göstererek talebinde ısrar ediyor. (Bu arada kapitülasyonlara göre böyle bir hakları vardı)
Tam 9 yıl boyunca bu konuda diretmişler.
Düşünebiliyor musunuz, tam 9 yıl boyunca ısrarla talep etmişler ve neticesinde "C. E. Clark" isimli şahıs bölgeye atanmış. Bu arada Clark BOARD bünyesindeki bir misyonerdi. Okuldan ayrılıp göreve başladı.
Harput Amerikan Koleji'ne ayrıca değinmek lazım.
Harput Amerikan Koleji 1859'da kuruluyor ve çok başarılı faaliyet güdüyor. Kolejin diploma törenleri bile konsoloslukta yapılıyor.
1901 yılına gelindiğinde hazırlanan bir raporda bölgedeki Ermeni nüfusun %30'unun ABD'ye göç etmek istediği yazılı...
Robert Kolej de BOARD teşkilatı tarafından kurulmuştu. Kurucusu Cyrus Hamlin'di ama arazi ve inşaat işlerini finanse ettiği için Christoper Rhinelander Robert'in ismi verildi.
Arazi, Abdülaziz'in özel izniyle 60 bin dolara satın alındı. Teme atma töreni dualarla yapıldı.
Abdülaziz aslında ilk başta bu fikre sıcak bakmıyordu ama ABD filosunun komutanı Farragut İstanbul'a gelip devreye girince izin verildi.
ABD'nin böyle "diplomatik olmayan" askeri baskıyla kopardığı çok taviz vardır. Biraz sonra onları da ele alacağım. Şaşıracaksınız.
BOARD'un kurduğu bir başka önemli okul da 1871'de faaliyete başlayan İstanbul Amerikan Kız Koleji'dir. Bu okulun özelliği, müslümanların da eğitim görebilmesidir.
Bu okulda saray çevrelerinden pek çok ismin kızı da okuyordu.
Yine de bana göre BOARD'un Osmanlı sınırlarındaki en gözde okulu Merzifon Amerikan Koleji'dir. Çoğumuz Merzifon'un yerini bile bilmeyiz belki ama BOARD ta 1863'te bölgede tam teşekküllü okul kurmuştur.
Ermeni nüfusun örgütlenmesi ve protestanlaştırılmasının merkez üssüydü.
BOARD'un 1887'deki bir raporuna göre bölgedeki Türk okulları son derece yetersiz. Buna karşın BOARD okulları hem nitelikli hem de düşük ücretli.
Bu okullar ileride Merzifon Pontus Teşkilatı'nı kuracak.
BOARD teşkilatı 1820'den itibaren özellikle Anadolu'da adeta örümcek gibi ağ ördü.
1840'larda 12 okul,
1870'lerde 220 okul,
1900'lerde 417 okul,
1914'te ise 426 okul ve 25 bin öğrenci...
BOARD kayıtlarına göre 1879'da teşkilatın ekonomik hacmi 100 milyon dolar civarındaydı. 1914 yılına dek okulların ABD'den aldığı yardım 40 milyon dolardı.
Ermeni örgütlerin kurulması, onca isyan, terör, ayrılıkçı faaliyetler... Bunlar kendi kendine olmadı.
Mesela 1924 yılında yayımlanan bir BOARD raporu şöyle söylüyor:
Hristiyan öğretmenler… Hristiyan düşünce ve yaşam temelinde yatan prensipleri öğrencilere aktaracaktır. Böylece misyonerlik, Türk öğrencilerinin hayatına Hristiyan karakterini sokma fırsatına kavuşacaktır.
Robert Kolej’de okuyan ve ileride CHP Genel Sekreterliği görevine gelecek olan Kasım Gülek, o dönemde yaşadıklarını şöyle ifade etmiş:
Robert Kolej o zamanlar misyoner mektebiydi. Her gün İncil okuturlardı. Kiliseye götürürlerdi. Biz dindar insanız. Ben isyan ediyordum.
Yıllarca süren misyonerlik faaliyetlerinden sonra Ermeni nüfus Türk nüfusa bariz bir nitelik üstünlüğü yakaladı. Üstelik zihinsel ve düşünsel olarak da Osmanlı bağlarından koptu.
Amerikan okullarında Ermeniler dillerini ve tarihsel geleneklerini üstün tutmayı öğrendiler. Batının siyasal, toplumsal ve ekonomik ilerleme ideallerini tanıdılar. Etkin bir hoşnutsuzluk duymayı ve köylü komşularına kesin üstün duygusu beslemeyi elde ettiler.
Mesela 1895-1896 yıllarında yaşanan Ermeni olayları büyük oranda BOARD okullarında yeşermişti. Board misyoneri Henry O. Dwight'ın Boston'a gönderdiği raporda ABD ordusundan yardım istenmiştir
Bunu da ben söylemiyorum. Prof. Earle söylüyor.
ABD hükümeti 1900 yılında Kentucky isimli savaş gemisini İzmir’e gönderdi. Sultan 2. Abdülhamit, gelişme üzerine gemi yetkililerini İstanbul’a görüşmeye davet etti ve kısa süre sonra misyonerlerin uğradığı zararlar karşılandı.
İşler böyle yürüyordu.
