Tumgik
#Rus Devrimi
onderkaracay · 4 months
Text
Tumblr media
🎯 KAMULAŞTIRMA TAM BAĞIMSIZLIĞI GERİ ALMAK DEMEKTİR 🎯
Yarım kalan insanlık devrimi Anadolu'da tamamlanacak.
Hiçbir ideoloji insanı ve dolayısıyla toplumu cehaletten, dogmadan ve aptallıktan korumaz.
Farklı da olsa ideolojilerin asıl amacı insanı ve dolayısıyla toplumu niyetlerine uygun çukurların içine sürüklemektir.
İnsanlığın bu konuda yaşayacağı başka bir tecrübe kalmamıştır.
Bu sebeple yeni çağın yönetim sistemi toplumun kendi kendini yönetmesini sağlayacak partisiz yönetim sistemine geçmek olacaktır.
Emperyalizm para gücünü elinde tutmak için yetki gücünü elinde tutmak istemektedir.
Bugün ki partili sistemde yarışan partilerden hangisi kazanır ise kazansın asıl kazanan emperyalist niyetlerden biri olmaktadır.
Çünkü artık ülkemiz çok partili ideolojiler sayesinde bir kaç emperyalist devletin at oynattığı bir ülke durumuna siyaset eliyle düşürüldü.
Amerikan ve Rus yanlısı anlayışın kapıştığı bir ortamda kendi özünü kaybetmemiş bu ulusun bir yurttaşı olan hiçbir kimse her iki tarafında yanında duramaz.
Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun olana kadar bu mücadele devam etmelidir.
Emperyalist devletler ile yola devam eden anlayış manda ve himaye anlayışının günümüz uzantılarıdır.
Bugün dünyanın hiçbir ülkesinde sosyalizm vb ideolojiler yaşamadığı gibi hepsi kapitalizme oligarşik dayatmaya hizmet eden güçlere dönüşmüştür.
Dünyada bu düzen ilk Anadolu'dan yıkılmaya başlayacak.
Dünyayı değiştirecek devrim yine ilk Anadolu topraklarında Türkler tarafından gerçekleştirilecektir.
Güç hayranı şeytanlığın bunu anlaması biraz zaman alacaktır.
Tarım ülkesi olan Anadolu'nun bu konuda dışa bağımlı bir ülke haline getirilmiş olması bu ülkenin ve bu toplumun bağımsızlığını tehdit eden en geçerli sebeptir.
] Önder KARAÇAY [
4 notes · View notes
lisztomaniacpianist · 3 months
Text
21:51
Otobüs yolculuğundayım. On iki saatlik yolculuğun ikinci saati bitmişti. Ve ben video albümüme bakıyordum, zamanında neleri çektiğimi izlemek için. Bir anda karşıma geçen sene mezuniyet sınavında çaldığım kayıt denk geliyor. Dinliyor ve hafif bir burukluk hissediyorum. Zaman çok çabuk geçiyor, gözümü kapayıp açmamla lisanstan mezun olmam bir oldu. Seneye de yüksek lisans mezunuyum…
Mezuniyet sınavımın kaydını dinlerken paylaşmam gerektiğini anladım. Burada olsun, YouTube’da olsun. Sonuçta bu hayatımın en gururlu anlarından biriydi. Ne yazık ki sınavın tümü kayıt altına alınamadı çünkü piyanistlerin lisans mezuniyet sınavları 45 dk (kişi başı) sürüyor… buna ne performansı çeken dayanır, ne de telefon dayanır, benim normal kamera bile 20 dk. çekebiliyor, o bile dayanamaz.
Kayıtta çaldığım eser Aleksandr Glazunov adlı Rus bir besteciye ait. Piyano Konçertosu No. 1. Parçayı deşifre etmesi kolay değil, çünkü Glazunov icracıyla dalga geçercesine besteler yazmış, birçok yeri çalması kolay değil ve seçtiği armoni (seslerin bir arda olduğu hal) de kafa karıştırıyor, el pozisyonları sinirlendiriyor vs. Ha bu arada Glazunov, kendi döneminde St. Petersburg Konservatuvarı’nda müdür ve saygı duyulan insanlardan. Ta ki 1917’de Rusya’da “Ekim Devrimi” başlayana kadar. Glazunov bir süre ülkesinde kalıp, 1928 yılı sonrasında ülkeyi mecbur terk ediyor. Shostakovich de Glazunov’un öğrencisi idi bu arada. Tabii Shostakovich, Glazunov’dan aldığı eğitimden sonra coşuyor :)
Neyse, buyurun kayıt, yazıyı daha uzatmıyorum, yorgunluktan düşünceler birbiri ile çelişiyor:
İyi dinlemeler 💜
youtube
3 notes · View notes
cemcoskun01 · 6 months
Text
ÇANAKKALE GEÇİLSEYDİ NE OLURDU?
Tumblr media
1- İngilizler İstanbul’u 3 sene öncesinden işgal edecek ve yerleşecekti.
2- İngiliz gemileri Rus kıyılarına erzak götürdüğünden kıtlık oluşmayacak ve Ekim Devrimi yaşanmayacaktı.
3- Ekim Devrimini yaşamayan Rusya’da çarlık rejimi savaştan çekilmeyecek tüm Doğu Anadolu Bölgesini işgal edecekti.
4- Başkent işgal edildiği için savaş kabiliyetimiz sıfırlanacak ve İtilaf Devletleri yıpranmadan emeline ulaşacaktı.
5- İtilaf Devletlerinin Akdeniz Kuvvetleri, tüm enerjisini Anadolu’ya yerleşmeye ayıracaktı.
6- Savaş kazanıldığı için İngiliz parlamentosunda Churcill’in istifası istenmeyecekti.
7- İngilizler, çok fazla askerini kaybeden halkının tepkisiyle karşılaşmamış olacağındam Yunan Kuvvetleri yerine bizzat kendisi Milli Mücadeleyi bastırmaya çalışacaktı.
8- Milli Mücadele sonucunda İstanbul’u kurtaramayacak ve şu an ki sınırlarımızın en fazla yarısını elde edebilmiş olacaktık…
2 notes · View notes
avalonunezgisi · 10 months
Text
evet elimi kaldırmaya halim yok ne yapalım gidip rus devrimi çalışacağız
4 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
‘Hayvan Çiftliği’ Adlı Eseri Bağlamında George Orwell’ın Tarihi ve Sosyolojik Tespitleri:
Kısa bir Özet:
Hayvan çiftliğini okuduysanız, domuzların iktidarındaki zulmü görmüşsünüzdür.. Domuzlar, köpekleri kendi saltanatlarının korumasında kullanırlar, birlikle insan zulmüne direnen ve çiftliği geri alan hayvanların, domuzların darbesiyle bölünüp parçalandığını, BAZI HAYVANLARIN BİR PARÇA YİYECEK KARŞILIĞINDA JURNALCİ OLARAK KULLANILDIĞI, domuzlara karşı gelebilecek çiftliğin güçlü hayvanlarını, entrikalarla yalnızlaştırıldıktan sonra sömürüye geçildiğini, hatta bir zamanlar kovdukları insanlara, domuzların, hayvanların çiftlikte yaptıkları üretimi, hayvanların emeğini, kendi çıkarları için nasıl peşkeş çektiklerini, diğer hayvanların yoğun ve yorucu çalışmasına karşılık domuzların zevk ve sefa içinde kendi karınlarını sürekli yiyerek nasıl şişirdikelerini anlatır, kitapta anlatılan domuzların bu zulüm süreci, insanların zulmünü anlatan bölümlerden daha fazla ele alınmıştır....