Mesela 1904 yılında bazı Ermeni suçlular BOARD okullarından birine sığındı. Osmanlı buraya müdahale etmek isteyince İstanbul’daki Amerikan elçisi John. G. A. Leishman, Avrupa'da bulunan ABD donanmasından yardım istedi. Donanma gövde gösterisi yapınca Osmanlı geri adım attı.
En acısı ise 1909'daki Adana İsyanı sırasında yaşandı. Ermenilerin başlattığı isyana Osmanlı tarafından müdahale edilince ABD herhangi diplomatik açıklama yapmadan donanmayı Mersin limanına gönderip devleti alenen tehdit etti.
BOARD teşkilatı asıl hamlesini 1. Dünya Savaşı başlayınca yaptı. Osmanlı savaşa katılıp ordusunu Kafkasya'ya gönderince Anadolu'daki Ermenilerin bir bölümü ayaklanıp savunmasız Türk köylerine sistemli bir katliama girişti.
Burada Merzifon ve Antep okullarının rolü büyüktür.
Bunu da ben söylemiyorum. Atatürk söylüyor. Nutuk'un 557. sayfasında Merzifon Amerikan Koleji'nin Pontus devleti kurmak için nasıl çabaladığını anlatmış.
Bu katliamlar sonrasında devlet tehcir kararı alarak tehlikeyi savuşturmaya çalıştı.
Peki tüm bunlar olurken Osmanlı hiçbir şey yapmadı mı?
Bazı şeyler yaptı. Ama çok cılız ve etkisiz hamlelerdi. Okulların ruhsatlandırılması, misyonerlerden belge talep edilmesi ve Türk okullarının güçlendirilmesi gibi şeyler. Ama kıymetsiz.
Osmanlı'nın hamleleri 1869'da başlıyor ama etki etmiyor. Mesela Abdülhamit'e sunulan bir raporda 392 okuldan yalnızca 51'inin ruhsatlı olduğu bilgisi mevcut.
Devlet öyle zayıflamış ve ipleri kaptırmış ki, yürürlüğe koyduğu düzenlemeyi uygulamaktan aciz duruma düşmüş.
Bunları da ben söylemiyorum. 1891 ve 1894 tarihli Zühtü Paşa raporları, 1892 tarihli Mihran Boyacıyan raporu ve 1898 tarihli Şakir Paşa raporu durumun vehametini açık açık yazmış.
Özetle bölgelerin elden gittiğini yazıp Türk okulu açılmasını talep etmişler.
Özellikle Beyrut tamamen Osmanlı'ya yabancılaşmış. Memurlar dışında Türkçe bilen yokmuş. Beyrut'un İstanbul'dan çok Paris'e benzediği ifade edilmiş.
Hani birileri diyor ki İttihatçılar geldi Osmanlı çöktü diye. Palavra. Osmanlı'nın çöküşünün tarihi benim anlattıklarımdır.
Artık yavaş yavaş sadede gelelim.
BOARD, 1. Dünya Savaşı'yla birlikte Anadolu'da ABD güdümlü bir Büyük Ermenistan hayaline çok yakındı. Hele 1918'de Osmanlı tamamen çöküp işgale uğradıklarında her şey neredeyse hazır gibiydi.
Ama 1919'da bambaşka şeyler oldu.
Mustafa Kemal direnişi tam da BOARD'un hayallerinin üstünde başlattı. Sivas Kongresi toplandığında hayallerin sallantıda olduğu anlaşıldı.
ABD yönetimi bölgeye General Harbord yönetiminde bir komisyon göndererek Ermeni devletinin fizibilitesini ölçmek istedi.
Harbord Ermeni lobisi tarafından güdüme alınmış biri değildi. İstanbul'a geldiğinde kendisine Türk tercümanlar da alarak meseleyi dosdoğru anlamak için çabaladı. Hatta Sivas'ta bulunan Mustafa Kemal'in yanına uğrayıp onunla da görüştü.
O görüşme de çok ilginçtir.
Harbord anılarında Mustafa Kemal'in çok sinirli olduğunu ve öfkeden titrediğini yazmış. Fakat daha sonra sıtma nöbeti geçirdiği için halinin kötü olduğunu anlamış.
Görüşmenin neticesinde de Mustafa Kemal'e "Sizin yerinizde olsam ben de aynını yapardım" diyerek ayrılmış.
Harbord raporu Anadolu'daki direnişin güçlü olduğunu ve Büyük Ermenistan hayalinin çöktüğünü büyük oranda kabullenmiş.
Yani Mustafa Kemal devreye girerek BOARD'un 100 yıllık hayalini çöp haline getirmiş. Pelosi'nin göz yaşlarının nedeni...
Nitekim Harbord'un tahminleri doğru çıktı. Kuvayi Milliye önce Doğu'daki Ermeni işgalini akabinde Güneydeki Fransız ve Batı'daki İngiliz/Yunan işgalini püskürttü ve Anadolu'nun yeniden Türkleşmesini sağladı.
BOARD'un 100 yılda ektiği tohumları 3 yılda söküp attık.
Mustafa Kemal daha sonra Lozan'da son 300 yıllık Türk tarihinin bana göre en görkemli başarısını elde ederek kapitülasyonların tamamını kayıtsız şartsız kaldırdı.
Böylece BOARD'un kalıntıları Türk devletinin hakimiyeti altına alındı.
Savaştan sonra Anadolu'daki Rum ve Ermeni nüfusun azalması nedeniyle BOARD politika değiştirerek Türk nüfusun hedefleyip yeni bir girişim başlattı.
Fakat Atatürk 1924'te Eğitimde Birlik İnkılabı (Tehvid-i Tedrisat) yaparak tüm eğitim kurumlarını hakimiyet altına aldı.
Artık Osmanlı'nın kapitülasyon düzeni bitmişti. Tüm okullar Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlıydı. Okullar, öğretmenler, müfredat hatta okullardaki resimler ve büstler bile devletin mutlak denetimi altındaydı.
Cumhuriyet BOARD'un kalıntılarına göz açtırmadı.
Kemalist hükümet 1924, 1925 ve 1926 yıllarında çıkardığı genelgelerle yabancı okulların ilkokul düzeyinde eğitim vermesini yasakladı. Okullardaki Hristiyan Aziz tabloları ve büstleri kaldırıldı.
Hepsine Türk bayrağı ve Atatürk tablosu asıldı.
Mesela 1929 yılında Bursa'daki Kız Koleji'nin misyonerlik faaliyetine gizlice devam ettiği tespit edilince okul anında kapatıldı ve okuldaki misyoner öğretmen tutuklandı.
ABD elçisi J. Grew devreye girip yeni tavizler istese de boyunun ölçüsünü alması kısa sürdü.
Grew o kadar aciz duruma düşmüştü ki anılarında o dönemi şöyle yazmış:
Kapitülasyon günleri çoktan geride kalmıştı.
Sonuç olarak Kemalist hükümet okulların tamamını kontrol altına aldı. Zorunlu dersler getirdi. Kitaptaki konuları bile dizayn etti.
1930'ların sonuna gelindiğinde Türkiye genelinde sadece birkaç okulları kalmıştı ve orada da faaliyet sürdüremiyorlardı. BOARD rüyası bitmişti.
Amerikan misyoner teşkilatının Cumhuriyetle birlikte hezimete uğramasıyla Ermeni lobisi faaliyetini büyük oranda ABD'de sürdürdü ve sözde soykırım gündemi üzerinden kaybedilen toprakları geri almanın hayaliyle yaşadı.
Gelelim Pelosi'ye... Pelosi, 1958'de dini bir kız okulu olan Notre Dome Enstitüsü'nde okuyup akabinde yine Notre Dame de Namur Rahibeleri tarafından kurulan Trinity Kolej orijinli Trinity Washington Üniversitesi'nde eğitim gördü.
İlerleyen yıllarda Ermeni Ulusal Komitesi'yle (ANC) ciddi bağlar kurdu. Mesela 1997 yılında ANC üyesi Taline Sanasarian, Nancy Pelosi'yi "Amerikan Kongresi'de Ermeni meselelerine uzun süredir destek veren" kişi olarak tanıtıp bir de plaket verdi.
Pelosi 1997'deki toplantıda konuşma yapıp sözlerini "ABD Ermeni Soykırımı'nı resmi olarak tanımadan rahat edemeyiz" diyerek bitirdi.
Pelosi ilerleyen yıllarda Ermeni lobisinin de desteğiyle Temsilciler Meclisi başkanlığına getirildi.
Mesela 2007 yılında Ermeni lobisi tarafından hazırlanan bir raporda Pelosi'nin çabalarından özel olarak bahsedilmiş. "Pelosi'nin tüm çabalarına rağmen" denmiş.
Dediğim gibi Pelosi Ermeni Lobisi için sıradan bir isim değil. Gönülden destek veren ateşli bir savunucudur.
Yine lobi desteğiyle hazırlanan 2015 tarihli başka bir raporda Pelosi, Ermeni lobisinin meclisteki en güçlü destekçisi olarak tanımlanmış.
Nitekim Pelosi amacına 2021 yılında ulaştı ve Biden'ın sözde soykırımı tanımasını sağladı.
Sonuç olarak Pelosi pragramist bir siyasetçi değil. Ermenistan'da gözyaşı dökerken ciddiydi. Onu ağlatan şey, yüz yıl önce sönen yüz yıllık Büyük Ermenistan hayaliydi.
Kuva-yi Milliye sandığımızdan çok büyük işler yapmıştır. Bunu bilmemiz gerekiyor.
Atatürk’ün Ermeniler hakkında söylediği bu sözlerin anlamı daha iyi oturuyor şimdi.
“Ermenilerin bu feyizli ülkede hiçbir hakkı yoktur. Memleketiniz sizindir, Türklerindir. Bu memleket tarihte Türk’tü, o halde Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.”
Ah ATAM ahh! Senin vatan sevginin bir kısmına dahi sahip olmayanlar seni eleştiriyor ve Türk milleti sessizce izliyor. Gelde kahrolma!!!
Alıntıdır
4 notes
·
View notes
Text
Yeni Yılı olarak da bilinir
Kuzey Irak , Kuzeydoğu Suriye , Güneydoğu Türkiye ve Kuzeybatı İran'ın yerli Asurluları arasında Nisan ayının birinci gününde kutlanan bahar festivalidir.