Detay: 
George Orwell, 1903-1950 yılları arasında yaşamış ve yazdığı eleştiri yazıları ile tanınmıştır. Roman, öykü, deneme gibi farklı türlerde pek çok eseri bulunmaktadır. Bu eserlerinden biri de 1945 yılında Birleşik Krallık’ta yayınlanan Hayvan Çiftliği adlı romanıdır. Eserde hayvanlar üzerinden kurgulanan daha adaletli daha eşitlikçi bir sistem hayalinin daha sonra nasıl bir diktatörlüğe dönüştüğü anlatılmaktadır. Bu dönüşüm, en başında haklı görünen eşitlik ve adalet istemleri üzerinden mevcut sömürü düzenine başkaldırı olarak doğmuştur. Bu başkaldırı ile daha sonra domuzların önderliğinde insanlardan daha da baskıcı ve daha zalimce bir diktatörlük kurulmuştur. Yaşanan gerçekliklerle beslendiği iddia edilen bu kurgu aynı zamanda Stalinizm eleştirisi olarak karşımıza çıkmaktadır.-SOSYALİZM DEĞİL, STALİN ELEŞTİRİSİ- George Orwell, eserindeki olay kurgularını 1917 yılında yaşanan Rus Devrimi ile ve sonrasında ortaya çıkan yönetim biçimi ve lider olan Stalin ile bağdaştırarak oluşturmuştur. Stalin’in benimsediği ve uyguladığı idare biçimi romanda hayvanlar üzerinden anlatılmıştır. Daha iyi ve eşit bir yaşam isteyen hayvanlar bir lider etrafında toplanarak ideal düşüncelerini sistemleştirmişler ve onun etrafında birlik olmalarını sağlayan çeşitli unsurlar geliştirmişlerdir. İdeal düzen arayışı tıpkı Orwell’ın yaşadığı dönemde olduğu gibi insanları, onlara daha iyi bir hayat vaadi sunarak etrafında toplayan ideal bir ekonomik ve siyasal sistem gibi yayılmış ve nihayetinde inananları sistemin öznesi olmaktan çıkarmış ve sisteme hizmet eden birer araç haline getirmiştir..
Gerçek adı Eric Arthur Blair olan George Orwell, 1903 yılında Hindistan’ın Bengal eyaletinin Montihari kentinde dünyaya gelmiştir. İngiliz bir ailenin çocuğu olan Orwell 1922-1928 yılları arasında Hindistan’da jandarma olarak görev yapmıştır. Daha sonra görevinden istifa ederek İngiltere’ye dönmüş ve yazarlığa başlamıştır. 1933’te yayınlanan Paris ve Londra’da Beş Parasız, 1934’te Burma Günleri ve 1937’de Katalonya’ya Selam adlı eserlerini yazmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Hayvan Çiftliği adlı eserini kaleme almıştır. Gerçek manada tanınır olması ise 1950’li yıllarda gerçekleşmiştir. Türkçeye ilk olarak Halide Edip Adıvar tarafından çevrilen ve Maarif vekâletinin 1954 yılında bastığı eser çeşitli ülkelerde sinemaya ve tiyatroya uyarlanmıştır  Papaz’ın Kızı, Zambaklar Solmasın, Wigan İskelesi Yolu, Daralma, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört yazarın bilinen diğer eserleridir. Günümüzde yazdığı pek çok eseri ile tanınan George Orwell 1950 yılında Londra’da hayatını kaybetmiştir..
Çiftlikte yaşayan her türden hayvan, birlik içinde yönetimi ele geçirdikten sonra  “Beylik Çiftlik” yazısını silip yerine “Hayvan Çiftliği” yazarlar. Animalizm öğretisine uygun olan yedi emir ise büyük harfler ile duvara yazılır. Bu yedi emir şöyledir; 
1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin. 
2. Dört ayak üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin. 
3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek. 
4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak. 
5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek. 
6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek. 
7. Bütün hayvanlar eşittir. 
Domuzlar, çiftlikte duvara yazılan bu yedi emir, yoldaş gibi söylemlerin geliştirilmesi ve söyledikleri “İngiltere’nin Hayvanları” marşı ile birlikte Animalizm öğretisi her anlamda güçlendirilmeye başlar. Orwell, eserde eleştiri yaparken aynı zamanda romanın kahramanlarını özellikle birinci ve ikinci dünya savaşı dönemlerinde etkin olan siyasi figürler ile özdeşleştirmiştir.Kendi dönemindeki liderleri ve liderlerin seçimleri dolayısıyla mağdur olan halkın yaşadıklarını, umutlarını ve umutsuzluklarını söz konusu çiftlikte yaşayan hayvanlar üzerinden kurgulamıştır. Eser, insanların dahil olduğu ve çıkar sistemine er geç dayanan bir durumu yaratması sebebi ile siyasal sistem eleştirisidir. 
*Hayvan Çiftliği adlı eser, alegorik tarzda yazılmış, tarihsel bir metin niteliğindedir.
Tumblr media
8 notes · View notes
yenicagkibris · 19 days
Text
Harbiye vakası: II. Mahmud’un hayaleti - Zafer Yörük
Modern siyasal yapılara geçişin miladı olarak 1789 Fransız Devrimi’ni anmak adettendir. Ama Fransa’nın kendini bir modern ulus-devlet olarak inşası, devrimi izleyen yıllarda Napolyon’un orduyu yeniden yapılandırmasıyla tamamlanabilmiştir. Aynı yüzyılda ordudan başlayan siyasal ve toplumsal dönüşüm süreçleri, Prusya militarizmi temelinde modern Almanya’nın oluşumunda da gözlemlenir. Rus çarları ve…
0 notes
haytaogluyunus · 8 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
ANMA:
TÜRK İSLAM ALEMİNİN ÖNEMLİ İSİMLERİNDEN VE KOMÜNİST STALİNİN HIŞMINA UĞRAMIŞ
MİRSAİD SULTANGALİYEV’İN ÖLÜM YILDÖNÜMÜ RAHMETLE ANIYORUM.
Mirsaid Sultangaliyev (13 Temmuz 1892; Elimbetova, Başkurdistan - 28 Ocak 1940; Kazan, Tataristan ÖSSC), Orta Asya'daki Türk halklarını birleştirerek sosyalist bir Türkistan devleti kurmak istemiş Tatar lider ve düşünce adamı. Müslüman "ulusal komünizm"in kurucusudur. Sultangaliyev, öğretmen olan Mir Said Haydar Galiyev'in 12 çocuğundan biri olarak 13 Temmuz 1892 tarihinde, Başkurdistan'ın Sterlitamak şehrinin Kırımsakalı kasabasına bağlı Elimbetova köyünde dünyaya geldi.[1] İlk eğitimini doğduğu köyde alan Sultangaliyev 1907'den itibaren Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’nde eğitimine devam etti. 1912 yazında Moskova'da Yaz Pedagoji kurslarına gitti. Tatar köylerinde öğretmenlik yaptı. Bir süre Ufa'da belediye kütüphanesinde çalışan Sultangaliyev, sonraları Ufa, Kazan, Bakü gibi çeşitli şehirlerde gazetecilik yaptı. Bakü'de Mehmed Emin Resulzade'nin çıkardığı Açık Söz'de çalıştıktan sonra Menşeviklerin yayınladığı Bakü gazetesinde "Müslüman dünyasından haberler" köşesini hazırladı. 1917 Şubat Devrimi sırasında Bakü'deydi. Yine bu dönemde pek çok yabancı eseri Tatar Türkçesine çevirdi. Çeşitli edebi çalışmalara bulundu. Bu edebi çalışmaların pek çoğu zamanın gazetelerinde yayımlandıŞubat Devrimi sonrası 1 Mayıs 1917'de düzenlenen Bütün Rusya Müslümanları Kongresi (Всероссийский съезд мусульман)'ne çağrılan Sultangaliyev kongreden aldığı Müslüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreterliği görevi sonrası Moskova'ya sonra da Kazan’a geçti. Kazan'da ünlü Tatar Bolşevik Molla Nur Vahidov'un başkanlığındaki Müslüman Sosyalistler Komitesi'ne (MÜSKOM) katıldı.[3] Böylece o döneme kadar Menşeviklerle birlikte yer almış olan Sultangaliyev Bolşevik saflara geçmiş bulunuyordu. Vahidov’un yardımcılığı dahil çeşitli görevler üstlendiği MUSKOM'un programı kısaca şöyleydi:[4]
Tatar feodalizmi ve Müslüman gericiliğine karşı mücadele
Müslüman Türk halklarının Rus egemenliğinden kurtarılması
Ulusal kurtuluş ve sosyalizmin bütün Doğu halklarında zaferinin sağlanması
Şubat Devrimi'nden sonra Rusya'da kurulan SR Kerenski önderliğindeki Geçici Hükûmet ile Tatar-Türk Menşevikler arasında sorunlar çıktı ve Haziran-Temmuz aylarında Tatar-Türk Menşeviklerin Kazan'da düzenlemek istedikleri çeşitli toplantılar yasaklandı. Geçici Hükûmet tarafından katılanların cezalandırılacağı açıklanan toplantı ve kongreler şunlardı:
21 Haziran 1917: Rusya Müslümanları 2. Kongresi
17 Temmuz 1917: Rusya Müslümanları Askerleri Kurultayı
18 Temmuz 1917: Rusya Müslüman Din Adamları Kurultayı[5]
Tatar-Türk Menşevikler arasında büyük hayal kırıklığı yaratan bu yasaklamalara rağmen Rusya Müslümanları 2. Kongresi gecikmeli de olsa Temmuz ayında gerçekleştirildi. 2. Kongre'yi örgütleyenlerden birisi Sultangaliyev'di ve kurultayla ilgili haberleri Kazan Sesi gazetesi için hazırlamakla da görevliydi. Menşeviklerin yasakçı tavırları ve Vahidov'un çabalarıyla 2. Kongre ile birlikte Tatar sosyalistlerinin önderliğini Bolşevikler elde etti ve MUSKOM'un etkinliği ve gücü arttı. Sultangaliyev Rus Bolşevikleriyle ilk tartışmasını 2. Kongre'nin akşamı Kazanlı Bolşeviklerin lideri Grassis ile yaşadı. Grassis kongrede Bolşeviklerin üstünlüğü ele geçirmesinden memnundu ancak Vahidov ve Sultangaliyev'i "milliyetçilik yapmak"la ve "enternasyonalizme inanmamak"la suçluyordu. Böylece Kazan'da Rus Bolşeviklerle Sultangaliyev ve Vahidov önderliğindeki Tatar Bolşevikler arasında mücadelenin fitili de ateşlenmiş oldu
0 notes
theheartofmuses · 10 months
Text
Almanlar ya da ingilizler olmasa avrupa diye bir şey olacağını sanmıyorum ispanya falan çoktan bitmişti keza italya vs
Sonra amerika ile coğrafi keşifleri asya ve abbasi emevi yenildi
Sonra biz atatürk koyduk batıya entegre olduk rus devrimi ve fransız devrimi gibi oldu. Ama şu an bakıldığında olmamış yani malzeme neyse o oluyorsunuz
İran arap kültürü ile karışık arabesk bir şey
0 notes
Ugultulu Tepeler
Tumblr media
Stalinle buluşacağım o gün erkenden kalkmıştım. Daha sokak lambalarının solgun ışığı kaldırımları zar zor aydınlatırken yola çıktım. İkinci Dünya Savaşı biteli daha iki yıl olmuştu. Savaş yorgunu rus halkı, işçi köylü proleter milyonlarca insanın öldüğü bu büyük küresel cinnet sonrası tekrar geçim derdine düşmüş var olmanın rutin sancılarını iliklerine kadar hisseder olmuştu. 1947 sonbaharında soğuk savaşın başlangıç müziği hafiften işitilmeye başlıyordu. Dünya, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği'nin başını çektiği iki siyasi ve ekonomik kampa ayrılmış, diğer ülkeleri de bu kamplardan hangisine katılacağını seçme telaşı sarmıştı. İrili ufaklı tüm ülkelerin derdi, fonda duyulmaya başlayan soğuk savaş müziği sustuğunda kapitalist veya sosyalist şemsiye altında bir sandalyeye oturabilmekti. Bu oyunda kimse ayakta kalmak istemiyordu. Bu şartlar altında Türkiye de çaktırmadan kapitalist ülkelerle dans etmekte, arada bir Sovyetlere yaltaklanmakta, Amerika'yı da "ama beni ne komünistler ne sosyalistler istedi deeee, işte neyse..." diye kendi meşrebince tehdit etmekteydi. İleride kapitalist kutupta yer alınmasına rağmen sonraları Türk dışişlerinin geleneksel politikası haline gelecek "benim jeopolitik önemim var, bu küresel iki güç de bana muhtaç, Amerikayla izdivaç yapayım ama Sovyetlerle de fırsat buldukça oynaşırım" fikrinin tohumları atılıyordu.
Stalinle görüşmek için aştığım bürokratik engellerin haddi hesabı yoktu. Benden Ekim devrimini öven bir kompozisyon yazmamı bile istemişlerdi. Ben de verdim odunu; Ekim devrimi şöyle mühimdir, böyle mühimdir, 20. yüzyıl tüm dünyada aslında 1900'de değil 1917 yılında başlamıştır, Marx/Engels/Stalin dünya emekçilerinin babasıdır, Bolşevikler gelmeden önce Rusya afedersin Cibuti'den halliceydi, burjuvazi tüm dünya halklarının kanını emen sömürücü bir sınıftır vs. vs. Kompozisyonumu Troçki'nin dönekliğini anlatan bir şiir ile bitirmeyi de ihmal etmedim;
Bolşevikler, yaptı anlı şanlı devrimi
Lenin'in ışığı aydınlattı her yeri
Yoldaş Stalin'dir burjuvanın düşmanı
Dönek Troçki yüzünden kalındı hep geri
Neyse ki taa yad ellerde buldu cezasını
Kızdırırdı Stalin gibi insanların en hasını
Mother Russia derin bir oh çekti ardından
Kimse tutmayacak dönek Troçki'nin yasını
Bu şiirin tam tersi düşüncelere sahip olsam da Stalinle görüşmek ve Rus gizli servisinin gözüne girmek için böyle sanatlı bir yaltaklanma yolunu tercih ettim. 