Festivalin kökleri , MS 1. ve 4. yüzyıllar arasında Süryani Hristiyanlığı karşısında inancın kademeli olarak ortadan kalkmasına kadar Asurlular tarafından uygulanan eski Mezopotamya dinine ve Akitu festivaline dayanmaktadır. Günümüzde Asurlular çoğunlukla Hristiyandır ve çoğu Asur Doğu Kilisesi , Keldani Katolik Kilisesi , Süryani Ortodoks Kilisesi , Süryani Katolik Kilisesi , Antik Doğu Kilisesi , Asur Pentekostal Kilisesi ve Asur Evanjelik Kilisesi'nin taraftarlarıdır .
Kutlamalar geçit törenleri ve partileri içerir . Bazı Asurlular geleneksel kostümler giyer ve saatlerce dans eder. Kutlamalar Asur'un her yerinde ve Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde , ayrıca Amerika Birleşik Devletleri , Avrupa , Avustralya , Kanada ve Kafkasya'da Asur diasporası toplulukları arasında gerçekleşir. Genellikle yemek , müzik ve dans içeren partiler düzenlenir.
Nisan ayı , 21 Mart civarında olan ilkbahar ekinoksu zamanına denk geliyordu . ( İbrani takviminde Nisan, ekinokstan birkaç hafta önce başlayabilir.) Günümüzde Nisan için "Nisan" ismi kullanılıyor, bu yüzden Nisan ayının ilki 1 Nisan'dır. İlkbahar ekinoksu , 21 Mart'ta Büyük İran'ın her yerinde Noruz (anlamı "Yeni Gün") olarak kutlanır . Ancak, eski Asur , Akad ve Babil geleneklerinde, bahar festivali " Nisan " olarak bilinen ayın ilk günlerinde kutlanırdı [ 8 ] ve eski Asurlular tarafından benimsenen takvimin başında "Nisan" ayı vardı, bu da "Kha b-Nisan" veya "Nisan'ın ilk günü" terimine ödünç verdi.
Akitu'nun modern kutlanması 1960'larda Asur entelektüel rönesansı sırasında başladı. Ancak siyasi baskı nedeniyle kutlamalar 1990'lara kadar büyük ölçüde özeldi.
Etkinlik büyük ölçüde Suriye'de yaşayan Süryaniler tarafından kutlanmaktadır. Suriye hükümeti festivali tanımasa da Süryaniler kutlamaya devam etmektedir. 2002'de Suriye'deki Süryaniler, 16 çiftin katıldığı ve 25.000'den fazla katılımcının katıldığı toplu bir düğünle etkinliği kutladılar. Türkiye'nin kurulmasından sonra , Nevruz ile birlikte Kha b-Nisan'ın kamusal kutlamalardan men edilmesi kararlaştırıldı. Türkiye'deki Süryaniler, Türkiye'nin AB üyelik teklifini desteklemek için kabul edilen demokratik reformlar ışığında, organizatörlerin etkinliği düzenlemek için hükümetten izin almasının ardından, ilk kez 2005'te Kha b-Nisan'ı kamusal alanda kutlamalarına izin verildi. "Avrupa, Suriye ve Irak'tan gelen büyük etnik Süryani grupları da dahil olmak üzere" yaklaşık 5.000 kişi Kha b-Nisan kutlamalarına katıldı.
En büyük Asur Yeni Yılı kutlamalarından biri 2008'de Irak'ta gerçekleşti . Irak savaşının başlamasından önce Saddam Hüseyin rejimi tarafından kamusal kutlamalara izin verilmiyordu . Etkinlik Asur Demokratik Hareketi (Zowaa) tarafından düzenlendi ve geçit törenine 45.000 ila 65.000 kişi katıldı.
0 notes
Text
Süryaniler ‘Doğuş Bayramı'nı kutlamaya başladı
http://dlvr.it/TH0Xww
0 notes
Text
20. Yüzyıl Türkiye’sinde Gayrimüslimler ve Kurumları Ünite -14
Azınlık Statüsü Dışında Kalan Gayrimüslim Gruplar Azınlık Statüsü Dışında Kalan Gayrimüslim Gruplar: Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Durumları ve Uygulamaları Giriş Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması ile birlikte gayrimüslim toplulukların statüsünü azınlık kavramıyla yeniden düzenlemiştir. Ancak azınlık tanımı yalnızca belirli toplulukları kapsarken, Süryaniler, Nasturiler, Yezidiler, Bulgarlar ve…
0 notes
Text
Mahmut Uzun | Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası gerçeklestirilen soykırımlar üzerine kurulmuş bir… | Instagram
instagram
Yüzyılın başlarında kurulan, kurdurulan barbar "TC" devleti 1915 öncesi ve sonrası
gerçeklestirilen soykırımlar üzerine
kurulmuş bir
devlettir.
"Dış güçler"den çok Anadolu'daki halklara, azınlıklara karşı savaşmış ve katliamlar yaparak kendini meşrulaştırmıştır..
Asıl düşmanları Ermeniler, Yunanlar, Süryaniler,
Yezidiler ve bugün de kürtler olmuştur...
1921'de kurulduğunda Kürtleri ve Alevileri yanına çekmiş, kandırmış, bugünde onları yok etmek istiyor...
Bu devletin kurucu partisi CHP bu insanlık suçun tek sorumlusudur...