Kremlin'in kapısında afedersin donuma kadar arandım. Büyük Rus İmparatorluğunun Kızıl Çar'ı Stalin ile görüşecektim ne de olsa. Bir ucu Avrupa içlerinde bir ucu uzak doğuda olan uçsuz bucaksız toprakların ve 200 milyona yakın insanın efendisi, Josep Çugaşvili... Elinin bir hareketi veya ağzından çıkacak bir söz bu topraklardaki herhangi birinin hayatını sonsuza dek karartabilir. Hali hazırda hapishaneler ve ülkenin dört bir yanına yayılmış Gulag kampları bu kudretli adamın gazabına uğramış milyonlarca insanla tıka basa doluydu. Hayatları uzak asya steplerinde veya Sibirya çölllerinde çürüyen mazlumlar elbette Koba'yı pek hayırla anmıyorlardı. 
Uzun ve karanlık koridorlardan geçtikten sonra büyük ceviz kaplama bir kapının önünde durduk. Yanımda bana eşlik eden gizli servis ajanı birazdan huzura kabul edileceğimi söyledi. Duvarlarda eski rus çarlarından Büyük Pedronun ve Lenin'in resimleri vardı. Sonra acaba Sovyetler birliği topraklarında Stalin'in kaç portresi vardır diye düşündüm, 3 milyon, 10 milyon, 20 milyon? O meşhur mareşal elbiseli pos bıyıklı, gür saçları düzgün taranmış Stalin portrelerinden kaç milyon adet olduğunu tanrı bilir! Okullarda, devlet dairelerinde, karakollarda, hapishanelerde, toplama kamplarında, belki de Karakurum dağları eteklerinde ıssız bir Tacikistan kıraathanesinde zavallı halkını gözetleyen ve kollayan, yüzünde "gençler nasıl gidiyor, eğleniyor muyuz ha?" şeklinde mühtehzi bir gülümsemeyle içleri ısıtan herşeye kadir ve muktedir Yoldaş Stalin... Devletin resmi görüşlerinin vatandaşlarının kişisel görüşleri ile yek vücut olduğu Sovyet topraklarında Stalin'i sevmek bir vatandaşlık göreviydi. Bu görevlerini aksatanlar zindanlara atılıyor, şansı yaver gidip hayatta kalanların devamında artık sevgiden içleri içine sığmıyordu!
Geniş kanatlı kapının zubufffp diye açılma sesi beni bu düşüncelerden sıyırdı. Stalin arkası bana dönük vaziyette karşıladı beni. Aklımdan masada duran ağır kül tablasını kaptığım gibi kafasına indirsem ne olur acaba sorusu geçti? O zaman herhalde tarihe Troçki'yi öldüren Ramon Marcader'in opoziti olarak geçerdim. Stalin içeri çok az ışık giren bir pencerenin perdesini arkasından soğuk Moskova sokaklarında koşuşturan insanları seyrediyordu. Ülkede her üç kişiden biri ajan biri muhbir biri de müstakbel Gulag misafiri idi. Kapıda duran ve gözünü benden ayırmayan Stalin'in emir subayı ile birlikte odadaki üç kişi olarak bu istatistiğe harfiyen riayet ediyorduk. İçeride ağır bir duman kokusu vardı, belli ki ben gelmeden evvel Stalin, önüne gelen çeşitli belgeleri imzalarken veya ülkenin dört bir yanından yağan ekonomik çizelgeleri okurken veyahut günlük istihbarat raporlarını incelerken sigara üstüne sigara içmişti. Bana dönmesini beklerken boğazımı temizliyormuş gibi öksürerek dikkatini çekmeye çalıştım. Sonra birden bana dönmeden sigaradan kalınlaşmış sesi ile "Hayat ne garip öyle değil mi?" dedi. Sanki benimle konuşan, içlerinde eski devrimci yoldaşlarının da olduğu miyonlarca insanın canını almış biri değil de ortaokul arkadaşım İrfandı! "Evet yoldaş" dedim kekeleyerek, vapurlar martılar ne garip diye ekleyecektim ki Moskova'da deniz olmadığı aklıma geldi. Sustum. O yıl Ekim Devrimi'nin 30. yıl dönümüydü, belki ona atıf yapıyor diye düşündüm. Gerçi Stalin düz bir adamdı, atıfla matıfla uğraşmazdı. Sonra eliyle işaret edip kapıda bekleyen subayı dışarı gönderdi. "40 yıldır devrimci mücadelenin içindeyim, artık yorulduğumu hissediyorum." dedi bana dönerek. Oturmam için bana yer gösterdi. Sonra diyafona basıp Kremlin'in çay ocağı olduğunu tahmin ettiğim bir yerden iki adet votka söyledi. "Haklısınız yoldaş, artık gençlere bırakın koltuğunuzu" der demez dilimi ısırdım. Karşımda dünya diktatörlerinin piri vardı, ne koltuğu ne bırakması!
"Olabilir, ama daha hainler ve karşı devrimcilerle hesabım kapanmadı" dedi. İçimden, ulan ne hesapmış arkadaş kapat kapat bitmiyor, dedim. Gerçekte ise şöyle sordum; "Yoldaş Çugaşvili son 20 yılı neredeyse tek başınıza olmak üzere  yaklaşık 30 yıllık iktidarınızın sırrı nedir acaba? Lenin'i özlüyor musunuz?"
Derin derin düşündü, belki de 1917'nin Ekim günleri canlandı hafızasında. Devrimi farklı bir mecraya taşıyıp iktidarı alalım mı almayalım mı diye toplanan Bolşevik Parti polit büro toplantısında Lenin ne oy verirse ben de o oyu vereyim de ne şiş yansın ne kebap diyen genç Stalin canlandı gözünde belki. Namlı Bolşeviklerden Kamanev ve Zinovyev ret oyu vermişti o meşhur toplantıda. Verdikleri bu karşı oyun laneti sonraki yıllarda bu iki namlı Bolşeviğin yakasını bir türlü bırakmadı. Daha sonra iktidara tek başına yürürken Stalin devrimci arkadaşlarına buradan vurarak puanları leblebi gibi toplamıştı. Resmi Sovyet tarihi devrimi Lenin ve Stalin'in elele kotardığı bir iş gibi ele almıştır hep. Troçki başta olmak üzere diğer yoldaşlar hep figüran mertebesine indirilmişlerdir. 
"Evet yoldaş Lenin'i ziyadesiyle özlüyorum. O benim için hem bir arkadaş hem bir öğretmendi. Onun sayesinde Rusyamız bugünlere geldi. Çok yaşa İlyiç Ulyanov!" diye bağırdı. Aklım çıktı, o ne beklnmedik haykırma öyle. Ahh dedim kendime şimdi Lenin bizi düşmanlardan kurtardı gibilerden rus ilkokul öğrencisi misali nutuk atacak! Hemen konuşmanın idaresini ele aldım, "Devrimden sonra bir Avrupa devrimi olsa da bize arka çıksalar diye yıllar yılı umutsuzca beklediniz. Sonra o beklediğiniz devrim gelmeyince kendi kaderinizle başbaşa kaldınız. Devamında da teorik olarak bir dünya projesi olan sosyalizmi tek ülkede kurdunuz veya kurduğunuzu iddia ettiniz, ne dersiniz bu konuda?" Kaşlarını çattı, demek buraya kadarmış dedim kendi kendime, Sibirya soğuktur şimdi şakası bile yaptım içten içe. Sigarasından bir fırt çekti. "O namussuz Alman Spartakistler biraz becerikli olsaydı belki şu an Alman Sovyet Cumhuriyeti diye bir devlet olacaktı. Başkasının devrimini de mi biz yapalım kardeşim? Biz devrimimizi yaptık keyfimize baktık!" Şaşırmıştım, Yoldaş Stalin adeta taşlarımı geliştiririm rokumu atarım keyfime bakarım diyen bir amatör satranç oyuncusunun umursamazlığyla konuşuyordu. Sen devrimini yaptın iyi hoş da herkes aynı şartlarda mı yaşıyor şu hayatı. Sen kapitalizmin eser miktarda geliştiği köylü nüfus ağırlıklı bir ülkede Menşevik, Sosyalist Devrimci, Kadet madet falan dinlemeden güümbürt diye indirdin yumruğunu. Köylüyü yanına çekmen çok kolay oldu, çünkü köylü İvan'ı Yuri'yi kandıracak burjuvaziniz daha Çarın sofrasındaki tabak çanağı üretecek kapitalist güce bile sahip değildi. Oysa Almanya öyle mi ya? Ağır sanayiin hası adamlarda, köylü ve işçi sınıfının çoğu burjuvazinin yakın dostu, geçim derdi yok dert yok tasa yok, ne gerek var devrim yapıp ağız tadı bozmaya? Tabi bunları hep içime içime söyledim. Yoksa Sibirya burdan trenle nerden baksan bir ay sürer!
"Peki Yoldaş" dedim, "Lenin'in meşhur vasiyeti var hani sizi kaba saba yol yordam bilmemekle diktatoryal ihtirasları olmakla suçlayıp Troçki'yi halef ilan eden, ne dersiniz bu konuda?" Stalin birden ayağa kalktı, ağır ağır bana doğru yürümeye başladı, masada duran sivri zarf açma bıçağını yavaşça aldı. İçimden salavat getirmeye, sübhaneke, kevser vs. ne kadar kısa ve etkili dua varsa okumaya başladım. Sonra birden çekmeceyi açtı, içinden mühürlü bir zarf çıkardı, zarf açma bıçağı ve zarfı da bana uzattı ."Buyrun açın okuyun" dedi. Alnımda biriken ter damlacıklarını gömleğimin koluyla silerken sarı mühürlü zarfı açtım.
"Tamam da bu silme kiril alfabesiyle yazılmış yoldaş" dedim. "Merak etme senin için arkasına Türkçesini yazdırdım" dedi. "İkraa!" diye bağırdı. Demek yoldaş Stalin islam tarihine de hakimdi. Mektubun arkasını çevirdim, gerçekten Türkçe yazıyordu. Şöyleydi mektup;
Ben Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin;
Bu Vasiyeti kendi hür irademle bilincim açık bir şekilde kaleme alıyorum. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin bundan sonraki başkanı olarak Stalin'i uygun görüyorum. Kendisi tüm hayatını devrime adamış dürüst mert çalışkan atılgan bir arkadaşımızdır. Troçki'yi uygun bulmuyorum. Nedenini sormayın, kalbinizi kırarım. Ayrıca aşağıda listesini verdiğim malı ve mülkü de Çocuk Esirgeme Kurumu ve İvancık Vakfına (Bizdeki Mehmetçik Vakfı gibi düşün) hibe diyorum.
Malım Mülküm:
Petersburg'da İki Katlı bir yalı.
Moskova'da 6 Katlı bir apartman
Karadeniz Soçi'de tripleks yazlık.
Smolensk'te dededen kalma 15 dönüm tarla  
Karım Kurupskaya'ya düğünde takılan 15 burma bilezik
Bir adet 1912 model Skoda araba
Trans Sibirya Demiryolları Şirketine ait 1000 lot hisse
Bank Dıbrıç Moskov'da 500 bin ruble para.
İmza: Not: Bu Belgeyi harbiden ben yazdım.
Lenin
"Yoldaş Lenin de az paragöz değilmiş. Adam resmen buraların Bill Gates'i gibiymiş. Ama bu belge biraz garibime gitti Stalin yoldaş" dedim. Kağıdı elimden aldı, hızla zarflayıp çekmecesine kilitledi. "Burada gerçekleri biz yazarız yoldaş, gerçek bizim hizmetimizdedir. İsteseydim tarihte Lenin diye biri hiç yaşamamış olabilirdi! Mesela Troçki'yi Rus tarihinden sildim; resimlerden kitaplardan arşivlerden gazetelerden belgelerden herşeyden herşeyden..." Sinirinden kesik kesik soluk alıp veriyordu. Az önce iktidarını neye borçlu olduğunu sormuştum, cevabı belliydi: düşmanlara! Bizdeki karşılığı ile dış mihraklara, faiz lobilerine, Pkk'lılara Fetöcülere. Rusçası karşı devrimcilere, sabotajcılara, halk düşmanlarına, Troçkistlere!
Sibirya sürgünü Gulag kampları artık umrumda değildi, allah ne verdiyse sormaya karar verdim. "Peki 1937-1938 büyük Temizlik döneminde, ki adı bile iğrenç, binlerce devrimciyi Çekacılara mahzenlerde kurşunlatırken hiç mi vicdanınız sızlamadı? Hepsi sizin yol arkadaşınız yoldaşınızdı."
Piposunun ateşini tazeledi, derin bir nefes çekip yüzüme yüzüme üfledi. 
"İktidarların tarihi kanla yazılmıştır yoldaş. Asmayaydım da beslese miydim?" Az kalsın babanda mı Kenan Evrenci diyecektim. "Kurunun yanında yaş da yanmış olabilir, ama benlik bir durum yok, hepsi bağımsız yargının kararları" deyip bana göz kırptı. Tıpkı yıllar sonra 2016'da Türkiye'de gerçekleştirilecek olan darbenin ardından Erdoğan ve şürekasının sarf ettiği lafları sıralıyordu adam bana. Pes vallahi...
"Mesela yeni bir paranoyam var şu an. Acaba doktorlar özellikle Yahudi olanlar beni zehirlemek mi istiyorlar, ne dersin?" dedi. Ne bileyim ben amk diye çıkışacaktım az kalsın. "Zannetmiyorum yoldaş" dedim. "Niye öyle olsun ki tüm vatandaşlarınız sizi çok seviyor" deyip göz kırptım. 
"NKDV şefi Beria'dan da hazzetmiyorum, ama şimdilik sabrediyorum, Beria öncesi tüm polis şeflerinin idam edilmiş olması seni yanıltmasın sakın, sadece ilk Çeka şefi Cjercinsky doğal yollardan öldü, kalp dedi doktorlar."