... kendi geçmisiyle hesaplaşmayan devlet ve bu parti savunucuları tüm bu tarihin suç ortaklarısınız...
Mahmut Uzun
0 notes
Text
Ahlat nerede, hangi ilde? Kabine toplantısının gerçekleşeceği Ahlat hakkında bilgiler
Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, 25 Ağustos günü yapılacak. Toplantının adresi ise bir ilk olma niteliği taşıyor. Kabine ilk kez Ahlat’ta bir araya gelecek. Peki, Ahlat nerede, hangi ilde? Kabine toplantısının gerçekleşeceği Ahlat hakkında bilgileri derledik. Şehrin en eski sakinleri olan Urartular buraya “Halads” derken, Türkler ve İranlılar “Ahlat”, Kürtler “Xelat”, Ermeniler “Şaleat”, Süryaniler…
0 notes
Photo
Shiluh Manastır 🍷 Sipariş için DM veya Whatsapp 0537 397 2468 #süryanişarabı #şarap #süryani #süryaniler #şarapkeyfi #şarapseverler #şarapevi #şarapkültürü #kırmızışarap #sıcakşarap #beyazşarap #shiluh #wine #winelover #winetime #winenight #izmir #istanbul #ankara #daraantikkent #gapturu #tekirdağ #trakya #adana #mersin #bursa #moment #picoftheday #photooftheday #mardinsokakları (Ömür Süryani Şarap Evi) https://www.instagram.com/p/CpxuMpQNnxD/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#süryanişarabı#şarap#süryani#süryaniler#şarapkeyfi#şarapseverler#şarapevi#şarapkültürü#kırmızışarap#sıcakşarap#beyazşarap#shiluh#wine#winelover#winetime#winenight#izmir#istanbul#ankara#daraantikkent#gapturu#tekirdağ#trakya#adana#mersin#bursa#moment#picoftheday#photooftheday#mardinsokakları
1 note
·
View note
Text
Bir Aralığa Sıkıştık
Bir aralıkta sıkışıp kaldık. Dönüp dolaşıp batıp çıkıp hep aynı yere, her gün benzeşen belli bir zemine gerisin geriye yollanıyoruz. Mütemadiyen şevkle, aralıksız bir biçimde ataletin bir kenara terk edildiği dakiklik içerisinde şıpın işi, dakikası dakikasına bir hazır olma hal ve isteminde bir cerahate esir ediliyor ülke. Donanımını, yönelimini, aklını fikrini sadece, belirgin bir biçimde teslimiyet üstünden kuran, bedene / akla yönelik tehditlerini bariz bir terör ekseninden güncelleyen, her yurttaşını da denek addeden bir akılla birlikte o döngü, devinim var ediliyor. Kısır döngü içerisinde benzer ezberlerle birlikte mütemadiyen zikre devam olunan hamlelerin yekununda çürümeye yüz tutan bir ülke hakikatinden bir kuple var ediliyor. Her taşın altından apayrı irin çıkıyor. Eşitlik derken esaret, hürriyet derken o istibdat, demokrasi derken otokrat bir düzlemin, despotizmin sınırları belirginleştiriliyor iyice. Bir karabasan sarmalın ta kendisi yeni ülke diye yutturulmaya çabalanıyor. Ne ki her şey o ezber söylemlerin kıyısında can yakıcı yeni sonuçları, küçük kıyametleri arasız var ediyor.
Bir aralıkta sıkışıp kalakaldık. Çürümüşlüğün bendine sığmadan taşarak duran bir aklın her türden hezeyanlarına yem eylendik. Dün Ermeni, Rum, Süryani meseldi, bugün onlar ile birlikte Alevi, Kürdün sorun kılınmasının, mültecilerin handiyse hepsinin tek atımlık bir nefrete kurban görülüp / bilindiği bir düzlemin yaşayanı, tanığıyız. Baş efendi ile o baş faşistin direktifleri doğrultusunda bir gün önce kötü kılınanın, bir gün sonra ehven olarak ilan edilebildiği bir belirsizliğin esirleri ilan edileniz. Cerahat sahibi, bir kötülük temsilini, yesinler birbirlerini de biz iktidarımızı muhafaza edelim derken öne çeken, memleketin en öncül isimleri arasında anan bir tahayyülün yolunun açılabildiği bir zemindeyiz, her halde, hemen her şekilde cürmün insafına terk edilen insanlarız. İstanbul’un orta yerinde, 2007 19 Ocak günü katlettiği Ermeni’nin ardından kimileri için kahraman kılınmış bariz, belirgin bir maşanın, bugün o kötünün sofrasında, mahpus arkadaşı olarak tavsiyeler alıp, akıl bellediği, kendisine yol haritası çıkartabildiği bir garabetlik zamanlardayız. Katillerin insan olduğunun altının çizildiği, kendi yandaşları tarafından mesajların paylaşılabildiği bir dehşetin tanığıyız. Her şey aleni bir biçimde, Ermeni! Hrant Dink katledildikten sonra söylenmiş olagelen “karanlık dehlizlere” terk edilmiş adaleti bildirir bir kere daha, daima. Çürümüşlüğün sahasına demirlemiş olagelen ülkenin, hakkı da hukuku da lağveden bir yere dönüşümün korkunç sureti de cabası.
Bir aralıklara maile sıkıştırıldık. Ajanstan aktaralım: “Mardin Kıllıt Köyü'ndeki Mor Yuhanon Dilimiyo Süryani Kilisesi'nde bir grup toplu meditasyon seansı yaptı. Yoga eğitmeni Seda Deliormanlı'nın düzenlediği seansa Süryani cemaati üyeleri tepki gösterdi. Tepkiler sonrası açıklama yapan Deliorman, "Mor Yuhanon kilisesi ve incittiğim herkesten özür dilerim. Tüm izinleri aldıktan sonra gerçekleştirdiğimiz kısa yoga çalışmasının bir kişiyi dahi rahatsız edeceğini tahmin etseydim asla yapmazdım." dedi.” Tümüyle kendilerinin tapulu malı olarak gördükleri gayrimüslimin haklarını talan edip, üstünde tepinen bir ülkede olması muhtemel ilericilik ancak böyle bir acizlikle çıkagelir, gelmiştir de. Aşağı yukarı on sekizinci yüzyıldan bu yana ayakta kalmayı başarabilen bir tarihsel / bellek mekanı, daha sonrasında da Süryaniler nezdinde, tüm Hristiyanlar için belirli bir kutsallığı barındıran, tıpkı ol Müslüman komşuların yaşattıkları camiler gibi bir Allah’ın evi kılınmış mekanlardan birisi böyle meditasyon, yoga etkinliğine sahne kılınır. Gerisi zaten hep bildik hikayedir. Biz sizlerin rencide olabileceğinizi ne bilelim bahisleri. Kilise kalıtı, çevresinde görevli olanı kandırmakla çıkagelen bir şarlatanlık, sosyal medya üstünden verilen tepkiler olmasa ne Vakıflar genel müdürlüğü, ne Kültür ve Turizm bakanlığından bir karşı hamle, soruşturma hali. İçler acısı olan bir biçimde topraklarından öz yurtlarından silinmek istenen insanların yaşamlarına dair hiçbir bilgiye sahip olmayan bir toplumun var edilebilmiş olmasıdır mesele. Deliorman nam sosyal medya şaklabanı bir zatın dahi kendi isteği doğrultusunda kurabildiği denklemlerle, bir dini mabedin ortasında bir seans meditasyon yapma hakkını kendisinde görebilmesidir mesele. İçler acısı olan azınlık olarak bildirilmeyen Süryani (Asuri, Keldani, Arami) halkının var ettiği, ayakta tutmaya çalıştığı belleğine de büyük bir saygısızlık ancak sosyal medya tepkilerinin birilerinin kulaklarına çalınmasıyla mümkün olur. Dönüp dolaşıp, demokrasiden, eşitlikten, hakkaniyetten bahsederken, medeniyetlerin buluşmasından dem vurulurken ortaya çıkan ucuz tahakkümün, kötülükle hemhal Türklük imgesinin var ettiği o her yerler bizim anlayışının (istediğimizi yaparız!) ifşası dışında elde kalan şey koca bir hiç olur. Kim verecektir ki hesabını!
Bianet’e bağlanalım: “Ardahan'ın Damal ilçesine bağlı Burmadere köy�� muhtarı olan Şahismail Göyük görevden alınarak yerine kayyım atandı.
Damal Dernekler Federasyonu’ndan konuya ilişkin yapılan açıklamada, “Geçtiğimiz haftalarda 68 devrimci önderlerini sosyal medyadan paylaştığı için ihbar sonucunda gözaltına alınarak ifadesi alınan Burmadere köyü muhtarımız Şahismail Güyük 26/11/2024’de geçici olarak görevinden alınmıştır. Yerine kayyum atanmıştır” denildi.
Mezopotamya Ajansı’nın haberine göre; görevden alınan muhtar Şahismail Göyük bir televizyon kanalına verdiği röportajda, Damal'da 28 Alevi köy olduğunu ve seçildikten yaklaşık bir buçuk ay sonra muhtarların Ardahan Valiliği'ne çağrıldıklarını ifade etti.
"Dans topluluğu değiliz, kadim bir inancız"
İçişleri Bakanlığı’ndan bir kişinin de toplantıda olduğunu dile getiren Göyük, şöyle konuştu: “Orada bize cemevlerine yardım edeceklerini söylediler, 'Bir maaşlı dede vereceğiz, eksiklerini gidereceğiz, bağlı olacağınız kurum da Kültür Bakanlığı' dediler. Ben de 'Biz dans topluluğu değiliz, Alevi topluluğunun kendi inancı var, çok kadim bir inancız. Kültür Bakanlığı ile ne işimiz var' dedim. 'Biz böyle bir şey istemiyoruz' dedim. 'Biz cemevlerinin ihtiyaçlarını karşılaşıyoruz, bunu kabul etmiyoruz. Biz eşit yurttaş olmak istiyoruz' dedim. 'Nasıl eşit değilsiniz' dedi? '81 ilde bir Alevi vali, cumhuriyet savcısı, emniyet müdürü, kaymakam var mı, biz eşit değiliz' dedim. Tek ben konuştum. Hiçbir muhtar beni desteklemedi. İki ay sonra terörle mücadele beni aldı. Facebook sayfamı çıkarmışlar. Ben de 68 kuşağını anmışım bundan dolayı gözaltına aldılar."
"Alevi olduğum için yargılıyorlar"İfade işlemleri ardından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildiğini dile getiren Göyük, “Beni Alevi olduğum için yargılıyorlar. Bugüne kadar karakola düşmedim. Solcuyum ama solcu ve sosyalist olduğum için yargılanmıyorum, Alevi olduğum için yargılanıyorum. İfademde buna yer vermediler” dedi. Göyük, mahkemedeki ifadesi ardından “adli kontrol” şartıyla serbest bırakıldı.
İki gün önce muhtarlık mührü ve evrakları Göyük’ten istenildiği ve kayyım olarak da İlçe Özel İdare Müdürü Yasin Zorlu'yu atadı. Göyük’ün yerine atanan Zorlu’nun MHP’li olduğu öğrenildi.”
Bir yere mıhlanıp bırakıldık. Ezber edilmiş aksanlar, dur durak bilmeyen ön yargılar hiç bitmeyecek olan kırmızıçizgi hassasiyetleri içinde memleketin dönüşümü her gün başka bir batağa çıkartılır. Ülkenin en büyük ikinci inanç topluluğu olagelen Aleviliğin henüz doğrudan bir tanımlamasına nail olmayan, kendi haklarını talep ettiklerinde kulaklarını tıkalı tutmaya / görmezden gelmeye devam diyen bir ülke ilerlemiş midir, sahiden bir gram yol almış mıdır? Tecridin, tehdide dönüştüğü, dahası görünür olunan ilk andan itibaren bir tahakküme esaretin dayatıldığı bir zeminde kim nasıl eşit kalabilir ki? Burmadere Muhtarı, Şahismail Göyük’ün başına getirilmiş olandan yola çıkarsak sahici bir yüzleşme ihtimalini, gerçekten sorun çözümleyebilme istemini kim nasıl var edecek, edebilecektir sahiden? Kayyım darbesini memleketin Bakur Kürdistan’ı bölgesinde olağan bir tahayyüle dönüştürmüş, kendi ektiği mezalimi günbegün güncelleyen bir erk, muktedir, iktidar söz konusuyken muhtarlıklara kadar müdahale edilebilen bir yapının, gerçekten demokratikleşme ile ilgili bir meselesi olabilir mi, kalır mı hiç böyle dertleri!
Soluksuz bir biçimde nefret gemiyi azıya alıyor. Yukarıda birbirlerinden farklı görünen o tahakküm hamleleri, sanki rastlantısal birer vakaymış gibi görünen / eylenen her şeyin bir biçimde devamlılığı sağlama alınıyor. Geri zekalı taklidi yaparak aranızda yaşamaya, olan biteni sormuyormuş gibi yaparak, size sezdirmeden aranızda soluk almaya çabalayan, buna mecbur kılınan insanların anlatmaya çalıştıkları bir şey var. Ermeni’yi, Rum’u, Süryani’yi, Ezidi’yi, Mıhellemi’yi, Yahudi’yi, Arabı, Çerkesi, Pomak’ı, Romanı, Alevi’yi, Agnostik’i şunu ya da bunu, şu ya da bu gruptan olanı, kimlikleriyle yaşamaya çalışanları sevmeyen, bir türlü kendisinden bilmeyenlere insan nasıl anlatılabilir ki? İnsan olma hal / erdem / kapsamının, eşit yurttaşlık, doğrudan adalet, kesintisiz hürriyet, sahici bir masumiyet karinesi, gerçekten gerçek bir ayrı gayrısız halde yurttaşlık için daha kaç sınamaya ihtiyaç vardır ki? Tümüyle geçmişini muhafaza edip, yepyeni yıkımlara yol alan, yön açan, gelecek tahayyülüne girişen bir menzilde Türklüğün kurtuluşu, bunca ağır sınamanın ardından o öteki sanılana saldırılarla mı mümkündür. Geleceksiz, şüphesiz ki karanlığın etkin olduğu bir zorbalık çağının var edeceği uçurum, kırım sahnesinin her nesi, her neresi umut olabilir? Evin sahibi biziz biz, yalnızca biziz diyenler kendi kendinize soruyor musunuz, bu hallerle ne sahibi, ne evi, ne barkı... Her şey çürümenin esiri kılınırken. Her gün simsiyah eliyle zapt edilirken. Her şey karabasana esir edilirken. Sahiden...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: Bülent KILIÇ – AFP – Getty Images via NPR
Meramda Paylaşılan Haberler
Bin 700 Yıllık Kilisede Yoga Yaptılar - Gazete Sabro https://www.gazetesabro.org/2024/11/25/bin-700-yillik-kilisede-yoga-yaptilar/
'Alevilere Eşit Yurttaşlık' Diyen Muhtara Kayyım Atandı - Bianet https://bianet.org/haber/alevilere-esit-yurttaslik-diyen-muhtara-kayyim-atandi-302264
#meram#arzihal#karanlık çağ#azınlıklar#hrant dink#azmettirici#kötülük#ırkçılık#bozkurt!#kötülük temsiliyeti#cerahat#yıkıcılık#hayat nereye?#süryaniler#mor yuhanan#merdin#saldırı#alevi#tahakküm#kayyım#demokrasi#eşitlik#yurttaşlık#memleket neresi?#yurt nedir?#hayat101#başka türkiye vardır#sarmal#kör karanlıklar#hürriyet
0 notes
Text
Kolektif – Süryaniler (2023)
Orta Doğu’nun kadim Hristiyan cemaatlerinden Süryaniler, günümüzün alışılageldik Hristiyanlığına alternatif duruşları ve kendilerine has dinî gelenekleriyle, kurumsallaştığı 6. yüzyıldan günümüze dek kimliklerini korumayı başardılar. Süryaniliğin zamana direnişi ve canlı bir gelenek olmayı sürdürmesinin arkasında cemaatin kendi dillerini kullanarak tesis ettikleri dinî ve edebi literatür büyük…
View On WordPress
0 notes
Text
SÜRYANİ MÜZİĞİ ÜZERİNE YAPILMIŞ EN İYİ İKİ ALBÜM: “SÜRYANİLER 1, 2”
http://dlvr.it/SryDDc
0 notes
Text
Aargau Alevi Derneği'nde seçim toplantısı: Oylar Yeşil Sol'a
AARGAU- Aargau Alevi derneğinde seçim toplantısı düzenlendi. Toplantıda Yeşil Sol Parti’ye oy çağrısında bulunuldu. İsviçre’de Cumartesi gününden itibaren seçmenler sandık başına gitmeye başladı. 9 gün boyunca sabah 09.00 ile akşam 21.00 saatleri arasında oy kullanacak. İsviçre Yeşil Sol Parti Seçim Koordinasyonu çalışmalarını aralıksız sürdürüyor. Ev ve esnaf ziyaretleri kesintisiz devam ederken Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin ortak organize ettikleri halk toplantıları da devam ediyor. Bu kapsamda Aargau kantonuna bağlı Windisch kentinde bulunan Aargau Alevi Derneği'nde bir halk toplantısı gerçekleştirildi. Toplantıya Aargau Alevi yöneticilerinin yanı sıra Turgi Süryani Derneği yöneticileri, Aarau Demokratik Kürt Toplum Merkezinin eşsözcüsü ile HDP eski Milletvekili Besime Konca katıldı. SÜRYANİLER YEŞİL SOL’A OY VERECEK Toplantıda ilk olarak Windisch Alevi Derneği yöneticisi Mustafa Kaya konuştu. Seçimlere az bir süre kaldığına vurgu Kaya, "Bütün canları sandığa taşıyacağız. Cumhurbaşkanlık seçimlerinde Kemal Kılıçdaroğlu’na, milletvekili seçimlerinde ise Yeşil Sol Parti'ye oyumuzu kullanacağız. Üyelerimiz, canlarımız bu konuda oldukça bilinçlidir. Demokratik bir ülke için bunu yapmalıyız" dedi. Turgi Süryani Derneği yöneticisi Cebrail Steyfo da farklı inançların, kimliklerin bir araya gelip ortak bir amaç için çalışmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Steyfo, “Biz Süryaniler olarak bu seçimde oyumuzu Yeşil Sol’a vereceğiz. Tabii ki bütün Süryaniler adına konuşamam ama Turgi’deki derneğimize üye olanlar adına bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Eğer birlik olursak mutlaka kazanacağız” dedi. 'SANDIĞA GİDENLER KAZANACAK' Aarau Demokratik Kürt Toplum Merkezi Eş Sözcüsü Seda Can, İsviçre’de sandık başına gidecek olanların kazanacağını dile getirdi. Can, “Seçime az bir zaman kaldı. Seçime yönelik hazırlıklarımız kesintisiz sürüyor. Bugün de Alevi canlarımızla beraberiz. Farklı kimliklerin bir arada olması umudumuzu büyütüyor. Birlikte kazanacağız. 2018'de seçime katılım çok azdı. Bu seçimi sandığa gidecekler kazanacak. Sadece kendimizi değil tanıdığını, selam verdiğiniz insanı ikna edip, onu sandığa götürenler kazanacak. Üzerimize büyük bir sorumluluk düşüyor. Bunu yerine getirmek zorundayız” diye konuştu. 'BU SİSTEMİ YENMEK İÇİN HERKES SANDIĞA GİTMELİ' HDP eski Milletvekili Besime Konca, depremde yaşamını yitirenleri andı. Konca, "Dayanışma ile her güçlüğün üstesinden geleceğiz. Nasıl ki depremin yaralarını sarmak için gerek Alevi kurumlarımız, gerek Kürt Toplum Merkezlerimiz ve gerekse de köy derneklerimiz ciddi bir dayanışma gösterdiler, inanıyorum ki bu seçimde de aynı dayanışmayı göstereceğiz” dedi. Konca, "Biz 2018 seçimlerinde İsviçre’de birinci parti olarak çıktık. Ancak İsviçre'de yaşayan her 2 seçmenden biri sandığa gitmemiş. Bunun için biz insanlara ulaşarak sandığa taşımalıyız. Hedefimiz geçen seçimde aldığımız oy sayısını ikiye katlamak olmalıdır. Herkes akrabasını, komşusunu alıp gelmelidir. Bu noktada cemevlerimiz, dergahlarımız, Toplum Merkezlerimiz, derneklerimize büyük bir görev düşüyor. Ben inanıyorum ki bu ceberut sistemin gitmesi için herkes çalışacak” dedi. Read the full article
0 notes