Görevlinin getirdiği votkaları yuvarladık. Taşeron çalışan mı acaba diye saçma bir düşünce geçti aklımdan. Kpss ile de atanmış olabilir tabi. Mesela Kremline çaycı alırken mülakatta şöyle sorular sorulmuş olabilir; 
a) Komünist deyince aklınıza ilk kim geliyor? (hadi bakalım)
b) Komünist manifestonun ilk paragrafını okur musunuz? 
c) Denize Lenin mi düşse Stalin mi düşse kurtarırsın? (tuzak soru)
Stalin'in gürültülü öksürüğü beni kendime getirdi. "Yoldaş yapmam gereken işler var. Yaptığımız bu mülakatı Pravda'da yayınlayacaksınız sanırım. Basım öncesi arkadaşlar sizinle görüşüp içeriğe son şeklini verecekler." dedi. Sanırım sansürden bahsediyordu. Eminim burada konuştuklarımız budanıp kuşa çevrildikten sonra gazetedeki yerini alacaktı. "Daha İkinci dünya savaşındaki cesaret dolu polikalarınızdan bahsedemedik, ağız tadıyla Hitlerle imzalanan Molotov/Ribbentrop paktından, Stalingrad muharebelerinden konuşamadık yoldaş" dedim. "Onu da siz Gulag'dan çıkınca, ay pardon ilerleyen zamanlarda yani konuşuruz" dedi. Vedalaşıp ayrıldık. Akşam Stalinle görüşmemizin yazılı metnini kapıma gelen bir NKDV subayına teslim ettim. Birkaç güne Pravda'da basılacaktı. O güne kadar da her gece acaba uykumda tutuklanır mıyım tedirginliği ile yatağa girdim. Mülakatın yayınlandığı gün Pravdayı açtığımda editörlerin attığı başlık zaten tüm durumu özetler nitelikteydi. Yoldaş Stalin Yine Esti Gürledi: Dünya 1'den Büyüktür, Lenin ve Marx'ın izinde Rusya şahlanıyor inşallah. Devamı sayfa 3'te.
Yanılmamanın verdiği neşeyle ve 2 saat adamla o kadar konuştuk acaba ne yalanlar sıkmışlar diye merak etmemenin rahatlığıyla bir parça koparıp Pravdayı buruşturdum ve çöpe attım, o parçayı da katlayıp sallanan masamın ayağının altına sıkıştırdım. İşte bu kadar! Ne demişti Stalin; Gerçek bizim hizmetimizdedir. Çok haklıydı. Gerçeklerden benim payıma bir parça gazete kağıdı düşmüştü, ne bir eksik ne bir fazla... Diktatörlüklerin uğultulu tepelerinin eteklerinde yaşayanların payına düştüğü kadar...
1 note · View note
cinaraslan · 2 years
Text
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kurucusu aynı zamanda "Karl Marx'ın Devrimini" gerçekleştiren, ülkesini emperyal güçlere ezdirmeyen Narodnizm'i(halkçılık) ve Laiklikliği uygulatan 1905 Rus kanlı pazarında gördüklerinden etkilenip çürümüş çarlık rejimine karşı Cumhuriyet rejimini getirdi aynı zamanda birçok yenilikler yapan devrimci Vladimir İlyiç Ulyanov Lenin'i ölümünün 99.yılında sevgi ve saygıyla anıyorum...🌹
1905 - 1907 DEVRİMİ OLMASAYDI, 1907-1914 KARŞI DEVRİMİ OLMASAYDI, RUS HALKI İLE RUSYA'DA YAŞAYAN HAKLARIN TÜM SINIFLARININ BÖYLESİNE BELİRGİN BİR ÖZ TANIMLAMASI OLANAKSIZ OLURDU( TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
BİZ MARKSİSTLER, NE BİRİNCİ GRUPTAN EMPERYALİST SAVAŞÇILARIN DİPLOMAT VE BAKANLARININ RESMİ VE TATLI YALANLARI, NE DE ONLARIN ÖTEKİ GRUPTAN MÂLİYECİ, VE ASKER RAKİPLERİNİN GÖZ KIRPMA VE SIRITMALARI İLE KENDİMİZİ SAŞKINLIĞA KAPTIRMADAN GERÇEĞE DOST DOĞRU BAKMALIYIZ. (TEK ÜLKEDE SOSYALİST DEVRİM VLADİMİR LENİN)
#vladimirlenin #vladimirilyiçulyanovlenin #leningrad #sanktpetersburg #russia #sscb #sovietunion #history #sovietarchitecture #moscow #moskova #rusya #sovyetsosyalistcumhuriyetlerbirliği #tarih #volgograd #1924 #21ocak1924 #lenin #communizm #sovyetedebiyatı #kızılordu #redarmy #ленин #владимирильичульянов #большевистская #ленинград #красная #союз #советскихсоциалистическихреспублик
1 note · View note
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ Yarım Kalan İnsanlık Devrimi Anadolu'da Tamamlanacak
Hiçbir ideoloji insanı ve dolayısıyla toplumu cehaletten, dogmadan ve aptallıktan korumaz.
Farklı da olsa ideolojilerin asıl amacı insanı ve dolayısıyla toplumu niyetlerine uygun çukurların içine sürüklemektir.
İnsanlığın bu konuda yaşayacağı başka bir tecrübe kalmamıştır.
Bu sebeple yeni çağın yönetim sistemi toplumun kendi kendini yönetmesini sağlayacak partisiz yönetim sistemine geçmek olacaktır.
Emperyalizm para gücünü elinde tutmak için yetki gücünü elinde tutmak istemektedir.
Bugün ki partili sistemde yarışan partilerden hangisi kazanır ise kazansın asıl kazanan emperyalist niyetlerden biri olacaktır.
Çünkü artık ülkemiz çok partili ideolojiler sayesinde bir kaç emperyalist devletin at oynattığı bir ülke durumuna siyaset eliyle düşürüldü.
Amerikan ve Rus yanlısı anlayışın kapıştığı bir ortamda kendi özünü kaybetmemiş bu ulusun bir yurttaşı olan hiçbir kimse her iki tarafında yanında duramaz.
Egemenlik kayıtsız şartsız ulusun olana kadar bu mücadele devam etmelidir.
Emperyalist devletler ile yola devam eden anlayış manda ve himaye anlayışının günümüz uzantılarıdır.
Bugün dünyanın hiçbir ülkesinde sosyalizm vb ideolojiler yaşamadığı gibi hepsi kapitalizme oligarşik dayatmaya hizmet eden güçlere dönüşmüştür.
Dünyada bu düzen ilk Anadolu'dan yıkılmaya başlayacak.
Dünyayı değiştirecek devrim yine ilk Anadolu topraklarında Türkler tarafından gerçekleştirilecektir.
Güç hayranı şeytanlığın bunu anlaması biraz zaman alacaktır.
Tarım ülkesi olan Anadolu'nun bu konuda dışa bağımlı bir ülke haline getirilmiş olması bu ülkenin ve bu toplumun bağımsızlığını tehdit eden en geçerli sebeptir.
] Önder KARAÇAY [
6 notes · View notes
teknobist · 2 years
Link
0 notes
benimpencerelerim · 2 years
Text
SSCB
Mülksüzlerin mülksüzleştirilmesi?!..
Biz ’68 gençliği, işçileri olduğu kadar köylüleri de çok severdik. Bir devrim romantizmimiz vardı ve bu romantizmde işçiler kadar köylüler de büyük yer tutuyordu. Gençlerin köylere gidip sol propaganda yapmaya başlamaları, bu gençler henüz Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi ya da sempatizanıyken, ta 1965’e, hatta daha öncesine uzanır. Rusya’da devrimi işçiler ve köylüler yapmamış mıydı, burada da böyle olacaktı!
Misafirliğe gidildiğinde ayakkabı çıkartmayı “köylü âdeti” diye küçümseyen; kendisi de Balkan göçmeni bir aileden gelen bir kadın arkadaşın, “Rumelili kibri varmış onda” diye tanımladığı annem, benim köylü romantizmime tanık oldukça, “sana ne köylülerden? Sen köylü müsün?” diye sordukça içimden güler, “anlatsam anlamaz ki” diye düşünürdüm.
1968 yılının Şubat başlarında DTCF Fikir Kulübü’nden arkadaşım Ali Orhan Yücelalp’le birlikte, Ankara’nın Haymana köylerine, yanımızda bir çuval TİP bildirisiyle TİP propagandası yapmaya çıkmıştık. Haymana’yı tercih etmemizin en önemli nedeni, Ali Orhan’ın bu kasabanın köylerinde daha önce öğretmenlik yapmış ve yöreyi iyi tanıyor olmasıydı.
Bir köyün yakınlarından geçerken, Ali Orhan, “bu damları kırmızı kiremitli evler bana buranın Bulgar göçmenlerinin köyü olduğunu söylüyor” demişti, “dikkatli olalım. İhbar edebilirler…” (Haymana’nın köy evlerinin çoğu, damı lov ile düzlenen, çatıları kiremitsiz evlerdi).
Buna rağmen, fütursuz cesaretimizle köye girip köy kahvesinde oturduk. Kâğıt oyununu bırakmayan köylülerin bize uzak uzak baktığını fark etmiştik ama bozuntuya vermedik. Sonunda köylülerden biri bize seslendi: “Hayrola gençler, nereye böyle?” Ali Orhan, hiç tereddüt etmeden TİP’den geldiğimizi ve köylerde sosyalizmi anlattığımızı söyledi. Kısa bir sessizliğin ardından, köylülerden biri aynen şöyle dedi, bugün gibi kulaklarımdadır: “Biz sosyalizmi gördük. Sosyalistler, insanın tavuğunu bile alır elinden.”
Sonrasını anlatmayayım, çünkü bu yazının konusuyla doğrudan ilgili değil. (Devamı için bkz: Yarılma, s. 258-260)
Köylünün söylediğinin doğru olduğunu, 1980’li yılların başlarında, yoğun bir okumayla “sosyalizmin soruları”nı araştırmaya başladığımda anlayacaktım. Nasıl olmuştu da bayrağında işçileri temsilen “çekiç”in, köylüleri temsilen “orak”ın bulunduğu “sosyalizm”, “kolektifleştirme” ve “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” adına, bazı durumlarda neredeyse tencere tavasına, altındaki yatağına kadar köylülerin malına mülküne el koymuştu?
RSDİP’nin (Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi) programı, daha başından köylülere uzak bir programdı. RSDİP, toprakların kamulaştırılmasını öngörüyordu. Rusya topraklarında yaşayan köylülerin toprak ve “kara paylaşım” talebine yanıt veren parti, bir köylü partisi olarak da görülebilecek olan SR’lerdi (Sosyalist Devrim Partisi). Bu yüzdendir ki, RSDİP içindeki Bolşevik ve Menşevik hizipler daha çok şehirlerde işçilerin desteğini alırken, SR’ler köylülerin desteğini alıyordu.
Ne var ki, 1917 Şubat Devrimi’nden sonraki büyük toplumsal altüst oluş ortamında, iktidarı almaya yönelen Bolşeviklerin lideri Lenin, toprak programında büyük bir değişiklik yaptı ve Ekim’e giden günlerde SR’lerin programını benimsedi. Eğer Bolşevikler iktidara gelirlerse, askerlerin ve işçilerin taleplerini gerçekleştirdikleri gibi, köylülerin “kara paylaşım” talebini de gerçekleştirecek ve büyük toprak sahiplerinin topraklarını köylülere paylaştıracaktı (köylüler bunu zaten fiilen gerçekleştirmeye başlamıştı). Bu program değişikliği, Bolşeviklere büyük bir köylü desteği sağladı.
Gel gör ki, Bolşeviklerin iktidara gelmelerinden bir yıl sonra (1918 sonlarında), artık SBKP adını alan Bolşevik Partisi bir yıl önce benimsediği köylü politikasının tam zıddı bir yol izlemeye başladı. Köylülere dağıttığı toprakları yeniden kamulaştırmaya ve bu topraklar üzerinde “kolektif devlet çiftlikleri” kurmaya girişti. Bununla da yetinmedi, İç Savaşı bahane ederek, küçük toprakları üzerinde üretim yapmaya çalışan köylülerin ürünlerine zoralımda bulundu (“Savaş Komünizmi”). Bu politika, köylülerle SBKP’yi karşı karşıya getirdi. Köylerde üretim hızla düştü ve açlık baş gösterdi. Bir yıl önceki politikayla bir yıl sonra izlenen politikanın zıtlığına akıl erdiremeyen köylüler, duygularını, “biz Bolşevikleri destekliyoruz, komünistler ise düşmanımızdır” diye ifade etmeye başladılar. SBKP’nin zoralım politikası, Tampov bölgesi başta olmak üzere köylük bölgelerde büyük direnişlere yol açtı. Hepsi şiddet yoluyla bastırıldı.
1921 yılındaki 10. Kongre’de ilan edilen NEP dönemiyle birlikte, “Sosyalist devlet”le köylüler arasında beş-altı yıl süren bir ateşkes dönemi yaşandı. Zoralımlar büyük ölçüde durdu. Köylüler ellerinde kalan topraklarda yeniden üretime döndüler.
Fakat bu dönemin ardından, 1929-30 yıllarında daha şiddetli bir kolektivizasyon politikası başlatıldı SBKP tarafından. “Mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” Marksist şiarını benimseyen SBKP, “zengin köylüleri” (“kulakları) mülksüzleştirme adına, zaten önemli ölçüde mülksüzleştirilmiş orta-küçük köylüleri topraklarından çıkardığı, zorla kolektif çiftliklere (açıkça belirtilmese de aslında devlet çiftlikleriydi bunlar) kattığı gibi, bütün Rus köylü sınıfını (müjikleri) sürüp çalışma kamplarında bedava işgücü olarak kullandı yıllar boyu. Böylece, zaten yarı yarıya mülksüz hale gelmiş müjik sınıfı tamamen mülksüzleştirilmiş, Zek (köle işçi) durumuna düşürülmüştü.
1920’lerin başında Sovyetler Birliği hükümeti Ukrayna’da, 1930’ların başında da, Sovyetler Birliği’nin güdümündeki Negrin hükümeti İspanya’da, köylülerin gerçek kolektifleştirme çabalarının önüne dikilmişti. Ukrayna’da, 1919-20 yıllarında, Mahno anarşistlerinin önayak olduğu gerçek köylü kolektifleri, SBKP tarafından nasıl zorla yıkılmışsa, 1930’lar İspanya’sında Komintern, Mahnovistler örneğini tekrarlayan anarşistlerin ve muhalif komünistlerin örgütü POUM’un önayak olduğu, köylü kitlelerinin gerçek kolektifleşme çabalarının en büyük düşmanı olmuş, köylü girişiminin ürünü olan bu kolektifler, Stalinistlerin ve onlarla işbirliği halindeki Cumhuriyetçi Negrin Hükümeti’nin silahlı güçlerince zorla dağıtılmış ve köylülerin el koyduğu topraklar büyük toprak sahiplerine geri verilmiştir.
1932 yılında, Ukrayna’da zorla kolektifleştirmeye direnen köylülerin üretim yapmayı bırakması üzerine, daha sonradan holodomor adı verilen ve 6 milyon köylünün ölümüne yol açan büyük açlık felaketi yaşandı. Köylüleri zorla başka bölgelere süren Sovyet hükümeti, bu sefer açlıktan kaçıp şehirlere sığınmaya çalışan köylülerin göçünü engellemek için bölgeyi askerî ablukaya aldı.
II. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra kurulan “halk demokrasileri” döneminde köylülerin mülksüzleştirilmesi, “sosyalizmin” amentüsü haline geldi. Artık Marx’ın “devletin sönüşe gitmesi” öngörüsü devasa devlet organlarının ötesinde, ufukta bile görünmez olmuştu. Doğu Avrupa’da iktidarı ele geçiren Moskova’ya bağlı KP’lerin yaptığı ilk değilse de ikinci iş, kolektivizasyona giderek köylülerin mülklerine el koymak oldu. Patron devlet, siyasi alanda olduğu gibi, ekonomik alanda da tekelciydi, rakip tanımıyordu.
Macaristan’da ise, KP iktidarı kısa bir süre de olsa tersine bir çizgi izlemiş ve faşistler yenildikten sonra köylülere gerçekten toprak dağıtmıştır. Bu politikanın mimarı, Tarım Bakanı İmre Nagy’di. Fakat kısa süre sonra İmre Nagy kızağa çekildi ve Rakosi iktidarı bilinen köylü düşmanı uygulamalara ve “mülksüzleştirme” politikasına girişti. 1956 yılındaki Macar ayaklanması sırasında, Kruşçev, isyanı yatıştırır umuduyla, köylü politikası nedeniyle halkın sevdiği İmre Nagy’i yeniden iktidara getirmiş, fakat İmre Nagy ayaklanmayı yatıştırmaya çalışmak yerine başına geçtiği için ayaklanmanın Sovyet tankları tarafından bastırılmasından sonra idam edilmiştir.
(Burada sadece Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkelerindeki kolektifleştirmeler üzerinde durdum. Çin, Küba, Kuzey Kore, Vietnam, Kamboçya deneylerine girersem yazının boyutlarını bir hayli aşmış olurum.)
Gerçek, meseleyi izah etmekten çok, daha da karmaşıklaştıran güdümlü teorisyenler tarafından değil de, gördüklerini ve yaşadıklarını olağanüstü bir sadelikle anlatıveren (“insanın tavuğunu bile alırlar elinden”) bir köylünün ağzından ifade edilir genellikle. Bulgar göçmeni bir köylüden, 1968 yılında, bir kahvede duyduğumuz basit bir sözün, yüzyılımızın önemli bir gerçeğini özetlediğini o zaman nereden bilecektik…
0 notes
sustun · 3 years
Text
Hüsrana uğramış, kesin inançlılar
Alman asıllı Amerikalı düşünür Eric Hoffer, Kesin İnançlılar eserinde; hayatını kutsal saydığı bir amaç uğruna feda etmeye hazır olan fanatik inançlı kişileri irdeliyor ve amaçları farklı olsa da aralarındaki şaşırtıcı benzerlikleri gözler önüne seriyor.
Alman asıllı Amerikalı düşünür Eric Hoffer, Kesin İnançlılar eserinde; hayatını kutsal saydığı bir amaç uğruna feda etmeye hazır olan fanatik inançlı kişileri irdeliyor ve amaçları farklı olsa da aralarındaki şaşırtıcı benzerlikleri gözler önüne seriyor. Yazar önsözünde; bütün kitle hareketlerinin ilk taraftarları arasında, hüsrana uğramış kişilerin çoğunluğu oluşturduğu gerçeğinin altını…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
doriangray1789 · 2 years
Text
Vatana ihanetle suçlanıp tutuklanan Nobel Ödüllü bir yazarın ilk okuduğum ve beğendiğim çok çok güzel bir eserinden bahsetmek istiyorum. Yazarın hayatını öncelikle okumanızı isterim çok ekşınlı ve isyanlarla dolu bir yaşam var.. Hatta en sonunda dayanamayıp adamı vatandaşlıktan atmışlar. Birkaç incelemede denk geldiğim hatadan bahsetmek istiyorum. Kitap Ekim Devrimi sırasında geçmiyor. İkinci Dünya Savaşı sırasında görevli olan Teğmen Zotov'un kendi ızdıraplarını ve Ekim devriminin o ihtişamlı zamanlarına duyulan özleminden bahsediyor. Böyle de denilmez. Zamanla savaşın ağırlığıyla ezilen bir adamın yükünü kendini verdiği en hazlı umutların yavaş yavaş solup umutsuzluğa doğru süreklenerek karanlığın içinde vicdanen sorgulu ama cevapsız bırakılmış çaresizliğin hikayedir. Kreçetovka İstasyonu.... Bu İstasyonun hikayesi ne kadar hoş olsada olay herkes tarafından bilinçli yapıldığına inandığım bir istençle çoklaştırılmış. Bir Olay mı? Hangisi Olay? Aslında buna birçok cevap çıkar ve herkes farklı yargılara vararak aynı yere varıyor:Sonuç? Sonuçsuzluk.. SSCB dönemini işlemiş burada çözümlenemeyen muhasebeler, bürokrasi zaviyatı, ekonomik ve ruhsal bunalım, savaşın çığırtkanlığında çaresiz kalan insanlar ve aileler. Her savaşın hikayesi de aynıdır. Ama her savaş bir Rus yazarının elinde destana dönüşüyor. Bu sporu Ruslardan başka yapanlarda zor çok çok... Diğer bir eser ise Matriyona'nın Evi Bu eserde savaşın damgasını yemiş bir kadının hikayesi... Eser tamamıyla kadının hikayesine odaklanmış olsada tüm bu olayları anlatan bir öğretmen. Herkesin yardımına koşup ama çevresiyle soyutlanmış kendi içine gömülmüş bir kadının yavaş yavaş çözülmesine ve sonuna tanıklık ediyoruz. Son zamanlarda okuduğum en duygusal hikayelerden biriydi. Özellikle sonlara doğru "Ah be bu da olmaz o güzel insanlar o güzel atlara" diye devam ediyorsunuz. Bir kötü ayakta tutan erdem ve vicdanın sadece burası ile sınırlı olmadığını böyle insanların bir yerlerde var olduğunu gösteriyor yazar bize. Belki de umudu ve aradığı şey budur. Ki öyle bir zamanda her coğrafya da aranan şeydir doğru bir insan olmak. Zaman değişsede aranılan şey bir türlü değişmemektese de azalmaya hatta yok olmaya devam ediyor. Matriyona'nın başında gelen bu. Tüm çıkarcı ve ikiyüzlü insan ilişkilerine rağmen erdemiyle 21.yy da hepimize bir ders vermekten geri kalmıyor
  bu eseri beğenenler kesinlikle Şolohov Durgun Don'u okumalı. En azından alacakları lezzet 2 bin sayfaya kadar uzanıp daha sonrasında ise yok oluşa kadar sürebilir...
Tumblr media
10 notes · View notes
yenicagkibris · 8 months
Text
Gramsci ve Biz - Stuart Hall
21. Yüzyılın en etkili Marksistlerinden biri olan Antonio Gramsci, 1891’de Sardinya’nın küçük Ales kasabasında doğdu. Gramsci’nin çalışmaları, Marksist bir siyaset hakkında düşünme biçimimizi dönüştürdü. Rus Devrimi “geri kalmış” Rusya’da gerçekleşmişti ve bu nedenle sermayeye olduğu kadar “eski rejime” karşı da bir devrimdi. Bu nedenle Gramsci, Batı Avrupa’nın gelişmiş bölgelerinde devrimci bir…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes